Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Ya-Leyl

Admin
  • Content Count

    749
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    69

Posts posted by Ya-Leyl


  1. İslam’ın iş ve hareket tespitinde iki büyük, mücerret ve esasi ölçüsünü hatırlayalım: Allah için muhabbet, Allah için buğz... Yani sevgi ve nefretimiz yalnız Allah için olacak... Bu ölçüler aksiyon ruhunun emme-basma tulumbalar halinde, sağlı ve sollu iki kanadıdır. İş Allah için neleri sevmek ve nelerden nefret etmekle mükellef olduğumuzu bilmekte, tam şuurlaştırmakta ve bu emme-basma hamlenin aşkını ve ateşini yaşayabilmekte...

     

    Yaşayabilmek duasıyla.


  2. BEN

     

    Allah ‘ben’ kelimesinin belasını versin! Tevekkeli,cihanın en büyük velîlik derecesini bize dünya gözüyle göstermiş olan Esseyyid Abdülhakîm Efendi Hazretleri,bir eserlerinde şöyle buyurmadılar:

     

    “-Hiçbir velî ‘ben’diyemez;mevzuunu bulamaz ki,bu mefhumu kullanabilsin…”

     

    Dâvamızın,bir cam sathında yayılan su gibi her istikameti yaladığı son günlerde,nereye gittimse bana şunu söylediler;

    “-Halkla konuşmalarınızda,isminiz etrafındaki menfi propagandaları ve iftiraları da cevaplandırsanız fena olmaz!”

    Ve ben,zavallı ‘ben’,galiba yine içimdeki ‘ben’in ters bir hareketi yüzünden şöyle karşılık verdim;

    - Buna tenezzül etmem!

     

    Birkaç yerde tenezzül ettiğim,şahsım ve ona edilen iftiralar hakkında bazı izahlara giriştiğim de oldu.

    Evet,ben!..Bu sefil mevzuu ne ben kaldırabiliyorum,ne de düşmanlarım…Bu takdirde ne yapalım;kendimizden bahsedelim mi,etmeyelim mi?

     

    Şu kadar bahsetsek fena olmaz:

     

    1-Yalnız Allah ve Sevgilisinin yolunu müdafaa ettiğimiz için küçüklüğümüz,geriliğimiz ve fenalığımız söyleniyor.Eğer küfür ve dalâlet yolunu müdafaa etseydik,bir zamanlar yolumuz belli değilken yapıldığı gibi,büyüklüğümüz,yeniliğimiz ve faziletimiz söylenecekti.Kötü olmak için (tam aksi) Allah ve Resulüne rücu etmek mi lâzımmış?..

     

    2-Kimsenin bizi tecessüs etmeğe,fenalığımızı aramaya ,mevcut bütün reziletleri bizde farzedip onlardan beraet isbatımızı beklemeğe hakkı yoktur.Kimseyi,şahsî iman ve ahlâkımızla kâim bir âkıbete sürüklemiyoruz.Ne kimseyi,evini barkını satıp parasını bize getirmeye davet ediyoruz,ne de kimseye,eğer Necip Fazıl sonunda imansız ve ahlaksız çıkarsa kendi iman ve ahlâkını kaybedeceği bir vaziyet teklif ediyoruz.Zaten (hâşâ) istesek de bunu yapabilir miyiz?

     

    3-Nihayet,hakikati tam tersinden dillendirmenin marifetiyle hakkımızda edilen isnat ve iftiraları olduğu gibi kabul etsek de,bu dâva bizden,benden,üstelik ve bilhassa bu isnat ve iftiralara inanmak temayülünü gösterenlerden,yani ayrı ayrı herkesin ‘ben’inden münezzehtir.

     

    Öyleyse dâvayı,farkında olarak veya olmayarak, ‘ ben’lerle kaim görmek ne demektir?Bu vaziyet,bellibaşlı bir sistemle Allah ve Resulü’nün yolunu dışarıdan kapamak isteyenlere,bazı Müslümanlık iddiacılarının,içeriden yardım etmesi değil midir?

    Anlayalım,Müslümanlar,sade anlayalım!..Ve ‘ben’lerin hesabını,yalnız aramızda görülecek,asla düşmanla müşterek yapılmayacak,bilhassa düşmandan gelen telkine tâbi olmayacak bir mesele telâkki edelim!..

