Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
nedmanün

Hikayeler, Kıssadan Hisseler

Recommended Posts

Mayonez Kavanozu ve 2 Fincan Kahve:

 

Ne zaman hayatında bazı şeyler taşınamaz hale gelirse, ne zaman 24 saat kısa gelmeye başlarsa, o zaman mayonez kavanozu ve 2 Fincan Kahveyi hatırlayınız!

 

Bir gün bir Felsefe profesörü, elinde birkaç kutu olduğu halde derse gelir. Ders başladığında, hiçbir şey söylemeden, önüne büyükçe bir mayonez kavanozunu alır ve ağzına kadar tenis topları ile doldurur ve öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını sorar;

 

Öğrenciler ittifakla kavanozun dolduğunu ifade ederler, Bu sefer profesör önündeki kutulardan bir tanesinden aldığı çakıl taşlarını, çalkalayarak kavanoza döker, böylece çakıl taşları kayarak, tenis toplarının aralarındaki boşlukları doldurur ve öğrencilere tekrar kavanozun dolup dolmadığını sorar, onlar da 'evet' doldu derler, profesör bu defa masanın üzerindeki diğer kutuyu eline alır ve içindeki kumu yavaşça kavanoza döker.

Tabii Ki kumlar da çakıl taşlarının aralarındaki boşlukları doldurur.

Ve tekrar öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını sorar,Öğrenciler de koro halinde 'evet' derler.

 

 

Bu sefer profesör masanın altında hazır bekleyen 2 fincan kahveyi alır ve kavanoza boşaltır, Kahve de kumların arasında kalan boşlukları doldurur. Öğrenciler gülerler!

Profesör öğrencilerin gülüşünü destekleyerek 'eveet' Diyerek;

Ben 'Bu kavanozun sizin hayatınızı simgelediğini ifade etmeye çalıştım ' Der.

Şöyle ki; Bu tenis topları hayatınızdaki önemli şeylerdir; aileniz, çocuklarınız, sıhhatiniz, arkadaşlarınız ve sizin için önemli olan şeylerdir.

 

 

 

 

Diğer şeyleri kaybetseniz de, bu önemli şeyler kalır ve hayatınızı doldurur.

O çakıl taşları ise daha az önemli olan diğer şeylerdir; işiniz,

eviniz, arabanız vs.

 

 

Kum ise diğer ufak tefek şeylerdir.

 

 

'Şayet Kavanoza önce kum doldurursanız...' diye, anlatmaya devam eder, 'çakıl taşlarına Ve özellikle de tenis toplarına (yeterli) yer kalmaz.

 

 

 

Aynı şey hayatımız için de geçerlidir. Vaktinizi ve enerjinizi ufak tefek şeylere harcar, israf ederseniz, önemli şeyler için vakit kalmayacaktır . .

 

 

 

 

Dikkatinizi mutluluğunuz için önem arz Eden şeylere çevirin. Çocuklarınızla oynayın. Sağlığınıza dikkat edin. Eşinizle yemeğe çıkın. Evinizin ihtiyaçlarını karşılayın. Öncelikle tenis toplarını kavanoza yerleştirin. Öncelikleri, sıralamayı iyi bilin . Gerisi hep kumdur.

 

 

 

 

Bu Ara Bir öğrenci sorar; 'Peki, O iki fincan kahve nedir?'

Profesör gülerek: 'Bu soruyu bekliyordum, Hayatınız ne Kadar dolu olursa olsun, her zaman dostlarınız ve sevdiklerinizle bir fincan Kahve içecek kadar VAKTİNİZ vardır !!! '

Share this post


Link to post
Share on other sites
Çok hoş bir paylaşımdı,çok da etkileyici :D

 

Sağolasın :D

 

Rica ederim.Sizleri mutlu etmek beni de mutlu eder :D

Share this post


Link to post
Share on other sites

"Annenin sana ihtiyacı vardı"

 

Ebû'l-Haseni'l-Harkânî (k.s)hazretleri şöyle anlatır:

 

'İki kardeş vardı. Bu iki kardeşin hizmete muhtaç bir anneleri vardı. Her gece kardeşlerden biri annenin hizmeti ile meşgul olur, diğeri Allah Teâlâ'ya ibâdet ederdi. Bir akşam, Allah Teâlâ'ya ibâdet kardeş, yaptığı ibâdetten, duyduğu hazdan dolayı kardeşine:

 

'Bu gece de anneme sen hizmet et, ben ibâdet edeyim, dedi.

 

'Kardeşi kabul etti. İbâdet ederken secdede uyuya kaldı ve o anda bir rüya gördü. Rüyasında bir ses ona:

 

'Kardeşini affettik, seni de onun hatırı için bağışladık, deyince genç:

 

'Ben Allah Teâlâ'ya ibâdet ediyorum. Kardeşim ise anneme hizmet ediyor. Fakat beni onun yaptığı amel yüzünden bağışlıyorsunuz, dedi. Ses ona:

 

''Evet, senin yaptığın ibâdetlere bizim hiç ihtiyacımız yok. Fakat, kardeşinin annene yaptığı hizmetlere annenin ihtiyacı vardı, karşılığını verdi.

