Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

mahlas

Editor
  • Content Count

    250
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    10

Posts posted by mahlas


  1. BAŞÖRTÜSÜ YASAĞI DA NE!

    Yasak Kıbrıs'ı da vurmuştu!

    19735.jpg

    Başörtüsü yasağı, sene: 2001, yer: Kıbrıs. Şimdi soruyorum, biz kayıp yıllarımızın hesabını sormayalım m?!

     

     

    Türkiye'de devlet üniversitelerinde başörtüsü yasağı 1997?de uygulanmaya başladı. Yasağın vakıf üniversitelerinde ve özel üniversitelerde uygulanması Türkiye?de 1-2 yıl, Kuzey Kıbrıs ve Türkmenistan, Azerbaycan gibi Türkî cumhuriyetlerde ise 2-3 yılı buldu. Başörtüsü yasağı ve imam hatip lisesi (meslek liselerindeki) mezunlarına yönelik ÖSS puan kesintisi imam hatip mezunlarının ve başörtülü öğrencilerin Kıbrıs, yurt dışı ve Türkî cumhuriyetlerdeki üniversiteleri tercih etmelerini zorunlu kıldı.

     

    Bu öğrencilerden biri de bendim. Hem imam hatipli hem de başörtülü olma suçundan(!) dolayı Kıbrıs?ta bir üniversiteye sürgün olarak gönderildim adeta. O yıllarda Türkiye?deki siyasî çalkantılar ve başörtüsü yasağına rağmen istediğim bir bölümde, ailemin kısıtlı imkânlarıyla Kıbrıs?ta Doğu Akdeniz Üniversitesi?nde okumaya başlamam o yıl benim için bir hayalimin gerçekleşmesi, dualarımın kabul olması demekti.

     

    19732.jpg

    O bakışlar arasında saatlerce kaldırımda oturup kaldım

     

    2001 yılının ortalarına doğru yasak maalesef Kıbrıs?ta ta uygulanmaya başlamıştı. Bu durum bende çok büyük bir hayal kırıklığına sebep oldu. Bir çıkmazın içinde hissediyordum kendimi ve ne yapacağımı bilmiyordum. Başımı açsam? Fakat ben ne için gelmiştim Kıbrıs?a? Başımı açmasam ne yapabilirdim, bırakmalı mıydım, devam mı etmeliydim, bilemiyordum.

     

    Fakültede sayılı birkaç başörtülüden birisiniz. Güvenlik okula girdiğimi hemen fark etti ve beni binaya almadı. Kimi acıyan, kimi anlam veremeyen kimi de dalga geçen bakışlar arasında bir kaldırıma oturdum ve saatlerce ne yapacağımı bilemeden öylece kaldım. Bu anı her hatırladığımda kalbimin hüzünle dolduğunu hissediyorum. Allah kimseye yaşatmasın, yaşamayan bilmez.

     

    Bir rüyadan uyandığımı anlamıştım

     

    Eve geldiğimde yaşadıklarım bir kâbus mu, yoksa birkaç yıllık güzel bir rüyadan mı uyanmıştım gerçekten anlam veremedim. Fakat evet Kıbrıs?a bir ?sürgün?e gönderildiğimi şimdi anlamıştım ve cezam başlamıştı.

     

    Dönüm noktası

     

    Referandum sonuçlarının evet çıkması, 12 Eylül darbecileri hakkındaki suç duyuruları, son zamanlarda postmodern darbecilere ve Ergenekonculara yönelik tutuklamalar ve Kıbrıslı arkadaşlarımdan duyduğum ?Doğu Akdeniz Üniversitesi Gülen cemaatine satılıyor? söylemleri geçmişi şöyle bir gözümün önünden geçirdi ki sormayın. Güleyim mi, hüzünleneyim mi bilemedim. Ben de gittim, okul yıllarımdan kalan defterlerimi karıştırdım ve 2001 Mayıs ayında ?Sürgün? başlığıyla yazdığım bir yazımı buldum ve izninizle bu yazıyı sizlerle paylaşmak istiyorum. Ancak şunu söylemeden de geçemeyeceğim, biliyorum ki bu zulümden dolayı ızdırap çeken çok arkadaşım var ve bu zulüm hâlâ devam ediyor. Şimdi soruyorum; kayıp yıllarımızın ve gözyaşlarımızın hesabını kimden soralım, kimi nereye şikâyet edelim? Hayır denseydi başörtüsünü çözeceklerini söylüyorlardı. Gölge etmesinler de başka ihsan istemiyoruz.

