Mustafa Cilasun 27 Report post Posted February 5, 2008 Her şey insan için insanlıktan öte..görebilen gözlerine saglık... Eyvallah değerli kardeşim sevgilerimle selamlar gönderiyorum... Quote Share this post Link to post Share on other sites
Mustafa Cilasun 27 Report post Posted February 5, 2008 Bulvarların kullanım hakkıBiliyoruz ki insanın kudretinde saklı Sırnaşlık arsızlık geceden kalanda farkı Zavallı görevlilerin nahoş görünen efkârı . ben de sadece bakıyorum.bakmaktan öte gidemiyorum.. herhalde, görmek istemediğim şeyler var.. Tahammül azalınca heyhat ki heyhat! sabrı sevgiyle yoğurunca aşk kapıyı çalıyor sen hiç korkma... sevgi ve selamlarımla kardeşim... Quote Share this post Link to post Share on other sites
Mustafa Cilasun 27 Report post Posted February 6, 2008 Nakşeden İzler (anı Roman 11) Evet, tefekkürü mevt diye, rabıta diye, bir olgu bilmiyordum, daha sonra bunları kelime olarak öğrendim. Fakat ölümü düşünmek, o kadar basit ve kolay mıydı, yolu, yordamı, bu kadar sığ mıydı? Son nefesimi vermeden, o ana kadar bütün yaşantım, neye, hangi ölçüye göre şekillendi, mihengim var mıydı veya nasıl olmalıydı. Ruhlar âleminde bulunurken, verdiğimiz söze iman ettiğimiz, evet Yarabbi sen bizim Rabbimiz sin, ahdine ne kadar ve hangi koşullarda sadık kalabildim. Bunların muhasebesini yapmadan, kulluk bilincini kazanmadan, taklitten kurtulup, tahkike ermeden, günü birlik bir hayatın, sefasını veya cefasını nasıl çekerim. Çaresiz kalıp, hastalandığımız da, yatağa uzanıp yatarken, her türlü beşeri isteklerimin açılımlarını sağladığım bu yatağı, Gün evveli, mecalsiz kalmadan, cazibe merkezi olduğumuz zaman, son nefesimizin mekânı olarak, hiç düşüne bildik mi? Allah’ın ve sevgili resulünün ve ashabının, müçtehit imamların, tavsiye ve telkinlerine, duyarsız kaldım, en önemli referans ve müstakim olan bu yolu, yol pusulası olarak, telakki etmedim. Hayatımı idame ettiğim sosyal yapı, beni bana bırakmadı, sürükleyip bu hale getirdi, eşim, dostum, çevrem, hep benim gibi yaşıyorlardı diye söylenmem! Çok canlı ve diriydim, istek ve heveslerim bitmek bilmiyordu, ona yetişeyim, tatmin edeyim derken, kendimi ansızın yatakta buluverdim birden, diyerek figan etmem! Bunca yıl ve farkında olmadan yaşadığım ömrüm, ansızın nasıl geçmiş anlayamadım ve şu an inanın şaşırdım kaldım, diye feryat etmem! Şimdi ne düşüneceğimi dahi, bilememenin aczini yaşıyorum, evet bu dünyada işimiz bitti belli ki gidiyoruz, diye kederlenmem! Ama nereye ve nasıl bir yere, gideceğim hakkında mütereddit olarak, tabuta kefenlenip konacağız, salaca ya konup arkamızdan gelenlere bakacağız, diyerek hayıflanmam! Tabuttan çıkarılıp üç metre kefenle, bizi hasretle bekleyen ve asla reddetmeyen, sergisi topsak olan, meçhulde derinliği bulunan kabir’e bir çırpıda konacağız! Ruhumuzun terk ettiği dünya ve nimetlerini, bir mühlet sonra da kefen ve etlerimiz çürüyerek, iskeletimizi bir ati olarak neslimize sunacağız! Sorgu meleklerine ne diyeceğiz, bilemiyoruz haşyet ve taaccüple şaşırıp kalacağız, kabir âlemi ve azabı neyse onu mutlaka göreceğiz ve öğreneceğiz! Cehennem çukurlarından olan, bir çukura mı, yoksa cennet bahçelerinden bir bahçeye mi, kapı aralandığını amellerimiz ölçüsünde karar verilerek, mahşer gününü beklemek zorunda kalacağız! Korku, panik, haşyet duygularını, en büyük azıkmış gibi, hep yanımızda bulacağız. Ve bu duyguların, sadece dünyaya ait olmadığını, çok geçte olsa nihayet anlayacağız! İmanımızı, amellerimizi, hayırlı evlat ve varsa hizmetlerimizi, çok arayacağız beklide bulamayacağız, fakat tükenmeyen bir ümitle sürekli arayıp duracağız. Ölümün ne demek olduğunu, ancak o zaman idrak edeceğiz ve en müşahhas biçimiyle öyle anlayacağız ki, fakat bunu anlamakta bizlere bir kurtuluş sunmayacak. İşte akıl ve izan sahipleri bu aşamaları yaşamadan, hiç vakit geçmeden ve mühlet varken, varlık ve kuvvetimiz, hatta en canlı hislerimiz, bizleri terk etmeden, Düşünmek, idrak etmek ve bunun, en büyük sermaye olduğunu bilmek, şan, şöhret ve makamların insana asli yet kazandırmadığını deruhte etmek ve anlamak durumundayız. Ölümü, asıl ve bu tespitlerden yola çıkarak düşünmeliyiz, yoksa ölmüş insanların durumunu, tahayyül etmek, ibret almak için belki uygundur! Bizimde akıbetimizin, nihayetini bilmemek ve sadece tasavvur etmek ne demek! Aklederek irdelemek ve bu tespitlerden sonra düşünmek gerek. Gariptir belki, fakat anlayamadığım, taklide müteallik olgular benim için, bir çıkış yolu olarak, görünmüyordu. Şu an yaşamakta olduğum ve aramakla yorulduğum, problemlere, çözümsüzlüklere, çare olacak bir tek alternatif sunamıyordu. Maşallah, inşallah temennileri, gerekçesiz olduğu sürece, çözümün kendisi olmamalıdır! Hayatı anlamlı kılmak adına yaşarken, mesnetsiz ve içi boş saplantılara kolayımıza geldiği için niçin bel bağlıyoruz? Düşünün ki, rızkını arayan bir insan, çok az bir sermayeyle ve biraz da borçlanarak, akmaz, kokmaz kanaatiyle, Sakin bir mahallenin, kuytu bir caddesinde, kira bedeli az olduğu için, bir dükkân tutarak, sermayeyi tuhafiye işine bağlıyor ve nasıl olsa Allah kerimdir niyetiyle, müşteri beklemeye başlıyor! Geçimini, dükkân masrafını ve ödemek zorunda olduğu borçlarını, buraya gelecek müşterilerden ve kasaya girecek paradan yapacağını zannediyor. Bu tevekkel insan, aynı zamanda namaz kılıyor, tespih çekiyor, dua ve zikir ediyor, hatta boş kaldıkça kitap bile okuyor, hiçbir kötülüğe dahi bulaşmıyor. Size göre bu insan, ailesini geçindirir, borçlarını öder ve sermayesini muhafaza ederek, müşteri kitlesine ulaşması mümkün görünüyor mu? Tabi ki mümkün efenim, rızkı veren Allah’tır, nereye gidersen git, rızkın seni bulacak demek, bizlere çözümü sunacak mı? Peki, öyleyse rızkı aramanın anlamı nerede kalacak? O zaman demezler mi ki, sünnetullah ne olacak? Eğer o saf, samimi ve tevekkel insan, piyasayı araştırmaz, pazarda kendine malını satacağı piyasayı bulamaz, müşteri kitlesine ulaşamaz ve rekabet ortamında, kuvvet dengesini oluşturamaz ise; İşte bu insan, büyük bir şevkle başladığı, oldukça umutlandığı, kendi