Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Mustafa Cilasun

* Mustafa Cilasun Şiirleri *

Recommended Posts

Her şey insan için insanlıktan öte..görebilen gözlerine saglık...

 

Eyvallah değerli kardeşim sevgilerimle selamlar gönderiyorum...

Share this post


Link to post
Share on other sites
Bulvarların kullanım hakkı

Biliyoruz ki insanın kudretinde saklı

Sırnaşlık arsızlık geceden kalanda farkı

Zavallı görevlilerin nahoş görünen efkârı

 

.

ben de sadece bakıyorum.bakmaktan öte gidemiyorum.. herhalde, görmek istemediğim şeyler var..

 

Tahammül azalınca heyhat ki heyhat! sabrı sevgiyle yoğurunca aşk kapıyı çalıyor sen hiç korkma... sevgi ve selamlarımla kardeşim...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Nakşeden İzler (anı Roman 11)

 

Evet, tefekkürü mevt diye, rabıta diye, bir olgu bilmiyordum, daha sonra bunları kelime olarak öğrendim.

 

Fakat ölümü düşünmek, o kadar basit ve kolay mıydı, yolu, yordamı, bu kadar sığ mıydı?

 

Son nefesimi vermeden, o ana kadar bütün yaşantım, neye, hangi ölçüye göre şekillendi, mihengim var mıydı veya nasıl olmalıydı.

 

Ruhlar âleminde bulunurken, verdiğimiz söze iman ettiğimiz, evet Yarabbi sen bizim Rabbimiz sin, ahdine ne kadar ve hangi koşullarda sadık kalabildim.

 

Bunların muhasebesini yapmadan, kulluk bilincini kazanmadan, taklitten kurtulup, tahkike ermeden, günü birlik bir hayatın, sefasını veya cefasını nasıl çekerim.

 

Çaresiz kalıp, hastalandığımız da, yatağa uzanıp yatarken, her türlü beşeri isteklerimin açılımlarını sağladığım bu yatağı,

 

Gün evveli, mecalsiz kalmadan, cazibe merkezi olduğumuz zaman, son nefesimizin mekânı olarak, hiç düşüne bildik mi?

 

Allah’ın ve sevgili resulünün ve ashabının, müçtehit imamların, tavsiye ve telkinlerine, duyarsız kaldım, en önemli referans ve müstakim olan bu yolu, yol pusulası olarak, telakki etmedim.

 

Hayatımı idame ettiğim sosyal yapı, beni bana bırakmadı, sürükleyip bu hale getirdi, eşim, dostum, çevrem, hep benim gibi yaşıyorlardı diye söylenmem!

 

Çok canlı ve diriydim, istek ve heveslerim bitmek bilmiyordu, ona yetişeyim, tatmin edeyim derken, kendimi ansızın yatakta buluverdim birden, diyerek figan etmem!

 

Bunca yıl ve farkında olmadan yaşadığım ömrüm, ansızın nasıl geçmiş anlayamadım ve şu an inanın şaşırdım kaldım, diye feryat etmem!

 

Şimdi ne düşüneceğimi dahi, bilememenin aczini yaşıyorum, evet bu dünyada işimiz bitti belli ki gidiyoruz, diye kederlenmem!

 

Ama nereye ve nasıl bir yere, gideceğim hakkında mütereddit olarak, tabuta kefenlenip konacağız, salaca ya konup arkamızdan gelenlere bakacağız, diyerek hayıflanmam!

 

Tabuttan çıkarılıp üç metre kefenle, bizi hasretle bekleyen ve asla reddetmeyen, sergisi topsak olan, meçhulde derinliği bulunan kabir’e bir çırpıda konacağız!

 

Ruhumuzun terk ettiği dünya ve nimetlerini, bir mühlet sonra da kefen ve etlerimiz çürüyerek, iskeletimizi bir ati olarak neslimize sunacağız!

 

Sorgu meleklerine ne diyeceğiz, bilemiyoruz haşyet ve taaccüple şaşırıp kalacağız, kabir âlemi ve azabı neyse onu mutlaka göreceğiz ve öğreneceğiz!

 

Cehennem çukurlarından olan, bir çukura mı, yoksa cennet bahçelerinden bir bahçeye mi, kapı aralandığını amellerimiz ölçüsünde karar verilerek, mahşer gününü beklemek zorunda kalacağız!

 

Korku, panik, haşyet duygularını, en büyük azıkmış gibi, hep yanımızda bulacağız.

 

Ve bu duyguların, sadece dünyaya ait olmadığını, çok geçte olsa nihayet anlayacağız!

 

İmanımızı, amellerimizi, hayırlı evlat ve varsa hizmetlerimizi, çok arayacağız beklide bulamayacağız, fakat tükenmeyen bir ümitle sürekli arayıp duracağız.

 

Ölümün ne demek olduğunu, ancak o zaman idrak edeceğiz ve en müşahhas biçimiyle öyle anlayacağız ki, fakat bunu anlamakta bizlere bir kurtuluş sunmayacak.

 

İşte akıl ve izan sahipleri bu aşamaları yaşamadan, hiç vakit geçmeden ve mühlet varken, varlık ve kuvvetimiz, hatta en canlı hislerimiz, bizleri terk etmeden,

 

Düşünmek, idrak etmek ve bunun, en büyük sermaye olduğunu bilmek, şan, şöhret ve makamların insana asli yet kazandırmadığını deruhte etmek ve anlamak durumundayız.

 

Ölümü, asıl ve bu tespitlerden yola çıkarak düşünmeliyiz, yoksa ölmüş insanların durumunu, tahayyül etmek, ibret almak için belki uygundur!

 

Bizimde akıbetimizin, nihayetini bilmemek ve sadece tasavvur etmek ne demek!

 

Aklederek irdelemek ve bu tespitlerden sonra düşünmek gerek.

 

Gariptir belki, fakat anlayamadığım, taklide müteallik olgular benim için, bir çıkış yolu olarak, görünmüyordu.

 

Şu an yaşamakta olduğum ve aramakla yorulduğum, problemlere, çözümsüzlüklere, çare olacak bir tek alternatif sunamıyordu.

 

Maşallah, inşallah temennileri, gerekçesiz olduğu sürece, çözümün kendisi olmamalıdır!

 

Hayatı anlamlı kılmak adına yaşarken, mesnetsiz ve içi boş saplantılara kolayımıza geldiği için niçin bel bağlıyoruz?

 

Düşünün ki, rızkını arayan bir insan, çok az bir sermayeyle ve biraz da borçlanarak, akmaz, kokmaz kanaatiyle,

 

Sakin bir mahallenin, kuytu bir caddesinde, kira bedeli az olduğu için, bir dükkân tutarak, sermayeyi tuhafiye işine bağlıyor ve nasıl olsa Allah kerimdir niyetiyle, müşteri beklemeye başlıyor!

 

Geçimini, dükkân masrafını ve ödemek zorunda olduğu borçlarını, buraya gelecek müşterilerden ve kasaya girecek paradan yapacağını zannediyor.

 

Bu tevekkel insan, aynı zamanda namaz kılıyor, tespih çekiyor, dua ve zikir ediyor, hatta boş kaldıkça kitap bile okuyor, hiçbir kötülüğe dahi bulaşmıyor.

 

Size göre bu insan, ailesini geçindirir, borçlarını öder ve sermayesini muhafaza ederek, müşteri kitlesine ulaşması mümkün görünüyor mu?

 

Tabi ki mümkün efenim, rızkı veren Allah’tır, nereye gidersen git, rızkın seni bulacak demek, bizlere çözümü sunacak mı?

 

Peki, öyleyse rızkı aramanın anlamı nerede kalacak?

 

O zaman demezler mi ki, sünnetullah ne olacak?

 

Eğer o saf, samimi ve tevekkel insan, piyasayı araştırmaz, pazarda kendine malını satacağı piyasayı bulamaz, müşteri kitlesine ulaşamaz ve rekabet ortamında, kuvvet dengesini oluşturamaz ise;

 

İşte bu insan, büyük bir şevkle başladığı, oldukça umutlandığı, kendi ve çocuklarının geleceği için, ufuk sandığı,

 

Gözü gibi baktığı dükkândan ve dolayısıyla Allah tan umduğunu bulamaz.

