Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

nfk321

Editor
  • Content Count

    371
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by nfk321


  1. Hangi fikre hizmet adına bu paylaşımı yaptınız bilmiyorum ama, ucu açık paylaşımlar sakıncalıdır bence..

     

    "Öndeki aracı geçmek ve ilerlemek için sollama yapılır. Sağlama yapılmaz.."

     

    Karşı görüşe bu açıkları verecek paylaşımlar olmamalı fikrindeyim.

     

    Konu sakıncalı bulunduysa adminlerimiz kapatabilirler.Yüzlere küçük birer tebessüm vermek amacıyla bu paylaşımı yaptım.Karşı görüşte bulunanlar buyursunlar gelsinler,cevaplarını alırlar merak etmeyin...


  2. -Yaşayan, ölmemiş olana Sağ denir, Sol denmez.

    - Minnettarlığı ifade etmek üzere, sıhhat, afiyet ve selâmet dilemek için Sağ ol denir, Sol ol denmez.

    - Bir yere kazasız belâsız gidene Sağ salim gitti denir, Sol salim gitti, denmez.

    - İleri görüşlü, basiretli, firasetli olanlara, Sağduyu sahibi denir, Sol duyu sahibi denmez.

    - Bir kimsenin işi rast gittiği zaman, Sağ tarafından kalkmış denir. İşi tersine giderse, Sol tarafından kalkmış denir.

    - Bir kimsenin sâdık yardımcısına Sağ kolu denir, Sol kolu denmez.

    - Kuvvetli şeylere Sağlam denir, Sollam denmez.

    - Bir kimseye sıhhat ve afiyette kalması için dua olarak, Sağlıcakla kalın denir, Sollucakla denmez.

    - Sıhhatle alakalı teşkilata Sağlık teşkilatı denir, Solluk teşkilatı denmez.

    - Rahmetin, yağmurun bol şekilde yağışına Sağanak denir, Solanak denmez.

    - İstisnalar hariç, bütün vidalar, sıkıştırıp sağlamlaştırılmaları için Sağa döndürülür. Gevşetmek, bozmak için sola bükülür...

    - Yapılan bir işlemin doğruluğunu kontrol etmek anlamında, Sağlamasını yapmak ifadesi kullanılır, Sollamasını yapmak denmez.

    - Gelin veya güveyin sağında gidip kılavuzluk eden kimseye Sağdıç denir, Soldıç denmez


  3. Uzaklara dalarım bazen

    Belki sekiz belki on yıl öncesine

    Masumane çehremi ve mahzun bakışlarımı ararım aynada

    Çekingenliğimi, ürkekliğimi, çocukluğa has saf sözlerimi

    İlkokul yıllarımı, ilk harçlığımı

    Sonra, sonra Fatih Camiinin avlusunu, güvercinleri

    Malta Pazarının çocukluğuma has bir güzellikle kalabalıklığını

    Zamanla teknolojiye tutsak düşen ilk sevgilimi

    Kitaplarımı onlara olan doyumsuz tutkumu

    Çamlıca tepesinde ki kumpir ziyafetini

    Gamsız ve masum bir şekilde bakmanın tadını boğaza

    Martı seslerini, denizanalarını Haliçin kötü kokusunu bile ararım bazen.

    Sonbaharını ararım en çok da

    Yağmurlu bir havada dolaşılan caddelerinde ki kestane kokusunu

    Ah ne çok özledim seni Çocukluğumun İstanbulu

    Sen mi değiştin yoksa büyüdüm de bakış açım mı değişti sana karşı bilinmez

    Ama hala o zevki yaşatıyorsun birilerine biliyorum

    Ve çok imreniyorum İstanbul o zevki yaşayabilenlere

    Zaman tünelinde yolculuk yapabilsem ilk sana koşardım

    Büyük bir hasretle içime çekerdim kokunu

    Öperdim toprağını

    Şimdi ise.

    Ah İstanbul şimdi ise

    Kuru bir gürültü oldun benim için

    Hala duruyor Cami avlusunda ki güvercinlerin

    Artık daha güzel Haliç ve çevresi

    Sen ise parlak bir güneşsin artık dünyada

    Sanırım sen değil ben oldum değişen

    Takıldım olumsuzluklarına

    Ve akan zamanın inadına, tutamadım çocukluğumu ayakta

    Şimdi

    Kızabilirsin bana

    Affetmeyebilirsin

    Ama ne olursa olsun

    Ben sen de doğdum, senin havanı soludum

    Ne kadar soğusam da, içimde ki bir parça kopamadı kopamaz asla senden

    Değiştiremez bunu hiçbir güç ve etken

    Bir gün eğer canlandırabilirsem içimde ki çocuğu

    Bil ki unutacağım seni kirleten gürültülü kalabalıkları

    Görmeyeceğim İstanbulluluktan bir haber kaba İstanbul insanlarını

    Aldığım her nefesin tadını çıkarabileceğim o zaman

    Bir gün eğer canlandırabilirsem içimde ki çocuğu

    Ah İstanbul o zaman dalmayacağım uzaklara

    Aybüke


  4. Dün de bahsettiğimiz gibi, ailede huzurun sağlanması; aile fertlerinin görevlerini eksiksiz yerine getirmelerine, kendi sınırlarını aşmamalarına bağlıdır. Bunun sağlanmasında, evde kadın büyük rol sahibidir; iyi yönde rol alırsa kendisi de ailesi de kazanır.