    Ben,bendeki ‘ben’i isnat ve iftira ile boyayıp Müslümanlara teşhir eden ve onları böylece Allah ve Resulü’nün mücahede yolundan alıkoymaya çalışanlara kulak vermek istidadında her kimi görsem,ruhum bir sünger gibi gözyaşına batmış olarak,şöyle düşünüyorum;

    -Eğer bu yoldan dönmek mümkün olsaydı,bu sizin bana isnat ve iftira ile giydirilen bendeki ‘ben’i görmeniz yüzünden değil;asıl benim,sizdeki düşman niyet ve gayesini anlayamayan ‘siz’i görmem yüzünden olabilirdi.Şükürler olsun ki,dönmek bizim için muhaldir;zira dâvamız,bizden olduğu kadar sizden de münezzehtir.Yalnız küfürdür ki,Allah ve Resulü’nün yolunda olduğumuz için yüzümüze necaset atanların bu sefil halinden münezzeh değil…

     

    Dostlar;biz arkamızda yürütmek veya arkalarından yürümek üzere kimleri istiyoruz biliyor musunuz?Müslüman ismi taşıyanları değil,Müslümanlıktan anlayanları…Böyleleri,üzerimize atılan pislikler nisbetinde faziletimiz olduğunu ve başka hiçbir değerimiz bulunmadığını zaten bilirler ve aynı nisbette dâvaya bağlanırlar.Öbürlerine gelince onlara da bizim,bizim değil dâvamızın ihtiyacı yoktur.

     

    Bu mevzuda küfre kulak vererek bizden şüphe edenler,biraz evvel kaydettiğimiz gibi,Allah ve Resulü’nün kapısını dışarıdan kapatmak isteyenlere,bilmeden içeriden yardım edenlerdir.

     

    17 kasım 1950 Büyük Doğu Dergisi (1001 çerçeve)


  3. Kitabı okuyanlar bilirler,aslında kitap tam kıssadan hisse şeklinde geçiyor...Üstad özlenen neslin vasıflarını sıralarken her bir vasıfta öyle kıssalar anlatıyor ki muntazam.Okura ne anlatmak istediğini cümleleri dolandırmadan saf bir şekilde bildiriyor.Bize ise sadece o vasıfları elde etmek ve uygulamak düşüyor.Şimdi o verilen kıssalardan bir kaç örnek verelim.

     

    Vasıflardan ilki AŞK:

     

    Aşksız amel ve posa imanı da gene hiç bir mâna ifade etmez. Hazret-i Hasan abdest alırken düşecek kadar sararırmış... Sapsarı kesilirmiş... Kan kalmayacak kadar, yüzünde... Yanındakiler sorarlar:

     

    "- Niçin bu hale geliyorsunuz?"

     

    Cevabı: "- Kimin huzuruna çıkmaya hazırlanıyorum, biliyor musunuz?" İşte amel böyle olur. Hazret-i Hasan'ın aldığı abdestle, Bayezid-i Bistami'nin kıldığı namazı eda edecek var mı? Namaz kılarken şeriata hürmetinden kaburga kemiklerinin çatırdadığı duyuluyor büyük Velînin...

     

    aşkla devam ediyoruz...

     

    İşte aşk!.. Atını diz boyu dalgalara doğru sürüp: "- Allahım önüme bu okyanusu çıkarmasaydın nâmını daha ileriye götürürdüm!" Diyen kumandanlar...

     

    Ve nihayet Aşk

     

    Nihayet miraçta tecelli eden aşk hikmeti... Allah'ın Resûlü, Cebrail'in kanadında "Sidre-tül-Müntehâ"ya kadar gider. Yani son duraktaki ağaç, "Sidre-tül-Müntehâ"... Akl-ı küll'ün temsilcisi olan Melek der ki: "- Ben bundan bir adım ileriye gidemem, ilerleyecek olursam yanarım, kül olurum!" Allah'ın Sevgilisi sorar: "- Buradan ileriye neyle gidilir?.." "-Aşkla!"... Ve kendisini atar nur çağlayanına ve ulaşır.

     


  4. İman ve aksiyon kitabı İdeologya Örgüsü tadında bir kitap.Kitap iki kısımdan oluşuyor.İman ve Aksiyon /Özlediğimiz Neslin Vasıfları...

