Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

mütereddid

Admin
  • Content Count

    625
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    70

Posts posted by mütereddid


  1. Ben buyum:

    1) Asyacı. (Kopya Avrupacılığına zıd, Avrupa emperyalizmasına zıd)

    2) Milliyetçi – Anadolucu. (Milliyet dışı telâkki sistemlerine zıd)

    3) Ruhçu. (Maddeciye zıd).

    4) Maverâcı. (Softaya zıd-dinsize zıd).

    5) Şahsiyetçi – keyfiyetçi. (Başıboş ferd haklarına zıd, standard ölçülere zıd)

    6) Mülkiyette tahdidci. (Büyük ferdî sermayeciliğe zıd).

    7) San’at, fikir ve ilimde tedrici – safiyetçi. (Köksüz ve kabataslak teşhis sistemlerine zıd).

    8) Kafa ve ruh mümtaziyeti bakımından sınıfçı (Antidemokrat).

    9) Tek görüş etrafında müdahaleci (Antiliberal).

    Çerçeve 1 | Ben Buyum


  2. Paylaşılan resimlerdeki

    "Önüne Gelenle Değil, Seninle Ölüme Gelenle Beraber Ol",
    "Parası olan pazardan, imanı olan mezardan korkmaz"
    "Ömrün ilk yarısı; İkinci yarısını beklemekle, İkinci yarısı da; İlk yarısının hasretiyle geçer."
    "Sen çok sev de bırakıp giden yar utansın"
    "Hayatımızın Yarısını Uyuyarak Geçiriyoruz, Diğer Yarısınıda Uyutularak..."

    sözleri yönetimimizin tesbitini yaptığı Üstada Ait Olmayan Sözler listesinde mevcutur. Bu sebeple resimler kaldırılmıştır.

    • Like 2

  3. Bin nemrut yüklendi omuzlarına
    Bir Nemrut'un ocağını
    Bin uşakla harlasalar ateşi
    Yine dönüşür İbrahim'e gül...

    Yanmaktadır, yakılmaktadır
    Kor olmuştur yürekler
    Yeter ihya için bir selamın
    Bağdat ile Şam'a gül..

    *
    ibrâhîm
    içimdeki putları devir
    elindeki baltayla
    kırılan putların yerine
    yenilerini koyan kim

    güneş buzdan evimi yıktı
    koca buzlar düştü
    putların boyunları kırıldı
    ibrâhîm
    güneşi evime sokan kim

    Aykut Kuşkaya | İbrahim

    ________
    İkinci kısım Asaf Halet Çelebi şiirinden


  4. Üstadın bahsini ettiği «anamı sorarsan Büyük Doğu» ifadesi Mehmet Akif İnan'ın Yiğitler şiirinde geçmektedir.

    Bulup unuttuğum mısralar nerdesin,
    İçimden kaçıran hangi uçaktır?

    O tepe baş tepe yabancıların,
    Onlarca aldatış utkudur takdır.

    Kanımın nehriyle cetvellediğim,
    Bu toprak söyleyin neden çoraktır?

    En kara putların saldırısında,
    Yurdumun ki alnı ay gibi aktır.

    Anamı sorarsan Büyük Doğudur
    Batı ki sırtımda paslı bıçaktır.

    Yiğitler yol olsa destana doğru,
    Şehitler gözümde aynen bayraktır

    Gel kurut bu çağın kargaşasını,
    Seninle beklenen şimdi şafaktır...

    MEHMET AKİF İNAN

    Efendim bunun bir de Grup Selika'dan marş versiyonu var. Bilenlere nostalji olsun.

    https://www.youtube.com/watch?v=Wn9Gq1bBWVo

    • Like 1

  5. Ayşe Böhürlerden Kılıçarslana cevap: Gençlerle Tartışırken
    Kılıçarslan: Hüdhüdün Gözleri
    Yakup Köse: İsmail Abi Haklı Beyler

    Ve Kılıçarslan bu gün: Sırasını mı beklesin, çırak mı olsun?

