Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Muvazene

Editor
  • Content Count

    2,115
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    28

Posts posted by Muvazene


  1. Otuz İki Kısım Tekmili Birden

     

    cahitzarifoglukz5.jpg

    Seçkin bir kimse değilim

    İsmimin baş harflerinde kimliğim

    Bağışlanmamı dilerim

    A. CAHİT ZARİFOĞLU

     

    1. ‘Kafkasya’dan esen bir rüzgâr’ın Maraş’taki serinliğidir. Fransızca, Farsça, Arapça bilen; Nakşî tarikatına bağlı, Fuzuli’den gazeller okuyabilen; öğretmenlik, defterdarlıkta memurluk, hakimlik yapan; dört kez evlenen bir babanın oğludur. Evde, annesinin yanında hep ikinci bir kadın vardır. Yalnızlığı ve sessizliği sevmesi o yıllara rastlar. Hayattan kaçıp sanata sığınan bütün çocuklar gibi ‘yazı’yı arkadaş edinir.

     

    2. Lise yıllarında sessizliğinden başka bir özelliği yoktur. Bu filozofça sessizliğin ona getirdiği ad Aristo’dur. Nuri Pakdil’le başlayan bir gelenek, Zarifoğlu, Rasim Özdenören ve Erdem Bayazıt’la devam eder: Dergi çıkarmak! Maraş Lisesi’nde bir edebiyat dergisi çıkarır. Maraşlı genç şairleri örgütler. Ne Türk Edebiyatı tarihinin tozlu sayfalarına dalar, ne de edebiyat aleminin dedikodularına. ‘Başka türlü bir şeydir onların anlatmak istedikleri.’

     

    3. Abdurrahman Cahit Zarifoğlu, Maraş Lisesi’nde, yani taşranın o buğulu ve sıkıcı ortamında, sessiz, sakin bir gençken, bilmeden, tanımadan, yani farkında olmadan Rilke gibi düşünür ve kendisine sorar: “Yazmak zorunda mıyım?”. Yanıt, çok kesin bir ‘evet’tir.

     

    4. “Evlerinde Dostoyevski, Balzac, Cervantes kitaplarıyla dolu bir kütüphane yoktur. 25 yaşına kadar kitabı yayımlanmış tek bir şair bile görmemiştir. Ancak, Rilke gibi dizeler yazar… İkinci Yeni’yi çağrıştıran, gizli ve karanlık dizeler… İşin garibi daha çok gençtir ve ne Rilke’yi okumuştur ne Pazar Postası’nı biliyordur, ne de İkinci Yeni’yi.”

     

    5. Kendine özgü bir asaleti ve doğuştan artistliği vardır. Necip Fazıl ona ‘artist’ der. Necip Fazıl’ın evinde bir sohbet toplantısı vardır. Birkaç cümleden sonra ‘Kitaplarınıza bakabilir miyim?’ diye N. Fazıl’ın sözünü keser. Sıkılmıştır. Kitapların azlığıyla şaşırır. Plakları karıştırır. N. Fazıl’ın sözünü yine keser: ‘Efendim, hangi müzisyenleri seviyorsunuz?’ diye sorar. N. Fazıl, ‘Betoven’ dedikten sonra biraz şaşkın, biraz öfkeli, biraz hoşgörülü bir tonla: ‘Burada muhteşem bir konser icra ediliyor, sen orada notalarla meşgulsün.’dedikten sonra ‘artist’ sözünü ekler.

     

    6. Hep atak, hep örgütçüdür. Mavera dergisi ve Akabe Yayınları’nı yönetir. Çevresindeki coşkuları çoğaltır.

     

    7. Hem çok dağınık, hem iradesine müthiş sahip ve hem de serüvencidir. Dağınıktır, çünkü ilk gençliğinde bir filmi üst üste 13 kez izlemiştir. İradesine müthiş sahiptir, askere giderken kendisini şöyle ikna eder: “Nasıl olsa bunu yapmak zorundayım, o halde isteyerek ve severek yapayım.”

     

    8. İslâmî çevrenin ilk serüvencisidir. Bu çevreden Avrupa’yı otostopla dolaşan ilk kişidir. Türkiye’de çok az kimsenin otostopla gezi yöntemini denediği bir dönemde, sırtında trendy bir çanta ve uzamış tıraşıyla Batı yollarında büyük serüvenler yaşar. ‘Doğunun Yedinci Oğlu’yla ‘Yorgun Serüvenci’ arasında gidip gelir.

     

    9. Her kavruk Anadolu genci gibi sarışınları sever. Ellerinde hep beyaz bir gül destesi vardır. Gözlerinde sisli puslu bir akşam… Sarışın bir yalanda burkulan yüreğini birçok yerde bırakır.

     

    10. Edebiyat üzerine konuşmaktan, ideolojik nutuklarından sıkılır ve bu konuşmaların yapıldığı yerden hemen uzaklaşır.

     

    11. Çocuksu bir adamdır. ‘Erkek ve dalgınca büyür’ Çocukluğun gökyüzünden hiç kurtulamaz.