ve çocuklarının geleceği için, ufuk sandığı, Gözü gibi baktığı dükkândan ve dolayısıyla Allah tan umduğunu bulamaz. Ve bu nedenle, borçlarını dahi ödeyemez, sermayesinin ve emeğinin hakkının ne olduğunu bilemez. Netice olarak bu insan, karamsarlığa düşer, borçların ödeyemeyince panik başlar ve maalesef evinde huzuru dahi kaçar. Düzlüğe çıkmak ve sükûna kavuşmak için, çıkış aramaya başlar, Fakat alacaklı durmaz kapıya dayanır ve zili çalar, Zavallı kaçacak yer arar fakat uğraşmaktan feleği şaşar, takatsiz kalır. Şevk, cesaret, sevinç ve ümit bu insanın gönül dünyasında alabora olmuştur. Arkadaş çevresi, boş ver üzülme Allah kerimdir derler, büyük bir imtihandan geçtiğini söylerler, fakat maddi bağlamda başka bir alternatif sunamazlar. Allah’ın hiç insanı, gücünün yetmeyeceği bir yüke, tabi tutması mümkün değilse ve bizzat yaratan tarafından bu bir vaat ise; İnsanlarda, akıl, bilgi, tecrübe, istişare ve tespitlerden oluşan, kuvvet dengesini, azimetini ve iradesini, sabır ve sebatını bilerek düşünmeli, buna göre de hareket etmelidir. Nasıl kendini tehlikeden koruyorsa, yani aslanın pençesinden, timsahın dişlerinden, piton yılanının boğmasından, denize düşmekten, sağlam dişini pense ile çekmekten, vagonun altına girerek, Allah’ın izniyle kaldırırım diyerek, ahmaklığa düşmüyor ve kendini sürekli korumayı biliyorsa; Hayatımızın bütününde böyle düşünmek ve olmak zorundayız, yoksa tedbirsizlik, tevekkellik ve ahmaklık Allah için, bir imtihan vesilesi olamaz. İşte bu ve benzeri mantıkla hareket edilince; Rabıta eyleminde, sürekli mürşidi düşünmek, bizlere ne kazandırıyor ve bizleri nereye doğru sürüklüyor diye sorabilmeliyiz! Bu dine inananların onca yaşadıkları zülüm ve çektikleri sıkıntılar, sadece bir imtihan vesilesi miydi, bunca zaman farkında olmadan bulaştığımız şirk illetinden, nasıl arınıp, kurtulacaktık, diye soramaz mıyız? Ukba kelimesi, Dareyn kelimesi bizler için ne ifade ediyor, Allah’ın zatı ve subut’i sıfatlarını, niçin hakkıyla öğrenip ve idrak edemiyoruz? Neden bunlara yabancı kalıyoruz, okumuyoruz, suya, yemeğe ve bir eşe duyduğumuz ihtiyacı, böylesi hayati konularda neden göstermiyoruz? Oysaki bizlere bu hisleri veren cenabı Allah olduğunu biliyor ve bunu kabul ediyoruz, o zaman neden, onu tanımaktan korkuyoruz? Peygamber efendimizi, hakkiyle tanıyor muyuz, Kuran’ı ahenkli bir şekilde okuyanın, kulağımıza gelen hoş ve güzel sesi haricimde, başka ne anlıyoruz? Yeryüzünde en çok okunan kitabın, Kuranı kerim olduğunu biliyoruz. Fakat hiç anlaşılmadan okunan kitabında kuranı kerim olduğunu bilmiyoruz. Bu yüce kitabın anlaşılmamak üzere indiğini söyleyebilecek hiç kimse var mı? Anlayanlar, ne yapıyor, neredeler, niçin sesleri çıkmıyor, niçin bunları konuşmuyoruz? Kutbu cihan, gavsı azam diye makam tayin ettiğiniz, fakat hiçbir zaman, benim kendilerinden duymadığım, Bu mübarek insanlar, onca zülüm ve tahripleri görmüyorlar mı, neden sürekli maslahat gözetiyorlar, şecaat askıya mı alındı, öyle bile olsa niçin, kimsenin haberi olmadı? Yığınlarca insanlar, intisap edeli yıllar geçmiş, ama hala dar görüşlü, ufku kapalı, önünü göremeyen, fakat sorunları, başkalarına havale ederek, Kurtulduğunu zannedenler, hat safhada, bunları Allah için benden başka gören kimse yok mu, bu kadar yozlaşma ve erozyon, ne zaman fark edilecek ve önlenecek? Önderimiz, peygamber efendimizin, her şeyden ziyade, eğitim ve öğretime ne kadar çok önem verdiği malum, bu uğurdaki gayreti ve azmi, niçin dikkate alınmıyor? Akıl, mantık sadece ticaret ve asvata da, acımasızca kendini gösteriyor, menfaat ve çıkarcılık maalesef fevkine çıkmış, ama hala birileri tarafından her nedense görülmüyor. İyi niyetli, saf, dayanışma adına, cemaat ve ihvan’ım, Yani aynı yere intisaplı kardeşim diyerek, teslim olmak için gelen insanların, birileri tarafından aldatıldıklarını görmüyorlar, zira uğraş alanları tefekkür ve zikir! Enteresandır ama haremlik selamlık ve mahremiyet öyle anlaşılmaz bir hal almış ki, adeta tezatlar odağı olmuş. O kadar farklı ve saklı ki, ilmihal kitaplarında dahi, konu olarak yerini alamayan, haremlik, selamlık bahsi, adeta yarışa çıkmış, koşu atları gibi. Çok daha elzem ve bir o kadar öneme haiz olan, akaidi bilgileri sollamış, menzilde yerini almış, tesettür giyim diye bir de, yeni pazar oluşmuş! Bizim, sizin, bacımız dediğimiz hanım kardeşlerimiz, bizlerden öyle kaçarlar ki, yüzlerini, gözlerini takva zannederek gizler kaçırırlar. Ve hatta seslerini dahi öyle kısarak konuşurlar ki; adeta o an melek zannedersiniz mübarekleri. El, yüz ve gözlerin ve hatta sesin haram olmadığı bir din anlayışını bunlar ne hale getiriyorlar, bilinç nerede kalıyor diye sormak lazım. Fakat aynı hanımlar, pazardan mutfak masrafını ve kapıdan geçen seyyar satıcı ile pazarlığı veya sütçü ile gayet rahat şekilde ve hiç çekinmeden konuşuyorlar. İhtiyaçları her neyse onu alıyorlar, bir mağazaya gittiklerinde, çarşı, pazar gezdiklerinde, oldukça rahatlar. Aynı hanımlar resmi kurumlar dediğimiz, mekânlara gittiklerinde ise, merak ve şaşkınlık hat safhada oluyor, çünkü sosyal açılımlar öğretilmemiş, bilmiyorlar ki? Neden bunlar hiç düşünülmez, geleceğin annelerine kalıcı çözümler üretilemez, her halde çıkmaz sokakta değiliz? Bu insanlara, yön verenler, hedef tayin edenler, maslahat gözetenler, refahlarından taviz vermeyenler, her zaman tazim ve saygıyı hak ettiğini sananlardır. Ey beyefendiler neredesiniz, nelerle uğraşıyorsunuz, insanların teveccühleri, çocuklarından esirgedikleri hediyeleri, sizleri çok mu meşgul ediyor, diye soramam mı? Devletin tahakkümünden bıkmış, adı milli eğitim denen kurum adeta İslam’a savaş açmış, peygamber ocağı denen kışlada, mümin erat dışlanmış, millet adeta sahipsiz bırakılmış, Kuran’a, peygambere İslam’a susamış, yıllarca hasıraltı ettiği ne kadar ezilmişliği varsa, gözleri kapalı olarak, daldıkça dalmış. Ve böyle çaresizlik içinde, aczi yetini sorgularken, ufukta oldukça sakin görünen ve gönül enginliğinde serinleten, fevkalade huzur veren bir limana çıktığında yaratana teşekkür