Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

nfk321

Editor
  • Content Count

    371
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by nfk321


  1. Üstad çok güzel özetlemiş: ....

     

    Para Yahudi eseri... Derken, sermaye ve (kapitalist) sistem yahudi eseri... Peşinden

    komünizma ve (antikapitalist) hareket yine Yahudi eseri... Onun da arkasında filozof (Bergson)

    elinde ruhçu ve materyalizmayı tepeleyici dünya görüşü yine ve yine Yahudi eseri...

     

    Yahudi, nerede, hangi fikir etrafında birlik ve yekparelik görürse, onu fesada götürmeye ve

    bu arada kendi çıkarını sağlamaya memur bir (defatist-bozguncu)dur.... Ve aslında hiçbir

    dünya görüşünün samimi bağlısı değildir. Onun fikrince dünya allak bullak gitmelidir ki, kendisi

    selamet ve menfaat muvazenesini koruyabilsin.


  2. GÖZE GÖZ DİŞE DİŞ...

    Sivaslı Muhsin, Orta Asya Türkünün narına yanarken, Anadolunun gitmekte olduğunu görür, derdi tasası artar. Sol baskılar karşısında bunalan Anadolu çocuklarının yardımına koşar. Göze göz, dişe diş bir mücadele...

    31.01.2010muhsin.jpg

    GENÇLERİ ŞİDDETTEN UZAK TUTAR

    Mamakta türlü işkencelere maruz kalan Muhsin Yazıcıoğlu, Ülkücüleri şiddetten uzak tutar. Gençler takva yolunun yolcusu olur, artık Alperendir onlar.

     

     

    Ellidört doğumlu bir Anadolu çocuğu... Yiğidin harman olduğu yerden... Şarkışladan!

    Kendi halinde bir çiftçi ailesinin ferdidir. Aslında akranları gibi buğday fiyatından, traktör lastiğinden, Tarım Kooperatifinin tekaüd müdüründen konuşması lazımdır ama o uzak ufuklara yelken açar.

    Aklı taaa Asya bozkırlarında dolanır durur, esir Türklerle yatar, esir Türklerle kalkar.

    Zaman zaman lambalı radyodan Azeri spikerin sesini yakalar. Umulur ki hava seherin bazı hisselerinde yağışlı ola...

    Diyeceksiniz ki ne var bunda?

    Bizim ele kar yağıyor kardaşım...

    Bir hislenir bir hislenir, dokunsan ağlayacak.

    Bu prangalar nasıl kırılır?

    Kazakla, Kırgızla ne vahıt kucaklaşırlar?

    * * *

    Takdirlik bir talebedir. Ortayı liseyi rahat bitirir. Kursa ney gitmeden Veteriner Fakültesini de kazanır (1972).

    Ver elini Ankara!

    Türk solu hayli dinamiktir o yıllarda. Yetişmiş adamları, gözü kara savaşçıları, darağacına yürümüş kahramanları vardır. Sendikaları, üniversiteleri onlardan sorarlar. Maarif, medya desen ona keza...

    Ülkenin yarısı kurtarılmış bölgedir, adamı evinden alır, halk mahkemelerine çıkarırlar. İcabında kalem kırar, infaz yaparlar.

    Fütursuz ve korkusuzdurlar, sakınmadan kızıl bayrak açar, göstere göstere orak çekiç taşırlar.

    Tuhaftır ama en hızlı militanlar sahil şeridinden, zengin semtlerinden çıkar, burjuva çocukları pahalı cafelerde oturup proleter kurtarırlar.

     

    DEVRİME ÇEYREK KALA

    Şimdi diyelim üniversiteyi kazandınız, tarafsız kalma gibi bir şansınız yoktur asla. Size mektebe hakim olan örgütün borusunu çaldırırlar.

    Öyle görüneyim, mış gibi yapayım deseniz de yutmazlar. Memleketinize mahallenize uzanır, şecerenizi çıkarırlar. Zaten öğrenci büroları ellerindedir, evraklarınızı çoktaaan karıştırmıştırlar. Günün birinde bıyıkları ağzına sarkan parkalılar etrafınızı çevirir, elebaşı işaret parmağını göğsünüze basar ve tükürüğünü saça saça haykırır Arkadaşım! Sen artık gelmiyorsun okula!

    Halbuki o fakülteyi kazanabilmek için kaç koca yıl çalışmışsınızdır. Sesiniz çıkmaz.

    Dövüşemezsin, kaçamazsın, kampüsler uçsuz bucaksızdır zira. Ah dersin yanımda yürekli bilekli bir ağabey olsa!

    Sivaslı Muhsin, Orta Asya Türkünün narına yanarken, kendini bir yangının içinde bulur.

    Sol baskılar karşısında bunalan Anadolu çocuklarının yardımına koşar. Göze göz, dişe diş bir mücadele... Kavgaysa kavga!

    Saftır, samimidir, makam mansıp beklemeden çalışır. Etrafındaki halka hızla genişler ve gün gelir başkan olur Ülkü Ocaklarına (1978).

    Onun döneminde gözle görülen bir değişim yaşanır. ÜGD, partinin gençlik kolu olmaktan çıkar.

    Evet yine seminerler düzenlenir ama eskisi gibi dokuz ışık ve tarım kentler anlatılmaz. Doktrin umurlarında değildir, artık Alperendir onlar. Ecdad gibi Derviş Gazilerin ardına takılmalı, ulemanın eteğine yapışmalıdırlar. Ülkücüler Ahmet Yesevi Hazretleri ile o dönemde tanışır. Ahmed-i Bedevi, Ahmed-i Rıfai, Ahmed-i Siyahi, Ahmed-i Bican, Ahmed-i Cüzeyri, Ahmed Namık-ı Cami, Ahmed ibni Kemalpaşa... Biliyor musunuz bütün bu kapıları da bir Ahmed aralar onlara, Seyyid Ahmed Arvasi Hoca!

    Muhsin, başkan olduğu dönemde duvarlara Ya kan kusturacağız! Ya tam susturacağız yazdırmaz, gençler büyük bir heyecanla Kanımız aksa da zafer İslamın! diye haykırırlar.

    Onun ürettiği ve öğrettiği sloganlar buram buram ecdad kokar.

    Çağrımız İslamda dirilişedir!

    Ya Allah! Bismillah! Allahuekber!

    Ülkümüz köklerde dalgalanan bir bayrak

    Allah huzurunda eğiliriz biz ancak!

     

    DİN ÖNE KİN ARKAYA

    Öğrenci yurtlarında değişim daha net izlenir. Her cuma gecesi enbiyanın, evliyanın, sülehanın, şühedanın ruhlarına Yasin-i şerif okunur, hep birlikte el açar yanık duaları fatihalarla taçlandırırlar.