    Perşembe gün Yalova'da idim. Yedi Hilal Derneği'nin düzenlediği gençlik kampı kapsamında 100'ü aşkın delikanlıya, aklım erdiğince, dilim döndüğünce Cahit Zarifoğlu'nu anlatmaya çalıştım.

    Kampın bu seneki teması 'öncü Müslüman şahsiyetler' olarak belirlenmiş. 3-4 gün boyunca pek çok isim, pek çok öncü şahsiyeti delikanlılara anlatmış oldu böylelikle.

    Ben Zarifoğlu'nu hemen her seferinde anlattığım gibi anlattım. Dedim ki, 'bir bize sunulan Zarifoğlu imajı var. Bir de, o şiirleri, o yazıları, o günlükleri yazan adam var. Gerçek bir Zarifoğlu ile tanışmak istiyorsak Zarifoğlu imajını boş verip o eserleri yazan adamı okumak gerekir. Aksi takdirde düşünce değil magazin üretiriz Zarifoğlu hakkında. Hakikate değil dedikoduya temas etmiş oluruz.'

    Sohbet bitip soru cevap faslı başladığında bir delikanlı sordu: 'Gençken Cahit Zarifoğlu, Necip Fazıl'ın yanına çok sık gidermiş. Bir gün Necip Fazıl, Zarifoğlu'na dönüp 'Cahit bu konuda sen ne düşünüyorsun' diye sormuş. Cahit Zarifoğlu bu soruyu bir olgunlaşma anı olarak ele aldığını ve çok etkilendiğini anlatıyor. Siz ne dersiniz buna?'

    İşte 'gençlik' meselesinin 'ek yeri'ne geldik.

    Şurası kesin. Bugünün gençliği, geçmiş gençlik kuşaklarından çok daha fazla ve belirgin şekilde, bir 'muhatap kabul edilme' arzusuyla mukayyet.

    Belli ki şöyle geçiriyor aklından genç adam/kadın: 'Benim de fikrim alınsın, bana da görüşüm sorulsun; zira ben de en az karşımdaki adam kadar bilgili, donanımlı, yetkinim. Hem ben -bu adamın izlemediğine kalıbımı basarım- Breaking Bad izliyor, İskoçya referandumunun sosyo-politik sebeplerini ve sonuçlarını en az karşımdaki adam kadar, hatta ondan daha iyi biliyorum.'

    Bunu böylece düşünen genç, böyle düşünmekte sonuna kadar haklıdır. Çünkü hem gençliğe has delikanlı cesareti bunu gerektirir hem de 'davasının yükünü çeken genç' taşıdığı yük mukabilinde muhatap alınmayı ister.

    Bizi muhatap almayan, bizi dinlemeyen, kültür-sanat-düşünce meselelerine 'serin' bakan abilerin oluşturduğu tuhaf bir atmosferde geçti gençliğim. Sürekli 'siz bu işlerden anlamazsınız' ve 'sizin bilmediğiniz şeyler var' cümleleri çınladı kulaklarımda. Yani bu 'muhatap alınma' (hatta 'adam yerine konulma') isteğinin ne denli önemli bir arzu olduğunu iyi bilirim. Göz göre göre yapılan yanlışlara müdahale edemiyor olmak, sadece yaşınız yüzünden sözünüze itibar edilmemesi gayetle kötü bir şeydir.

    Fakat şimdi kimse kusura bakmasın. Bugün içinde bulunduğumuz atmosferde, yani (bazıları kızacak ama) yaşadığımız mahallede 'yanlışlara müdahale etmek' şöyle dursun 'neyin yanlış olduğunu tanımlayabilecek' bir gençlik söz konusu mudur? Bu soruya gönül rahatlığıyla 'evet' cevabı verebilecek misiniz? Soruyu doğrudan bu işin asıl muhataplarına, sosyolojinin ve siyasetin başat aktörlerine soruyorum. Hayır; cevabı bana değil kendinize, vicdanınıza veriniz lütfen.

