Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Muvazene

Editor
  • Content Count

    2,115
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    28

Posts posted by Muvazene


  1. Artık insanlar; makinaların yedek parçasıdır, hicvine tamıtamına uyan ve maddeye mana ekleyemediği gibi maddenin, kendisine mana eklemesini bekleyen pörsümüş, ruhsuz canlının bu ibretlik sahneleri, sürekli olarak bütün dünyada kendini sergilemekte...

    Teşekkür edenlere ben teşekkür ederim.


  2. Mustafa Armağan'ın mim'i konusunda haklısınız. Dediğiniz gibi bu kitap Abdülhamid Han gerçeğini anlatması bakımından başarılıdır. Abdülhamid Han hakkındaki çirkin yargıların iftira olduğunu bilen fakat O'nun tam olarak nasıl bir ufukta olduğunu bilmeyen ve öğrenmek isteyenler için başlangıç olarak faydalı bir kitap olabilir. Ve bu kitaptan sonra da mutlaka Üstadın UluHakan II. Abdülhamid Han isimli muteber kitabı da okunmalıdır.


  3. "24 Maddede 24 Yıl" başlığını, "24 Maddeye 24 Yıl" olarak okumuşum. :) Şimdi farkettim. Demek her maddesi 1 yıl olacak şekilde Üstada 24 yıl mahkumiyet vermişler, bundan hiç haberim yoktu, diyordum ki, gözüm gafletini çabuk bıraktı. Yazdığım yorumdaki ilk satırların dengesiz durması( 24 yıl az! doğrusu... ) bu yüzdendir. gözümün gafleti mazur görüle...


  4. Ahlakını, zarafetini, dirayetini, çilesini öğrendikçe daha çok sevdiğimiz Cennet mekan Abdülhamid Han ile ilgili bu güzel kitap, DjvuViever teknolojisiyle sizlere bilgisayar ekranında kitap okumanın zevkini yaşatacak. :) DjvuViever programını ve kitabı indirmek için buraya tıklayınız… program kurulum gerektirmiyor. İki dosyayı masa üstünüze aldıktan sonra kitaba tıklayıp okuyabilirsiniz.

     

    Kitabı okuduğumuzda anlıyoruz ki, Bir cevher ancak bu kadar değerinin altında gösterilebilir, bir taş yerine konulabilir. O yüzden yüreğinize kuvvet diyorum.

     

    104571qu9.jpg


  5. Suyunu özümseyen tohumun çatlama ve filizlenme zamanı mutlaka gelecektir. Ruhunuzdaki bu tohum bir gün dallarından da tohumlar düşen ve göz alabildiğince ağacın yeşermesine vesile olacak olan o kemal noktasına bir gün erecektir inşallah kardeşim. Bu da içime sinmedi, dediğiniz için bunu söylüyorum. Bu davada zirve noktasına ulaşma fikri çok ulvi. Ancak bu yazının manasının kalitesi açısından yarım bırakılırsa beni hüzün denizlerinde boğacağını da söylemeliyim. Hayırlısı olur inşallah..


  6. Bu yazıyı başka bir yerde okusaydım ya da muharririn imzası olmasaydı, acaba, derdim; bu üstadın gizli kalmış bir çalışması olabilir mi.. fakat değil, Üstadın nefis üslubunu diline, gönlüne, kalemine nakış nakış işleyen bir gönüldaşın yazısı. Üstadın ruh, olay, ferd ve cemiyet tahlillerindeki kaliteye nasıl da yaklaşmışsınız.. Dimağımdaki Aynadaki Yalan tadını nasıl da hatırlattınız... dümdüz ve dosdoğru bir aynadaki görüntü nasıl ki asıl maddenin görüntüsünü net yansıtır, bu yazı da Üstadın üslubunu net bir şekilde yansıtan ve dosdoğru olan bir gönül aynasından çıkmış bence. Gönlünüze, ruhunuza, fikrinize, kaleminize sağlık.. İnşallah bu yeni doğan yavruyu kucağımıza alacağımız vakit yakındır. 2. 3. 4... ciltlerin de ilk basamağı olur inşallah..


  7. Türkiye dört sınırında yangınlar olan bir ev, Sultan Hamid, o yangınların eve bulaşmaması için hızla koşarak ateşe su serpen, kum döken ve keçe kapatan bir savunucu idi. Bu koşuşmaları sırasında yoluna çıkan bir iki çocuğa çarpıp düşürdüyse, suç onun değildir. Çünkü, yurdun çevresindeki yangınlar göğe yükseliyor ve Gök Sultan, alevleri içeri sokmamak için didiniyordu.

     

    Ve sokmadı da...

    Son noktayı güzel koymuş, yazının hakkını vermek lazım, doğruları eğip bükmeden söylemeyi başarmış.


