Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Mustafa Cilasun

* Mustafa Cilasun Şiirleri *

Recommended Posts

Yaşamaktan maksat heyhat!

 

Daldım

Yine şu gecenin matemine

Saldım melalimi sesin kesildiği yere

 

Yoksun

İşte, her şeyim bulunsa bile

Neyleyim sensiz melalin kederlerini

 

Beni ben

Yapan senin tefekküründü

Görünmezlerde salınan güzel güldü

 

Ne güzeldi

Mananın enginliğindeydi

Sabırla, melalinde şekillenen erendi

 

Haliyle

Hadsizliğimi serdeden edepti

Mizan için azimeti tercih eden abitti

 

Teni

Öteleyen, zevki dışlayan zakirdi

Mana için hayatını vakfeden bir erdi

 

Çaresiz

Kalıyor halime de acıyordum

Oysa elbette bende âdemi mutlaktım

 

Neden

Nefsimin gölgesinde salınırdım

Akıbetimi hiç hesaplamadan yaşardım

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yaşamak böylemi anlamak!

 

Her şey

Aslında sevgi adına başlıyor

Hırs merakın arkasında yerini alıyor

 

Rolcü

Sayesinde, oyun sahneleniyor

Biri kaygılanıp umarken biride avlıyor

 

Aslında

Bir yönüyle yaşamak diyorlar

Bir had olacağını hiç idrak edemiyorlar

 

Bir zaman

Demleniyorlar ter kokuyorlar

Soluksuz kalmayı marifet zannediyorlar

 

Artık

Merak deşifre edilmişti bir yenisi

Zevki uğruna aranmaktır her bir gayesi

 

Uçkurundadır

Arsızın payesi edepsiz hali

İnsanlık adına pazarlamaktır hengâmesi

 

Ne var ki

İnsanın işte hem inanmaktayız

Bu densizlere aptalca bir alkış tutmaktayız

 

Ne olduğu

Bilinmez heyecanı yaşamaktayız

Gülmekten dört köşe olmaktayız, akılsızız

 

Öyle bir

Emanet ki dağlar kabul etmemişti

Mükellefiyet nedir onlar öyle güzel bilirlerdi

 

Haşyette

Süzülen, ahiri bilen hoş dervişlerdi

Zikrederken meşk eden, vuslat habercisiydi

Share this post


Link to post
Share on other sites

Tebaa nazarıyla halimiz!

 

Milletin efradı,

Milliyetinden dışlandı!

Vatandaşlara hissiyatı akidesi yaşatılmadı!

 

Bizzat

Devlet yönetiminden dışlandı?

Efrada hizmet değil, vaziyet edilir dendi!

 

Her kurumda,

Kuyruklarda bekletildi!

Mehmetçik dendi, anası kapı dışarı edildi!

 

Kime

Sütçü imam ünvanı verildi!

Mücahidelerimizin, tesettürüne leke sürüldü!

 

Softalık

Peygamber sünneti dendi sakala!

Yeşilçam’da, yıllarca çemberle maskelendi!

 

Okuyun,

Bir adam olun dendi!

Adam zannedilenler, menfaatle şekillendi!

 

Seçmensin

Durma hakkını kullan dendi!

Seçtiklerimiz, hortumlarla keselendi!

 

Şeriatın

Kestiği parmak acımaz dendi!

Yasayla parmak kesmeye son verildi!

 

Zina

Nesil emniyetini tehdit eder dendi!

Ne hikmetse zina tehdit olmaktan kurtarıldı!

 

Ahlak,

Edep, namus, hayâ, terbiye dendi!

Her türlü fuhşu yat fütursuzca sahnelendi!

 

Benim

Mukaddesatım, kutsallarım dendi!

En galiz küfürler, bunlar üzerinde denendi!

 

Yıllarca

Alkol, sigara sağlığa zararlı dendi!

Bizzat devler tarafından üretime devam edildi!

 

Radyo,

Basın, yayın, çok önemlidir dendi!

BBC, CNN, USA sesi, elemanları finaslandı!

 

Zalim,

müstekbir, tagut, katil, coniler denildi!

Denizlerimizde demirlendi, bedenler ikram edildi!

 

Profesör,

Doktor, mühendis, muta it denildi!

Milletin efradının acımadan kanına kenelendi!

 

Dile geldi

Milli eğitim çok önemli dendi?

Maymun neslinden geldiğim efrada öğretildi?

 

Hazindir

Bu tespitleri yazarken, içim sızlıyor,

Daha fazla yazacak mecali bulmam zor görünüyor.

 

Ne yapsın

Bu millet, yıllarca inim inim inletildi?

Kime ne soracağını çoktan şaşırdı kaldı!

Sormak için, bilmenin yolunu dahi unuttu…

Share this post


Link to post
Share on other sites

Olsun ne olacaksa!

 

 

Dinmek

Bilmiyor kalbimin

Bu hicranı mey anını

 

Söyleyemem

Artık kimseye bilmesin

Bir lahzayı kelamda bulunmasın

 

Dilemedin

Her neyse yüreğimde dinmeyen

Sızıyı kimseler görmesin açmadım ağzımı

 

Dil-i sinemden

Süzülen bir acıyı Düşen Hicran

İçin nefeslenen kadrini bilen yaprakların

 

hilminde

Andım semadan yağan her damlayla

Yüreğimi ovaladım varamadım kimseye

 

Biçare

Bahtımı oyaladım istemiyordum

Bir derman olmasın kimseye istemiyordum

 

Hicranın

Yaşandığı her sinede ki

Divaneyle solusun aşkın her zerresinde koşsun

 

Gülüne

Ne bülbüle ne de gönlünde

Açan gül-ü sevgiliye öyle bir aşk ki yaşanan

 

Âlemler

Hakikat-ı hayran sineyi halime

Zuhur etti aniden kimdi nereden bilirdi

 

Bilemem ki

Bir ömre sığmayan sevgiden

Nakşedecek haz-ı aşktan yüreğimde

 

Dinmeyen

Yaradan var olan aşktan ne büyük

Bir hezeyandır ve hatta gaflettir belki beyan

 

Ettiğim

Bu gerçekler dil mahkûm ten mahkûm

Gözler hep mahkûm salın gülmeyin A dostlar

 

Bilinmezdi

Yaşadığım aşkın ızdırabı nerden bilinirdi ki

Ben bilir miydim kalbimden damlayacak her yaşı

 

Razıyım

Elbette mahkûmum her hale

Çilenin her bir katresine zihnim tarumar haline

 

Beden

Bitap yaşanır mı artık

Bu anlamsız hayat dalsız bir ağaç

 

Kanatsız

Yarsız şimdi ne olacak varsın

Toprağın olsun her yaşanmayan bize kalan acı hayat

Share this post


Link to post
Share on other sites

Nakşeden İzler (anı roman 14)

 

 

O insanı görmeden, mezarlığı en mahrem haliyle yaşadım bir an.

