Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

cihat

Editor
  • Content Count

    686
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    4

Posts posted by cihat


  1. HABERİN VAR MI

     

     

    Sen öyle güzel ben böyle naçar

    seni seviyorum haberin var mı

    nasıl söylesem nasıl açıklasam

    haykırsam, bağırsam, çağırsam

     

    beylerbeyinde

    çamlıca caddesinde

    suyu akmayan çeşmenin

    kuruyan sarnıcın

    yaşlanmış çınarın altında

    muntazam

    bir rüzgâr

    ve kamyonların gürültüsü altında

    egzozları altında otobüslerin

    insanların bakışları altında

    tomurcuklanan güllerin boy atan çiçeklerin

    zakkum ağacının akşam sefalarının

    daha yeni yeni

    tohumların topraktan başlarını uzattıkları

    bu günde.

     

     

     

    Seni seviyorum haberin var mı

    ben ki naçar ben ki şair zanaatkâr

    borsadan repodan faizden uzak biri

    kalbim harbi bir aşkla çarpıyorken taksimdeyim

    kendini kendine saklayan bir şairin yanındayım

    benim değil etrafı duvarlarla çevrili köşkler

    rıhtımları deniz kenarlarını geri alamıyorum

    yani her şey tamam değil

    çocukların keyiflerini kaçırtamıyor kimse

    kimse rezil bir hayata teşne değil

    kimse kaçamıyor günahlarından

    duyuyor musun

    zikrullah esenlikler sunuyor bize.

     

     

     

    Ben sana sevgimi sen bana güllerini sun

    ben böyle naçar sen öyle güzel.


  2. Muhabbet Yelleri

     

    Hak yoluna gidenlerin

    Asa olsam ellerine

    Er, pîr vasfin edenlerin

    Kurban olsam dillerine

     

    Torunuyuz bir dedenin

    Tohumuyuz bir bedenin

    Mûnkir ile cenk edenin

    Silah olsam ellerine

     

    Bir üstada olsam çırak

    Bir olurdu yakın ırak

    Kemiğimi yapsam tarak

    Yar zülfünün tellerine

     

    Vücudumu kavursalar

    Yönüm yare çevirseler

    Harman edip savursalar

    Muhabbetin yellerini

     

    Vakit kalmadı dermagın

    Kaldır Seyrani parmağın

    Deryaya akan ırmağın

    Katre olsam sellerine


  3. Ara Bul Şem'anı Yak ta

     

    Ara bul şem'anı yak ta

    Su gibi engine ak ta

    Ne tırnak idim ayakta

    Ne taç gibi serde idim

     

    Ne martıyım bahre daldım

    Ne dili ummana saldım

    Ne er gibi avrat aldım

    Ne zen gibi erde idim

     

    Mahremiyim hak râzının

    Ma'kesiyim âvazının

    Âlem-i ervah sazının

    Kolunda bir perde idim

     

    Seyranî kader göçünde

    Ne bir iki ne üçünde

    Âlem-i ervah içinde

    Himmetli bir pîrde idim

     

     

    Asırda Acaip İşler Çoğaldı

     

    Asırda acaip işler çoğaldı

    Bilmem bu işleri kimler ediyor

    Dünyayı hep rezil köpekler aldı

    Gelen ümeraya karşı geliyor

     

    Biraz bahsedeyim ehl-i zamandan

    Yahşılar aşağı düştü yamandan

    Aralık itleri olmuş kumandan

    Uyuz it kurtlara kumand'ediyor

     

    Buğday unu beğenmiyor enikler

    İplikten aşağı düştü ipekler

    Hep sedire geçti itler köpekler

    Hânedan ayakta hizmet ediyor

     

    Koltuk kılı fark olmuyor sakaldan

    Tüccarlar aşağı indi bakkaldan

    Aslanlara çoban düşmüş çakaldan

    Şimdi aslanları çakal güdüyor

     

    Mekteple medrese ortadan kalktı

    Meyhane kerhane meydana çıktı

    Ar namus denen şey ortadan kalktı

    Şimdi kişi bildiğine gidiyor

     