ederek şöyle bir düşünmüş. Ümmeti olduğu ve yıllarca özlem duyduğu sevgili peygamber efendimiz… Her zaman kendi nefsini değil, ümmetinin kurtuluşunu ve huzurunu tercih eden, onun için her şeyini vakfeden ve her zaman çözüm üreten, özeli bulunmayan bir insan. Asliye tinden ve aidiyetinden, taviz vermeyen, teklif edilen dünya ve nimetlerini reddeden, toplumunun her zaman sosyal dengelerini gözeten, Her zaman zenginlerle değil, mazlumlarla olan, varlığını suffe sakinleriyle paylaşan, her bir sorunda başvurulan, çözüm mercii olan, Rahmet peygamberi olarak gönderilen, hepimizin yüreğini fetheden, şefaat cimiz olacağını müjdeleyen, aleyhi selatü vesselam efendimiz. Önderimiz, hiç tereddüt etmeden, uğruna başımızı koyacağımız, o kutlu insanın, kâinatın sonuna kadar, mesajının silinemeyeceği efendimizin, asrıydı. Fakat o kutlu insanların, yaşadığı saadet asrını, iyice, anlayamadan, özümsemeden, kıyas etmeden, sosyal dengeleri düşünmeden, duyulduğu gibi yaşamaya kalkarsak, hatalarımız, maslahatlarımız gün yüzüne çıkarak sırtarır. İşte çözümsüzlüğe, keşmekeşliğe, bulanık suda avlanmaya, o zaman kapı aralamış oluruz, o nedenle Allah’ın veli kulları, gecenin karanlığında ki bir yıldız gibi, cazip, çekici ve celbeden olurlar. Gecenin o kuşatan esrarında, yıldızlar bizler için ne kadar muamma ise, hedefinden sapmadan, fire vermeden vuslata koşuyorsa, Allah’ın veli kulları da, ancak o kadar berrak ve şeffaf, olmak durumundadır. Olduğunca, züht ve takvayı kuşanarak, dünya ve nimetlerine boğulmadan, efradının felahını temin ederek, en güzel şekliyle Allah resulünün, ilkelerine azimet dekliğinde yaşayarak hal ehli bulunan bir kimlikte, olmak zorunluluğu vardır. Bu ölçü ve mihengi, kuşanmış olan, muttaki insanları, dareyn saadetine bir muştu sunan, Allahın hanif kullarını, Allah ve resulünün dostları olarak elbette aramalıyız, bağlanmalıyız, nasihat ve tavsiyelerine uymalıyız. Fakat böyle güzide ve müstesna insanları bulana kadar, hiç boş durmadan ve hatta yorulmadan Cenabı Hakkın lütfettiği, tüm enerjimizi ve asli hislerimizi, Aklımızı, mantığımızı ve vicdanımızı, duygularımıza teslim etmeden, onun emrine vermeden, gerçeğe koşmalıyız. Bu hedefte olmadığımız an, akıl ve mantığımızı askıya aldığımız zaman, öyle sorunlar çıkar ki, içinden çıkabilmek gayri kabil. İşte o zaman neden bu hanım bacılar neden bizlerden kaçıyorlar, hiç konuşmuyorlar ve bir hoş geldiniz dahi demiyorlar, diye merak ediyorum. Bacımız, namusumuz, diyerek onu baş tacı yapmışız, bu insanlar, tasada, sevinçte ve başlarına bir iş geldiğinde, bizim dışımızda, kimlerin kapısını çalacaklar, seyyar satıcının veya sütçünün değil herhalde. Bir kerecik ağabey nasılsınız deseler, kız çocuklarımız köşe, bucak kaçmayarak, amca nasılsınız diyerek konuşsalar, kardeşlerim ne yapıyorlar diyerek, hatırlarını sorsalar, eksilirler mi, niçin onlara bu adabı öğretemiyoruz? (devamı Nakşeden izler 12) Quote Share this post Link to post Share on other sites
Mustafa Cilasun 27 Report post Posted February 7, 2008 Siz... Biz... Hepimiz... Dirliğimiz için... Bağnazlığı terk etmeliyiz... Bir sesiz... Sezgilerimizle Ancak değerliyiz... Bizlerİdrakimiz Oranında kıymetliyiz... İrademizNispetinde kiTercihlerimizle senetliyiz... Her şeye Rağmen sizi En kalbi duygularla Elbette ki sevebilmeliyiz... Zira siz Bir himmet Ve bir şefkatsiniz... Quote Share this post Link to post Share on other sites
Mustafa Cilasun 27 Report post Posted February 7, 2008 Henüz, idrakin ve inkişafın tarafımdan bilinmeyen yıllardı… İlkokul ikinci sınıfa gidiyordum. O yıllar bir başkaydı… Heyecan ve merakın vazgeçilmez zamanlarıydı… Kendi halinde, yaşamaya çalışan bir kişiliğim vardı! Kimseye sataşmaz, bir hinlik yapmaz ruh halindeydim. Belki böyle olmak zorundaydım, arkamda kimseyi bulamazdım. Şımarıklığı, hadsizlik yapmayı içime sindiremezdim. Aynı mahalleden arkadaşlarım vardı, fakat çok farklılardı. Bir açık kapı gördüler mi, oraya nüfus etmeyi marifet sayarlardı. Babalarımız aynı iş yerlerinde çalışırlardı, aynı sokakta oynardık. Yine okulda teneffüse çıkmıştık. Semih diye arkadaş yanıma geldi. Haydi, gel de şu bakkala gidelim dedi. Sessiz kaldım ve yanına takıldım. Kalmak zorundaydım, çünkü harcayacak param hiç bulunmazdı. Semihle bakkala birlikte girdik. Ben kenarda bekliyordum. Bakkal biraz kalabalıktı, öğrenciler ihtiyaçlarını alıyorlardı. Ben Semihe bakıyordum. Ne alacaksa, alsa da çıksak diyordum. Semih her bir şeye el uzatıyor, bakıyordu. Cebine bir şeyler koyuyordu. İçimden, Semihin ne kadar çok parası varmış, diye geçiriyordum. Zil sesini duydum. Teneffüs bitmişti, öğrenciler sınıflarına giriyordu. Ben artık beklemekten sıkılmıştım, asla bir keyif almıyordum. Fakat Semih yeni tanıştığımız bir arkadaştı, babası da komisermiş. Öyle söylüyordu, Semihin yalan söyleyeceğine, ihtimal vermiyorduk. Sınıfta ve okulda ona farklı davranıyorlardı, bu çok fark ediliyordu. Nihayet Semih, alacaklarını almış olmalı ki, bana haydi gidelim dedi. Zil sesine ve sınıflara koşan öğrencilere baktığımdan, Semihin, neler aldığını pek fark etmedim ve ne kadar ödediğini göremedim. Bakkalın kapısından tam çıkıyorduk ki, bakkal amca Semihin kolundan tuttu. Yeniden içeriye aldı. Ben şaşkın bir halde, ne yapacaklarını bekliyordum. Bakkal amca, Semihin ceplerine elini sokarak, saklananları çıkartıyordu. Bir taraftan da kızgın bir şekilde Semihe bakıyordu. Nihayet durakladı. Anladım ki ben, arkadaşım Semih, verdiği paradan çok şeyler almış. Bakkal amca utanmıyor musun çalmaya, bir de öğrenci olacaksın dedi. Ben bunları duyunca, yerin dibine girdim. Yüzüm kızardı, şaşırdım kaldım. Ne olacakları bekliyordum ki, Semih fırladı ve beni göstererek söyledi! Bakkal amca, bunları bana Mustafa verdi. Sen sakla da paylaşırız dedi. Diyerek, bakkal amcaya beni, bir parmak işaretiyle gösterdi. Benim nutkum durdu. Donup kaldım. Hiçbir şey yapamadım. Ve Semih hala konuşmaya devam ediyordu. Benim babam komiser diyordu. Bakkal amca bir bana ve birde Semihe bakıyordu. Yalan söyleme diye haykırıyordu. Semih