Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

nedamet..

Üye
  • Content Count

    291
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    1

Posts posted by nedamet..


  1. Mahşerde bir mümini böyle tasavvur edebiliyor, üstüne duamdır diyebiliyorsunuz. Beddua etmeyiniz buyrulur… ‘Sizin mezhebiniz’de bu böyle değil mi? Allah selamet versin… Kendimi tutmak ve daha fazla yorum yapmamak zorundayım. Ettiğiniz hakaretleri, ağır ithamları, bedduaları… Bir düşünün bence. Diğer lakırdılarınızı kaale dahi almıyorum...

     

    Sivrisinek olsak İngilizleri değil, birbirimizin kulaklarını sağır edecek hale gelmişiz...

     

    Allah'a emanet...


  2. Selamun Aleyküm arkadaşlar…

     

    Fikir alışverişinde bulunmak bir yere kadar isabetlidir. Ancak bana göre bu konular oldukça hassas ve yarım yamalak bilgilerle veya okunulan bir iki kitap dahilinde değerlendirilmemesi gereken meseleler. Böyle bir başlık altında yalnızca çeşitli iktibaslar yaparak, konuda yetkin kişilerin görüşlerini birbirimize aktararak zihinlerimizdeki soru işaretlerini giderelim. Daha ileri gidilirse tehlikeli olabileceğini düşünüyorum.

     

    Alıntılar hariç aranızda Afgani okuyan var mı merak ediyorum? Öyle derinlemesine yorumlar yapılmış ki… Bir Urvetu’l Vuska’ya dokunananız? Kalbinin kirleneceğini öne sürenleri biliyorum. Fazlasıyla ak ve pak ki o kalpler, Mehmet Akif’in mezhepsiz olabileceğini dahi tasdik etmeye hazır durumda… Ben de Afgani okuyorum. Abduh ve Reşit Rıza’ya Allah’tan rahmet diliyorum. Ve İslam’a yaptıkları hizmetten, ömürlerini bu uğurda harcadıklarından dolayı Allah hepsinden razı olsun diyorum. (Mezhebime ne oldu şimdi?) Ve herkesi bu güzel insanları doğru tanımaya ve okumaya çağrıyorum... (Sitede 'sapık'lar türedi, eyvah!) Diğer yandan Akif’in mezhebi nedir, var mıdır ki acaba diye düşünebiliyorsanız, Afgani okuyup onun hangi fikirlerini benimseyip benimseyemeyeceğinizi de akledebilirsiniz sanıyorum. Bunun için hiç kimsenin kılavuza ihtiyacı yoktur. Ne Necip Fazıl’a ne de diğer yazar ve düşünürlere… (Onların yorumlarıyla öğrendiklerinizi tartmak ayrı şey.)

     

    Buyukdogu’ya sonuna kadar katılıyor ve ben de susmak istiyorum.

     

    Mehmet Akif mezhepsiz mi, reformist mi?

     

    Tartışılması gereken bu değil, bu soruda takılı kalan zihniyettir...

     

    Selametle...


  3. Ayakkabısını Bush'un kafasına fırlattı!!

     

    Irak'a beklenmedik bir ziyaret yapan ABD Başkanı Bush, Başbakan Nuri el Maliki'nin elini sıkarken öfkeli bir Iraklı gazetecinin ayakkabı saldırısına uğradı.

     

    Maliki'nin şaşkın bakışları altında iki ayakkabısını da çıkarıp peş peşe fırlatan ve bir yandan da Bush'a ağır hakaretler yağdıran gazeteci, güvenlik güçleri tarafından hemen etkisiz hale getirilerek salondan çıkarıldı.

     

    Bush'a ağır hakaretlerde bulunan protestocu gazeteci 'Irak halkının sana son veda öpücüğü köpek!' diye bağırdı.

     

    Başkan Bush, salondaki durumun normale dönmesinden sonra sakin bir şekilde soruları yanıtladı.

     

    Olayın ardından ayakkabısını fıraltan gazeteci ve bir kişi tutuklandı.

     

    Eğilerek, başının hemen üzerinden geçen ayakkabılardan isabet almadan kurtulan Bush, saldırının kendisini etkilemediği belirtti ve esprili bir şekilde "sadece ayakkabıların numarasının 10 olduğunu söyleyebilirim" diye konuştu.