    Sarhoşlar çoğaldı kalmadı ayık

    Bu asır böylece hallere lâyık

    Müzevirin adı muhbir-i sâdık

    Şimdi kişi bildiğine gidiyor

     

    Şahinler yurdunu tuttu yarasa

    Baklava yerine geçti pırasa

    Şimdi rağbet deyyus ile terese

    Zamane bunlara rağbet ediyor

     

    Boy kürkünü beğenmiyor köçekler

    Babasına akl'öğretir çocuklar

    Yumurtadan burnu çıkan cücükler

    Horoz oldum diye cık cık ediyor

     

    Küçükler büyüğe çorap geydirir

    Tatlıyı insana acı yedirir

    Seyranî zamane böyle dedirir

    Şimdi kişi bildiğine gidiyor


  4. GAZEL

     

    Süzme çeşmin gelmesin müjgân müjgân üstüne

    Urma zahm-ı sîneme peykân peykân üstüne

     

    Rîze-i elmâs eker her açtığı zahma o şûh

    Lutfu var olsun eder ihsân ihsân üstüne

     

    Dilde gam var şimdilik lutfeyle gelme ey sürûr

    Olamaz bir hânede mihmân mihmân üstüne

     

    Yârdan mehcûr iken düşdük diyâr-ı gurbete

    Dehr gösterdi yine hicrân hicrân üstüne

     

    Hem mey içmez hem güzel sevmez demişler hakkına

    Eylemişler Râsih'e bühtân bühtân üstüne

     

    Rasih


  5. Lâle

     

    Eylül’de melûl oldu gönül soldu da lâle

    Lâleyken emel ermedi bahçemde kemâle

    Gelmez bu elem neyleyelim fazla suâle

    Bir hâile ömrüm ki alınmaz bir kâle

     

    Hülyâ bizi râmeyleyebilmiş ki muhâle

    Bir kâküle meyletti gönül geldi bu hâle

    Sevdâ denilir düştüğümüz gizli melâle

    Bir hâile ömrüm ki alınmaz bile kâle

     

    Bülbül edemez belki de şâir gibi nâle

    Yıllar eriyor ağladığım gülle zevâle

    Son darbeyi vursaydı ecel bâri mecâle

    Bir hâile ömrüm ki alınmaz bile kâle

     

     

    Edip Ayel


  6. Özellikle sonlarına doğru harikulade tespitlerle dolu, hayli keyfiyetli bir yazı...

     

    Üstad'ın fikriyatının belki de en eksiksiz tarifi budur; saf tasavvuf doruklarına çıkmak için sarp tefekkür patikalarından geçme...

     

    19.yüzyılda Marks ve Engels gibi düşünürler Dünyanın mukaddesiyattan maddeciliğe yol aldığını görüp daha sonra 20. yüzyılda Lenin tarafından bayraklaşacak olan fikrin tohumlarını nasıl serptilerse, Üstad'da dünya çapında islamın muvaffakiyetinin ancak tasavvufla mümkün olacağını gördü ve fikriyatını bu yönde ördü...


  7. Peyami Safa, Babıali'de Üstad'ın kimi konularda konuşup, muhattap olduğu bir yazardır. Nefs muhasebesinden uzak olsa da ruh analizleriyle kötünün iyisi denilebilecek niteliktedir.

    Fakat Cemil Meriç onun için 'Sistemin Kalemşörü' derken haklıdır. Üstadın 'Tohum' piyesini göklere çıkarırken keyfiyette ondan on gömlek üstün olan 'Bir Adam Yaratmak' hakkında dut yemiş bülbül kesilmesi fikir haysiyetinden yoksunluğu ve kıskançlığından başka neyle tarif edilebilirki?...


  8. Aşağıda, Mithat Cemal'in kaleminden iktibas edilmiş olay, Akif'in verdiği sözde durma hususundaki o harikulade itinayı çerçeveleyen dikkate değer bir misal...