    19733.jpg

     

     

     

    Sürgün

     

    ?Şu anda durumumu geldiğim, yaşadığım ve gideceğim yer üçgeninde bir kelime ile tarif edebilirim: Sürgün? Dünya böyle döndüğü müddetçe ben ve benim gibi düşünen bütün insanlar bu üçgen içerisinde yaşayıp gidecekler maalesef. Peki, kim bu insanlar? Bu insanlar, yani bizler hâkim zihniyetin ötekileştirdiği insanlarız. Onlara göre beyazın karşısındaki siyah, yani bu kabil karşıtlıklarda olumlu olarak görülenin karşısındaki olumsuzluğun ta kendisiyiz. Bazılarına göre de geçmişte yaşayan bir grup insan.

     

    Kendilerini modern olarak tanımlayan hâkim düşünce insanının bize reva gördüğü yaşam biçimi ise ?sürgün?. Eğer kendi ülkemizden kalkıp buralara gelmiş, burada da kendimize gidecek bir yer arıyorsak bu sürgün değil de nedir? Bizim ülkemizin her alanında, kamusal alanda, eğitim öğretim alanında sürgün yememizin tek sorumluları da bu insanlar değil. Bizler de sorumluluklarımızın bilincine varıp kendimizi yetiştirmeli, karar mercilerinde söz sahibi olmamız gerekmektedir.

     

    Neden sürgün edilir insan, bir de buna bakalım. İnsan suç işlediği zaman ya o ülke içerisinde cezalandırılır veya başka bir yere gönderilir. Ama giden suçlu gittiği yerde beyler paşalar gibi yaşamaz, cezasını çeker, çünkü o suç işlemiştir.

     

    Evet, işte o trajikomik noktaya geldik. Başörtülü olmak, kendi kurdukları ve sonra da kendilerine göre ötekileştirdikleri bir okulun mezunu olmak? Türkiye üniversitelerinde okuyabilecek kadar yeterli puan da alsan okuyamazsın. Evet demokrasi ve hukuk bayrağı altında adaletle yönetildiği söylenilen bir ülkede böyle bir suçun sahibiyim. Bundan dolayı da dedelerimin istiklali uğruna savaştığı, ailemin vergisini ödediği ülkemde beni okuma hakkımdan mahrum ettiler, sonra da Kıbrıs?a sürgün. Aslında sürgün bile çoktu ama bu kapitalist dünyada bir şans daha tanındı.

     

    19734.jpg

     

    İşte bugünkü bulunduğum nokta ise maddede bir yerden sonrasına geçemiyor. Eşit hak ve özgürlüklere sahip olmak için aynı düşünmek, aynı giyinmek, aynı onlar gibi olmak zorundayız. Böyle düşünen belki küçük bir kesim ama kitle iletişim araçlarının kontrolü tamamen ellerinde olduğu için düşüncelerini kitlelere yayıp hayat tarzlarını bütün insanlara empoze etmekteler. Komik olan ise bunun demokrasi ve hukuk adına yapılıyor olması. Oysa demokrasi farklılıkların birlikte huzur ve barış içinde yaşamasıdır denildiğinde de hep bir çıkış noktası buluyorlar.