    Hadi kanalı değiştirelim. 10 işçimizi kaybettiğimiz son derece üzücü bir asansör faciasının ardından sosyal medyada 'insan düşünmeden edemiyor. Recep Tayyip Erdoğan'ın cumhurbaşkanı, Ahmet Davutoğlu'nun başbakan olduğu şu günlerde bu asansör kazası ülkemize yönelik yeni bir komplo mu' yazabilen gencin neresini hangi şekilde muhatap alabiliriz?

    'Ama o tek örnek' deyin hadi bana. Ben de size, 'o tek örnek de, o mesajı paylaşan yüzlerce insan kim yahu?' diye sorayım.

    Kusura bakmayın. Ben, geride bıraktığımız 13 yılın en zayıf halkasının gençlik için yapılanlar, daha doğrusu yapılamayanlar olduğunu düşünüyorum. Biz, sosyolojinin ve siyasetin başat aktörlerinden 80'li ve 90'lı yıllardaki Milli Gençlik Vakfı'na nazaran çok daha yetkin bir gençlik oluşumu beklerken şimdi geldiğimiz noktada Milli Gençlik Vakfı'nı özlemle ve hasretle anıyorsak ortada çok ciddi bir sorun var demektir, değil mi?

    Yedi Hilal, İnsan Medeniyet Hareketi, Mostar Gönüllüleri gibi bir elin parmaklarını geçmeyen, üstelik imkânlar yüzünden çalışmaları sınırlı kalan birkaç hareketlenmeyle gençliğe bahar gelmeyecek.

    13 yılda 'çırak' değil, 'sırasını bekleyen politika cambazı' yetiştiren bir düzenek kurduk. Maalesef bunu başardık. Ve bunun suçu gençlikte değil.

    Çırak yetiştirmek zordur, zorludur. Emek ister, özen ister, fedakârlık ister.

    'Bu konuda sen ne düşünüyorsun Cahit' sorusunu tam vaktinde sormak ustalık işidir elbette. Fakat asıl ustalık, gönül rahatlığıyla 'bu konuda sen ne düşünüyorsun Cahit' sorusunu sorabileceğin 'çırak' yetiştirebilmektir.

    Ne diyordu Dickens: 'Yine örneği Necip Fazıl'dan, Cahit Zarifoğlu'ndan verdin. Bu dönemin gençlerine bir şey ifade etmiyor bu isimler. Bağış'tan, Çelik'ten ver örnekleri. Fosil misin nesin birader?'

    http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/ismailkilicarslan/sirasini-mi-beklesin-cirak-mi-olsun/55966