    Her şeyden önce kadın bu önemli rolünü hakkıyla yerine getirebilmek için evde olmak zorundadır. Örneğin çocuklar günün yarısından fazlasında başkasının elinde ise çocuğun eğitiminde ve sevgisinde eksiklik var demektir. Son yıllarda, küçük yaştaki çocukların dengesiz davranışları, silahla birbirlerini taramaları üzerine kendisini suçlayan basına ABDli silah tüccarının söylediği şu sözler üzerinde düşünmeye değer: Esas suçlu, kadını evden uzaklaştırıp, çocukları şunun bunun eline bırakan zihniyettir, anlayıştır. Çocuk anne şefkati, merhameti görmeyince, toplumu düşman görüyor, intikam alma hissi ile büyüyor.

     

    RESULULLAHIN GÖREV TAKSİMİ

    Dinimiz ailenin huzuru, sağlamlığı için kadının evde bulunmasına önem vermiştir. Nitekim Resul-ü Ekrem efendimiz, Hazret-i Ali ile Hazret-i Fatımanın evliliklerinde görev taksimi yapmıştır. Dışarı işlerini Hazret-i Aliye dahili işleri de Hazret-i Fatımaya vermişti. Hazreti Fatıma, yemek pişirir, çamaşır yıkar, el değirmeninde un yapar, ekmek pişirir ve benzeri ev işlerini bizzat kendisi yapardı.

    Dinimiz bazılarının beğenmediği, burun kıvırdığı ev işlerini, dikiş, nakış, örgü gibi işleri ibadet kabul etmiştir. Resulullah Efendimiz kızı Hazreti Fatımaya bu konuda şöyle buyurmuştur: Ya Fatıma, ne mutlu o kadına ki, kocası ondan razı olur. Allahü teâlânın farz kıldığını yapmaktan ve kocasına itaatten sonra kadınlar için, yün eğirmekten, iplik bükmekten üstün iş yoktur. Bir saat yün eğirmek, iplik bükmek veya dokumak, kadınlar için bir yıl ibâdet etmekten daha sevabdır. Dokudukları her iplik için amel defterlerine bir şehid sevabı yazılır.

    Dinimiz kadının namazını bile, gözden ırak tenha bir yerde kılmasını istemektedir: Hadis-i şerifte, Kadınların, evinin en mahrem yerinde kıldığı namaz, salonda kıldığı namazdan efdaldir. Salonda kıldığı namaz ise, camide kıldığından efdaldir buyuruldu.

    Kadın, ayıplanma korkusu ile kocasından gücünü aşan şeyler talep ederek onun helakine sebep olmamalıdır. Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: Ümmetimin başına, bir zaman gelecek ki, insanın helaki karısının, çocuklarının, anası ve babasının elinden olacak. Çünkü, bunlar onu fakirlikle ayıplarlar. Gücü yetmeyecek şeyleri teklif ederler. Teklif edilen şeyleri helal yoldan elde edemeyince, meşru olmayan kazanç yollarına tevessül eder. Bu yüzden helak olur.

    Kadının evinde kocasına karşı süslenmesi, güzel giyinmesi, bakımlı olması vaciptir. Resulullah Efendimiz, İsrailoğullarının kadınları evlerinde süslenmedikleri için onların erkekleri zinaya düşmüştür buyurmuştur. Maalesef birçok kadın, evde giyimine, kuşamına süsüne dikkat etmiyor. Evde rastgele pespaye bir şekilde giyiniyor. Sokağa çıkarken ise en yeni, en güzel, en şık elbisesini giyiyor. Halbuki bu haramdır.

     

    ŞEHİDLİK Mİ EŞİTLİK Mİ!

    Bir kadın Resulullah Efendimizin yanına gelerek sordu: Ben kadınları temsilen geldim. Allah cihadı erkeklere farz kılmıştır. Savaştan sağ çıkarlarsa gazi, ölürlerse şehid oluyorlar. Biz kadınlar da onlara yardımcı oluyoruz. Bize bu konuda mükafat, bir bedel var mı?

