Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Ya-Leyl

Admin
  • Content Count

    749
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    69

Posts posted by Ya-Leyl


  1. Ağlayamama meselesini bu yaşıma kadar aşamadım, bundan sonra nasip olur mu bilmiyorum :( (en nihayetin de ağlamak da nasip işi )

     

    Bir yıl öncesinde İran filmlerine sarmışlığım vardı. Eskiden evde hafta da birgün film günümüz olduğundan yirmiye yakın film izlemiştim.:) hiç unutmuyorum Kirazın tadı diye bir film vardı, bir adamın intihar etmek istemesi üzerine kurulmuş olan 95 dk'lık filmde toplasan yarım saatlik diyolog bulamazsın,verdiği mesaj dolayısıyla kendini izlettirdi. Önerir misin diye sorsan, bir düşünürüm.:) Film önerisi isteyenlere hiç şüphesiz söylediğim ''Serçelerin Şarkısı''dır.

     

    Bu arada Bab'ı Aziz diye bir film var izleyeniniz var mıdır? yorumunu almak isterim.

    • Like 1

  2. bana uyar :)

     

    Kaplumbağalar da uçar filmini bundan iki yıl önce bir hafta sonu annemle beraber izlemiştim .Annem ağlamaktan filmi izleyememiş,ben ise yine katılaşmış kalbim sayesinde tek damla gözyaşı akıtmadan filmi bitirmeyi başarmıştım. Film oldukça etkileyici ve duygusal.Savaşın hiç şüphesiz en çok çocukları etkilediği kesin ,film bu kesinliği bütün şekliyle ortaya koyuyor. Görüntü ve teknoloji anlamında çok iyi olmamakla birlikte anlam bakımından çok derin olduğunu göreceksiniz.Zaten mümin 'in de dediği gibi İran filmi denildimi aklıma duygusallık ve gerçekçilik geliyor.Velhasıl izlemenizi tavsiye ederim .

    • Like 1

  3. Biliyorum ki trradomir bu abiyi çok seviyor,o yüzden bir yazısını paylaşayım dedim.:)

     

    ATATÜRK OLMASAYDI!

     

    "Atatürk olmasaydı, Fransızlar Antep'ten sonra ülkenin bütününü işgal eder, kadınların örtüsünü başından çeken askerlerin baskısı altında kalırdık. Başı örtülü kızlar okullarda okuyamaz ve başörtülü memur olunamazdı. Annesi ve karısı örtülü diye, namaz kılıyor diye subaylar ordudan atılırdı.
    Atatürk olmasaydı, İtalyanlar bir yolunu bulup geçmişimizle bağımızı koparmak için harf devrimi yapar. Mesela yeryüzünün en değerli kütüphanelerinden Süleymaniye Kütüphanesi'ndeki el yazma eserleri en az 90 yıl sustururdu. Bununla da yetinmez, Müslümanların halifesini aşağılayarak yurtdışına sürerdi.
    Atatürk olmasaydı, İngilizler Kastamonu'ya aniden çıkarma yapar. Churchill herkesi şapka giymeye zorlardı. Şapka giymeyi reddeden vatandaşları için seyyar mahkemeler kurar, seri idamlar yaptırırdı. Hatta şapka kanuna karşı çıkıyor diye iki önemli şehri Rize'yi ve Trabzon'u denizden bombalatırdı.
    Atatürk olmasaydı, Amerikalılar ülkenin yönetimini ele geçirir. Seçilmiş ilk meclisi zorla dağıtır. Ali Şükrü gibi vatansever düşünürleri öldürtür. Kendi keyiflerine göre kurdukları meclis sayesinde, ülkeyi en az 30 yıl tek parti ile yönetirlerdi. Kendi adamları dışında kimseye oy hakkı vermezler, seçilme hakkı tanımazlardı.
    Atatürk olmasaydı, Hitler ülkeyi işgal eder. Türk ırkını üstün ırk ilan eder, Kürtleri, Rumları ve Ermenileri aşağı ırk sayar. "Türkiye Türklerindir" dedikten sonra kendilerini Türk saymayanları Anadolu'dan sürerdi. Hitler bununla da yetinmez, Dersim'de sırf Kürt diye çoluk çocuk, kadın erkek on binlerce savunmasızı bombalarla imha ederdi.
    Atatürk olmasaydı, Ruslar Anadolu'yu ele geçirir, camileri ahır yapardı. Medreseleri kapatırdı. Devrin en önemli düşünce odakları olan tekke ve zaviyeleri yasaklardı. Ezanı susturur, yerine anlamsız gürültüler koyardı.
    Atatürk olmasaydı, İstanbul Yunanlılara kalırdı. Yunanlılar Fatih Sultan Mehmed'den Bizans'ın intikamını almak için Ayasofya Camiini müzeye çevirirdi.
    Neyse ki Atatürk geldi de...