ağlamaya başladı ve babamı istiyorum diye feryat ediyordu. Ben perişan ve çaresiz olarak akıbetimi bekliyordum. Babamlar duymamalıydı. Yıkılırdım. Her bir cezayı çekmeye hazırdım, fakat Annemlar duymamalıydı. Çünkü onlar, bizleri bu konuda, çok hassas yetiştirmişlerdi. Yoksa yıkılırlardı! Bakkal amca, öğretmenimizi çağırttırdı. Polise haber vereceğini söylüyordu. Öğretmenimiz, telaşlı bir şekilde bakkala girdi. Neler olduğunu sordu. Bakkal amcada, olanları bir çırpıda, öğretmenimize anlattı. Öğretmenimiz bir nefes aldı. Yeniden bizlere dönerek, gözlerimizden bir şeyler arıyordu. Yeniden yutkundu. Mustafa’yı her zaman, evimin anahtarını vererek, bir şeyler getirmesini istemiştim. Bu güne kadar takip ettim, en ufak bir şüpheye kapılmadım diyerek savunma yaptı. Bakkal amca, bende biliyorum bu çocuk şu köşeden hiç ayrılmadı. Hiçbir şeye elini dahi uzatmadı, zavallı çocuk masun dedi. Öğretmenimiz, özür diledi ve gerekli cezayı vereceğini söylemişti. Bana, kimlerle arkadaşlık yapacağıma dair, dikkat etmemi öğütledi. Komiserin oğlu olan ve benim arkadaşım zannettiğim Semih bir iftira atmıştı. Hayatım boyunca, yaşadığım bu durumu asla unutamadım. Hüznümü yudumladım! Quote Share this post Link to post Share on other sites
Ü.Y. 46 Report post Posted February 7, 2008 İftira ve suçlama gerçekten ne acı bir şey... insan bir ömür boyu unutamaz.. ve bunu dediğiniz gibi her daim "yudumlar" . paylaşımınız için teşekkürler. Quote Share this post Link to post Share on other sites
Mustafa Cilasun 27 Report post Posted February 8, 2008 Sessizliğimin tüm Kadrelerinde nefeslenirken hilkatimin muvacehesince bir insan olmam, onun için hayatı anlamam, ruhumla barışık olmam gerekmez mi diye sormadan edemiyorum. Her şeyden habersizken…Bir sahibe muhtaçlıyken…Halimde umut için bakarken… Zaman ve mekân sayesinde sabitlenerek resmedilen o anı hangi çocuğun güzel gözlerinde, halinde ki teslimiyette görmeyiz ki… Geleceğin teminatları olarak taltif edilen bu şefkatin emanetçisi çocukların hak ve hukuku adına ne hezeyanlar beyan edilmiyor ki… Oysaki tertemiz ve berrak hafızalarıyla merakın eşiğinde nefeslenirlerken muhakkak bir teslimiyet içindedirler… Onlar için anne ve babaları tüm varlıklarını seferber ederler…Kendi hürriyetlerini vakfederler, heveslerinden vazgeçerler…Yeter ki çocuklarımız bir eminlik içinde büyüsünler diyerek… Kolay mı anne ve baba olmak…Onun değerine müdrik bulunmak… Bir zillet uğruna zevklere sarılmak…Ne olduğu belirsiz ilişkilerde bulunmak…Adına da bir hak diyerek nisaları pazarlamak… Bizim olan, milletin efradı bulunan insanlar…Hak adına nefes alan canlar çaresiz kalanlar…Bizzat hakları ellerinden sökülerek alınan zavallılar… Biliyoruz ki bunlar bizim canlardı…Sahipsiz bırakılan masum kanlardı…Teslim olmaları bizlere olan inançlarındandı… Akıl… Nesil… Can… Mal… Din… Gibi beş temel hak ve özgürlüğü korumak zorunda bulunan nizam… Nizamlara vaziyete eden bizim olan insan…Mazlumu zalimin ellerine teslim eden bir vicdan… Ben yine sakin köşemde nefes alırken…Tevdi edilen canın nihayetini beklerken…Niyazımla ellerimi yaşlarla yüzüme sürerken nasibi beklerim…. Quote Share this post Link to post Share on other sites
yer-gök 1 Report post Posted February 8, 2008 Efendim yüreğinize sağlık, birbirinin devamı olan anı- romanınızı okumaktan büyük keyif alıyorum.Öncesi güzeldi,sonrası yani serinin okuyacağım geri kalan kısmı da aynı güzellikte olacaktır. Bu okuma keyfini tattırdığınız için teşekkür ediyorum. Quote Share this post Link to post Share on other sites
Mustafa Cilasun 27 Report post Posted February 8, 2008 Kalın duvarların nefesimi daralttığı yıllardı.Birçok insanla bir şekliyle müşterekliği paylaşmak zorunluluğumuz bulunuyordu zira adeta kaçınılmaz olan vakıaydı. Tanış olduğum insanları gözlemlerken terennüm ettikleri nefeslerde hicranın izlerini görmemek mümkün değildi. Aslında saf ve temizlerdi. Bir güvenle inanmanın… O manada hadiselere bakmanın…Bilinmeyenler karşısında niyazda bulunmanın açmazıyla karşılaşıyordum. Nimetin sebebi belliyken…Nedenlerini fikredenler irdelerken…Gayretin nispetinde refahın olacağı aşikârken bu gerçek bilinirken… Hiç lüzumu gerekmeyen…İradesini avuntuya yeğleyen…Hiddet ve adaveti piyasaya sürenler karışıklık ortamında demlenirlerdi… Kurban olan her insan…İnandığını mukaddes sayar…İdealistlik o kadar işlenmiş ki marifetle anar… Bayrağımız belliyken…Milletimiz yıların dirliğini özlerken…Dinimiz vicdanlarımızda bilinmeden yeğlenirken… Sabah… Öğle… Akşam…Birilerince yönlendirilen birçok insan…Vatan… Nizam… Güzelliğinde hep kaygılandırılan… Yıllara sâri olarak gelişen…Bir girdabın içinde çaresizliğe mahkûm edilen…Bir öğrenciyken hatta çocuk yaştayken davalar ilan edilirken… Örfümün donattığı…Ailemin yıllarca anlattığı…Okullarda ezberlerin yaptırıldığı lakin hale yansımadığı… Konuların sevgi diliyle anlatılmadığı…Bilinmeyen her şeyden gereksizce kaçıldığı…Zekânın gereği olan merakın insanlarca kullanılmadığı… Bağıran şiddeti çağıranlar…Hamaset uğruna bir yatırıma koşanlar…Katledilen onca canlar, cahilleşendir bu insanlar… Ruh aşkı arar… Vicdan nefrette ne arar… Can ona şaşar…Çaresizsin… Gideceğin yeri bilensin… Sen akleden düşünensin…Hak için derlenensin sen kalbinin sahibinin sesini ne vakit dinleyeceksin. Quote Share this post Link to post Share on other sites
Mustafa Cilasun 27 Report post Posted February 12, 2008 Efendim yüreğinize sağlık, birbirinin devamı olan anı- romanınızı okumaktan büyük keyif alıyorum.Öncesi güzeldi,sonrası yani serinin okuyacağım geri kalan kısmı da aynı güzellikte olacaktır. Bu okuma keyfini tattırdığınız için teşekkür ediyorum. Değerli kardeşim çok teşekkürler ediyorum, halinizin esenliğinde güzellikler diliyorum, temenileriniz için dilerim öyle gerçekleşşir diyerek selam eğliyorum. Quote Share this post Link to post Share on other sites
Mustafa Cilasun 27 Report post Posted February 12, 2008 İftira ve suçlama gerçekten ne acı bir şey... insan bir ömür boyu unutamaz.. ve bunu dediğiniz gibi her daim "yudumlar" . paylaşımınız için teşekkürler. Melale nakşdince... sabırın kadri teneffüs edilince... çile aşkı bendinde filizleninde beyan edelim istedik... Quote Share this post Link to post Share on other sites
