Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Muvazene

Editor
  • Content Count

    2,115
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    28

Posts posted by Muvazene


  1. Bu şiir ÜStadın, " Benim Gözümde Menderes" adlı kitabının başında da yer almaktadır. Adnan Menderes, Aydın doğumludur ve Aydın zeybeği de meşhurdur. ( bir halk oyunu olmasının yanında, efelerin yanında kol beyi görevini gören kişilere verilen isimdir ve kızanlar iyi birer zeybek olmaları için yetiştirilirlerdi ). Üstad bu şiiri bir kahraman olamayan, sessizce ölümüne giden Menderes'e ithafen yazmıştır diye düşünüyorum.


  2. Üstadın adı, bir hayalet gibi zihnimin bir köşesinde hep dolaşmıştır çocukluğumdan beri. İşin tuhaf tarafı da hakkında hep şu kalıp sözleri duymaktaydım.. “Yazdıkları çok ağır, kolay kolay anlaşılmaz, sıkıcı, vs.. ama kaderin bir cilvesi olarak ben onun kitaplarına gitmeden kitapları bana geldi.

     

    Lisedeyken bir arkadaş üstadın Reis Bey adlı piyesini getirdi bana ( hem Reis Bey hem Parmaksız Salih vardı kitapta) Getirme hikayesi de şöyle: arkadaşın yeğenine edebiyat hocası ödev vermiş, kitabı okuyup özetlemesini istemiş, yeğen okumayı sevmiyormuş, arkadaşa rica etmiş okuyup özetlemesi için. Arkadaş da ‘peki’ demiş, ancak ve ancak kitap hoşuna gitmemiş!.. iyi ki de gitmemiş smile.gif Arkadaşım, kitap okumayı sevdiğimi bildiği için kitabı tutmuş bana getirmiş, ( ben de o sıralar, her yana saldırıp eline geçen bütün nesneleri etrafa fırlatan bir deli gibi, elime geçen kitapları hiç düşünmeden beynimin en nadide köşelerine yerleştirip oraları çöplüğe çevirme çağımdayım. Yani cahiliye çağımdayım.) Büyük bir heyecanla kitabı elinden kaptım. İşin hüzünlü tarafı Üstadın ve kitabın kıymetini bildiğimden değil..

     

    Ve; kelimelerin ahenginden, cümlelerin derinliğinden mideme yumruk yemiş gibi bir vaziyet içinde kitabı bitirdim. Gözlerimden akan yaşlar da cabasıydı. Özeti çıkardım, arkadaşa teslim ettim. Fakat kitabı vermek gelmiyordu içimden. Kitap okumayı sevmeyen bu insan bu kitabın kıymetini de anlayamayacak ne yazık, keşke kitabı bana hediye etse diye içimden geçirdim, sadece içimden geçti… inşallah o insan da bu deryanın içine giren ve bu deryada yeniden dirilenlerden olur dedim içimden. Arkadaşa da kitabın mükemmel olduğunu ve okumazsa çok şey kaybedeceğini söyledim.

     

    Efendim ondan sonra, arkadaş bir gün geldi ve dedi ki : yeğen özeti kaybetmiş, aynısından bir daha istiyormuş ve bana yeniden verildi kitap özeti çıkarılmak üzere. smile.gif

     

    Bu olaydan sonra aslında bütün fikirsel, duygusal, zihinsel enerjimle üstadın eserlerine gömülmem gerekirdi fakat öyle olmadı. Denizde damla misali bu tanışmadan sonra bir kopma yaşandı. Lise bitip de dershane dönemi geldiğinde de Üstad hayranı bir arkadaş edindim ve onun sayesinde de Bir Adam Yaratmak kitabını okudum. Ve öss stresi yüzünden gene Üstaddan kopuş.. Sanki bir adım çıkıyordum merdivenden, sonra duraklıyordum. Ve diğer adıma çıkmak için uzun bir zaman geçmesini bekliyordum.. Günler, haftalar, yıllar geçti ve öss zulmünden kurtulunca da yeniden Üstadın kapısını araladım.


  3. Şahane bir şiir, NFK-Fan kardeşimiz de çok güzel açıklamış. İnsan nefsi asla istemekten usanmaz, dünyadaki hiç bir şeyin doymak için verilmediğini unutmamalı insan ve yaşam çizgisini buna göre belirlemeli.