 

Share this post


Link to post
Share on other sites

YAŞLI ADAM, eşinin kabrini ziyaret etmek için gittiği kabristanda, bir inilti duyarak yavaşladı. Sağa sola bakınarak kulak kesildi. Ortalıkta kimseler yoktu ama, o sesi işittiğinden emindi.

 

 

 

89248.jpg

 

YAŞLI ADAM, eşinin kabrini ziyaret etmek için gittiği kabristanda, bir inilti duyarak yavaşladı. Sağa sola bakınarak kulak kesildi. Ortalıkta kimseler yoktu ama, o sesi işittiğinden emindi.

Önce hızlı adımlarla kaçmak istedi. Fakat sanki büyülenmiş gibiydi. Korkudan olsa gerek ki, gücü zaten çok azalan ayakları tutulmuş, vücudu uyuşmuştu. Diz boyu otla çevrili mezarlar arasında, güçlükle ilerleyip o tarafa yöneldi. İnlemeyi bir kez daha duyunca, daha fazla yanaşmayıp yere oturdu. Tüylerini diken diken eden ses, birkaç metre ilerden geliyordu.

Yaşlı adam, bazı velî zatların, kabirdeki insanlarla konuştuğunu duymuş, bunları da herkese anlatmıştı. Belki laf olsun diye:

— Neden böyle inleyip duruyorsun? dedi. Bir derdin mi var?

Derinlerden gelen bir erkek sesi:

— Büyük bir azap çekiyorum!. dedi. Her kemiğim tek tek kırılmış sanki.

Yaşlı adam, tâ iliklerine kadar ürperdi. Acaba kendisi de, evliya mıydı? Her ne olursa olsun, bu cevabı kesinlikle beklemiyordu. Güç bela toparlanıp:

— Ne zamandır bu haldesiniz? diye sordu. Yani ne zaman öldünüz?

— Vallahi bilmiyorum!. dedi mezarda yatan. Sanki dün yaşıyordum, hatta eğleniyordum. Arkadaşlarla birlikte biraz içki içmiştik, daha sonra ayrıldık. Bu arada, sanki yüksek bir yerden düştüm. Her halde ölmüşüm ki, şimdi bu mezardayım. Üstelik de büyük bir azap çekiyorum.

— İçkinin haram olduğunu ve kabir azabına yol açtığını bilmiyor muydun? diye sordu dışardaki. Allah bilir, başka büyük günahlar da işledin.

— Keşke ellerim kırılsaydı!. dedi, adam. Keşke kırılsaydı da, o büyük günahları işlemeseydim. Keşke dudaklarım yapışsaydı da, içki denilen zehri içmeseydim. Ne yazık ki her türlü işi yaptım, kumardan tut tâ hırsızlığa kadar. Şimdi öyle pişmanım ki hiç bilemezsin.

Burada bu şekilde, bir saniyecik bile kalmaktansa, ömür boyu aç kalmaya razıydım. Ağzıma içki değil, gerekirse bir yudum su bile koymazdım. Başımı da babam gibi secdeden kaldırmazdım.

— Demek baban dindar biriydi, dedi dışardaki. Neden onun yolundan gitmedin ki?

— Namaz kılmak biraz güç geldi, dedi adam. Oruç tutmak da öyle. Günde beş kez seccadeye yatmayı, uzun yaz günlerinde, aç ve susuz kalmayı istemedim. Açıkçası, havam bozulur diye korktum. Oysa şimdi bu karanlık çukurda yatıyorum. Tertemiz bir havaya, yemeğe ve suya hasret şekilde. Üstelik de dayanılmaz acılar içindeyim.

Yaşlı adam, biraz düşünceliydi. Acaba bu ölü için bir fatiha okusa, ya da dualar etse, faydası olur muydu? Bu konuda açıkçası çok ümitsizdi. Bir insan, kullarına verdiği sayısız nimetlerle merhametini ispatlayan ve kendisini en çok "Rahim" ve "Rahman" isimleriyle tanıtan Allah'ın azabına uğramışsa, âciz bir kul, o kişiye nasıl yardım ederdi?

Sessizce yerinden kalkıp ilerleyince, henüz yeni açılmış bir mezar gördü. Sahibini bekleyen bu çukurun yanında, birkaç tane içki şişesi vardı. Bir tek de ayakkabı.

Hemen o yana koştu. Boş mezarın içinde, üstü başı içki kokan bir adam yatıyordu. Ceketi de yüzüne dolanmıştı.

Yaşlı adam, önce mezara inmeyi düşündü. Fakat ağrıyan beliyle bu işi yapamazdı. Uzunca bir dal koparıp tekrar yanaştı ve bunu cekete taktırıp, sırt üstü yatan sarhoşun yüzünü açtı. Mezardaki adam, ondan fazla korkmuştu.

Yaşlı olan, bir anda rahatlayıp:

— Demek konuşan sendin? diye tebessüm etti. Seni ölü sanmıştım.

Mezardaki, derin derin nefes aldıktan sonra:

— Ben de öyle zannetmiştim!. diye sevindi. Geçen akşam buralarda içmiştik. Kafayı bulduğumda, bu çukura düşüp kaldım her halde.