 

Ve bu nedenle, borçlarını dahi ödeyemez, sermayesinin ve emeğinin hakkının ne olduğunu bilemez.

 

Netice olarak bu insan, karamsarlığa düşer, borçların ödeyemeyince panik başlar ve maalesef evinde huzuru dahi kaçar.

 

Düzlüğe çıkmak ve sükûna kavuşmak için, çıkış aramaya başlar,

Fakat alacaklı durmaz kapıya dayanır ve zili çalar,

Zavallı kaçacak yer arar fakat uğraşmaktan feleği şaşar, takatsiz kalır.

 

Şevk, cesaret, sevinç ve ümit bu insanın gönül dünyasında alabora olmuştur.

 

Arkadaş çevresi, boş ver üzülme Allah kerimdir derler, büyük bir imtihandan geçtiğini söylerler, fakat maddi bağlamda başka bir alternatif sunamazlar.

 

Allah’ın hiç insanı, gücünün yetmeyeceği bir yüke, tabi tutması mümkün değilse ve bizzat yaratan tarafından bu bir vaat ise;

 

İnsanlarda, akıl, bilgi, tecrübe, istişare ve tespitlerden oluşan, kuvvet dengesini, azimetini ve iradesini, sabır ve sebatını bilerek düşünmeli, buna göre de hareket etmelidir.

 

Nasıl kendini tehlikeden koruyorsa, yani aslanın pençesinden, timsahın dişlerinden, piton yılanının boğmasından, denize düşmekten, sağlam dişini pense ile çekmekten, vagonun altına girerek,

 

Allah’ın izniyle kaldırırım diyerek, ahmaklığa düşmüyor ve kendini sürekli korumayı biliyorsa;

 

Hayatımızın bütününde böyle düşünmek ve olmak zorundayız, yoksa tedbirsizlik, tevekkellik ve ahmaklık Allah için, bir imtihan vesilesi olamaz.

 

İşte bu ve benzeri mantıkla hareket edilince;

 

Rabıta eyleminde, sürekli mürşidi düşünmek, bizlere ne kazandırıyor ve bizleri nereye doğru sürüklüyor diye sorabilmeliyiz!

 

Bu dine inananların onca yaşadıkları zülüm ve çektikleri sıkıntılar, sadece bir imtihan vesilesi miydi, bunca zaman farkında olmadan bulaştığımız şirk illetinden, nasıl arınıp, kurtulacaktık, diye soramaz mıyız?

 

Ukba kelimesi, Dareyn kelimesi bizler için ne ifade ediyor, Allah’ın zatı ve subut’i sıfatlarını, niçin hakkıyla öğrenip ve idrak edemiyoruz?

 

Neden bunlara yabancı kalıyoruz, okumuyoruz, suya, yemeğe ve bir eşe duyduğumuz ihtiyacı, böylesi hayati konularda neden göstermiyoruz?

 

Oysaki bizlere bu hisleri veren cenabı Allah olduğunu biliyor ve bunu kabul ediyoruz, o zaman neden, onu tanımaktan korkuyoruz?

 

Peygamber efendimizi, hakkiyle tanıyor muyuz, Kuran’ı ahenkli bir şekilde okuyanın, kulağımıza gelen hoş ve güzel sesi haricimde, başka ne anlıyoruz?

 

Yeryüzünde en çok okunan kitabın, Kuranı kerim olduğunu biliyoruz.

 

Fakat hiç anlaşılmadan okunan kitabında kuranı kerim olduğunu bilmiyoruz.

 

Bu yüce kitabın anlaşılmamak üzere indiğini söyleyebilecek hiç kimse var mı?

 

Anlayanlar, ne yapıyor, neredeler, niçin sesleri çıkmıyor, niçin bunları konuşmuyoruz?

 

Kutbu cihan, gavsı azam diye makam tayin ettiğiniz, fakat hiçbir zaman, benim kendilerinden duymadığım,

 

Bu mübarek insanlar, onca zülüm ve tahripleri görmüyorlar mı, neden sürekli maslahat gözetiyorlar, şecaat askıya mı alındı, öyle bile olsa niçin, kimsenin haberi olmadı?

 

Yığınlarca insanlar, intisap edeli yıllar geçmiş, ama hala dar görüşlü, ufku kapalı, önünü göremeyen, fakat sorunları, başkalarına havale ederek,

 

Kurtulduğunu zannedenler, hat safhada, bunları Allah için benden başka gören kimse yok mu, bu kadar yozlaşma ve erozyon, ne zaman fark edilecek ve önlenecek?

 

Önderimiz, peygamber efendimizin, her şeyden ziyade, eğitim ve öğretime ne kadar çok önem verdiği malum, bu uğurdaki gayreti ve azmi, niçin dikkate alınmıyor?

 

Akıl, mantık sadece ticaret ve asvata da, acımasızca kendini gösteriyor, menfaat ve çıkarcılık maalesef fevkine çıkmış, ama hala birileri tarafından her nedense görülmüyor.

 

İyi niyetli, saf, dayanışma adına, cemaat ve ihvan’ım,

 

Yani aynı yere intisaplı kardeşim diyerek, teslim olmak için gelen insanların, birileri tarafından aldatıldıklarını görmüyorlar, zira uğraş alanları tefekkür ve zikir!

 

Enteresandır ama haremlik selamlık ve mahremiyet öyle anlaşılmaz bir hal almış ki, adeta tezatlar odağı olmuş.

 

O kadar farklı ve saklı ki, ilmihal kitaplarında dahi, konu olarak yerini alamayan, haremlik, selamlık bahsi, adeta yarışa çıkmış, koşu atları gibi.

 

Çok daha elzem ve bir o kadar öneme haiz olan, akaidi bilgileri sollamış, menzilde yerini almış, tesettür giyim diye bir de, yeni pazar oluşmuş!

 

Bizim, sizin, bacımız dediğimiz hanım kardeşlerimiz, bizlerden öyle kaçarlar ki, yüzlerini, gözlerini takva zannederek gizler kaçırırlar.

 

Ve hatta seslerini dahi öyle kısarak konuşurlar ki; adeta o an melek zannedersiniz mübarekleri.

 

El, yüz ve gözlerin ve hatta sesin haram olmadığı bir din anlayışını bunlar ne hale getiriyorlar, bilinç nerede kalıyor diye sormak lazım.

 

Fakat aynı hanımlar, pazardan mutfak masrafını ve kapıdan geçen seyyar satıcı ile pazarlığı veya sütçü ile gayet rahat şekilde ve hiç çekinmeden konuşuyorlar.

 

İhtiyaçları her neyse onu alıyorlar, bir mağazaya gittiklerinde, çarşı, pazar gezdiklerinde, oldukça rahatlar.

 

Aynı hanımlar resmi kurumlar dediğimiz, mekânlara gittiklerinde ise, merak ve şaşkınlık hat safhada oluyor, çünkü sosyal açılımlar öğretilmemiş, bilmiyorlar ki?

 

Neden bunlar hiç düşünülmez, geleceğin annelerine kalıcı çözümler üretilemez, her halde çıkmaz sokakta değiliz?

 

Bu insanlara, yön verenler, hedef tayin edenler, maslahat gözetenler, refahlarından taviz vermeyenler, her zaman tazim ve saygıyı hak ettiğini sananlardır.

 

Ey beyefendiler neredesiniz, nelerle uğraşıyorsunuz, insanların teveccühleri, çocuklarından esirgedikleri hediyeleri, sizleri çok mu meşgul ediyor, diye soramam mı?

 

Devletin tahakkümünden bıkmış, adı milli eğitim denen kurum adeta İslam’a savaş açmış, peygamber ocağı denen kışlada, mümin erat dışlanmış, millet adeta sahipsiz bırakılmış,

 

Kuran’a, peygambere İslam’a susamış, yıllarca hasıraltı ettiği ne kadar ezilmişliği varsa, gözleri kapalı olarak, daldıkça dalmış.

 

Ve böyle çaresizlik içinde, aczi yetini sorgularken, ufukta oldukça sakin görünen ve gönül enginliğinde serinleten, fevkalade huzur veren bir limana çıktığında yaratana teşekkür ederek şöyle bir düşünmüş.

 

Ümmeti olduğu ve yıllarca özlem duyduğu sevgili peygamber efendimiz…

 

Her zaman kendi nefsini değil, ümmetinin kurtuluşunu ve huzurunu tercih eden, onun için her şeyini vakfeden ve her zaman çözüm üreten, özeli bulunmayan bir insan.