     

     

    Veteriner Fakültesi'nden sınıf arkadaşı Hasan Efendi'yle Akif, o kadar dost olmuş, o kadar birbirlerini sevmişlerdir ki bir gün birbirlerine söz verirler:

     

    İleride çoluk-çocuk sahibi olurlarsa, ölenin çocuklarına kalan bakacaktı. Ve aradan yıllar geçti. Hasan Efendi ve Akif evlenip çoluk-çocuk sahibi oldular. Bu arada Meşrutiyet ilân edilmişti. Mehmet Akif de Tarım Bakanlığı'nda Genel Müdür Yardımcısı olmuştu. İşte o günlerde, Akif'in Genel Müdürü, Tarım Bakanı tarafından haksız yere görevinden alındı. Akif, bu haksızlığa dayanamadı ve Genel Müdür Yardımcılığı görevinden istifa etti. Artık, işsizdi. Para biriktirme âdeti olmayan, elindeki avucundakini anında çevresindeki yoksul ve kimsesiz insanlar için harcayan Akif, eşi ve çocuklarıyla büyük bir maddî sıkıntıya düştü. O kadar ki, o günlerde Akif'in evine beraber kitap okumak için sık sık gelen ve öğle yemeklerini Akif'in evinde yiyen Mithat Cemal, bu maddî sıkıntıyı açıkça gördüğünden, çeşitli mâzeretler bularak, Akif'e yemekten sonra gitmeye başlamıştı. Gerisini Mithat Cemal'den dinleyelim:

     

    "Bir cuma Akif'in evinde sekiz çocuk buldum. Teker teker çok sevimli olan çocuklar bir araya gelince ne manzara alırlar malumdur. Evde sekiz kişilik bir kıyamet kopuyordu. Akif'in beş çocuğuna katılan bu üç çocuğun komşudan gelmiş ufak misafirler olduğunu zannettim ve ertesi cuma bu çocuk gürültüsüyle artık karşılaşmam sandım.

    Fakat her cuma sekiz çocukla sofada aynı kıyamet kopuyordu. Akif de buna katlanıyordu. Bu üç çocuğun gelişi, Akif'in çocuklarına da fazla hürriyet vermişti.

     

    Bir cuma, sofada, çocuklardan birinin yanağını, hıncımdan çimdikler gibi sıkarak, Akif'e sordum:

     

    -Kim bu yavrular?

     

    -Akif cevap vermedi.

     

    Odaya girince, bu üç ızdırabını, bu misafir çocuklarını Akif'e takılarak tebrik ettim. Akif'in yüzü değişti:

     

    -Misafir çocukları değil, benim çocuklarım! dedi.

     

    Üç beş haftada üç çocuğu nasıl olurdu?

     

    -Hasan Efendi öldü de...

     

    Dedi; ve çocuklar, kim evvel ölürse hayatta olanın bakacağı çocuklardı, rahmetli Hasan Efendi'nin çocukları.

     

    Fakat Akif bu çocuklardan daha güzeldi: Mektepte verdiği sözü hâlâ unutmayan bir çocuk."


  9. Selamlar

     

    Meselenin ne edebi, ne de fikri bir ilerleme kaydedememiş olması ve karşılıklı atışma şekline dönüşüp daha büyük bir tatsızlığın yaşanmasına meydan verecek hale gelmesinden ötürü, konu kapanmıştır.

    Kapanmasının tek sebebi Can Yücel'in üstad hakkındaki bir takım nahoş ifadeleridir. Yoksa 'Diğer Şairler' bölümümüzün işleyiş politikası aynıdır, değişmemiştir.