Sarhoşun vücudu perişan bir haldeydi. Sırt üstü düştüğünde, üç beş tane kaburgası kırılmış, bir kez bile çalışmayan beyni sarsılmış, bütün gece o mezarda yatıp kalmıştı.

Yaşlı adam, hemen bir ambulans çağırdı. Sarhoş, mezardan kurtulup sedyeye alınırken, başını ona doğru güçlükle çevirerek:

— Sağ olasın amca!. diye teşekkür etti. İyileşir iyileşmez sana haber veririm. Bol mezeli bir çilingir sofrası düzenleyip, yeniden doğduğum günü kutlarız.

 

 

 

 

 

Cüneyd Suavi

Zafer dergisi

haber 7

Share this post


Link to post
Share on other sites

HIC HAYALLERINIZDEN SIFIR ALDINIZ MI

 

Bu öykü, çiftlikten çiftliğe, yarıştan yarışa koşarak atları terbiye etmeye çalışan bir gezgin at terbiyecisinin genç oğluna kadar uzanır. Babasının işi nedeniyle çocuğun orta öğretimi kesintilere uğramıştı.

Orta ikideyken, büyüdüğü zaman ne olmak ve yapmak istediği konusunda bir kompozisyon yazmasını istedi hocası.

Çocuk bütün gece oturup günün birinde at çiftliğine sahip olmayı hedeflediğini anlatan 7 sayfalık bir kompozisyon yazdı. Hayalini en ince ayrıntılarıyla anlattı. Hatta hayalindeki 200 dönümlük çiftliğin krokisini de çizdi. Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterdi. Krokiye, 200 dönümlük arazinin üzerine oturacak 1000 metrekarelik evin ayrıntılı planını da ekledi.

Ertesi gün hocasına sunduğu 7 sayfalık ödev, tam kalbinin sesiydi.. İki gün sonra ödevi geri aldı. Kağıdın üzerinde kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir "0" ve "Dersten sonra beni gör" uyarısı vardı.

"Neden "0" aldım?" diye merakla sordu hocasına, çocuk..

"Bu senin yaşında bir çocuk için gerçekçi olmayan bir hayal" dedi, hocası..

"Paran yok. Gezginci bir aileden geliyorsun. Kaynağınız yok. At çiftliği kurmak büyük para gerektirir. Önce araziyi satın alman lazım. Damızlık hayvanlar da alman gerekiyor. Bunu başarman imkansız" ve ekledi:

"Eğer ödevini gerçekçi hedefler belirledikten sonra yeniden yazarsan, o zaman notunu yeniden gözden geçiririm." çocuk evine döndü ve uzun uzun düşündü. Babasına danıştı.

"Oğlum" dedi babası "Bu konuda kararını kendin vermelisin. Bu senin hayatin için oldukça önemli bir seçim!."

Çocuk bir hafta kadar düşündükten sonra ödevini hiçbir değişiklik yapmadan geri götürdü hocasına..

"Siz verdiğiniz notunuzu değiştirmeyin" dedi.."Ben de hayallerimi..".....

O, orta 2 öğrencisi, bugün 200 dönümlük arazi üzerindeki 1000 metrekarelik evinde oturuyor. Yıllar önce yazdığı ödev şöminenin üzerinde çerçevelenmiş olarak asılı.

Öykünün en can alıcı yanı şu:

Aynı öğretmen, geçen yaz 30 öğrencisini bu çiftliğe kamp kurmaya getirdi. çiftlikten ayrılırken eski öğrencisine "Bak" dedi, "Sana şimdi söyleyebilirim. Ben senin öğretmeninken, hayal hırsızıydım. O yıllarda öğrencilerimden pek çok hayal çaldım.

Allah' tan ki, sen, hayalinden vazgeçmeyecek kadar inatçıydın."

 

 

Çocuklarımızn hayallerine sahip çıkmak ve onlara değer vermek dileğiyle……..

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bozuk Simit Paraları Ile Cenneti Satın Almak....... (çok Güzel)

 

Gunun son dersinin sonuna gelinmisti. Ogrenciler cikmak icin sabirsizlaniyordu. Defter ve kitaplarini cantalarina koydular. Zil calar calmaz, disari cikmak icin hazirdilar. Yalniz, Ali hazirlanmamisti.Gecikmek icin de elinden geleni yapiyordu.Nihayet zil caldi. Ogrenciler bir anda kapiya yoneldi. Ali, yerinden kalkmadi. Agir agir esyasini topladi. Bir yandan goz ucuyla ogretmenine bakiyor, bir yandan da arkadaslarinin gitmesini bekliyordu.

 

 

Ogretmeni, onun bu hâlini fark etti:

- Hayrola Ali, dedi. Eve gitmeyecek misin?

 

 

Ali, son arkadasinin da ciktigini gorunce cevap verdi:

- Sizinle konusmak istiyordum ogretmenim.

- Peki, dedi ogretmeni. Ne soyleyeceksin bakalim?

- Ahmet arkadasimiz var ya…

- Evet, ne olmus Ahmet'e?

- Durumlari pek iyi degil galiba. Annesi, beslenme cantasina pekiyi seyler koymuyor.

- Ee?