Çeşitli meyvelerin, bulunduğu bahçe dünyanın idi

Ama ben burada bilmediğim cenneti anmıştım.

 

Peygamber ve onun sevgili Rabbine yakın olmam.

Rehber olan Kuran’ı ve inmesine vesile olan insanları,

Huzur ve emin olmanın, sevincini bizzat yaşadım ve gördüm.

 

Yaşadığım güzelliklerde bunlar gizlidir, işte hikmetleri de budur.

Haktan geldik ve yine ona döneceğiz diyerek buharlaşmayan,

Amellerimizin kurtuluş reçetemiz olacağını idrak ederek, infak yapmalıyız.

 

Dünya ve nimetlerinin kimin olduğunu bilerek, tekebbürden uzak durmalıyız.

Kur’an ve inmesine vesile olan peygamberini, nefsimizden ziyade sevmeliyiz.

 

Onun ümmeti için bıraktıklarını vuslat pusulası olarak görmeliyiz.

Tüm bunlara rağmen Allah ve resulüne yabancı kalıyor isek.

 

Nefsimizin hazin ve trajikomik durumunun,

Kimseyi de şefaatçi yapmayacağını mutlaka bilmeliyiz.

 

Allah hayırlısını versin, her neyse içim rahattı.

Artık bu sevincimi paylaşmalıydım, içim içime sığmıyordu.

Yaşadıklarımı makul ölçülerde sevdiklerime anlatmalıydım.

 

Sevgili annem ve babamla paylaşamazdım.

Zira onların bu konuları anlayacak durumları bulunmuyordu.

 

Kolay değildi sülalemizde bir ben, bu manada beş vakit namazı eda ediyor ve kıyafetimi dahi farklı giyerek takva uygunluğu arıyordum.

 

Genç yaşımda sakal bırakmıştım.

İslami söylemleri, sinemde bir muştu gibi saklıyordum.

 

Geleceğin meşalesini umutla yakarak, bu meşaleyi onurla taşımaya gayret gösteriyordum.

Anneannem, dayılarım ve teyzem, sol yelpazesinde bulunan insanlardı.

 

Cami, hoca veya hafız deyimleri onlar için çok bir şey ifade etmeyen, içi boş kelimelerdi. Benim durumuma oldukça hayret eder ve şaşarlardı.

 

Benim hangi süreçlerden, geçtiğim ve bu yolu neden seçtiğim, onların ilgi alanlarına girmiyordu.

 

Anneannemiz annemin öz annesi değildi.

Annem dünyaya geldikten 5 gün sonra annesi vefat etmiş ve ne yazık ki, daha yaşına dahi girmeden yetim kalmış.

 

Büyükbaba dediğimiz annemin babası bir müddet beklemiş, baktı ki olmuyor, yine evlenmiş.

 

Fakat hanımı 3 yıl sonra yine ölmüş.

Bir zaman sonra, şimdiki anneanne dediğimiz hanımını almış.

Analık olduğu için midir, nedir bilemiyorum!

 

Bu kadın anneme zülüm adına ne biliyorsa hiç esirgememiş.

Bir çocuğa karşı, bu kadar acımasız olmak ve yetim çocuğu sevgiden mahrum bırakmak, niçin gerekliydi, bilmek isterdim doğrusu.

 

Bunlardan birisi ve diğerlerinden büyük olan;

Mustafa dayım bir gün, bugünkü gibi iyi hatırlıyorum ve henüz 4–5 yaşında bulunuyordum, öğleden sonra idi.

 

Annem dış kapının önünde dizi bükülü otururken, dayım annemin yanı başında ayakta durarak, sert ve kızgın bir şekilde anneme kızıyordu.

Ben çok üzülüyordum fakat bir şeyde yapamıyordum.

 

Dayım anneme istemiş olduğu kolonyayı almadı diye, annemin dizine öyle vuruyordu ki, bir bilseniz, için kan ağladı.

 

O an dayıma olan kızgınlığım ve şahit olduğum olay, hala aklıma geldikçe hayıflanıyorum ve ne kadar çok üzüldüğümü anlıyorum.

 

Anneme vurduğu ve kızdığı için, sinemde mahkûm ettiğim dayım, kibirli, kimseyle konuşmayan havacı astsubay olan bir kişiydi.

 

Oysaki o yaşadığım olaya kadar, dayım bizlere hiç şefkat göstermese dahi, asker olduğu için ona gıpta ediyordum ve böyle bir dayım var diye seviniyordum.

 

Zeki dayım ise; kara takım kabilinden sayılan, Mustafa dayımın tam zıttı bir kişiliğe sahip, mütereddit hali eksik olmazdı.

 

Hanımı öğretmendi ve ondan son derece çekinirdi, fakat alçak gönüllü olması ve bizlerden sevgisini esirgememesi çok özeldi, oda asker ve karacı bir astsubaydı.

 

Benden bir yaş küçük teyzem, oldukça insancıl, her iki dayımdan farklı, biraz tok sözlü, Ankara adli tıpta görevli bir doktor olarak çalışıyordu.

 

Büyük ablam Ankara da, Çincin bağlarında, iskeletçi ustası olan beyi ile, kahırlı günler geçiriyordu.

 

Zira beyi beşer olmaktan kurtulamamış, işe gitmeyi istemediği için adeta sürünerek gidiyor ve acıdır ki, evinin ekonomik durumunu pek önemsemiyordu. Akranlarının çok gerisinde kaldığının farkına dahi varamıyordu.

 

Ablamın göz nuru dökerek, el işleriyle kazandığı küçük paralarla idare etmeyi içine sindiren, ay içinde 2–3 hafta çalışan ve sonra kaytaran zavallı, fakat iyi niyetli bir insan diye tanıyabiliriz.

 

Küçük ablam Almanya da beyi ile çalışan, oldukça çile çekmiş, gençliğini bir gün olsun yaşayamamış, kahırla gününü geçiren, sevgiye susamış bir insandı.