  6. Ak Gençlik'in cevabı: Biz Daha Çok Sıkıldık

    66. Emmy Ödüllerine topladığı 5 ödülle damga vuran “Breaking Bad” dizisinin son sezonundaki bir sahneyi unutmak mümkün değil. Dizinin başrol karakteri Walter White, 80 milyon doların gömülü olduğu yerde Narkotikte çalışan – ama o esnada rozeti alınmıştır- bacanağı tarafından yakalanmıştır. Walter, yakalanmadan hemen önce beraber çalıştığı kişilere bulunduğu yerin koordinatlarını göndermiş ve bu mesajı alan psikopatlar sürüsü doğruca Walter’ı kurtarmaya gelmiştir. Uzun namlulu silahlarla çatışma başlamış, Walter’ın bacanağı Hank yaralanmış ve kafasına tutulan silahla karşı karşıya kalmıştır. Walter çetenin lideri Jack’e bu kişinin bacanağı olduğunu söyleyip onu öldürmemesi için yalvarmaktadır. Jack, Hank’e kim olduğunu sorar. Hank durumuna bakmadan atarlanır ve adeta ölüme göz kırpar. Walter, Hank’e neden böyle davrandığını sorar. Hank’in cevabı çok nettir:
    “Hayatımda gördüğüm en zeki insansın ama adamın kararını 10 dakika önce verdiğini göremeyecek kadar da aptal”.
    Bu, burada bir dursun.
    Bizim muhafazakar cenahın bazı yazarlarında neo-oryantalist bir akım başladı başlayacak. Eli kulağındadır.
    Kendi cenahını toptancı bir kolaylıkla küçümseyen, yeni bir “Bizden adam olmaz”cı mantığın arifesindeyiz.
    100 yılı aşkın bir süredir entelektüel camiadan uzaklaştırılmış, harf ‘inkılabıyla’ 1 gecede tüm okumuşları okuma yazma bilmeyen bireylere dönüştürülmüş, destekçilerinin yarısından fazlasının okuma hakları ya elinden alınmış ya da sekteye uğratılmış, insanı insan yapan kimliğini gizlemek ya da baskılamak zorunda kalmış kitlelerden 12 senede bu 100 yıllık ötekileştirmeye entelektüel bir isyan bayrağı açması bekleniyor.
    İstedikleri seviyede olmasa da bu bayrak açıldı fakat bazıları görmek istemiyor. Anarşist ve müzmin muhalif yanları bardağın sadece boş tarafını görmeye meyilli.
    Muhafazakarların sınıf atladıkça mütevazı olmalarını beklemek ve Beyaz Türk özentisi Yeşil Türk’e dönmemelerini umut etmek herkesin hakkı ama sınıf atlamak sonradan görmeliği de beraberinde getiriyor maalesef. Bu sosyolojik olgu yüzyıllardır böyle işliyor. 3 kuşak içinde bu sonradan görmelik neredeyse yok olup doğal bir elit davranışına dönüşüyor.
    Bu olgu karşısında önünüzde 2 seçenek var. Ya sadece muhafazakar tosuncuklara’ odaklanıp toptancı bir kanaatle kendi cenahından tiksinen bir entelektüel olacaksınız ya da bu dönüşümün gerçek sahipleri olan yeni muhafazakar gençlere fikirlerinizle -ama sürekli negatifi göstererek değil- sıkmadan ve sıkılmadan yol göstereceksiniz.
    Yeni muhafazakar kuşak için birkaç ipucu verelim size. Bizim kuşak kendisini ifade etmek isteyen ve bunun için tüm kanalları kullanan bir kuşaktır. İnternetin tüm nimetlerinden yararlanan bizler için aslında iletişim her şeydir. ‘Pop-Art’, muhafazakar gençliği etkilemiştir ama davranışsal kodlarına henüz işlememiştir.
    Aslında 65 yaşını geçen amcalar ve teyzeler belediye otobüslerinden ücretsiz faydalanmaya başlayınca ilk bir ayda şehirde görülmedik mahalle bırakmaması gibi düşünebiliriz bunu. Sosyal alan muhafazakar gençliğe açıldıkça, yeni ifade alanlarına giriş yaptıkça, kendi kalıplarında –hatta biraz dışına da çıkarak- bu yeni dünyanın içerisine dalıyorlar. Pek çoğunun yaşı biraz ilerleyince tekrar o beklenen noktaya geri geliyorlar.
    Unutmadan söyleyeyim, taktınız takım elbise ve siyah rugan ayakkabı giyen gençlere. Muhafazakar gençlikten anarşist bir ruh devşirmeye çalışmayın boşuna, zaman ve mekan buna izin vermiyor. O yüzden bu gençleri dış görünüşlerine göre yaftalayıp bunun üzerinden fikir üretme kolaycılığı, kendisine entelektüel diyen sizlere hiç yakışmıyor.
    Siz de mi yeni bir şekilcilik akımı başlatacaksınız? “Genç adam takım elbise giymez, büyümüşte küçülmüş gibi takılmaz”. Bırakın bu yargıları işin özüne bakın. Ülkenin yarısı 35 yaşın altında, ülkeyi dönüştüren bu kitle. Bu kitle daha iyi yaşamak istiyor. Daha iyi yaşadıkça yani temel geçinme dertlerini aştıkça siz devreye gireceksiniz. Entelektüel açlığı sizler doyuracaksınız.
    Bu gençlerin bir kısmı da siyasetle ilgileniyor. Özellikle seçim dönemlerinde gençliğe afiş-bayrak asma ve slogan atma görevi veren siyaset anlayışından, muhafazakar yaşam biçiminin kendisini en zor kabul ettirdiği İzmir’de bile milletvekili, belediye başkanı, belediye meclis üyeleri çıkartan, siyasetin nesnesi değil ‘Stratejik Ortağı’ olarak bizatihi öznesi olan, kendini ifade yöntemi olarak meydanlarda, yollarda, caddelerde yürümek yerine yazarlarla, entelektüellerle, STK’larla, üniversitelerle beraber paneller, çalıştaylar, konferanslar, sempozyumlar düzenleyen bir anlayışa geçiş yapılıyor. Özetle küçümsediğiniz gençlik düşünüyor, projelendiriyor ve aksiyona geçiriyor. Bunları görmezden gelmek büyük bir haksızlık oluyor.
    Bu mevcut gençliğin en sinirlendiği konu ise kendisinin yok sayılması. Eğer bu gençliğe bir yol göstermek istiyorsanız müzmin muhalif dilinizi biraz değiştirerek neler yapılması gerektiğinden bahsedin. Çünkü bir sorunun çözümüne öneri getirmeden sürekli dillendirmek o sorunun bizzat parçası olmak demektir.
    Bu kuşak 30 Mart ve 10 Ağustos’ta kararını verdi. Oldukça zeki olmanıza rağmen verilen bu cevabı ve yeni kuşağın enerjisini göremiyorsunuz. Titreyin ve kendinize gelin artık.
    Uğur Geyik
    Ak Parti İzmir İl Gençlik Kolları Siyasi Ve Hukuki İşler Başkanı