     

    Buna gönülleri nasıl razı oluyor bilmiyorum ama bildiğim bir şey var ki, ?Mülk yalnızca Allah?ındır.? Alnımın secdeye geldiği yer benim evimdir. Bildiğim bir şey daha var, rüzgâr her zaman aynı yönden esmez. Bir gün gelir, yön değiştirir. Ama ben bizim çektiğimiz acıları bunu bize reva görenlerin çocukları çeksin istemem. Varsın onlar şu üç günlük dünyanın sefasını sürsünler. Bize Allah?a güvenmek, O?na dayanmak yeter. (Mayıs 2001, Kıbrıs / Magosa)?

     

     

    Tuğba Kaya ///21 Eylül 2010 Salı 10:00

    http://www.dunyabizim.com/news_detail.php?id=4533


  2. Bitir beni Kemal :) :) :D

     

    Çok tartışılmış bir konudur efendim (kötü yazarlar lafa böyle girerler)... Serbest Fırka meselesi.

    Bunun gerçek bir muhalefet hareketi mi olduğu, yoksa bir "muvazaa" partisi mi sayılması gerektiği çok tartışılmıştır. (Eee, senin fikrin ne?)

    Bir yoruma göre, Atatürk "şöyle ikinci bir parti kurdurayım da kimler bana karşı, dökülsünler ortaya, bir göreyim" demiştir... Sonra canlarına okumak üzere...

    Kimisi de, "memlekette CHP'ye karşı öyle büyük bir tepki vardı ki, Atatürk ikinci bir partiye izin vermekten başka çare bulamadı" der...

    Kimi şaşkın da bu partiye izin verilmiş olmasını "Atatürk'ün ve İnönü'nün aslında ne kadar demokrat olduklarının" kanıtı sayar! (Kapanmasına ne diyor?)

    Fakat bütün CHP amigoları, Serbest Fırka'nın (ömrü de hepi topu üç aydır, 1930 yılının ağustos ayından kasım ayına kadar) bir "karşıdevrim" hareketi olduğu konusunda birleşirler.

    Bunun çeşitlemeleri de vardır: Türkiye'deki üçlü kutuplaşmaya çare bulduğunu iddia eden büyük bir şarkıcı-mütefekkir, geçen gün Serbest Fırka'nın ayakta kalmasına o dönemde "ülke koşullarının hazır olmadığını" yazıyordu. (Kelliğe ve kısırlığa karşı da çareleri var mı?)

    1925 yılına kadar memlekette bir sürü parti vardı... Sosyalist partiler de, komünist partisi de serbestçe faaliyetteydi...

    Tövbe, "padişahçı" parti yoktu. "Cumhuriyetçi muhalefet" vardı, 1924 yılında susturuldu.

    Bir yıl sonra da "her türlü muhalefet" susturuldu.

    Bunun "yalnızca İnönü'nün isteğiyle ve Atatürk'ün göz yummasıyla" mı gerçekleştiğini, yoksa her ikisinin "ortak irade ve kararıyla" mı olduğunu da pek tartışırlar.

    Öyle ya da böyle, hani o hazır olmayan ülke koşulları, yirmili yıllarda "yapay" bir şekilde yaratılmıştır!

    1930 yılında ülke koşulları hazır değildi de, 1945 yılında nasıl hazır oluverdiler? Sakın dünya savaşını Amerika kazandığı için olmasın?

    Serbest Fırka'nın karşıdevrimci olduğu söylenir ve kanıt olarak da Menemen olayları gösterilir. Bu partinin Menemen'deki ayaklanmayla hiçbir ilgisi yoktu.

    Tıpkı, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın da Şeyh Sait ayaklanmasıyla hiçbir ilgisinin olmadığı gibi.

    Bunlar, muhalefeti susturmak için bulunmuş bahanelerdir.

    Sosyalistler mi karşı çıkacaklardı Batılılaşma devrimine, alafranga liberaller mi? Güldürmeyin beni.