 

Her iki ablamda, maalesef annemin mantıksız, plansız, acımasız ve manasız kararlarından dolayı, çok küçük yaşlarda talihsizce, seçeneksiz ve istemedikleri halde birer evlilik tecrübeleri olmuştu.

 

Şimdiki eşleri, bu durumları bilerek ve de isteyerek, ikinci evliliklerini yapmışlardı, yıllar geçti 30–35 yıl oldu, hala mutlu ve umutlu bir şekilde geçinip gidiyorlar.

 

Ben evimizin en küçüğü olduğum için, küçük ablamla üç yaş, büyük ablamla beş yaş farkımız vardı.

 

Çok küçük yaşlarda iken yaşadıkları bu talihsiz evlilikler, benim ruhumda çok derin yaralar bıraktı.

 

Şahit olmak zorunda bırakıldığım bu trajikomik olaylar, kanıma dokunuyordu, fakat seyretmek zorumda kalıyordum.

 

Karar veren annemdi, mağdur olanda ablamdı, sırf bu açmazlar, içimi dağlıyordu ve hiçbir şey yapamamanın acısını ne yazık ki, yıllarca içimde yaşadım.

 

İçimden annemi suçluyorum o an, yanımız da bulunmayan ve Ankara da yaşayan dayılarımdan dahi medet umuyordum.

Bu üzücü olaya birileri engel olsunlar diyerek etrafıma bakınıyordum fakat nafileydi.

 

Bir taraftan annemi de düşünüyorum, fakat bir türlü suçlayamıyorum.

Çünkü henüz beş günlükken annesi ölmüş, iki analık elinde büyümüş, fakat neler çekmiş bir bilseniz, yazmaya kalksam, muazzam bir kitap olurdu.

 

Aklını kullanmamış, tecrübelerini mukayese etmemiş, dost ve ahbaplarını, neye göre seçeceğini bilememiş, biraz gözü pek, fakat zavallı olan, beşer olmaktan kendini kurtaramayan bir insan.

 

Sevgili babam, “dünya varmış, yar yokmuş bana ne” kabilinde olan, oldukça saf bulunan bir kişiliğe sahipti.

 

Caddeden karşıya geçmek için, bir kaldırımdan diğerine geçerken, en az beş defa araç geliyor mu diye bakıyordu.

 

Araç yoksa dahi karşıya, koşarak geçmeyi marifet sayarak, canının kıymetini biliyordu, fakat maalesef hanımına ve çocuklarına duyarsız kalıyordu.

 

Evin her türlü ihtiyacını ve yükünü, hanımına bırakan, kızdığı zaman gözü kararan, kendi halinde zararsızdı.

 

Bir ideali yoktu, hedefi bulunmuyordu, dedikodudan ve lüzumsuz sözlerden uzak kalırdı, beşer olmaktan kendini kurtaramamış iyi bir insandı.

 

Allah’tan akrabalar vesile olmuşlarda, Sümer bez fabrikasına girerek, iş bulmuşlar ve idarecilerin kurduğu kooperatiften nihayet bir ev sahibi olmuşuz.

 

Çok küçük yaşlarımda hatırlarım, babamın maaş alacağı zaman, Sümer’in kapısında beklerdik, bulamayınca babamı sabahçı kahvelerine gider arardık.

 

Yoksa mesai arkadaşları, kandırarak kötü olan yollara götürürler ve babam maaşı tüketmiş olarak, eli, avucu bomboş halde eve gelirdi.

 

Daha hala sevgili babamın, beni bir gün kucağına alarak sevdiğini ve benimle ilgilendiğini ve hatta kucağına alarak oğlum dediğini, maalesef hiç hatırlamıyorum.

 

Ben içimde hissettiğim, sevgi ve şefkat yokluğunu, babamı ve annemi daha çok severek, bilakis onlara bunu gösteriyordum, hatta birer çocuk gibi ilgilenerek, günlerimi geçiriyordum.

 

İşte o nedenle, Yahyalı kavacıkta yaşadığım güzellikleri ve sevincimi, bu insanlarla paylaşamazdım, zaten namaz dahi kılmıyorlardı.

 

Namaz dedim de; yakınlarıma yararlı olmak adına yaptıklarımı hatırladım.

Sevgili babama, anneme, ablalarıma namaz konusundaki, hassasiyeti ve önemini anlatarak, onların psikolojilerini bilmem sebebi ile çok zorlanmadım.

 

Bir Müslüman olarak, namaz kılmamak gibi bir lüksleri olmadığını ve başka bir kurtuluş yolu bulunmadığını izah ediyordum.

 

Zaten cehennemden bir ölçüde farksız olan, maneviyattan yoksun yaşantıları, daha fazla uzun süremezdi ve sürmemeliydi.

 

Bu konunun bir başka seçeneği yoktu, bu aşamadan sonra olmamalıydı, onlara bildiklerimi, dilimin döndüğünce anlattım ve olmazsa olmaz şartımı arz ettim!

 

Namazlarına başlamadıkları takdirde, onları terk edeceğimi, daha mı olmadı reddedeceğimi söylemek durumunda kaldım ve onlara bir mühlet verdim.

 

Rabbime sonsuz şükürler olsun ki, hepside namazlarına başladılar, Kur’an okumayı öğrendiler ve ben evlatları, kardeşleri olarak fevkalade huzur buldum, rahatladım ve o bu nedenle, en yakınlarıma karşı görevimi yaptığıma inanıyordum.

 

Yahyalı kavacık ziyaretimi ve orda yaşadıklarımı, arkadaşım Mehmet’e anlatarak, onunla hemhal oldum ve sevindim paylaştım. Mehmet te bende yaşamış gibi oldum, Allah senden razı olsun, diyerek sevincini izhar etti.

 

İşten servisle eve geliyordum, servis yeni mahalle meydanda durarak, burada inecekleri bekliyorduk.

 

Yorgundum, Mükremin hocayı, dolmuşun kapısını açarken fark ettim, bana yönelerek servisin yanına geldi.

 

Ve sevgilim ne diye inmiyorsun aşağıya, inan ki bak seni çok özledim ve asla bırakmam diyerek, kolumdan tuttu ve servis aracından aşağıya çekerek indirdi.

 

Sarılıp kucaklaştık, yine meşhur derviş bakkaldan bir karpuz alarak, hemen orada bulunan bir kasa üzerinde, keserek ikramda bulundu, çok ikram olmuştu sağ olsun, Allah geçmişlerine rahmet eylesin.