     

    (haber7.com)


  4. Kerbelâ Şairi Kâzım Paşa

     

    Bir gün Kâzım Paşa, Bâb-ı Seraskeri’de, Masârıf Nâzırının yanında otururken bir kadın gelip aylığını istiyor. Nâzır, ‘Veremem’ diyor. Söz uzayıp gidiyor. Derken Kâzım Paşa araya giriyor ve: ‘Hanım, boşuna ısrar etme. Bu ayı vermez, fakat öbür ayı verebilir mi, veremez mi, bilemem!’ diyor.

     

    Taşı gediğine koymaktan büyük bir zevk alan Paşa merhum, bir gün Üsküdar’a giderken gemide önceden tanıdığı bir Ermeni zenginiyle karşılaşıyor. İleri geri söylediği sözlerle paşanın canını sıkan bu şımarık adam, sonunda ‘Paşa hazretleri! Paris’ten geleli midemden çok zahmet çekiyorum, buranın yemeklerini hiç hazmedemiyorum!’ diyor. Kâzım Paşa, muhatabına hak ettiği cevabı veriyor: ‘Öyleyse dostum, sen de yemeklerin hazmolunmuşlarını ye!...’

     

    Osmanlıların son zamanında, her yıl Ramazan’da, Hicaz’a değerli hediyeler gönderiliyordu. Bu kıymetli eşyayı ve parayı kutsal topraklara ulaştıran kervana da ‘Sürre Alayı’ adı veriliyordu. Kervanın başındaki zâta ise, ‘Sürre Emini’ deniliyordu. İşte Kâzım Paşa bir yıl, Sürre Emîni olarak görevlendiriliyor ve çok seviniyor. Ne yazık ki, kısa süre sonra sevinci kursağında kalıyor. Çünkü görev kendisinden alınıp bir başkasına veriliyor. Bu işten sorumlu olan bazı kimselerin, ‘Kâzım Paşa, Alevidir. Bir alevinin Sürre Eminliği yapması doğru değildir!’ sözleri, böyle bir görev değişikliğinin ortaya çıkmasına vesile oluyor. Kâzım Paşa, bir süre sonra fitnelik yapanın mabeyn müşiri olduğunu öğreniyor. Hemen odasına gidiyor. Dereden tepeden konuştuktan sonra sözü ‘Sürre Eminliği’ne getiriyor. Sanki bu işi karıştıranın kendisi olduğunu bilmiyormuş gibi, şöyle yakınıyor: ‘Tam hazırlıklarımı bitirmiştim ki, görev benden alınmış. Birisi, benim Alevi olduğumu ileri sürerek, Hicaz’a gitmemi engellemiş!’ Zor durumda kalan mabeyn müşiri, birkaç defa yutkunduktan sonra ‘Üzülmeyin paşa hazretleri. Demek ki Allah’ın emri böyleymiş!’ diye konuşunca, Kâzım Paşa taşı gediğine koyuyor ve şöyle diyor: ‘Eyvallah! Ama merak ettiğim bir şey var. Allah bu emrini yerine getirmek için, kullarından acaba hangi p…..gi görevlendirdi?’

     

    Dursun Gürlek (Kültür Dünyamızdan Manzaralar)


  5. 1952 yılında Tokat'ta doğdu. İlk ve orta tahsilini memleketinde tamamladı. İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi. Yeni İstanbul, Tercüman, Hürriyet, Günaydın gazetelerinde çeşitli görevlerde bulundu. Bir süre muhtelif okullarda Türkçe ve Edebiyat öğretmenliği yaptı.Biyoğrafi araştırmaları ve çeşitli makaleleri Meşale, İnanç, Milli Kültür, Türk Edebiyatı, Kültür Dünyası gibi dergilerde yayınladı. Tarih ve Düşünce dergisinin yazı işleri müdürlüğünü yaptı. Bu dergide neşrettiği "Kırkambar" ve "Ayaklı Kütüphaneler" başlığı altındaki yazılarıyla dikkat çekti.

     

    Yazarın, Osmanlı Tarihi, Şark Klasikleri ve biyografi sahasındaki çalışmaları halen devam etmektedir.

     

    Eserleri:

     

    Osmanlı Zaferleri, Osmanlı Kumandanları, Köprülüler, Banu Cihan, Tutiname, Sünusiler, İlim ve İrade, İbrahum Aleyhisselam, Amal-ı Hayal gibi bazı eserleri Osmanlı aslından latin harflerine aktardı.


  6. ZAMANA YAY GERİP

    OK ATMAK

     

    Şarkı ve oyma dudak

    Sağlam gözleri

    Ve yandan bakılınca

    Uzun yüzünde kabartma bir deniz

     

    Bütün kuşlarla gidilir yanına

    Sıhhat'i bir hava seçilir dolaptan

    Bakılır en arkaya durmuş evin

    Acısız aynasına

     

    Bu yaşamak sezonu çok memnun

    Yay gerip ok atan

     

    .. ..... ... .....