 

Asliye tinden ve aidiyetinden, taviz vermeyen, teklif edilen dünya ve nimetlerini reddeden, toplumunun her zaman sosyal dengelerini gözeten,

 

Her zaman zenginlerle değil, mazlumlarla olan, varlığını suffe sakinleriyle paylaşan, her bir sorunda başvurulan, çözüm mercii olan,

 

Rahmet peygamberi olarak gönderilen, hepimizin yüreğini fetheden, şefaat cimiz olacağını müjdeleyen, aleyhi selatü vesselam efendimiz.

 

Önderimiz, hiç tereddüt etmeden, uğruna başımızı koyacağımız, o kutlu insanın, kâinatın sonuna kadar, mesajının silinemeyeceği efendimizin, asrıydı.

 

Fakat o kutlu insanların, yaşadığı saadet asrını, iyice, anlayamadan, özümsemeden, kıyas etmeden, sosyal dengeleri düşünmeden, duyulduğu gibi yaşamaya kalkarsak, hatalarımız, maslahatlarımız gün yüzüne çıkarak sırtarır.

 

İşte çözümsüzlüğe, keşmekeşliğe, bulanık suda avlanmaya, o zaman kapı aralamış oluruz, o nedenle Allah’ın veli kulları, gecenin karanlığında ki bir yıldız gibi, cazip, çekici ve celbeden olurlar.

 

Gecenin o kuşatan esrarında, yıldızlar bizler için ne kadar muamma ise, hedefinden sapmadan, fire vermeden vuslata koşuyorsa, Allah’ın veli kulları da, ancak o kadar berrak ve şeffaf, olmak durumundadır.

 

Olduğunca, züht ve takvayı kuşanarak, dünya ve nimetlerine boğulmadan, efradının felahını temin ederek, en güzel şekliyle Allah resulünün, ilkelerine azimet dekliğinde yaşayarak hal ehli bulunan bir kimlikte, olmak zorunluluğu vardır.

 

Bu ölçü ve mihengi, kuşanmış olan, muttaki insanları, dareyn saadetine bir muştu sunan, Allahın hanif kullarını, Allah ve resulünün dostları olarak elbette aramalıyız, bağlanmalıyız, nasihat ve tavsiyelerine uymalıyız.

 

Fakat böyle güzide ve müstesna insanları bulana kadar, hiç boş durmadan ve hatta yorulmadan Cenabı Hakkın lütfettiği, tüm enerjimizi ve asli hislerimizi,

 

Aklımızı, mantığımızı ve vicdanımızı, duygularımıza teslim etmeden, onun emrine vermeden, gerçeğe koşmalıyız.

 

Bu hedefte olmadığımız an, akıl ve mantığımızı askıya aldığımız zaman, öyle sorunlar çıkar ki, içinden çıkabilmek gayri kabil.

 

İşte o zaman neden bu hanım bacılar neden bizlerden kaçıyorlar, hiç konuşmuyorlar ve bir hoş geldiniz dahi demiyorlar, diye merak ediyorum.

 

Bacımız, namusumuz, diyerek onu baş tacı yapmışız, bu insanlar, tasada, sevinçte ve başlarına bir iş geldiğinde, bizim dışımızda, kimlerin kapısını çalacaklar, seyyar satıcının veya sütçünün değil herhalde.

 

Bir kerecik ağabey nasılsınız deseler, kız çocuklarımız köşe, bucak kaçmayarak, amca nasılsınız diyerek konuşsalar, kardeşlerim ne yapıyorlar diyerek, hatırlarını sorsalar, eksilirler mi, niçin onlara bu adabı öğretemiyoruz?

 

(devamı Nakşeden izler 12)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Siz... Biz...

 

Hepimiz...

Dirliğimiz için...

Bağnazlığı terk etmeliyiz...

 

Bir sesiz...

Sezgilerimizle

Ancak değerliyiz...

 

Bizler

İdrakimiz

Oranında kıymetliyiz...

 

İrademiz

Nispetinde ki

Tercihlerimizle senetliyiz...

 

Her şeye

Rağmen sizi

En kalbi duygularla

Elbette ki sevebilmeliyiz...

 

Zira siz

Bir himmet

Ve bir şefkatsiniz...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Henüz, idrakin ve inkişafın tarafımdan bilinmeyen yıllardı…

 

İlkokul ikinci sınıfa gidiyordum.

 

O yıllar bir başkaydı…

 

Heyecan ve merakın vazgeçilmez zamanlarıydı…

 

Kendi halinde, yaşamaya çalışan bir kişiliğim vardı!

 

Kimseye sataşmaz, bir hinlik yapmaz ruh halindeydim.

 

Belki böyle olmak zorundaydım, arkamda kimseyi bulamazdım.

 

Şımarıklığı, hadsizlik yapmayı içime sindiremezdim.

 

Aynı mahalleden arkadaşlarım vardı, fakat çok farklılardı.

 

Bir açık kapı gördüler mi, oraya nüfus etmeyi marifet sayarlardı.

 

Babalarımız aynı iş yerlerinde çalışırlardı, aynı sokakta oynardık.

 

Yine okulda teneffüse çıkmıştık. Semih diye arkadaş yanıma geldi.

 

Haydi, gel de şu bakkala gidelim dedi. Sessiz kaldım ve yanına takıldım.

 

Kalmak zorundaydım, çünkü harcayacak param hiç bulunmazdı.

 

Semihle bakkala birlikte girdik. Ben kenarda bekliyordum.

 

Bakkal biraz kalabalıktı, öğrenciler ihtiyaçlarını alıyorlardı.

 

Ben Semihe bakıyordum. Ne alacaksa, alsa da çıksak diyordum.

 

Semih her bir şeye el uzatıyor, bakıyordu. Cebine bir şeyler koyuyordu.

 

İçimden, Semihin ne kadar çok parası varmış, diye geçiriyordum.

 

Zil sesini duydum. Teneffüs bitmişti, öğrenciler sınıflarına giriyordu.

 

Ben artık beklemekten sıkılmıştım, asla bir keyif almıyordum.

 

Fakat Semih yeni tanıştığımız bir arkadaştı, babası da komisermiş.

 

Öyle söylüyordu, Semihin yalan söyleyeceğine, ihtimal vermiyorduk.

 

Sınıfta ve okulda ona farklı davranıyorlardı, bu çok fark ediliyordu.

 

Nihayet Semih, alacaklarını almış olmalı ki, bana haydi gidelim dedi.

 

Zil sesine ve sınıflara koşan öğrencilere baktığımdan,

 

Semihin, neler aldığını pek fark etmedim ve ne kadar ödediğini göremedim.

 

Bakkalın kapısından tam çıkıyorduk ki, bakkal amca Semihin kolundan tuttu.

 

Yeniden içeriye aldı. Ben şaşkın bir halde, ne yapacaklarını bekliyordum.

 

Bakkal amca, Semihin ceplerine elini sokarak, saklananları çıkartıyordu.

 

Bir taraftan da kızgın bir şekilde Semihe bakıyordu. Nihayet durakladı.

 

Anladım ki ben, arkadaşım Semih, verdiği paradan çok şeyler almış.

 

Bakkal amca utanmıyor musun çalmaya, bir de öğrenci olacaksın dedi.

 

Ben bunları duyunca, yerin dibine girdim. Yüzüm kızardı, şaşırdım kaldım.

 

Ne olacakları bekliyordum ki, Semih fırladı ve beni göstererek söyledi!

 

Bakkal amca, bunları bana Mustafa verdi. Sen sakla da paylaşırız dedi.

 

Diyerek, bakkal amcaya beni, bir parmak işaretiyle gösterdi.

 

Benim nutkum durdu. Donup kaldım. Hiçbir şey yapamadım.

 

Ve Semih hala konuşmaya devam ediyordu. Benim babam komiser diyordu.

 

Bakkal amca bir bana ve birde Semihe bakıyordu. Yalan söyleme diye haykırıyordu.

 

Semih ağlamaya başladı ve babamı istiyorum diye feryat ediyordu.

 

Ben perişan ve çaresiz olarak akıbetimi bekliyordum. Babamlar duymamalıydı.