    Üstadın kitapta vurguladığı konular için verdiği örnekler kendisini tekrar tekrar okumaya yöneltiyor.Disiplin konusunda

    İmamı Rabbaninin bir sözünü söylüyor ki disiplin konusunda başka söz,kelime aramanıza gerek kalmıyor.Belkide verilen örnekteki gibi olamadığımız için bunca acıyı çekiyoruz.

     

     

    ''''Aksiyonun baş şartlarından biri de disiplin... İmamı Rabbaninin bir misali var: “Hakikate bağlılık bahsinde, müridin büyüğüne bağlılığı, ölü yıkayıcısı elindeki ölü gibi olmalıdır; sağa çevir döner, sola çevir döner” Disiplin budur. Görüyorsunuz ki her şey İslam’da. Bu disiplinin çerçevelediği aşk o kadar büyüktür ki, bakın, sahabeler Allah’ın Resulünü dinlerken kendi hallerini şöyle ifade ederler: “Hepimizin başında, en ufak bir hareketle uçacağını zannettiğimiz bir kuş varmış gibi dinlerdik...'''

     

     

     


  5. YOLUMUZ

     

    Rabbim, Rabbim, bize ne güzel bir yol nasip ettin! Şöyle bir yol: Efsanevî bir levha halinde, sislere batmış bir dağ başına doğru ilerliyen kıvrım kıvrım bir patika örgüsü… Bu patika vaktiyle dünyanın en muazzam caddesiymiş; sonra gelen bozmuş, giden harap etmiş, en son gelenler ve gidenler de onu büsbütün tıkayıp üstünden geçilmesin diye sivriliğine cam kırıklarıyle döşemiş… Sislere batmış dağ başında, insanoğluna yekpare, ebedîlik ânını ve gerçek oluş saadetini tekeffül eden bir saray var… Fakat bizim gözümüze böyle görünen saray, yolu cam kırıklarıyle döşeyenlerin gözünde, dünya saadet ve nimetine, eşeklik hürriyet ve faziletine mâni bir zindandır. Onlar, biz bu dünyaya bu zindanı musallat etmiyelim diye yolumuzu keserken, biz de dünyayı felâketten kurtarmak için yolu o saraya doğru açmaya çalışıyoruz. Biz “yeni”lerin en yenisine. ezel noktasını ebet noktasına iliştiren mutlak ve nihaî “yeni” ye malik olduğumuz halde, bu “yeni” nin maziye ait bayat ve yanlış tatbikatından, eski olmakla suçlandırılıyor ve bu yüzden tek kelimesi dinlenmez “kokmuş kafalar” ve “haşin yobazlar “telâkki ediliyoruz. Halbuki bizi böyle telâkki edenler, sahte kemiyet yeniliklerinin aldatıcı kabukları içinde donmuş, mutlak ve şifasız küfür yobazları… Kokmuş kafa asıl onlarınkidir; ve o kadar kokmuşlardır ki, kokmuşluğu bile dondurmuşlar ve telâkkilerinin konserve kutusunda ebedîleştirmişlerdir. Bunların, gerçekten, ebedîleştirebildiği tek şey, bizzat ve binnefs kokmuşluktur.

     

    Ve işte bu yüzden, kimsenin anlamadığı, kuş diline benzer bir muamma lisanı konuşuyoruz. Bizi, ne bizden olduğunu sananlar, ne de bizden olmayanlar anlayabiliyor. Bizi anlıyabilmek istidadı, ancak Allah ve Resulünün, sırları yolunda kafasını berhava etmiş yüksek çile ehli Müslümanlardadır. Onların da bu devirde sayısını tespit edebilmek lazım… Korkarız ki, Kaç kişisiniz!” diye sorulsa “milyonları aşkınız” diye cevap verildikten sonra “Öyleyse buyurun zehirle pişmiş aşı yemeğe!..” der demez, tıpkı Hacı Bayram-ı Velî’nin müritleri gibi bir buçuk kişiye inmesinler!..