    .. .....

    .. ..... ....

    • Like 1

  7. Üstad Necip Fazıl'dır O.

     

    Yirminci yüzyılın kârı,

    Cemiyetin hamurkârı ,

    Duruşundaki vâkarı,

    Gören, gösterendir o.

     

    Peygamber-i Zişan için

    Candan, tenden geçendir o.

    Din-i Mübin-i İslam'ın

    Paslanmaz tüfengidir o.

     

    Herşey İslam'da diyerek,

    Gece gündüz yürüyerek,

    Sapı, çöpü eleyerek

    Saadete erendir o.

     

    Büyük Doğu'nun bânisi,

    Cüce sanatkâr canisi,

    Mukaddesatın varisi,

    Altın sema çivisi o.

     

    Süt içinde ak kıl sayan,

    Nefsini ipe bağlayan,

    İslam üzere yaşayan

    Şu gençliğin mimarı o.

     

    Evlad-ı îyalden geçen,

    Aşılmaz dağları deşen,

    Bahar nehri gibi çoşan,

    Nadide kardelendir o.

     

    Kâbusu ehl-i küffarın,

    Mebûsu Ehl-i İslam'ın,

    Tükenmez ulu pınarın

    Soğuk suyundan içen o.

     

    Kağıdı alır eline,

    Hakkı söylemek uğruna,

    Mürekkepsiz kalemine

    Ciğerden kan çekendir o.

     

    İçi tasavvuf kokusu,

    Dışı şeriat dokusu,

    Ebedî İslam binası

    Kurulsun isteyendir o.

     

    "Kaldırımlar" da yürüyen,

    "Çile" nin tadına varan,

    "Sakarya" da genci gören

    Devrin en saf şairi o.

     

    Konuşması diller keser,

    Duruşması tümden eser,

    Yıldırımlar çaktırır ser;

    Fırtınalı hatiptir o.

     

    Sur önünde Fatih gibi

    Çağa meydan okuyan o.

    Endülüste Târık gibi

    Gemileri yakandır o.

     

    Kaba softa, ham yobazın,

    Karnı geniş devrimbazın,

    Yahudi mason üstazın

    Suratına tüküren o.

     

    Yosun bağlamış arkı,

    İşlemeyen paslı çarkı,

    Eli kolu yaslı Türk'ü

    Hayata döndürendir o.

     

    Yurdu nakışla işlerdi,

    Fikirle toprak sulardı,

    Cahile kalem bilerdi;

    Asrın 'baş muallimi' o.

     

    Maraş'ın asil serdarı,

    Pay-i Taht'ın hükümdarı,

    Eyyûb'un ebedi yârı

    Noktasız bir destandır o;

    Hem Necip, hem Fazıl'dır o.

     

     

     

    Nedamet..

     

     

    Yoğunluktan vakit bulup bir şiir de ben yazmak istedim Üstad için. Beğenileceğini umut ediyorum.


  8. Tasavvuf

     

    Bir tür anlayış İslam’ı nasıl hayatın dışında sanıyorsa, tasavvufu da İslam’ın dışında sananlar bulunmaktadır. Tasavvufun Hıristiyan rahiplerinin yaşayışından ilham alındığını iddia edenler olduğu gibi, onu Grek felsefesine veya Hint düşüncesine bağlayan farklı görüş ve iddia sahipleri de var.

     

    Bir Müslüman’ın cehlinden dolayı düştüğü yanlışa bakarak ‘İslam budur’ diye hükme varmak ne kadar doğru ise, bazı kimselerin aslında bidat olan ‘âyinler’ine bakarak ‘tasavvuf budur’ demek de ancak o kadar doğru olur. Sadece yanlış uygulamalara bakarak tasavvufu reddetmek, velilik iddiasında bulunan bir sapığa bakarak velayeti reddetmek gibi bir şeydir.