 

Yıkılırdım. Her bir cezayı çekmeye hazırdım, fakat Annemlar duymamalıydı.

 

Çünkü onlar, bizleri bu konuda, çok hassas yetiştirmişlerdi. Yoksa yıkılırlardı!

 

Bakkal amca, öğretmenimizi çağırttırdı. Polise haber vereceğini söylüyordu.

 

Öğretmenimiz, telaşlı bir şekilde bakkala girdi. Neler olduğunu sordu.

 

Bakkal amcada, olanları bir çırpıda, öğretmenimize anlattı. Öğretmenimiz bir nefes aldı.

 

Yeniden bizlere dönerek, gözlerimizden bir şeyler arıyordu. Yeniden yutkundu.

 

Mustafa’yı her zaman, evimin anahtarını vererek, bir şeyler getirmesini istemiştim.

 

Bu güne kadar takip ettim, en ufak bir şüpheye kapılmadım diyerek savunma yaptı.

 

Bakkal amca, bende biliyorum bu çocuk şu köşeden hiç ayrılmadı.

 

Hiçbir şeye elini dahi uzatmadı, zavallı çocuk masun dedi.

 

Öğretmenimiz, özür diledi ve gerekli cezayı vereceğini söylemişti.

 

Bana, kimlerle arkadaşlık yapacağıma dair, dikkat etmemi öğütledi.

 

Komiserin oğlu olan ve benim arkadaşım zannettiğim Semih bir iftira atmıştı.

 

Hayatım boyunca, yaşadığım bu durumu asla unutamadım. Hüznümü yudumladım!

Share this post


Link to post
Share on other sites

İftira ve suçlama gerçekten ne acı bir şey... insan bir ömür boyu unutamaz.. ve bunu dediğiniz gibi her daim "yudumlar" .

paylaşımınız için teşekkürler.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Sessizliğimin tüm Kadrelerinde nefeslenirken hilkatimin muvacehesince bir insan olmam, onun için hayatı anlamam, ruhumla barışık olmam gerekmez mi diye sormadan edemiyorum.

 

Her şeyden habersizken…

Bir sahibe muhtaçlıyken…

Halimde umut için bakarken…

 

Zaman ve mekân sayesinde sabitlenerek resmedilen o anı hangi çocuğun güzel gözlerinde, halinde ki teslimiyette görmeyiz ki…

 

Geleceğin teminatları olarak taltif edilen bu şefkatin emanetçisi çocukların hak ve hukuku adına ne hezeyanlar beyan edilmiyor ki…

 

Oysaki tertemiz ve berrak hafızalarıyla merakın eşiğinde nefeslenirlerken muhakkak bir teslimiyet içindedirler…

 

Onlar için anne ve babaları tüm varlıklarını seferber ederler…

Kendi hürriyetlerini vakfederler, heveslerinden vazgeçerler…

Yeter ki çocuklarımız bir eminlik içinde büyüsünler diyerek…

 

Kolay mı anne ve baba olmak…

Onun değerine müdrik bulunmak…

 

Bir zillet uğruna zevklere sarılmak…

Ne olduğu belirsiz ilişkilerde bulunmak…

Adına da bir hak diyerek nisaları pazarlamak…

 

Bizim olan, milletin efradı bulunan insanlar…

Hak adına nefes alan canlar çaresiz kalanlar…

Bizzat hakları ellerinden sökülerek alınan zavallılar…

 

Biliyoruz ki bunlar bizim canlardı…

Sahipsiz bırakılan masum kanlardı…

Teslim olmaları bizlere olan inançlarındandı…

 

Akıl… Nesil… Can… Mal… Din…

Gibi beş temel hak ve özgürlüğü korumak zorunda bulunan nizam…

 

Nizamlara vaziyete eden bizim olan insan…

Mazlumu zalimin ellerine teslim eden bir vicdan…

 

Ben yine sakin köşemde nefes alırken…

Tevdi edilen canın nihayetini beklerken…

Niyazımla ellerimi yaşlarla yüzüme sürerken nasibi beklerim….

Share this post


Link to post
Share on other sites

Efendim yüreğinize sağlık, birbirinin devamı olan anı- romanınızı okumaktan büyük keyif alıyorum.Öncesi güzeldi,sonrası yani serinin okuyacağım geri kalan kısmı da aynı güzellikte olacaktır. Bu okuma keyfini tattırdığınız için teşekkür ediyorum.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Kalın duvarların nefesimi daralttığı yıllardı.

Birçok insanla bir şekliyle müşterekliği paylaşmak zorunluluğumuz bulunuyordu zira adeta kaçınılmaz olan vakıaydı.

 

Tanış olduğum insanları gözlemlerken terennüm ettikleri nefeslerde hicranın izlerini görmemek mümkün değildi. Aslında saf ve temizlerdi.

 

Bir güvenle inanmanın…

O manada hadiselere bakmanın…

Bilinmeyenler karşısında niyazda bulunmanın açmazıyla karşılaşıyordum.

 

Nimetin sebebi belliyken…

Nedenlerini fikredenler irdelerken…

Gayretin nispetinde refahın olacağı aşikârken bu gerçek bilinirken…

 

Hiç lüzumu gerekmeyen…

İradesini avuntuya yeğleyen…

Hiddet ve adaveti piyasaya sürenler karışıklık ortamında demlenirlerdi…

 

Kurban olan her insan…

İnandığını mukaddes sayar…

İdealistlik o kadar işlenmiş ki marifetle anar…

 

Bayrağımız belliyken…

Milletimiz yıların dirliğini özlerken…

Dinimiz vicdanlarımızda bilinmeden yeğlenirken…

 

Sabah… Öğle… Akşam…

Birilerince yönlendirilen birçok insan…

Vatan… Nizam… Güzelliğinde hep kaygılandırılan…

 

Yıllara sâri olarak gelişen…

Bir girdabın içinde çaresizliğe mahkûm edilen…

Bir öğrenciyken hatta çocuk yaştayken davalar ilan edilirken…

 

Örfümün donattığı…

Ailemin yıllarca anlattığı…

Okullarda ezberlerin yaptırıldığı lakin hale yansımadığı…

 

Konuların sevgi diliyle anlatılmadığı…

Bilinmeyen her şeyden gereksizce kaçıldığı…

Zekânın gereği olan merakın insanlarca kullanılmadığı…

 

Bağıran şiddeti çağıranlar…

Hamaset uğruna bir yatırıma koşanlar…

Katledilen onca canlar, cahilleşendir bu insanlar…

 

Ruh aşkı arar… Vicdan nefrette ne arar… Can ona şaşar…

Çaresizsin… Gideceğin yeri bilensin… Sen akleden düşünensin…

Hak için derlenensin sen kalbinin sahibinin sesini ne vakit dinleyeceksin.

Share this post


Link to post
Share on other sites
Efendim yüreğinize sağlık, birbirinin devamı olan anı- romanınızı okumaktan büyük keyif alıyorum.Öncesi güzeldi,sonrası yani serinin okuyacağım geri kalan kısmı da aynı güzellikte olacaktır. Bu okuma keyfini tattırdığınız için teşekkür ediyorum.

 

 

Değerli kardeşim çok teşekkürler ediyorum, halinizin esenliğinde güzellikler diliyorum, temenileriniz için dilerim öyle gerçekleşşir diyerek selam eğliyorum.

Share this post


Link to post
Share on other sites
İftira ve suçlama gerçekten ne acı bir şey... insan bir ömür boyu unutamaz.. ve bunu dediğiniz gibi her daim "yudumlar" .

paylaşımınız için teşekkürler.

 

Melale nakşdince... sabırın kadri teneffüs edilince... çile aşkı bendinde filizleninde beyan edelim istedik...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Seni Anarken!