     

    İşte arkamızda bu birbuçuk kişi, sivriliğine cam kırıklariyle döşeli yolda, topuklarımızdan saçlarımıza kadar kan içinde, ilerlemeğe çalışıyoruz biz!. Yürünmez yolda, anlaşılmaz dille, aşılmaz manialara rağmen mesafe aldığımızı görenler, bununla da kalmıyorlar! Dağların ve kırların, köpek, çakal, sırtlan, karga, fare, domuz, ne kadar mundar hayvanı varsa üzerimize musallat ediyorlar! Ayrıca kanunî (!) yol bekçileri, ellerinde ceza makbuzları memnu mıntıkalara girmiş olmanın suçunu ha bire kaydedip duruyorlar. Bu kadariyle de olmuyor çile… Arkamızdaki bir buçuk kişinin çeyreği, topuğunda küçük bir kızartı hisseder etmez “Vay sen bu dâvaya lâyık olmıyan ve kavli fiiline uymıyan sefil adam!” diye yoldan dönüyor ve başkalarını da döndürmek istiyor. Ve cam kırıkları topuğumuzdan ciğerimize kadar batıyor, köpekler havlıyor, mukayyitler yazıyor, dönekler çark ediyor; ve şu âna kadar bahsettiğimiz en korkunç zümre, bugün belki bütün cihana hâkim Yahudiler ve Yahudilik müesseseleri, bütün şubeleriyle perde arkasından bu vaziyeti güdümlemeğe bakıyor. Cam kırıklarını onlar döşetiyor, köpekleri onlar besliyor, mukayyitlere onlar talimat veriyor ve dönekleri onlar idare ediyor.

     

    Ve biz yürüyoruz; her şeye rağmen yürüyoruz, yürüyeceğiz ve güzel isimleri arasında “Galip” isminin sahibi Allah adına ve aşkına yürümekten vaz geçmiyeceğiz!


    Rabbim, Rabbim, bize ne güzel bir yol nasip ettin! Sırlarının ve nimetlerinin hazinesi olan saraya, elbette ki, bundan daha kolay şartlarla gidilemezdi. Mademki zorluk bu kadar müthiş, o halde tam yolun üzerindeyiz; ve mademki tam yolun üzerindeyiz, o halde yürüyeceğiz ve erişeceğiz! Çünkü biz, herhangi bedavacılık ve lüpçülükten uzak, senden, nimetinle mütenasip ebedî devleti istiyoruz; o halde her çileyi çekeceğiz ve sonunda yalnız senin dilemen şartıyle bu devleti kazanacağız! Mademki ıstırap bu kadar büyük, mazhariyet ve devlet de o nisbette azîm olacaktır.


    9 mart 1951 Büyük Doğu Dergisi (1001 çerçeve)


  6. 10f5c9a85bef12495.jpg

     

     

    Necip Fazıl Kısakürek'in unutulmaz eseri 'Bir Adam Yaratmak' Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde (ODTÜ) sahnelendi. ODTÜ Kitap Topluluğu'nun organize ettiği programa katılım 800 kişilik salon kapasitesinin üzerinde olunca bazı öğrenciler merdivenlere oturmak zorunda kaldı.

    Ankara Büyükşehir Belediye Tiyatrosu oyuncuları tarafından ODTÜ Kültür ve Kongre Merkezi Kemal Kurdaş Salonu'nda oynanan oyun, bini aşkın öğrenci tarafından izlendi. Vatandaşlara da açık olan yaklaşık 3 saat boyunca süren 3 perdelik oyun, izleyicilerden yoğun ilgi gördü.

    Necip Fazıl'ın eserini ODTÜ'ye getirdikleri için mutlu olduklarını ifade eden ODTÜ Kitap Topluluğu Başkanı Sümeyye Aşkan oyunun ek biletlerinin bile bir saat içinde tükendiğini söyledi. 800 kişilik Kemal Kurdaş Salonu'nun üniversitenin en büyük salonu olduğunu aktaran Aşkan, oyunu bini aşkın kişinin izlediğini belirtti. Kendilerinin bile bu kalabalığı beklemediklerini dile getirin Aşkan, bu organizasyonu ODTÜ'ye getirdikleri için mutlu olduklarını ifade etti.


    NECİP FAZIL İLK KEZ ODTÜ'DE

    Oyunu çok beğendiğini vurgulayan öğrenciler, solonun ilk kez bu kadar dolu olduğunu söyledi. Okulun tarihi boyunca ilk kez Necip Fazıl'ın bir oyun sergilendiğini ifade eden öğrenciler, Necip Fazıl'ın eserini ODTÜ'de görmekten dolayı mutlu olduklarını dile getirdi.