    Resulullah Efendimiz şöyle cevap verdi: Karşılaştığın her kadına söyle: Kocaya itaat etmek, hakkını yerine getirmek onun yaptıklarının hepsine bedeldir. Ancak içinizde bunu yapanlar pek azdır.

    Biliyorum, birçok kimse, ama zamanımızın şartları, erkeklerin durumları... gibi mazeretler sıralayacaklardır. Cenab-ı Hakkın Kuran-ı kerimde Evleri huzur ve sükûn yeri yaptık buyurmaktadır. Bunun şartlarını da bildirmiş. Her olumsuzluğun bir çaresi vardır. Hiçbir mazeret bu ilahi hükmü değiştiremez; değiştirirse dünya ve ahirette bunun bedelini ödemeye hazır olacak! Bana şehidlik değil, eşitlik lazım diyene ne denir!..


  5. 'Çok saf bir adamcağızmış aslında, o da kapitalist sisteme kurban gidip kandırılmış' dedi dedem:D

    Ağca Beyin hapse girdiğini görmek nasip olmadı ama çıktığını görmek oldu.Adamın çıktığını görünce başım göğe mi erdi tabikide hayır.Birilerinin maşası bu amcamız da zaten belli beş yıldızlı otellerde kalmasından.Hakkında çıkan bana göre en ilginç haberler;ailesi tesettürlü kız arıyormuş , incil çıkartacakmış,hapishanede psikolojisi bozulup asosyal olmuş.

    Şimdi lazım olanlar tesettürlü bir bayan(aman uzak dursun),psikolog(bence pskiyatrist)ve incilini basacak bir yayınevi(yorum yok).


  6. Maşşallah kaleminizin kuvveti ve olaylara bakış açınız gayet yerinde... tebrik eder başarılarınızın devamını mevladan temmeni ederim...Vesselam

    Naçizane teveccühünüz efendim teşekkürler....

     

    Modern çağda yapmamız gereken bir önceki modernizm döneminde-yani 20 yylın başları 19. yyın sonlarındaki Sanayii devrimindeki dönem- gerek Osmanlı modernistlerinin, gerek Cumhuriyet modernistlerinin yaptığını yapmamak.Modernizmi 2ye bölmek.Teknolojiyi almak.Kültürü almamak.

    Basmacı kardeşim başlığa yorum için teşekkürler yazı için yorumlarını bekliyorum....:confused1:


  7. Washington DC

     

    Bizde birçok yayın gibi birçok dizi de yerli değil. Bir Türk şehrinden yayın yapmak başka, yerli olmak başka. Adına yerli dizi demekle yerli olunmuyor. Ülkemizde ekranıyla, sayfasıyla, yapımcısıyla, yöneticiyle ülke değerleri ve ülke insanı arasında doku uyuşmazlığı var. Dünyanın hiçbir yerinde evlere giren gazete böylesine çırılçıplak fotoğraf basmaz. Dünyanın hiçbir çatı altında bir televizyon, ailenin bir arada olup sohbet ettikleri, televizyon seyrettikleri saatte en hayasızından yatak sahneleriyle odaları kirletmez.

    Bazı internet siteleri filan dizinin sevişme sahneleri, falan dizinin sevişme sahneleri anonslarıyla ziyaretçi toplama peşinde.

    Gazetelerle, dergilerle bu milletin ruhunu çürütemediler.

    Şimdi bunu ekranla yapmaya çalışanlar var.

    Türk milleti şöhret, servet ve şehvet şeytan üçgeninde.

    Bir Yahudi bakanın sandalye alçaltması ne ki. Kendini tarif etmiş. Kararlılıkla üzerlerine gidersin mecbur kalıp özür dilerler. Nitekim öyle oldu. O tehlike değil. Tehlike onlara taşeronluk yapan bu sinsi zihniyettir. Şimdi denecektir ki seyirci istiyor biz yapıyoruz. Malum gazete tezgâhtarları da zaten öyle diyordu. Tabii siz fazladan olarak bir de elinde kumanda var değiştirsin diyorsunuz. Sanki her seyirci evliyayı kiramdan. Sen insanı hassas olduğu noktadan vur, sonra da insan hilkatine en aykırı cevapları ver. Uyuşturucu satıcısı gibisiniz. Önce tattırıp sonra müptela yapıyorsunuz. Bir çürüme böyle gerçekleşiyor. Fakat nasıl bir bünyedir ki içerden ve dışardan bin türlü maddi, gayrı maddi yıkım faaliyetlerine rağmen bu millet hayatta, ayakta?

