Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

nfk321

Editor
  • Content Count

    371
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by nfk321


  1. En büyük takıntılarımdan bir tanesi detay takıntısıdır. Bütün detaylara özen gösteririm ve herşeyin nizami olmasını isterim. Bu takıntımın tek istisnası çöpoda olma yolunda emin adımlarla ilerleyen şirin odacığımdır ne yazık ki. :D

     

    Evet bende ki geometri hastalığına rağmen; odamın ve dolabımın içler acısı hali ile(her ne kadar çöpoda olmasa da, sadece dağınık)paylaşıyorum sizinle aynı takıntıyı.

     

    Annemin hergün "Seni alan iki günde geri bırakır"sözünden artık bunaltı gelse de,hayat gailesi içinde oda mı kalıyor düşünülecek.Varsın çöpoda olsun çok da mühim değil


  2. Handala veya hanzala tek sorun bu mu bay ajan. Boşversene. Çok güzel yazıyorsun yunus abi, hiç kimseye aldırış etme sen. Şiirlerinin her bir mısraı birbirinden güzel. Yazmaktan asla vazgeçme. Kimbilir belki birgün Mustafa abimiz kadar şiirin olur. Hatta iyi bir çocuk olursan ormanda belki şirin babayla bile karşılaşabilirsin. :D

     

    Niye komünistlerin palyaço kılıklı babasıyla karşılaşıyor Yunus abim anlamadım....Onun yerine Kurtoğlu Muslihiddin reisle falan karşılaşsa çok daha iyi olmaz mı


  3. Eskiden en büyük takıntım kafiyeli kelimeler kullanmaktı.Mesela at dediysem eğer, sonuna kafiyeli ne olursa onu derdim.At sat kat pat.....Devam ederdi.Sonra bunun şizofreni belirtisi olduğunu öğrenince bırakmak zorunda kaldım.

     

    Şu anda ise çok daha kötü bir sorunum geometrikolik ve renkoliğim.Etrafımda ki bütün eşyalar aynı hizada durmak zorunda, bu yüzden evde devamlı olay çıkıyor süper dağınık olan kardeşimle benim aramda.Kitaplığımı hergün elden geçirip renklerine boyutlarına göre uygun bir biçimde yerleştiriyorum....

     

    Başka bir takıntım ise msn de ve mesajlaşırken kelimelerin kısaltılmaması.Kaç tane arkadaşımla kavga ettim o yüzden neyse ki şimdi hepsi öğrendi durumumu ona göre hareket ediyorlar. :D


  4. trafik,karmaşa,her yerden ses.. hızına yetişebilir miydik bilemiyorum.. ama İstanbul'da yaşamak isterdim.

     

    Benim gibi dağ başında oturursanız eğer hızına yetişirsiniz merak etmeyin :D Ama gerçek İstanbul'da yani sur içinde yaşarsanız çok zor...

     

    Vietnam ya da Brezilya'nın herhangi bir şehrinde yaşamak isterdim.Yeter ki bahçelerinde bol miktarda kahve ağacı bulunsun:)


  5. BİR MEZAR TAŞI

    YOLCU:

    GEL! BİR KAÇ DAKİKA YOLUNDAN KAL!

    BİR FATİHA SUN! BÜYÜK SEVAB AL!

    MAĞRUR OLARAK HADDİNİ AŞMA,

    YALANDAN SAKIN, DOĞRUDAN ŞAŞMA!

    BEN SAĞLIĞIMDA SIRF HAKKA TAPTIM,

    TAKATIM KADAR HAYIR YAPTIM.

    HER BİR İŞİMDE NAMUSU ANDIM,

    ALIN TERİYLE HAYAT KAZANDIM

    AH TAŞIYORSAN GİRME MEZARA!

    CEZA BÜYÜKTÜR ZALİM, GADDARA.

    KORKMA EĞER AÇIKSA ALNIN

    TOPRAĞIN ALTI ÜSTÜNDEN AYDIN.


  6. Estağfurullah arkadaşlar özür dilemeniz için yapmadım o çıkışı.3 sayfa olmuş konu altında ki cevaplar bunların hiçbirinin konu ile bir alakası yok.Ki böyle açılmış konular çoğaldı bu aralar sitede....

     

    Neticesinde gereken yapıldı malum kişi için.İnşallah birazcık Üstadımıza saygısı varsa aynı yüzsüzlükleri tekrarlama gafletinde bulunmaz.Zannetmiyorum ama temennim.Selametle


  7. Bir orkestra, âhengindeki terkibî ifade bütünü ve onu parça parça gerçekleştiren merkezî nizam makamiyle bir devlettir. Hasretinin devletini kuramayan, gitsin onu nağmelere tercüme ettirerek bir orkestraya şeflik etsin...

     

    · Büyük Doğu, alem olduğu mefkûre çerçevesinde, (senfonik) bir orkestra...

     

    · Doğunun ruh kökü üzerinde, öz gövdesi ve dallariyle içiçe, Batının madde ağacını yetiştiren, böylece Doğu âlemi içinde bir Büyük Doğunun fışkırmasını hedef tutan bir mefkûre senfonyası çalınıyor!.. her işi bırakıp bunu dinleyiniz!

     

    · Doğu, bu senfonyada kurtuluşunun bestesini dinlesin; o ki, ruhuna, sırtını döndürdüğü madde hakikatları yıkıldı; ve bu yüzden asırlar boyu esir ve mukallit yaşadı ve yaşamakta... Ve Batı, yine bu senfonyada en aziz dâvasına kulak versin; o ki, maddesine, ihmal ettiği ruhun zaruretleri çöktü ve devirler boyu ihtilâc içinde kıvrandı ve kıvranmakta...