- Ona yardim etmek istiyorum. Ama benim yardim ettigimi bilirse uzulur. Gunde bir simit parasi biriktirip her hafta size versem, siz de ona verseniz?

 

 

 

Cebinden bir avuc bozuk para cikarip ogretmenin masasinin uzerine koydu. Nurhan Ogretmen, paraya dokunmadi. Sandalyesine oturup dusundu.Ali hakkindaki bilgilerini yokladi. Bildigi kadariyla ailesinin durumu pekiyi degildi. Bu caliskan ve sevimli ogrencisi, ne kadar da iyi niyetli ve dusunceliydi. Zengin bir ailenin cocugu degildi. Buna ragmen yardim etmek istiyordu. Ustelik yardim ettiginin bilinmesini istemiyordu.

 

 

Nurhan Ogretmen:

- Dur bakalim Ali, dedi. Bildigim kadariyla sizin de maddî durumunuz pekiyi degil. Yanlis mi biliyorum?

- Dogru biliyorsunuz ogretmenim. Babam gundelikci. Cogu zaman is bulamiyor. Ama ben de calisiyor, para kazaniyorum.

- Nerede calisiyorsun?

- Simit satiyorum.

 

 

Nurhan Ogretmen yine durup dusundu. Iyiligin bu kadarina ne demeliydi simdi. Bunun gerceklesmesi zordu. Onu, bundan vazgecirmek icin bir care bulmaliydi. Bunu yaparken, sevimli ogrencisini de kirmamaliydi. Onunla biraz daha konusursa, belki bir yolunu bulurdu.

 

 

Nurhan Ogretmen, Ali'ye dondu:

- Buyuyunce ne olmak istiyorsun, diye sordu.

- Cok zengin bir isadami…

- Nicin?

- Insanlara daha cok yardim etmek icin…

- Guzel, dedi Nurhan Ogretmen. Bak simdi Ali, Ahmet'in ailesinin durumu pekiyi degil; bu dogru. Ama sizinki de bundan pek farkli degil. Istersen acele etme; cok zengin oldugun zaman insanlara yardim edersin.Olmaz mi?

- Olmaz, dedi Ali. Simdi yapmaliyim.

- Neden olmaz?

- Uc sebepten dolayi olmaz.

 

 

Birincisi: Bu para zaten benim degil. Iyilik ettigim icin Allah, beni insanlara sevimli gosteriyor. Insanlar da bundan etkileniyor, daha cok simit aliyorlar. Bu sayede gun boyu calisanlardan bile fazla simit satiyorum. Hele mahallede Hasan Amca var, her gun iki simit alip guvercinlere veriyor.

 

Ikincisi: "Agac yas iken egilir." deniliyor. Simdiden iyilik yapmayi ogrenmezsem buyudugumde hic yapamam.

 

Ucuncusu ise daha onemli: Buyudugum zaman cok zengin bir isadami olmak istiyorum. Zamaninda yatirim yapmayanlar buyuk isadami olamazlar.

 

 

Nurhan Ogretmen, karsisinda buyuk biri varmis gibi dinliyordu:

- Bu sonuncusunu pek iyi anlayamadim, dedi.?

 

- Aciklayayim ogretmenim, dedi Ali. Simdi, cok zengin olmadigim icin, ancak gunde bir simit parasi kadar yardim edebiliyorum. Bundan fazlasini veremem. Allah, Cennet'i gucu kadar iyilik edene veriyor. Simdi gucum bu olduguna gore Cennet'in fiyati birkac simit parasi kadardir. Eger zengin olmadan olursem birkac simit parasiyla Cennet'e girebilirim. Bundan daha kârli bir yatirim olur mu?

 

 

Nurhan Ogretmen'in gozleri dolmustu. Basini "Evet" anlaminda sallarken Aliyi evine yolladi.

 

 

 

Sinifa geri donerken okulun bosaldigini fark etti. Esyalarini toplamak icin masasina dondugunde Ali'nin biraktigi parlarin masaustunde kaldigini fark etti. Sandalyesine gayri ihtiyari oturdu ve paralari eline aldi. Hicbir para ona bu kadar kiymetli gelmemisti. Sanki elinde dunyanin en kiymetli incilerini, yakutlarini, elmaslarini tutuyordu. Hatta bu paralar onlardan bile kiymetliydi. Oyle bu paralar, Bu bozuk SIMIT paralari, Cenneti satin alabilecek paralardi. Sanki hic birakmak istemeyen bir duygu ile simsIki kavradi bu bozuk simit paralarini.

 

 

 

Oturdugu yerden kalkamadi Nurhan Ogretmen. Icinin doldugunu, Tarif edilemeyen duygulara boguldugunu hissetti. Birden bosalan saganak yagmurlar gibi aglamaya basladi. Agladi … Agladi.

 

 

 

Kendine geldiginde aksam olmustu. Yavas yavas siniftan cikip okuldan ayrilirken bekci Sadik " Bozuk Simit paralari ile cenneti satin almak, Bozuk Simit paralari ile cenneti satin almak" diye Nurhan ogretmenin sayikladigini duydu. Bekcinin hayretler icinde " Ne dediniz hocam " demesini bile duymayan Nurhan ogretmen bekcinin saskin bakislari altinda aksamin alaca karanligina karisivermisti

 

 

 

 

 

selam ve dua ile...