  8. Hayret, en gafili bile uyandıracak, sarsacak, kendine getirecek, ferdi ve içtimai muhasebeye kadar götürebilecek kadar sarsıcı olan bu tesbitler için 24 yıl az! doğrusu...

     

    Demek ki o kadar eminlerdi cemiyetin aymazlığından,

    fakat hesap edemediler; tek bir tohumun geniş bir orman kurma gücüne sahip olduğu gibi, hâlis Müslümanın İslam'dan kaymazlığından..


  9. İkinci Tablo

     

     

     

    [Hamidiye camiinin caddeye yol veren holü…Cephede, iki kanadı açık, giriş ve çıkış kapısı…]

     

     

     

    ( Sağ kenarda Şeyhülislam… Biraz ilerisinde ve gerisinde birkaç sarıklı daha…Dışarıda at kişnemeleri…Uzun durak…İçeriden dua sesleri geliyor…)

     

     

     

    DUACININ SESİ- Yarabbi, Müslümanların devletini “ Ebed müddet” eyle!

     

     

     

    KORO- Amin! Amin!

     

     

     

    DUACININ SESİ- Yarabbi, asırlardır İslam’a üşüşen belaları kaldır. Müslümanları Kuran’ındaki “Yalnız çalışana veririm” buyruğuna davet et ! Onlara, buyruğundaki hikmeti anlamayı nasib eyle!

     

     

     

    KORO-Amin, Amin !

     

     

     

    DUACININ SESİ-Yarabbi, göklere uzanan titrek eller yüzü suyu hürmetine, tenhalarda ağlayan müminlerin göz yaşlarındaki nur yüzü suyu hürmetine, ta gönülden kopan Allah sesinin ateşten ihtizazı yüzü suyu hürmetine, bu devleti en nazik deminde teslim alıp Sırat köprüsünden geçirici dirayetli Halifemiz ve Şevketli Padişahımız Abdülhamid Han’a, selamet, saadet ve muvaffakiyet ihsan buyur!

     

     

     

    KORO- ( Coşkun ) Amin, Amin!

     

     

     

    DUACININ SESİ- Fatiha !

     

     

     

    ( Sesler durur. Kenardakiler, bir iki dudak kırpışından sonra elleriyle yüzlerini sığarlar. Soldan, hızlı adımlarla harem ağası gelir. Şeyhülislamın karşısında durup onu hürmetli ve temennahla selamlar.)

     

     

     

    HAREM AĞASI- Efendimiz mahfilden iniyorlar.

     

     

     

    ( Harem ağası Şeyhülislamın arkasına geçer. Şeyhülislam ve yanındakiler vaziyet alırlar. Soldan, üniformalı Abdülhamid… beyaz eldivenli….Arkasında mabeyin müşürü, musahib ve yaverler…Şeyhülislam ve yanındakiler ellerini önlerine kavuşturup eğilirler. Dışarıdan yine kişneme sedaları…)

     

     

     

    ABDÜLHAMİD- ( Şeyhülislama ) Merhaba, Şeyhülislam efendi hazretleri! Namazı aşağıda mı eda ettiniz ?

     

     

     

    ŞEYHÜLİSLAM- Evet, şevketmeab; merasime nezaret etmek ve zat-ı şahanelerini burada karşılamak istedim.

     

     

     

    ABDÜLHAMİD-Zahmet ettiniz ! Saltanat arabasında yanımda oturur ve saraya kadar benimle gelirsiniz!

     

     

     

    ŞEYHÜLİSLAM-Zatı şahanelerinin minnettarıyım, şevketmeab!

     

     

     

    (Abdülhamid, büyük kapının karşısına geçip dışarıya doğru bakar. Dışarıda ani bir toparlanma ve hazırlanma sesi… Çekilen kılıç ve tokuşan tüfek sesleri…)

     

     

     

    YAKINDAN BİRİNCİ KUMANDA SESİ- Hazır ol!

     

     

     

    UZAKTAN İKİNCİ KUMANDA SESİ- Hazır ol!

     

     

     

    DAHA UZAKTAN ÜÇÜNCÜ KUMANDA SESİ- Hazır ol!

     

     

     

    ( Birbirine çarpan topuklar ve üst üste kişnemeler… Atların yeri eşen nalları… Çıkacak gibi görünen Abdülhamid geriye dönüp yine Şeyhülislamın karşısına geçer.)

     

     

     

    ABDÜLHAMİD-( Şeyhülislama ) Bir lahza bekleyebiliriz. Vesikaları aldınız mı?

     

     

     

    ŞEYHÜLİSLAM-Evet sultanım.

     

     

     

    ABDÜLHAMİD-Tetkik ettirdiniz mi?

     

     

     

    ŞEYHÜLİSLAM- Evet sultanım.

     

     

     

    ABDÜLHAMİD-Fikriniz ve hükmünüz ?