     

    · Doğunun, mücerret tekevvün plânı içinde, biricik müşahhas zemin olarak, dünü, bugünü ve yarınıyla mukaddes iman vatanını kucaklarken; aynı mukaddes vatanın yalçın ve bakımsız mekân kalıbına en ileri zaman ruhunu nefhetmek ve o ruhtan yola çıkıp mekânı lif lif ve nokta nokta tarh ve tanzim etmek cehdinin senfonyası çalınıyor!

     

    · Bayram yerlerinde çocukların kağıt ve kursaktan düdüklerle cızırdattığı cümbüş derekesindeki bir buçuk asırlık fikir hayatımızı, kemanından davuluna kadar en haysiyetli ses manzumesinin âletlerine ve terkip vahdetine kavuşturmak dâvasındayız. Eğer bu dâvayı bütünleştirebiliyorsak, bizi ayakta ve saygıyla dinleyiniz; iddiamıza rağmen maskaralaştırıyorsak, maskaraların âkibetine mahkûm ediniz!

     

    · Mâdemki bir orkestra, âhengindeki ifade bütünü ve nizamiyle bütün bir devlettir; şimdi onun telli, nefesli ve tokmaklı sazlarından her birini notasında düğümleyici büyük senfonyaya başlamak zamanı gelmiştir.

     

    · Bu senfonya, BÜYÜK DOĞUnun dünya görüşünden; ve bu dünya görüşü, sadece sâf ve gerçek İslâm ruhunun, dünü, bugünü ve yarını, hakları, hakikatleri ve tecrübeleriyle bütün Doğu ve Batı dünyasını kucaklamış olan dâvasından ibarettir.

     

    · Bu bakımdan, yine tekrarlayalım: Büyük Doğu, kendi başına, kendisiyle vardığı bir sebep ve netice hükmü halinde hiçbir hürriyet, istiklâl ve benlik haletine malik değildir. Mutlak istiklâl, mutlak hakikat sahibinindir; İslâm ona teslim olup selâmeti bulmaktan ibarettir; hürriyet ve istiklâlin hakikati de işte bu hakikate teslimiyet ve esaret... Kendini Allaha esir ver ki, hürriyeti bulasın ve hayvan hürriyetinden kurtulasın!..

     

    · Şu halde BÜYÜK DOĞU, gûya hür ve istiklâlli fikir çıkışlarının bugüne dek örgüleştirdiği sistem manzumeleri arasında, onlara düşen şeref payını güneş ışığı yanında bir kibrit alevinden aşağı bilici ve insan cehdlerinin en büyüğünü de bu güneşe pencere açmaktan ibaret tanıyıcı bir ölçüyle, kendi isim ve cisminin sadece, Ahmed, Mehmed, Hasan, Hüseyin gibi iman ve İslâma muhatap, iman ve İslâm şualarını süzmeye memur bir prizmadan, bir anlayış mihrakından başka bir şey olmadığını tekrar tekrar dile getirmek borcundadır. Tâ ki, bu vesileyle, iman ve İslâmın ne demek olduğu bir zevk sezişi halinde anlaşılsın...

     

    · Biz aklımızı peşin olarak (sahibine) teslim ettik ve ondan sonra bize geri verilen akılla düşünmeye başladık. İşte esasta hür, istiklâlli, kudretli; ve eseriyle, tesiriyle, her şeyiyle her şeyin üstünde olan akıl budur!

     

    · Zahirde 14 asır evvelinden başlamış olsan da, bütün zaman ve mekânı ezele ve ebede doğru kuşatan bayatlamaz yeni, solmaz renk, eğrilmez çizgi, geçmez ân, pörsümez güzel, değişmez doğru, örselenmez iyi ve anlaşılmaz ileri!.. Gayemiz sensin!..


  8. lincedilisimiz.ittihadcilar-2-300x167.png

     

    Batının niyeti, daha 1830′larda Fransanın Cezayiri bizden koparmasıyla ilk işaretlerini verir. Sonra Tunusu, Mısırı, Libyayı, Balkanları kaybederiz. Derken, ittihatçılar marifetiyle tarihimizin en budalaca kararlarından birini alarak, Almanyanın safında savaşa katılırız. Ve sonunda muazzam bir coğrafyadan Anadoluya sığınmak zorunda kalırız.

     

    Kasım 1914 Çarşamba sabahı daha sınırlarımız hâlâ şaha kalkmış bir küheylân gibidir. Irak bizimdir. Suriye mülkümüzdür. Kudüste sancağımız dalgalanır. Filistin, Arabistanda Mehmedimiz nöbettedir. Kâğıt üstünde olsa bile, Mısır ve Libya bize düğümlenmiştir. Mekke, Medine, Taif, Bağdad, Basra, Şam, Halep, Akabe ve Midillide ferman-ı hümayunlarımız ses verir. Kısacası, daha hâlâ Devlet-i Âl-i Osmanızdir.

     

    Günü gününe tam dört sene süren o badirede, 2 milyon 850 bin asker omuzda silâh hazırdır. Savaş son bulunca, bir de bakarız ki, terhis edip köylerine gönderebildiğimiz bu aziz askerimizin sayısı sadece 621 binden ibaret kalmıştır. 2 milyon 229 bin evlâdımızı tam dokuz cephede bozuk para gibi, budalaca girdiğimiz Dünya Kavgasında harcamışızdır.

    941 bin 480 şehit.

    990 bin 900 yaralı ve hasta.