Mustafa Cilasun 27 Report post Posted February 13, 2008 Seni Anarken! Kalbim yine Hazanın esirinde Seni andığım bu an Geçtim yine Hayali sürurumdan Akışında seyri seferde Kırılan umutlarım Göremediğim Rüyada hayalinBitap bir hayatı yaşattı Bedenimi ruhsuz bıraktı An’ın Katresinde ki Zamanın gamına Sen söyle ben Nasıl yaslanmayayım Açmayı bıraktı güller Hiç ötmeyen bülbüller Yaramın Hicranında Ahu figan eden sebepler Silinmeyen izlerNihayetimde durmadan Açılan perdeler Melalle anılan yerler Yalnızlığımda ki Semaya uzanan Gök kubbeler refakatindeVerilen selatü selamlar Salacadan Tutan nice eller Muradına ermeyen neferler Aşk acısıyla Yanan onca gönüller Musalla taşında bekleyenler Toprağın Hasretini çeken erenler Cemal için sabra kitlenenler İstemem artık Işıkların huzmesini Yıldızların süzmesini Koklamam Artık karanfili Sineme nazar eden Umut vadeden narçiçeğini Ten bizar Ruh gülizar olsa Sevda sinede kalmayınca Aşk Kapıyı çalmayınca Gönüller Sevdalılarına akmayınca Ölüm Gelse ne çıkar Cehennemi ateşte Korlanarak bekleyen alevler NefsimiBekleyen zebaniler Haşyet içinde Bakan nice faniler Arasat’taYaşanacak nice haller Mizana hasret çeken Dil-i gül olan onca abitler Aşk acısından Bihaber nasipsizler, Şefkatsiz gönlü beklerler Quote Share this post Link to post Share on other sites
Mustafa Cilasun 27 Report post Posted February 13, 2008 Kimliğin Müşahhaslığı! Âdemi beşer Önce insan ve daha sonra Adam olmayı muhakkak hedefler Adam olma hakkını kazanmış bireyler Yaratılma hilkatine göre hareket ederler Bu insanlar Asla sığıntı olmayı Tesadüfe inanarak yaşamayı, Nedamet duymayı hedeflemezler Evli olan bir bayan, Öncelikle kimlere güven Duyacağını her şartta bilmelidir Şayet bunu bilmiyorsa, Emanet kavramına da yabancıdır Hareket ve kuvvetin Asıl sahibini bilme zorunluluğumuz mutlaktır Bilmiyorsak şayet Bireyleri, beyleri ve hanımları Sevmenin ahengini sağlayamayacağımızdan Retlerimizde hüsranı yaşamamız kaçınılmaz olacaktır Evrende hayatınıİdame ettiren bir âdemoğlu, Yaratıldığı hilkat üzerine hayatını İdame ettirmesi kaçınılmaz olandır Âdemin sulbü Ve meşrebi, Sosyal Ve psikolojik analiz gerektirir Âdem Mükellef oluncaya kadar Elbette ki masumdur bu bir hukuktur Sabiliğin cazibesi Bir emanet olarak masum Ve şefkate muhtaç olmasıyla bağlantılıdır Evrende bulunmak Mutlaka evrensel olmayı da Her birey için gerçekleştirmeyecektir Evrensel olmak için Kanaat sahibinin niyeti Cehdi, idraki ve inkişafı Bir mutlakıyeti gerektirecektir Evren, kıtaları Ülkeleri, şehirleri, kasaba Köy, belde ve mahalleleri kapsadığından Âdem Nereye giderse gitsin, Fani olmadığı müddetçe, Evrende kalmaya mahkûmdur Evreni halk eden, Onun gerçek sahibiyken Rahmetinin gereği, uyarıcı ve tebliğ Elçilerini, gaflet derinliğinde ki âdemlere göndermiş Âdemlerden İman edenler bu elçilere "Efendim" diyerek teslim oluyorlar Birde refikalar Beylerine efendi derler Rahmet elçilerin Efendiliğine itibar ve iman edenler Asla bir başka efendiye ihtiyaç duymazlar Quote Share this post Link to post Share on other sites
Mustafa Cilasun 27 Report post Posted February 13, 2008 Bizim, sizin, Bacımız dediğimiz hanım kardeşlerimiz, Bizlerden öyle kaçarlar ki, yüzlerini, gözlerini Takva zannederek gizler kaçırırlar. Ve hatta seslerini Dahi öyle kısarak konuşurlar ki; Adeta o an melek zannedersiniz mübarekleri. El, yüz ve gözlerin Ve hatta sesin haram olmadığı Bir din anlayışını bunlar, ne hale getiriyorlar, Bazen bilinç nerede kalıyor diye sormak lazım. Fakat aynı hanımlar, Pazardan mutfak masrafını Ve kapıdan geçen seyyar satıcı ile pazarlığı Pekâlâ, yapıyorlar veya sütçü ile gayet rahat Bir şekilde ve hiçte çekinmeden konuşuyorlar. İhtiyaçları Her neyse onu alıyorlar, Bir mağazaya gittiklerinde, Çarşı, pazar gezdiklerinde, oldukça rahatlar. Aynı hanımlar, Resmi kurumlar dediğimiz, Mekânlara gittiklerinde, ise merak Ve şaşkınlık hat safhada oluyor, çünkü Sosyal açılımlar öğretilmemiş, sürekli ötelenmiş. Neden bunlar hiç düşünülmez?Geleceğin anneleri için kalıcı çözümler üretilemez?Her halde çıkmaz sokakta değiliz? Bu insanlara, Yön verenler, hedef tayin edenler, Bir şekliyle maslahatı önceleyenler ne dersiniz Refahlarından Asla taviz vermeyenler, Her zaman tazim ve saygıyı Hak ettiğini sanarak gaflette olanlar! Ey beyefendiler neredesiniz? Nelerle uğraşıyorsunuz?İnsanların teveccühleri, Çocuklarından esirgedikleri hediyeleri, Sizleri çok mu meşgul ediyor, diye soramaz mıyım? Yıllarca devletin Tahakkümünden bıkmışız! Ekonomik kriz, enflasyondan usanmışız! Maarifin Kuran öğretisini, Âdemin nesebini dışlayarak, Adeta maneviyata savaş açmışlar! Kuran’a, Onu getiren peygambere En son olan din-i İslam’a susamış, Yıllarca Hasıraltı ettiği ne kadar Ezilmişliği varsa çözümleyemediğiGözleri kapalı olarak, daldıkça dalmış. Ve böyle çaresizlik içinde, Aczi yetini sorgularken, ufukta oldukça Sakin görünen ve gönül enginliğinde serinleten, Fevkalade Huzur veren bir limana çıktığında Yaratana teşekkür ederek şöyle bir düşünmüş. Ümmeti olduğu Ve yıllarca özlem duyduğu Sevgili peygamber efendimiz, Her zaman kendi Nefsini değil, ümmetinin Kurtuluşunu ve huzurunu tercih eden, Onun için Her şeyini vakfeden Ve her zaman bir çözüm üreten, Hiçbir aşmada özeli bulunmayan böyle bir insan… Asliye tinden Ve aidiyetinden, taviz vermeyen, Teklif edilen dünya ve nimetlerini reddeden, Toplumunun her zaman sosyal dengelerini gözeten… Her zaman zenginlerle değil, Mazlumlarla olan, varlığını suffe sakinleriyle paylaşan, Her bir sorunda başvurulan, çözüm mercii bulunan… Rahmet peygamberi olarak Gönderilen, hepimizin yüreğini fetheden, Şefaatçimiz olacağını müjdeleyen, Aleyhi selatü vesselam efendimiz… Hayatımızı genel olarak niçin kapsamıyor?Hülyalarımızı ve hatta rüyalarımız süslemiyor?Bu kadar mı yabancıyız, rahmet peygamberine? Evladı ayalimizden Ve hatta kendi nefsimizden, ziyade Sevmemiz gereken bir Peygamberi, Yaşadığımız hayatın genelinde neden hiç göremiyoruz! Sadece camilere Ve mübarek gecelere mi hasretmeli miyiz? Günümüz de Karşımıza çıkan en büyük problem, Silik birer birey, mazi ve atisinden bihaber aileler, Mananın kaybolduğu dolup taşan çeşitli eğlenceler… Sürekli tüketen, Asla tatmin olmayan, her bir şeye özenen bireyler olmamız ne ile ilintilidir! Artık nihayeti olan Bir hayatı yaşamaktayız Giderken dahi bir hesap yapmalıyız! Quote Share this post Link to post Share on other sites