 

O an aklıma geldi ve Yahyalıda yaşadığım, unutulmaz hatıramı bir solukta sevgili Mükremin hocama da anlattım.

 

Dizlerime ellerini koyarak, o kadar şaşırmıştı ki, sanki rahmetlik babasını yeniden görmüş gibi sevinerek, anlatmaya devam etmemi arzuluyordu.

 

Meğer Hafız Mükremin hocam da, Hacı Hasan efendi diye bilinen ve benimde sohbetinden çok etkilendiğim zatı muhtereme intisaplıymış.

 

Bunu bilmiyordum ve o an öğrendim, fevkalade sevinmiştim.

Müsaade isteyerek, vedalaşıp ayrıldım, fakat yorgunluğumdan eser kalmamıştı, yeniden şarj olmuştum ve sükûnete ulaşmıştım.

 

Bu kadar kısa bir zaman diliminde, bu kadar farklılaşmayı, nasıl ve ne şekilde izah edecektik.

 

Bizlere bu imkânları bahşeden, hiç ummadığımız anda vesile kılan Allah’a, nasıl şükretmeyelim ve niçin bundan mahrum kalalım.

 

Ankara’daki ablamın beyi, sürekli mektup yazıyor ve Kayseri’ye yerleşmek istiyordu, benden yardım ve destek bekliyordu.

 

Bende en yakınlarımın her zaman, etrafımda olmalarını isterdim, çünkü küçüklüğümde ve gücümün yetersiz olduğu zamanlarda, yardımcı olamadığım ablalarıma bir vefa borcumun olduğuna inanıyordum.

 

(devamı Nakşeden izler 15)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bir zamanlar yağan karlar!

 

Bembeyaz yağan kar

Nimetin sorası ve temiz bir örtüsüdür

Toprak mutlaka gizleyendir, sırları devran eden erktir

 

Suya hasret

Bir toprak, maalesef hırçın kemirendir

Şevksiz bir insan gibidir, hiddeti önceleyendir sefildir

 

Kar kavlince

Naif bir şekilde yumuşacık temas eder

Boynu büküktür, hizmet için vardır, bir hayâ ölçüsüdür

 

Azgın toprağın

Hiddetinden kurtulması için bir rahmet ölçüsüdür

Onu yumuşatır, mülayimliğe kavuşturur kemaliyet öğretir

 

Kar semadan

Toprak için gönderilen en güzel bir duvaktır

Berivanlar iç güzelliğini, neşeyi, sevincini sembolize ederler

 

Hanım nisalar

Arzın en büyük dengesidirler, bizi biz yapan güzelliktir

Asiye, Meryem, Fatıma isimleri onlar için dirliğin ahengidir

 

Yaratılış

Hilkatini bilerek, ilahi emre tabi olarak yaşamaları asıldır

Ancak bu halleriyle de kardır, berivandır, mülayim bir topraktır

 

İnsan olarak

Yaratılan her bir can, nefsleri ile imtihandadır

İrade en güzeli yansıtandır, yoksa evrensel mesaj nite vardır

 

Terbiye edilen

Her bir nefs, aşk için çalışan bir canı yeksandır

Topraktır, kardır, perivandır, bir tek ölçüsü hak rızası olandır

 

Azgın bir nefste

Suya hasret bir toprağın yarılmaları halindedir

Ahengi bulunmayan, meşkten anlamayan, şerle refakat edendir

 

Hiçbir nebatat

Bitmez, haşarat bile terk eder, rahmet bitmiştir

Bu bakımdan kızlarımız, beden örtülerini, tenlerin, enlerini

 

Hiçbir sarfı

Nazar etmeden yaşamaları en büyük hicranımızdır

Onlar naif bir gül iken, gülden anlamayan nice betbah ruhlar

 

İnandırırlar

Kandırırlar, acıma hissi vicdanındır onlarda bulunmaz

Her bir katresi kopartılan gül çaresizdir, ancak katresi gitmiştir

 

Eriyen bir kar gibi

Solan berivan gibi, kuruyan toprak gibi

Hiçbir gizemi kalmadığından, cazibe olmaktan çok uzaklardır

 

Böyle durumlarda

Bu bühtan nefsin sahipleri, arsızlığa sığınırlar

Kılıf olarak ta sosyal içerikli faaliyetler olduğunu zikrederler

 

Hilkatinin gereği

Kendi için asıl olan değeri terk edince batar

Battıkça gizli feryatlarıyla, avuntu kursaklarıyla taraftar bulurlar

 

Öyleye şartlar

Çok acımasız, ne derler kaygısı peşlerini bırakmaz.

Saçıldıkça bir izzetin geleceğini sanırlar, sanki kırılmış karpuzlar

 

Manavlar dahi

O karpuzu satmaktan muaf tutarlar, satamazlar

İnsanın kendi sınırları çerçevesinde, özeli dairesinde serbesttir

 

Ancak dışarı

Adı üzerinde olan harici sınır, had gerektirendir

Toplumun sosyal yapısı elbette çok önemlidir, ancak bu yapıyı

 

Düzenleyen

Sebepler, neye göre şekilleniyorlar bilinmelidir

Milleti millet yapan vazgeçilmez değerleridir, yalnız toprak değildir

 

Bin yıllık tarihinden

Kopartılan bu milletin efratları açıkta kaldılar

Çaresizdiler, önlerine dayattıkları, zorunda bıraktıkları seçenekler

 

Biçare olarak

Seçmek zorunda bırakılmalarıydı, uymak zorun dalardı

İnanç vicdana mahkûm edilen bir durumdu, Kuran anlaşılmamalıydı

 

Peygamber

Çöl bedevisi diye anlıyordu, sütçü imam sanki hadsizdi

Kızları sakın okutmayın, yavuklularına mektup yazar diyen zihniyet

 

Strateji değiştirmişti

Kızları okutun fakat saçlarını mutlaka açın dendi

Tabi okuyacak olan kızın saçımıydı, yoksa kafasının çalışması mıydı

 

Defileler en güzel

Teşhir aracıydı, kimlerin üzerinden kazanıyorlardı

Bembeyaz bir kar olarak kalsalardı, berivan gibi güzel koksalardı…

Share this post


Link to post
Share on other sites

İdrak aidiyetindir muhakkak!