     

    ‘Ne korkunç bir iklimdi çocukluğum

    Uyku yansın

    Yürek mecburlansın’

     

    12. “Önce güreşe, sonra pilotluğa merak sarar. Güreş İhtisas Kulübü’nün yayın organında güreş güzellemesi, Türkkuşu dergisinde de pilotluk üzerine yazılar yazar. Kayıklara duyduğu tutku yüzünden de bir kayık kiralayıcının yanında çalışır tam bir yaz…”

     

    13. “Yazılarında Abdurrahman Cem, Ahmet Sağlam, Vedat Can gibi müstear adları kullanır. Abdurrahman Cem’de bıçkın bir İstanbul delikanlısını, Ahmet Sağlam’da yeraltındaki Güneydoğu medreselerinde “emsilebina” okuyarak işe başlamış, ağırbaşlı bir hocaefendiyi, Vedat Can’da ise genç şairlere yol gösteren, heyecanlı ve atak bir ağabeyi canlandırır.”

     

    14. İlk şiirlerini Türk Dili, Soyut, Papirüs, Yeni Dergi’de yayımlatır. Sezai Karakoç’un Diriliş dergisini çıkarmasıyla birlikte kendini orada bulur… Çok okumaz, çok düşünmez. Fişek gibidir ve yaşamın şiirini yazar. Edip Cansever ve Cemal Süreya’nın şiirlerini sever, bir de Suç ve Ceza’yı…

     

    15. Bir şiirinde şu dize yer alır: “Raskolinikov müthiş bir Allah ağrısı çekmektedir.” İşte bu, onun en entelektüel dizesidir.

     

    16. “Serazat ve bohemdir. En azılı fundemantalizmden, en kıvrak sekülerizme kayar; hiç kimse tedirgin olmaz.”

     

    17. Edebiyat ortamındaki kamplaşmalara karşın o, kabul edilmiş bir şairdir. Hangi kesimden olursa olsun kapısını şiir için çalan hiç kimseyi boş çevirmez.

     

    18. Kendini kolayca ele vermeyen şiirler yazar. Şiiriyle karşılaşanlar, “Bu ne anlaşılmaz bir şiir” der. O da şöyle yanıt verir: “Herkes her zaman her şiiri anlamak zorunda değildir.” Kimse bilmez, Kirkeegard’ı hatmettiğini. Yine İslâmcı gençlerin ‘şiirlerinde dinsel öğeler bulunmadığına dair’ eleştirisine de ‘ Siz, hiç buğday içindeki güneşi gördünüz mü?’ karşılığını verir.

     

    19. Afganistan işgaline karşı çıkar. Meral Maruf adlı genç bir Afganlı kızla mektuplaşır ve bu mektupları toplayarak “Dullar Kampı” adlı bir roman çıkarır. Afgan şiirleri yazar, ama hamaset yapmaz.

     

    20. Faulkner’ı orijinalinden okur. Ve Faulkner’den şu cümleyi hiç unutmaz: My mother is a fish.

     

    21. Okur mektuplarına yanıt vermek gibi sıradan bir işi, sorumlu bir edebiyat öğretmenliğine dönüştürür. Birçok yeteneği edebiyat dünyasına kazandırırken nice hevesli ve sabırsıza da bu işi bıraktırır.

     

    22. Her zaman paraya ihtiyacı olur. Necip Fazıl gibi, paraya hakaretle bakar ve hakaretle harcar.

     

    23. “İşaret Çocukları” ve Yedi Güzel Adam” yaşamının bohem döneminin iki şiir kitabı… “Menziller” dinginlik döneminin, “Korku ve Yakarış” ise ölüm öncesinin şiir kitabıdır.

     

    24. “Felsefe bilmeden felsefe yapan, insanlığın varoluş sorunlarına doğulu bir hikmet adamı edasıyla yaklaşan bir şair, öykü kitabı yazarsa adını ne koyar? İns. ‘Sizi Görmeliydim’de modern öykünün en güzel örneklerinden birini sergiler.”

     

    25. Yalın ve sadedir. Bu yüzden, çocuklarla ve yaşlılarla iyi anlaşır. Çocuklara olan ilgisi onu 5 çocuğa baba yaparken çocuk edebiyatının en güzel metinlerini de yazdırtır: Serçekuş, Yürekdede ile Padişah, Motorlu Kuş…

     

    26. Öğrencilik devam ederken Genç Şairler toplantısına davet edilir. Toplantı sonunda konuşmacılar arasında ‘farklı bir ses’ olarak kalır. Beklenenin dışında konuştuğu için yalnızdır. İsmet Özel toplantıya Ankara’dan katılmıştır. Zarifoğlu’nu kutlar. ‘Toplantının yıldızıydınız. Bizim safımızda olmanızı isterdim.’ der. Ancak, yıllar sonra İsmet Özel, Zarifoğlu’nun safına geçer.

     

    27. Yaşamında ve şiirlerinde yapaylığa hiç yer vermez. Gülümser, fakat kesinlikle sırıtmaz. İlişkilerinde sağlam bir duruş sergiler. Güvenilir ve sessizdir. Kimseye şirin görünmek için davranışlarını değiştirmez. Tavrını koyar. Evet’i ve Hayır’ı her zaman aynı rahatlıkla söyler. Gösteriş merakından dolayı Necip Fazıl’a, randevularına geç kaldığı için Sezai Karakoç’a tavrını hiç çekinmeden koyar. Çoğu kez, ‘Affedersiniz’ sözüne ‘Hayır, affetmiyorum’ karşılığını verir. Bunun sonuçlarına da katlanır. Gösterişten ateşten kaçar gibi kaçar. Kesinlikle dedikodu yapmaz. Çok çabuk sıkılır. İnsanlarla ilişkilerinde şairliğini hiç belli etmez. Onun şair olduğunu çevresindeki birçok insan, o öldükten sonra öğrenir.