Share this post


Link to post
Share on other sites

OSMANLI padişahı Yavuz Sultan Selim, tebdil-i kıyafetle KuşlarÇarşısı'nı gezer.Burada, avcılar avladıkları kuşları, tuzakçılar yakaladıklarımaharetli, eğitimli, güzelim kuşları satıyorlar.Bir ara Yavuz Sultan Selim'in gözü kekliklere ilişir...Bir grup kekliğin kafesinin üzerindeki yazıda "Tane işi satış, fiyatıaltın" yazıyor.Hemen yanıbaşlarında, adeta altın kafes içinde bir keklik daha var ki,fiyatı; 300 altın. Padişahın gözü 300 altınlık kekliğe takılır.''Hayırdır'' der satıcıya ve sorar: ''Bunun diğerlerinden ne farkı varki, bunlar 1 altın, bu 300 altın?"Satıcı, ''Bu keklik özel eğitimli, çok güzel ötüyor, ötmesi bir yanabunun ötüşünü duyan ne kadar keklik varsa hepsi onun etrafınadoluşuyor" der. ''Tabii bu arada avcılar da o etrafa doluşankeklikleri daha rahat avlıyorlar" diye de ekler.Padişah ''Satın alıyorum" der ve 500 altın verir.Parayı verir ve hemen oracıkta kekliğin kafasını koparır.Adam şaşırıp, ''Ne yaptınız, en maharetli kekliğin kafasınıkoparttınız, yazık değil mi" diye dövünürken; Padişah gürler: "Bukendi soyuna ihanet eden bir kekliktir. Bunun akıbeti er veya geçölümdür..."

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bu derin insanları hayırla yad etmeme gafletinde bulunan hatta ve hatta arkasından küfür eden hocalarımıza burdan benden selam olsun.. bu hikayeler de bildiğiniz sandığınız tarihinize kapak olsun..

 

dua ile.

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

ARTAN PİLAV

 

Yahya baba , II. Bâyezîd Hân zamanında , Edirne Bâyezid Külliyesi'nin aşçılarından biridir.. Arkadaşları hoşaf, kebap sebze, bakliyat pişirir. Ama onun ihtisası pilavdır. Mübârek işe giriştimi, ibadet ettiğini sanırsınız. Pirinçleri salavat getire getire ayıklar, yağını tekbirlerle eritir. Tuzunu Besmele ile , suyunu Fatihalarla salar. Zaman zaman gözünü yumar, enbiyayı, evliyayı aracı yapar, Allah'tan bereket arzular.

 

Onun pilavı herkese yeter, hatta artar. Ancak o tek pirinç tanesine bile kıyamaz; artanı Tuna nehrine atar. Balıklar onun geleceği saati bilir, köprü başında toplanırlar.

 

Kilerci, bakar pilav artıyor; pirinci aşçıya az vermeye başlar. Ama Yahya Baba bir kere bile "Bu prinç yetermi?" demez. Kilerci şaşkındır. Her gün pirinç miktarını biraz daha kısar ama pilav azalmaz, aksine çoğalır. Yine herkes doyar, Tuna'nın balıkları bile nasibini alırlar. Kilerci, bunu izah edecek tek kelime bilir: "Bu bir keramet!"

 

Çok dener ve emin olunca Pâdişaha çıkar. "Bu Yahya Baba boş değil sultanım der, halbuki biz ona amele muamelesi yapıyoruz."

 

Bâyeziîd-i Velî gönül ehlidir ve aşçı ile tanışmak ister. Kilerci ile bir plan yaparlar. O gün Yahya Baba'ya çok az, hatta gülünç denilecek kadar az pirinç verilir. O her zamanki gibi okur, âlemlerin Rabbi'nden Halil İbrahim bereketi diler. Pilavı çok lezzetli olur, üstelik kazanlara sığmaz. Yahya Baba artanları yine yüklenir, Tuna'nın yolunu tutar. Tam kepçeyi daldırıp balıklara atarken Padişah ortaya çıkar.

 

"Ne oluyor bre der. Yoksa devlet malını israfmı edersin?"

 

Yahya Baba tutulur kalır. Ancak balıklar kafalarını sudan çıkarıp;

 

"Ayıp olmuyormu sultanım derler. Koca devletin artığını bize çok mu görüyorsun?"

 

Yahya Baba öylesine mahçup olur ki, anlatılamaz. Utancından secdeye kapanır, Allah'a sığınır. Bâyezîd-i Velî onun kalkmasını bekler, ama geçmiş ola....

 

Mübarek çoktan rûhunu teslim edip kavuşmuştur rahmet-i Rahmana

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bir sûfi Bağdat pazarını gezerken bir ses duydu.

 

Bir satıcı; “ Bir hayli malım var, çok ucuza satıyorum,alan yok mu?” diye bağırıyordu.

 

Sûfi satıcının yanına yaklaştı ve:

 

“Ucuza satıyorum diyorsun, hiç’e de verir misin?” diye sordu.

 

Satıcı: “ Git başımdan be adam! Sen deli misin ki? Kim hiçe karşılık başkasına bir şey verir?"