    Ve 358 bin 520 kayıp ve esir

    Az evvel saydığımız eski vatan topraklarımız dan da geriye yüzde 7-8 kalmıştır. Islak ellerimizden kayan sabun misali İmparatorluğumuzu yağma değil, linç etmişlerdir. Anadoluyu zor kurtarırız.

    Nâmeru Meşrutiyet:

     

    Geniş bir tarih yorumu yaklaşımı ile bakarsanız, 1908 Meşrutiyet ilânı, aslında bir iç kavganın başlangıcı ve yağmalanmamızın hızlanmasından başka bir şeye yaramamıştır. münasebetlerde vefa, dostluk ve karşılıklı sadakatin ham bir hayal olduğunu anlamamakta nicedir ısrar etmekteyizdir. O gün, bu gafletimizin faturasını ağır şekilde öderiz.

    Yıllardan 1911′dir. Eylül ayının 11. Perşembe günüdür. Sadrıâzam Hakkı Paşa, mükemmel bir salon adamıdır. Türk Jandarma teşkilâtını ıslah etmek için kendisine görev verilmiş olan İtalyan generali Robilant Paşanın yalısında, Boğaziçine hakim olan terasta, bu İtalyanla satranç oynamaktadır.

     

     

    Bir yaver gelir. Sadrazam hazretlerine henüz aldıkları bir gizli notayı ulaştırır. Hakkı Paşa umursamaz. Ne var ki, oyun bittikten sonra masasındaki zarfı açınca, beyninden vurulmuşa döner. Gelen notta, kendisinin başında bulunduğu İttihad ve Terakki hükümetinin, Trablusta, yani Libyada, halkı İtalyan kolonisi aleyhine tahrik ettiği iddia olunarak, 24 saat içinde İtalyanın istekleri kabul edilmediği takdirde, bunun bir Causus Belli, yani savaş hali sayılacağı bildirilmektedir.

    Hakkı Paşanın bundan önceki görevi Roma Büyükelçiliği idi. Ve İtalyanlar, hatta İtalyan gazeteleri, bir senedenfazla zamandır Libyayı gözlerine kestirdiklerini saklamadan açıklamaktadırlar. Hakkı Paşa Romada iken dahi gerçeği görememiş ve bu ülkenin sathî dostluğuna güvenmiştir.

    Libyada İbrahim Paşa kumandasında mükemmel bir tümenimiz vardır. İngilizlerin, Fransa ve İtalyanın paşadan şikayetleri sonunda, o sırada Romada görevli olan sadrıâzamın Aman Batılıları kızdırmayalım.. yolundaki ısrarıyla bu tümen Yemene gönderilmiş ve Libyada askerimiz kalmamıştır.

    Verilen notadan üç gün sonra, 130 bin tonluk İtalyan donanması Bingazi açıklarında demir atar. Sahile bir hafta içinden 25 bin asker çıkarılır.

    Rumelinin elden çıkışı:

    Batının niyeti bizi yağmalamak değil, linç etmektir. Libya Savaşı sona ermeden, o hainane gafletimiz ve iç çekişmelerimiz sonunda Balkan Savaşı patlak verir. Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan ve boyuna poşuna bakmadan Karadağ eski efendilerinin gırtlağına çökerler. Çatalcaya kadar gerileriz.

    Tarihimizin en acı ve ahlaksız yenilgisine uğrarız. Orduyu politika batağında boğarız. Bereket Bulgar ve Sırpların biribirlerine düşmelerine ve düşman saflarında patlak veren kolera salgınına Edirneyi zor kurtarırız. Ama ! Ama, elveda Selânie, elveda Yanya, elveda Kumanova

    lincedilisimiz.-turkiye-imparatorlugu.png

     

    Daha acılı ve gerçek deyimi ile elveda 500 senelik bizim Rumeli. Rumeli, türkülerimizde yankılanır artık: Alişimin kaşları hâlâ kare midir? Deryaya karşı köşklerimizde hangi uğursuzlar Tunayı seyreyler? Gönlümüzü artık bir sinsi firak kemirecektir.

    Anadoluya sığınış:

    Ve yazının başında anlattığım gün gelir çatar. O gün aslında Vatan Anamızın alnına karalar çattığı günlerin başlangıcıdır. Tarihimizin en budalaca kararlarından birisini alarak Almanyanın yanında yer alırız.

    Savaşa katıldığımız tarihte, Almanya savaşı fiilen kaybetmiştir. Daha dört sene dayanabilmiş ise, bu bizim harcadığımız 2 milyon 229 bin vatan evlâdının ve yüzde 78′ini kaybettiğimiz bizim eski vatan topraklarının yüzsuyu hürmetinedir.


  9. Evet, Milli Mücadelenin Paşlarıda İttihad Terakki Paşlarıydı.Milli Mücadeleyide onlara bağlamamın pek bir sakıncası olacağını zannetmiyorum.

    Bu arada Çanakkaledede KUmandan Enverdi.Enver düşmanı olduğunu tahmin ettiğim bir cemaatın hazırladığı Çanakkale klibinde kaç defa cephede Enver Paşanın resmi çıktı.Farkedememiş gariplerim n'apsınlar.

    Tarih bu Millet için silah çatanları unutmaz.Bu millet unutsada tarih unutmaz.

     

    Evet haklısınız o Enver Paşa denilen adamın hayalperestiliği sayesin de girdiğimiz ve oldukça iyi yetişmiş çocuk yaşta ki bir nesli kaybettiğimiz muhteşem zaferin CEPHE KUMANDANI.Çanakkale savaşından sonra ki kazandığımız artıları ve kaybettiğimiz eksileri göz önünde bulundurmanızı tavsiye ederim.