     

    28. Enis Batur’a göre, Cahit Zarifoğlu, bir gün keşfedilecek özel bir adadır. Selim İleri’ye göre, onun şiiri, bir gün, çok daha aydınlık bir ortamda, acısını asıl okuruna iletebilecektir.

     

    29. ‘Yaşamak’ adlı günlüğü ‘Ne çok acı var!’ cümlesiyle başlar. Zarifoğlu’nun hayatı, bir başına bu tarafsız cümle içerisine sıkıştırılmış gibidir.

     

    30. N. Fazıl’ın aracılığıyla Arvasilere damat olur. Nakşî şeyhine damat olmak hayatında yeni bir dönemi başlatır.

     

    31. İstanbul’da Alman Dili ve Edebiyatı bölümünü okur. Devlet memurluğu ona göre bir iş değildir. İlk kitabı ‘İşaret Çocukları’nı öğrenci harçlığıyla çıkarır. Askerliğini 1973′te 33 yaşında Kıbrıs’ta yapar. Memuriyete, 35 yaşında, 9/1 derece ve kademeyle Ankara Makine Kimya Endüstrisi Kurumu’nda başlar. Evrakı dolduran bayanın, ‘Senin hayatın kaymış. Bu yaşta bu derece…’ cümlesinden çok etkilenir. Ardından TRT Genel Müdürlüğü’nde mütercim sekreter olarak çalışır. Hayatının son dört yılını TRT İstanbul Radyosu’nda geçirir.

     

    32. Simsiyah sakalı, geriye doğru taradığı gür saçları ve vezinli suratıyla bir şair yakışıklılığı sergiler. 47 yaşında kansere yakalanır. Uzun hastalık döneminde kendisini ziyarete gelen en yakın arkadaşına şöyle der: ‘Bana bir fıkra anlatsana…’

     

    En çok dağları özler. 7 Haziran 1987′de ölür.

     

    ‘Erken iner güz

    Gider o güzel yolcu

    Yıllarda izi kalır’ (Avni Doğan)

    En yakışıklı şairimizdin sen Cahit Abi

    *Sıddık AKBAYIR

     

    ****************

     

    Hayatını kendi diliyle şöyle anlatır:

     

    "1940'ta Ankara'da doğdum. Rahmetli babam hakimdi. Bu vesile ile çocukluğum Güneydoğu'da geçti. İlkokula Siverek'te başladım. Maraş ve Ankara'da bitirdim. Ortaokula ise Kızılcahamam'da başladım, liseyi Maraş'ta tamamladım. Aslen Maraşlıyım.

     

    Ceddimiz 300 yıl kadar önce Kafkasya'dan Maraş'a gelip yerleşmişler. Bunlar üç kardeşmiş ve içlerinden birinin adı Zarif'miş. İşte bizim aile bu Kafkasyalı Zarif'ten geliyor. Daha çok bu sebeple olacak Kafkasya'yı çok seviyorum.

     

    Edebiyata lise yıllarında şiir ve kompozisyonlar yazarak başladım. Usta hikayeci Rasim Özdenören, şair Erdem Beyazıt, şair Alâaddin Özdenören ile aynı sıralarda okuduk. Liseden sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatını bitirdim. Öğrenciliğim sırasında çalışmak zorundaydım. Muhtelif gazetelerde sayfa sekreteri olarak çalıştım. Bu yüzden tahsilim biraz ağır aksak ilerledi. Bütün bunlar zarfında vazgeçmediğim,değişmeyen, istikrarlı bir yönüm vardı,o da şairliğim ve yazarlığımdı.

     

    Bir yerde çok titiz bir insanım,bir bakıma da hiç titiz değilim. Görünüşte bir düzensizlik içindeyim, ama her şey zihnimde benim de şaştığım bir disiplin ve düzen içindedir. Şu masanın halini görüyorsun.Çekmeceler de öyle. Ama söyleyin bir şey onu gözüm kapalı çıkarayım. Hayatımda öyle. Bir telaş içinde parçalanmış gibiyim. Ama saati saatine programlanmışımdır. Şiiri de ne zaman yazacağımı bilmiyorum. Memur gibi. Durum öyle gerektiriyor.

     

    Sezai Karakoç ağabeyin yayınladığı Diriliş dergisinde şiirlerim yayınlandı. Ağabeyin sohbetlerinden ve yazdıklarından çok şeyler öğrendik.Her anlamda bizim hocamızdı. Yetişmemizde çok büyük faydası oldu. Sonra Nuri Pakdil ve arkadaşlarının yayınladığı Edebiyat dergisinde yazdım. 1976'dan itibaren ise ben, Erdem Beyazıt, Rasim Özdenören, Akif İnan ve Nazif Gürdoğan'nın kurucuları olduğu Mavera dergisinde şiirlerim, bir-iki hikayem, senaryo çalışmalarım, günlüklerim ve "Okuyucularla" ismini verdiğimiz sohbetlerim yayınlandı. Bir kaç yıldan beri ise roman çalışıyorum. Bunlardan ilki "Savaş Ritimleri" 1985'te yayınlandı. Ayrıca çocuk edebiyatı dalında kitaplar yazdım."

    *Sohbet, Olcay Yazıcı, Türkiye, 10 Mayıs 1986


  2. Osman Yüksel AP milletvekiliyken, Demirel bir oy fazlasıyla milletvekiliydi. O zaman yürürlükte olan “ Milli Bakiye” denilen seçim sistemiydi ve çok adaletliydi. Ama Demirel’in işine gelmiyordu. Aynı ANAP’ın yaptığı gibi Seçim Kanununu değiştirmeye kalktı. Osman, bu değişikliği benimsemedi… Biz de dört muhalefet partisi, engellemeye uğraşıyoruz. Kollar kırılıyor, meydan kavgaları çıkıyor. Üç ay didişme oldu. Bu ortamda dahi, Osman Yüksel, AP milletvekili olmasına rağmen, Demirel’e karşı çıktı.