 

Toprak,

Arzın döşeği serilmiştir yere

Olmaz bir itirazı, yapılan her bir şeye

 

Çiğnenirsin,

Dökülürsün yinede çok sessizsin

Suhulette sabredersin, gördüğün her şeye

 

Bereket

Kapısı, tohumların bir yuvası

İnsan ki, husule gelir âdemi beşer mayası

 

Kıtaların

Anası, denizlerin hırçın dalgası

Hakikatin şahikası, insanın aşikâr manası

 

Güneşin

Aşkı, ayın sevdası yıldınız ahısın

Dağın odağı, karın, yağmurun mümbit yatağısın

 

Nebatatın

Membaı, hayvanatın barınağı,

Enaniyetin, tekebbür kimliğin de şahit olanısın

 

Sabrı halsin

İfşayı sevmezsin, Ona bırakırsın

Kâinatın en şereflilerini iftiharla bağrında yatırırsın

 

Bir beklentin

Bulunmaz, şekliyete dalmazsın

Çocuğu şefkatle kucaklar, onlara sem hiç kızmazsın

 

Hazindir ki

Hakikatin izlerini itiraf etmeyiz

Saçarız, pareleriz, günahlarımızı gizleyerek örteriz

 

Ondan

Besleniriz, mekânın da kayboluruz

Hiç itiraz etmez, asla gücenmez, tebessümü eksik etmez

 

Hayatın

Manası, anıların bir karesi kabirdir

Ahirin penceresi, mizanın beklentisi haşyet yelpazenesidir

 

Bedeni

Temizler, iskeleti süzer ve o anı bekler

Nefesler insan ve can kimliğinde kayda giren hazanlar

 

Ey Hak

Biçare olduğumuz malumundu

Elçiler, nebiler, gönderdin, bizzat ihmal edildin

 

Eşrefi

Mahlûkat payesi verdin, taltif ettin

Zerrelerin sahibiydin, kâinatın hâkimiydin,

 

Ama azgın

Bir nefsin sahibi bulunan kullar

Olarak avuntuyduk, sana olan kulluğumuzu hep unuttuk

 

Sen ki arzın

Ve arşın sahibi, canların banisisin

Bizlerden, rahmetini ve merhametini esirgemezsin

Share this post


Link to post
Share on other sites

Kelimeler seninle başka oluyor!

 

Gözlerin

Gözlerimi ziyaret ettiğinde

Ruhumda bir coşkunun izlerini aralamıştım

 

Yüreğim

Ziyadesiyle ivme kazanıyor

Hislerin dalgalar misali halimi kuşatıyordu

 

Seninle

Konuşmak, lisanı anlamlaştırmak

Yüreğin enginliğinde senin sevginle nefes almak

 

Yıllar

Dile gelen tüm anlar

Vaktin, mücerret tecellinin inkişafıyla karşı karşıyaydı

 

Gözlerimi

Kuraklığında fersiz bıraktığım

Arayışlar, umut dirliğinde sessizce yakarışlar duyuluyordu

 

Anlamıştım

Sende ben vardım bende sen

Yapraklar sararsalar, dallar mahzun kalsalar değişmiyordu

 

Halimde

Husule gelen sevinç başkaydı

Sinemde engin bir genişlik yelpazesi vücut buluyordu

 

Kuşlar

Misali uçmak, aşiyanı solumak

Muhabbetle yılara hasret demlediğim sevgimi konuşmaktı

 

Zariftin

Naif bir sezgiydin, güzeldin

Sözlerin, kelamı kâmildi, vuslat senin hilkatinde vardı

 

Kopardığın

Avuçlarında tefekküre daldığın

Ve sessizliğinle anlamlaştırdığın darcığın fevkalade berraktı

 

Kelimelerin

Bu kadar lahuti bir ahenkle beyanı

Karşısında sukuta mecbur kalmam acizliğimin devamındaydı

 

Anlamak

Onun için yaşamaya gerekçe aramak

Sevgiyi, hak edildiği müddetçe yozlaştırmadan kalbe ulaştırmak

Share this post


Link to post
Share on other sites

Issız kaldırımlar!

 

İsmini

Kaç kez telaffuz

Ettiğimi bilmiyorum

 

Yalnızlığın

Fakirliğinde sensiz

Hıçkırıyor halime acıyorum

 

Vefasızlığın

Kadrini, hukukun

Şevkini diliyor, onu arzuluyorum

 

Sahipsiz

Sokaklarda ıssız

Kaldırımlarda soluyorum

 

Hıncım

Mermi olsaydı,

Sıkardım kahrıma anla

 

Sana

Muhtaç olduğumu

Hayıflanarak hiç anma

 

Solgun

Yürekte çok

Üşüyorum artık hissetsene

 

Şimdi

Nerelerdesin

Bir ses verip kelam etsene

 

Kader

Mahkûmu derler ya

Sen asla onlara inanma

 

Tercihlerini

Sorgula, heveslerini

Şimdi bir kez daha yorumla

 

Sen

Sen ol seveni kendi

Zevklerin uğruna yorma

 

Umutsuzluğu

Solutma sevildiğini

Tefekkür ederek şimdi anla

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ben kayboldum anne!

 

Anne

Beni bul artık

Silik yamaçlardan bıktık usandık

 

Ruhun

Horlanmışlığından

Mananın dışlanmışlığından bizar olduk

 

Varoşlar

Soluk soluğa hıçkırıklar

Yağmurlarda tufan yaşayan sabi çocuklar

 

Hastaneler

Acizlere kim rağbet eder

Fakirliğin içinde gizlenen hazindedir hikmetler

 

Zaptiyeler

Bir maaş için tuğyan edenler

Hak hukuk dinlemeyen mezalim kusan nefesler

 

Hepsi

Annenin şefkatindeydi

Şimdi onlar saltanat için el hak şekillendi

 

Ne dendi

Millet için hizmet esası dilendi

Kimler parsellendi, sermaye için akide geçildi

 

Korku

Haşyetin nevinden şubeydi

Şimdi can kimin derdi, intihar sitayiş için gerekti

 

Anne

Söyler misin ne denirdi

Şahadet için nesiller feda edilerek ant içildi

 

Toprak

Bereketini uzak eğledi

Rahmet esrarını deşifre etmeden sukut eğledi

 

Anne

Bunun için çekilir mi

Benim dünyaya gelmem için hiç sabredilir mi

 

Babam

İşçi emeklisi vadesi yetmedi

Onca döktüğü ter kimin için değerdi ey anne

 

Kimliğin

Buharlaştığı bir iklimde

Edebin yobazlık sayıldığı sefillik hengâmesinde

 