    Kanları kaynayan delikanlılar okeye, bilardoya gitmez olur, bir bilenin önünde diz kırar, elifbalarını açarlar.

    Be üstün beee! Be esre biii! Be ötre büüü! Be, bi, bü!... Çıkmış Kuran bülbülleriii...

    Seher vakti merdiven boşluklarında ezan okunur ve koridorlar terlik sesinden geçilmez olur bir anda. Bir zamanlar namazlarını merdiven altlarında kılanlar yurdun ya da fakültenin en büyük, en aydınlık, en ferah odasını mescid yapar. Sayıları katlana katlana artar, saflara sığmaz olurlar.

    Büyük bir dönüşümdür bu, yıllardır kuru doktrinlerle oyalanan Anadolu çocukları kendini bulur ayan beyan.

    İşte 12 Eylül darbesi tam da o günlerde patlar.

     

    AH O MAMAK!

    Ordumuz görünüşte memleketi Marksist bir ihtilalin eşiğinden kurtarmıştır.

    Ancak milliyetçileri de unutmaz. Bir soldan bir sağdan mantığı ile gencecik fidanları ipe yollar. Yeşili seviyorlar canım, darağacı da bir ağaç sonunda...

    Ama biz orak çekice karşı nazlı hilali dalgalandırmıştık.

    Dalgalandırmasaydınız!

    Arkadaşlarımız vurulurken, okullar, yurtlar işgal olunurken...

    Karışmayacaktınız!

    Hasılı devlet, devlet-i ebed müddet terimini terennüm edenlere hiiç acımaz. Alayını toplar, zindanlara tıkar.

    Başkan sinyali almış olmalıdır, ilk furyada yakalanmaz. Hatta rahmetli Türkeşten haber gelir yurt dışına çıksın ilerde ihtiyacımız olacak!

    Muhsin bu! Arkadaşları küflü izbelerde kan terlerken, yurt dışına nasıl kaçar? Kulağında bir marş dalgalanmakta...

    Halbuuuki yoldaşını, bıraaakıp kaçanların!.. Değişiriz topunu bir sokak kaltağına!..

    Hem ortadan kaybolmayı gerektirecek bir suçu yoktur ki.

    Silah kullanmamış, kullandırtmamıştır da.

    Uzatmayalım çember daralır daralır ve malum beyler kapıyı çalar.

    Haber manşetlerde! Sütun sütun, çarşaf çarşaf... Sanki Van canavarını yakalamışlar.

     

    İNDAN İKİ HECE

    Savaş mahkûmu gibi gözlerini bağlar, ikide bir araba değiştirir, hollywoodvari metodlarla merkeze alırlar.

    Bir nizamiyede indirildiğini hisseder, Papuçlarını çıkart! Çıkarır. Çoraplarnı da! Bir anda tekmelemeye başlarlar. Hayatı boyunca korku diye bir duygu tanımayan Muhsin yelkeni suya indirmez, diklenmeye kalkar. Ta ki ensesine dipçik yiyene kadar. Alnı yere çarpar, üstü başı serapa kan.

    İçeri sokar sokmaz sorguya alırlar. Bildiği bir şey yoktur, hoş bilse de konuşmaz.

    Sen misin susan? El ve ayak parmaklarına kablolar bağlar, yüklenirler manyetoya.

    Bakarlar etkilenmiyor, çırılçıplak soyarlar. Ne zaman ki haya duygusuyla yüzü kızarır, beylere malzeme çıkar.

    Omzuna bir kalas koyar, kollarından bağlar, tavanda sallandırırlar. Kablolar tekrar bağlanır bu defa ceryan direkt tenasül uzvundan.

    Ekmek yok, yemek yok. Sürekli ıslatırlar ama su içmek kesinlikle yasak zira elektrik verilince iç kanamalar olabilir ve ölünüz kimseye yaramaz. Elektrikli işkence öyle dayanılmaz bir hararet yapar ki, tuvalete giden yerdeki birikintileri yalar.

    Mamakta rütbesiz erlere bile komutanım demek zorundadırlar, onların adı ise landır. Sadece Lan!

    Falaka sıradan bir eziyettir. Maksat spor olsun bilek kalınlığında değneklerle girişip ter atarlar.

    Muhsin gün boyu bir dal maydonaza bakar, ya da yarısı kıtlanmış çarlistona. Zira yer beyazdır gök beyaz. Beyaz florasan, beyaz parmaklıklar, beyaz badana... Bir süre sonra gözünüzün önünde beyaz beyaz kelebekler uçuşmaya başlar ki buna kar körlüğü diyorlar.

     

    MEKTUP SORUNCA

    Bir defasında sorma gafletinde bulunur annemden mektup var mı acaba?

    Sen kimsin lan? Hesap mı soruyon? Elini aç.

    Açar, vurur vurur vurur değnek kıralasıya...

    Ertesi gün yine aynı er. Ağzından kaçar Annemden mekt....

    - Aç lan elini! Sen uslanmıycan.

    Biri zaten zedelidir, öbürünü uzatır.

    - Hayır onu değil şiş olanı!

    Dayanılası değildir, basınçtan tırnakları düşe, parmakları patlayayazar.

    Biliyor musunuz? Muhsin Başkan o eri yıllar sonra bir benzin istasyonunda görür. Hem de Yozgatta!

    Garsona seslenir bir tatlı götür şu masaya! Çocuk önüne konan tabağa boş boş bakar. Kim yolladı bunu bana?

    Arkanda!

    Çocuk başkanı tanır. Koşar eline kapanır. Abi ben ettim sen yapma!

    Muhsin dostça kucaklar, geçmiş geçmişte kaldı der, kafana takma. Ye tatlını, yoluna git sağlıcakla!

    Cildi aslında böylesine bozuk değildir. Yanağındaki pütürler söndürülen izmaritlerin izidir. İşkencecilerin tek tek adlarını adreslerini bilir ama ne sıkıştırır, ne de dava açar haklarında.

    İki yüzü de Yunustur onun, ah bir yüzü Yavuz olsa!

     

    VEKİLİN ALLAH OLURSA

    Sırtımız bir gün yatağa değmese jetlak oluyoruz, kimyamız bozuluyor. Muhsini tam 21 gün sandalyeye bağlı tutarlar. Garibim namazlarını ima ile kılar.

    Acıya dayanıklı bir bünyesi vardır, ayaklarının altından cerahatler aksa da yılmaz, yıkılmaz, yalvarmaz.