     

    Artık, döve döve de olsa, Osman’a oy verdireceğiz diye karar vermişler. Osman bakmış baskıdan kurtulamayacak, İstanbul’a gitmiş. Oylama yapıldı. AP 225 oldu, 226 olamadı. Bakmışlar herkes var, Osman yok. Demirel gayet kederli, ertesi gün Osman’la konuşuyor: “ Ya Osman, yaptığını beğendin mi ? Sen olsaydın kanunu çıkaracaktık. “ diyor. Osman : “ İstanbul’a gittim, bizim hanımın ablası hasta da, onu oraya götürdüm.”… Demirel : “ Öyle şey mi olur yahu Osman, hanım madem hasta, uçağa korsun gider, trene korsun gider, senin gitmen şart mıydı ?” demiş.

     

    “ Yoo” demiş Osman, “Bizim hanım ben olmadan hiçbir yere gidemez. Sizin Nazmiye Hanım’ın açık yeri, kapalı yerinden fazla. O senin dediğin gibi her yere sensiz de olsa seyahat edebilir. Bizimki mübarek sakal-ı şerif gibi yedi bohçanın içinde saklıdır. Onu ben bir yerden bir yere alıp kendim götürmezsem, kendiliğinden gidemez!...””

     

     

     

    Devlet Eski Bakanı Süleyman Akif Emre

     

    Cuma Dergisi - Aralık 1991


  3. BİRAZDAN GÜN DOĞACAK

     

    Beton duvarlar arasında bir çiçek açtı,

    Siz kahramanısınız çelik dişliler arasında direnen insanlığın,

     

    Saçlarınız ızdırap denizinde bir tutam başak

    Elleriniz kök salmış ağacıdır zamana

    O inanmışlar çağının.

     

    Zaman akar, yer direnir, gökyüzü kanat gerer,

    Siz ölümsüz çiçeği taşırsınız göğsünüzde

    Karanlığın ormanında iman güneşidir gözünüz,

    Soluğunuz umutsuz ceylanların gözyaşına sünger.

     

    Gün doğar, rüzgâr eser, bulut dolanır,

    Rahmet şarkısı söyler yağmurlar

    Alnınız en soylu isyandır demir külçelere

    Gürültü susar, ses donar, sevgi tohumu patlar,

    Sessiz bir bombadır konuşur derinlerde.

     

    Ey bizim sabır yüzlü toprağımızın kutsal ağacı,

    Sen bize hayatsın, umutsun, mezarlar kadar derin.

    Bizi tutan bir şey varsa dirilten o sensin

    Üzerinde uyuduğumuz yavru kuşların tüy renkli sıcaklığı.

     

    Ey damarlarımızda donan buz yüzlü heykeller beldesinden

    Yıkıntılar sonrası sarındığım şefkat anası,

    Ey dağları yerinden oynatan ses, ey mermeri toz eden rüzgâr

    Ey âlemi donatan ışık, toprağa can veren el.

     

    Gün olur toprak uyanır, ağaç uyanır, uyanır böcekler

    Sarı bozkır titrer, çıplak dağlar yeşerir, gök yıkanır kirli dumanlardan

     

    Su coşar, deniz kabarır, canlanır ölü şehirler

    Yemyeşil bir rüzgâr eser yıldızlar arasından.

     

    Şimdi siz taşıyorsunuz müjdenin kurşun yükünü,

    Çatlayacak yalanın çelik kabuğu

    Sizin bahçenizde büyüyecek imanın güneş yüzlü çocuğu.

     

    Erdem BEYAZIT

     

    • Like 1

  4. Bu zihniyetin tehlikesiz gördüğü örtünme tipi, niçin örtündüğünü bilmeyen, örtüsü kaymış, saçı görünen, gelecek nesle de örtünmenin gereğini aşılayamayacak derecede dinine uzak olan kadının örtünme tipidir. İslamı anlayamayan, ona teslim olmayan, bir de dini dünyaya alet eden bu tür nasipsizlerin ağzında sakız olan bu konular zeka fukaralığından değil, iman fukaralığından kaynaklanıyor.


  5. Hedefi kuru cihangirlik davası olmayan, Allah kelamını cihanın dört bir tarafa yaymak isteyen Osmanlımız, atamız, endamı en güzel bahar çiçeklerinden de güzel olan bu vatanı bizlere miras bırakan o yiğitler; ne yaptılar, nasıl yaptılar da bunları başardılar ? Cevabı sorunun içinde gizli olmakla beraber, yüreği küt küt değil; Allah - Allah diye çarpan, gözünü açtığı andan kapayacağı ana kadar Allahın rızasını düşünerek yaşayan o kıymetli insanlar, İslamı yaşamayı ve yaşatmayı ana hedef haline getirdikleri için Allah'ın büyük bir nimeti olarak bu başarılara mazhar oldular.

     

    Gençlik için örnek alınacak muazzam bir mâzi ve o gençliğin mamur etmekle mükellef olduğu bir âti ..