  4. Başörtüsünü problem olarak görenler var oldukça çözümü zor. Başörtülü olduğu halde bu politikayı hiç eleştiremeyen hanımlar mevcut. Başörtüsünün kıymetini bilen ve onun hakkını vererek yaşayanlar çoğalırsa ve o hanımlar bu sorunla baş edecek mücahitler yetiştirirlerse.. işte onlar çözebilirler.


  5. Efendim, bundan 4 ay önce üstadın elimde bulunmayan tiyatro eserlerini alma ve okuma sevdasına düştüm. Kitapçıları aradım, taradım, yok. Ben de internet üzerinden sipariş vermeye karar verdim. Araştırma yaparken de Cuma pazarlamaya rastladım. Üstadın keyfiyette namütenahi değere sahip olan tiyatro eserlerine, kemiyette epey aşağı bir fiyat belirlediklerini gördüm. Çok sevindim, siparişi verdim ve 1 hafta sonra canıma can katacak bu eserlere ulaştım. Belki benim gibi ulaşmakta zorluk çeken ve internetten sipariş vermek isteyenler olabilir düşüncesiyle sizlere alternatif olarak önerebileceğim bir yer. Kapıda ödeme kolaylığıyla da beni çok memnun bıraktılar. Kargo bedeli sitede yazmıyordu. Ek olarak 4,5 ytl ulaştırma parası istediler, seve seve verdim. Site sakinlerinin bilgilerine sunarım .

     

     

    Tıklayınız:

    Cuma Pazarlama

     

     

     

    330buyuksn3.jpg


  6. “Edebiyatımızın münhal memuriyeti münekkitliktir… Bu olmadıkça gerçek bir edebiyat beklemek mümkün olmaz…”

     

    Biyografisi ismi… Eserleri, tesirleri ayrı bir kitap konusu… Teybe konuşturdum. İşte teypten çekebildiklerim…

     

     

    Bütün yazdıklarınızdan bir tek istisnası ile vazgeçmek zorunda kalsa idiniz, o istisna ne olurdu?

     

    Buna tefrik edici bir cevap veremem. Bir batında altı yedi çocuk doğuran analardan bahsederler. Benim bu tip birbirinden ayırt edemeyeceğim kelimelerim olmuş olabilir. Mutlaka her şeyi unutmam gerekirse ki, bence gerçek ilim, ledünni ilim budur, o zaman bende iki kelime kalır sadece Allah ve Resulü, lakin bu türlü manası bende kalacak mısralarım haylidir, şunu veririm bunu alırım diyemem…

     

     

    Ama Çile şiiri ?

     

    Haa.. Şiir olarak hangisini çok seviyorsunuz derseniz, hemen “Çile”yi başa alırım. Ve hemence kısadan söyleyeyim ki, “Çile” bu cemiyetin şiiri değildir. Mesela Fransızcaya ilk defa Abidin Dino tarafından tercüme edildi ve 1938’lerde Paris’te Eyfel radyosunda okundu… Oralarda bu kadar büyük alaka doğurdu da bizde… Metafizik sancı çeken kafa, bu hastalık yok işte. Bu ulvi hastalık bize gelmemiş ve gelmez. Geçen gün Rimbaud’yu okurken, ansiklopedi onun hakkında neler söyledi merak ettim. Şöyle kısa hüküm halinde… bayıldım Avrupalı kafasına… Larus diyor ki Rimbaud için; ” Bu adam, “ Absolut” yü mutlaka arayan bir kafaya malik idi, çıldırma hududuna kadar giden bir kafa. ” işte Rimbaud böyle anlatılır. Şairdi, mairdi diye değil, “Absolut”yü arayan kafa diye.

     

     

    Burada hemen bir şey soracağım. Sizin bu memlekette büyük bir tesiriniz var. Bu tesir, kuvvetini bütün yabancı tesirlere karşı koymaktan almaktadır. Hal böyleyken “bayılıyorum Avrupalıya” dediniz ?