    Bizde bir takım işsiz taifesi kendilerini önemli adam sınıfına dahil ettirmek, laik, çağdaş, uygar, ilerici ve daha bilmem neci görünmek için her sene belli zamanlarda sansürün kaldırılması yıl dönümlerini kutlarlar. Eğer birileri aileye sızarak çoluk çocuğunun ahlakına, ruh sağlığına, namusuna en tehlikeli teröristten daha tehlikeli şekilde tasallut ediyor da alınan bir tedbir onu engelliyorsa yapılanın adı sansür değil savunmadır. Hayır efendim sansürdür deniyorsa o zaman da yaşasın sansür demekte hiçbir beis yok.

    Nitekim araştırma verileri de millet, hakkının savunulmasını ve ailesinin korunmasını istediğini isbatlamakta. İpsos KMG araştırma şirketi bir anket yaptırmış. Anket çalışmasının yönetimi Bilgi Üniversitesinden Doç. Dr. Halil Nalçaoğluda. 34 ilde 16 bin örnek üzerinde çalışılmış. Konulardan biri şu malum kof kız, kof oğlan dizileri.

    Biraz dün, azıcık bugün, bol hile, çok entrika.

    Fütursuz içgüdü teşhiri.

    16 bin kişinin yüzde 70i değerlerimize zarar veren yayınlara sansür getirilmesini istemiş.

    Anket mevzii/lokal referandumdur. Demokrasi halk iradesi ise halk, oturma odasının birileri tarafından kirletilmesinin önüne geçilmesini istemekte.

    Halk istiyor, kim dinliyor?

    Halk istiyor, kim ne yapıyor?

    Halk mı elit mi?


  8. Eskiden olsa direk akp derdim şimdi de öyle diyorum ama eskisi gibi içten değil mecburiyetten, biraz da ehven-i şer oldu benim için.Eğer gelecek seçimlerde Tayyip Erdoğan adaylığını koymazsa(Allah Korusun)hayatımda ilk defa yerine getireceğim vatandaşlık görevini yapmam.

    Ona göre Başbakanım duy sesimi!:confused1:


  9. Gözlerimiz televizyon karşısında yorgunluktan bitap düşerken,yüreğimiz ve beynimiz isyan ediyordu bu duruma.İzlenilen film sayesinde böbrek üstü bezlerimizden bol bol salgılanan adrenalin, kalp atışlarımızı hızlandırmış ve beynimizi uyuşturmuştu.Biz kim miydik?Kim olabilir yeni gençlik elbette.Hani bilmem hangi repciyi örnek alıp ben pesimistik oldum anneee diye ortalıkta dolaşanlardan, ya da simsiyah giyinip metalciyim diye caka satanlardan, tarihimizi unutup kültürümüze yabancı kalıp beğenmeyenlerden.Sarmıyordu tabi olarak bizi artık; Edward ve Bellanın aşkı dururken ne kadar da yavandı Leyla ile Mecnun,Ferhat ile Şirin.Harry Potter,Yüzüklerin Efendisi, Matrix gibi filmler dururken kimin umurundaydı Tarihçi Yazar . nın yeni çıkardığı kitap.Bütün bunlardan geçmiştik de küçümser olmuştuk artık kendimizi ki bu küçümseme sadece bizim dönememize ait değildi.

     

    Maddi refah arttıkça daha da sömürülüyorduk.Sadece kimliğinde Müslüman yazılı insanlardık artık.Modern çağa ayak uydurma,aydınlanma,Globalleşme adı altında yaptıklarımız atalarımızın kemiklerini sızlatacak cinstendi.Cinayetler,hırsızlıklar,gasp olayları tavan yapıyor ve biz hala suçlu arıyorduk.

     

    Kimdi peki bu suçlular? Aile mi, medya mı, toplum mu yoksa hepsi birden mi.Boşanma olaylarının günbegün artması TV lerde kadın programların artmasıyla doğru orantıdaydı.Ve biz hala izlediğimiz dizilerin analizleriyle uğraşıyorduk.

     

    Öcüler vardı bizlere öğretilen ve televizyonda ki iyi adamlar vardı geceleri öcülerin karabasan olup bizi korkutmasını engelleyen. Ne öcünün aslında kim olduğunu biliyor ne de televizyonda ki iyi adamın gerçek yüzünün nasıl buruş buruş olduğunu görebiliyorduk. Ama kafalarımıza kazıtılan büyük bir doktrin vardı ki bundan vazgeçmemiz imkânsız gibi gözüküyordu

    .Bizim atalarımız basit insanlardı gericilerdi. Akla mantığa fiziğe uymayan şeylere inanıyor ve bizde de örümcek ağlarıyla örülmüş bir beyin oluşturmaya çalışıyorlardı kaptırmıştık kendimizi bu inanışa, okullarımızda ki inançsız hocaların bakış açısına, bir bilinmeze doğru yol alıyorduk. Bu yolda başımıza gelen bütün felaketleri göz ardı ediyor ve bu sayede de aydınlanma(!)yolunda bir hayli yol kat ediyorduk. Bir zaman geldi ki dayanabileceğimizin çok çok üstünde büyük acılar çektik. Tanrılaştırdığımız bio muzun sınırlarının ne kadar kısıtlı

    olduğunu görünce afalladık. Toparlanabilenler oldu dayanamayıp hayatına son verenler de.