  6. İmansızlık çöplüğünün içinden çıkan, tiksindirici kokuların tezahürü olan o programlardan hangi birini sayalım… En iyisi hangilerini kaldırmak istemezdim, onlardan birkaçını söyleyeyim… :)

    Trt 2’de İskender Pala’nın sunduğu divançe, Beşir Ayvazoğlu’nun sunduğu Şehir Mekan ve Selim İleri’nin sunduğu Edebiyat Mekan. Hatta bunların sürelerini uzatırdım.. :lol:


  7. Sağolun, yapma isteğini de ilhamını da veren, Üstadımızın şiirlerinin ruhlarımızda bıraktığı lezzet, hayal, koku, renk ve ahenk cephesidir.

    Photoshop ile hazırlanıyor ve o şiirlerin hiç bir müşahhas plana aktarılamayacağını bile bile de buraya yerleştiriliyor. Photoshop kullanmak zevkli ve kolay. Programı indirdikten sonra, internet ortamında bir çok farklı ders bulabilir ve oradan öğrenebilirsiniz.

     

    Bu son iki resmi kim yaptı, bu siteden biri mi yaptı?

    Acizane ben yaptım kardeşim.


  8. İnsan olup da insanlığı bilmeyen, Müslümanım deyip de İslamı yaşamayan, hakikat güneşi bozuk para gibi cebindeki delikten astarın dibine kaçmış ve onu aradığını zannederek hakikati değil felaketi arayan, ona yapışan, psikopatlığa kapısını sonuna kadar açmıştır artık. O kapıdan içeri kardeş kavgası da, cinnet geçiren aile ferdleri de, atasına söven torun da girer. Bütün bu ahlak yaralarının, huzura ve sükuta kavuşamayan ruhların ilacı tek: İslâm! Yaşamak ve yaşatmak. Hem bu yolun yolcusu olmak hem de yolu gösteren klavuz olmak.


  9. Su gibi akan bir üslup. Yazın kavurucu sıcağında bir bardak soğuk suyun verdiği ferahlık gibi ruhu ferahlatan, gönlü şenlendiren, gülistana çeviren bir üslup. Şiirin içeriğindeki öz ile de, gönlün istediği manaya doya doya kanacağı bir deryaya atılan, o mana deryasının kaptan-ı deryası olduracak bir şiir.

    Gönlünüze sağlık....


  10. Sadece çileden ve bunun doğurduğu çırpınıştan da öte, olayları satır satır muhakemeye tabi tutan bu şiir; Ayasofya’nın hem ağıdını, hem tarihini, hem de bir mihenk taşı olarak madde ve mana planında kıymetinin haksız olarak, gafilce, sefilce ve kahpece yerlere düşürülüşünün acıklı bir tablosunu -kullandığı dil ile de ruhumuza kat kat edebi zevkleri yükleyerek- çizmiş bulunmakta.

     

    Bir zamanlar mermerlerinin nabzında çarparken tekbir,

     

    Müslüman’ın kanını dökerek ve hala sıcaklığı gitmeyen o mübarek kanın bulaştığı eller yurdumuzda muktedir.

     

    Deli rüzgarlara eş, fikriyle, zikriyle ve bütün insanlık planlarıyla Allah yolundaki o genç, yeniden bulur ve buldurur mu o mübarek sedayı: Allah bir !

     

     

     

    His dünyamızı bir ateş topuna çeviren ve bünyemizdeki topyekun sıvıların gözyaşı olup da bu ateş yumağına aksa dahi söndüremeyeceği kadar büyük bir güçle yakılan bu ateşin çıktığı gönlü, ruhu, aklı tebrik ediyorum. Gönlüyle, ruhuyla ve aklıyla her zaman ve mekanda İslam’ın gönüllü hizmetkarı olacak bir insan ve bir neslin bayraktarlarından olur inşallah.


  11. Ahmet Hilmi Bulentoglu mahlasiyla yazılan kitabın dışında bir de derleme bir kitap var.

    Buradaki yazıyı okuyunca,Hilmi Oflazın çileli yazılarının, şiirlerinin, onun hakkında yazılanların "Çile Yazılarım" isimli bir kitapta toplanıldığını öğrendim. Ve sadece burada gördüm bu kitabı. Sanırım ulaşmak çok zor.

     

    Hilmi Oflazdan

    YİTİK

    Kaç yıl engin suya kavuşmak için

    Baharla birlikte buradan geçtik

    Kaç yıl burada kaldık bir bayrak için

    Şimdi bu şehirde büyük bir yitik.

    Sevgili yol sorar turnadan

    Bahar şarkıları söyler ve sonra

    Bir defne dalını atar sulara.

     

    ileyazlar.jpg


  12. Üstada açılan "sözde hakaret" davaları, Üstadın gözler önüne serdiği gerçeklerin, savunmalarıyla aslında daha da derinleşmesine, olayın diğer boyutlarının da Üstad tarafından ele alınmasına vesile olmuş. Üstada her dokunduklarında birbiri ardına patlayan bombalar gibi, ülkedeki bin türlü rezilliğin, adaletsizliğin her yönüyle didiklenmesi ve anlatılması için sanki diline verilen bir davetiye olduğunu anlayamadılar. Kazılan kuyuya düşme meselesi..


  13. Necip Fazıl'ın dramı

     

    TERCÜMAN/31.05.2006

    ERGUN GÖZE

     

    ---------------------------------------------

     

    KENDİ kendime Necip Fazıl Üstad'ın, PARA piyesi niçin oynanmaz diye düşünüyor, para tutkusunun, her vicdanı zaptettiği şu günlerde ne kadar elzem diyordum. Geçenlerde, ekranda gezinirken, Para piyesinin film haline getirilmiş olduğunu gördüm. Son kısmı idi, fena değildi.