     

    İslam’a müsteşrik kafasıyla yaklaşanların tasavvufu ‘mevzu’ (sonradan konulmuş) bir olay diye göstermesine denecek bir şey yok. Ancak şeriat adına tasavvufa karşı çıkanlar var, işte asıl onların üzerinde durulmalı. Tasavvuf adına geliştirilmiş bidatler yok mu? İslam’a muhalif olanların uydurduğu birtakım sapık ‘tarikatlar’ elbette var. Ancak bunlara bakarak tasavvufun hakikatini reddetmek, papaza kızıp oruç bozmaya benzer. Şeriat adına tasavvufu inkar edenlerin aslında şeriatı bilip bilmediği sorgulamaya açıktır. Üstat Necip Fazıl, Abdülhakim Efendi Hazretlerine (ks) atıfla bir taifeyi ‘kaba softa, ham yobaz’ olarak tavsif eder. Bu söz dine bağlı, ihlas sahibi Müslümanları küçük düşürmek anlamında kullanılmıyor. Fakat dini, kendi idraklerine sığdıramayan, buna rağmen din adına ‘fetva kesme’ye çıkan cahillerin durumuna atıfta bulunuyor. Nitekim Abdülhâlık Gücdüvânî Hazretleri de (ks) müritlerinden birine verdiği öğütte: ‘Cahil sofulardan uzak ol ki, onlar din yolunun hırsızları ve Müslümanlığın yol kesicileridir’ demiştir.

     

    Bütün karışıklık ve yanılgı ‘tasavvuf’ kelimesinden çıkıyor. Kelimenin sonradan üretilmiş olduğuna bakanlar, delalet ettiği anlamın da mevzu olduğunu sanıyor. Oysa tasavvuf, en saf anlamıyla zikrullah, salâvat ve tesbihâtla meşgul olmaktadır. Şeriata bunlar mı sonradan dahil edilmiştir? Bir öğretici, bir eğitici, bir mürşit, bir bilen, talebesine zikretmenin usulünü talim ettirir. Nasıl ki Resulü Ekrem de (sav) ashabına zikri talim ettirmiştir. Yani adına sonradan tasavvuf denilen hal, aslında sünnetin devam ettirilmesinden başka bir şey değildir. Bu hal insanın, zikretmek suretiyle kul olduğunu kavramasından ibarettir. Tasavvuf, insana şeriatta ne öngörülmüşse, o hükmün hakikatini kavrayabilmesi yolunda sarf ettiği cehtin, ifa ettiği talimin adıdır.

     

    Cüneyd-i Bağdadî (ks) tasavvufu şöyle anlatıyor: ‘Tasavvuf, kalbin Hak Teâlâdan gayrısıyla alakasını kesmesidir ve gönül topluluğuyla zikrullah ve kendinden geçip Hakkı dinlemek ve emr-i ilahiye ve sünnet-i seniyyeye ittiba ile ameldir.’

     

    Şeriat dünyaya bağlanmayı emretmiyorsa, tasavvuf dünyayı dışlamanın, onu hakir ve zelil görebilmenin talimini yaptırıyor. Başka bir şey değil.

     

    ‘Ben’

     

    Necip Fazıl Kısakürek’in ‘Ben’ başlıklı şiirinin son beyti:

     

    Hep ben, aynı ve hayal; hep ben pervane ve mum

    Ölü ve Münker-Nekir; baş dönmesi, uçurum

    diye biter.

     

    Bu beyit son dönem şiirimizde tevhit akidesini dile getiren en güzel örneklerden biridir.

     

    Bu şiirde kullanılan ‘ben’ kelimesinin ‘ene’ ve ‘nefsaniyet’ ile ilgisi yoktur. Bu anlamda, bilakis, ben’in iptali söz konusudur. Ayna ve aynadaki hayal, mum ve onun etrafında dönen pervane, ölü ve ölüyü sorguya çeken melekler, uçurumun kenarında başı dönen insanla uçurumun kendisi hep aynı ‘zat’tır. Pervane mi benim, yoksa mum mu? Yoksa hiçbiri ben değilim de hepsi O mu?

     

    Hallac-ı Mansur’a ‘ene’l-Hak’ (Hak benim) dedirten hikmetle, Mecnun’un Leyla’ya söylediği:

     

    Ger men men isem nesin sen ey yar

    Ger sen sen isen neyim meni zâr?

     

    Beyti hep aynı tevhit akidesinin başka başka biçimlerde dile getirilmesinden ibarettir.

     

    Öyle sanıyoruz ki gerek Doğu, gerek Batı mistisizminde, şimdi değindiğimiz anlamda (yani fena fillah anlamında) ben’in iptali söz konusu değildir. Belki tersine, kullanılan bazı riyazet usulleriyle kişinin birtakım marifetler edinmesi sağlanabilse bile –ki sağlanıyormuş-, bu marifetler kişinin ben’ini iptal etmek şöyle dursun, ona varlık kazandırmaktan başka işe yaramıyor. İnsan, kendi koyduğu kaidelere, kendi icadı olan usullere riayet ederek bir yere varabilse bile, vardığı yerde ben’i ortadan kalkmıyor, tersine ben’i sarsılmaz bir varlık kazanıyor. Bu noktada söylenebilecek şey: ‘Sen sen isen, ben de benim’ olabilir ki, böyle bir söyleyişin şirk olduğunda kuşku yoktur.