    Serbest Fırka, CHP'nin (yani bürokrasinin) sekiz yıllık uygulamalarına karşı halkın duyduğu tepkiyi ve hatta öfkeyi bir ölçüde yatıştırmak, tabir caizse "gazını almak" için kurdurulmuş (kurulmuş demedim, kurdurulmuş dedim), ve de üç ay gibi kısa bir sürede çığ gibi büyüdüğü ve güçlendiği için, "Allah korusun" ilk genel seçimde CHP'nin yerine geçebileceği anlaşılınca yokedilmiştir.

    İzmir yakılmış olduğu için de halktan en büyük ilgiyi orada görmüştür! (Talihsiz, güzel ve yalnız İzmir, şimdi de geri kaldığı için bu kez ters yönde tepki gösteriyor.)

    Bu ne demokratik bir yaklaşımdır ki, bir parti emirle kurduruluyor, sonra da emirle "kendi kendini feshetmesi" telkin ediliyor? Bu ne özgür bir partidir ki, Atatürk'ün kızkardeşi Makbule Hanım partiye üye ettiriliyor, kendisi üye olmuyor, olduruluyor? (Rahmetli peder beni bir partiye "sokmaya" kalksa evde kavga çıkardı.)

    Efendiler, işte CHP ancak bu şekilde iktidara gelebilir ya da orada kalabilir... Ya muhalefeti susturarak, ya da çaresiz kalınca darbe kışkırtarak. CHP hiçbir serbest seçimi tek başına kazanamamıştır ve de kazanamaz.

    Yani Sayın Kılıçdaroğlu, hiç öyle Zafer Mutlu'nun askerlerinin gazına gelip de "yüzde 40 alacağım" hayalleri kurmasın. Alamaz.

    Geçenlerde de Internet'te serserinin biri "CHP'nin iktidara gelince beni bitireceğini" yazıyordu...

    Bitir beni Kemal... Beni bertaraf et... Bana yazık et...

    Siz seçim kazandığınızda ben herhalde doksan ya da yüz yaşımı bulurum, o saatten sonra bitirsen ne olur, başlatsan ne olur?


  3. Atatürk sağ olsaydı

     

    Son yıllarda patır patır ortalığa dökülen "karanlık adamlar" başlıca üçe ayrılıyorlar.

    Bir: Edepsizlenenler, bağırıp çağıranlar, duruşmalarda hâkime ve savcıya sert çıkanlar, posta koyanlar, tehditler savuranlar... Yani, zeytinyağı gibi üste çıkmaya çalışanlar... Bunların içinde üç günlüğüne açlık grevine yatıp kimsenin iplemediğini görünce dönüp karavanaya yumulanlar da var.

    İki: Kalbi sıkışanlar, tansiyonu çıkanlar, şekeri yükselenler, prostatı azanlar... Bunlar da kendi aralarında "doğal nedenlerle" kendiliğinden hastalananlar ve "arkadaş yardımıyla ayağı kayanlar, merdivenden düşenler, mikrop kapanlar" falan olarak ayrıca ikiye ayrılırlar. Ne hikmetse birdenbire "hafızasını kaybedenler, yediği hiçbir herzeyi hatırlamayanlar" olarak diğer bir alt grupları da vardır.

    Üç: Utananlar, sıkılanlar, "onurlu" bir yol olarak intiharı seçenler...

    Suç işlemek serbest ama sıkıyı görünce şakağına tabancayı dayamak onurlu sayılıyor. Erkekçe ve açık seçik "evet, ben bunları yaptım" ya da "şu, şu, şu kişiler azmettirdi" demek onurlu sayılmıyor. Kol kırılacak, ille yen içinde kalacak.

    Bu kafa kaç kişinin başını yedi, fakat bu tutumun "diğer büyük başları" kurtaracağı sanılıyor. Kurtaramayacaktır.

    Gene bir denizci yüzbaşı, bir "bahriyeli" kendi canına kıymış.

    "Fuhuş çetesi dosyasında" adı geçiyormuş.

    Böyle bir çete hakkında çok gizli bir soruşturma yürütülüyor, bazı kişiler içeri alındılar, arkası da gelecek gibi... Bu kişiler, subay!