 

Kalbim yine

Hazanın esirinde

Seni andığım bu an

 

Geçtim yine

Hayali sürurumdan

Akışında seyri seferde

 

Kırılan umutlarım

Göremediğim

Rüyada hayalin

Bitap bir hayatı yaşattı

Bedenimi ruhsuz bıraktı

 

An’ın

Katresinde ki

Zamanın gamına

Sen söyle ben

Nasıl yaslanmayayım

 

Açmayı bıraktı güller

Hiç ötmeyen bülbüller

Yaramın Hicranında

Ahu figan eden sebepler

 

Silinmeyen izler

Nihayetimde durmadan

Açılan perdeler

Melalle anılan yerler

 

Yalnızlığımda ki

Semaya uzanan

Gök kubbeler refakatinde

Verilen selatü selamlar

 

Salacadan

Tutan nice eller

Muradına ermeyen neferler

 

Aşk acısıyla

Yanan onca gönüller

Musalla taşında bekleyenler

 

Toprağın

Hasretini çeken erenler

Cemal için sabra kitlenenler

 

İstemem artık

Işıkların huzmesini

Yıldızların süzmesini

 

Koklamam

Artık karanfili

Sineme nazar eden

Umut vadeden narçiçeğini

 

Ten bizar

Ruh gülizar olsa

Sevda sinede kalmayınca

 

Aşk

Kapıyı çalmayınca

Gönüller

Sevdalılarına akmayınca

 

Ölüm

Gelse ne çıkar

Cehennemi ateşte

Korlanarak bekleyen alevler

 

Nefsimi

Bekleyen zebaniler

Haşyet içinde

Bakan nice faniler

 

Arasat’ta

Yaşanacak nice haller

Mizana hasret çeken

Dil-i gül olan onca abitler

 

Aşk acısından

Bihaber nasipsizler,

Şefkatsiz gönlü beklerler

Share this post


Link to post
Share on other sites

Kimliğin Müşahhaslığı!

 

Âdemi beşer

Önce insan ve daha sonra

Adam olmayı muhakkak hedefler

Adam olma hakkını kazanmış bireyler

Yaratılma hilkatine göre hareket ederler

 

Bu insanlar

Asla sığıntı olmayı

Tesadüfe inanarak yaşamayı,

Nedamet duymayı hedeflemezler

 

Evli olan bir bayan,

Öncelikle kimlere güven

Duyacağını her şartta bilmelidir

 

Şayet bunu bilmiyorsa,

Emanet kavramına da yabancıdır

Hareket ve kuvvetin

Asıl sahibini bilme zorunluluğumuz mutlaktır

 

Bilmiyorsak şayet

Bireyleri, beyleri ve hanımları

Sevmenin ahengini sağlayamayacağımızdan

Retlerimizde hüsranı yaşamamız kaçınılmaz olacaktır

 

Evrende hayatını

İdame ettiren bir âdemoğlu,

Yaratıldığı hilkat üzerine hayatını

İdame ettirmesi kaçınılmaz olandır

 

Âdemin sulbü

Ve meşrebi, Sosyal

Ve psikolojik analiz gerektirir

 

Âdem

Mükellef oluncaya kadar

Elbette ki masumdur bu bir hukuktur

 

Sabiliğin cazibesi

Bir emanet olarak masum

Ve şefkate muhtaç olmasıyla bağlantılıdır

 

Evrende bulunmak

Mutlaka evrensel olmayı da

Her birey için gerçekleştirmeyecektir

 

Evrensel olmak için

Kanaat sahibinin niyeti

Cehdi, idraki ve inkişafı

Bir mutlakıyeti gerektirecektir

 

Evren, kıtaları

Ülkeleri, şehirleri, kasaba

Köy, belde ve mahalleleri kapsadığından

 

Âdem

Nereye giderse gitsin,

Fani olmadığı müddetçe,

Evrende kalmaya mahkûmdur

 

Evreni halk eden,

Onun gerçek sahibiyken

Rahmetinin gereği, uyarıcı ve tebliğ

Elçilerini, gaflet derinliğinde ki âdemlere göndermiş

 

Âdemlerden

İman edenler bu elçilere

"Efendim" diyerek teslim oluyorlar

 

Birde refikalar

Beylerine efendi derler

 

Rahmet elçilerin

Efendiliğine itibar ve iman edenler

Asla bir başka efendiye ihtiyaç duymazlar

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bizim, sizin,

Bacımız dediğimiz hanım kardeşlerimiz,

Bizlerden öyle kaçarlar ki, yüzlerini, gözlerini

Takva zannederek gizler kaçırırlar.

 

Ve hatta seslerini

Dahi öyle kısarak konuşurlar ki;

Adeta o an melek zannedersiniz mübarekleri.

 

El, yüz ve gözlerin

Ve hatta sesin haram olmadığı

Bir din anlayışını bunlar, ne hale getiriyorlar,

Bazen bilinç nerede kalıyor diye sormak lazım.

 

Fakat aynı hanımlar,

Pazardan mutfak masrafını

Ve kapıdan geçen seyyar satıcı ile pazarlığı

Pekâlâ, yapıyorlar veya sütçü ile gayet rahat

Bir şekilde ve hiçte çekinmeden konuşuyorlar.

 

İhtiyaçları

Her neyse onu alıyorlar,

Bir mağazaya gittiklerinde,

Çarşı, pazar gezdiklerinde, oldukça rahatlar.

 

Aynı hanımlar,

Resmi kurumlar dediğimiz,

Mekânlara gittiklerinde, ise merak

Ve şaşkınlık hat safhada oluyor, çünkü

Sosyal açılımlar öğretilmemiş, sürekli ötelenmiş.

 

Neden bunlar hiç düşünülmez?

Geleceğin anneleri için kalıcı çözümler üretilemez?

Her halde çıkmaz sokakta değiliz?

 

Bu insanlara,

Yön verenler, hedef tayin edenler,

Bir şekliyle maslahatı önceleyenler ne dersiniz

 

Refahlarından

Asla taviz vermeyenler,

Her zaman tazim ve saygıyı

Hak ettiğini sanarak gaflette olanlar!

 

Ey beyefendiler neredesiniz?

Nelerle uğraşıyorsunuz?

İnsanların teveccühleri,

Çocuklarından esirgedikleri hediyeleri,

Sizleri çok mu meşgul ediyor, diye soramaz mıyım?

 

Yıllarca devletin

Tahakkümünden bıkmışız!

Ekonomik kriz, enflasyondan usanmışız!

 

Maarifin Kuran öğretisini,

Âdemin nesebini dışlayarak,

Adeta maneviyata savaş açmışlar!

 

Kuran’a,

Onu getiren peygambere

En son olan din-i İslam’a susamış,

 

Yıllarca

Hasıraltı ettiği ne kadar

Ezilmişliği varsa çözümleyemediği

Gözleri kapalı olarak, daldıkça dalmış.

 

Ve böyle çaresizlik içinde,

Aczi yetini sorgularken, ufukta oldukça

Sakin görünen ve gönül enginliğinde serinleten,

 

Fevkalade

Huzur veren bir limana çıktığında

Yaratana teşekkür ederek şöyle bir düşünmüş.

 

Ümmeti olduğu

Ve yıllarca özlem duyduğu

Sevgili peygamber efendimiz,

 

Her zaman kendi

Nefsini değil, ümmetinin

Kurtuluşunu ve huzurunu tercih eden,

 

Onun için

Her şeyini vakfeden

Ve her zaman bir çözüm üreten,

Hiçbir aşmada özeli bulunmayan böyle bir insan…

 

Asliye tinden

Ve aidiyetinden, taviz vermeyen,

Teklif edilen dünya ve nimetlerini reddeden,

Toplumunun her zaman sosyal dengelerini gözeten…

 

Her zaman zenginlerle değil,

Mazlumlarla olan, varlığını suffe sakinleriyle paylaşan,

Her bir sorunda başvurulan, çözüm mercii bulunan…

 

Rahmet peygamberi olarak

Gönderilen, hepimizin yüreğini fetheden,

Şefaatçimiz olacağını müjdeleyen,

Aleyhi selatü vesselam efendimiz…

 

Hayatımızı genel olarak niçin kapsamıyor?

Hülyalarımızı ve hatta rüyalarımız süslemiyor?

Bu kadar mı yabancıyız, rahmet peygamberine?

 

Evladı ayalimizden

Ve hatta kendi nefsimizden, ziyade

Sevmemiz gereken bir Peygamberi,

Yaşadığımız hayatın genelinde neden hiç göremiyoruz!

 

Sadece camilere

Ve mübarek gecelere mi hasretmeli miyiz?

 

Günümüz de

Karşımıza çıkan en büyük problem,

Silik birer birey, mazi ve atisinden bihaber aileler,

Mananın kaybolduğu dolup taşan çeşitli eğlenceler…

 

Sürekli tüketen,

Asla tatmin olmayan,

her bir şeye özenen bireyler olmamız ne ile ilintilidir!