     

    Oysa İslam’da tevhit kavrayışına ancak şeriata riayet edilerek varılabileceği, şeriatsız olarak kazanılan ‘marifetler’in, ben’e varlık kazandırması itibariyle değersiz olduğu söylenir. Keza şeriatın nefse (ben’e) muhalif olduğunun ifade edilmesi bu fikri tamamlamaktadır.

     

    İslami edepte, ‘ben’ demek yakışıksız telakki edilir. Ben yaptım, ben ettim, benim eseri gibi sözler, o kişinin cahilliğine bağışlanamıyorsa, en hafifinden gafletine, sonra da derece derece küstahlığına ve müşrikliğine atfedilir. Çünkü yapıp eden sen değilsin fakat o fiiller senin elinle yaptırılmaktadır, diye düşünülür. (Bu meselenin irade-i cüziye ve irade-i külliye ilişkisine değinen yanı, şu anda üzerinde durduğumuz konunun dışındadır).

     

    İslam’ın, insanda iptal etmeye, aradan çıkartmaya yönelttiği ‘ben’, Batı telakkisinde tam tersine her şeyin mihveri sayılmaktadır. Özdekçi telakkide ise ‘ben’ büsbütün çığırından çıkartılmıştır. Her biri, küçük dağları ben yarattım diyecek biçimde yetiştirilen insan, en başta kendini put olarak görmeye başlıyor ve her şeyin ‘kendi’ mihveri etrafında döndüğünü sanıyor. Kendini putlaştıran insan elbette başka putlar yaratma hususunda kendini yetkili ve haklı görecektir. Nitekim nefsin temayüllerini tatmin edecek irili ufaklı, görünür görünmez putlar birbiri arkasından piyasaya sürülmektedir. Totemleri, tabuları ortadan kaldırmaya yeltenen bu insan, farkına varmadan kendine yeni totemler, yeni tabular icat edip durmaktadır. Ne var ki, çağdaş dünyada eski tabular, yeni totemler haline getirilmektedir, yahut da tersi olmakta. Mesela cinselliği tabu sayıyor diye eski insanları kınayan yeni insan, şimdi onu katıksız bir totem haline getirmiştir.

     

    Rasim Özdenören (Kafa Karıştıran Kelimeler)


  9. Tarihi hayli geçmiş bir haber. Günlerdir televizyondan takip ediyorum. Bu güzel insanın yüzünü her görüşümde biraz daha heyecanlanıyorum. Sizlerinde yüreğini sızlatmak ve yaşananları unutmayan şuurlu birer Müslüman olmamızı istediğimden dolayı sizlerle paylaşmak istedim.

     

    SEMİR KUNTAR KİMDİR?

     

    İsrail’in elindeki en eski Lübnanlı esir Semir Kuntar, Hizbullah’la İsrail arasında yapılacak olan esir mübadelesi kapsamında serbest bırakılıyor.

    İsrail’in Nehariya kentinde düzenlediği operasyonda yakalanan ve Lübnan’da “Esirlerin Komutanı” olarak adlandırılan Semir Kuntar, 20 Haziran 1962’de Lübnan’ın Dürzi bölgesi olan Cebel Lübnan’a bağlı “Aybe” köyünde dünyaya geldi.

     

    Semir Kuntar, İsrail’e yönelik ilk eylemini Ürdün-İsrail sınırında düzenledi. İsrail’in elindeki Lübnanlı esirlerin serbest bırakılmasını sağlamak için Ürdün İsrail sınırında Filistin’in Kurtuluşu için Halk Cephesi’ne bağlı arkadaşlarıyla birlikte bir İsrail konvoyuna saldırı düzenleyen Kuntar, Ürdün güvenlik güçleri tarafından yakalandı.

     

    Ürdün’de 11 ay hapis yatan Kuntar, 25 Eylül 1978’de bir daha Ürdün’e girmemesi şartıyla serbest bırakıldı.

     

    Semir Kuntar, 1979 yılında henüz 16 yaşındayken Filistin’in Kurtuluşu için Halk Cephesi’ne bağlı üç kişiyle bu kez İsrail’e sızarak bazı İsraillileri rehin aldı.