     

    Üstad başlangıçta destek verdiği Erbakan grubuna kısa bir süre sonra, şiddetle karşı çıkmıştı. Ama MSP sonra Refah, Fazilet ve şimdi de AKP, zaman zaman Üstad'a, daha doğrusu sevenlerine sahip çıkmak dümeninde oldular, tamamen politik yani gayrisamimi bir davranıştı.

     

    Bir gün rahmetli Sait Bilgiç'in yazıhanesinde Fethi Gemuhluoğlu ile Üstad karşılaştı. Fethi Ağabey saygıyla selam verip çekilmek istedi. Üstad ise muhabbet dolu bir hitapla Tenezzül buyurmuyorsunuz diye sitem etti. Fethi Ağabey bunun üzerine karşısına oturdu ve dedi ki:

     

    - Üstad, hepimizin üzerinde hakkınız var. Fikir memelerinizle bizi emzirdiniz. Ben Bir Adam Yaratmak piyesinizi, tavan arasında tek başıma oynardım da anam, Eyvah çağam çıldırmış diye aşağıda dövünürdü. Fakat Üstad, siz yıkmaya memurdunuz ve CHP küfrünü yıktınız. Ama Yapmaya memur değilsiniz.

    Bu enteresan konuşma başkalarının da gelmesiyle kesildi.

     

    Zeka, vecd, ıstırap

    NECİP Fazıl, şair, naşir, fıkra yazarı, gazete ve dergi editörü, tiyatro yazarı, hatip, konferansçı gibi birçok meziyetleri sıradağlar gibi sinesinde toplamıştı. Şairdi ama her şairden daha taşkın bir mizacı vardı. Bu mizaç onun sanatının saadet, şahsının felaket sebebi olmuştur. Oscar Vilde'dan nakledilen bir söz vardır: Sanatımı kabiliyetime, hayatımı dehama borçluyum. O, dehasını da, kabiliyetini de, her şeyini de borçlu olduğu tek kaynağı bulmuştu..

     

    Onun şahsında gördüğüm zirveler, zeka, vecd ve ıstıraptı. Vecd daha çok dini bir duygudur. Nitekim bir defa (1959) Fener Patrikhanesi için yazdığı bir yazıyı matbaaya vermeden önce, bana bir okuyuşu vardı, o yazıda dini vecdi bir balyoz olup Fener'in beynine inmişti. Okuyup bitirince boşalmış halinden belli oluyordu ki en az bir haftalık bir ibadet vecdini bu yazıya koymuştu. Türkiye'nin en büyük dram yazarı olarak, insan dramından habersiz yani ıstırapsız kişilerin hayatını, "Kubur faresi hayat, meselesiz gerçeksiz" diye ifade ediyor ve Istırapsız yüzlere tükürmek istiyorum diye de iğrentisini belirtiyordu.

     

    Ablak idrakleri sarsardı

     

    DEHA çizgisine ulaşmış bir zeka idi. Bunu bilhassa ideolojik kavgasında ve polemiklerinde, savunmalarında en büyük silahı olarak kullanıyordu. Malatya suikastının azmettiricisi olarak yargılandığı davada Savcı, cebinden bir kibrit kutusu çıkan herkesi Çırçır Yangını'nın faili olarak göstermeye eğimli bir davranış içindedir gibi en ablak idrakleri bile sarsacak şeyler söylüyor, daha acısı derdini ancak böyle anlatabilmek durumunda kalıyordu. Abdülhak Hamid onun için Zeka ismini uygun görmüştü.

     

    O Bohemden zekası, ıstırabı ve vecdi sayesinde dini düşünceye gelmişti. Küçük nefsaniyetlerinin mağlubu kişilerin, hele dini düşünceden, boheme gelmişlerse, onu anlamaları ve affetmeleri mümkün değildir. Zaten dini düşüncede iken de anlamamışlardı. Onlar için o, ancak bir Laf canbazı idi.

     

    Fethi Ağabey yıkmaya memur idin yıktın demişti. Kendisi de Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes diye aynı şeyi çoktan ilan etmişti. Çünkü, ruhunu, beyninin, iradesini, vecdini, sanatını, şahsiyetini, şöhretini her şeyini bir koç başı yapıp vurarak surda bu gediği açmıştı. Meğer o gedikten ilk önce kubur fareleri geçmiş. Bazıları da geri bile dönmüş. İşte O'nun dramı...


  14. Rahmetle değil pislik atarak anmış. Üstadın samimiyetini anlayamayanlardan biri daha. Şiir dışındaki eserlerini zayıf bulması aslında şiirini de anlayamadığını gösteriyor. Karaman ve Hamidullaha gerçek alim demesi aslında bu saldırının sebeplerinden biridir. Onlara alim diyen biri, Üstad gibi ehli sünnete tabi olan ve reformcularla, mezhepsizlerle savaşan bir insanı tabi ki objektif olarak değerlendiremez. Yazdıklarının hiç bir kıymeti yok. Sadece hangi yolda olduğunu anlamış olduk.


  15. Cins kafa tabii ki bu çileyi çekecek, cinnet geçirecek, hafakanlar peşini bırakmayacak…

     

    O ızdırab ve sancı olmasa mücerrede koşan şiirler nasıl doğacak ?

     

    Beyni kemiren, sonra da onu ufalaya ufalaya fikir deryasında eriyecek hale getiren, bu çileler değil midir ?