  4. Son günlerde Ayasofya tekrar gündeme geldi.Mhp grup başvekilinin Ayasofya'nın yeniden ibadete açılması için verdiği kanun teklifiyle başlayan gündem,Ayasofya'nın müze olarak kullanılmasının Atatürk tarafından da onaylandığı belgelerin sahte çıkmasıyla devam etti.Bunlar yaşanırken acaba soruları tekrar gündem de kalmaya devam ediyor. MTTB Ayasofya'nın yeniden ibadete açılması için kampanya başlattı.İlgili arkadaşlara duyrulur.

     

    Kampanyaya imza için: http://www.mttb.org.tr/?p=3100


  5. Necip Fazıl Kısakürek’i niçin seviyorum şeklindeki bir soru, çok kimseye garip gelebilir. Hatta Necip Fazıl hayranları, “Böyle bir Üstad sevilmez mi?” diye karşılık verirler. Elbette Üstad Necip Fazıl, sevilir. Sevilmesi için bir çok sebep vardır.


    Bu sebeplerin başında, çok kimsenin Allah, Din, İslam, İman gibi kelime ve kavramları ağzına almaya korktuğu ceberrut bir yönetim döneminde, baskı ve zulümlere aldırmadan, İslam ve Hak Davasını korkmadan ve yılgınlık göstermeden savunmuştur. Aynen, Bediüzzaman Said Nursi, Mehmed Akif Ersoy, Osman Yüksel Serdengeçti ve diğer Üstadlarımız gibi.


    Allah hepsinden razı olsun.


    Necip Fazıl Kısakürek’i bu yönleri itibariyle sevdiğim gibi, bir de başka özel hususiyetleri dolayısıyla seviyorum. Her Üstadın, kendine has bazı özellikleri vardır ve bu özellikler sevenleri tarafından ayrı bir değerde görülür. Ben de Üstadımız Necip Fazıl’ın bazı özelliklerini ayrı bir değerde görüyor ve bundan dolayı ayrıca seviyorum.


    Nedir bu özellikler?


    1-Gençlik yıllarında bohem hayatı yaşadığı ve İslam’dan çok uzak yaşadığı halde, köklerine, özüne bağlılığını hiç yitirmeyen ve özüne dönüş yapan bir insan sevilmez mi? Sevilir elbet. Üstadın Fransa’ya tahsil görmek için gittiği o gençlik yıllarındaki bohem hayatı, yarını düşünmeden gününü gün etmesi, kumar ve benzeri alışkanlığı gizli bir durum değildir. Çok kimse tarafından bilinmektedir. Böyle bir çamur ve bataklığın içinden çıkıp da İslam’ın savunuculuğunu yapmak herkese nasip olur mu? Olmaz elbet.


    2-Ülkemizin en zor ve en baskıcı günlerinde doğruluktan ve inandığı davadan en ufak bir taviz vermeden yürüyen bir insan sevilmez mi? Sevilir elbet.


    3-Edebiyatta kendisine güveni ve şairlikteki ustalığını tartışmaya açmayacak derecede kendisinden emin olan bir insan sevilmez mi? Sevilir elbet. Böyle bir kişi hem sevilir, hem de kendisine saygı duyulur.