     

    İsrail polisinin müdahalesi sonucu yaşanan çatışmada bir İsrailli polisle Semir Kuntar’la beraber olan Abdulmecid Aslan ve Mehna el-Muveyyid ölürken, Semir Kuntar ve arkadaşı Ahmed Abras yakalandı.

     

    İsrail, rehin aldığı 5 İsrailliyi öldürdüğü bir İsrailliyi de yaraladığı iddiasıyla Semir Kuntar hakkında 47 yıl hapis cezası, ayrıca 4 kez de müebbet hapis cezası verdi.

     

    Semir Kuntar’la birlikte yakalanan Ahmed Abras’ın, 21 Mayıs 1985’te Filistin’in Kurtuluşu için Halk Cephesi ile İsrail arasındaki bir esir mübadelesi kapsamında serbest bırakılmasına rağmen Semir Kuntar, halen İsrail’in “Hedarim” cezaevinde tutuluyor.

     

    Hizbullah’ın, 2004 yılında yine Almanya’nın arabuluculuğunda İsrail’le yaptığı esir mübadelesinde Semir Kuntar’ın serbest bırakılmasını istemiş olmasına rağmen İsrail, bu teklifi reddetmiş, Kuntar’ın serbest bırakılmasına karşılık 1986 yılında Lübnan’da kaybolan İsrailli pilot Ron Arad hakkında bilgi verilmesi şartını ileri sürmüştü.

     

    İsrail’de cezaevinde bulunduğu dönemde öğrenim faaliyetlerinden geri durmayan Semir Kuntar, Tel Aviv Üniversitesi’nin açık öğrenim bölümüne başvurarak tahsil hayatını sürdürdü ve 1998 yılında bu üniversitenin Edebiyat ve Sosyal Bilimler bölümünden lisans diploması almayı başardı.

     

    Semir Kuntar, Hizbullah’la İsrail asında varılan esir değişimi anlaşması kapsamında 16 Temmuz 2008’de özgürlüğüne kavuştu.


  10. Ağlama Duvarı (İbranice: HaKotel HaMa'aravi), Kudüs'te bulunan ve Yahudilerce kutsal sayılan, Büyük Tapınağın ayakta kalan Batı duvarıdır. Bu sebepten dolayı Batı Duvarı adıyla da bilinmektedir.

     

    Süleyman peygamber tarafından Kudüs'de yaptırılan ve MÖ. 588 yılında Babilliler tarafından yıkılan Birinci Tapınağın yerine, Yahudiler MÖ 537 yılında Babil'i yıkan Persliler'in izniyle 2. Tapınağı yaparlar. Bu tapınak da MS. 70 yılında Romalılar tarafından yıkılır ve içindeki değerli eşyalar yağmalanarak Roma'ya taşınır. Bu ikinci tapınağın batı duvarı sağlam kalır ve yahudilerce kutsal kabul edilir.

     

    Osmanlılar şehri aldığında bu duvarın yıkık kısımlarını tamir ettirerek sağlamlaştırır.

     

    (wikipedia.org)


  11. Son Durum...

     

    Ben fazla emin konuşmuş gibi olmuşum. Mahcup da oldum üstelik. Evde muhalefet edenler oldu. Kedi nüfusumuz 5 olunca bu tepkileri anlayışla karşıladım ama kediciklere de yazık olacak. Hem ha 5 ha 8.. :D Ben ikna etmeye çalışırken sizlerin de aklında bulunsun diye söyledim. Ayrıca kedileri sahiplenip daha sonra cami avlusuna bırakma niyetinde olan üyelerimiz var. Bizzat kendi ağızlarıyla itiraf ettiler. Ne garezleri varsa artık. Aman ha dikkat.. :D

     

    Keşke Reyhan Ablam alabilse... O zaman belki ufak bir kedistan kurabilirdi kendisi. :D Hayalleriniz baki olsun yine de... :D

     