 

Artık nihayeti olan

Bir hayatı yaşamaktayız

Giderken dahi bir hesap yapmalıyız!

Share this post


Link to post
Share on other sites

"İt ürür, kervan yürür"

Söylemini çözüm üretmekte

Problem yaşayanlar veya tahkiki

İhmal edenler olarak değerlendirmeliyiz.

 

İtin ürümesini

Sadece bir refleks olarak

Algılarsak yanılgımız kaçınılmaz olur.

 

Kervanın

Her şeye rağmen yürümesi

"verilen komuta kitlenmiş"

Nice mürebbiyelerin hallerini hatırlatır.

 

Zekâ insan içindir

Peki, insanda ne işe yarar?

Merak ederek öğrenmemizi sağlar.

 

Merak etmeyi

Ve öğrenmeyi kimilerine

Havale edenler ve bunun ne demek

Olduğunu bilmeyenlerin zekâsı!

 

Evlerimizin misafir!

Odalarını süsleyen vitrinin içinde

Asla kullanılmayan aksesuarlara benzer!

 

Mazi ve atisinden bihaber

Bir millet nasıl düşünülmez ise,

Tarihi hakikatleri gizleyen, külleyen

Ve gereksiz gören fertler ve idareciler…

 

Millet olgusundan

Yoksun renksiz ve mekanikleşmiş

Kimlik erbabı olduklarını mutlaka biliyordurlar.

 

İşte bunlara sessiz kalanları

Ve alkış tutanları milletimin efradı olarak

Görmek zorunda bırakılmam nedense hüzünlendirir.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yıllardır çok geç fark ettiğim

bir gerçeği sizinle paylaşmak umudunu yaşamaktayım.

 

Sizin şimdiki mevcut halinizden hiç haberdar değilim.

Satırlarımı okumaya ne kadar müsaitsiniz asla bilemiyorum

 

Lakin derinliğimde teneffüs ettiğim

hislerin adeta beni bu eylemi yapmaya zorluyor.

 

Kendi kendime yeterli olmaktır asıl maksadım…

Duygularımı bir nizam içinde ahenge erdirince…

Heveslerimin izleri ardınca gidersem nedameti öncelerim…

 

“Ritmin” hayatımın en önemli göstergesi olduğunu bilmeme rağmen, idrakin tezahürü galebe çalmayınca ne kadar işe yarıyor ki bir şeyleri bilmek!

 

Düşünüyorum, yoksa zorunda mı kalıyorum, birde size sorayım istedim.

Bilmeden düşünmeyi becermek, ön yargılarımla aydınlığa ermek ne kadar mümkün?

 

Her bir büyüğüm veya kemale ermiş değerim bir şeyler öğretmek diliyor.

Lakin öğretmenin, sevgiden yoksun başarılamayacağını hiç düşünemiyor.

 

Beklentileri doğrultusunda veriler elde edemeyince neler söylemiyorlar ki!

İşte o zamanlar kimi kime şikâyet edeceğimi bilememenin sancısıyla çekiliyorum, her zaman teklifsiz başvurduğum yalnızlığıma!

 

Bir gün olsun babamın kollarını açarak, şefkatiyle kuşatacağı benliğimi, oğlum diyerek payelendirmesine hasretim artık mazi sayfalarının, ahir inkişafıyla bir vuzuha ereceğini ummaktan başka.

 

Annemin her vakit geçim gailesinden hiç gülmeyen yüz hatlarını resmedecek olursan, çocukluğumda hafızana nakşettiğini, sarı kamışta seferdeyken kışın ayazında donan askerlerin yüz hatları aklıma gelmiyor değil.

 

Ablalarım… Zavallı canlarım… Kar damlalarım…

Onlardan küçük olmama rağmen onlar için sinemde duyduğum sızı o kadar şiddetli ki hatırladıkça hala gözlerim dolar.

 

Neydi bu hayatımızda olumsuzluklara kapı aralayan nedenler?

Bu kişiliğin devam edecek nesillerine vereceği nasibi hakikatler!

 

Çocuklarına öğretecekleri bilgiler…

Onların gönüllerine ekeceği sevgiler…

Verecekleri güven ve serdedeceği himmetler…

 

Bir çocuğun nazarıyla bakarken…

Babanın hazin durumu çocuğun şefkatine muhtaçsa…

Annenin meşakkat gayretiyle ihmal ettiği değerler bulunmuyorsa…

 

Emanet olarak tevdi edilen can ne olacak…

Akranlarından farkı zaman içinde nasıl kapanacak…

Melal içinde gizlenen ince yaralar nasıl deva bulacak soruluyor işte…

 

Yalnızlığı kimi çevreler çok farklı telakki ederler!

Oysaki o kadar sadık bir dosttur ki asla ondan bir endişe duymazsın.

 

Senden hiçbir zaman bir talebi olmaz…

Her vakit senin hizmetinde amadedir…

Sırlarının bekçisi, ruhunun nöbetçisidir…

 

Seni seninle yüzleştirmeyi başaran bir değerdir…

O bir anne misali her zaman seni kendine tercih eder…

Bir baba kudretiyle seni dehlizlerden koruyarak eminliğe salar…

 

Sorarım bazen dirliğimde kendime…

Ovalarda döşenen yeşiller içinde çiçekler ne arar!

Yeşil çimenlerde gizlenen bir ayran olduğu çok aşikâr…

 

Peki, öyleyse rengârenk çiçeklerde ne var?

Yalnızlığımdan yükselen bir nida hasret kaldığın sevgi var…

Güzellikler içinde gizlenen asudeliği, naifliği ruhun asliyetini haykırıyor…

 

Sizinle her ne kadar bir tanış olmasak bile…

Satırlarınızla aksettirdiğiniz manayı zarafet mefkûresi…

Hissediyorum ki yalnızlığımı deşifre eden engin bir güzellikti…

 

Bakınız bu zikredilen meyanlar da…

Zahirin izleri hiç yok, soyut terennümler çok…

Heveslerin bir amaca müteallik zihniyet açılımı hiç yok…

 

Edebin bir erkân içtenliğiyle paylaşımı esastır…

Zafiyetler müşahhaslıktan uzak olan zannı galiplerdir…

Bunlara rağbet edenler, yalnızlığı efkârında nefes almayanlardır…

 

Kâinatın öznesi durumunda bulunan aşk…

Yaratılışın yegâne gayesi olan bu manada verilen aşk…

Heva ve hevesler heba edilecek olursa şayet, ruhun hıçkırıkları duyulur…

 

Vicdan sukutuhayal ile sızıya gark olur…

Ahengin bulunmadığı, mananın uzaklaştığı her şey heder olur…

Maksat insan olmaksa, adamlıkta kalmaksa, geçicilik niye reva bulsun…

 

Seni andığım baharın çiçekleriyle var olan…

Gönlümüzde zikrettiğin güzelliklerle gülü açtıran…

Tefekkürü kaçınılamaz kılarak ati ve mazi senfonisi sunan payesin…

 

Yıllarca iç içe yaşadığım yalnızlığımı seni anınca…

Ne kadar çok zenginleştiğini fark ederek bazen gülüyorum…

Unuttuğum hislerimde letafetler sunarak âlemlere kapı aralıyorsun…

 

Artık sadık dostum olan yalnızlık…

Zaman zaman müsaade talep ediyor halimden…

 

Sabrediyorum, düşündükçe bir korku sarmıyor değil yeniden…

Çiçekler nezaketin baharında, edebin kollarında kokusunu salarlar…

Ben ise bu hasletlerden yoksun olduğum için naçarlığım nüksetmiyor değil…

 

Biliyorum ki sen, yaratılışın gereği zarifsin…

Sen hoş görünle, hataları örtüşünle sanki bir nakkaşsın…

Toprağa kök salan, yağmur damlalarını anlamlaştıran ne hoş baharsın…

Share this post


Link to post
Share on other sites

HADDİME DEĞİL AMA UMURSADIĞIM İÇİN SÖYLEMEM GEREKTİĞİNİ DÜŞÜNÜYORUM..ŞİİR DENİLİNCE ILLA BELLİ BIR HECE ÖLÇÜSÜYLE YA DA KAFİYELİ BİR DÜZEN AKLA GELMEMELİ BİLİYORUM AMA ŞİİRLERİNİZİN ÇAĞIRIŞINDA SANKİ EKSİK BİR ŞEY VAR..YA DA KENDİNİ GİZLEMEKTE ISRARCI OLAN BİR KAÇ SÖZ.. DENEME YAZIYOR MUSUNUZ?DUYGULARINIZIN İFADESİNİ ARADA DÜZ YAZI ŞEKLİNDE DENESENİZ SANKİ DAHA YAKIN OLUR GİBİ GELIYOR..EGER SADECE KENDİNİZE HITAP ETMIYORSANIZ..SELAMETLE..