    • Like 2

  7. Son Söz...

     

    Beş yıldır bir türlü kaldırılamayan Yeniçeriliğin köküne kibrit suyu dökmek için tek çare olarak Meraşal Fevzi Çakmak'a verdiğim şu cevabı hatırlıyorum:

     

    ''-Nasıl çivi çiviyi sökerse,Yeniçeriliği kökünden bozmak için de,bir kerecik Yeniçeri olmaktan başka çare yoktur.Fakat iman,ahlak,fikir ve adalet sahibi bir Yeniçeri.''

    • Like 1

  8. Ben net bir şey söyledim de ne oldu, rahatsızlandığım için erken dönüş yaptım İstanbul'a :) Sanırım haftaya ben de gelemem, yani gelirsem ciddi maddi hasılat kıracağım.

     

    Hayırlısı olsun ne diyelim,bizim buluşma hayli zaman alacağa benzer. Çay bahane olur belki, inşaAllah bir araya gelir şu projeler hususunda bir kaç kelam ederiz can-ı gönülden iştirak ederim Allah'ın izniyle.

     

    Ne yapalım biz de eseri okumamızla kalalım şimdilik, ben de okumuştum. Nasip diyelim Leyl, o zaman zamanı siz ayarlayın ben kendimi ona göre ayarlayayım. Tiyatroya gitmek şart değil beklesindi :)

     

    Geçmiş olsun,ne yapalım nasip değilmiş diyelim.En kısa zaman da buluşuruz efendim acelemiz yok.Çay bahanesi olacak bu işin :shiny:

    • Like 1

  9. Hanımlar bu oyuna gidelim diyorum, ne dersiniz? Vakti size uygun mu? Ben inşaAllah o hafta sonu burada olacağım. Sizlerle birlikte olmaktan keyif duyarım. Tiyatro Greyfurt çok başarılı bir ekip, Menan Cinleri bir enfesti. Eminim hem aldığım duyumlar da bu doğrultuda bu oyunları da çok güzel. Mehmed Niyazi'nin parmağı da var, eminim tarihselliği ziyadesiyle etkileyici bir sahneleme olacaktır.

     

    Gidelim lütfen lütfen. Leyl bence çay sözümü tutmanın tam sırası, bana yardımcı olun olur mu? :)

     

     

    Mehmet Niyazi hocanın Çanakkale Mahşeri adlı kitabı ilgimi çekmiş,okumuş ve çok beğenmiştim.Aynı şekilde tiyatrosu da ilgi çekici.Bende çayımızı ne zaman içeceğiz diye merak ediyordum. :D Yalnız şuan için çalışma listemiz henüz belirlenebilmiş değil.O gün ki durumum muallakta o yüzden net bir şey söyleyemiyorum. :(


  10. NE GÜZEL...

     

    Bir şeye inanan adam! Sen ne güzelsin!

     

    Bir şeye inanmakla tek şeye,yani O şeye inanmak istidadını kazanan adam! Sen ne güzelsin!

     

    Mücerret inanmak imtiyazının bile O şeye inanmaktan geldiğini kavrayan adam! Sen ne güzelsin!

     

    O şeyin müslümanlık olduğunu bilen adam! Sen ne güzelsin!

     

    Müslümanlığın ezelle ebet arası insanoğlunu saran biricik doğru,iyi ve güzel olduğunu gören adam! Sen ne güzelsin!

     

    Günübirlik hayat sathına hakim sahte davaların zamanla solan renkleri ve pörsiyen hacimleri arasında,müslümanlığın ,iğreti cümbüşlerden müstağni çehresine sımsıkı sarılan ve ona sonsuzluk itimadi ile bağlanan adam! Sen ne güzelsin!

     

    Muhal farz olarak ilmin insanlara ebedi hayat bağışlayacağı,göklerin maverasındaki aleme seyrü sefer edileceği ,camilerde iki kürt hamaldan başka kimsenin kalmayacağı ve dindarlara marazi ruhiyat kitaplariyle yeni bir hastalık ismi verileceği şartlar altında bile Allah ve Resülünün bayrağını elinden bırakmıyacak olan adam ! Sen ne güzelsin!

     

    Ve nihayet bu davanın sırrını,yabancılara değilde,bizzat sahiplerine mahrem hale gelmiş görmekten en kanlı fikir çilesine düşen ve insanlara ceplerinde kaybettikleri güneşi buldurmak için fert fert etek çeken adam! Sen ne güzelsin !