    Lâkin kardeşlerine yapılanlara dayanamaz. Bu yüzden ona işkence seyrettirir, keyiflerine keyif katarlar.

    Her gün değişik biri gelir olmadık suçları üstüne atar. Konuş kurtul! O kimseyi suçlamaz ama onu suçlayan bir genç çıkar. Bu baskını Muhsin Başkanın emri ile yaptım der açıkça... Heyet mal bulmuş gibi atlar, sanki oradaymış gibi ballandırırlar.

    Çocuk bir fırsatını bulduğunda özür dilerim abi diye fısıldar, Böyle konuşmak zorundayım. Bacağımdaki yarayı deşiyorlar, korkarım kangren olacak!

    Şimdi kızsın mı, acısın mı? Ama işin şakası yok, idamını istiyorlar. Boynunu büker ellerini açar. Hasbünallahi venimel vekil...

    Allah için öldükten sonra... Ha yorganda olmuş ha urganda...

    Aynı çocuk mahkemede müthiş bir savunma yapar zikr olunan tarihlerde gözaltında olduğunu ispatlayan kağıdı gözlerine sokar. Savcıyı ne biçim tongaya bastırmıştır ama..

    Dava düşer ama Muhsini salmazlar. Hücre çekilecek gibi değildir, 2.5 metrelik deliği bir Dev-Yol lideri (Nasuh Mitap) ile paylaşırlar. Bir kere bile hır niza çıkmaz, kodes arkadaşını korur kollar. Neticede o da etten kandan, insan ya insan!

     

    MEDRESE-İ YUSUFİYE

    Ara sıra alır kafese kapatırlar. Burada dimdik duracak, sadece tavana bakacaksın. Hazır ol! Rahat! Uygun adım marş! Ayağın mı tutmadı yat! Jop, kayış, sopa...

    Hey sen İzmir Marşını söyle.

    Tamam şimdi İstiklal Marşına başla!

    O marş için canını verir hâlbuki, iyi de böyle olmaz ki ama...

    Tuvalete giderken bile merasim adımı... Sol, sol... Sol, saa, sol!

    Askerler özellikle sosyalistler arasından seçilmiştir, ki terhis olunca anlatsınlar. Aga Muhsin faşistini bi süründürmüşüm sorma!

    Yemek ağza alınmayacak kadar özensizdir, nerde kokmuş ekşimiş varsa kazana... Kaplar pis mi pis, adeta iğrendirmeye çalışırlar.

    Kendi karavanadan yer ama arkadaşlarına kantinden ısmarlar.

    Hazıra dağ mı dayanır, neticede para biter, çay bile söyleyemez olurlar.

    Ama adları sanları vardır, madara olmayacaklardır. Kalkar bundan böyle bizim çayımız da ince belli bardakla verilsin yoksa... Kabul edilmez. İçmiyoruz o zaman!

    Sureta boykot... Bunca komünistin içinde mangır kalmadı diyecek değildir ya.

    Zaman zaman Avrupadan komiteler gelir işkence iddialarını soruştururlar. İçlerinden biri bile çıkıp devleti yabancıya şikayet etmez, kol kırılır yen içinde kalır o hesap.

    Muhsin Beye isnat edilen suçlar mesnetsizdir Avukatı Şerafeddin Yılmaz tahliye istemeye hazırlanır.

    Aman abi der sakın ha! Ben çıkarsam bu çocuklar yıkılırlar. Zindanda olduklarını anlayamadılar daha...

    Dağ gibi bir insandır o. Hani büyüklüğü çıktıkça anlaşılanlardan...

    31.01.2010muhsin1.jpg

    Öyle anaya can feda

    Ortaokul yıllarında babası bir şeye kızıyor. Sana artık okul mokul yok, yarından tezi yok tarlaya!

    Sabah çifte çubuğa çıkacaklar. Anne diz çökmüş kapıda Efendi Muhsinimi okula yolla. O güzel şeyler yapacak. Bak seni Allaha havale ederim yoksa! Hanımını bilmez mi? Gönlü yanıklardan. Ellerini açtırmaya gelmez. Ahı tutar mı tutar.

     

    Gülenler ağlayanlar

    Yıllar sonra arkadaşlarıyla bir araya gelir eskilerden anlatırlar. Güle güle ölürler, kahkahaları dışarı taşar. Konuklar ayrıldıktan sonra hanımı sorar. Neydi o muhabbet öyle?

    - Hiiiç... Mamak hatıralarını anlattık da...

    - O sizi güldüren şeyler, bizi ne kadar ağlattı biliyor musun zamanında!

     

     

    Hayırdır inşaallah

    Ölümünden evvel sevenlerinden biri geliyor. Sizi rüyamda gördüm başkan diyor helikopteriniz havada paramparça...

    Gülüyor: Hayra yor, hayra!

    Tek hayır geliyor aklıma...

    Şehittir inşaallah!

     

    İrfan Özfatura


  3. Ağlatmayan bir aşk yok mu ?

     

    Aşkın panzehiri yara kavuşmakla oluşur ancak.Kavuşulmadığı müddetçe ağlatmayan aşk yoktur.Zaten O'na aşık olmakla şereflenmek ancak yine O'nun lutfü ve ihsanıyla olur.Acizane düşüncem...


  4. C. Ahmed Hoca, Bediüzzaman hazretlerini övmüştür. Fem-Zaman Camiasını değil. Ve bu Camia'ya yaranmak gibi bir amacı da yoktur. Belirttiğinizin aksine, O camianın övgüsüne muhtaçta değildir. Zira, Müslümanların büyük kısmını Nurculuar değil, Nakşiler oluşturmakta....

    Evet ama son söyledikleriyle de onların gözünde baya artı değer kazanmıştır.Nur camiasının şu anda ki medya gücünü kim göz ardı edebilir ki?Ben Türkiye deki çoğunluktan bahsediyorum bu arada dünyadakinden değil...

     

     

    onun her şeyi hata dahi olsa, İslamoğlu, Adnan oktar, Yaşar Nuri gibi hoca takımını halkın gözleri önüne soyması en büyük hizmetidir.

    Bu konuda ki hizmetleri büyüktür kesinlikle.Her şeyinin hata olduğunu da, bu başlık altında hiç kimse iddia etmedi.


  5. Habertürk izleyicisini Bediüzzamana çatarak memnun eden Cübbeli Ahmet Hoca, Nurcu radyonun dinleyicisini ise Bediüzzamanı överek memnun etti.

     

    KİTLEYE GÖRE Mİ KONUŞUYOR?