    4-Özellikle Gençlere örnek olan ve onları Hak Yola çağıran, onlara özgüven aşılayan bir insan sevilmez mi? Sevilir elbet.


    5-Yazımın en altında örneklerini sıralayacağım bu mısraları yazan bir insan sevilmez mi? Sevilir elbet.


    İşte ben bunlardan dolayı Üstad Necip Fazıl Kısakürek’i çok seviyorum. Ayrıca, hemşehrisi olmakla da iftihar ediyorum.


    Evet, şimdi Üstadımızı sevmemize vesile olan o şiirlerden birkaç mısraya yer verelim:


    “Ana rahmi zâhir, şu bizim koğuş;

    Karanlığında nur, yeniden doğuş...

    Sesler duymaktayım: Davran ve boğuş!

    Sen bir devsin, yükü ağırdır devin!

    Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!”



    “Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;

    Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?

    Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!

    Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!”

    *******

    “Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;

    Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!

    Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;

    Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.”


    Bu mısralar elbette bunlarla sınırlı değil. Ancak bir yazıda ancak bu kadarına yer verebildik, inşallah bir başka vesileyle Üstadımızın başka mısralarına da yer veririz, vesselam.


    Ahmet SANDAL


  6. Necip Fazıl Kısakürek'in yasaklı kitabı "Vatan Haini Değil-Büyük Vatan Dostu Vahidüddin" yeniden basılıyor.Necip Fazıl'ın oğlu Mehmet Kısakürek, babasının tartışmalı kitabını yeniden basmaya hazırlanıyor. "Bedeli her ne olursa olsun, kitabı yayınlayacağım" diyen Kısakürek, hâlâ kitap yasaklamalarından söz edilmesinin hata olduğunu söylüyor.

     

    Bu kitap nedeniyle Kısakürek, 1983 yılında hapse girecekken 79 yaşında vefat etmişti. Vahdettin'i savunduğu için mahkûm olarak ölen Kısakürek'in söz konusu kitabı, hâlâ yasaklılar listesinde. Kısakürek'in oğlu ve Büyük Doğu Yayınları'nın sahibi Mehmet Kısakürek, kitabı bedeli ne olursa olsun basacağını söylüyor.

    "Vatan Haini Değil-Büyük Vatan Dostu Vahidüddin" isimli kitabı Kısakürek, 1968 yılında yayınlamıştı. Kitap daha önce araştırma dizisi olarak Bugün gazetesinde yayınlandı. Birinci baskısı tükenmek üzereyken toplatıldı ve hakkında takibat başlatıldı. Kitabı incelemek üzere bir bilirkişi oluşturuldu. Bilirkişi, 'Kitapta söylenenler hayal ürünüdür, ama herhangi bir suç unsuru yoktur.' diye rapor verdi. Ankara, ikinci bir bilirkişi heyeti tayin etti. Bu heyetten de benzer bir rapor çıkınca, Kısakürek 1971'de beraat etti. 1972 yılında beraat kararı Yargıtay tarafından temyiz edildi. 1973'te mahkumiyet kararı çıktı. 1974'te Af Kanunu, olayı askıya aldı. 1975 yılında kitap yeniden basıldı. Yine takibat başlatıldı. 1976'da, üçüncü baskı yapıldı. 1977'de yeniden toplatma kararı alındı ve takibata geçildi. 1979'da üçüncü kez bir bilirkişi heyeti oluşturuldu. 1980 yılında dördüncü bir bilirkişi teşkil edildi. Heyetler, kitapta suç unsuru bulunmadığı yönünde rapor verdi.

    12 Eylül darbesinden sonra Necip Fazıl ile ilgili mahkumiyet kararı 1982 yılında Yargıtay tarafından onandı. Fakat, kararın infazı 4 ay tehir edildi. Aynı yıl içerisinde Adli Tıp Kurumu, Necip Fazıl'ın Anayasa da öngörülen cezanın affı şartlarını haiz olduğu yönünde dönemin Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Kenan Evren'e bir rapor verdi. Ancak Evren, Necip Fazıl'ı affetmedi; Atatürk'ün hatırasına neşren hakaret edildiği gerekçesi ile verilen cezasın infazı yönünde talimat verdi.