Share this post


Link to post
Share on other sites
HADDİME DEĞİL AMA UMURSADIĞIM İÇİN SÖYLEMEM GEREKTİĞİNİ DÜŞÜNÜYORUM..ŞİİR DENİLİNCE ILLA BELLİ BIR HECE ÖLÇÜSÜYLE YA DA KAFİYELİ BİR DÜZEN AKLA GELMEMELİ BİLİYORUM AMA ŞİİRLERİNİZİN ÇAĞIRIŞINDA SANKİ EKSİK BİR ŞEY VAR..YA DA KENDİNİ GİZLEMEKTE ISRARCI OLAN BİR KAÇ SÖZ.. DENEME YAZIYOR MUSUNUZ?DUYGULARINIZIN İFADESİNİ ARADA DÜZ YAZI ŞEKLİNDE DENESENİZ SANKİ DAHA YAKIN OLUR GİBİ GELIYOR..EGER SADECE KENDİNİZE HITAP ETMIYORSANIZ..SELAMETLE..

 

Lütfen neden haddiniz olmasın küçüklüğünüze rağmen, düşüncelerinizi açık bir şekilde yararlı olmak maksadıyla beyan etmişsiniz. Yazmaya çalıştığım şiirlerin genelinde bir eksiklik vardır. Bu gerçeği ben fark edemiyorum zira şiirden en az sizin kadar anlayamıyorum. Ben sadece kelimeleri olur ya bir anlam ifade etmesi cihetiyle karakalen yazıyorum. Bu uğraşın adını paylaşım olarak telakki ediyorum. Fakat siz bu sitede yazmam konusunda bir rahatsızlık duyacak olursanız lütfen sarfı nazar etmeyiniz, ben hemen huzurunuzdan çekilirim edebim gereğince. Bimenizde belki bir fayda olacaktır, çelışmalarımı öncelikle kendi halimle hesaplşarak kaleme aldığım için bir nevi kendime hitap ediyorum sayılabilir şayet müsadeniz olursa. Her çalışma muhakkak ki farklı açılımlar sağlayacaktır. Tesirin nerede olacağı elbetteki saklıdır. Yazmak bir sanattır. Aşk adanmaktır. Anlamayan biraz bakacaktır.

Bu bakımdan halimi maruz göreceğiniz kanaatiyle müsadelerinizi istirham ediyorum ve size selameteler diliyorum.

Share this post


Link to post
Share on other sites
Efendim sizlere teşekkür ediyorum. On bir fasıldan bu yana okumuş olduğum hikayenin en çarpıcı ve sorgulayıcı dolayısı ile fikir kıvamının tezahürünün en zirvede olduğu yerdi. İşte a'dan z'ye kadar herşeyi kuşatan sorular silsilesinin kemiyet hesabıyla ufak numunelerini görebileceğimiz yazıda bizi "bu" hallere düşüren anlayışın karşımıza geçip hesap vermesi gerektiğini hisseder gibi oluyoruz. Her dimağın sorması ve cevaplaması gereken aksi takdirde makineleşmekten öteye geçemeyecek robot anlayışının tahakkümüne gireceği son bizleri karşılayacaktır...

 

Değerli kardeşim alakanız için çok teşekkürler ediyorum, katkılarınız için niyaz ediyorum, sağlık ve afiyetlerle selam eğliyorum.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Şimdi

Ne yapacağımın

Şaşkınlığı hükmünü

Sürdürüyordu hislerimde

 

Senin fevkalade

Rikkat ölçeğinde gizlediğin

Bakışların

Aklıma geliyordu şimdilerde

 

Biraz sonra

Asfaltla içselliği bulunan

Ahşap evimizin sokağa bakan

 

Penceresinden

Seni yakinen görmem

Mümkün olacaktı

 

Salınarak

Adımladığın bayır aşağı

Asfalt yoldan geçip giderken

 

Bu hali

Düşünmem bile yüreğimi

Ağzıma getiriyor her nedense

 

Bu kadar cezbe

Tutulmamın sebebi ne olabilirdi

Hala bir anlam verebilmiş değilim

 

Gözlerimin

Önünden akıp giden

Uzaklardan

Nazar ederken çok cazip gelen

 

Neydi

Bir anlayabilsem

Kim bilir ne kadar rahatlayacağım

 

Öncelikle bizzat

Beyan edemediğim hakikat

Suhuletli duruşunda ki muazzamlıktı

 

Seni halk eden

Ne kadar cömertlik bahşetmiş

 

Nisa kimliğinde

Mihenk olarak telakki edilen

Her şey sende

Sanat harikası olarak tablolaşmıştı

 

Gizlediğin

Gülüşlerinde ki akıcılık

Asla unutulabilir değildi

 

Yan gözlerle

Etrafını süzmen

Ne kadar harikaydı

 

Oluşturduğun

Gizem karşısında meftun

Olmamak içten bile değildi

 

İnsan olarak

Bu değerli can için neler

Feda edilmezdi ki diye

geliyor sinenin derinliğinden

 

İşte sadece bir sergi için

Aldığım davet sebebiyle bilmeden

Müşterekliğimiz olan

O solonda fark etmiştim sizi

 

Ebrular için

Ne kadar enfes yaklaşımınız vardı

Daha önceleri hiç fark edemediğim

Güzelliklere şahit olmuştum sayenizde

 

Sizi tanıyana kadar

Ebru sanatına karşı asla

Sizin zaviyenizden

Bakabilmeyi becerememiştim

 

Sanata karşı

Bu denli duyarlılığınızı sizinde

Bir sanat harikası olan

Kişiliğinizle özdeşleştiriyorum

 

Bir gün

Sizin karşınıza

Çıkmaya cüret edebilirsem

 

Yokluğunuzda

Pencere kenarında

Şimdi içimden geçen her şeyi

Bizzat size aktaracağıma eminim

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ne kadar ruhumu

Sana olan düşkünlüğünden

Azat etmeye çalışsam da

Bir türlü başarılı olamıyorum

 

Sizi düşünmek zorunda

Kalıyorum çaresizce düşünüyorum

Adımlarımla

Terk ettiğim patikalar refakatiyle

 

Melalime

Saldığın soyut iklimin

Serencamında sadece bakışlar vardı

 

İçimi

Delercesine geçip giden,

Beni benden ötelere sevk eden

 

Her türlü pişmanlığı

Öteleyen, merak içinde

Seyri âlem ettiren bir duygu

 

Bedenin

Ahenginde nizam edilen

Gözlerden dem vurmuyorum ben

 

Hissiyat

İtminanlığında var olan

Dirliğin güzelliğinde düşünceleri

 

Deşifre edecek

Bir netlikte yazdığınız

Satırlarınızdan bahsediyorum

 

Siz karşımda bana

Hitaben yazıyordunuz adeta

 

Böyle bir duyguya

Kendimi kaptırmaktan

Her nasılsa kurtaramıyordum

 

Yazılanların

Genele hitap etmesi

Biliyorum ki aslolan bir kanaattir

 

Lakin

Bu gerçeği gönlüme

Anlatamıyorum bir türlü

 

Mısralarınızda

İşlediğiniz yalnızlığın

İkliminde kendimi buluyorum

 

Yozlaşmışlığın

Her türlüsüne seninle

Aynı ölçekten bakıyorum

 

Sadece

Sevgi için ebede ötelenen

Definenin sancısıyla yaşıyorum

 

Senin

Zahirin senindir

Benim için

Cazip olan ruhi kimliğindir

 

Melalimi

Ötelerden nefeslenerek

Hissettirme erkine erdirmendir

 

Düşünmenin

Keyfiyle terennüm ettirmendir

Bu güzelliğin karşısında teslim olmamak

 