 

Sûfi: “ veriyor” dedi.

 

“Üstelik hiçe karşılık her şeyi veriyor, istersen daha da fazlasını ihsan ediyor.”

Share this post


Link to post
Share on other sites

Küçük şeyler!

 

Hayatımızda bırakın saatleri dakikaları hatta saniyelerin ne kadar önemli

 

olduğunu anlatan güzel bir yazı...

 

Saniyelerin ne kadar önemli olduğunu benden daha iyi kimse bilemez.

 

Küçük seyler...

 

11. Eylül İkiz Kulelere saldırı sonrası binadaki firmalardan birinin

 

hayatta kalanlarla yapılan sabah toplantısında güvenlik görevlilerinin

 

başı orada

 

hayatta kalabilenlerle ilgili şunları anlatmış; Küçük şeyler;

 

O sabah

 

- Firma müdürü o gün oğlu ana okuluna başladığı için işe geç kalmış

 

- Birinin o gün ofis kahvaltısına getirilecek Donut'ları alma sırasıymış

 

- Bayan elemanlardan birinin sabah alarmı çalmamış

 

- Biri kaza yüzünden trafiğe takılmış

 

- Biri otobüsünü kaçırmış

 

- Biri kıyafetini lekelemiş, üstünü değiştirmek vakit almış

 

- Birinin arabası çalışmamış

 

- Biri telefonu cevaplamak için geri dönmüş

 

- Biri çocuğunu hazırlamakta zorlanmış, geç kalmış

 

- Biri taksi bulamamış

 

Ama en etkileyicisi biri o gün ofise yeni aldığı ayakkabıları giymiş,

 

ayakkabı ayağını rahatsız etmiş ve bir eczaneye uğramış, yara bantı almak

 

için !!!

 

Bu gün hayatta olma sebebi olan bantı almak için...

 

Şu anda trafikte sıkıştığımda, asansörü kaçırdığımda, bir telefona cevap

 

vermem gerektiğinde, yani beni rahatsız eden küçük şeyler olduğunda,

 

Rabbimin benim o anda orada olmam gerektiğini istediğini düşünüyorum.

 

Bir daha ki sefere, sabahınız tersliklerle başladığında, çocuklarınız

 

giyinmek istemediğinde, arabanın anahtarını bulamadığınızda, bütün trafik

 

ışıklarına takıldığınızda, huzursuz olmayın, sinirlenmeyin.

 

Tanrının o an sizi gözetlediğini ve koruduğunu düşünün...

 

Küçüçük tersliklerle belki de Mevla'nın sizi o anda koruduğu için

 

yaşanıyordur ve biz umarım küçük sıkıntılı anlarda bunun olası nedenlerini hatırlarız ....

Share this post


Link to post
Share on other sites

Neden Ben....demeyin

 

Efsane tenis oyuncusu Arthur ashe aidsten ölmek üzereydi.dünyanın her köşesindeki hayranlarından kendisine mektuplar yağmaktaydı.bunlardan bir tanesinde şöyle yazıyordu.neden tanrı böylesine kötü bir hastalık için seni seçti?arthur ashe buna şu cevabı verdi.tüm dünyada 50 milyon çocuk tenis oynamaya başlar.bunların 5 milyonu tenis oynamayı öğrenir.500 bini profesyonel olur.5 bini büyük turnuvalara katılır yarı finale 4 finale 2 kişi kalır ve ben elimde şampiyonluk madalyasını tutarken tanrıya neden ben demedim?bugün sancı çekerken neden ben diyemem?zorluklar insanı güçlü hüzünler mütevazi yenilgiler insanı insan yapar.ama yalnız tanrı yolumuza devam etmemizi sağlar.tanrıya niye ben diye sormayın.onun kendine has usulleri var.İNANCINIZI KORUYUN

Share this post


Link to post
Share on other sites

.

 

 

....Eski bir hikayeye göre bir gün,oldukca hasta olan bir adam tekerlekli sandalyeyle,cam kenarındaki bir yatakta yatan başka bir hastanın bulunduğu hastane odasına getirilir.. İki hasta arkadaş olduktan sonra ,cam kenarında yatan hasta saatlerce pancereden dışarısını seyredip yatalak arkadaşına dış dünyanın canlı tasvirini yapar..

 

Bazı günler hastanenin karşısındaki parkta ağaçların ne kadar güzel göründüğünü ve rüzgarda nasıl dans ettiklerini anlatır..Bazı günler de ,hastanenin etrafında yürüyen insanların neler yaptıklarını bıre bir anlatarak arkadaşını eğlendirir.. Ancak zaman geçtikçe ,yatalak hasta ,arkadaşının ona anlattığı güzellikleri bizzat kendi göremediğinden dolayı hayak kırıklığı yaşamaya başlar..Gitgide ondan hoşlanmamaya başlar,nihayetinde de ondan iyice nefret eder...

 

Bir gece ,kötü bir öksürük krizi esnasında cam kenarında yatan hastanın nefesi tıkanır..Diğer hasta düğmeye basıp yardım çağırmak yerine ,hiçbirşey yapmamayı seçer..