     

    Tarih unutmaz doğru.Böylesine hayalperest bir adamı nasıl unutabilir ki tarih


  10. Bazen, ciddiye almadığımızdan ötürü, görmezden gelince; vukuu bulan sûkuttan, kendisini muallim, bizleri de talebe olarak görmeye kadar kalkan bu haddini bilmeze ara sıra konuşmak gerekir diyedüşünüyorum..

     

    O kendinisini muallim zanneden kişinin; Enver Paşasının yaptığı pislikleri ilkokul çocukları bile öğrenmiş durumda günümüzde.Bırakın bizim talebe olduğumuzu düşünsün kendi çapınca.Yalnızca Basmacı Bey'i bağlar düşünceleri


  11. Çin usulü sardalya ve Japon çekirdeği... Siz bizi uzak doğu kültürüyle yetişmiş samuray'lar mı sandınız ayol?.. Halis mulis Anadolu'nun bağrından kopan kabak çekirdeği dururken, neden Japon çift çekirdeklerinden yiyelim!..

    '2 yanıtınız da yanlış' diyeceğim ama vakti zamanında İtalya'yı ayağa kaldıracak kadar hassas bir insan olmanız hasebiyle; yaklaştınız, demekle yetiniyorum.

     

    İtalya'yı ayağa kaldırdığımı nereden çıkardınız.Şiiri okuduktan bir müddet sonra Roma'yı yakma gibi depresyonvari ruhiyyata bürünmedim diyemem ama inanın bana bundan İtalyan'ların zerre miktar haberi olmamıştır.Olsaydı eğer o zaman ki İtalya Başbakanı Giuliano Amato diplomatik kriz çıkartırdı muhtemelen.

    Aybüke92, bak, ortağım sana bir güzel tarif etmiş........

     

    Sen bu güzel tarif karşısında ne cevap veriyorsun peki? ''Buharda tütsülenmiş Çin usulü sardalya ikincisi ise japon çekirdeği.'' Alakaya maydanoz vur beline kazmayı. Simit cevabını vermek giran geldi değil mi? Ah şu post-modern gençlik.. Ne ise, biz ajanlığın olmazsa olmazı canımız, ciğerimiz, biricik gıdacığımız simitimizi el üstünde tutmaya devam edelim. Bide madde 2465 her şeyi anlatıyor zaten. Vazgeçin bu ajanlık sevdasından.

     

    Saygıdeğer ajan ortağınız öylesine bir tasvir yapmış ki aklıma direk Çin usulü sardalya geldi.Benim müthiş basiretsizliğim :) :)çok üzgünüm.Hiiçç aklımın ucundan geçmedi simit, yoksa ne alaka post-modern gençlikle.Bi ihtimal ay çöreği olabilir diye düşündüm ama vazgeçtim sonra.

    Ajanlık sevdasını bırakalı birkaç gün oluyor.Abdül'ün bu bölümde ki halini görünce.Allah korusun CIA Başkanı Michael Hayden karşısında bir gün hazırola geçip "Emirlerinize hazırım komutanım"demeyi hiç istemem.

     

    :D Ben en iyisi kurulayım köşeme elime örgümü alıp Behlül ile Bihter'in aşkını amcanın ne zaman öğreneceğini düşüneyim kara kara.Teşekkürler yönlendirmeniz için yoksa psikotravmatik bir devre yaşamaya başlayacaktım.Siz CIA manzaralı terasınız da simit yiyerek şiir yazmaya devam edin efendim.

     

    Ama;"Alt katlarda yangın varken üst katlarda şiir yazılmaz"sözünü unutmayın lütfen. :) Saygılar... :D


  12. VE BUNLARI BU SAPIK İNANÇLARI NASIL BÖYLE RAHATLIKLA SÖYLEYEBİLİRLER BUNLARI BU KADAR VİCDANLARINA SIĞDIRAN DAYANAKLARI NE?ARKADAŞ IN FİZİK HOCASI ŞU ANDA FİZİĞİN TANRININ OLMADIĞINI SÖYLEMİŞ.BU ARTIK TEORİ OLMADAN ÇIKMADI MI? BUNUN TEZAT TEZİNİ BİRİSİ BURAYA YAZSIN.BİLGİ AÇISINDAN.

     

    Ömer Öztükmen'in 'Karıncalardan Özür Diliyorum' isminde ki kitabın da bu konu hakkında geniş bilgi verilmiş.

    Kitabın arka kapağından;

    Bir manifesto niteliğindeki "durum analizi" sayılabilecek bu eser; evrensel bir medeniyetin ve kadim bir kültürün hal-i pür melalini, tarihsel arka planında yatan bilimsel ve felsefi işaret taşlarını netleştirerek, açıklıyor.

     

    Bilimperestliği ve sahte bilimi masa üzerine yatırırken, orjinal kritiğini, çok farklı disiplinlerden taşıyarak değil, 20 yüzyılda ortaya atılan yen bilimsel teorilerin ve felsefi yaklaşımların sonuçlarından yararlanarak oluşturuluyor. Bilimperestliğin, aslında "kolektif şuur dışında" yatan avrupaperestliğin acınacak bir görüntüsü olduğunu belirten yazar, Avrupa ve özellikle Fransa'nın etkisinde kalan Türk Çağdaşlaşma ve Batılılaşma (belki de, Batılılaştırma) önderleri Jön Türklerin sahip oldukları zihin yapısını ve entelektüel yönelimlerini gözler önüne seriyor.

     

    Ülkemizde, hayatın her alanında kök salan sahte bilimin ve jakoben tutumun önemle irdelenmesi, cesurca sorgulanması gerekmektedir. Bu eser, bu yönde hazır reçeteler yerine, açıldığında ve ortaya koyulduğunda kimine göre "Pandora'nın kutusu" sayılabilecek fikirler silsilesini içermektedir.