    Necip Fazıl, 1983 yılında hapse girmesine az bir zaman kala vefat etti. Deyim yerinde ise son padişah Vahdettin'i savunduğu için mahkûm olarak öldü. Kısakürek'in kitabı, hâlâ yasaklılar listesinde bulunuyor.

     

    KURTULUŞ SAVAŞI'NI VAHDETTİN'İN BAŞLATTIĞINI ANLATIYOR

    Necip Fazıl, 'Vatan Haini Değil-Vatan Dostu Vahidüddin' adlı kitabında, resmi tarih tezinin aksine Kurtuluş Savaşı'nı, Sultan Vahdettin'in başlattığını yazıyor. Yaklaşık 300 sayfa olan eserde, Sultan Vahdettin'in, Mustafa Kemal Atatürk'e yüklü miktarda para yardımı yaparak Anadolu'ya gönderdiği anlatılıyor. Vahdettin'in, Anadolu'da başlayan kurtuluş hareketinin başarıya ulaşması için İstanbul'da ulemayı toplayarak nasıl dua ettirdiği de kitapta ayrıntılarıyla yer alıyor.

     

    • Like 1

  7. Es selamü aleyküm.

     

    Arkadaşlar, uzun bir aradan sonra siteye ziyaret gerçekleştirmek istedim. Bu konu başlığında yazdığım 2008 haziran tarihli mesajımı okuyunca bir kaç satır daha yazmam gerektiğini hissettim.

    Rabbime sonsuzlarca kere hamd-ü senalar olsun ki, hane-i saadetimize 22 Eylül 2010 tarihinde bir kız evladı nasip etti. En başından bu yana yaptığımız dua "Ya Rabbi! Dünyasına ve ahiretine faydası olacak, dünyamıza ve ahiretimize faydalı olacak vücud ve akıl sağlığı yerinde bir SALİHA evlad emanet ver bize" idi. Ve ne mutlu bizlere ki Rabbim bizlere bir kız evlad nasip etti.

    Bizde daha önce burada yazdığım üzere; RÂNA ZEYNEP ismini verdik. Paylaşayım istedim...

    Selametle...

     

    Bu vesile ile hoşgeldiniz. Kızınız içinde inşallah hayırlı evlat olması duasıyla.


  8. Aziz Mahmud Hüdayi Vakfı ve Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nin ortaklaşa düzenlediği uluslararası sempozyumla İmam-ı Rabbâni yad edilecek.

     

    15 Kasım Cuma günü Haliç Kongre Merkezi'nde açılış programıyla başlayacak olan sempozyuma 16 ve 17 Kasım'da Üsküdar Bağlarbaşı Kültür Merkezi'ndeki oturumlarla devam edilecektir.

     

     

     

    gwvu.jpg

     

    • Like 3

  9. Güneşin bile bir zerre sayıldığı bir mahfilde kendini büyük görmek edebe uyar birşey değil. | Hafız Şirazi |

     

    Ey insan! Yer,gök,felek,melek,toz,toprak,su,rüzgar,bulutlar,ağaçlar,otlar hepsi senin için bir vazifeye koşturulmuşlar.Ta ki sen bir lokma ekmek yiyebilesin ve şükredesin. | Hafız Şirazi |

    • Like 1

  10. Necip Fazıl'ın Para'sı 72 yıl sonra sahnede

    Para, 2012-2013 sezonu sonunda Necip Fazıl Kısakürek'in ölümünün 30. yılı vesilesiyle özel bir gösterimle seyirciyle buluştu. Necip Fazıl Kısakürek'in öne çıkan oyunlarından olan "Para", paranın belirlediği toplumsal yaşamın çürümüşlüğünün bireylere ve bir aileye yansıyan yanını ele alıyor. Savaş, vurgun, insanı hiçe sayan ekonomik ilişkiler ve bankalar, toplumsal çözülmeye hizmet eden siyaset, birbirine güven duymayan bireylerin sistemden gelen güçlerini birbirine karşı kullanmaları oyunun olay örgüsünü oluştururken, "insanlık değerleri" tartışmaya sunuluyor.