Ertesi sabah,camdan dışarıda olan biteni anlatarak arkadaşını mutlu etmek için onca çaba göstermiş olan hastanın öldüğü açıklanır ve sedyeyle hastane odasından çıkarılır..

 

Diğer hasta vakit kaybetmeden yatağının pencere yanına yerleştirilmesini rica eder ve hemşire bu ricasını kabul eder.. Ama adam camdan dışarı baktığında ,gördükleri karşısında derinden sarsılır : Pencere tuğla bir duvara bakmaktadır.Eski oda arkadaşı canlandırmaya çalıştığı o inanılmaz manzaraları ,sadece arkadaşını zor zamanlarında biraz rahatlatmak için sevgisinin bir göstergesi olarak hayal etmiştir ; ona çıkarsız bir sevgi sunmuştur..

 

Bu hikayeyi her düşündüğümde kişisel bakış açımda bir değişiklik oluşur..

Zor bir duruma düştüğümüzde ,daha mutlu yaşamak ,daha tatminkar bir hayat sürmek için bakış açımızı değiştirmeli ve sürekli kendimize '' Bu olumsuz gibi görünen duruma daha öğretici,daha zeki bir bakış açısıyla bakılabilir mi ? '' diye sormalıyız..En büyük fizikcilerden Stephan Hawking ,bir röportajında yüz trilyon galaksinin birinde,orta büyüklükteki bir yıldızın küçük bir gezegeninde yaşadığımızı söylemişti.. Bakış açısında bir değişim için buna ne dersiniz?.. Bu bilginin ışığında baktığımızda sorunlarımız gerçekten o kadar da büyükmü ? Yaşadığınız sıkıntılar yada sık sık yüzleştiğiniz engeller ,gerçekten de sizin düşündüğünüz kadar ciddi mi ?...

 

Bu gezegende o kadar kısa kalıyoruz ki ... Her şeyin genel bir şeması alındığında ,yaşamlarımızın sonsuzluğu içinde bir nokta gibi.. O halde ,bu yolculuktan keyif alacak bilgeliğe sahip olun ve yaşam sürecinizin tadını çıkarın....

 

 

.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bu hikaye müthiş bir hikayedir. Zannedersem dava yoluna girmediğim zaman okumuştum ve beni parmparça etmişti. Buraya taşıdığın için sana teşekkürlerimi sunuyorum kardeşim.

Share this post


Link to post
Share on other sites
Bu hikaye müthiş bir hikayedir. Zannedersem dava yoluna girmediğim zaman okumuştum ve beni parmparça etmişti. Buraya taşıdığın için sana teşekkürlerimi sunuyorum kardeşim.

Bu hİkaye , meşhur kitap ''Ferrarisini satan bilge''nin yazarı Robin Sharma 'ya ait ''Sen Ölünce Kim Ağlar '' Kitabindan alınmıs ,ve sizlerin paylaşımına sunulmuştur..

Seninde dediğim gibi kardeşim;müthiş bir eser dir.. okumuş olman güzel...

Selametle...

Share this post


Link to post
Share on other sites

ZEKAT, MALI KORUR

 

Hazreti Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bir gün ashabına zekatın faydalarından bahsediyor: -Zekat malınızı manevi bir kale ile muhafaza altına alır, buyuruyordu. Yoldan geçmekte olan bir nasrani, bu sözleri duydu ve denemeye karar verdi; eve gitti nesi varsa zekatını ve sadakasını ayırdı; fakir fukaraya taksim etti. Bu sıralarda onun bir ortağı ticaret maksadıyla sefere çıkmıştı. Hristiyan: - Eğer diyordu, Muhammed'in dediği doğru çıkarsa onun hak peygamber olduğuna karar verir ve dinini kabul ederim, yok eğer bu kadar mal; taksim ettiğim halde bir faidesi olmazsa, kılıcımı alır onunla harbederim diyordu. Hristiyan, verdiği sadakanın neticesini beklerken ortağındasn bir metup aldı. Mektupta: - Malesef yolumuzu eşkiyalar kesti ve kervanda ne varsa her şeyi aldılar, deniyordu. Hristiyan beyninden vurulmuşa döndü. Kılıcı aldığı gibi Hazreti Muhammed'i öldürmek üzere yola çıktı. Pür hiddet yoluna devam ederken ikinci bir mektup daha geldi ortağından. Orda ise şöyle yazıyordu: - Daha evvel size yazdığım mektup tamamen ters çıktı. Bizim devenin biri sakatlanmış ve ben kervandan bir kaç yüz metre geri kalmıştım. Önümdeki kervanın tamamen yağma edildiğini görünce mutlaka beni de yakalarlar diye sana birinci mektubu yazmıştım. Fakat ne hikmetse beni görmeden çekip gittiler ve bizim malımız eşkiyalardan böylece kurtuldu. Miç müteessir olmayınız sağ salim yolumuza devam ediyoruz Adam ortağından bu haberi alınca, doğru Resulüllah'ın huzuruna varıp: - Ya Resûlellah! Bana İslamiyeti tarif et. Senin söylediklerini denedim ve faidesini gözlerimle gördüm. Artık Müslüman olmak istiyorum, der ve şehadet getitip Müslüman olur.