     

     

     

    ŞEYHÜLİSLAM-Küfrün en mel’unu, şevketmeab!

     

     

     

    ABDÜLHAMİD-Fetvayı hazırlıyor musunuz?

     

     

     

    ŞEYHÜLİSLAM- Evet şevketmeab!

     

     

     

    ABDÜLHAMİD- Öyle bir fetva olsun ki, bütün İslam alemi, hatta bütün dünya bu fesad ocağının içyüzünü tanısın…. Bu mel’anet ocağını Avrupa’ya ve Papaya tanıtmak da, bize ve Şeyhülislamımıza nasib olsun… Türkiye’deki din temsilcisinin irfan ve anlayışına bütün medeniyet alemi hayran kalsın…

     

     

     

    ( Abdülhamid tekrar kapıya doğru iki adım atar ve çıkacakmış gibi yapar. Dışarıda dikkat borusu… Sonra birden döner, yine Şeyhülislamın karşısına geçer.)

     

     

     

    ABDÜLHAMİD-( Şeyhülislama ) Dikkat edilecek bir nokta daha var. Bu ocak hemen bütün dünyaya hâkimdir. Ya açık ve şiddetli yahut gizli ve sinsi bir mukabeleye girişebilir. Fetva o kadar sert ve yıldırıcı olmalıdır ki, bir müddet, ne yapacaklarını, nasıl karşılık vereceklerini bilemesinler. Başımıza ne gelirse gelsin, bizi içimizden yıkmaya bakan bütün gizli tertiplere harp ilanı… Anladınız mı Şeyhülislam efendi hazretleri ?...

     

     

     

    ŞEYHÜLİSLAM- Evet sultanım.

     

     

     

    ABDÜLHAMİD- Bütün incelikleri sarayda tesbit ederiz.

     

     

     

    ( Birden, dışarıda, gökkubbe yıkılıyormuşçasına bir patlayış sesi… Hamidiye camiinin iki kanadı açık kapısının camları yere dökülürken, dışarıdan çığlıklar, acı at feryatları, devrilen araba gürültüleri, ah ve vahlar, korkunç kıyamet !)

     

     

     

     

     

    ŞEYHÜLİSLAM- ( Haykırarak ) Aman Yarabbi!!

     

     

     

    ( Mabeyin müşürü dışarıya koşar ve harem ağası elleriyle yüzünü kapatırken, kapıya dönen Abdülhamid asla istifini bozmaz. Dışarıda can hıraş bir kaynaşma gulgulesi… Koşanların, haykıranların, avaz avaz çığlık basanların sesleri… Şeyhülislam, Abdülhamid’in arkasında, dehşet dolu gözlerle kapı istikametinde bakıyor. Sarıklılar onun arkasında ve perişan biçimde… Muhasip donmuş gibi … Yaverler koşup çıkarlar. Bir silah sesi…Abdülhamid kapıya doğru iki adım atar.)

     

     

     

    ŞEYHÜLİSLAM- ( Padişahın arkasından avaz avaz) Sultanım, Sultanım !

     

     

     

    ( Abdülhamid cevap vermeden yürür. Kapıdan çıkar, ilerleyip kaybolur. Muhasip, olduğu yerden fırlayıp kapının ortasında mevki alır. Dışarıya bakıyor. Sesler bir an durmuştur. )

     

     

     

    MUSAHİP- ( Bağırarak ) Hünkar bir arabaya doğru yürüyor !

     

     

     

    ( Uzun durak.. Bütün gözler kapı istikametinde… Herkes donmuş gibi…)

     

     

     

    MUSAHİP- Ortada ne arabacı var, ne seyis!... Ay!... Hünkar kendi kendisine arabaya atlayıp dizginleri eline aldı! Hünkar kırbacı kaldırdı !

     

     

     

    ( Şeyhülislam ve sarıklar birer adım atıp bakarlar… Bir an durak.. Sert bir kamçı şaklayışı… Hareket eden arabanın nal ve tekerlek sesleri…)

     

     

     

    ŞEYHÜLİSLAM-( Yüksek sesle) Hünkar iki tarafa başıyla selam vererek arabayı sürüyor ! ( Durak ) Bu hünkar, eşi olmayan bir insan !...

     

     

     

    ( Nal ve tekerlek sesleri… Ani bir alkış… Işıklar kararır.)

     

     

     

    ...........................