    Neyse ki basın toplantısı düzenleyip "sivil savcı şunları şunları araştırsın, bunları bunları araştırmasın" demeye cüret edecek densiz bir komutan yok başlarında!

    Hani, göbeğini kaşıyan kısa bacaklı ve kıllı ayılar sayesinde Anayasa da değişti ya...

    Bu çetenin, Ergenekon'la bağlantısı var mıdır yok mudur ben bilemem savcı bilir, bazı yüksek rütbeli subaylara "şantaj yapmak" amacıyla profesyonel kadınlar kullanarak (bu lafa da biterim) gizli fuhuş dosyaları hazırladığı söyleniyor...

    Bayat bir yöntem!

    KGB yapardı bunu... Kadın gönderip NATO'da görevli yöneticilerin gizlice resimlerini çekerler, sonra da "karına gösteririz haa" tehdidiyle adamı kendilerine "çevirmeye" çalışırlardı...

    Batı'da ahlak ölçülerinin ve yaşama biçimlerinin ne kadar değişime uğradığını bilememişlerdi bazı hırbo Ruslar...

    "Verin ben kendim göstereyim, fantezi yaparız" gibi cevaplar almaya başlayınca, KGB bu yöntemden vazgeçti!

    Bizim bürokraside çok şükür işin bu kadar çivisi çıkmamıştır.

    Fakat bunlar şantaj yapacaklar da ne elde edecekler acaba?

    Para mı isteyecekler? Memur maaşı belli...

    Yoksa, "darbe yapacağız, bize katıl, en azından sesini çıkarma" mı diyecekler?

    Tüh be, bize hiçkimse "demokrasi getireceğiz, Ayşe de zaten yola çıktı, sana doğru geliyor" demedi anasını satayım!

    Şaka bir yana, bugüne kadar tam on bir subay intihar etti patır patır, balkondan atlayan da var.

    Onur meselesi... Şantaj yapmak ayıp değil, gizli örgüt kurmak, darbe planlamak ayıp değil, kadın tedarik etmek ayıp değil, suçu kabul edip cezasına katlanmak ayıp.

    Türk ordusunun itibarını, şerefini kurtarmanın, bu pislikleri temizlemenin zamanı geldi de geçiyor paşalarım!

    Faraş ve süpürgeyle halının altına iterek değil ama.

    "Karısının mal mülk hırsına boyun eğerek hırsızlık yapan paşa" konusunda gösterdiğiniz tutumu ve kararlılığı bu konuda da göstereceksiniz, o kadar.

    Haaa, başına dert almamanın, hapislere düşmemenin, sıkıyı görünce şakağına kurşunu basmamanın da bir tek yolu var:

    Suç işlemeyeceksin! Bu tür rezilliklere bulaşmayacaksın, taşıdığın üniformanın şerefini koruyacaksın. O zaman "beni sivil mahkeme mi yargılasın askeri mahkeme mi yargılasın" ikileminden de kurtulursun, hiç girmezsin o döngüye.

    İkide bir "Atatürk sağ olsaydı" demeye bayılıyorsun, Atatürk sağ olsaydı seni ne yapardı, biliyor musun?

     

    24/09/10


  4. Bunlar gerçekten korkuyorlarmış yahu!

     

    Hani muhalefetin "korku" üzerine kurulduğu söyleniyordu ya...

    "Beni de içeri atacaklar" diye korkup soluğu Amerika'da alan Ergenekon çocukları...

    Sanki bakılacak bir yanları kalmış gibi "beni çarşafa sokacaklar" diye korkan "İsmet Paşa kızı" yaşlı teyzeler...

    "Kısa bacaklı kıllı adamlar ırzıma geçecekler" diye korkan bunalımlı bayanlar...

    "Rakı içirmeyecekler" diye korkan emekli memurlar...

    "Patron tirajını yerlere düşürdüğümüz gazeteyi satarsa iş bulamayız" diye korkan kalemşorlar...