    http://gencakkalemler.blogspot.ro/2014/09/biz-daha-cok-skldk.html


  7. İsmail Kılıçarslan: Çok sıkıldım

    Bazılarının aksine bendeniz Yeni Türkiye'ye 'sıkılarak' başladım. Allah sonumu hayretsin.

    Sıkılıyorum. Hem de çok sıkılıyorum.

    'Hoca epistemoloji dedi. İşte memleketin birikimli, kültürlü başbakanı' diyerek köşe dolduran, televizyon ekranlarında 'lak lak' eden uzman takımının aslında bırakın epistemolojiyi, felsefesinin ilgilendiği hiçbir alanla uzaktan yakından ilgisi olmadığını biliyor olmaktan çok sıkılıyorum.

    Farabi'nin 'erdemliler şehri'ni, İbn Haldun'un medeniyet düşüncesini, -ne bileyim- Kant'ın ahlak hakkındaki görüşlerini hiç mi hiç merak etmeyen, bir kez bile bu ve benzeri isimleri okumayan 'pür politikacı' kalemlerin 'işte filozof başbakan' deyip durmasından çok sıkılıyorum.

    Yeni Türkiye'nin, temel hayat sloganları 'felsefe yapma', 'edebiyat parçalama', 'icat çıkarma' üçgeninden oluşan; herhangi bir politik düzleme angaje olduğunda her şeyi bir tamam hallettiğini düşünen aktörlerinden çok sıkılıyorum.

    Gül cumhurbaşkanı olunca 'Gül uzmanı', Davutoğlu başbakan olunca 'Davutoğlu uzmanı', zaten doğal olarak 'Recep Tayyip Erdoğan uzmanı' olan yandaş-muhalif herkesten çok sıkılıyorum.

    Başbakanının profesör olmasıyla, 'hoca' olmasıyla, 'birikimli' olmasıyla övünen insanların yönettikleri medya kuruluşlarında kültüre, sanata, sosyolojiye 'istenmeyen çocuk' muamelesi yaptıklarını biliyor olmaktan çok sıkılıyorum.