     

    Ve sana mecnun denildiği,meczup denildiği,mağrur denildiği,haris denildiği,riyakar denildiği,menfaat düşkünü denildiği kavli fiiline uymaz denildiği,her rezaleti yapar denildiği,yobaz denildiği,mürteci denildiği,hain denildiği,inkılap düşmanı denildiği halde,en küçük fedakarlık olarak canıyla beraber bütün şerefini bu dava yolunda harcamaktan zerrece kaydı duymayan adam! Sen ne güzelsin!

     

    Biz bu payede adam değiliz;fakat bu payedeki adamlardan bir manga tertipleyebilsek mesele kalmaz!Bir manga halis müslüman!..Neredesiniz?

     

    9 şubat 1951 Büyük Doğu Dergisi (1001 çerçeve)

    • Like 1

  11. Eskitilmiş Kılıç II. Abdülhamid Han

     

     

    Tarih: 08.02.2013 19:00 - 08.02.2013

    Yer: Zübeyde Hanım Kültür Merkezi

     

    Abdülhamid Han’ın hatıralarından ve tarihçilerin objektif yorumlarından yola çıkılarak yazılan oyunda tarihe yanlış aksettirilmiş gerçekler, tiyatro sahnesinden mesajını veriyor.

     

     

    II. Abdülhamit’ten Günümüze Ortadoğu Politikası

     

    Tarih: 16.02.2013 10:00 - 16.02.2013

    Yer: Fırat Kültür Merkezi

     

    II. Abdülhamid’in ebediyete intikalinin 95. sene-i devriyesi münasebetiyle düzenlenen sempozyumda, II. Abdülhamid’den Günümüze Ortadoğu Politikasının nasıl değiştiği ele alınacak.

     

     

    II. Abdülhamid Han ve Hayatı

     

    Tarih: 18.02.2013 19:00 - 18.02.2013

    Yer: Ali Emiri Efendi Nikâh Salonu

    Konuşmacı: Talha Uğurluel

     

    Sayısız makale ve kitaba imzasını atan değerli yazar, yönetmen, programcı ve tarihçi Talha Uğurluel, “II. Abdülhamid Han ve Hayatı” konusu ile sizlerle…


  12. Mehmet Niyaz'i anlatıyor:

     

    Zamanın başbakanı Saraçoğlu Şükrü, İstanbul Chp il başkanını Necip Fazıl'a gönderir.Derki:

     

    -Bizim lehimize yazmazsın biliyoruz ama aleyhimizede yazma sana yüzbin lira para ödeyelim.(O zaman İstanbul'daki en lüks dairenin fiyatı otuzbinliradır.Ortalama üç daire parasıdır.)

     

    Necip Fazıl derki:

     

    -Ben hanıma çok yalan söyledim.Bugüne kadar size muhalefet ediyorum.Birden bunu kesersem ikna edemem.İnanmayabilir, bunu bana yazılı olarak veremez misiniz?

     

    Onlar da yazılı olarak gönderirler.

     

    Bir sonraki Büyük Doğu dergisinin kapak fotoğrafı :''SATILIK ADAM ARIYORLAR'' dır. :P

    • Like 1

  13. GÖRMEK İSTİYORUZ !

     

    Yine üzerimize, en alçak ve esfel soyundan tahrik projektörleri tutulmakta... Bu projektörlerin, aydınlatmak ve göstermek dâvasında olduğu hiçbir şey yoktur. Onlar, aydınlatıcı aletler değil, bilâkis karanlıkta yanıp içindeki resmi aksettiren (Lântem-Majik) lerdir. Yani, bizi göstermiyorlar; bizim kar gibi beyaz alınlarımızda kendi isnat ve iftiralarının resimlerini gösteriyorlar.

    Kendi içlerinde, evvelden zaptedilmiş plâkalardan ibaret olan bu resimlere göre biz mürteciiz, inkılâp düşmanıyız, komünist emellerinin üflediği ve yürüttüğü bir cereyanız, komünistlerde bir arada İmhası gereken insanlarız!!!