Mustafa Cilasun 27 Report post Posted February 13, 2008 "İt ürür, kervan yürür" Söylemini çözüm üretmekte Problem yaşayanlar veya tahkiki İhmal edenler olarak değerlendirmeliyiz. İtin ürümesini Sadece bir refleks olarak Algılarsak yanılgımız kaçınılmaz olur. Kervanın Her şeye rağmen yürümesi "verilen komuta kitlenmiş" Nice mürebbiyelerin hallerini hatırlatır. Zekâ insan içindirPeki, insanda ne işe yarar? Merak ederek öğrenmemizi sağlar. Merak etmeyi Ve öğrenmeyi kimilerine Havale edenler ve bunun ne demek Olduğunu bilmeyenlerin zekâsı! Evlerimizin misafir! Odalarını süsleyen vitrinin içinde Asla kullanılmayan aksesuarlara benzer! Mazi ve atisinden bihaber Bir millet nasıl düşünülmez ise, Tarihi hakikatleri gizleyen, külleyen Ve gereksiz gören fertler ve idareciler… Millet olgusundan Yoksun renksiz ve mekanikleşmiş Kimlik erbabı olduklarını mutlaka biliyordurlar. İşte bunlara sessiz kalanları Ve alkış tutanları milletimin efradı olarak Görmek zorunda bırakılmam nedense hüzünlendirir. Quote Share this post Link to post Share on other sites
Mustafa Cilasun 27 Report post Posted February 18, 2008 Yıllardır çok geç fark ettiğim bir gerçeği sizinle paylaşmak umudunu yaşamaktayım. Sizin şimdiki mevcut halinizden hiç haberdar değilim. Satırlarımı okumaya ne kadar müsaitsiniz asla bilemiyorum Lakin derinliğimde teneffüs ettiğim hislerin adeta beni bu eylemi yapmaya zorluyor. Kendi kendime yeterli olmaktır asıl maksadım…Duygularımı bir nizam içinde ahenge erdirince…Heveslerimin izleri ardınca gidersem nedameti öncelerim… “Ritmin” hayatımın en önemli göstergesi olduğunu bilmeme rağmen, idrakin tezahürü galebe çalmayınca ne kadar işe yarıyor ki bir şeyleri bilmek! Düşünüyorum, yoksa zorunda mı kalıyorum, birde size sorayım istedim.Bilmeden düşünmeyi becermek, ön yargılarımla aydınlığa ermek ne kadar mümkün? Her bir büyüğüm veya kemale ermiş değerim bir şeyler öğretmek diliyor.Lakin öğretmenin, sevgiden yoksun başarılamayacağını hiç düşünemiyor. Beklentileri doğrultusunda veriler elde edemeyince neler söylemiyorlar ki!İşte o zamanlar kimi kime şikâyet edeceğimi bilememenin sancısıyla çekiliyorum, her zaman teklifsiz başvurduğum yalnızlığıma! Bir gün olsun babamın kollarını açarak, şefkatiyle kuşatacağı benliğimi, oğlum diyerek payelendirmesine hasretim artık mazi sayfalarının, ahir inkişafıyla bir vuzuha ereceğini ummaktan başka. Annemin her vakit geçim gailesinden hiç gülmeyen yüz hatlarını resmedecek olursan, çocukluğumda hafızana nakşettiğini, sarı kamışta seferdeyken kışın ayazında donan askerlerin yüz hatları aklıma gelmiyor değil. Ablalarım… Zavallı canlarım… Kar damlalarım…Onlardan küçük olmama rağmen onlar için sinemde duyduğum sızı o kadar şiddetli ki hatırladıkça hala gözlerim dolar. Neydi bu hayatımızda olumsuzluklara kapı aralayan nedenler?Bu kişiliğin devam edecek nesillerine vereceği nasibi hakikatler! Çocuklarına öğretecekleri bilgiler…Onların gönüllerine ekeceği sevgiler…Verecekleri güven ve serdedeceği himmetler… Bir çocuğun nazarıyla bakarken…Babanın hazin durumu çocuğun şefkatine muhtaçsa…Annenin meşakkat gayretiyle ihmal ettiği değerler bulunmuyorsa… Emanet olarak tevdi edilen can ne olacak…Akranlarından farkı zaman içinde nasıl kapanacak…Melal içinde gizlenen ince yaralar nasıl deva bulacak soruluyor işte… Yalnızlığı kimi çevreler çok farklı telakki ederler!Oysaki o kadar sadık bir dosttur ki asla ondan bir endişe duymazsın. Senden hiçbir zaman bir talebi olmaz…Her vakit senin hizmetinde amadedir…Sırlarının bekçisi, ruhunun nöbetçisidir… Seni seninle yüzleştirmeyi başaran bir değerdir…O bir anne misali her zaman seni kendine tercih eder…Bir baba kudretiyle seni dehlizlerden koruyarak eminliğe salar… Sorarım bazen dirliğimde kendime…Ovalarda döşenen yeşiller içinde çiçekler ne arar!Yeşil çimenlerde gizlenen bir ayran olduğu çok aşikâr… Peki, öyleyse rengârenk çiçeklerde ne var?Yalnızlığımdan yükselen bir nida hasret kaldığın sevgi var…Güzellikler içinde gizlenen asudeliği, naifliği ruhun asliyetini haykırıyor… Sizinle her ne kadar bir tanış olmasak bile…Satırlarınızla aksettirdiğiniz manayı zarafet mefkûresi…Hissediyorum ki yalnızlığımı deşifre eden engin bir güzellikti… Bakınız bu zikredilen meyanlar da…Zahirin izleri hiç yok, soyut terennümler çok…Heveslerin bir amaca müteallik zihniyet açılımı hiç yok… Edebin bir erkân içtenliğiyle paylaşımı esastır…Zafiyetler müşahhaslıktan uzak olan zannı galiplerdir…Bunlara rağbet edenler, yalnızlığı efkârında nefes almayanlardır… Kâinatın öznesi durumunda bulunan aşk…Yaratılışın yegâne gayesi olan bu manada verilen aşk…Heva ve hevesler heba edilecek olursa şayet, ruhun hıçkırıkları duyulur… Vicdan sukutuhayal ile sızıya gark olur…Ahengin bulunmadığı, mananın uzaklaştığı her şey heder olur…Maksat insan olmaksa, adamlıkta kalmaksa, geçicilik niye reva bulsun… Seni andığım baharın çiçekleriyle var olan…Gönlümüzde zikrettiğin güzelliklerle gülü açtıran…Tefekkürü kaçınılamaz kılarak ati ve mazi senfonisi sunan payesin… Yıllarca iç içe yaşadığım yalnızlığımı seni anınca…Ne kadar çok zenginleştiğini fark ederek bazen gülüyorum…Unuttuğum hislerimde letafetler sunarak âlemlere kapı aralıyorsun… Artık sadık dostum olan yalnızlık…Zaman zaman müsaade talep ediyor halimden… Sabrediyorum, düşündükçe bir korku sarmıyor değil yeniden…Çiçekler nezaketin baharında, edebin kollarında kokusunu salarlar…Ben ise bu hasletlerden yoksun olduğum için naçarlığım nüksetmiyor değil… Biliyorum ki sen, yaratılışın gereği zarifsin…Sen hoş görünle, hataları örtüşünle sanki bir nakkaşsın…Toprağa kök salan, yağmur damlalarını anlamlaştıran ne hoş baharsın… Quote Share this post Link to post Share on other sites