     

    Benim Avrupalıya bayılıyorum demem, sizi yanıltmasın. Bu onu tespit ederim demektir. Benim gözümde Avrupa, insan kafasının eşya ve hadiseler üzerindeki tefahhus hakkının, aslında bir İslami emir olmasına rağmen, böyle şahane bir tarzda meydana getirilmiş olan sahanın ismidir. Rönesans ise, din adına ortaya konan abeslerin ve türrehatın hıncı olarak aklın şahlanışıdır. Aklın heyecanını o kadar derin bir şekilde hissettiler ki, ateşe atılan meşhur Bruno, odunlar üzerinde yanarken dudaklarına uzatılan haçı ayaklarıyla tekmeledi. Hakiki bir muvahhit olsa idi, bu hareket onu şehitliğin en üst mertebesine çıkartabilirdi. Halbuki o, büyük oluştan mahrum olduğu için bir batılı, bir başka batıl adına itmiştir. Evet, ben durumu tesbit ederim. Kapılanmam Avrupa’ya. Avrupa’nın arayıp, çok kanlı mücadelelere rağmen bulamadığının İslam’da olduğuna kaniyim. Bulamamış, Avrupalılara da yazık olmuşlar gözüyle bakarım. Ama onların kıvranışlarını, davranışlarını beğenebilirim. İşte bayıldığım bu tarafları olabilir. İşte Pascal, o bir adamın, rehbersiz hiçbir noktaya ulaşamayacağının en güzel misalidir. Kaldı ki, rehbersiz olarak gidilebilecek noktanın muhaline kadar da varabilmiştir. Öyleyken bir gün bir buhran anında haykırıyor: ” Bana filozofların bulduklarını sandıkları Allah’a inanışı değil, fakat peygamberlerin nas halinde getirdikleri inanışı veriniz” ve isimler sayıyor. Hz.İbrahim’den Hz.İsa’ya kadar. Orada duruyor. İsim saymasa, yahut en son ismi de son peygamberi de zikretse kurtulacak. Fakat son anda yetişir gibi olduğu vapuru en son anda kaçırıyor. Neticeten batıyı iyi veya kötü tarafıyla tasnif ederim. Ona mağlup olmak mevzubahis değildir.

     

    Burada da bir noktayı tevzih edeceksiniz sanırım. Avrupalıların bir çok akıl fetihleri var. Ama neyin namına? Nefsaniyetlerinin. Kudsi hakikat namına değil.

     

    Güzel tespit… Şimdi benim bir eserim olacak ”Yolda Düşündüklerim” diye..

     

    Orada göstereceğim ki, bazı Avrupalı tipler aklın yoluyla aklı yıkabilecek ve mukaddes ıstıraba ayak basabilecek varlığı gösterebilmişlerdi. Bunların birer manevi fethe ulaşamayışlarının sebebi, manevi fetih yolunun sadece İslam’dan geçmesinden haberleri olmayışındandır.

     

     

    Sizin hem bir sanatkar çizginiz var, hem bir tasavvuf… Bu ikisini birleştirmiş bulunan bir büyük, Mevlana hakkında fikriniz ?

     

    Mevlana, beşeri planda çok büyüktür. Bu bakımdan Avrupalılar tarafından anlaşılması da kolaydır. Fakat eseri bakımından şöhreti ve kolay anlayışı davet eder. Bu yolun büyüklerinden öyleleri vardır ki, şöhretten kaçmışlardır. Mevlana’nın bu kolaylığı onu bugünkü rejim tarafından maalesef bir turist terliği gibi kullanılmasına bile müncer olmuştur. Tabi bu kıyaslamalar tasavvufi gerçeklere ve büyüklere nispetledir. Yoksa o beşeri planın ve kelimelerin götürebileceği en son noktaya kadar varmış bir büyüktür. Ama tasavvufi marifet bütün bu kelime haşmetinin ötesindedir. Bu bakımdan Mevlana’yı anlayan Avrupa, İmam-ı Rabbani ve Şah-ı Nakşibend’in keyfiyetini anlamaktan uzaktır.

     

     

    Bir de Yunus var edebiyatla tasavvufu birleştiren.

     

    Yunus Emre Türk cemiyet hayatında yetiştirebildiğimiz edebi ve dini tahassüs ve tefekkürün en büyük örneğidir. Umumiyetle metafizik ürpertisi zayıf ırkımızın bu bahisteki zaafını telafi edecek kudrette bir şahsiyettir. Bu arada tasavvuf için bir iki şey söyleyeyim. “Tasavvuf, Resullullahın batınıdır.” Bu çetin yolda son merhale hayrettir. İlk merhalenin de hayret olduğu gibi… Bu konudaki en ince tesbiti İmam-ı Rabbani yapmıştır: ” Ben yokum, yani Allah var” diyen mürit ben yokum derken bile varlığını iddia etmektedir. İnsanın yokluğunu bile iddia edememesi hali, tasavvufun en büyük mertebesidir… Şah-ı Nakşibend bunun için ”mutlak tevhid, muhal” dir, buyurmuştur.