    "Yazılarımın artık okunmadığını görüp bir de çok para isteyince kapının önüne koydular" diyemediği için utanmadan "beni başbakan kovdurdu" yalanına sığınmaya çalışan esnaf...

    Gerçekten korkuyorlarmış, şaka ya da abartı sanıyorduk.

    O kadar korkuyorlar ki, "pogroma uğrama tehlikesiyle karşı karşıya kalmış ortaçağ Yahudisi" gibi kendilerine "gettolar" yaratmaya koyulmuşlar!

    Hani o çok kızdıkları "haşema otelleri" gibi... Hani Fatih ilçesinin Çarşamba mahallesindeki "kurtarılmış bölge" gibi... Bunlar da "Atatürkçü siteler" oluşturmaya başlamışlar.

    İmzasız psikopatların bizlere ağız dolusu hakaretler ettikleri Internet siteleri değil efendim, "oturma" siteleri...

    Hani havuzlu falan... Kılıçdaroğlu'nunki gibi.

    Hani kapısına iki metreye iki metre beyaz poliüretan bir kulübe koyup içine de uyuklayan bir köylü oturttuğun zaman kiralara zam yapıyorsun ya, işte onlardan.

    Bunlardan biri Antalya'da gözlenmiş, ne de olsa tuzlu su kenarıdır.

    "Atatürkçü Feyziefe Sitesi..."

    Hayır, Çölaşan ailesi orada oturmuyor, onlar Ayvalık'a giderler, "kankalarının" yanına.

    Sitenin girişinde (yoksa "nizamiyesinde" mi demeliydim?), kırmızı-beyaz bir tabela... Bayrak rengi, çünkü tabelaları tabela yapan üstündeki kandır, bir site, eğer aidatlar vaktinde ödeniyorsa vatandır... Üstünde diyor ki: "Atatürkçü laik demokratik insanların yaşadığı sitedir"...

    Bu hesaba göre bizim evler de hayvanat bahçesidir herhalde.

    Üç-beş nöbetini bekçi tutuyor, beş-yedi nöbetini kapıcı ondan devralıyor, gelenim gidenim çoktur vukuatım yoktur komutanım, pardon sayın yöneticim...

    Söylenenlere göre de referandum öncesi site yönetimi kapıları tek tek çalıp "hayır" oyu verilmesi için propaganda yapmış.

    Yakında sitede "Atatürk çimlere basmazdı", "İnönü aidatını vaktinde öderdi" ya da "Mahmut Esat havuza işemezdi" gibi tabelalar da gözlenebilir.

    Merak ediyorum, bu sitede kiralık ev tutmak istesem bana verirler mi yoksa döverler mi? "Demokratik" bir yer ya, o bakımdan...

    Tersini düşünün: Kapısındaki yeşil-beyaz tabelada "namazında niyazında dindar insanların yaşadığı sitedir" yazan bir yer... Yönetici de kapıları çalıp "evet oyu verin" diye bastırıyor... İçki içen kiracı almıyorlar, öğle namazının kaç rekât olduğunu bilemeyen misafiri bile sokmuyorlar kapıdan.

    Ayyuka çıkacak küfürleri duyar gibiyim. Utanmadan "Türkiye bölündü" yazanlardan hem de...

    Yahu bunlar meğerse gerçekten korkuyorlarmış.

    İleride "bir adayı ele geçirip oraya yerleşmek" falan gibi formüller de düşünebilirler. Tevfik Fikret ve Servetifünun dergisindeki arkadaşları da bir zamanlar Abdülhamid'den kurtulmak için Güney Afrika'ya kaçıp yerleşmeyi düşünmüşlerdi.

    Yeter ki tuzlu su kıyısından uzaklaşmayalım, içerilere girmeyelim arkadaşlar!

    Çünkü yüzde 55 oranında evet oyu veren İstanbul dağın başında, yaylanın tepesindedir.

    Sizin siteye de...

    Dense dense "antik kent" denir yavrum, madem olay Antalya'da geçiyor...