  10. Birinci Perde

     

     

    Birinci Tablo

     

     

    [İç perdenin ayırdığı ön sahne… İki yanda ve ortalarda empresonist çizgilerle, Yıldız Sarayı parkına bakan büyük pencereler… İki maket… ]

     

     

    ( Muhteşem koltuğunda Abdülhamid… Kılığı, siyah renkli ve gayet basit bir setre-pantolon… Hafif yatık fes… Kolalı dik yaka ve siyah kıravat… Sağındaki koltukta Osmanlı Yahudisi…Solundaki iki koltukta da birinci ve ikinci Yahudiler… Yahudiler İstanbulinli ve açık başlı…Osmanlı Yahudisi dolgun bıyıklı ve matruş… Öbürlerinden, baştaki, kıvırcık top sakallı, yanındaki de uzun siyah sakallı…)

     

     

     

    ABDÜLHAMİD- ( Osmanlı Yahudi’sine, tane tane ve gayet vakarlı) Daha neler yapmayı, bize ne yardımlarda bulunmayı düşünüyor ( Solundaki Yahudilere bakarak ) soydaşlarınız.

     

     

     

    OSMANLI YAHUDİSİ- Bütün Düyun-u Umumiye borcunu sildirmeyi, efendimiz!

     

     

     

    ABDÜLHAMİD- Onu ben kendi öz gelirimden sildim. Geriye çok az şey kaldı.

     

     

     

    OSMANLI YAHUDİSİ-Öyleyse efendimiz; bir o kadar da devlete hediye…

     

     

     

    ABDÜLHAMİD- Devletten ne anlıyorsunuz?

     

     

     

    OSMANLI YAHUDİSİ- Zat-ı Şahanelerini, efendimiz!

     

     

     

    ABDÜLHAMİD- ( Gülümser) “Devlet Benim!” diyen Fransa Kralına mı benzetiyorsunuz beni ?

     

     

     

    OSMANLI YAHUDİSİ- Pek güzel buyuruyorlar efendimiz! Biz de Müslümanların devletine hayırlı olmak istiyoruz. Osmanlı Yahudilerinin bu devlete üç yüz kadar yıllık sadakatleri efendimizin malumlarıdır.

     

     

     

    ABDÜLHAMİD- ( İnce bir istihza tavrıyla) Evet, malum!

     

     

     

    OSMANLI YAHUDİSİ- ( Anlamamış gibi ) Şahane cedleri Kanuni Sultan Süleyman hazretleri, İspanya’dan ve dünyanın her tarafından kovulan Yahudilere kerem ve lütuf kollarını açtılar. O tarihten beri Yahudilik belki onbeş asırdır hasret çektiği himaye kucağını yalnız Türklerde buldu.

     

     

     

    ABDÜLHAMİD-Ceddim Kanuni Sultan Süleyman, Yahudileri sarayına soktu ve oğluna bir Yahudi kızı aldı. Para ve ticaret işlerinin de Yahudilerin eline geçmesine göz yumdu.

     

     

     

    OSMANLI YAHUDİSİ- Evet, evet efendimiz !

     

     

     

    ABDÜLHAMİD- Şimdi ben de aynı şeyleri mi yapmalıyım? Benden bunu mu istiyorsunuz?

     

     

     

    OSMANLI YAHUDİSİ-Hayır efendimiz; içinde bulunduğumuz zaman ve mekan, ancak Türklere yakışır bu türlü ihsanlara müsait değildir. Bizim istediğimiz Filistin’de, büyük bir çiftlik kadar bir toprak parçası… Şahane lütfunuz sayesinde Filistin’de küçük bir Yahudi yurdu kurmak, orada haşmetli iradeniz altında ve huzur içinde yaşamak, devletinizin beka ve saadetine duacı ve yardımcı olmak istiyoruz. Bunun için de ( Öbür Yahudileri gösterir.) büyük Avrupa sermayesinin temsilcileri olan şu Yahudi kullarınız ,“ Hazine-i Hassa” nıza arz ettiğimiz gibi, milyonlarca İngiliz altınını saymaya hazırdırlar.

     

     

     

    ABDÜLHAMİD- Bunu niçin istiyorsunuz? Siz sığıntı olduğunuz ülkelerin, sahiplerinden daha fazla hakimi değil misiniz? Vatan, millet kaygısından size ne ? Onu başkalarına bırakın ! Sanatınız gereğince vücudun kan damarlarında dolaşmak dururken, ne diye meydana, deri üstüne çıkacaksınız? Bunu anlayabilir miyim?

     

     

     

    OSMANLI YAHUDİSİ- En nazik noktaya parmak bastınız, efendimiz! Görülüyor ki, biz milletleri içlerinden zaptetmek değil, her yerde mesud olduğumuz halde kendimize dış planda bir yurd edinmek tesellisine muhtaç bulunuyoruz. İyi niyetimiz bu masum emelden belli değil midir, efendimiz! Hem bu yurd, bütün dünya Yahudilerinin oraya göç edeceği manasına gelmez. Küçük ve nümunelik bir yurd; hepsi o kadar…

     

     

     

    ABDÜLHAMİD- Yani her memleketteki imparatorluğunuzdan sonra üstelik Filistin’de eski vatanınızda, İslam dünyasının en hassas geçit noktasında, bir de imparatorluk kurmaya doğru gedik açmak istiyorsunuz !