    Dediğim gibi yuva aramaya devam... :D


  12. Batının, Avrupalı olmayan uluslara ‘medeniyet’ kisvesi altında sunmuş olduğu ‘modernizm’, Doğu insanı nazarında erişilmesi gereken en üst merhale olarak kabul edilmektedir. Cihat’ın da sözünü etmiş olduğu Ortaçağ sonrası Avrupa dönemi Ali Şeriati’nin bahsetmiş olduğu medeniyetlerin saldırı-güçlülük hali dönemlerine tekabül etmektedir. Ancak bu saldırı durumu günden güne etkisini kaybetmektedir. Batı düşünme tarzının diğer düşünme tarzlarına göre daha üstün olduğu tezi, günümüzde gerek Batı gerek Doğu zihniyetinde büyük bir sarsıntı geçirmektedir. Üstadın üzerinde durmuş olduğu Batı’nın yayvan suratı işte böylece gün geçtikçe dişlerini dökmekte ve siyasi, askeri olarak gücünü artıran İslam aleminin karşısında gücünü yitirmektedir. Yüzünün ikinci yarısı ise kendi tırnaklarıyla aşınmakta ve geçmişini hatırladıkça kendi benliğinden köşe bucak kaçmaktadır. Batı insanı bugün en ufak korku durumlarında dahi psikiyatriste başvurma eğilimde. Bu denli ödlek olmasının altında kendi tarihinde gerçekleştirmiş olduğu katliamların varlığından söz edebiliriz. Avrupa Tarihi’nin kıymış olduğu her can bugün batı insanının canını yakmaktadır.


  13. Hakan Albayrak aslında örneklerini çoğaltabileceğimiz, herkesin zihninde yer eden ancak kimsenin gündeme getirmeye cesaret edemediği önemli bir konuya değinmiş. Geçenlerde sakallı adamı işe almam diye böğüren sayın koç’tan ne gibi farkları var sözü geçen yöneticilerin irdelemek gerek. O veya bu kuruluş, şahıs ile alakalı değil bu mevzu. Genel olarak günümüz Müslümanı’nın kurtulamadığı ‘kendini bir türlü beğenememe’ takıntısıyla ilgili. Mevlut Özcan ile Hakan Albayrak arasındaki fark da burada işte. Suç yalnızca sirval giymeyen, ayrıca ‘başını Vakko’dan, kalçasını levi’sten örten’ gibi iğrenç bir tanımlama ile profili çizilen kadında değil, aynı zamanda onu böyle bir imaja sevk eden Müslüman erkekte de var. Ülke tv de başörtüsüyle yayına çıkarılmıyorsa bir kadın ve belki de kılık kıyafeti yüzünden aynı dine mensup olduğu, hatta muhafazakar diye adlandırılan kesim tarafından hor görülüyorsa, bu kadının bu şartlar altında ne giyeceği yalnızca onu ilgilendirir.

     

    Hoşumuza gitmediğinden veya işimize gelmediğinden değil, birtakım Müslüman erkekler tarafından kaba, iğrenç, basit bir üslupla eleştirilmemizden. Verilen görüntü ne kadar kötüyse sizin bakış açınız da, kullanmış olduğunuz tabirler de bir o kadar bayağı ve mide bulandırıcı. Ayrıca sizin kimsenin fikrine saygı duyduğunuz falan yok. Eğer olsaydı şu ana kadar yazılmış olan zihninize muhalif gelen düşünceleri azcık da olsa idrak etmeye çalışırdınız. Ve tekrar tekrar mide bulandıran tanımlamalarınızı kullanmazdınız. Daracık kotun üzerine giyilen tuniğin dahi ne gibi farklara neden olabileceğini pek iyi anlayamamışsınız. Bir dahaki bebek turunuzda daha detaylı inceleyin. Bakın bakalım belki bu sefer alt tarafta Fatih’tendir.

     

    Ve kimse panik olmasın, ruhunu örtme merhalesine erişmiş çoğu kadın başını da örtecektir.

    • Like 1

  14. Küçücük bir yanlış anlaşılma ve bazı üyeler açısından perde arkasında kalma durumlarından ötürü kargaşa yaşanmakta sanırım? Abartmayalım. Kimsenin niyeti birilerini incitmek, rencide etmek değildir eminim. Tebessümle karşılamakta fayda var. :unsure:

     

    Facebook üyesi değilim. :)


  15. Çok Dikkat İsteyen Tehlikeli Bir Komplo

     

    Acaba Afgani’nin hayatıyla ilgili olarak bizzat böyle bir zaman kesitinde yapılanlar hiçbir endişesi olmayan samimi çalışmalar mıdır?

     

    Biz yalnızca bundan kuşku duymuyoruz. Aksine kanaatimiz, çeşitli tarih ve olaylarla da açıkladığımız gibi bunun maksatlı ve korkunç bir komplo olduğu üzerinde yoğunlaşıyor. Bu komplo, büyük İslam düşünürü Afgani’nin her anı cihatla dolu tarihçesini hedef alan bir suikasttır. Bu uşaklar onun hakiki tarihini şüpheler, vehimler, iftiralar ve çelişkilerle saptırmak istiyorlar. Sorun yalnız bir yazar, dergi ya da gazeteyle ilgili değil aksine yaşayan bir rejimin şahsi çıkar hesaplarıyla ilgilidir. Bu rejim, hâlihazırda Arap Yarımadası’nda hüküm süren Suud rejimidir. Ama bu suçu tek başına değil, Müslümanları ezen Amerikancı İslami savunan Mısır, Tunus, Mağrip, Irak ve diğer ülkelerin rejimleriyle birlikte işliyor.