     

    Hâlbuki o zamana kadar reddettiğimiz metafizik karşımızda İnan Banadiye haykırıyordu. Ama Hayır eğer inanırsak bir yaratıcıya, yıllarca bize küçültülerek anlatılan geri kafalı yobaz ailelerimize benzemez miydik?Bu soru işaretlerinin oluşturduğu sporlar mantarlaştı kimimizde,kimimiz dayanamadı bu çetrefilli ikilemlere, kimimiz de bir rehber edindi kendisine onun ışığında çözdü kafasında ki karmaşık fikir düğümlerini.

     

    Acı gerçeklerin, kara örtüsü yüreklerimize indiği zaman ise çok geçti her şey için.Radikallik adı altında birbirimizi öldüren bir gençlik oluvermiştik bu sefer de.Ne için?Bir taraf doğruydu muhakkak ama bunu anlatış şekli ne kadar doğruydu.Hapishanelerimiz daha okullarını bitirmeden,kendi fikirleri uğruna savaşa katılmış gençlerle doluydu.Fikirleri yüzünden hapse girmeyi göze almış bir gençlik.Bu yüzden savaşmış bir gençlik.Bize bıraktıkları fikir yumakları örülmeyi beklerken, biz hala yolumuza çıkan gazoz kapakçıkları ve kozalaklarla uğraşıyorduk.İnternet denilen koskoca siber okyanusta yaptığımız en faydalı iş msn nicklerimize davamıza hizmet eden yazılar yazmak oluyordu.Davamız dediğimiz şeyin daha ne olduğunu tam olarak bilemezken ona hizmet ediyorduk.(!)

     

    Bir zamanlarlarla başlayıp bir evliyatullahın hayatını öğretmekle biten o tadına doyum olmaz menkıbelerin anlatıcısı olan annelere, babalara hasret kalmamız çok yakın ne yazık ki.Bir elin beş parmağını geçemeyecekse bu sayı hasretiz demektir ki geçmiyor sanırım.Eğer gerçekten inanıyorsak davamıza onu savunalım arkadaşlar.Olmadı yanımızda kitap taşıyıp verelim karşılaştıklarımıza o da olmadı Müslüman kimliğini öyle bir şekilde taşıyalım ki hayran olsun görenler o kimliğin sahibine ve hayran olsunlar kimliğimizin bize verdiği mümtaz özelliklere.Bir elin parmaklarını geçsin artık gerçek mücahid ve mücahideler.Bu olsun davamız.

     

    AYBÜKE

     

     

    Bu yazımı bir arkadaş toplantısından sonra oldukça büyük bir moral bozukluğuyla kaleme aldım, daha sonra da msn adresimde ki bütün arkadaşlarıma mail olarak attım.Her ne kadar birçoğuyla aramın açılmasını sağladıysa da seviyorum bu yazımı:confused1:

    Sitede ki saygıdeğer abla,ağabey ve kardeşlerimin de yorumlarını bekliyorum.....


  10. *69. Mektubdan:

     

    Sözün özü sudur ki, kurtulus yolu, ancak Ehl-i sünnet vel-cemâate uymakdır. Allahü teâlâ, onların sözlerine, işlerine, îmân edenleri ve ibâdetlerdeki bildirdiklerine uyanları çoğaltsın! Çünki, Cehennemden kurtulacağı müjdelenmiş olan bir fırka, bunlardır. Bunlardan başka olan fırkalar, helâk olacak, felâkete sürüklenecekdir.

    Bugün bir kimse, böyle olduğunu bilse de, bilmese de, yarın herkes anlayacakdır. Fekat, o zemân fâidesi olmayacakdır. Yâ Rabbî! Ölüm bizi uyandırmadan önce, sen bizi uyandır!

    Amin.....

     

     

     

    Çok teşekkürler Ablacığım konu için.O büyüklerin kalbinden gelen feyizlerden deryada damla kadar bile olsa nasiplenebilmek için elimden geldiğince her gün bir mektup okumaya çalışıyorum.Mektubat kitabını okumamış olanlara ise kesinlikle tavsiye ederim


  11. Adam, parmağını şaklattı, garson koşar adımlarla masaya yaklaştı.

    - Buyurunuz efendim.

    - Bana kola getir, buzlu olsun.

    - Emredersiniz efendim.