    Engin Gürmen'in yönettiği oyunda; Aziz Sarvan, Cem Uras, Doğan Altınel, Nurdan Gür, Aslı Aybars, Oğuzboy Vedat Şahin, Zeki Yıldırım, Alev Oraloğlu, Deniz Yeşil Mavi, Ali Mert Yavuzcan, Seza Güneş, Engin Gürmen rol alıyor.

    Oyun 8-10 Kasım 2013 tarihleri arasında Kağıthane Sadabad Sahnesi'nde, 27-30 Kasım-1 Aralık 2013 tarihleri arasında Kadıköy Haldun Taner Sahnesi'nde...

     

     


  11. Fikir ve çile birliği kökünde yekpâreleştiğimiz büyük ve sevgili dostum Fethi Gemuhluoğlu" (Necip Fazıl Kısakürek)

     

    "İnsanın elinden tutuyor, adetâ çağa çıkartarak yürüyüşe alıştırıyordu. İnsan; arttığını, çoğaldığını duyumsuyordu O’nun yanında…" (Nuri Pakdil)

     

    "Tek başına adetâ bir okuldu." (Cahit Zarifoğlu)

     

    "Bize kendi kuşağı içinde en sağlam çizgiyi aktarabilenlerden biriydi." (İsmet Özel)

     

    "Görünen hizmetlerin değil, görünmeyen himmetlerin adamı idi." (Ahmet Kabaklı)

     

    "Fethi Gemuhluoğlu; aynı çağrılar içindeyiz." (Özdemir Asaf)

     

    "Kelamın en zarifini, edebin en kâmilini, siyasetin en ferasetlisini, edebiyatın en muhtevalısının onun aziz varlığında erimiş bulurduk. O, bir uygarlığın temsilcisiydi." (Akif İnan)

     

    "Sürgünde kurulmuş bir Osmanlı divânı gibiydi." (Nabi Avcı)

     

    "Sözle semâ yapıyordu." (Hilmi Yavuz )

     

    "Onun sohbetlerinde, hem fikirlerle donanır, hem ermiş bir adam halini yaşar, hem dava bilincinizin keskinleştiğini hissederdiniz." (Rasim Özdenören)

     

    "O, insan mühendisi idi." (Ergun Göze)

     

    "Bir nesle ağabey olan Fethi Gemuhluoğlu, en bunalımlı anlarda yanı başımızda." (Erdem Bayazıt)

     

    "Onun kitabında sağ-sol, inkılâp-irtica diye kavramlar yoktu. O, bu kutuplaşmanın üzerinde insanlara bakmasını bilirdi." (Cahit Tanyol)

     

    "Fethi ağabeyin iki hasleti: vefâ ve bağlılık… Şuur ve iman…" (Mustafa Miyasoğlu)

     

    Kaynak:Vikipedi


  12. Aynı soru müşrikler tarafından bizzat Peygamber Efendimize (asm.) sorulmuş ve bu soru üzerine Cebrail (as.), Allahü Azîmüşşân'dan İhlâs Sûresini cevap olarak getirmiştir. Bu sûre ile şirkin bütün nev’ileri kökünden kesilip atılıyor, tevhidin bütün mertebeleri en güzel bir şekilde izah ve ispat ediliyordu. Resûl-i Ekrem (asm.) Efendimiz de bu soruyu soran kimselere yine İhlâs Sûresi ile cevap verilmesini beyan buyurmuşlardır.