     

    Okumanızı tavsiye ederim

     

    Şunu söyleyeyim sırf Allah-ü tealanın varlığını inkar edebilmek için yapılıyor uzayda yaşam arayışları. Hala; marsta su var, hava var ee kafadan bacaklı insanlar da olabilir sürprizlere açık olmalıyız tavrın da kendi kuyrukları etrafında dönüyorlar senelerdir.Bir değişiklik yok olamaz da ama işlerine geleni kendilerince savunmak zorundalar tabi ki.

    Bir yaratıcının varlığına inansalar; emr edilenlere göre yaşamasalar bile çektikleri yoğun vicdan azabı onları hayatlarının her safhasın da rahatsız edecek.Haliyle mecburi bir inkar,inançsızlık...


  13. Sizin bu yazıdan anladığınız nokta bu mu yani.Abdülhamid Hancı olan birisinin Kazım Karabekir Paşayı nasıl övdüğü.

     

    Övmek değil senelerce bize, birilerini göklere çıkartıp (haşa) tanrılaştırmak için onun dışında kalan herkesi yok sayarak tarih dersi verdiğini zanneden zihniyeti meydana çıkarma.

     

    Yukarıdaki yazıda Mustafa Armağanın Kazım Karabekir Paşayı kişisel olarak öven bir cümlesini alıntılar mısınız lütfen.


  14. Selma...Sen de Unut Yavrum!

     

    Bir akşamdı, evimizde ecel kanat germişti,

    Anneni - bir cellad gibi - vurup yere sermişti.

    Ölüm ile pençeleşen bir hayatın güreşi,

    Sekiz yıldan sonra dinmiş; nihayete ermişti.

    Adalar'ın denizinde batan akşam güneşi

    Sönük, ölgün ışığını çamlıklara dökmüştü.

    Evde yoktun, sonra geldin, dağda kırda gezmiştin;

    Lâkin bilmem bu yokluğu nerden, nasıl sezmiştin?

    Güzel ela gözlerine bir öksüzlük çökmüştü,

    Gözyaşımda dehşetli bir sır arayan gözlerin,

    Issız kalan vicdanıma karanlıklar serperdi.

    '-Baba! Annem nerde? ' dedin,hep tüylerim ürperdi:

    Hançer gibi ta ruhuma battı yaman sözlerin.

    O gün bugün 'Annem nerde? ' diye ba'zı sorarsın,

    Gülümserim gözyaşlarım sakin sakin akarken;

    Uzaklarda bir şey arar, ufuklara bakarken,

    Benim dalgın gözlerimde hayalini ararsın.

    O tâli'siz bi-çareyi bak ben bile unuttum,

    Gönlümdeki iniltiyi ninnilerle uyuttum.

    Unut kızım, sen de unut, anma artık adını;

    Yabancıdır bize, sorma o zavallı kadını.

    Sorma kızım, sorma yavrum,ben de bilmem nerdedir;

    Onu örten kara toprak bir karanlık perdedir.

    'O ağaçlar neresidir? ' diye sorma güzelim!

    Gel, seninle yapayalnız çamlıklarda gezelim.

    O ağaçlar batıp giden güneşlerin gölgesi;

    O serviler hayal olan varlıkların ülkesi.

    Bak bu yanda daha dil-ber fidanlar var, kuşlar var;

    Beyaz, penbe çiçek açmış gelin gibi ağaçlar.

    Bahar olmuş bak her yere hayat nuru saçılmış,

    Gözyaşların döküldüğü yerde güller açılmış.

    Güneş senin, bahar senin, bak sen de bir çiçeksin;

    Gül ki, benim küskün gönlüm o gülüşe özensin,

    Sessiz dağlar kahkahana cevap versin, bezensin.

    Ölüm şeklindeki sırrın ma'nasını düşünme

    Gölge gibi bir varlığın ru'yasını düşünme

    Sabahı yok, nihayetsiz karanlıklar içinde

    -Bir kıvılcım gibi- bir an beliririz, söneriz.

    Varlık budur benim için, hatta senin için de;

    'Bir hakikat var mı? ' derken bir hayale döneriz.

    Nice yüzler gördüm, geçti - ben unuttum- besbelli;

    Her çehre bir hayalettir bu süreksiz ru'yada

    Unut yavrum, sen de unut! . Bu ölümlü dünyada

    Her cefayı unutmaktır bizler için teselli.

    Sonbaharın matemini gözlerimde okuma! ...

     

    (Serâb-ı Ömrüm) -1903

    Üstadın kardeşinin vefatında sık sık okuduğu bir şiir...

     

    "Hele Vaniköyünde, Serasker Rıza Pasa yalısındaki «Rehber-i İttihat» mektebinde, ilk defa tattığım

    yatılı talebe acısıyle, Rıza Tevfik'in «Selma sen de unut yavrum» siirini okuyarak, Boğaziçi'ne

    bakan büyük pencereler önünde döktüğüm gözyasları..."(O ve Ben)


  15. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un yumruğunu masaya vurarak yaptığı son konuşma, Kâzım Karabekir'i anma programının kapanış konuşmasıydı.

     

    Satır aralarında bana ilginç olan kimi noktalar oldu ki, bunlar muhtemelen meselelere siyaset gözlüğüyle bakanlara 'kel alaka' gelecektir.

     

    Koskoca Genelkurmay Başkanlığı İstiklal Savaşı'nın bu muzaffer Şark Çephesi komutanını ancak 62. ölüm yıldönümünde hatırlamıştır. Zira haberlere bakılırsa bu toplantı bir 'ilk' imiş! Eh, birincisi yapıldığına göre önümüzdeki senelerde devamı da gelecektir herhalde.