     

    Düne kadar bize yönelen zulüm, hiç değilse bizi komünistlerle karıştırmamak, doğrudan doğruya nefsine düşman farzetmek ve bu teşhisi de (rejim )i ve hükümete mal etmek suretiyle, bütün vahşeti içince biraz namusluydu. Bugün, yeni (rejim) ve hükümetin, henüz ukdeleri çözememiş ve «ağyar» ile «efrad» i tam ve sıhhatli bîr tasnife tâbi tutamamış tereddüdü karşısında, devlet ve gençlik gibi İki aziz aksülâmel kutbunu aleyhimizde kışkırtmak için sinsi sinsi çalışması bakımından en namussuz bir zümrenin plânlariyle çevriliyiz. Bu zümre; Yahudiliğin, Masonluğun, münafıklığın, içten yıkıcılığın, millî ve dini vahdet suikastçılığın, tek kelimeyle her türlü beşeri oluş katilliğinin kurmay heyeti olan dönmelerdir. Projektörü; projektörü değil, işliyebilmesi için karanlığa muhtaç olan sinema makinesini bunlar İdare ediyor ve alınlarımızın beyaz perdesinde, kendi irin dolu ciğerlerinin ve kurt dolu barsaklarının (röntgen) ini göstermeğe kalkıyorlar. Kimse de işin farkında olmuyor!

     

    Beyoğlunun dönme sinemalarından birinin locasında her gün meçhul bir delikanlının visaline istida veren karıları, komünist sefarethanesinin ve Rus bankasının tediye şekline âşinâ kültürleri, Misler Truman’ın çenesinden kopardıklarını itimat kılını Stalin’in ihtiyat tırnağiyle aynı zarfta muhafaza eden tabiyeleri; ve üç Cumhur Reisine ait üç devir boyunca, Allah ve Peygamber düşmanlığı adına ne bulurlarsa o devre hulûl için kapı diye kullandıkları seciyeleriyle,bu lâğım kadrosundan âdi mahlûkların oyununa kapılacak devlet ve gençliği görmek istiyoruz!

     

    12 ocak 1951 Büyük Doğu Dergisi (1001 çerçeve)


  14. Eser için tamamlanmamış Tarkistan destanı da diyebiliriz.Anadolun ücre köşesinde yaşarken çıkıp kendisini bir anda şehrin içerisinde bulan Tarkün ,mebuslar için köyde kalacak biri değildir.Zira köydekilere göre oldukça zekidir.

    Üstad Tarkün'den örnekle batılılışmanın hayatımızda ki yerini de gözler önüne sermektedir.Makineleşme,toprak reformu ve daha nice konular.

     

    İşte Yüce Tark Ulusunun hali !!! Tarkün'ün dilinden...

     

    Yüce Tark ulusu! Sana böyle derler, değil mi?... Halbuki sen... Tek lâfları yüreğe ve kulağa girmez, bu sahte çobanların güttüğü bir koyun sürüsünden başka nesin ki?

     

    Devletçilik dedikleri, senin tepene geçirilmiş bir zindan... Hükümet de gardiyanlık dairesi!...

     

    İşte son sözüm. Ben köyden geldim. Köy ölmüştür! Şehirler felâket... Yüce Tark ulusu! Seni cüceleştirdiler. Cüce Tark ulusu! Yüceleşmeye bak!...

    • Like 1

  15. KİMSE İŞİN FARKINDA DEĞİL !

     

    Ey bizi anlıyacak, isterse tek kişi olsun, fikir ve dâva çilekeşi adam; sana hitap ediyoruz: Komünizma, yavaş yavaş, adım adım ilerliyor ve zaman ve mekânına göre dilediği taktiği piyasaya sürüp defterinde kayıtlı ve kayıtsız bütün adamlarının ona dört elle sarıldığını görmekten gelen bir bahtiyarlıkla hedefine ulaşacağı günü kolluyor! Kimse işin farkında değildir!

     

    Yahudilik,bütün müesseseleriyle arı kovanları gibi çalışıyor ve her menfi tesir sahasına açık bırakarak vahdet mihrakını keşfedilmez hale getirmekten başka gaye gütmediği bu vatanda menfaatini her noktadan devşiriyor! Kimse işin farkında değildir!

     

    Dönmelik, «Dem bu demdir!» nidasiyle son derece sinsi ve (pasif), yani içten bir «taklib-i hükümet» hamlesine girişiyor ve en nazik noktalara (ajan) larını yerleştirmeyi biliyor. Kimse işin farkında değildir!