     

     

     

    OSMANLI YAHUDİSİ- Fakat efendimiz!

     

     

     

    ( Abdülhamid ayağa kalkar. Yahudiler de onu takip edip yerlerinden fırlarlar)

     

     

     

    ABDÜLHAMİD-( Osmanlı Yahudisine) Soydaşlarınıza deyiniz ki; 34’üncü Türk Padişahı İkinci Abdülhamid, Tunus’tan Van Gölüne ve Balkanlardan Yemen’e uzanan imparatorluğuna bir o kadar ilave edilse bile, Yahudilere, Filistin’de veya vatanın herhangi bir köşesinde kurabiye miktarı toprak vermez! ( Kendisine dik dik bakan Osmanlı Yahudisine elini uzatarak ) Bir gün benden hesap soracak gibi bakıyorsunuz !

     

     

     

    OSMANLI YAHUDİSİ- Estağfurullah efendimiz !

     

     

     

    ABDÜLHAMİD-Konuşmamız burada bitiyor, efendiler!

     

     

     

    (Osmanlı YAhudisi yerlere kadar eğilip Hünkarı selamlıyor. Öbürleri de aynı şekilde hareket ederler. Abdülhamid daima dimdik… Yahudiler aynı geri yürüyüşle soldan çıkarlar. Abdülhamid, koltuğunun yanıbaşındaki küçük masada duran el zilini çalar. Sağdan harem ağası girer. Elleri divan vaziyetinde, eğilir. )

     

     

     

    ABDÜLHAMİD- ( Harem Ağasına ) Şeyhülislam efendi bekliyorlar mı?

     

     

     

    HAREM AĞASI-( Başını kaldırıp el pençe divan vaziyetinde durur) Evet efendimiz!

     

     

     

    ABDÜLHAMİD-Buyursunlar !

     

     

     

    ( Harem Ağası geri geri yürüyerek çıkar. Abdülhamid, küçük masadaki kutudan bir sigara çekip yakar. Sağdan Şeyhülislam efendi gelir. Birkaç adım atıp dimdik durur. Beyaz sarıklı, beyaz cübbeli, yeşil harmanili …)

     

     

     

    ŞEYHÜLİSLAM- Esselamünaleyküm, sultanım!

     

     

     

    ABDÜLHAMİD-Aleykümselam, efendi hazretleri!

     

     

     

    ( Şeyhülislam elleri önünde kavuşturup eğilir)

     

     

     

    ABDÜLHAMİD-( Sağdaki koltuğu göstererek ) Şöyle buyurun efendi hazretleri!

     

     

     

    ( Şeyhülislam, gösterilen koltuğun başına geçip ayakta bekler. Abdülhamid koltuğuna oturunca, o da yerine ilişir. )

     

     

     

    ABDÜLHAMİD- Sizi şunun için davet ettim; Masonluk hakkında ne biliyorsunuz?

     

     

     

    ŞEYHÜLİSLAM- Fazla bir bilgi sahibi değilim, sultanım!

     

     

     

    ABDÜLHAMİD- Eğer masonluk Yahudi emellerini avlamaya mahsus bir tuzaksa…

     

     

     

    ŞEYHÜLİSLAM- Çok feci, sultanım!

     

     

     

    ABDÜLHAMİD- Daha değil!... Sırf Yahudi servet ve sermayesinin sevk ve idaresine memur ve bütün cihana yaygın, tahripçi bir gizli ordu teşkilatından ibaretse…

     

     

     

    ŞEYHÜLİSLAM- Daha ne olsun, sultanım?...

     

     

     

    ABDÜLHAMİD- Bu kadarı da yetmez ! Ve eğer masonluk, tek kasdı dini ve milli birlikleri çözmek olan Yahudi dehasının, kardeşlik ve insanlık maskesi altında halkı fesada vermekle vazifeli ocağı ise…

     

     

     

    ŞEYHÜLİSLAM- Aman sultanım !

     

     

     

    ABDÜLHAMİD- Ve hedefi, kalblerden, insanlığın biricik topluluk mihrakı din duygusunu silmek, Allah ve Resulüne itikadı söküp atmaksa…

     

    ( Dehşetler içinde bakan Şeyhülislama bir nazar atıp devam eder ) Eğer böyle ise hükmünüz ne olabilir ?

     

     

     

    ŞEYHÜLİSLAM- Küfrün en mel’unu, Şevketmeab!