    10 yılını, 20 yılını, 30 yılını 'dava'ya adamış insanların neredeyse görmezden gelindiği; ne dediğini kendisinden başka hiç kimsenin anlamadığı çapsız, izansız, donanımsız nevzuhur 'politika konuşur' zıpçıktıların baş tacı edildiği bir düzenin içinde yaşayıp gitmiyormuşuz gibi davranılmasından çok sıkılıyorum.

    13 yıldır 'bir gençlik hareketi' ortaya çıkaramamanın acısını bir kez bile 'ciğerinde' duymayan, her seferinde 'bu seçimi de bir atlatalım' kolaycılığına düşen, her seferinde rakamları ilkelerden daha çok önemseyen 'düşünür'lerden geçilmiyor ortalık. Ve ben cidden çok sıkılıyorum.

    Necip Fazıl'ın yaşadığını zanneden gençlerimiz var. Vara yoğa küfür edip kendini rahatlatmayı 'cihat etmek' zanneden gençlerimiz var. Lacivert takım elbise ve siyah parlak ayakkabı giyen, Ray-Ban gözlük takıp 'proce kovalama'yı marifet sayan, asıl projenin bizatihi kendisi olması gerektiğini bir kez bile aklına getirmeyen gençlerimiz var. 'Yeni Türkiye'yi bu gençlerle kurabileceğini düşünen koca koca adamlardan çok sıkılıyorum.

    Kızıyor musunuz bana?

    Hayatımızı 'politika'dan ibaret hale getiren bu düzeneğe kızmıyorsanız bana kızmak hakkınız tabii.

    'Hayatî' olanı 'geçici' olandan ayıramamak belki de bugün en temel sorunumuz. Kimse hayatî olanla yani zor fakat aynı zamanda elzem olanla ilgilenmekten yana değil. Herkes geçici olanla, sayısal olanla, bugünlük olanla, gündelik olanla ilgili...

    Bırakın çok daha temel soruların ve sorunların altını çizmeyi, 'yaptığımız gökdelenleri çocuklarımıza nasıl izah edeceğiz' diye sorduğunuzda size 'hain' yaftası yapıştırılması an meselesi.

    'Kol kırılır yen içinde' diye diye kırık yüzünden iltihaplanan, kangrene dönüşme tehlikesi bulunan bir dünya sorunu erteleyip duruyoruz.

    Bunları niçin yazıyorum?

    Şimdi 'epistemoloji' kelimesini cümle içinde ve son derece doğru şekilde kullanabilen bir başbakanımız var. Oyunu geriden kurmaya meyyal, asıl projenin yönünün ne olması gerektiği konusunda net bir başbakanımız.

    Soru şu: Yeni başbakanımız 'yeni Türkiye'yi, şimdiden etrafını sarmaya başladığını dehşetle fark ettiğim 'yeni Türkiye'cilerle mi kuracak; yoksa hakiki olana temas etmeyi' göze alarak, yorularak, ter dökerek mi kurgulayacak?

    Şu an için gerçekten ilgilendiğim tek soru budur. Gerisi koyu bir can sıkıntısı...

    Ne diyordu Ted Hughes: 'Bu senin erdemli dediğin Mersin'in ilçesi değil miydi yeğenim? Oklava çekmesi meşhurdur oranın. Damağın çatlar lezzetten.'

    http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/ismailkilicarslan/cok-sikildim/55605

     


  8. Hafız (Bir 28 Şubat İsyanı)

    Ya-Sin…
    Yüreğim titriyor.
    Takatim kalmadı bu aşkı taşımaya.
    Ne Leyla ve Mecnun,
    Ne Romeo and Juliette.
    “Batan şeyleri sevmem ben.”
    Adım: İbrahim.
    Nemrud’un kartalları yüreğimin peşinde.
    Asiye’yim asi’ye ikna odalarında,
    İmrü’l Kays’ın kadınları utandırıyor beni.
    Bir miraç gecesi Muhammed’e tutunmak,
    Kaçmak geliyor içimden, bitirmek serüveni,
    Bitirmek komedyayı,
    Dante’ye inat.