     

    Yeni İktidar, onu yedi şahsa, yahut yedi sahıslık zümrelere temsil ettirecek oluksanız, bu yedi şahıs veya zümrenin yedi ayrı renk belirttiği ve bir türlü vasati ve merkezî rengini bulamadığı, her istikamete ayrı ayrı mensup ve hiçbirinde karar kılamaz bir şüphe, tereddüt ve «idare-i maslahat« zaafı içinde bocalıyor ve bu bakımdan hiçbir şeyin ne tam yasakçısı, ne de tam himayecisi olamıyor ve meydanı bomboş bulunduruyor. Kimse işin farkında değildir!

     

    C.H.P., düne kadar, içinde Cehennem katranından mamul zift uykulara daldığı yatağında hınçla doğrulmuş, Yeni İktidarın her istikameti mahfuz tutmak istiyen şüphe ve tereddüdü yüzünden onu çürütüp bir ânda tepemize musallat olmanın yolunu arıyor ve bu yolda "kendisine bütün fesat ocaklarını iştirak halinde buluyor. Kimse işin farkında değildir!

     

    Garp demokrasyaları, sadece Komünizma tasallutu karşısında yekpareliğini görmekten başka vazife vermedikleri Türkiyenin, yarınki tezatsız dünyada mahkûm ve tâbi halini devam ettirmek için, onun, bir asırdan beri bizzat hazırladıkları iç zaafını hattâ himaye ediyor ve herhangi bir millî harekete hiçbir (şans) ihtimali vadetmiyor. Kimse işin farkında değildir!

     

    Bizse, üç buçuk fikir ve dâva çilekeşi, şahsan ne kadar esfel ve ahkar olursak olalım, sırf Allah, Peygamber, tarih, millet, cemiyet ve insan muhasebe ve murakabesini yerine getirdiğimiz için, Komünistin de, Yahudinin de, dönmenin, de, C.H.P. nin de, daha şunun da bunun da müşterek isnat, iftira, tahrik ve fesat çamuru altında çırpınıp duruyoruz; ve bunlardan ayrı ayrı ve hep beraber zerrece ürkmüyoruz ama, yirmi bir milyonun bizimle olduğunu bile bile çile ve nasibimizin azamet ve dehşetini tam kavrayıcı tek dosta malik bulunmuyoruz. Zira kimse işin farkında değildir!

     

    Fakat biz Allaha malikiz ve kimse işin farkında değildir!

     

    2 şubat 1951 Büyük Doğu Dergisi (1001 çerçeve)


  16. MİLLİ KAHRAMANLAR !

     

    Tanzimat'tan beri milli kahramanlarımız, bizi, Kanunî devrinin haşmet ve şevketine ters tarafından denk hale ge­tirmek istiyen Avrupalının yonttuğu ve biçtiği kuklalardan ibarettir. O devirden beri, Yahudilik, Masonluk, Kozmopolitlik ve Allah­sızlık (ajan) lariyle, millî kahramanlarımızı hep Avrupa tâyin ve tesbit eder, biz de buna inanırız. Edebiyatta Şinasi, Namık Kemal, Tevfik Fikret; siyasette Mustafa Reşit Paşa, Âli Paşa, Mithat Paşa; inkılâp ve ihtilâl ham­lelerinde Ahmet Rıza, Talât, Cemal, Enver, hep bu cinstendir ve bunların çoğu boynunda (Mason) yularını taşır.

     

    Şu ânda dâvanın tahlil ve tecrit tarafına girmeden, ânî ve teessürî bir terkip ve teşhis üslûbiyle haber verelim ki, bunların hepsi, masum ve bembeyaz koyunlar gibi hazin mele­melerle ufuklardan çobanını çağıran bu vata­nın ''harim-i ismet'' ine girmiş, meş’um ve kapkara kurtlardan başka bir şey değildir; ve en büyük fikrî ve tarihî inkılâp; bunların, zümre zümre ve şahıs şahıs maskelerinin yüzlerinden düşürüldüğü ân vücuda gelmiş olacaktır. O zaman, bu temizliğin altından, bütün bir vuzuh halinde bütün kurtuluş yolları meydana çıkaçaktır. Bekliyelim ve Allaha yalvaralım!

     

    19 ocak 1951 Büyük Doğu Dergisi (1001 çerçeve)

×
×
  • Create New...