     

     

     

    ( Abdülhamid ayağa kalkar. Şeyhülislam da beraber…)

     

     

     

    ABDÜLHAMİD- Fetvayı vermeye hazırlanınız! Masonluk budur ve küfrün en mel’unudur. Gereken vesikaları size getirecekler…

     

     

     

    ( Abdülhamid elini Şeyhülislama uzatır. Şeyhülislam bu ele kapanıp onu öpmek istercesine eğilir )

     

     

     

    ABDÜLHAMİD- ( Elini çekerek ) Başınızı kaldırın, Şeyhülislam efendi!Taşıdığınız sarık eğilmez.

     

     

     

    ( Şeyhülislam, elinde Abdülhamid’in eli, o vaziyette kalır. Işıklar kararır.)

     

    ..................


  11. Sen, bir zamanlar düşmanının tebaasının bile içine girmek istediği letafet, zarafet, medeniyet yüklü bir otobüse sahipken, bir takım hainlerin kendi öz elleri tarafından yakılıp yıkılan, daha sonra da damarlarına gaflet zehri şırınga edilen bir milletin çocuğusun…

     

    Sen, kurbağa diline mahkum edilen, ne atasını anlayan ne de atasının evladını anladığı bir milletin çocuğusun. Dünyadaki bütün dilleri bilsen ve bu bütün dillerle ana avrat dümdüz gitsen de kendi öz medeniyetinde gelişip büyüyen ustaların kaleminden çıkan edebi eserleri anlamaktan yoksun bir milletin çocuğusun…

     

    Şu anki acınacak haline bakıp da otobüsü kaçırdığını zanneden, fakat otobüsünden zorla indirilen, bunun farkına varmasın diye de, yıllarca ruhuna kezzap üstüne kezzap dökülen bir milletin çocuğusun…

     

    Ve buna rağmen hala ayaktasın… Ey çocuk, bu kadar sarsıntıya, yıkıntıya rağmen ayakta olan sen, ne kadar sağlam bir ruh mirasına sahip olduğunun farkında değil misin? Her hücreni nurla dolduracak olan o iman ruhuna kavuşunca dünyanın üzerine bir güneş gibi doğabileceğinin farkında değil misin ?..

     

     

    Ahhh.. sen daha nelerin farkında değilsin…


  12. Efendim, gene internette araştırma yapaken, karşıma Kavanozdaki Adam çıkıverdi :)

     

    ***Semih Şerifoğlu, oğlunu kaybetmesinin ardından ölüm olgusuna yoğunlaşan ünlü bir yazardır. Aniden baş gösteren ve onu ölümün eşiğine getiren rahatsızlığına, beyninde büyüyen bir tümörün neden olduğunu öğrenir. Beyin nakli üzerine araştırmalarıyla uluslararası şöhret kazanan Prof. Kenan Aksal' ın yaptığı ameliyatla, yazar Şerifoğlu' na okuma-yazma bilmeyen bir kan davası kurbanının beyni nakledilir. Şerifoğlu, ameliyatın ardından kendini, taşıdığı beynin sahibi Mehmet Ekinci olarak bilir ve bedenini yadırgar.

     

     

     

    İlk Türk bilim - kurgu filmi olarak nitelenen "Kavanozdaki Adam"; insana, hayata ve ölüme dair perspektif sunan senaryosuyla, Türk Sinemasına düşünce planında çok şey katan önemli bir film. Eser ise Necip Fazıl Kısakürek' e ait...***

     

     

     

     

    İzlemek için:

     

    Bölüm1

    Bölüm2

    Bölüm3

    Bölüm4

     

     


  13. Üstadın konferanslarını okurken, anlattığı konuyla alakalı verdiği örneklerden bazıları özellikle dikkatimi çekmiştir. Birden fazla konferansında verdiği örnekler arasında Charlie Chaplin’in Modern Times filminde geçen bazı sahneler anlatılmaktadır. Bu sahneleri öyle güzel anlatmıştır ki, önce yüzümde bir gülümseme oluşmuş sonra da filmi izleme ihtiyacı içerisine girmişimdir. İşte o örneklemelerin geçtiği sahnelerin sizler tarafından da izlenmesini istiyorum :)

     

    Sahte kahramanlar konferansında geçen, meccanen kahraman olanlara yönelik verdiği örnekte , Şarlo’nun filminde, yolda yürürken yerde bir bayrak bulan ve onu sahibine teslim etmek için eline alan, geride ise işçi hakları için eylem yapan bir grubun arkasından ona yetişmesi ve onun da o sırada elinde bayrakla onların önünde olması sonucu, bu insanın meccanen kahraman olması sahnesi vardır.

     

    İndirip İzlemek için TIKLAYIN...

     

    meccanennji9.jpg

     

     

     

    Bir diğer örnek ise, makinenin putlaştırılması.. insan yapımı olması ve insana hizmet etme amacıyla üretilmesine rağmen, insanüstü bir konuma getirilmesi ve insanın makineye emanet edilmesi sonucu insanın rezil kepaze olmasını anlatan bir sahne. ( Zamandan tasarruf için en basit eylem olan yemek yemenin bile bir makineye yaptırılmak istenmesi …)

     

    İndirip İzlemek için TIKLAYIN...