Senin

Ehemmiyet verdiğin

Mili birliğimizde nizam eden, yasayı delen nedir

 

Türküm

Derken, talanı riyayı

Doğruyum derken, bin ir çeşit dillenen yalanı

 

Menfaat

Uğruna görmediğim haramı

Hikâye misali dinlediğim ahirden vaazları

 

Anne

Ben nerdeyim kiminleyim

Tercihlerimin hevesinde gezinen bir nefesim

 

Gelirine

Göre, değeri yönlendiren

Gülü sadece günlere hasreden kariyerli âdemim

 

Anne

Ben senin büyüttüğün

Sütünü emzirdiğin, şefkatini verdiğin çocuğun muyum

 

Anne

Ben dehlizlerde gezinen

Çıkarını her şeyin üzerinde gören bir hissim

 

Beni

Şimdiki halimle sev

Çocukluğum mazi sayfalarında ve birde o resimde kaldı

Share this post


Link to post
Share on other sites

Kapı zamanında vurulmalı!

 

Tak tak tak

Annem oğlum katla

Bir kapıya bak diye nida edince

 

Besmele

Zikrimle, merak içinde

Kapının hiddetli cehliyle araladım

 

Üç polis

Simaları yılgınlıktan keyifsiz

Kapının önünden araba çalınmış dedi

 

Haberin

Var mı yı peşinden ekledi

Uyku sersemliği desem yaşlılığıma versem

 

Bir türkü

Muvazenem zuhur etmiyor

Polisleri pür dikkat dinlerken anlamlı gelmiyor

 

Gecenin

Yarısında vaziyet gülünç geliyor

Hangi arabadan bahsediyorsunuz diyesim geliyor

 

Henüz

Bir şey söylemesen

Bizimle karakola gelmeniz gerekiyor failler için

 

Deyince

Sabahı beklememek niye

Diye içimden geçirmiyor değildim olan garipliği

 

Nihayet

Çaresiz karakola geldik

Nahoş bir atmosferde nefes nefese sorgu edildik

 

Nezaret

İçinde el ense edilenlerin

Perişanlığını, acizliğini ibret içinde seyreyledik

 

Üç çocuk

Üçü de bir birinden kaçık

Bali keyfiyetinden evvel emirde olmuşlar sanık

 

Bu zavallılar

Müdavim olmuşlar nara kolda

Polisler aczi soluyor bunların dinmeyen heveslerinden

Share this post


Link to post
Share on other sites

Korkarım!

 

Ben

Sana anlatamam

Sessiz kaldırımlara anlattığım kadar

 

Sana

Düşlerimde ki sevdayla

Seslenemem, çekilirim kuytu kenarlara

 

Korkarım

Anlayama cağından

Müteredditlik yaşayacağında çekinirim

 

Yazdığın

Hissiyatını anlattığın

Tefekküre meftunum ben onunla doluyum

 

Hislerim

Sürgün, uzaklarda üzgün

Hasretin güzelliğinde ki ahengin dirliğinde

 

Mütemadiyen

Satırlarında arandığım şevkin

Hazzın imtinalığında teneffüs ettiğim hayalin

 

Baharı

Bembeyaz papatyaları

Rengârenk gelincik zarafetini yudumluyorum

 

Gökyüzünde

Turnaların gezginliğinde

Umudun dinmez hasretiyle sana olan hislerimle

 

Yalnız

Kendimle senin özleminle

Sessiz iklimlerde derlediğim hüzzam bestemle

 

Seslenirim

Ovalara, dinleyen dağlara

Yüreğimden sökün eden hıçkırıklarla yalnızlığımda

 

Sana

Layık olmayan bedbinliğimde

Sensiz çaresiz soluduğum hislerimin yaşattığı hüzünle

 

Denkliğim

Niteliğinde gördüğüm naifliğin

Sana ait olan muhabbetli ülfetin benim tek çaresizliğim

Share this post


Link to post
Share on other sites

Söylemek hissederek yürümek!

 

Bilir misin

Acılardan tutunarak

Esrarını koruyan işaret için yürümeyi

 

Nefesleri

Bahşedenin hükmünce

Tüketmeyi, öteyi nefeslerini hissetmeyi

 

Korkunun

Sineden sökülüp atıldığını

Kalbin, aklın, bilginin, vicdanın aydınlığını

 

Yaratan

Seni sana hikâye eden an

Dikkatinle anlam bulacak tükettiğin zaman

 

Can

Vaktin için seni yaşatan

Ruhun inhisarında, tahkikin icbarında olan

 

Korkma

Ölümden, gafleti anma

Aşkın güzelliğinde ki sevdadan sen soğuma

 

Geldin

Ki gideceğini hissetmelisin

Zamanın safhalarında kalbin sezgisini içmelisin

 

Hürriyeti

Kulluğunun gerekçesiyle

Özleştirerek cihanın sevgisini talep etmelisin

 

Fıtratın

Sırat için gayretli dikkatin

Hakka kul olmazsan, neye kulsun düşünmelisin

 

Sevgini

Sende gizlenen hazineyi

Neden esirgersin, kuraklıkta ömrünü tüketirsin

 

Baban

Sana kefaletiyle bakan

Can içinde canı külfetiyle yaşayandır has anan

 

Makam

Adamlıkta sıkıntı yaşamayan

Hakkın rızasında azimeti, çileyi sabırla kuşanan

Share this post


Link to post
Share on other sites

Göçüp gitmeden dem!

 

Aramayın

Kaldırımların ahıyım

Caddelerin yozlaşmışlığında yalnızım

 

Ruhun

Hüznüyle efkârı solurum

Sokakların müdavimi yapraklar okurum

 

Yoksulun

Çöpler içinde ki umudun

Aranan kollarda, parmakları sorgularım

 

Ellerim

Sazın perdelerinde hünerim

Hüznün serinliğinde yalnız demlenirim

 

Şiirlerim

Hezeyan içinde hislerim

Edebiyatın bendinde edebi nefeslenirim

 

Denemelerim

Ömür sayfasında inlerim

Zamanı beklerim, an için ürperir tenim

 

Hikâyelerim

Özelimi aşikâr eğlerim

Nesiller için idrakle hal anlaşılsın dilerim

 

Efradım

Uzanan haz dallarım

Şefkatleriyle varım, onlar için bahtiyarım

 

Refikam

Kan içinde şevk veren can

Hamiyeti kuşanan, muhabbeti bağışlayan

 

Kerimem

Mübareklikte sanki erdem

Hizmet içinde gülümseyen canı yekparem

 

Mahdumum

Gelecek için çok umutluyum

Dirayetlerinde azmi koklarım ben yolcuyum

 

Hanem

Dirliğimde ki hazinem

Kalbin zikrinde ki meşgalem sürur saifem

Share this post


Link to post
Share on other sites

Seni üzemem!