     

    Cübbeli Ahmet Hoca, Geçtiğimiz günlerde katıldığı bir radyo programında oldukça farklı bir açıklama yaptı. Açıklamalarının en önemli kısmı misafiri olduğu Nurcu radyonun (Moral)dinleyicilerinin gönlünü okşayan cinstendi.

     

    Zira Cübbeli Hoca, HaberTürkte katıldığı programda Haber Türk izleyicisinin gönlünü okşayarak Bediüzzaman Said Nursi (Kürdi) hakkında söylediği sözlerle Nurculara laf atmıştı.

     

    Cübbeli Hoca, özellikle Zaman grubundan gelen yoğun tepkiler üzerine konuk olduğu radyoda Bediüzzaman Said Nursi (Kürdi) hakkındaki kanaatlerinin rivayetlere dayandığını ve artık Risale-i Nur okuyarak kendi bilgileri ile değerlendirdiği Bediüzzaman hakkında farklı düşündüğünün altını çizmiş ve hayranı ve dinleyenlerini: Kendi görüşümü ve hükmümü bugün açıklıyorum: Üstad Hazretlerinin söz ve izahları arasında dinin esasına ve Ehli Sünnet itikadına ters düşen herhangi bir noktaya rastlamadım. sözleri ile uyardı.

     

    SAİD-İ Nursinin yazdığı Risale-i Nurların anlaşılmasının güç olduğu yolunda açıklamalar yapan Cübbeli Ahmet Hocanın sözleri başına dert oldu.

     

    GERİ ADIM ATTI

    Habertürkte yayınlanan Teke Tek programındaki bu sözlerinin ardından Nurcu çevrelerden yoğun eleştiriler alan Cübbeli Ahmet Hoca, önceki gün çıktığı radyo kanalında geri adım attı.

     

    Programda Yanlış aktarımlarından da olsa Üstada gönül verenler üzülmüş olabilir. Bu nedenle ben özür diliyorum. Bazı kere insan haddini aşar. Üstad Hazretleri Allah dostlarından, mukaddestir dedi.

     

    FATİH ALTAYLI'YI ELEŞTİRDİ

    Cübbeli, soruların önceden kendisine verilmediğine vurgu yaparak: '' Kendiside ne sorulacağını sanki bilmiyor. O arada gelen e-maillerin yönlendirmesiyle hemen ortaya bir soru atıyor'' program sunucusu Fatih Altaylı'ya gönderme de bulundu.

     

    Televizyonda ilan edilen soruların program esnasında sorulmadığını da belirten Cübbeli, Altaylı ve ekibini sert bir dille eleştirdi.

     

    Yukarıda ki yazılar bazı haber sitelerinden alıntıdır arkadaşlar.Görünen köy kılavuz istemez....


  6. Şaşırtıcı olan şu ki:Bilmeden konuşmanın en cılızı burda ses vermiş.Nur cemaati bu güne dek kimi asmış.Komik...

    Evet haklısınız komik...Sizin üstü kapalı cümleleri anlama kabiliyetiniz(!)....

    Diyelim haklısınız ben bilmeden konuşuyorum.Peki bana ilham yoluyla mı geliyor Nur Camiası hakkında olumsuz bakış açısı.Hiç zannetmem demek ki bazı sorunlar var.Bunları düzeltme ve algılama yolunu seçmeniz bence sizin için daha mantıklı olur....

     

    Cübbeli hoca hakkında biraz ağır konuşuyorsunuz.TVye çıkması bu kadar insana erişemez.Dünyanın en kötü nisanların biri olsa bile sahip olduğu ilmi şovmen demenizi engeller.

    Basmacı kardeş amacım Cüppeli Hoca hakkında ağır konuşmak değil yanlış anlamayın lütfen.Dikkatinizi çekerim ki ben bu insana dinsiz, bid'at ehli, ya da dünyanın en kötü insanı ithamında bulunmadım.Şovmen olduğunu söyledim ki bu benim görüşüm.Katılırsınız katılmazsınız size kalmış....

     

    Aybüke92; ilk başta yazdığınız cümlelere katılmakla beraber şunları ilave etmeliyim ki: Mesele Cübbeli Hoca'nın ciddiye alınıp alınmaması değil, mesele Hocanın tespit ve temas ettiği hususlar. Bunu bir başkası da söylese benim nazarımda kıymet ifade eder. Ha Cübbeli Hoca'nın şovmen boyutu yok mu? Bence de var. Fakat Nurculara karşı dillendirdiği hususlar bana göre doğru.

     

    Nurculara karşı dillendirdiği hususlar konusunda hangilerini kast ettiniz tam olarak anlayamadım.Çünkü iki farklı beyanatı var ortada.


  7. 431923_2.gif

    Başbakan Netanyahu ve İsrail kabinesi, İsrail yardım ekibinin beraberinde getirdiği Haitili çocukları devlet töreni ile karşıladı.

     

    İsrail devleti dünya ile oynamaya devam ediyor. Yıllardır Filistin üzerinde her alanda ambargo uygulayan ve 27 Aralıkta Dökme Kurşun adıyla gerçekleştirdiği 22 günlük operasyonda 252si çocuk bin 400 Filistinliyi öldüren İsrail dün yeni bir şovu daha sahneye koydu. BM dahil uluslararası kuruluşlar tarafından savaş suçu işlediği kabul edilen İsrail, depremin yerle bir ettiği binlerce kilometre uzaklıktaki Haitiye hem insani yardımda bulundu hem de Haitili kimsesiz çocukları evlat edindi. Dünya da bu karşılamayı seyretti. İsrail hükümeti, Haitideki bir bölgede kimsesiz kalan 200 çocuktan 20 çocuğun İsrail vatandaşı yapılmasına talip olduğunu belirtmesinin ardından dün bunlardan bir grubu uçakla ülkesine getirdi. Üstelik bu getirme havaalanında bir karşılama şovuna dönüştü. TEL AVİV


  8. Doğduğumuz anda elimize tutuşturulan mürekkeple yaşam sayfasına birşeyler karalamaktır bana göre Hayat.

     

    Karalamalarımızı ne önceden tahmin edebiliriz tam olarak ne de, sonradan silebiliriz.O defteri istesek de yakamaz ve son nişanemize kadar emredilenlerle doldurmaya çalışırız,(ya da çalışmayız).

     

    En sonunda ise yanımızda götürdüğümüz amel çizelgemiz ile karşılanır.Böylece bir nefeslik dünya hayatıyla

    sonsuz bir mükafatı kazanır yahut sonsuz azaba çarptırılırız...