     

    yemekmakinehq2.jpg

     

     

     

     

    Bir diğeri, sadece tek bir hareketten oluşan ve işini gün boyu tekrarlaya tekrarlaya makineye dönen zavallı insanın örneği.

     

    İndirip İzlemek için TIKLAYIN...

     

     

    makinalamakda6.jpg


  14. Bir âlem özlüyorum; Asrı saadet gibi ebedi faziletlerin, kavi İmanların, temiz vicdanların hüküm sürdüğü bir alem !.. Bu alemin sakinleri, kelimenin tam hakkı ve hakiki manasıyla insan olsun! İçleri huzur, dışları nur ile dolsun!.. Geceden başka karanlık, gök gürlemesinden başka gürültü görmesinler, duymasınlar...

     

     

    Bir âlem özlüyorum ki; Orada kadınlar dıştan kızarmasın, boyanmasınlar. Yüzlerine bakınca kızlık ve gerçek kadınlığın kendine has o güzel edepli utancıyla içten kızarsınlar. Kadın sokakta yırtık yırtık dolaşmasın, erkeklerle dalaşmasın. Özlediğim âlemde kadın, sözde inkılâpçıların, sokakta kafeslemek için kafes arkasından kurtardıkları kadın, hayvani ihtirasların dindirildiği bir zevk aleti haline getirilmesin. Dairelerde kadın, zani bakışların, şehevi akışların istilasına uğramasın. Kadın evinin dairesinden çıkmasın. Yuvasının ışığı, evinin aşığı olsun. ‚'CENNET ANALARIN AYAKLARI ALTINDADIR .'' Sözünün sırrına erişsin; ana olsun!...

     

     

    Bir âlem özlüyorum ki; Orada erkekler evinden başka hane bilmesin. Aileyi bir gaile, çocuklarını çekilmez bir dert gibi görmesin., bu hale getirmesin. ‚''EVLAT KOKUSU, CENNET KOKUSUDUR.'' Hadisi ile duygulansın. İçi cennet, dışı cennet olsun; cinnet olmasın. Erkek kendi karısından başka kadın, kadın kendi kocasından başka erkek tanımasın, sevmesin. Ailenin reisi olan erkek; ayarlı, kararlı, kavi, metin, vakarlı ve çalışkan olsun. Yuvanın kurucusu kadın; temiz, cefakâr, vefakâr, sabırlı, saygılı, sevimli olsun.

     

     

    Bir âlem özlüyorum ki; Orda gençler, orda delikanlılar deli denizler gibi dalgalanıp coşanlar, Mukaddes bir davanın ardında, peşinde koşanlar olsunlar. Âlemlerin Rabbine inansınlar. Küçük dalgaları, dalga geçmeyi, kaldırım sevdasını bıraksınlar. İman cephelerinin sesi susturulmuş, gençlik korkunç bir boşluğa atılmış!.. Kimi kahvelerde zamanı öldürüyor, kimi hayatı rakı şişesinde görüyor, meyhanelerde varlığını kadeh kadeh içip, kendinden geçip, tükeniyor. Kimi sinema ve Tiyatroya düşkün!.. Kiminin aklı ayakta, ayak takımında yer almış. Heyecanı, kanaati bir topun arkasında yuvarlanıyor, bir ağa takılıyor... Böyle gençlik yok benim özlediğim alemde!.. Bet beniz sararmış, gözlerinin altı morarmış, sarsak, çarpık, titrek, başlamadan bitmiş, bitmeden tükenmiş gençler... Ağızları rakı, ayakları ter, donları pislik kokan gençler... Böyle gençler yok bizim alemimizde!..

     

     

    Öyle bir âlem özlüyorum ki; Bu âlemde analar –KOCAKARI- babalar, MORUK, çocuklar, ZAMANE, olmasınlar. Nesiller birbirini tanısın, anlasın, sevsin ve saysınlar... Memurlar, amirler asliyetlerini maaşı aslilerine göre ayarlamasınlar. Hiç kimse aslını saklamasın. Bir santim yükselmek için bir metre eğilen başlar, baş olmaktan çıksın. Baş, yerini ayağa terk etmesin. Söz ayağa düşmesin. Dalkavukluğa, riyaya, putlaştırmaya giden bütün yollar kapansın. İsdimlerden, resimlerden, şekillerden el hazer (sakın,sakınınız)... Özlediğim alem, işte böyle bir alem!..