  10. Türkiye'de parti, Büyük Fransız İnkılâbından tam yarım asır sonra (1789 - 1839) Tanzimat hareketiyle zeminini bulur ve Abdülaziz devrinde "Genç Osmanlılar" adlı bir hücrecik halinde protoplazmalaşır. Bu, Batıdan sıçrama, frengi gibi bir mikroptur. Bir mikrop ki, memleketin iç halini, kendi içinden fışkırma, kendi öz nefs muhasebesine dayalı bir vicdan tepkisiyle düzeltmek ve aslî cevherine döndürmek cehdi yerine, dışarının ve düşman dünyanın bu hale bakışını, güya deva ve yol gösterisini böylece Türk'ü kökünden ayırmak ve boşluğa düşürmek gayretini kukla şuursuzluğu içinde temsil eder. Türkteki İslâm birlik ve bütünlüğü karsısında Batı adamının beş asırdır yapamadığını bir asra, evet, tam bir asra sığdırmak ve bunda da muvaffak olmak gibi bir yörünge belirtir. Bizde parti, kendi öz hakikatimizin koruyucusu olarak içimizden doğma değil, düşmanımızdan gelme ve onun öz hakikatini bize yamamak bahanesiyle bizi öz hakikatimizden mahrum bırakma (strateji)sinin "veled-i zina"sidir. Avrupalı bu "veled-i zina"yı büyür büyümez, kubbesini, sütunlarını, dört duvarını ve temelini yıkması memuriyetiyle cami kapısı önüne bırakmış ve muradına bal gibi ermiştir.

     

    Necip Fazıl (Babıali)


  11. Büyük Doğu dergilerinde Neslihan Kısakürek imzalı yazılardan bazılarına -şimdi- dikkat ettim. Kesinlikle üstadın üslubuyla yazılmış. Hangi sebeple eşinin adını seçti acaba ? Sual kendime...

    Üstad Neslihan Kısakürek imzasını Erzurum'da askerlik vazifesini yaparken yazdığı siyasi içerikli Çerçeve'lerde kullanıyor. İzahı oldukça basittir; askerere siyasi yazılar yazmanın yasak olması... (Kaynak olarak Bab'ıAli s.115'e bakılabilir.)


  12. Bu kişinin böyle bir sitede ne işi var?Heralde sadece şiiri için eklenmiş ama silinirse çok bahtiyar olurum.Bu adam din düşmanıdır.Biraz daha Kısakürek'in görüşünden olan kişileri eklerseniz daha münasip olur...Selam ve dua ile...

     

     

    Daha önce de farklı başlıklarda üzerinde durduğumuz gibi sitemizin bu kısmı, şu veya bu fikriyat ya da inancın hükümleri altında veya hizmetinde değildir. Şiirlerin sadece edebi cihetleriyle haşır neşir olduğumuz bu kısımdaki tek muvazenemiz itidaldır. İtidal sınırlarını zorlamadıkça istenen şiir eklenebilir. Site yönetimi olarak bölüm için kabaca bu şekilde çerçevelediğimiz 'münasiplik' durumuna bu şekilde riayet etmeniz elzemdir. Bu noktadan sonra mevzunun uzamamasını ümit ediyorum.

     

    Saygı ve selamlarımla


  13. Tasavvufta fert ile cemiyet arasındaki uçurum iki merhalede aşılır. İlk merhale, 'terk', yani ferdin ictimai hayattan soyutlanması, artık derisinin bile ağırlık olduğu bir inzivaya çekilmesidir... Bu münzevi hal, nefs ve her türlü iç muhasebenin yapıldığı çileli bir evredir. Fert, fikir buudu çapında tefekkür sokaklarını arşınlar, arşınlar, ta ki hayret bahçesine ulaşıncaya kadar.

    İkinci merhale ise (terk-üt-terk) yani terketmeyi terketmedir. İlk merhalede (pişen) fert, artık cemiyette olmaya muhtaç olan değil,bizzat (olduran)'dır. İşte nicedir dillerde pörsütülen, papağanvari tekrarlanan (toplumsal sorumluluk) ve (bilinç) isimli sathi,sahte ve icraatten ziyade gösterişten ibaret olan makamın özü budur...


  14. Üstad'dan yine müthiş bir tespit. Almanların II. Dünya Savaşındaki şahlanışları, toslayışları ve nihayet üzerlerine ateş sıkılan böcekler gibi apar topar yuvalarına geri dönmeleri olayı, tam olarak nida ve istifham mefhumlarının madde üzerindeki tahakkümünü apaçık remzlendiren cinstendir.