     

    Neyden vazgeçmek ya da kaçmak istediğinizin farkında mısınız? kumaşın dokunmasında iplik ne ise, şiirin ortaya çıkmasında en elzem taraf, beynin çektiği çile tarafıdır.

     

    Şiirin mayasını veren çile, ahengini oluşturan ızdırab, renk renk kelimeleri gökkuşağı gibi birbirine dolayan sancılar… size verilen cins kafanın bedelidir bunlar. Siz şiiri bırakamazsınız, her bırakmaya çalıştığınızda, ruhunuzdan kopmaz, ayrılmaz zincirlerle daha bir bağlanırsınız ona.

     

    Gaibi kurcalarken, beyninin her tarafına girip çıkan ateşten iğnelerin verdiği ızdırabı hissedebiliyor musunuz?

     

    -Anlamak yok çocuğum , anlar gibi olmak var,

     

    Akıl için son tavır, saçlarını yolmak var.

     

     

     

    Bu çileli ve bir o kadar da ulvi yolda, her ızdırabın sizi Allah’a bir adım daha yaklaştırmasını diliyorum. Rembo gibi kaçmak, vazgeçmek değil; Üstad gibi derinlere inmek, hakikati bulmak sevdasına düşersiniz inşallah.


  16. Bir gün yine duruşmaya gitmiştik. Çok geç vakit hapishaneye döndük. Başta Necip Fazıl olmak üzere, çoğumuz uzun uzun konuşmuştuk. Bermutad Paşa, “sükut” yapmıştı. Necip Fazıl bizden ayrı bir yerde kalırdı. Daha geldiğimiz gün onu revire almışlardı. O, oraya gitti. Biz koğuşlara çıktık. Bazı arkadaşlar bizi bekliyorlardı. Nurettin Ardıçoğlu, paşaya sordu: Üstad nasıl konuştu ? dedi. Paşa cevap verdi. :

     

    Onun konuşmasını boşver. Her zamanki gevezelikler. .. Ben öyle muhteşem bir sükût yaptım ki, sükûtumun ihtişamından dolayı herkes beni tebrik etti.

     

    İkinci gün Necip Fazıl’a söyledik. “Senin konuşman kaç para eder”, dedik. Paşa öyle muhteşem bir sükut yapmış ki, sükutunun ihtişamından dolayı herkes kendisini tebrik etmiş.

     

    Necip Fazıl şaşırdı : - Aaa.. aa. Bari sükûtunu plağa alsaydık, dedi.

     

     

     

    ( Hüseyin Üzmez’in Malatya Suikastı kitabından )


  17. Kitap Adı: Sahnenin İki Yüzü Bir Adam Yaratmak İle Hamlet Karşılaştırması

    Yazar: Derya Şenol

    KARAKUTU YAYINLARI

     

    untitledkp3.png

     

    Direkt olarak Üstadın hayatını konu almasa da, bir eserini ve bu eserin dünya çapında kıymetli olan bir yazarın eseriyle karşılaştırılması, bir inceleme kitabı.

     

    T.gif anzimat sonrasında kapılarını Batı edebiyatına açan Türk edebiyatı, İngiliz edebiyatının büyük ismi Shakespeare'le tanışır. Sonrasında onun hemen hemen bütün külliyatı Türkçe'ye kazandırılırken, oyunları da birçok tiyatroda sahnelenir. Bununla birlikte Shakespeare'in Türk sanatçı ve aydınları üzerinde de büyük etkisi olmuştur. Bu isimlerden biri de şair yazar Necip Fazıl Kısakürek'tir.

     

    Bu zaman zarfında Doğu ve Batı ısrarla değişik iki dünya olarak algılanırken; Batı, "öteki"leştirdiği Doğu'dan ne kadar farklı olduğunu sürekli vurgulayarak kendini tanımlamaya ve değerini yüceltmeye çalışmıştır. Halbuki bugün "öteki"liğin kime göre olduğu sorgulanmakta, medeniyetler arasındaki mesafeler kısalırken benzeşmeler de artmaktadır.

     

    Düşüncesi ve sanatıyla tasavvufa yönelen Necip Fazıl'ın Shakespeare'den etkilenmesinin bir sebebi; eserlerini verirken dönemin mistik doktrinlerine kayıtsız kalmayan Shakespeare'i kendine yakın bulmasıdır.


  18. rembo kardeşimizin cevabı, bana Hüsrev beyi hatırlattı. Ne diyordu o ?

     

    – Herkesi düşündürmeye çalış, düşündüremezsin. Beni düşündürmemeye çalış, elinden bir şey gelmez. Ben, başkalarının düşünmemeye mahkum olduğu kadar, düşünmeye mahkumum..düşünmek istemiyorum..

     

     

     

    İşte şair de yazamayanlar kadar, yazmaya mahkumdur, demek geldi içimden.. :D

    patlayan yanardağ, lavlarını saklayabilir mi..


  19. Ben "Müslüman, milliyetçi ve komünistim" diyen Kıraç, 'Eurovision'a İngilizce ile katılmaya karşı çıkıyor ve "Maymuna döndük" diyerek yabancı dille katılımı bakın nasıl eleştiriyor.

     

     

     

    Eurovision'a 'Eşeği Saldım Çayıra' türküsüyle gidelim!

     

    Eurovision'da Sertab Erener'in birinci olduğu dönem eleştirileriniz vardı. Bu yıl nasıldık? Eurovision başlı başına bir facia! Bana teklif etmeyi düşünseler bile son anda vazgeçerler. Bu adam orada çıkar, bir şey der diye...