Ne kadar

Mümkündür bilemiyorum sadece

İçimden geçenleri satırlara döküyorum

 

Güllerin

Çeşidini neyleyim

Ben onun öznesiyle kaimim

 

Ruhum

Müddeti içinde anlam ararken

Mana muhayyilesinde ahenk bulduğum

 

Senden

Hâsıl olan mısralarınla

Nefes almanın şevkini yaşamaktayım

 

Aşk eğer bir nursa

Ve hatta bilakis verilen onursa

 

Nefsimi zilletten koruyorsa

Halimi manayla buluşturmasına talibim

 

Siz habersizce

Satırlarınızla ruhumu işlerken

Lütfeder misiniz artık hangi aşkı arayım

Share this post


Link to post
Share on other sites

Gecenin

Mağrurluğundan

Gözlerim uykuya

Eyvallah etmiyordu

 

Sinemden

Bazı mısralar

Dur durak bilmeden

Peşi sıra gelmek istiyordu

 

Sanki

Bir perde açılıyor ve

Oyun sahnelenirken sözler

Kıdemini bulmuş gibi fırlıyordu

 

O an

Hissettiklerim

O kadar güzeldi ki

Unutmamak adına kalemle

Bir yerlere hemen yazmalıydım

 

Yorgun yüreğime

Tüneyen mısralar bir haykırış

Olarak anlam buluyordu melalimde

 

“Yeter” olarak

Belir genleşen ihtar

Kavurucu hırçınlığıyla

Geceye anlatıyordu dertlerini

 

Yaşamak

Adına icbar olduğum,

Tercihlerimde katlanmak

Zorunda kaldığım daralmalar

 

“Yeter” artık diye

Yeniden nüksediyordu

 

Adaletten

Dem vuranlar

Haksızlığa uğradıklarında

Tüm hıncıyla

Bağnazlığı savunuyorlar

 

İnsanın en temel

Hakkı olduğu halde bu hakikati

Reva görenleri düşününce okumak

 

Keyfim kayboluyor

Dağların yamaçlarından

Hicranım ile ötelere uzanırken

 

Halimi

Anlayacakların dirliğinde

Bir vuzuha nihayet eriyordum

 

Damlayan

Gözyaşlarımla bizim

Değerlerimize, örfümüze

 

Milli

Hasletlerimize

Onlara anlam bahşeden

Akidemize neler olmuştu

 

Onları kimler

Çalmıştı bizlerden

Düşünmeden edemiyordum

 

Tenimi titreten

Açık duran pencereden

Nüfus eden rüzgârla yalnız ben

 

Bizim olan

Okutmak için nelere katlanılan

Öznesi rahmet olan

Toprakla anlamını haykıran

 

Yaprakla

Selamlaşan

Damlayla bereketi salan

 

Kızlarımız

Herkesin gözleri önünde

En tabi hakları

Ellerinden gasp ediliyordu

 

Güç

Zayıfın

Yanında hırçınlaşır

 

Onu

Kullanmasını

Bilmeyenler ise

Tarih karşısında zulmüyle anılır

 

Kimler

Ne yapmadı ki

Mizan

Asıl olan bir hesaptır

Share this post


Link to post
Share on other sites

Sen giderken

Gözlerinden dökülen

Yaşlar karşısında metanetle

Dayana bilmem gayri kabildi

 

Her ne kadar

Daha fazla üzülmemen için

 

Gizlemeye

Çalışsam da akan damlaları

Senin fark etmemen mümkün değildi

 

Çünkü senin

Altıncı hissin bir başka

İfadeyle ferasetin çok kuvvetliydi

 

Henüz dudaklarımı

Kıpırdatmadan aldığım nefesten

Bir şey söyleyeceğimi bilecek kadar duyarlıydın.

 

Şimdi senin için

Ne söyleyebilirdim neler

Geçirmezdim ki gönlümden

 

Gönül iklimimde

Yetiştirdiğin filizlerden

Akseden güzellikler karşısında

Bir çaresizliği yaşıyorum ne gelir elimden diye

 

Asla seninle

Vedalaşmak istemiyorum

Bir şekliyle bir yolunu bularak

Muhakkak seninle gelmeliydim

 

Neye mal olursa olsun

Bu tercihimi uygulamalıydım

Ama nedense seni ikna edemiyordum

 

Ben ısrar ettikçe

Sen daha fazla üzülüyor

Ve sessizliğinde ağlıyor, kahroluyordun

 

Ailece göçüyordunuz

Toprağı altın sanılan şehri

Emin denen güzelliğe, bir şekliyle

 

Arkadaşlığımızın

Bitirilmesinin hükmüm verilmiş

Meğer ailence bizlerden habersizce

 

Babanın hiddeti

Karşısında biçare annen

Elinden bir kaza çıkmasından korktuğu için

 

Sana

Hakkını haram edeceğini

Söyleyerek öyle ikna edebilmiş

 

Hayrete düşmüştüm

Bunları annemden duyunca,

Bana verdiği öğütler silsilesinden

 

Lakin kim

Ne derse desin

Gönül ferman mı dinliyor

 

Kalbime

Ben mi yön veriyorum

Sanki bu hakikat bilinmiyor

 

Sana kızacak

Bir bahane bulsam belki

Hiddetimden gönlüm kararır

 

Ruhum daralır

Vicdanım heba olarak

Vurdumduymazlığı seçerdim kahrımdan

 

Ama sen öyle miydin

Sanki bunmaz bir nadideydin

Açan en güzel yasemindin

 

Zambakların

Saldığı renktin,

Kelebekler kadar zariftin

 

Hiçbir zaman

Üzülmeme fırsat bırakmadın,

Sen adeta beni kendine katmıştın.

 

Şimdi çaresizliğin

Girdabında gözyaşlarını akıtıyorsun.

 

Hak her halükarda

Dilendiği gibi tasarruf edilen mi

 

Her hangi

Bir ölçüsü bulunmaz mı

 

O vakit Mükellef olma şartı

Niye vardır gibi birçok sorular

Hafzalamı kuşatarak şaşkınlığı yaşatıyordu

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yağmur damlaları

Ritmik vuruşlarıyla pencerenin

Açılarak davet edilmesi için bekliyordu

 

Nisan

Bereketinin

Güzelliğini sunmak için

 

Hayatın

En bariz çekilmezliğinden

 

Gına

Gelmişlerin gönüllerinde

Taze bir baharın müjdesini vermek için

 

Umudun

Kuşatıcılığından

Uzaklaşan sinelerin

Muvazene bulmaları için

 

Gelecek

Adına pişmanlığın

Hazan içinde sararmanın

 

Hicran ile

Boyanmanın

Bir çare olamayacağını

Anlatıyordu adeta düşünenler için

 

Demek istiyordu ki

Varmıydı benim sizi ziyaret

Edeceğimden haberiniz, gönüller için

 

Getirdiğim

Sevgi ve muhabbet iksirinin

 

Sinenizde

Husule getireceği

Esenliği sizler fark edene kadar

 

Her şeyin

Bir hesabı var

Hesapsız olanlar betbahtır

 

Dilenmelidir

Gayretin rucuundan sonra

Samimiyetle halk eden Rab tan

 

Bilseydin

Bir damlaya dahi

 

Ne kadar çok

İhtiyaçlı bulunduğunu

Haline binlerce kez şükrederdin

 

Seni seven için

Bir caziben olmalıdır

 

Cazibe sadece

Zahirle kaim değildir

 

Fiziksel özellikler yakini

Hissetmek için bir hüccettir

 

Asıl güzelliğin ruhundaki

Muhafaza edeceğin mertliktir

 

Denklik

Soysal şartların

Gereği olduğunu bilmelisin

 

Ütopiler

Haz için bazen

Gerekli olan değerdir

 

Derinliğinde

Zaman öldürmek ise

Fikredenler için hederliktir

 

Sevgi

Muhakkak ki

Hak eden için sarf edilmelidir

 

Aşk şimdilik

Senin harcın değildir

 

O nerede

Vuslatın olduğunu

Bilen en yüce değerdir

 

O aşk

Mürebbi

Kimliğinde bir erendir

 

Hormonal

Zevklerin asla değildir

 

Hevesler için

Uzaklarda nazar eden

Ruhi muvazenedir o bir erktir

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...