     

    Garson, bu ensesi kalın, cebi para ile dolu adamın siparişini getirmek için koşar adımlarla uzaklaştı. Adam yemeğini yemişti, Purosunu yakıp kolasını yudumlamak istiyordu.

     

    Düşünceliydi, son yaptığı yatırımın neler getireceğini düşünüyordu. Çok parası vardı ve bunu iyi değerlendirmeliydi. Danışmanları, elemanları onun servetini çoğaltmak için vardı.

     

    Parası olmayan insan değersizdi. Para her kapıyı açan altın anahtardı. O televizyon programlarında konuşup, burnundan kıl aldırmayan bir çok adamın fikrini kolayca değiştirebilirdi.

     

    Ya arkasından milyonlarca kişiyi koşturan siyasetçilere ne demeli? Birçoğu paranın kokusunu duyduğunda ilke filan hatırlamazdı.

     

    Danışmanı bu işi iyi bilirdi. Ondan çok memnundu ama, ona da sınırlı bir ücret ödüyordu.

     

    Garson kolasını getirmişti. Koladan birkaç yudum aldı. Deri çantasını masanın üzerine koydu. Çantasını açtı. Evrakları tekrar gözden geçirmeliydi.

     

    Her ne kadar muhasebecisi dürüst bir adam olsa da, paranın yüzü sıcaktı, her an insanı çarpabilirdi. Garsondan bir kağıt istedi. Garson yine koşar adımlarla bu zengin adamın istediği kağıdı getirdi.

     

    Kağıdı masanın üzerine koyarken garsonun eli birden kola bardağına çarptı. Kola, adamın o güzelim İtalyan takım elbisesinin üzerine döküldü.

     

    Garson şaşkındı. Adam:

    - Aptal herif, yaptığını gördün mü? Bu takımın değerini biliyor musun sen?

    - Özür dilerim efendim, çok özür dilerim.

    - Özür dilermiş. Senin özrün neyi değiştirir ki. Mahvettin güzelim takımı. Senin gibileri nasıl çalıştırırlar ki.

     

    Bir türlü anlamam. Beş paralık adamların yapacağı hizmet bu kadar olur zaten. Gözüm görmesin seni hadi

    Bu azarlamadan sonra zavallı garson başını önüne eğmiş ezile büzüle masadan ayrılmıştı.

     

    Biraz sonra lokantanın baş garsonu dökülen kolanın yerine yeni bir tane getirdi. Ve adamdan özür üstüne, özür diledi.

     

    Sinirleri yatışan zengin adam boğazın huzur veren maviliğine bir süre daldı. İçeceği bitmişti. Şimdi takımı kuru temizleyiciye götürmek gerekecekti. Bu bir sürü para ve zaman kaybı demekti bu.

     

    Aptal garson onun planlarını bozmuştu. Yemekten sonra arkadaşlarıyla oyun oynamak için yeni açılan bir golf kulübüne gitmek için sözleşmişlerdi. Yerinden kalktı. Vestiyere bıraktığı paltosunu aldı.

     

    Kapıdan dışarıya çıkarken garsonla karşılaştı. Ona aşağılayıcı bir bakış fırlattı. Kasaya yemeğinin ücretini ödedi. Merdivenlerden hızlı hızlı inmeye başladı. Aklında golf kulübündeki randevusu vardı.

     

    Acaba eve gidip üstünü değiştirirse yetişebilir miydi? Bunları düşünürken birden ayağının altındaki halı kaydı. Ne olduğunu anlamadan merdivenlerden aşağıya doğru yuvarlanmaya başladı. Kapıdaki görevli bağırdı.

     

    - Koşun koşun beyefendi düştü.

    Lokantadakiler koşarak geldi. Adam gözleri kapalı bir şekilde yatıyordu. Lokantadaki müşterilerden biri doktor olduğunu söyleyerek adamın nabzını yokladı. Nabız atmıyordu. Hemen kalp masajına başladı. Ancak nafileydi. Adamın kanı çekilmeye başlamış, yüzüne donuk bir beyazlık hakim olmuştu. Doktor biraz sonra masajı bıraktı.

     

    - Ani bir kalp krizi, kriz anında vücut şoka girmiş olmalı bu yüzden hiçbir direnç gösteremedi.

     

    Doktor biraz sonra hastanın başından uzaklaştı. Az önce kalktığı yemek masasına oturdu. Karşısındaki bayanla tekrar sohbete döndü.

     

    Lokantanın müdürü adamın cebinden cüzdanı çıkardı, bir yakınını bulalım diyerek rehberi karıştırmaya başladı. Tüm meraklılar kısa bir süre sonra adamın başından ayrılarak işlerine döndüler.

     

    Müdür garsona:

    - Hadi şunu omzuna al da kenara çek, girişi kapamasın dedi.