kopzan 8 Report post Posted February 19, 2008 HADDİME DEĞİL AMA UMURSADIĞIM İÇİN SÖYLEMEM GEREKTİĞİNİ DÜŞÜNÜYORUM..ŞİİR DENİLİNCE ILLA BELLİ BIR HECE ÖLÇÜSÜYLE YA DA KAFİYELİ BİR DÜZEN AKLA GELMEMELİ BİLİYORUM AMA ŞİİRLERİNİZİN ÇAĞIRIŞINDA SANKİ EKSİK BİR ŞEY VAR..YA DA KENDİNİ GİZLEMEKTE ISRARCI OLAN BİR KAÇ SÖZ.. DENEME YAZIYOR MUSUNUZ?DUYGULARINIZIN İFADESİNİ ARADA DÜZ YAZI ŞEKLİNDE DENESENİZ SANKİ DAHA YAKIN OLUR GİBİ GELIYOR..EGER SADECE KENDİNİZE HITAP ETMIYORSANIZ..SELAMETLE.. Quote Share this post Link to post Share on other sites
Mustafa Cilasun 27 Report post Posted February 19, 2008 HADDİME DEĞİL AMA UMURSADIĞIM İÇİN SÖYLEMEM GEREKTİĞİNİ DÜŞÜNÜYORUM..ŞİİR DENİLİNCE ILLA BELLİ BIR HECE ÖLÇÜSÜYLE YA DA KAFİYELİ BİR DÜZEN AKLA GELMEMELİ BİLİYORUM AMA ŞİİRLERİNİZİN ÇAĞIRIŞINDA SANKİ EKSİK BİR ŞEY VAR..YA DA KENDİNİ GİZLEMEKTE ISRARCI OLAN BİR KAÇ SÖZ.. DENEME YAZIYOR MUSUNUZ?DUYGULARINIZIN İFADESİNİ ARADA DÜZ YAZI ŞEKLİNDE DENESENİZ SANKİ DAHA YAKIN OLUR GİBİ GELIYOR..EGER SADECE KENDİNİZE HITAP ETMIYORSANIZ..SELAMETLE.. Lütfen neden haddiniz olmasın küçüklüğünüze rağmen, düşüncelerinizi açık bir şekilde yararlı olmak maksadıyla beyan etmişsiniz. Yazmaya çalıştığım şiirlerin genelinde bir eksiklik vardır. Bu gerçeği ben fark edemiyorum zira şiirden en az sizin kadar anlayamıyorum. Ben sadece kelimeleri olur ya bir anlam ifade etmesi cihetiyle karakalen yazıyorum. Bu uğraşın adını paylaşım olarak telakki ediyorum. Fakat siz bu sitede yazmam konusunda bir rahatsızlık duyacak olursanız lütfen sarfı nazar etmeyiniz, ben hemen huzurunuzdan çekilirim edebim gereğince. Bimenizde belki bir fayda olacaktır, çelışmalarımı öncelikle kendi halimle hesaplşarak kaleme aldığım için bir nevi kendime hitap ediyorum sayılabilir şayet müsadeniz olursa. Her çalışma muhakkak ki farklı açılımlar sağlayacaktır. Tesirin nerede olacağı elbetteki saklıdır. Yazmak bir sanattır. Aşk adanmaktır. Anlamayan biraz bakacaktır.Bu bakımdan halimi maruz göreceğiniz kanaatiyle müsadelerinizi istirham ediyorum ve size selameteler diliyorum. Quote Share this post Link to post Share on other sites
Mustafa Cilasun 27 Report post Posted February 20, 2008 Efendim sizlere teşekkür ediyorum. On bir fasıldan bu yana okumuş olduğum hikayenin en çarpıcı ve sorgulayıcı dolayısı ile fikir kıvamının tezahürünün en zirvede olduğu yerdi. İşte a'dan z'ye kadar herşeyi kuşatan sorular silsilesinin kemiyet hesabıyla ufak numunelerini görebileceğimiz yazıda bizi "bu" hallere düşüren anlayışın karşımıza geçip hesap vermesi gerektiğini hisseder gibi oluyoruz. Her dimağın sorması ve cevaplaması gereken aksi takdirde makineleşmekten öteye geçemeyecek robot anlayışının tahakkümüne gireceği son bizleri karşılayacaktır... Değerli kardeşim alakanız için çok teşekkürler ediyorum, katkılarınız için niyaz ediyorum, sağlık ve afiyetlerle selam eğliyorum. Quote Share this post Link to post Share on other sites
Mustafa Cilasun 27 Report post Posted February 27, 2008 Şimdi Ne yapacağımın Şaşkınlığı hükmünü Sürdürüyordu hislerimde Senin fevkalade Rikkat ölçeğinde gizlediğin Bakışların Aklıma geliyordu şimdilerde Biraz sonra Asfaltla içselliği bulunan Ahşap evimizin sokağa bakan Penceresinden Seni yakinen görmem Mümkün olacaktı Salınarak Adımladığın bayır aşağı Asfalt yoldan geçip giderken Bu hali Düşünmem bile yüreğimi Ağzıma getiriyor her nedense Bu kadar cezbe Tutulmamın sebebi ne olabilirdi Hala bir anlam verebilmiş değilim Gözlerimin Önünden akıp giden Uzaklardan Nazar ederken çok cazip gelen Neydi Bir anlayabilsem Kim bilir ne kadar rahatlayacağım Öncelikle bizzat Beyan edemediğim hakikat Suhuletli duruşunda ki muazzamlıktı Seni halk eden Ne kadar cömertlik bahşetmiş Nisa kimliğinde Mihenk olarak telakki edilen Her şey sende Sanat harikası olarak tablolaşmıştı Gizlediğin Gülüşlerinde ki akıcılık Asla unutulabilir değildi Yan gözlerle Etrafını süzmen Ne kadar harikaydı Oluşturduğun Gizem karşısında meftun Olmamak içten bile değildi İnsan olarak Bu değerli can için neler Feda edilmezdi ki diye geliyor sinenin derinliğinden İşte sadece bir sergi için Aldığım davet sebebiyle bilmeden Müşterekliğimiz olan O solonda fark etmiştim sizi Ebrular için Ne kadar enfes yaklaşımınız vardı Daha önceleri hiç fark edemediğim Güzelliklere şahit olmuştum sayenizde Sizi tanıyana kadar Ebru sanatına karşı asla Sizin zaviyenizden Bakabilmeyi becerememiştim Sanata karşı Bu denli duyarlılığınızı sizinde Bir sanat harikası olan Kişiliğinizle özdeşleştiriyorum Bir gün Sizin karşınıza Çıkmaya cüret edebilirsem Yokluğunuzda Pencere kenarında Şimdi içimden geçen her şeyi Bizzat size aktaracağıma eminim Quote Share this post Link to post Share on other sites
Mustafa Cilasun 27 Report post Posted February 27, 2008 Ne kadar ruhumu Sana olan düşkünlüğünden Azat etmeye çalışsam da Bir türlü başarılı olamıyorum Sizi düşünmek zorunda Kalıyorum çaresizce düşünüyorum Adımlarımla Terk ettiğim patikalar refakatiyle Melalime Saldığın soyut iklimin Serencamında sadece bakışlar vardı İçimi Delercesine geçip giden, Beni benden ötelere sevk eden Her türlü pişmanlığı Öteleyen, merak içinde Seyri âlem ettiren bir duygu Bedenin Ahenginde nizam edilen Gözlerden dem vurmuyorum ben Hissiyat İtminanlığında var olan Dirliğin güzelliğinde düşünceleri Deşifre edecek Bir netlikte yazdığınız Satırlarınızdan bahsediyorum Siz karşımda bana Hitaben yazıyordunuz adeta Böyle bir duyguya Kendimi kaptırmaktan Her nasılsa kurtaramıyordum Yazılanların Genele hitap etmesi Biliyorum ki aslolan bir kanaattir Lakin Bu gerçeği gönlüme Anlatamıyorum bir türlü Mısralarınızda İşlediğiniz yalnızlığın İkliminde kendimi buluyorum Yozlaşmışlığın Her türlüsüne seninle Aynı ölçekten bakıyorum Sadece Sevgi için ebede ötelenen Definenin sancısıyla yaşıyorum Senin Zahirin senindir Benim için Cazip olan ruhi kimliğindir Melalimi Ötelerden nefeslenerek Hissettirme erkine erdirmendir Düşünmenin Keyfiyle terennüm ettirmendir Bu güzelliğin karşısında teslim olmamak Ne kadar Mümkündür bilemiyorum sadece İçimden geçenleri satırlara döküyorum Güllerin Çeşidini neyleyim Ben onun öznesiyle kaimim Ruhum Müddeti içinde anlam ararken Mana muhayyilesinde ahenk bulduğum Senden Hâsıl olan mısralarınla Nefes almanın şevkini yaşamaktayım Aşk eğer bir nursaVe hatta bilakis verilen onursa Nefsimi zilletten koruyorsaHalimi manayla buluşturmasına talibim Siz habersizceSatırlarınızla ruhumu işlerkenLütfeder misiniz artık hangi aşkı arayım Quote Share this post Link to post Share on other sites