 

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ana Kuzusu

Cuma namazındaydık. Sağ tarafımda yaşlı bir adam, onun sağında ise tek kişilik boş yer vardı. Yaşlı adam, farza kalkarken arkaya döndü ve boşluğun gerisinde duran 14-15 yaşlarındaki gence:

-

Saf'ı doldur evlat, dedi. Gel yanıma.

 

Çocuk, mahcup bir ifâdeyle:

 

- Mümkünse burada kılmak istiyorum, diye kekeledi. Oraya başkası geçebilir.

 

Yaşlı adam, çocuğun üzerinde bulunduğu uzun tüylü yeşil halıyı göstererek:

 

- Ne o dedi. Yoksa orası daha yumuşak diye mi gelmiyorsun?

 

Ve öfkeyle devam etti:

 

- Anne kuzusu, ne olacak...

 

Namaz bittiğinde, yaşlı adamın Cuma'sını tebrik ettim. Arkadaki genç de gelerek onun elini öptü. Adam, söylediklerine çoktan pişman olmuştu. Delikanlının nurlu yanaklarını okşarken:

 

- Sana 'anne kuzusu' dediğim için kusura bakma yavrum, dedi. Bir anda ağzımdan kaçtı işte...

 

Çocuğun gözleri dolu doluydu. Başını yere eğerken:

 

- Bu söylediklerinizde haklısınız efendim, dedi. Üzerinde namaz kılmak için ısrar ettiğim halı, vefât ettiğinde annemin tabutuna örtülmüştü. Orada secdeye kapandığımda, sanki beni kucaklamış gibi oluyor da...

Cüneyd Suâvi (Hayatın İçinden)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yırtık pırtık paltolar giymiş iki çocuk kapımı çaldı.

"Eski gazeteniz varmı, bayan?"

Çok işim vardı. Önce hayır demek istedim, ama ayaklarına gözüm ilişince sustum. İkisinin de ayaklarında eski sandalatler vardı ve ayakları su içindeydi.

"İçeri girin de size kakao yapayım." dedim.

Hiç konuşmuyorlardı. Islak ayakkabıları halıda iz bırakmıştı. Kakaonun yanında reçel ekmek de hazırladım onlara, belki dışarıdaki soğuğu unutturabilir, azıcık da olsa ısıtabilirdim minikleri.

 

Onlar şöminenin önünde karınlarını doyururken ben de mutfağa döndüm ve yarıda bıraktığım işleri yapmaya koyuldum. Oturma odasında ki sessizlik dikkatimi çekti. Bir an kafamı uzattım içeriye küçük kız elindeki boş fincana bakıyordu. Erkek çocuğu bana döndü ve "Bayan, siz zenginmisiniz?" diye sordu.

 

"Zengin mi? Yo hayır!" diye cevaplarken çocuğu, gözlerim bir an ayağımdaki eski terliklere kaydı.

 

Kız elindeki fincanı tabağına dikkatle yerleştirdi ve

"Sizin fincanlarınız ve fincan tabaklarınız takım." dedi.

Sesindeki açlık, karın açlığına benzemiyordu. Sonra gazetelerini alıp çıktılar dışarıdaki soğuğa. Teşekkür bile etmemişlerdi, ama buna gerek yoktu. Teşekkür etmekten daha öte birşey yapmışlardı. Düz mavi fincanlarım ve fincan tabaklarım takımdı. Pişirdiğim patateslerin tadına baktım. Sıcacıktı patatesler.

 

Başımızı sokacak evimiz vardı. Bir eşim vardı ve eşimin de bir işi, bunlar da fincanlarım ve fincan tabaklarım gibi uyum içindeydi. Sandalyeleri şöminenin önünden kaldırıp, yerlerine yerleştirdim. Çocukların sandaletlerinin çamur izleri halının üzerindeydi hala. Silmedim ayak izlerini. Silmeyeceğim de.

 

Olur ya; unutuveririm ne denli zengin olduğumu......

Share this post


Link to post
Share on other sites
- Bu söylediklerinizde haklısınız efendim, dedi. Üzerinde namaz kılmak için ısrar ettiğim halı, vefât ettiğinde annemin tabutuna örtülmüştü. Orada secdeye kapandığımda, sanki beni kucaklamış gibi oluyor da...

 

 

Bazı şeylerin kıymetini kaybetmeden bilemiyoruz.Zamanında kıymetini bilmemiz gereken şeylerden biride Annelermiz olsa gerek.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Hayatın içinden serisini her okuyuşumda hiç sıkılmam ve büyük zevk alırım. Paylaştığın için ALLAH razı olsun kevser kardeş.

Share this post


Link to post
Share on other sites
Hayatın içinden serisini her okuyuşumda hiç sıkılmam ve büyük zevk alırım. Paylaştığın için ALLAH razı olsun kevser kardeş.

 

teşekkür ederim kardeşim Allah sendende razı olsun

 

selam ve duayla............

Share this post


Link to post
Share on other sites

Tekkelimeyle harika bir paylaşımda sağol kardeşim Allah razı olsun...

 

Rabbim bizlere unutturmasın nedenli zengin olduğumuzu...

 

daima şükretmesini bilenlerden olalım inşAllah...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...