 

Hislerim

Hasretinle inlerken

Bıraktığın izlerin gölgesindeyim

 

Dinmeyen

Esintim ilham pirim

Sinemde tartışılmaz zenginliğim

 

Hazinem

Tefekkür ziyadem

Hali edep payem tevazuu hanem

 

Güzelliği

Fark edemediğim nevi

Serdettiğin sevgi yüreğimdir yeri

 

Zaman

Seninle hazzı kelam

Vuslat yolculuğunda hissedilir an

 

Beyan

Aşksız kuraklaşır can

Anlam, hakikat içinde gizemi olan

 

Sensiz

İklimler şefkatsiz

Semada gürleyen gök şimdi fersiz

 

Yağmur

Hasreti çekilen nur

Toprağın kadrinden seninle durulur

 

Nesiller

Şefkatten çok azadeler

Dirliği bilmeyen beyhude geçinenler

 

Teknik

Koymadı kimsede mertlik

Metelik kurşunları sıktıran kahpelik

 

Söyleyemem

Sana halimi arz edemem

Senin mefkûren, sürur içinde bir dem

 

Üzemem

Seni soysuzluğa şahit

Edepsizliğe zabit ettiremem çekilirim

 

Kendimle

Hasretin seninle ülfetine

Sevginin vakfedildiği güzelliğin şevkiyle

 

Vaktin

Tecellisiyle, azmin

Cehtin, sabrın toprağında olgunlaşmasıyla

 

Sana

Olan hasretim demim

Ben kendi sessizliğinde yol alan bir âdemim

 

Hamd

Ederim, hükmü bilirim

Kuvvetin sahibinde ben zavallı bir köleyim

 

Zikrederim

Fikirlerim niteliksiz bilirim

Ben kalbin vuzuhunda itminan olan zadeyim

Share this post


Link to post
Share on other sites

Sakin ve sessiz yürürken!

 

Ortalama

Bir ömrün anlarında

Üçte bir oranında sabrı derlemiştim

 

Hislerim

Ne kadar depreşse de

Dikkate almadan heveslere dalmadan

 

Açlığı

Oruçla güzelleştirerek

Nefsin hırçınlığını azimle gemleyerek

 

Ruhun

Serinliğinde meşk ederek

Kalbi lekeleri marazi kirleri def eyledim

 

Çünkü

Uzun soluklu yürüyüşün

İşaret taşlarında ki mefkûreyi nefeslerin

 

Namerde

Meyletmeyecek kadar

Erkekliğin, aşüfte edilen rezaleti zilletin

 

Adamlıkta

Saydamlıkta, sadakatte

Düşlerin haşyetinden murat almalıydım

 

Öteler

Ruhumla yaşayanlar

Muhabbet şefkati salan deruni hususiler

 

Mesaj

Aşikâr kalp onu anlar

Akıl, zikrin hakikatinde olmazsa olmazlar

 

Fikir

Düşünmek için bilgiyi

İkmal ettiren değerler bütünlüğünde yeldir

 

Hesap

Nefsin mutlakıyet rüknüdür

Mizan için sahifeler dürülür ömür tüketilir

 

Ölüm

Akleden için güzelliktir

Hesabı bilmeyen için düşünmek nafile iştir

Share this post


Link to post
Share on other sites

Nerdesin!

 

Kim bilir

Şimdi nerelerdesin

 

Hangi

İşlerle iştigal edersin

 

Kendi

İkliminde nefeslenirsin

 

Bahar

Çiçeklerin şevkine boyandı

 

Renkler

Melali hazandan kurtardı

 

Kuşlar

Umut için kanatlanarak uçtu

 

Lakin

Sen yoksun, yalnız bırakırsın

 

Hüznün

Sefilliğinde halimi yorarsın

 

Bizarlığın

O solgunluğunu yaşatırsın

 

Kelamı

Hasretiyle ne hazin anlatansın

 

Umudu

Halin çehresinde mahzunlaştırırsın

 

Gel artık

Çiçeklerin diliyle latif olan rengiyle

 

Yaprağın

Teslimiyetiyle, sessiz kanaatiyle

 

Yağmurun

Ansızın müjdelemesiyle bereketiyle

 

Gecenin

Haşyetinin açılan ibret sahnesiyle

 

Seherin

Güzelliğinde, kalbinin ferahlığıyla

Share this post


Link to post
Share on other sites

Sezgini kim anlıyordu!

 

Kimliğinizin

Nüvesinde yeryüzünde

Vicdan misali güller koparılıyordu

 

Hissiyat

Nedameti soluyordu

Hilkatim böyle olmamalı diyerek

 

İnsan

Kimliğinde ki vahşeti

Canavardan besbeter zilleti anıyor

 

Masum

Bedenlerin perişanlığını

Hunharca katledilen muratsız canları

 

Arzın

Hıçkırıklar içinde

Med ceziri yaşatan ibret sallanmasını

 

Müstezaf

Kimliğin sessiz çığlığını

Anaların dinmeden akan gözyaşlarını

 

Kadının

Irzın, namusun, arın

Medeniyet vitrininde salınan tuğyanı

 

Cahiliyete

Taş çıkartan pervasızlığı

Paganlaşmayı, sekülerle şen o iştahı

 

Tenlerin

Sübyan canı fidelerin

Fütursuzluğun, arlanmaz hezeyanın

 

Kurbanları

Olurken, zevk zadeler

Heveslerinin peşinden giden avareler

 

Kimlik

Sorunu yaşayan hisler

Aidiyetini bilmeyen şevksiz nefesler

 

Şahit

Oldukça rağmen yaşamak

Anlamsız kalmak, nazarları bırakmak

Share this post


Link to post
Share on other sites

Andım seni derinden!