  9. Cüppeli Hoca bu söylediklerinin tam tersini beyan buyursaydı, Nur Camiası onu aforoz edip 'Sapık Hoca' diye darağacında sallandırmaz mıydı?.O da 'Ekmek veren el ısırılmaz' vecizesine uyarak kendince bir siyaset gütmüş bence.Şu anda Türkiye'de ki İslami kesimin büyük bir kısmının Nurculardan olduğunu varsayarsak ve onlarla zıtlaşmanın kendisine kaybettireceği reytingleri, bu siyaseti(!) hiç de şaşırtıcı gelmiyor insana.

     

    Benim gözümde hala çok iyi bir şovmen.Böyle bir insanın bu kadar ciddiye alınması da şaşırtıcı.....


  10. Aşk insanın ruhunda kendi kendine kemale erdirdiği bir kördüğümdür bence.Öyle bir kördüğümdür ki bu,ilk önce kalbi kendisine sıkı sıkı bağlar daha sonra da en ulaşılmaz zannedilen beyinleri kalp sayesin de sarsar.Ve sonunda bir virane bırakıp ardında, çözülüp gider...Yani vardır kısacası ama Mabuda olmadığı müddetçe sonu büyük bir yıkım ve acıdır.


  11. Takvası ve menkıbeleri

    Onu Hazret-i Ebu Bekire benzetirlerdi

    İmam-ı azam ticaret yapardı. Onun kanaatkârlığı, cömertliği, emanete riayeti ve takvası ticaret muamelelerinde de daima kendini göstermiştir. Tacirler ona hayret ederler ve ticarette onu Hazret-i Ebu Bekire benzetirlerdi. Ticareti ortakları ile beraber yapar ve her yıl kazancının dört bin dirhemden fazlasını fakirlere dağıtır, âlimlerin, muhaddislerin, talebelerinin bütün ihtiyaçlarını karşılar ve ayrıca onlara para dağıtarak, tevazu ile şöyle buyururdu: Bunları ihtiyacınız olan yere sarf edin ve Allahü teâlâya hamd edin. Çünkü verdiğim bu mal hakikatte benim değildir, sizin nasibiniz olarak Allahü teâlânın ihsan ve kereminden benim elimden size gönderdiğidir. Böylece ilim ehlini, maddi bakımdan başkalarına minnettar bırakmaz, rahat çalışmalarını temin ederdi. Kendi evine de bol harcar, evine harcettiği kadar da fakirlere sadaka verirdi. Zenginlere de hediyeler verirdi. Her Cuma günü anasının, babasının ruhu için fakirlere ayrıca yirmi altın dağıtırdı. Meclisine devam edenlerden birinin elbisesini çok eski gördü. İnsanlar dağılıncaya kadar oturmasını söyledi. Kalabalık dağılınca o kimseye; Şu seccadenin altındakileri al, kendine güzel bir elbise yaptır buyurdu. Orada bin akçe vardı.

     

    Buyurdu ki :

    Kırk seneden fazla oluyor ki, dört bin akçeye malikim. Bundan fazla param olunca, dağıtırım. Daha fazla para bulundurmayışımın sebebi, Hazret-i Alinin şu sözüdür: (Dört bin ve ondan aşağı akçe nafakadır.) Eğer halife ve valilere müracaat etmek ve onlardan bir şey istemek korkusu olmasa, bir akçe bile yanımda bulundurmazdım.

     

    İmam-ı azam bir gün yolda giderken onu gören bir adam, yüzünü ondan saklayıp başka bir yola saptı. Hemen o adamı çağırıp; Neden yolunu değiştirdin? diye sordu. Adam cevabında; Size on bin akçe borcum var. Uzun zaman oldu ödeyemedim ve çok sıkıldım, utandım dedi. İmam-ı azam; Sübhanallah, ben o parayı sana hediye etmiştim. Beni görüp sıkıldığın ve utandığın için hakkını helal et! dedi.

     

    Bir defasında ortağına, sattığı mallar içinde kusurlu bir elbise olduğunu söyleyip, bunu satarken özrünü göstermesini tembih etti. Fakat ortağı bu elbiseyi satarken elbisenin kusurunu söylemeyi unuttu. Satın alan kimseyi de tanımıyordu. İmam-ı azam bunu öğrenince o mallardan alınan doksan bin akçeyi sadaka olarak dağıttı.

     

    Müşteri fakir veya ahbabından olursa onlardan kâr almaz, malı aldığı fiyata verirdi. Bir defasında ihtiyar bir kadın gelip, ben fakirim, bana şu elbiseyi maliyeti fiyatına sat, dedi. Dört dirhem ver, onu al, deyince, bu elbisenin maliyetinin daha fazla olduğunu tahmin eden kadın; (Ben ihtiyar bir kadıncağızım. Yoksa benimle böyle alay mı ediyorsun?) dedi. (Hayır, bunda alay yok) dedi ve elbiseyi ihtiyar kadına dört dirheme verdi.

     

    Bir malı satın alırken de, satarken de insanların hakkına riayet ederdi. Birisi ona satmak üzere bir elbise getirdi. Fiyatını sordu. O da yüz akçe istediğini söyleyince, imam-ı azam bunun değeri yüz akçeden daha fazladır, dedi. Satan kişi yüzer yüzer arttırarak dört yüze çıktı. Hayır, daha fazla eder, buyurup, bu işten anlayan bir tüccara, fiyat takdir ettirdi ve o elbiseyi beş yüz akçeye satın aldı.

    Yedi sene koyun eti yemedi!

    Kufe şehrinin köylerini haydutlar basıp koyunları çalmışlardı. İmam-ı azam bu çalınan koyunlar şehre getirilip satılır düşüncesiyle, koyunun en fazla yedi sene yaşadığını bildiği için, yedi sene koyun eti yemedi. Geceleri namaz kılar, ağlamasını ve inlemesini yakınları işitirdi. Esed bin Amr der ki: Ebu Hanife'nin ağlamasını geceleri komşular duyar ve ona acırlardı.

     

    Allahü teâlâ dinini onunla kuvvetlendirir

    İmam-ı azam, bir gece rüyasında Peygamber efendimizin kabrini açmış, mübarek bedenine sıkıca sarılmıştı. Uyanınca bu fevkalade rüyasını Tabiinin büyüklerinden İbni Sirine gidip anlattı. İbni Sirin; Bu rüyanın sahibi sen değilsin, bunun sahibi Ebu Hanife olsa gerek dedi. Ebu Hanife benim! deyince, İbni Sirin; Sırtını aç göreyim dedi. Sırtını açınca iki omuzu arasında bir Ben gördü ve; Sen o kimsesin ki, Peygamber efendimiz senin hakkında; (Benim ümmetim içinde, iki omuzu arasında bir Ben bulunan biri gelir. Allahü teâlâ dinini onunla kuvvetlendirir, ihya eder) buyurdu dedi.