     

    * Yapar mıydınız? Bu mantık değişmediği müddetçe olmaz. Ben Müslüman, milliyetçi ve komünistim. Oraya Kıraç değil, kasedi olmayan biri çıkmalı. Ayrıca İngilizce konuşalım maymunluğuyla oraya katılmayalım! Madem müzik evrensel, o zaman Arapça katılalım! Niye Arapça, Farsça konuşmuyoruz. Maymuna döndük. Bizden tiksiniyorlar. Gittikçe komik oluyoruz. Adam bir şarkı yapıyor, Türkler anlamıyor. Hepimiz İngilizce öğrenmek zorunda değiliz. Bu zorunluluğumuz yok!

     

    * Peki nasıl katılmalıyız?

     

    Yeni bir beste gerekmiyorsa, bir türkü seçelim gönderelim. Mesela; 'Eşeği Saldım Çayıra' gayet güzel bir türkü. Onunla katılalım. Tamam serttir ama kötü değildir. Tuhaf tuhaf bakarlar. Bakın onu İngilizce de söyleyebilirim. (gülüyor) Anlasınlar diye... Sen Necip Fazıl, Nazım Hikmet'in yaşadığı bir ülkede küstahlık yapamazsın, kusura bakma! Kafatasçı milliyetçilik değil benimkisi...

     

    * 'Shake It Up Shekerim'i nasıl buldunuz?

     

    Kenan iyi müzisyen. Müziği bilir ama İngilizce anlayışını o getirmedi. İlerici mi, gerici miyim şimdi ben?

    ....................

     

    Röportajın tamamını okumak için tıklayın...

     


  20. Ne üstadın sesinden bir ses, ne çizgisinden bir çizgi, ne endamından bir endam, ne de renginden bir renk. Sadece giyim hatları, bıyık ve sigara üçlüsüne sığdırılmış bir Üstad portresi. Kalemle çizilmiş gibi dört dörtlük bir endam yakalamak hele de canlandırılacak kişi Üstad ise elbette mümkün değil. Fakat bu kadar da uzağına düşülmesi göze batıyor. Teması ve her yerine sinmiş olan ahlaksızlık dolu bu filmde Üstad ne arıyordu ? benim gözlemime göre sadece dekor olarak kullanılmış ve diziye bir renk olarak yerleştirilmek istenmiş. Dizinin konusunun geçtiği zamanla Üstadın devri de örtüştüğü için bedavadan bir dekor !

     

     

    ….

     

    Genç erkek, kız arkadaşını alıp büyük doğuya gidiyor. ( anladığıma göre bu genç, büyük doğu genci, mini etekli de bir kız arkadaşı !! var okuldan ) Büyük doğu tabelasının yer aldığı kapıdan içeri giriyorlar. Kapıdaki büyük doğu gençliği, yanında mini etekli bir kız olan gence öfkeyle bakıyor, onları takip ediyorlar. İçeride, büyük bir kitaplık önünde Üstad.. çalışma masasının ardında sandalyesine oturmuş, iki gencin şiirini diliyor. (Dizinin özetinde, Işık'la Yaşar, şair Necip Fazıl Kısakürek'i dinlemeye giderler yazıyordu. Üstadın şiir okuyacağını düşünmüştüm ) Yeni gelenler ayakta beklemeye başlıyorlar. Üstad, karşısında oturan ilk gence : oku , diyor.

     

    ” Sakarya… saf çocuğu masum Anadolunun / divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun..Sen ve ben göz yaşıyla ıslanmış hamurdanız / rengimize baksınlar , kandan ve çamurdanız. .. . mısralarını okuyor, renksiz ve ruhsuz bir şekilde.. Üstadın yüzünde bir sıkıntı belirtisi… sigara tutan eliyle diğer genci göstererek : sen oku, diyor. Genç okuyor :

     

    Sesler duymaktayım Davran ve boğuş!/ Sen bir devsin yükü ağırdır devin/ Kalk ayağa dim dik doğrul ve sevin/ Mehmed'im sevinin başlar yüksekte/ Ölsek de sevinin, eve dönsek de./ Sanma bu tekerlek kalır tümsekte.../ Yarın elbet bizim, elbet bizimdir/ Gün doğmuş, gün batmış ebed bizimdir…..,

     

    İkinci gencin okuyuşunu beğenmiştir. “Adın nedir senin” diye sorar:

     

    –Recep Tayyip , üstad… :D

     

    –Recep Tayip, aferin. Yarın gece sen okuyacaksın.

     

    –baş üstüne, üstad…

     

    –şimdi gidin..

     

    Üstad elini uzatır. Oturmakta olan 4 genç kalkarak üstadın elini öperler ve giderler. Bir tarikat şeyhinin elini öptürme havası eser ortalıkta !

     

     

     

    Diğer gençlere “ oturun “ der. Gençler ilerler, mini etekli kız aralarında. Kamera açısı kıza odaklı. Otururlar. Kız, çantası dizlerinin üzerinde, bacağını örtmeye çalışır. Üstad, kızla birlikte gelen gence sigara uzatır. Genç, sağ elini sol tarafına götürüp başını hafif öne eğip, hayır işareti yapar. Üstad : içmiyorsan içme, ama içiyorsan, emrediyorum, iç, hadi.. genç, gene başıyla hayır, der….. Üstad sigarayı geri çeker….

     

     

    Ve dizi başka bir sahneden devam eder.

×
×
  • Create New...