     

    Arkasında Batı ve Doğu haber alma teşkilatlarının ve Siyonist örgütlerin bulunduğu bu komplo şunları hedeflemektedir:

     

    1-Afgani’nin maceraperest ve şöhret düşkünü olduğu imajını yaratmak.

     

    2-Büyük İslami düşünce ve hareketlerinden ötürü Cemaleddin Afgani’ye çok şeyler borçlu olan İran İslam Devrimi’ni lekelemek.

     

    3-Afgani’yi evrensel İslami hareketlerden ve İran İslam Devrimi’nden ve İmam Humeyni’nin liderliği altında yürütülen manevi ve siyasi ilişkilerden ayrı tutup, uzaklaştırmaya çalışmak.

     

    4-İslam halklarını İslami hareketleri desteklemekten ve onlara katılmaktan uzak tutmak.

     

    5- Mısır’da faaliyet gösteren İslami hareketleri ve özellikle rejime karşı silahlı mücadele veren kesimi, İslami cihat yolunda kendine rehber seçtiği Afgani’yi lekeleyerek baltalamaya çalışmak. Özellikle bu nokta çok önemlidir, zira Siyonist güçler, devletleri olan İsrail’in İslami bir rejimle karşı karşıya kalmasından çok korkmaktadırlar.

    Bazıları, Afgani’yi karalamaya çalışmakla Siyonist örgütlerin arasında ilişki kurmakta güçlük çekebilir. Bu, bu kadar bir şey mi diyebilir. Ama İsrail’in Pakistan’daki İslami uyanıştan sonra Pakistan’ın nükleer reaktörlerini bombalamayı tasarladığını bilirseniz, bu ilişkiyi kurmakta hiç de zorluk çekmezsiniz.

    Müstekbirlere göre, Mısır’da Afgani’nin düşüncelerinin yok edilmesi, Müslüman Mısır Halkı’ndaki hareket ruh ve enerjisini yok edeceklerdir!

     

    6- İslam Birliğini ve özellikle evrensel İslami hareketler arasındaki birliği baltalamak. Mısırlı davetçiyle, Tunuslunun, ya da İranlı mücahidin arasını açmak.

     

    Şia ve Ehl-i Sünnet arasındaki İslam Birliği’ni zedelemek. Özellikle de şii ve suni İslami hareketlerin arasına tefrika tohumları saçmak. Afgani hayatı boyunca, Ezher’in sunni ulemasıyla şii ulemanın arasındaki bağları güçlendirmeye çalışmıştır. İslam Birliği, Afgani ve Abduh’un üzerinde en çok durdukları konulardan biridir.

     

    Geri kafalı rejimlerin hazırladıkları komplo zannettiğimiz ve aklımıza getirebildiğimizden daha büyüktür. Hele İran İslam Devrimi’nin İslam Dünyasındaki Tağuti rejimlerin bastıkları toprakları sarsmaya başlamasıyla daha da büyümüştür. Bilinçli Müslümanların bu tehlike karşısında uyanık ve gözü açık bulunmaları gerekir. Afgani’nin gerçek mücadelesini onlar halklarına anlatacaklardır. Bu gerçek müstezaflar uğruna çalışan tüm Müslümanlara ışık tutmaya devam edecektir . Allah Teâla buyuruyor ki:

     

    ‘Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmeye çalışıyorlar. Kâfirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır.’ (Saff; 8)

     

    EKİM-1985 Seyyid Hâdi Hüsrevşâhi

    Urvetu’l-Vuska


  16. Karikatür dert anlatmanın en güzel yollarından biridir herhalde. Bazen öfke bazen haykırış bazen de neşe... Bir o kadar kalıcı ve sarsıcı. Ve bu başlık altında gizlenenler hakikaten kuvvetli, ince çizgiler... Cafcaf hayli hoş olmuş. :unsure: Diğerleri de aynı şekilde. Bir de 'hanzala' yorumu okumak çizgilerinizden, apayrı bir tad verecektir. :D (İstek yapmış gibi oldum. :) ) Allah kuvvetinizi, sabrınızı artırsın. Ellerinize sağlık.

×
×
  • Create New...