     

    Zengin adam beş paralık diye nitelediği garsonun omuzlarında diğer zengin adamların lokantaya girmesine engel olmamak için cebinde ki birçok para ve değerli hisse senetleri ile bir kenara taşınıyordu.


  12. Aman İtalyanlar duymasın. :confused1:

    Çizme'nin menfaatperestleri yanılgı manılgı demez 'Üstad Necip Fazıl bu şiiri Roma için yazmıştı' diyerek Sakarya Türkümüzü İtalyan milli şiiri yapmaya kalkarlarsa şaşırmamak gerekir.Efendim,bu tür konularda biraz daha dikkatli olalım lütfen.Bir Cenovalılara birde Venediklilere asla güvenmeyelim.

     

    Jül Sezar bu şiiri duysa büstünü parçalar,üstünü düzeltir,brutus'un kemiklerini mezarından çıkarıp kazanda kaynatırdı.Bir an İtalyanların Sakarya Türküsünü sahiplendiklerini düşündümde;Pizza kulesi büyüklüğünde bir gururla gösterirlerdi tüm dünyaya onu.Jül Sezar da kimmiş?.Peh.

     

    Böyle bir şiirimiz var ya...Roması da,Pizza kulesi de elin İtalyanına kalsın.

     

    Yol onun varlık onun,gerisi hep angarya.

    Yapmayın lütfen ya!Ben İtalya kelimesini yanlışıkla ağzımdan kaçırdım eğer dediğiniz gibi olursa ileride üstada nasıl hesap veririm :)


  13. Bu şiiri 5.sınıf sene sonu müsameresinde arkadaşımla paylaşarak ezbere okumuştuk.Ama illa bir pot kırmak zorunda olan ben "Yüzüstü çok süründün ayağa kalk İtalya"demiştim.Buna eşgüdümlü olarak bütün salonda bir kahkaha tufanı ve rezil olmuş küçük bir kız.Şimdi hatırladıkça tebessüm etmemi sağlayan tatlı bir hatıra.


  14. ODTÜ Felsefe öğrencilerini en çok zorlayan hocalardan biri yıllık olan

    > dersinin final sınavında sınıfa gelmiş ve sınav sorusu olarak tahtaya,

    > "Why?" (Neden?) yazmış. Öğrenciler ilk önce ne yazacaklarını

    > şaşırmışlar, sonra herkes birşeyler yazmaya başlamış.

    > Yalnız bir öğrenci, sınavın ilk dakikasında kağıdını teslim etmiş.

    > Öğrencinin cevabı da soru gibi kısaymış: "Why not?" (Neden olmasın

    > ki?) Bu öğrenci sınavdan "100" almış.

    >

    > *****

    > Aynı hoca başka bir sınavda "risk nedir?" diye soruyor. Yine bir

    > öğrenci sınavın ilk 10 saniyesinde teslim ediyor kağıdını. Kağıdın üst

    > kısmında sadece isim-soyadı yazıyor, gerisi ise bomboş beyaz yaprak.

    > En altta ise "İşte risk budur" diye yazıyor. Ve sonuçta da sınıftaki

    > en yüksek notu alıyor.

    >

    > *****

    > Hocanın bir sonraki sınavında yine "Risk nedir?" sorusuyla karşılaşan

    > öğrencimiz tekrar boş kağıt verince bu sefer 0 alıyor. Tabii koşa koşa

    > hocaya gidip sebebini soruyor. İşte cevap: "Aynı şartlar altında, aynı

    > riski iki kere almak aptallıktır!"

    >

    > *****

    > Bu tür öğrenciler ve değerlendirmeler Hukuk Fakültelerinde yok mu?

    > Elbette var. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde Hocanın biri

    > sınavda, o günlerde devam etmekte olan bir davanın detaylarını vermiş

    > ve sonucun ne olacağını sormuş. Tabii, bütün öğrenciler ha babam, de

    > babam, sayfalarca yazmaya başlamışlar. Ama bir öğrenci kağıdını

    > sınavın ilk dakikasında vermiş. Ve buna rağmen 100 almış. Öğrencinin

    > yanıtı tek cümleymiş: "Devam eden dava hakkında yorum yapılamaz."

    >

    > *****

    > Bir kız yurdunda kalan kızlar, artık temizlik görevlisine olan

    > kıllıklarından mıdır yoksa nerden çıktığı belli olmayan bir yurt

    > geleneğinden midir, her sabah dudaklarına ruj sürdükten sonra aynaya

    > öperek iz bırakıyorlarmış.

    >

    > Yurt müdürü ne yaptı ettiyse bu alışkanlığı ortadan kaldıramamış.