    Âlimlerin kanı zehirlidir!

    İmam-ı azam talebeleri arasında bulunduğu bir sırada vücudunu bir akrep soktu ve yere düştü. Talebeleri bu akrebi öldürmek isteyince; Onu öldürmeyiniz, kendimi onunla tecrübe etmek istiyorum, bakalım haklarında hadis-i şerifte, Âlimlerin kanı zehirlidir buyurulan âlimlere dahil miyim? dedi. Talebeleri akrebe baktılar, kıvrandı, büzüldü ve hemen öldü.

    Annemin emrine muhalefet etmem

    İmam-ı azam, oğlu Hammad ile beraber teravih için Ömer bin Zerrin mescidine giderlerdi. Bu gittikleri mesafe yaklaşık 6 km idi. Bir defasında imam-ı azamın annesi, bir meseleyi öğrenmek istedi ve oğluna dedi ki, Git bu meseleyi Ömer bin Zerre sor! İmam-ı azam gidip bu meseleyi Ömer bin Zerre sordu. Ömer; Sen bu meseleyi benden daha iyi bilirsin deyince, Ben annemin emrine muhalefet etmem dedi. Ömer bin Zerr; Bu meselenin cevabı nedir? diye sordu. İmam-ı azam meselenin cevabını söyleyince, Ömer bin Zerr de; Öyle ise git, annene böyle söylediğimi bildir dedi.

    O, burada fıstık yemesini öğreniyor

    Ali bin Cade, Ebu Yusufun şöyle dediğini nakleder:

    Babam öldüğü zaman ben küçüktüm. Annem sanat öğrenmem için beni bir terzinin yanına verdi. Ben terziyi bırakıp imam-ı azamın ilim meclisine devam ettim. Uzun bir zaman geçmişti. Annem hocama gelip; Bu çocuğun senden başka üstadı yok mudur? Ona kendim bakıyorum, o bir yetimdir dedi. Hocam buyurdu ki: Sen onu kendi haline bırak! O, burada tereyağı, fıstık, badem ezmesi yemesini öğreniyor. Bunun üzerine annem dönüp gitti. Ben ise daima hocamın yanında bulunur, hizmetinden ve meclisinden ayrılmazdım. Böylece Allahü teâlâ bana ilimden çok şeyler nasip eyledi. Daha sonra bana kadılık vazifesi verdiler. Bir gün Abbasi halifesi Harun Reşid ile sofrada oturuyordum. Sofraya tereyağı, fıstık ve badem ezmesi getirdiler. Harun Reşid bana; Bundan ye, her zaman bize böyle yemek vermezler dedi. Ben güldüm. Niçin gülüyorsun? dedi. Ben de imam-ı azamla ilgili olan o hadiseyi anlattım. Harun Reşid bunun üzerine; Gerçekten ilim insanı yükseltir. İnsanların baş gözüyle göremediklerini o kalb gözüyle görürdü dedi ve hocama rahmetle dua etti.

    Fetva vermeye kalkan bu kadarını nasıl bilmez!

    Daha ilmini tamamlamamış talebelerinden birisi, kendinde bir salahiyet görüp bir meclis kurdu. Fıkıh öğretmeye başladı. Bu haber Hazret-i İmama gidince huzurundakilerden birisine bunun meclisine gidip ona şöyle söylemesini emretti:

    (Bir kimse elbisesini temizleyiciye verse, birkaç gün sonra gelip elbisesini istese temizleyici inkâr etse, daha sonra tekrar gelip elbisesini istese temizleyici de elbisesini temiz olarak ona verse ücret alabilir mi? Eğer alır derse hata ettin dersin. Ücret almaz derse yine hata ettin dersin.)

     

    Bu zat meseleyi gidip o talebeye anlatıp soruyu sordu:

    - Temizleyicinin ücret almaya hakkı var mı?

    - Evet ücret alır.

    - Hata ettin, öyle değildir.

    - Hayır ücret alamaz.

    - Yine hata ettin, öyle değildir.

     

    Bunun üzerine, fetva vermeye kalkışan o talebe, Hazret-i İmamın huzuruna gitti. Hazret-i İmam onun geldiğini görünce şöyle konuşmaya başladı :

    - Seni buraya elbiseyi temizleme meselesi mi gönderdi?

    - Evet...

    - Sübhanallah, insanlara fetva vermeye kalkan ve Allahü teâlânın dininde söz söylemek için kendisine meclis kuran kimse ücret bahsinden bu kadarını nasıl bilmez?

    - Bunun cevabı nasıldır?

    - Eğer temizleyici elbiseyi gasp ettikten sonra temizlediyse ücret verilmez. Çünkü kendisi için temizlemiş demektir. Yok gasp etmeden önce temizlemişse ücret vermesi lazımdır. Çünkü onu sahibi için temizlemiştir.

    İnsan büyük günah işlemekle kâfir olmaz

    İmam-ı Ebu Yusuf anlatır:

    Ebu Hanife hazretlerinin zamanında Harici mezhebinde olanlar çoktu. Harici mezhebinde olanlar, [vehhabiler gibi] şöyle düşünürlerdi: (İnsan büyük günah işlemekle kâfir olur.)

     

    İslamiyette büyük tefrikaya sebep olan bu sözü Ebu Hanife hazretleri kabul etmez, bir kimsenin günah işlemekle dinden çıkmayacağını, sadece haram işlemiş olacağını, bunun ise azabı gerektireceğini, Ehl-i sünnet vel cemaat mezhebinin böyle olduğunu bildirerek Haricilerin sözlerine karşı uyanık olunmasını emrederdi.

     

    Hariciler, Hazret-i İmamın, Harici mezhebinin bozuk olduğunu anlattığını duyunca galeyana geldiler. İçlerinden kırk tane eşkıya şöyle bir karar aldılar: (Ebu Hanife'ye gider, onunla konuşuruz, mezhebinden ve sözlerinden dönerse ne ala, dönmezse başını gövdesinden ayırırız.)

     

    Biz Hazret-i İmamın kalbleri ihya eden sözlerini dinliyorduk. Kılıçları omuzlarında asılı bir sürü sapık izin almadan içeri girdi. Hazret-i İmamı öldürmek istiyorlardı. Dediler ki:

    - Sana iki sualimiz var, bize cevap ver. Bizim istediğimize uygun cevap verirsen kurtulursun. Mezhebimize aykırı cevap verirsen kaçamazsın, seni burada öldürürüz.