     

     

    Tiyatronun, bizim malımız olmadığı kanaatindeyim. Bir tiyatro yazarı olarak buna ne dersiniz ?

     

    Tiyatro bize alet olarak yabancıdır. Kadınsız tiyatro kabil değildir. Kadını, en şeri ölçülerde bile olsa Baküs ayinlerinden doğmuş bulunan tiyatroya tatbik de mümkün değil. Tiyatro hayatın dondurulmuş anlarıdır. Bu bakımdan onun bize ait olmayışı bana mensup bir söz. Bunu kabul kolay. Fakat onun yerine meddahı ve karagözü ikame ederek teselli mümkün değil. Diğer sanat kolları için de konuşabiliriz. Resim, hürmet makamında olmadıkça caizdir. Musiki de ilahi tefekküre yardım ettiği nisbette helale, kötülüğe yardım ettiği nisbette de harama yakındır.

     

     

    Milliyetçilik de bir batılı mefhum

     

    Milliyetçilik, Bergson’un dediği gibi ” Bir şuur değil, bir haldir.” İdeoloji değil, psikolojidir. Bütün insanlara hitap etmeyen, her millet için sözü olmayan bir sistem, ideoloji olmaz. Komünizm ”sınıf” gerçeğiyle kısıtlanmış olmakla beraber, her millette az çok hitap edebilmekle menfi bir ideoloji vasfına yakındır. Sosyalizm, bu bakımdan fikrî bir masturbasyon,, komünizm ise, kendi batıl davasının zinakarıdır.

     

     

    Nazım Hikmet de tiyatro eserleri vermişti.

     

    Nazım, pür sanatta küçük adamdı… Eserleri kolaydır, kendisi kolaycı…. Hangi bahiste olursa olsun, kolaydan nefret ederim... Latinler ” felixe culpa” derler. Mesut cinayet.. Bütün sahte inkılaplar bu sınıfa girer. Mesela montaj sanayi. Nazım, solun Türkiyedeki montajcısıdır.

     

     

    Necip Fazıl olarak, Necip Fazıl’ı tenkit eder misiniz ?

     

    Edeyim.. Kendi iç alemimde bir turist gibi dolaştığım zaman, öz kıymetlerimi benim derecemde dile getirebilecek birisi bulunmadığını, buna mukabil de, sefalet ve noksanlarımı yine benim derecemde görebilecek anlayışta birisine rast gelmediğimi söyleyebilirim. Bu hal, bende çocukluğumdan beri devam eder. Şiirde şimdiye kadar, edebiyatımızın mahrum olduğu, metafizik arayıcılık bakımından öz Türkçeye ilk keyfiyet aşılarını tatbike çalıştığımı bir hak olarak iddia edebilirim. Fakat bu hakkın maskesi olan tenkit otoritesine hiçbir devirde rastlamadım. Edebiyatımızın muhal memuriyeti benim nazarımda şairlikten önce münekkitliktir. Bizim bir Lessing, bir Fague, Ruskin yoktur. Bu olmadıkça gerçek bir edebiyat beklemek mümkün olamaz. Mesela Almancanın geçirdiği ilk buhran safhasında meydana bir Lessing çıkarken, onun yanı başındaki bir Goethe şu sözü söylemiştir: “ Bu millete edilebilecek en büyük fenalık, onun diliyle oynamaktır”.


  7. çile, çile, çile... fikir çilesi, ruh çilesi ve bütün bir cemiyetin çilesi.. Üstadımız, çilenin hangi cephelerde dolaşması gerektiğini idrak edenlerden oldu. Sanatı ve hayatı çelik- çomak oynamak zannedenlere, sanatıyla ve hayatıyla en güzel cevabı verdi. ...Allah'a kavuşurken de imrenilecek bir haldeydi. Mekanı cennet olsun ve Yüce Allah onu sevgili Peygamberimize komşu, bizleri de onlara komşu eylesin inşallah.


  8. Kendisinin ve içerisinde bulunduğu toplumun kadın ferdinin analizini güzel yapmış. Bunlardan şikayetçi olması güzel fakat çözüme ulaşamamış, İslamı bilmeden, özümsemeden, yaşamadan da ulaşması imkansız.