     

    Sayın Başbuğ konuşmasında ders kitaplarımızdaki tuzağa düşmedi ve ısrarla 'İstiklal Savaşı' dedi. Biliyorsunuz, biz çocuklarımıza 'Kurtuluş Savaşı' diye okutuyoruz ki, bu vahim bir yanılgıdır. Bir defa biz esir olmadık ki, kurtulalım. İkincisi, ordumuz tamamen yenilmedi ki, esir olalım. Hem Mustafa Kemal Paşa'yı Samsun'a 3. Ordunun başına müfettiş olarak gönderiyoruz, hem de esir olduk diyoruz. Bu ordu orada varsa, yalnız o ordu değil, Trakya, Konya, Erzurum vs.deki ordu ve kolordularımız yıpranmış da olsa ayakta ise ve en önemlisi de, Cafer Tayyar Paşa'dan Ali Fuat Paşa'ya, Kazım Karabekir'den Mustafa Kemal Paşa'ya sürekli tayinler yapılıyorsa bunun esaret neresinde? diye sormazlar mı?

     

    Org. Başbuğ'un tarih üzerinden düşmanlık üretilmesi konusundaki şu uyarısı da yerindeydi:

     

    "Geçmişte yaşananları doğru ve sağlam bilgilere dayanarak tartışmalıyız. Bunda sakınca yok. Ancak, tarihte, geçmişte yaşananları adeta bir hesaplaşma noktasına getirmek bence bu topluma, o millete, o ülkeye yapılabilecek en büyük kötülüktür. Bazen bunu görüyorum, maalesef... Tarihimizde yaşanan olayları, geçmişimizi bugün bir hesaplaşma malzemesine dönüştürmek o topluma en büyük kötülüktür."

     

    Hesaplaşma bahsine gelirsek;

     

    Sayın Başbuğ, bence tarihi serbest bırakalım. Davulcuya veya zurnacıya kaçacağından korkmayalım. Gerçeğin ortaya çıkması için çalışanların önünü kapatmayalım. Size göre yanlış bir yorum da yapılmış olabilir. Bunu hemen hainlik, nankörlük şeklinde değerlendirmek işte o eleştirdiğimiz hesaplaşma noktasına sürükler insanları. Tek kelimeyle askerin Atatürk üzerindeki yorum tekelini kaldırın lütfen.

     

    Yine buyurmuşsunuz ki:

     

    "Bugünleri kime borçluyuz? Bugünleri elbette İstiklal Savaşı'nı kazananlara, en küçük rütbelisinden en büyük, ebedi Başkomutanımız Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere İstiklal Savaşımızın bütün komutanlarına ve her şeyden önce o dönemlerde, o zorluklarda, o yokluklarda ordusuyla bütünleşen o Türk milletine borçluyuz."

     

    Burada bir süre önce sözünü ettiğiniz 'Türk Silahlı Kuvvetleri Türk milletinin özüdür' ifadesinden daha olgun bir tavır görüyorum. Yine de "Türk milleti"nin en sonda değil de, en başta zikredilmesi gerekirdi. İkinci olarak bu bütün milletin, ama 'ulus' anlamındaki değil, 'ümmet' anlamındaki "millet"in istiklal (bağımsızlık) savaşıydı. Yani Türklerin, Kürtlerin, Çerkezlerin, Arapların vs. ortak mücadelesiydi. Bence meseleyi böyle konumlandırsanız gerçeğe daha uygun bir resim çizmiş olurdunuz.

     

    Sayın Başbuğ'un sözlerini didiklerken, bunun bir 'tarih açılımı'nın ayak sesleri olacağı izlenimini aldım. Zira 10 Nisan'da Mareşal Fevzi Çakmak'ın anılacak olması önemli bir işaret. Hele hele katı Kemalist çevrelerde 'Sakallı' diye dalga geçilen ve 'gerici' kabul edilen Nurettin Paşa'nın da anılacak olanlar arasında zikredilmesi büsbütün dikkate değer bir olay.

     

    Karabekir Paşa inkılap tarihlerimizde kasten unutturulmuştur. Bakın, 1930'larda liselerde okutulan "Tarih IV" adlı 350 sayfalık ders kitabında Karabekir'in adı sadece ve sadece 2 yerde geçmektedir! Birisinde sadece ismi zikredilmekte, diğerinde ise (s. 72) Mustafa Kemal'in kendisini Şark Cephesi'ne tayin ettiğinden bahsedilmekte, ancak burada kazandığı savaşlar anlatılırken tek bir yerde dahi bu savaşları kazanan kişinin o olduğundan söz edilmemektedir. Öte yandan İnönü savaşları ballandıra ballandıra anlatılırken kuşe kâğıda tam sayfa bir İsmet İnönü fotoğrafı çıkmaktadır karşımıza. Ayrıca kitap boyunca onlarca İnönü resmine rastlayabilirsiniz, oysa Karabekir'in kıyısında köşesinde göründüğü tek bir fotoğrafını ara ki bulasın. (Bu arada bazı uyanıklar kitabın indeksinde ismi 30-40 kere geçen "Kâzım Paşa"nın Kâzım Karabekir olduğunu zannedip bana e-mail atmasınlar sakın, çünkü o Kâzım Paşa, Kâzım Özalp'tır ve o sırada Meclis Başkanı'dır.)

     

    Sadece bu 1931 tarihli ders kitabından bile görebilirsiniz Karabekir'in nasıl unutturulmak istendiğini.