     

     

    Öyle bir âlem istiyorum ki; Orada adalet, orada demokrasi, Hazreti Ömer’de tecelli ettiği gibi etsin. Kanunlar az fakat öz olsun. Yabacı memleketlerden roman terceme edilir gibi edilmesin. Yabancı ve yalancı yollardan gidilmesin. Halkın dininden, Halkın vicdanından, Halkın içinden çıksın. Kanunlar hak nizamına uygun olsun. Mahkemelerden ‚''Bu gün git yarın gel'' levhası kalksın!..

     

     

    Öyle bir âlem özlüyorum ki; Orada serveti hiç kimse, hiç bir vesile ile şerre alet etmesin, edemesin. Paraya ve paralıya tanınan sonsuz imtiyaz kaldırılsın. Herkes alnının terini, elinin emeğini yesin. Sefaat ve sefalet yan yana yürümesin. Kimse mala mülke ebedi imiş gibi sarılmasın. Onun Allahın bir nimeti olduğunu bilsin, emaneti bu yolda sarf etsin...

     

     

    Öyle bir âlem özlüyorum ki; Orada insanlar fani olduklarını bilsinler. Yolcular gibi olsunlar. Her türlü kötü ihtirasını bıraksınlar.'' Mal sahibi mülk sahibi/ Hani bunun ilk sahibi'' hakikatini anlasınlar. Her şeyin ilkini ve sonunu düşünsünler...

     

     

    Öyle bir âlem özlüyorum ki; Orada maarif, orada mektepler, terbiye ve telkin müesseseleri olarak cemiyete insan yetiştirsinler. Diplomalı, vesikalı cahiller değil!.. Hocalar gerçek mürşit olsunlar‚'' Beşikten mezara kadar ilim, ilim senin kaybolmuş malındır, bana bir kelime öğretenin kırk yıl kölesi olurum.'' Sözlerinin kudsiyetini takdir etsinler...

     

     

    Öyle bir âlem özlüyorum ki; Orada sudan, ayrandan başka bir şey içilmesin, kafa çekilmesin esrar çekilmesin, bıçak çekilmesin. Nutuk çekilmesin...

     

     

    Öyle bir âlem özlüyorum ki; Orada neşriyat, Matbuat, kitap, hitap hakka, hakikate uygun olsun. Fertler değil, dertler konuşsun, yazılanlar, neşredilenler milletin alın yazısı, yürek sızısı olsun! Ağızlar ceplere bağlı olmasın. Cepler açılınca açılmasın! * HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR.* Hadisinin yükü altında kimse kalmasın. Yazanlar, basanlar, yazanlar şeytan değil, insan olsunlar. Kâr hırsı, politika hırsıyla hareket etmesinler. Aşağılık duyguları gıcıklayıp, mideleri karıştırmasınlar. Hakka, halka dayansınlar. Baldır-bacak ticareti yapmasınlar, İkiyüzlü paraya tapmasınlar. Ruha ve kalbe hitap etsinler...

     

     

    Öyle bir alem özlüyorum ki; Orada insanlar topraktan ayrılmasınlar, küçük ,temiz, mütevazi evlerde barınsınlar. Beton ve çelik kesafetinden, Bina ve zina medeniyetinden kurtulsunlar. Yiyecekleri sade, , giyecekleri sade olsun. Teferruat, merasim ve cali (uydurma) hareketlerle insan tabiatını bozmasınlar. Her şey kendiliğinden gelsin. Her şey kendiliğinden olsun...

     

     

    Öyle bir âlem özlüyorum ki; O âlemde milletler, devletler gökteki yıldızlar gibi kendi mahreklerinde seyretsinler. Çatışmasın, çarpışmasın, dövüşmesinler. Ayrı ayrı milletler, renk renk ırklar, tıpkı güneşin ziyaları gibi, bir mihver, bir aşk, bir hakikat etrafında, Halikın (yaratanın) etrafında kendilerinden geçercesine dönsünler...(Newton çarkı gibi) Renkler, ırklar, milletler kaynaşsın. Devletler anlaşsınlar. Bir Allah, bir âlem ve bütün insanlar... Büyük ahenk, büyük din, büyük nizam!..

     

    ÖZLEDİGİM ÂLEM BUDUR...


  15. Üstad, Allahtan gelen her şeye kabul mertebesinde olmak gerektiğini anlatıyor..

     

    Atsız'ın şiirinde ise bir insana aşırı övgü dizeleri var.

     

     

     

    Şekil olarak bir benzerlik var gibi görünse de aslında o da yok. Üstad, tezatlık kullanırken; Atsız, eş anlamlı kelimeler kullanmış: "Sen öldürüyorken de vururken de güzelsin"

     

    Şahsi görüşüm, Atsız, Üstadın şiirindeki şekilden etkilenerek bu dizeyi yazmış olabilir yahut hiç bir etkilenme yoktur da sadece kendi kaleminden çıkan bir şekildir bu.

×
×
  • Create New...