    Bugün daha bir deliyim.
    Bugün daha bir yalnız.
    Bir şeyler söyle susma!
    Bir şeyler oku Hafız!

    Kabil’in Habil’e attığı taşı anlat.
    Yakub’un Yusuf için döktüğü yaşı anlat.
    Musa’nın asasını, melikenin tahtını,
    Tufan günü yaşanan, o pürtelâşı anlat.


    Er-Rahman…
    Her an,
    Tükeniyorum Hafız!
    Buram buram toprak kokuyor odam.
    Ölüme hazır mıyım?
    Bilemiyorum, yalnız…
    Bir şey var yüreğimi gün be gün kundaklayan.
    Kaçıp kaybolmakla kalıp susmak arasında
    Kıstırıldım şuracıkta, bütün gençliğim talan.
    Fişlenmişim bir vakit namazı sonrasında.
    Her yanım sobelenmiş çağdaşlar tarafından.

    Bıraktı mı beni ahhh! Bırakmaz bildiğim gerçek.
    Eyyub’un sabrı nerde kurtlar beni bitirecek.
    Nerde benim cennet aşkım; cehennem korkum heyhaaaat!
    Korku ümit arasında nasıl yaşanırdı hayat?

    Oku hafız! Bileyim evrensel yazgımızı.
    Oku ki bir Meryem zuhur etsin kalbimde.
    Şuara sussun… İkiye bölünsün ay…
    Ve büyük göç başlasın medeniyet şehrine.


    Ha-Mim…
    Bilirim…
    Dinim dinlerin garibi.
    Sımsıkı sarılmak gerek ALLAH’ın ipine.
    Gözyaşıyla abdestini tazeleyen derviş gibi,
    Uyandım ve kulak verdim biricik sahibime.
    Mürteci olduğumun kapı gibi belgesi
    Secdeye varmış dizlerimin üzerindeki nasır
    Budur…
    Budur, koskoca devletimin kaygısı.
    Bu kafa hangi kafa; bu asır hangi asır.
    Bilimin adamları, bir apolet umuduyla
    İyiliğimi istiyorlar.
    Vermem, vermeyeceğim!
    Çoğaldıkça zayıflıyor putların gürültüsü,
    Çiğnetir miyim tanklara kalbimdeki Kudüs’ü…

    Gökyüzü kimlerin malıdır artık böyle!
    Süleyman Nebi mührü bak kimlerin elinde.
    Dalkavuk aydınlarım, olabildiğince pişkin.
    Mehdilerim kayıp, cemaatlerim şaşkın.

    Haykır Hafız! Kudursun, kinlerinden yoldaşlar.
    Benim başım olamaz, bu denli kokmuş başlar.
    Yunus’u sahillere taşıyan Yunus kadar
    Gözü tok bir hamalım ben. Sadık ve itaatkâr.


    Elif-Lam-Mim…
    Duyabilseydim,
    Davud’un sesinde yayılan sırrı,
    Belki daha iyi anlardım filozoftan
    İlahi söze sadık babayı ve oğulu.
    Mesken tutardım kendime Zekeriya’nın
    Cennet bahçesi diye sığındığı kovuğu.

    Farkı yok Medyen’den, Ad’dan, Semud’dan
    Gayrı iflah olmaz bir isyankârım kavmime.
    Alber Camus’den çok Ashab-ı Kehf’e yakın
    Bedir’e, Uhud’a, Hendek’e yakın
    Dünyayı kıran bu
    Savaşlardan çok.

    Hıncım, aşkım, kaygılarım beni tutası değil.
    Sabır telkin ediyor, sabır taşı kardeşlerim,
    Geceyle karanlığın farkının idrakinde
    Birer yarasa hepsi ve yakalarında gül…

    Öylece durma Hafız! Çağır ebabilleri,
    Ruhumu çiğnemeden Ebrehe’nin filleri
    Zeytin dalını kargalar, baykuşlara uzattı
    Beni de örümceğin sadakati kuşattı.

    BASRİ AKDEMİR / ŞUBAT 1998

×
×
  • Create New...