     

    Kâzım Karabekir Paşa'nın kitaplarındaki iddialar ise yenir yutulur gibi değil. Birkaçını sonradan açmak üzere zikredeyim:

     

    1. Karabekir Paşa'nın "Nutuk" eleştirilerini nereye koyacaksınız? O kadar ki, Paşa, "Nutuk"un tek bir kişinin haklılığını kanıtlamak üzere yazılan ve tarihi yanlış yönlendiren bir kitap olduğunu iddia eder.

     

    2. İstiklal Savaşı'nı kendisinin başlattığı, Şark Cephesi'ndeki başarıları olmasa savaşın kazanılamayacağı, hatta İsmet Paşa ve Mustafa Kemal Paşa'yı Anadolu'ya geçmeye kendisinin ikna ettiği iddiasındadır.

     

    3. Cumhuriyet'in kurulduğu günlerde İslamiyet'e yönelik eleştirilerin arttığı, Müslüman kaldıkça kimsenin yüzümüze bakmayacağı düşüncesinin yayıldığı, hatta 'En iyisi Hıristiyanlığı benimseyelim, bu iş olsun bitsin' diyenlerin Ankara'yı kuşattığı, Atatürk'ün de buna ses çıkarmadığı ve dolayısıyla kendisinin bu tavra karşı çıktığı için tasfiye edildiği kanaatindedir.

     

    4. Karabekir Paşa, 1922'de Mustafa Kemal'in Halife olmak istediğini yazmaktadır.

     

    5. Son olarak Mustafa Kemal'in kendisine "Arap oğlunun yavelerini Türk oğullarına öğretmek için Kur'an'ı Türkçeye tercüme ettireceğim ve okutturacağım" dediğini aktarmaktadır.

     

    Gördüğünüz gibi Kâzım Karabekir Paşa'nın sadece bu birkaç iddiası bile Genelkurmay'ın tarih yorumuna taban tabana zıttır.

     

    O zaman şu soruyu sormak pişmiş aşa su katmak olur mu:

     

    Genelkurmay Başkanlığı "Kâzım Karabekir açılımı"nı nereye kadar götürebilecektir?

     

    Mustafa Armağan


  16. Son yıllarda ortaya çıkan bunca darbe planı gösteriyor ki, sayıları azımsanamayacak kadar çok demokrasi ve millet düşmanı hain şerefli Türk ordusuna sızmış ve oldukça önemli makamlara da gelmişler.

     

    Yine anlıyoruz ki, bizim bundan sonra darbe olacak diye korkmamız yetmiyormuş, şimdiye kadar korkmamakla hata etmişiz.

     

    Şimdiye kadar kendimizi huzur ve güven içinde hissetmiş ve her an bir darbe olabilir diye korkmamışsak bu bizim cehaletimizden kaynaklanıyormuş.

     

    Yoksa rejimimizin teminatı(!), huzur ve güvenimizin koruyucusu(!) olanlardan bazıları yatıp kalkıp millete darbe planlamışlar da bizim haberimiz olmamış.

     

    Milletimizin her elini semaya açtığında Allah zeval vermesin! ve Allah başımızdan eksik etmesin! diye dua ettiklerinden bazıları meğerse milletin başının belası imişler.

     

    Ancak, bence bu cuntacı-darbeci hainler artık bu vakitten sonra bir daha darbe yapamayacaklar.

     

    Elbette ki bunun tek nedeni cuntacıların zekâ düzeyinin darbe planlayamayacak kadar düşük olması değil.

     

    Cuntacıların darbe yapacak cesaretleri de yok. Çünkü korkuyorlar ve korkmakta da haklılar.

     

    Kimden korkuyorlar derseniz?

     

    Cuntacıların darbeye zemin hazırlamak için planladıkları eylemelerin dehşetine bakıldığında bunların ne Allahtan korktuğu, ne de milleten utandıkları söylenemez.

     

    Düşünsenize ağızlarını her açtıklarında PKK liderini bebek katili diyenlerin kendileri de darbeye zemin hazırlamak için bir müze-denizaltıyı bomba ile patlatarak yüzlerce çocuğu katletmeyi bile planlamışlar.

     

    Ayrıca, bunlar Allahtan zaten korkmazlar, çünkü laikler.

     

    Milleten de utanmazlar çünkü zaten darbeyi milletin iradesine karşı yapıyorlar.

     

    Peki, bunlar kimden korkarlar?

     

    Bunlar kendilerinden korkarlar.

     

    Bir sabah Hadi yürüyün! diye emir verdikleri asker ve subayların namluyu alınlarına dayayacağından korkarlar.

     

    Korkmakta haklılar da!

     

    TSK içindeki bu milletin evlatlarının artık Rejim tehlikede! ve Laiklik elden gidiyor! yaygaralarına inanmadıklarını biliyorlar.

     

    Birilerinin Bakmayın Atatürkçü-matatürkçü olduklarına! Gönderin doğuya bu Sünni p.i. gebersinler!dediği ve yükselmeleri havadan-sudan nedenlerle engellenen bu yiğit askerlerin ne kadar gözü pek ve cesur olduklarını da biliyorlardır.

     

    Türk ordusuna sızmış çok küçük bir cuntacı azınlık dışında kalan ezici çoğunluğunun darbeye alet olmayacağı gibi karşı duracağına da inanıyorum.

     

    İşte bu millet ve maneviyat düşmanı hain cuntacıları korkutan da budur.

     

    Türk milletinin bağrından çıkmış onun milli ve manevi değerlerin sözde değil özde bağlı olan TSKnin büyük çoğunluğudur darbecileri korkutan.

     

    Kısacası, cuntacı-darbecilerin asıl korkusu Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğun sözünü ettiği ve Allah-Allah! diyerek ölüme giden her rütbedeki askerlerdir.