    Evet, onlar nida safındaydılar ama ulvi keyfiyetle kanatlı olan bir nida değil, tamamiyle nefsleriyle besledikleri, gurur icabı bağlandıkları iptidai bir nida... O destansı ilerleyişlerinin, kızdırılıp gözleri bağlanmış bir boğanın sağa sola tepinmesi şeklinde vuku bulup ardından kuzular gibi geri çekilme şeklinde sonlanmaları, keyfiyetli bir ruh kaynağından mahrum olmaları yüzünden madde planında hüsrana uğramalarıyla açıklanabilir.

     

    Ya sağlam bir imanın himayesindeki inancın ve nidanın azameti? Onun aksiyon planındaki kudreti, şahlanışı nelere muktedirdir? Bu konuda ne kadar derinleşsek azdır...


  15. Konu taşınmıştır..

     

    Adalet mefhumu kuru akılcıların, pörsümez fikriyat karşısında fikir mahallesi dairesinde hiç bir itin tenezzül etmeyeceği kadar adi taktiklerin mimessilliğini yapanların idaresinde olunca, hakimiyet vasfından ziyade nefslerin hakimiyeti altına giren, iktidar vasfından ziyade pısırıklığın kanun olduğu bir mefhum olur.

    Üstad hakkında açılmış bütün davalarda bu oldukça bariz bir şekilde göze çarpar. Görünürde sanık sandalyesinde olan Üstaddır ama, onun kendini savunuşu işte bu güruhu nizam önünde, fikriyat ve gerçek adalet önünde idamlık çapta bir davanın mahkum makamına düçar eder...


  16. Ne hazindir, ebediyet adına bu kadar nasipsiz bir güruhun, uluorta fahişelik yapan kadınların namustan dem vurmalarına denk, ebediyet üzerinde bu kadar hak idda etmeleri!...

     

    Ya hakiki manada ebediyetin fikrini vermek uğruna çile çeken, pörsümez Yeni'nin mimessilleri? Onların heykeli nereye dikili? Olsa olsa darağacına!..

     

    Üstadın, heykel üzerine diğer bir yazısı için tıklayınız, Abide


  17. Benem Ol Aşk Bahrisi

     

    Benem ol aşk bahrisi, Denizler hayran bana

    Derya benim katremdir, Zerreler umman bana

     

     

    Kaf dağı zerrem değil, Şems u Kamer ram bana

    Hak'tır aslım şek değil, Mürşittir Kur'ân bana

     

     

    Çün dosta gider yolum, Mülk-i ezeldir ilim

    Aşktan söyler bu dilim, Aşk oldu seyran bana

     

     

    Yoğiken ol barigâh, Vâridi ol padişah

    Ah bu aşk elinden âh, Derd oldu derman bana

     

     

    Adem yaratılmadan, Can, kalıba girmeden

    Şeytan lâ'net olmadan, Arş idi seyran bana

     

     

    Yaratıldığı Mustafa, Yüzü gül gönlü safa

    Ol kıldı Hakka vefa, Andandır ihsan bana

     

     

    Aşk halinden bilmeyen, Ya delidir ya diri

    Ben kuş dili bilirim, Söyler Süleyman bana

     

     

    Şeriat ehli ırak, iremez bu menzile

    Aslım Hak'tır şek değil, Mürşidim Kur'ân bana

     

     

    Yunus bu halk içinde, Eksiklidir Hak bilir

    Divâne olmuş çağırır, Dervişlik bühtan bana

     

    Yunus Emre


  18. size de servinin neden ahirete perdelik olarak simgelendiğini sorabilir miyim?[/b][/color]

     

    Üstadın bu şiirini idrak etmek için, betimlediği her müşahhas mefhumun ruhi boyutunu fikretmek elzemdir.

    Misal, Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet dizelerinde, dünya zevklerine aldanmış olmanın coşkulu ve vahim haliyle (Beyoğlu), namütenahi alemin kapısından geçişin ızdıraplı hali (Karacaahmet) şairane bir dille anlatılarak okuyucunun bu iki kutuplaşmış mefhum arasında mukayese gücünü kullanması sağlanmıştır.