 

Kalbim

Yine üzgün

Seni andımda bak derinden

 

Geçtim

Yine şimdi

Sararmış hazan bahçesinden

 

Üzgün

Ve kırılmış

İnce ve ben çok kederliyken

 

Senin

Halinden uzakken

Hicran sinemde baharı diliyor

 

Aşkının

Karşılığını bekliyor

Umutla o bulutları seyrediyor

 

Senin

Hasretinle tükeniyor

Sessizliğinde çiçekleri ekiyor

 

Sazendeyi

Bastığı perdeleri

Güftenin hüzünle uzandığını

 

Hayatı

Sensiz olan canı

Hissiz yaşamayı ömrün hazanı

 

Neşemde sen

Hüznümde ben soldum

Kolsuz kanatsız bir hal oldum

 

Tükenmez

Yolun yolcusuyum

Han duvarından umut ararım

 

Seni yazarım

Halin acizliğini anarım

Hasretin devranında yanarım

 

Ağlarım

Yüreğimi bağlarım

Ancak mısralarda seni anarım

Share this post


Link to post
Share on other sites

Artık çekilirken!

 

Bir hayatın

Bedeli bu olmamalıydı

Hislerin susuzluğuyla kurumamalıydı

 

Sevmeyi

Hissetmeyi nefeslenmeyi

Terennüm ederek hasreti içmemeliydi

 

Bedbinlik

Şevksiz ömürlük

Hayatın baharında başlıyordu sönüklük

 

Gün geliyor

Yar çekip gidiyor

Ölümü davet ediyor sessiz nefesleniyor

 

Sinem

Hazan içinde eriyor

Yâri özlüyor çaresizliğe kurşun sıkıyor

 

Zaman

Ruh keyfiyetinde nizam

Kalbin vuzuhunda gerekiyor ihtimam

 

Çare sensin

İçinde var olan hevessin

Nedamet şevki neylesin yar görünmesin

 

Rüzgâr essin

Bahar sinende neylesin

Ömür mühletinde muhabbetle tükensin

 

Hür ol

Gönlün güzelliğinde

Gül ol, solan yaprağın efkârıyla ram ol

 

Şahit ol

Anlık zevkten arî ol

Mevtanın sükûnetinde haline vakıf ol

 

Musallada

Tekbir getirilen yaşta

Hakikatin güzergâhında kalbine bir sor

 

Ellerde tabut

Gönüllerde gizlenir umut

An gelmeden yürekte yeşermezsen unut

Share this post


Link to post
Share on other sites

Vazgeçilemez!

 

Artık

Ne bahara nede ayaza

Kayıtsız kalamayacağım anla

 

Gecenin

Sabahına nazarla

Melalime akıttığın yalnızlığa

 

Önümde

Ömürden vazgeçmek

Hülasasında anlatırım umuda

 

Bahar

Seninle anılacaksa

Aşk çiçeklerle anlatılan kansa

 

Yar

Soyut bir kavramsa

Anlamak için zaman haykırsa

 

Kan aksa

Kalp sessizliğini korusa

Ruh ömrün vaktine soracaksa

 

Seninle

Mümbit filizler

Sinemde koruduğum o sezgiler

 

Kimliğinde ki

Nakarat halinde serzenişler

Geceden sabaha fersizdi gözler

 

Kabulümdür

Halin, silinmez anın

Rahmetin güzelliğindedir salkım

 

Aklım

Seni sana anlatamaz

Farkın sabrın, arın, hayâ duvarın

 

Anlatılmaz

Dert buysa sorulmaz

Aşk iklimine nasip duvarsız olmaz

 

Çileler

Umut içinde yeşerirler

Çiçekler renkleriyle neye imrenirler

Share this post


Link to post
Share on other sites

Sahnelenen leke!

 

Her gün

Yeni bir karar veriliyor

Canlar telef ediliyor kan sökün ediyor

 

Ertelenen

Hınçlar sahneleniyor

Desiselere takat yetmiyor an tükeniyor

 

Maslahat

Belamlar sayesinde

Cehaletin hükmüyle bir bir sıralanıyor

 

Yegâne

Ve mücerret hüküm

Göz ardı edilerek ekrandan gizleniyor

 

Realite

Öteleniyor zımnen

Yasaları hiçlemiyor adam haykırırken

 

Efrat

Sessizdir bir hışımken

Tuğyanı estirendi talanı icbar ederken

 

Hüküm

Yegânedir evrenseldir

Gayeye götüren müşahhas denklemdir

 

Akıl aciz

Bilgi naçiz edilirse

Tebaaya tahakküm etmek ne kolaydır

 

Fakirlik

Kader sayılmaktadır

Talan edilen hakkın elinden alınandır

 

Tek düze

Bir hayattı sunulan

Sanat adına da kepazeliğe boyanandır

 

Takiyye

İlmi siyaset olunca

Kursakları arlanmaz haramı soluyunca

 

Nefsin

Sıfatın gücün olunca

Vatandaş ne yapa aşk şarlatanın olunca

Share this post


Link to post
Share on other sites
yüreğinize sağlık çok güzel selamtle kalın şiirlere devam inşallah

 

 

 

Çok teşekkürler ediyorum kıymetli kardeşim, sizde olmasaydınız şevkin sukut eyleyecekti bu değerli sitede, kim yok kimselerden bir seda yok, efradım belli ki müşkülatı haddinden çok, bu mnad sağlık ve afiyetler diliyorum, sevgiyle selam eğliyorum...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Nasıl gelirsen gel!

 

Neyleyim ki

Tahammül kalmadı

Seni sensiz yaşayıp durmaktan

 

Sevdiğin

Her şeyi zikretmekten

Nefesin acizliğinde sukut etmekten

 

Kimseye

Seni anmayan geceye

Hislerimde anlamlaşan her heceye

 

Soluksuz

Bitap kimsesizliğe

Hüznün davet ettiği hicran sahifesine

 

Bir ben

Bilirim neler çektiğimi

Hazanın ibret içinde halime yerleştiğini

 

Dallarda

Alımlı duran meyveyi

Toplayacak takatin terk ettiği şevksizliği

 

Uzaklardan

Nazar eden umudu

Yüreğimde kuruyan muhabbet sürurunu

 

Payidar

Eyledin sessizdin

Nefeslerin nöbetinde hissini gizleyendin

 

Serdetmedin

Mısralarında serindin

Kuytu düşlerin alaca karanlığında nefestin

 

Nerdesin

Zamanın içinde misin

Yoksa göçüp gidenler kafilesinde ibretimsin

 

Gönül

Kafesim ıssız ayan

Seni sensizlik düşüncelerimle halen perişan

 

Çık gel

Nasıl gelirsen öyle gel

Ölmeden ömür tükenmeden kalp dinmeden

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...