  17. Bugun konuştuğunuz , yazdığınız dili kime borclusunuz soruyorum sizlere.Tırmananları görmek güldürüyor beni.Siz ve sizin önder gördüğünüz ilerileri bağnazlığa giden yolda hep bayrak tuttunuz.Edebi yönden takdir ettiğim NFK'yı anlamadığınız belli.Tapmak'tan bahsediyorsunuz oysa ki sizler taparak edinmişsiniz görüşlerinizi.Ben her insanoğlunun yanlış veya hatalı olduğunu idrak edecek biriyim.Ama sizler o kadar nankörce konusuyorsunuz ki devletin kuruluşundan tutta , savaşlarına kadar hiç bir şey bilmiyor ve görmezden geliyorsunuz.M.Kemal Paşa'nın yaptığı her iyilik , yüzünüze gözünüze dursun.Vatan için yapılan en küçük bir hamle bile yeter ona duacı olmaya.Sizler asıl tapansınız o karanlık yola.Ve aydınlık size hiç rastlamayacak.Kaybolup gideceksiniz uçurumlarda.Allah aydınlatandır fakat ışığı alabilen kul'dur.Sizlerin değerlendirmesini Ona bırakıyorum ki en doğruyu bilen O'dur

    Son sözüm şu olsun.NFK büyük bir sanatçı fakat hatalarını görmeyi biliniz.

     

     

    Bunu sünepe beyinlerinde; ne yapacağını kime hırlayacağını bilemeyip en sonunda kafalarında birer tanrı Atatürk objesi oluşturup en ufak bir eleştiride kudurmuşcasına karşı tarafa saldıran insanlardan birisi mi söylüyor.

    Ciddiye almakta zorlanıyorum kusura bakmayın.


  18. İşi hemen kötümserliğe bağlamak istemiyorum ama ne yazık ki tutmuyorlar böyle hocaları üniversitelerimiz de.Ya renklerini belli etmeyecekler, ederlerse de önlerine koyulan aşılması imkansız barikatları aşmak zorunda bırakılacaklar.

    Mesela solcuların ini olan ODTÜ de derse bir hoca Selamün Aleyküm diye girse ne olur?Ne kadar tutarlar o hocamızı orada....

     

    Dediğiniz gibi Rabbimiz üniversitelerimizin öyle hocalarla dolup taştığını görmemizi nasip eder inşallah.


  19. PİS HERİFLER KIZLARI KOVALIYOR

     

    Bütün kentlere üniversite açılması ahlaksızlıktır diyen Ortaylı Ankaraya 20 okul aç Doğulu çocuklar buranın kültürün görsün dedi. Ortaylı taşraya üniversite açılmasının zararını ise şöyle anlattı: Evvela bakkal çakkal çocukları kandırıyor. Ondan sonra oradaki ev sahipleri kazıklıyor çocukları. Ondan sonra her şehirde vardır onlardan bir sürü pis herifler genç kızları kovalıyor.

     

    Ahlaksızlık kavramı ile de sıkıntıları var hocanın

    Sözde kültür başkentliğini yapan büyük şehirlerimizin o elit,başarılı,kazanabilmek için yüzde bilmem kaçlık dilime girilmesi gereken üniversitelerimizin bahçelerinde ki görüntülerdir en büyük ahlaksızlık.Aman görmesin o yanları eksik kalsın doğu gençlerinin, eğer kültür bu ulufet kokulu ortamlarda ki rezalet görüntülerse onlar pis herif(!)olarak kalmaya devam etsinler..

     

    Güney doğulu kopya çekiyormuş...

     

    Yine genelleme.Evet var olabilir normaldir.Bunu sadece güneydoğu'ya isnat etmek ise çok büyük ahmaklıktır.Olmuyor mu yani sizin o kültürlü Ankara'nızda bu tip olaylar.Saçmalama üstüne saçmalama...


  20. Sayın Aybüke92!..

     

    Şimdi ne yediğimizi, nereye baktığımızı (nereye bakıyor bu adamlar?..) açıklayacak olursak, 'Bir Ajanın Yapmayacakları' adlı 8000 sayfalık ajansonik el kitabının 2464'üncü maddesini ihlal etmiş olmaz mıyız?.. Lütfen ama... Yalnız size ne yediğimiz hakkında birazcık ipucu vermekte de bir beis görmüyorum...

     

    Yüzeyi nokta nokta susam dolu, yuvarlak ve hassas bir görünüme sahip, 19. Yüzyıl Fransız Düşeslerinin hiçbir zaman yiyemediği, sımsıcak bir çayla zerafeti ziyadeleşen, caddelerin köşebaşlarındaki vitrinlerde bütün ihtişamıyla fast food ürünlerine meydan okuyan ve öğle yemeği niyetine yenilebilirlik özelliğini her daim koruyan, kollayan, doyuran bir besin kaynağı... Acaba nedir nedir?...

     

    O ajansonik el kitabının 29.baskısında 2464. madde yok isterseniz alın bakın.Direk 2465. maddeye atlanmış.Siz 29.baskıyı göz önünde bulundurursanız eğer, hiçbir kuralı ihlal etmiş olmazsınız.

     

    Acaba nedir nedir?...Sorunuza cevaben iki şıkkım var efendim birincisi:Buharda tütsülenmiş Çin usulü sardalya ikincisi ise japon çekirdeği.

     

    Bu ikisinden birisini yiyerek size ilham geliyor anladım.Ama lütfen hangisi olduğunu yazın da daha fazla merakta bırakmayın bu naçizi...

×
×
  • Create New...