Mustafa Cilasun 27 Report post Posted February 27, 2008 Gecenin Mağrurluğundan Gözlerim uykuya Eyvallah etmiyordu Sinemden Bazı mısralar Dur durak bilmeden Peşi sıra gelmek istiyordu Sanki Bir perde açılıyor ve Oyun sahnelenirken sözler Kıdemini bulmuş gibi fırlıyordu O an Hissettiklerim O kadar güzeldi ki Unutmamak adına kalemle Bir yerlere hemen yazmalıydım Yorgun yüreğime Tüneyen mısralar bir haykırış Olarak anlam buluyordu melalimde “Yeter” olarak Belir genleşen ihtar Kavurucu hırçınlığıyla Geceye anlatıyordu dertlerini Yaşamak Adına icbar olduğum, Tercihlerimde katlanmak Zorunda kaldığım daralmalar “Yeter” artık diye Yeniden nüksediyordu Adaletten Dem vuranlar Haksızlığa uğradıklarında Tüm hıncıyla Bağnazlığı savunuyorlar İnsanın en temel Hakkı olduğu halde bu hakikati Reva görenleri düşününce okumak Keyfim kayboluyor Dağların yamaçlarından Hicranım ile ötelere uzanırken Halimi Anlayacakların dirliğinde Bir vuzuha nihayet eriyordum Damlayan Gözyaşlarımla bizim Değerlerimize, örfümüze Milli Hasletlerimize Onlara anlam bahşeden Akidemize neler olmuştu Onları kimler Çalmıştı bizlerden Düşünmeden edemiyordum Tenimi titreten Açık duran pencereden Nüfus eden rüzgârla yalnız ben Bizim olan Okutmak için nelere katlanılan Öznesi rahmet olan Toprakla anlamını haykıran Yaprakla Selamlaşan Damlayla bereketi salan Kızlarımız Herkesin gözleri önünde En tabi hakları Ellerinden gasp ediliyordu Güç Zayıfın Yanında hırçınlaşır Onu Kullanmasını Bilmeyenler ise Tarih karşısında zulmüyle anılır Kimler Ne yapmadı ki Mizan Asıl olan bir hesaptır Quote Share this post Link to post Share on other sites
mirasyedi1 1 Report post Posted February 27, 2008 Mustafa Abi gönlünüze sağlık.Allah muvaffakiyet versin. Quote Share this post Link to post Share on other sites
Mustafa Cilasun 27 Report post Posted February 27, 2008 Sen giderken Gözlerinden dökülen Yaşlar karşısında metanetle Dayana bilmem gayri kabildi Her ne kadar Daha fazla üzülmemen için Gizlemeye Çalışsam da akan damlaları Senin fark etmemen mümkün değildi Çünkü senin Altıncı hissin bir başka İfadeyle ferasetin çok kuvvetliydi Henüz dudaklarımı Kıpırdatmadan aldığım nefesten Bir şey söyleyeceğimi bilecek kadar duyarlıydın. Şimdi senin için Ne söyleyebilirdim neler Geçirmezdim ki gönlümden Gönül iklimimde Yetiştirdiğin filizlerden Akseden güzellikler karşısında Bir çaresizliği yaşıyorum ne gelir elimden diye Asla seninle Vedalaşmak istemiyorum Bir şekliyle bir yolunu bularak Muhakkak seninle gelmeliydim Neye mal olursa olsun Bu tercihimi uygulamalıydım Ama nedense seni ikna edemiyordum Ben ısrar ettikçe Sen daha fazla üzülüyor Ve sessizliğinde ağlıyor, kahroluyordun Ailece göçüyordunuz Toprağı altın sanılan şehri Emin denen güzelliğe, bir şekliyle Arkadaşlığımızın Bitirilmesinin hükmüm verilmiş Meğer ailence bizlerden habersizce Babanın hiddeti Karşısında biçare annen Elinden bir kaza çıkmasından korktuğu için Sana Hakkını haram edeceğini Söyleyerek öyle ikna edebilmiş Hayrete düşmüştüm Bunları annemden duyunca, Bana verdiği öğütler silsilesinden Lakin kim Ne derse desin Gönül ferman mı dinliyor Kalbime Ben mi yön veriyorum Sanki bu hakikat bilinmiyor Sana kızacak Bir bahane bulsam belki Hiddetimden gönlüm kararır Ruhum daralır Vicdanım heba olarak Vurdumduymazlığı seçerdim kahrımdan Ama sen öyle miydinSanki bunmaz bir nadideydin Açan en güzel yasemindin Zambakların Saldığı renktin, Kelebekler kadar zariftin Hiçbir zaman Üzülmeme fırsat bırakmadın, Sen adeta beni kendine katmıştın. Şimdi çaresizliğin Girdabında gözyaşlarını akıtıyorsun. Hak her halükarda Dilendiği gibi tasarruf edilen mi Her hangi Bir ölçüsü bulunmaz mı O vakit Mükellef olma şartı Niye vardır gibi birçok sorular Hafzalamı kuşatarak şaşkınlığı yaşatıyordu Quote Share this post Link to post Share on other sites
Mustafa Cilasun 27 Report post Posted February 28, 2008 Yağmur damlaları Ritmik vuruşlarıyla pencerenin Açılarak davet edilmesi için bekliyordu Nisan Bereketinin Güzelliğini sunmak için Hayatın En bariz çekilmezliğinden Gına Gelmişlerin gönüllerinde Taze bir baharın müjdesini vermek için Umudun Kuşatıcılığından Uzaklaşan sinelerin Muvazene bulmaları için Gelecek Adına pişmanlığın Hazan içinde sararmanın Hicran ile Boyanmanın Bir çare olamayacağını Anlatıyordu adeta düşünenler için Demek istiyordu ki Varmıydı benim sizi ziyaret Edeceğimden haberiniz, gönüller için Getirdiğim Sevgi ve muhabbet iksirinin Sinenizde Husule getireceği Esenliği sizler fark edene kadar Her şeyin Bir hesabı var Hesapsız olanlar betbahtır Dilenmelidir Gayretin rucuundan sonra Samimiyetle halk eden Rab tan Bilseydin Bir damlaya dahi Ne kadar çok İhtiyaçlı bulunduğunu Haline binlerce kez şükrederdin Seni seven için Bir caziben olmalıdır Cazibe sadece Zahirle kaim değildir Fiziksel özellikler yakini Hissetmek için bir hüccettir Asıl güzelliğin ruhundaki Muhafaza edeceğin mertliktir Denklik Soysal şartların Gereği olduğunu bilmelisin Ütopiler Haz için bazen Gerekli olan değerdir Derinliğinde Zaman öldürmek iseFikredenler için hederliktir Sevgi Muhakkak ki Hak eden için sarf edilmelidir Aşk şimdilikSenin harcın değildir O nerede Vuslatın olduğunu Bilen en yüce değerdir O aşk Mürebbi Kimliğinde bir erendir HormonalZevklerin asla değildir Hevesler içinUzaklarda nazar edenRuhi muvazenedir o bir erktir Quote Share this post Link to post Share on other sites