     

    Hiç görmedim ama muhtemeldir ki Karacaahmet mezarlığının çevresi servilerle çevrilidir. Üstad Karacaahmet'i ahiret, dışında kalan yerleri ise Dünya olarak tahayyül etmiş, dolayısıyla serviler, Karacaahmet ile çevresi arasında mücerret bir perde veyahut farklı bir deyişle sınır teşkil etmiştir.


  19. İstanbul hakikatten hem mücerret hem de müşahhas vasıflarıyla gerek his, gerekse fikir sokağından geçen her şair ve yazar için eşsiz ve hayli bereketli bir mekandır. Bana sorarsanız bir şair ya İstanbul'da, ya da gurbette yaşar.

     

    Attila İlhan'ın, İstanbul'da yaşayan bir yazar arkadaşı konu sıkıntısı çektiğini söylediğinde " ulan ben şurda oturduğum yerde iett söförlerinin hayatını yazsam çok güzel roman olur be" şeklinde hoş bir nüktesi vardır. B)


  20. Sardunyaya Ağıt

     

    İkindiyin saat beşte

    Başgardiyan Rıza başta

    Karalar bastı koğuşa

    Ikindiyin saat beşte

     

    Seyre durduk tantanayı

    Tutuklayıp sardunyayı

    Attılar dipkapalıya

    İkindiyin saat beşte

     

    Yataklık etmiş zaar

    Suçu tevatür ve esrar

    Elbet bir kızıllığı var

    Ikindiyin saat beşte

     

    Dirlik düzenlik kurtulur,

    Müdür koltuğa kurulur

    Çiçek demire vurulur

    İkindiyin saat beşte

     

    Canların gözü yaşta,

    Aklı idamlık yoldaşta,

    Yeşil ölümle dalaşta

    İkindiyin saat beşte

     

     

    Can Yücel

    • Like 1

  21. Tabir İçin Bir Rüya

     

    Hiç mi sabah görmedik yani !

    Böyle yeşil gökyüzü mü olurmuş !

    O karpuzu hangi dürzü astı oraya ?..

    Vur bıçağı , bakma yaşın gözüne !

    Çal bıçağı parmaklıklar arasından

    Ki yarılsın çil çubuklu -kabuğu

    Çatırdıya çatırdıya !..

    Vur pençe-i Ali'deki şemşir aşkına !

    Vur ki çıksın,

    Çıksın gayri ortaya

    Kuyu- yeşil hapislere sığmayan,

    Kan-davalı ,

    Delikanlı

    Kızılbaş !..

     

     

    Can Yücel


  22. Kayıp Çocuk

     

    Birden işitilmez olsun ayak seslerim;

    Gölgem bir başka sokağa sapıversin;

    Unutayım bir anda her şeyi,

    Nerde oturduğumu,

    Bir tuhaf adem olduğumu Can adında.

    Aklım arayadursun başka kapılarda kısmetimi,

    Ben, bilmediğim sokaklarda bir başıma;

    Gönlüm öylesine geniş, öyle ferah,

    İlk defa görmüş gibi dünyayı,

    Bir şaşkınlık içinde, yeniden doğmuş gibi;

    Hatırlamam artık değil mi, dostlar,

    Hatırlamam artık garipliğimi?

     

     

    Can Yücel

    • Like 1

  23. Martılar Ki

     

    Günlerdir körköstebek nefsimle öyle hırlı

    Ve öylesine harlı ki

    esrik nefesim

    Bir kibrit tutsam parlayacak.

    Bir sarnıç gemisi diyecekler alev almış

    Boğazın iki yakasından

     

    oysa bir gaz tenekesiyle bir şişe mavg

    Gelişi güzel mi güzel bir ocak

    Suların ortasında sevgili öfkemle benim

    Yanacak bahar erişinceye değin

    Soğuktan morarmış kanatlarını

    ısıtsın diye martılar

     

    Martılar ki sokak çocuklarıdır denizin

     

     

    Can Yücel

    • Like 1
×
×
  • Create New...