     

    Gerçekten de, erkeklerin bulunması gereken iş ortamında bulunmak için can atan bi sürü kadın varken, kadınların bulunması gereken yerde ( evde ) olmak için can atan erkek yok. Erkeğin görevini üstlenmek için büyük bir hırs gösteren kadın çok, kadının işlerini üstlenmek için can atan erkek yok. ( Aile ve buna bağlı olarak toplumun bozulması için öncelikle kadının yaşamının bozulması gerektiğini iyi biliyor aile düşmanları )

    İçiçe geçmiş bir düzende, ben kendi görevimi değil, senin görevini yapacağım diyen biri çıkarsa o düzen, düzen olaktan çıkar. Düzensizlik olur. Kapitalist sistem kadının gözünü öyle bir boyadı, onun zaafını öyle bir kullanıp sömürdü ki, kadın artık robotlaşmış gibi ne istediğini sorgulamadan yapıyor bunları. ( İslamın kıymetini bilen ve ona göre yaşayanlar hariç ) Toplumda öyle feci bir bakış açısı var ki, ailenin temeline bomba koyuyor. Kadın okumalı, çalışmalı parasını kazanmalı ve kendini erkeğe ezdirmemeli ! Eğer kendini ezen biriyle evlenirse de ekonomik özgürlüğü olduğu için kolayca boşanabilmeli.. Öyle çarpık, öylesine çürük bir tutunma noktası ki, . İslamın kadına verdiği değeri, önemi bilmemekten kaynaklanıyor ne yazıkki. Sen öyle güzel bir müslümanla evlen ki, zaten bir kadının hoşlanmayacağı davranışlara maruz kalmayasın. Sen zaten islam ahlakına sahip olmayan bir insanla evlenme düşüncesine bile sahip olma. Sen de anne olarak öyle bir evlat yetiştir ki, evleneceği hanımına dünyada cenneti yaşatsın. Hem erkekler hem kadınlar , asıl istedikleri, fıtratlarına uygun olan yaşam şeklini terkediyorlar da tam tersi istikamette bataklığa doğru yol alıyorlar. Bir de eve ek gelir getirsin diye eşinin çalışmasını isteyen erkekler var ki o ayrı bir facia.

     

    Mehmet oruç aile konsunda çok hassas bir insan. Toplumdaki yarayı görür ve çaresini de çok güzel sunar. Huzurun Kaynağı Aile isimli çok güzel bir kitabı var. Onu tavsiye ediyorum. Kadın ve aile hakkındaki sorunları, çarpıklıkları, düzen için, kurtuluş için lazım olanları çok güzel anlatıyor.

    Kitabı okumak için Bu siteye tıklayabilirsiniz.

    "Kadın sokağa çekilmeliydi, sokakta gezmeyen, mağazaları dolaşmayan kadına nasıl mal satabilirdik. Onu tüketime katmanın ilk yolu onu sokağa çekmekti..."


  9. Duaya hepimiz çok muhtacız kardeşim. Ama öyle bir dua ki, dağları titretecek, yıkacak, kalbimizin üzerinde dağlardan daha sert katılıkları yıkıp, en alttaki madene ulaşmayı sağlayacak bir duaya. Papatyanın yapraklarını tek tek kopartma zahmetine giren aşıklar gibi, bütün Müslüman kardeşlerimize tek tek dua etmeliyiz. Yüce Allah, kendisine tümüyle teslim olan ve her zerresi bir nabızın atışı gibi İslam- İslam diye çarpan kullarından eylesin inşallah. Amin.


  10. İstemeyi istememek de bir istektir.Demekki isteme tercihini o yönde kullanıyor.Allah, islama teslim olup da istemesi gerekeni isteyenlerden eylesin diye dua ederiz biz de. Kendine gelmek için, köprüden deniz havasını ciğerlerine çekebilir tabi ki :rolleyes:


  11. Yahudiler nerede milli ve dini birlik var, hemen onu çözme derdine düşerler. Eğer ki müslümanlar bunu akledecek durumda değillerse ayrımcılık ağına takılırlar. Manaya, ruha , derine kadar inemeyen bir müslümanlık alemi içindeyiz, Müslümanlık kabukta kalıyor, kabuğu parçaladıklarında da müslümanlık namına bir şey kalmıyor.

     

    Biliyorsunuz ki Peygamberimizin hadis var, "Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak, bunlardan yalnız biri Cennete girecektir. Bunlar, benim ve Eshabımın yolunda olanlardır"

    Dediğiniz gibi böyle giderse dini bir bütünleşme ve güç birliği kurmak çok zor gönünüyor.

×
×
  • Create New...