     

    Hazret-i imam onların bu haline aldırmayıp buyurdu :

    - İnsaf ile mi, yoksa isyan ve inat ile mi konuşacağız?

    - Her işte insaflı olmak, doğru söze karşı kalblerin saf olması gerektir, dediler.

     

    - O halde kılıçlarınızı kınlarına sokunuz, böyle yalın kılıç durmanız insafla bağdaşmaz.

    Gelenler yine inat ve isyanla konuştular:

    - Kılıçlar kınlarına girmez, kana boyanmak niyetiyle gelmiştir.

    - Hasbünallah, soracaklarınızı sorun. Konuşalım.

     

    - Bir kimse şarap içip sarhoş olarak ölse, bir kadın da zina edip doğurduğu çocuğu öldürse, kendisi de nifas hali bitmeden ölse, bu iki facirin hallerinin ne olduğunu, namazlarının kılınıp kılınmayacağını bize anlat.

    - Önce siz insafla şu sorularıma cevap verin. Onlar yahudi, mecusi veya hıristiyan mıdır?

    - Hiç birisi değildir.

     

    - Ya hangi dindendir?

    - La ilahe illallah Muhammedün resulullah derler, Peygamber aleyhisselamın Allahü teâlâdan getirdiklerini kabul ederlerdi, fakat bu büyük günaha duçar oldular.

     

    - Onların hallerini ve hasletlerini saydınız. Bu üç şey iman mıdır, küfür müdür, insafla konuşup doğrusunu da siz söyleyin.

    - Bu üç haslet imandır.

     

    - Evet dediğiniz gibidir. Şimdi söyleyin bakalım, bu hasletler imanın nesidir, yarısı mı, üçte biri mi veya hepsi midir?

    - Bu üç şey imanın tamamıdır. İman ancak bunlara denir.

     

    - Mademki imanlı olduklarına kendiniz şehadet ediyorsunuz, o halde onlardan ne istiyorsunuz?

     

    Hariciler kendi sözleriyle böylece mağlup oldular, hepsi de kılıçlarını kınlarına koyup bozuk mezheplerini bırakıp ehli sünnet oldular.

     

    Fatihasız namaz olmaz!

    İmam-ı azam Ebu Hanife hazretlerinin, (Cemaatle namaz kılarken, imama uyanlar, Fatiha ve zamm-ı sure okumaz) dediğini duyanlardan on kişi, Hazret-i imamın huzuruna gelip derler ki:

    - İmamın okumasını kâfi görüp, cemaate Kuran okutmadığını işittik. Halbuki, Fatihasız namaz olmaz. Elimizde bunu ispat eden kuvvetli deliller vardır. Hakkın ortaya çıkması için tartışmaya geldik.

    Hazret-i imam der ki:

    - Ben bir kişi, siz on kişisiniz, hepinizle aynı anda nasıl tartışayım?

    - Nasıl tartışmak istiyorsunuz?

     

    - İçinizden en bilgili, âlim olanı seçin, onunla konuşayım. O, kendi ile birlikte hepinizin adına konuşsun.

    - Teklifiniz uygun...

     

    - O beni yenerse, hepiniz beni yenmiş olacaksınız, ben onu yenersem, hepiniz yenilmiş olacaksınız. Kabul mü?

    - Peki kabul ettik.

     

    - Tartışmayı ben kazandım.

    - Nasıl olur, daha başlamadık bile...

     

    - Siz, seçtiğiniz âlimin hepinizin adına konuşmasını kabul etmediniz mi?

    - Evet...

     

    - Ben de, sizin kabul ettiğinizi kabul ediyor, aynı şeyi söylüyorum. Herkesin tâbi olduğu imam, kendi adına ve ona uyup, imam kabul edenler adına Kuran-ı kerim okur, cemaat okumaz. Siz nasıl bir kişiye güvenmişseniz ben de imama güvendim. Anlaşamadığımız bir nokta kaldı mı?

    - Evet anlaştık.


  12. Erkeklerin gözünde merhamet, kadınlarının gözünde iffet, gençlerinin gözünde saffet, yaşlılarının gözünde şefkat kalmamış olan şehir... Ne de profesörünün gözünde hakikat, muharririnin gözünde samimiyet, tüccarının gözünde sadakat, polisinin gözünde cevvaliyet...

    Benim güzel İstanbul'umda, sadece yemek, yutmak, içmek, şişmek, ısırmak, incitmek, aldatmak, atlatmak, çelmeye getirmek, tuzağa düşürmek sevdasında kaba nefs suratlarının çeşitli tuğraları...

    Gel de meydanlarda, caddelerde, yol ağızlarında bir kenara çekilip dirseğini bir taşa ve başını eline daya; ve kimsenin farketmediği bu tuğraları hecelemeye çalış! Göreceksin ki, benim güzel İstanbul'um, ruhiyle olduğu kadar suratiyle de çirkin mi çirkin!...

     

    Linkler için çok teşekkürler.Ne yazık ki güzeller güzeli İstanbul'umuzun gözlerine kezzap dökülmesi,cumhuriyetin ilanıyla beraber gerçekleşti herhalde.Ta o zamanlarda Üstad böyle yazılar kaleme alabilmişse vay bizim dönem İstanbul'un haline ki vay....


  13. Fetihten önce Bizanslılar İstanbula Kostantinopolis demekteydiler. Şehir halkı ise bu ismin kısaltılmışı olan Stin-polis tabirini kullanırdı. İşte İstanbul ismi bu tabirden çıkmıştır.

    Milattan beş asır önce Megaralı Byzans tarafından kurulan şehrin ilk ismi kurucusuna izafetle Byzantion idi. Marcus Avreliusun hâkimiyeti devrinde şehir, bu hükümdarın manevi babası Antoniusun adıyla Antonion diye anılırdı.

    Büyük Kostantin Roma imparatorluğunun merkezini Romadan İstanbula naklettiği vakit şehre Neo Roma (Yeni Roma) ve Konstantinopolis adları verilmişti.

    Panaroma-1024x87.jpg

    Araplar şehri Kostantiniye diye anarladı. Fetihden sonra da bu isim bilhassa paralar üzerinde kullanılmıştı. Halk ise şehire daima İstanbul demiş, 17. ve 18. asırlarda İslambol tabiri çıkmış ve kullanılmıştır. Resmi dilde ve yazılarda şehire Dersaadet, Deraliye, Darülhilafe, Âsitane de denilmiştir.