    Biz de Resûlulluh’a (asm.) ittiba ederek bu soruya İhlâs Sûresi ile cevap vereceğiz. Cenâb-ı Hak İhlâs suresinde kendisini kullarına şöylece bildirmektedir:"

    De 'ki O Allah'dır, Ehad’dir. (O) Allah'tır, Samed'dir. Doğurmadığı gibi, doğmamıştır da. Hiçbir şey O'nun dengi (ve benzeri) değildir."

    Bu sûre Allah'ın varlığının, birliğinin, eşi ve dengi olmadığının en güzel, en cami bir ifadesidir ve Kur'ân-ı Kerîm'in tevhid noktasında bir özeti gibidir. Bu konudaki diğer âyet-i kerîmeler, bir bakıma bu sûrenin tefsiri hükmündedirler.

    Şu varlık aleminin yaratıcısı ancak ve ancak vücudu vâcib, ezelî ve ebedî, zâtında ve sıfatlarında benzeri bulunmayan Allah'dır. Elbette, O Zât-ı Akdes hakkında böyle bir soru sorulamaz. Çünkü kim yarattı sorusu ancak mahlûkat için sorulabilir.

    On-onbeş vagonlu bir tren düşününüz. Bu vagonlardan herbirisini bir önceki vagon çeker. Ve nihayet iş lokomotife dayandığında artık "lokomotifi kim çekiyor?" diye bir soru sorulamaz. Zira, çekip fakat çekilmeyen bir lokomotif olmazsa bu nizam bozulur ve hareket meydana gelmez.

    Bir asker emri onbaşıdan, o da yüzbaşıdan ve başkumandan da padişahtan alır. "Ya padişah kimden emir alıyor?" şeklinde bir soru sorulamaz. Zira padişah da birinden emir alsa, o da asker derecesine iner ve emir aldığı zât padişah olur. Bu durumda birinci şahıs padişah değildir ki: "Padişah kimden emir alıyor?" diye bir soru sorulabilsin. Padişah denilince, emir veren, fakat emir almayan bir hükümdar akla gelir.

    Ayrıntılı bilgi için :http://www.sorularlaislamiyet.com/article/7/butun-varliklari-allah-yaratti-oyleyse-hasa-allah-i-kim-yaratti.html

     


  13. Metin Karabaşoğlu' nun ''Camide dans var '' adlı kitabı 1995 yılında yayınlanmış bir kitap olmasına rağmen hala güncelliğini korumakta.Geçen günlerde kitaplığımı düzenlerken elime geçen bu kitabı tekrar okuma isteğime hayır diyemedim. Eserden bir kaç alıntı yapmak istedim:

     

     

    Bir derginin ,kimi kanalların had safhada müstehcen yayınlarına dair yazısına bakılırsa :'' Ülkemizde toplumsal değişiklikler başka türlü olmuyor.Ya Mustafa Kemal gibi ''Bu serpuşun adı şapkadır beyler '' diyeceksiniz, ya da Turgut Özal gibi ''alışırlar ,alışırlar.''

     

    Sözgelimi ,ilahi tesettür ölçüsü topuktan başlıyor iken ,biz önce ''dizboyu''na kadar mübah demişiz.Şimdilerde dizin biraz üstü bile nerdeyse iffet örneği sayılıyor.İlahi tesettür ölçüsü kol bileği iken ,biz ''dirsek ''e uzanmışız.şimdilerde yavaş yavaş omuza varılıyor.Müstehcenin ölçüsü ''tesettür '' iken , zihinlerimiz de ''tesettür'' için ayrı,müstehcen için ayrı ölçüler geziniyor.

     

    Keza faizin ap açık haramiyetine rağmen ,kısa veya uzun vadeli alışverişler,faiz oranlarını düşünmeden yürümüyor.

     

    Keza ihtiyaç ölçümüz fıtri olandan çıkmış; Hz Ali ile Hz Fatıma'nın eşyası bir bohçaya sığan örnek evliliğini rahat rahat anlatan bizler ,bir ev almaya yetecek onca parayı eşyaya döküp,o kadar eşya yüzünden adım atmaya imkan bulamadığımız kiralık evlerde yaşıyoruz.

    • Like 1
×
×
  • Create New...