    > Diğer yandan temizlik görevlileri de iyiden baş kaldırmaya

    > başlamışlar. Sonunda müdürün aklına parlak bir fikir gelmiş. Hemen bir

    > duyuru yapıp, kızları toplantıya çağırmış. Neyse toplanmış bunlar.

    > Müdür "Buyrun tuvalete" demiş. Hep birlikte, temizlik görevlisinin

    > beklediği umumi tuvalete girmişler. Aynalarda sabahki ruj izleri hala

    > duruyormuş.

    >

    > Müdür "Arkadaşlar" demiş, "Bazılarınız dudaklarına ruj sürdükten sonra

    > aynaları öperek çıkması güç izler bırakıyor. Temizlik görevlilerimiz

    > bunları temizlerken zorlanıyor. Sizleri görevlimizin bu temizliği

    > yaparken ne kadar zorlandığını bizzat görmeniz için topladım. Bakın ve

    > görün". Sonra görevliye bir işaret çakmış. Bizimki gayet sakin bir

    > şekilde tuvalet fırçasını almış, klozetteki suya daldırmış ve aynayı

    > temizlemiş. O günden sonra bir daha o yurtta tuvaletlerde dudak izine

    > rastlanmamış.

    >

    > *****

    > KATÜ biyoloji bölümü hocalarından bir tanesi derste böcekleri

    > inceliyor ve öğrencilerin böcekleri ayırması için sadece popolarında

    > tanıyabileceklerini anlatıyor.Daha sonra sırayla böcekleri kaldırıp

    > popolarını gösteriyor ve böceğin cinsini, adını söylüyor.Ders sonuna

    > doğru sorular soruyor.Yine dersle alakası olmayan bir ğrenci bulup;

    > böceğin poposunu göstererek bu ne diyor.Öğrenci bilmediğini söylüyor

    > ve bu olay masa üzerinde ki böcekler bitene kadaqr devam

    > ediyor.Sonunda çılgına dönen hoca öğrenciye; çık dışarı terbiyesiz

    > diye bağırmaya başlıyor.Çocuk tam kapıdan çıkarken hoca adnı ve

    > numarasını soruyor.Çocukta arkasını dönüp poposunu gösteriyor tanı

    > bakalım hadi!!!!

    >

    > *****

    >

    > güzel sanatlara giriş sınavında herkesten yaprak çizmeleri istenmiş.

    > neyse herkes yaprak falan çizme derdine düşmüş. kimi incir yaprağı

    > kimi selvi yaprağı falan derken öğrencilerden biri kağıda sadece yay

    > şeklinde çizgi atmış. hocalar sınavdan sonra çağırmış oğlum senden

    > yaprak çizmeni istedik demişler sen ise bize tek çizgi çizmişsin

    > demişler. öğrenci hocam bu çizgi değil yaprak demiş. tabi hocalar ne

    > yaprağı deyince; öğrencide çam yaprağı demiş ve güzel sanatlara direk

    > alınmış. olay mantıkta bitiyor

    >

    > ****

    >

    > hoca derse girer 6-7 senelik ogrencilerden biri kafasını attırır ve

    > sinirlenen hoca çoğa derki..

    >

    > -lan şu fakulteye bi eşek bağlasanınz bile okur 4 yılda bitirir siz

    > halen burdasınız..

    >

    > bunun userine çocuk ayağa kalkar ve şole der...

    >

    > -haklısınız hocam işte o eşeği bi 4-5 senedaha burda tutarlarsa

    > profesör oluyor..


  15. Orkun Alfabesinin şu zamana kadar beni hiç cezbetmemiş ve merakımı uyandırmamış olması hasebiyle araştırmamış olmam yüzünden, sizin açtığınız konu bilgi dağarcığıma yeni bilgiler ekledi ama ne yazık ki beynim bu bilgiler sana gereksiz diyerek ileride kullanılmak üzere paketleyip bilinçaltıma gönderdi.

     

    Anladığım kadarıyla etimolojiye merakınız var bu çok güzel ama bu sitede ki herkesin ilgisini çekmeyebilir hatta sizin kuru bir inad yüzünden bu kadar ileriye gittiğinizi düşünebilirler.Bence artık bu Orkun Alfabesi aşkına son verip yeni konulara yelken açın :confused1:


  16. "Bütün çocuklar, müslümanlığa elverişli olarak dünyaya gelir. Daha sonra bunları, ana-babaları hıristiyan, yahudi ve dinsiz yapar."

    Hadis-i Şerifi geldi aklıma.Bu çocukların büyüyünce güruhlar halinde küfür bataklığına gideceklerini düşünmek insanın tüylerinin ürpermesine sebep oluyor.Allah-ü Teala bütün dünyaya Din-i İslamın yayılmasını nasip eylesin.

×
×
  • Create New...