    Panoramic_view_of_Constantinople-1876-6a23331r-2-1024x238.jpg

    İstanbul daima kendisiyle hukuku olsun veya olmasın pek çok millet tarafından bir ad konulan, farklı bir telaffuzla anılan şehir olmuştur. İşte onlardan bazıları;

    Grekçe: Vizantion, Stinpolin, Megali Polis, Kalipolis

    Latince: Bizantium, Antoninya, Alma Roma, Nova Roma

    Rumca: Konstantinopolis, Istinpolin, Megali Polis, Kalipolis

    Slavca: Çarigrad, Konstanti(n)grad

    Vikingce: Miklagord

    Ermenice: Vizant, Stimbol, Esdambol, Eskomboli

    Arapça : Bizantiya, el-Mahsura, Kustantina el-uzma

    Selçuklular zamanında: Konstantiniyye, Mahrusa-i Konstantiniyye, Stambul

    Osmanlılar da: Dersaadet, Deraliyye, Mahrusa-i Saltanat, Istanbul, Islambol, Darüs-saltanat-ı âliyye, Asitane-i âliyye, Darül-Hilafetül âliye, Payitaht-ı Saltanat, Dergâh-ı Mualla, Südde-i Saadet

    Bibliyografya:

    Haluk Şehsuvaroğlu, Asırlar Boyunca İstanbul, Cumhuriyetin Tarih İlavesi


  14. İstanbula benim gözümden bakabilen bir insan... Ne güzel... Elinize yüreğinize sağlık... Çok beğendim bu şiiri...

    Doğma büyüme İstanbullu olup da bu şekilde bakabilmek insanın içini gerçekten çok acıtıyor.Acaba eski İstanbul aşığı şairlerimizin döneminde de böylesine bir yozlaşma kirlenme var mıydı?Onlar bütün olumsuzluklarına rağmen mi sevmiş aşık olmuşlardı.Eğer öyleyse onların gözüyle bakabilmek için feda etmeyeceğim şey yoktur.


  15. Bir dünya çizseler bana altın olsa yerleri

    Ve mavi safirden olsa gökleri, denizleri

    Elmas gibi parlasa üstünde şehirleri

     

    Sen olmasan o âlemi bir kalemde çizerim

    Yar ülkem söyle sana ben ne fiyat biçerim

     

    Mutluluk havuzunda hülyalara dalsalar

    Sağlıklı çocukları gülücük savursalar

    Hüzünleri toplayıp meydanlarda assalar

     

    Sen olmasan o âlemi bir kalemde çizerim

    Kanla yıkasan da beni kalbimi sana kelepçelerim

     

    Geceleri; yıldızları güneşten parlak olsa

    Rengârenk çiçekleri mevsimlerle solmasa

    Kuşlarının sesine insanlar doyamasa

     

     

    Sen olmasan o âlemi bir kalemde çizerim

    Acılarla yoğursan beni, uğruna ateşte pişerim

     

    Okyanusları durgun sakin süt liman olsa

    Çöllerinin manzarası seraplarla yarışsa

    Şelalerinin sesi dağı taşı doldursa

     

     

    Sen olmasan o âlemi bir kalemde çizerim

    Bir karış toprağın için tüm alemi silerim

    Aybüke

     

    Arkadaşlar bu aralar ne zamandır dokunmadığım kalemimi en sonunda elime aldım.Ama biraz buz tutmuş aramız ki, kalemi elime aldığım gibi yazacağım herşey bir anda aklımdan siliniyor.Şimdi gönlünü almaya uğraşıyorum.Şiirlerimi; site de bulunan üstad arkadaşlarımızın ki yanında baya berbat kalsa da affınızı rica ederek yayınlama ihtiyacı duyuyorum ki, yorumlarınız sayesinde kendimi şekillendirme konusunda birazcık dahi olsa kolay bir yol bulabileyim.


  16. Yaşadığı devrin ve mâzinin tahlilini yapabilen genç bir dimağdan zuhur eden fikirler. Dimağ uyuşmamış, küflenmemiş, maneviyatsızlık ve şahsiyetsizlik aşılamayı kendine şiar edinen maarifin çarkları arasında kendini kaybetmemiş. İrdeleyen ve fikredebilen bir zihniyet. Maşallah. Bu yazıyı gönderdiğiniz arkadaşlarınız bu fikirlerinizden dolayı sizle aralarını açıyorlarsa, İslam şuuru ile yoğrulan bu zihniyetten henüz nasiplenememişler demektir. Sadece arkadaş çevresi değil, çevremizi sarmalayan insan kütlesi içinde uyanıklık, şuur ve İslami hassasiyet ifade eden bu fikirlerden yoksun olanlar bunları birilerinden duyduklarında eğer rahatsız oluyorlarsa, bir şekilde keyifleri bozuluyor, bir an önce bu fikirlerin olmadığı dünyalarına geri dönmek istiyorlarsa, ruhlarına bir örümcek, gaflet ağlarını çoktan örmüş demektir. Öyleleri için bu ağı temizleyecek, zihni açacak bir dürtüş muhakkak lazım, sizin gönderdiğiniz bu yazı da inşallah o tesiri ruhlarında hissetmelerini sağlar.

    Bir zaman soran ayrıldığınız arkadaş toplantısından, bu yazıyı kaleme almanıza sebep olan menfi ruh halinin tam tersinde, geleceğin iman ve aksiyon gençliğinden pırıltılar görmüş olmanın verdiği coşkunluk ve huzur ile sevinçten içi içine sığmayan bir hâlde o gençliğin keyfiyet ve ruhiyet vasıflarını anlatan müspet bir yazı kaleme almanız duasıyla.

     

    Beni çok çok aşan iltifatlarınız için teşekkür ederim ama, bu kadarını hak ettiğimi zannetmiyorum Bu düşüncelere sahip olmadan önce çocukluk ve gençlik çağı arasında çok büyük yanlışlıklar yaptım hayatımda.Yazdıklarımın çoğu aslında, pişmanlıklarımın kaleme dökülmüş hali.O kadar zaman nasıl oldu da önüme serilmiş olan gerçekleri ve doğruları görmedim bilemiyorum.Şu dönemde acaba herkes mi yaşıyor fikir çatışmalarını beyninde eğer öyleyse söyleyin lütfen.Çünkü ben kendimde bir tuhaflık olduğunu düşünmeye başlıyorum.Doğruları Elhamdülillah buldum ama bunu sürdürebilmek için de uygun bir çevre gerekiyor.Dört bir taraftan önümüze sürülen popüler kültür bombardımanında fikirler ince bir çizgi üzerinde duruyor ki, bu çizgiden dışarı çıkmamak çok büyük bir başarı.Allah-ü Teala doğru yolda gidenlerin izinde bulundursun hepimizi,cümle Müslüman gençlerini.Amin

×
×
  • Create New...