     

    23/09/10


  5. 2012 yılında neler olacak?

    Yok canım, Marduk falan gelmeyecek... O bir şakaydı.

    Bakın neler olacak:

    2011 seçimlerini AKP kazanacak. Yüzde 40 ile 45 "bandında" oy alacak. Hükümeti yeniden kuracak. (CHP-MHP koalisyonu olmayacak, patronlarına uşaklık etme gayretiyle bu hayali kuran Babıali leşkerleri gene moraracaklar.)

    Aydın Bey ile Zafer Bey, haksız inşaat ruhsatı yerine havalarını alacaklar. Yeşil alanları katledemeyecekler.

    Sonra, Recep Tayyip Erdoğan yüzde 50-60 arası oy alıp cumhurbaşkanı seçilecek.

    Abdullah Gül de başbakan... ("Yakışır mı Çankaya Köşkü'nde oturmuş adama böyle bir tenzil-i rütbe?" demeyiniz. İsmet İnönü yapınca oluyordu da...)

    Bu arada Anayasa değişecek. "Sıfırdan" yeni bir Anayasa hazırlanacak. ("Burhan Bey" çalışmalarını bitirecek.)

    "Uzlaşma isteriz" deyip duran hiçkimse, uzlaşmaya yanaşmayacak tabii...

    Çünkü bugüne kadar kimin ne dediği, ne yaptığı bellidir. Ne yapacağı da bellidir.

    Parlamentoda "taş koyamayınca" bu işi yüksek yargıya yani bürokrasinin öncü birliğine havale etmek isteyecekler gene.

    Yüksek yargı "eski sınıfsal reflekslerini" koruyorsa paketi kuşa çevirmeyi deneyecek. Belki, livarda kuyruğu titreten lüfer gibi, son bir çırpınışla AKP'yi kapattırmaya kalkacaklar bile çıkabilir! Onlara hiçkimse gülmeyecektir bile.

    Öyle ya da böyle, halkoylamasına gidilecek. Bu arada patron uşakları gene yalan yazacaklar. Kendilerince propaganda yapacaklar.

    Düzmece anketler yayınlanacak.

    Ve halk yeni Anayasa'yı, "ezici" değil ama "anlamlı" bir çoğunlukla kabul edecek.

    "Bu oranı beğenmedik, Kenan Paşa'nın Anayasası gibi yüzde 90 olsaydı kabul ederdik" diyenler çıkacak ama kimse onları ciddiye almayacak.

    Ve Türkiye'de başkanlık sistemine... geçilmeyecek, bir tür yarıbaşkanlık sistemine geçilecek.

    Fransa gibi!

    Fransa yaptığı zaman alkışlayan basın sergerdeleri, Türkiye yapınca kıyameti koparmayı deneyecekler ama onları kimse dinlemeyecek.

    Bu da aslında, bugün "fiilen" uygulamada olan sistemin "esas teşkilat hukuku" açısından da bir tür "tescili" anlamına gelecek.

    Huysuzlanacaklar için tek çıkar yol, seçimleri kazanıp hem cumhurbaşkanlığı hem başbakanlık koltuklarına "kendi adaylarının" seçilmesini sağlamaktır. Başka yolları olmayacaktır.

    Atıyorum, Deniz Baykal cumhurbaşkanı, Kemal Kılıçdaroğlu başbakan, falan...

    "Hiçbir zaman olamaz öyle şey" mi diyorsunuz?

    Yani hiçbir zaman hiçbir seçimi kazanamayacağınızı kabul ediyorsunuz!

    Yoksa bütün ıkıntı ve sıkıntılarınız, o sistemde de bu sistemde de, öyle de böyle de "size ekmek çıkmayacağını" bilmenizden mi kaynaklanıyor?

    Bakın sizin gibi düşünen birileri daha var: PKK denilen rezil örgüt.

    Yeni Anayasa'yla Kürt halkına sağlanacak özgürlük ve güvenceleri gene "beğenmeyecek" ve asıl derdi olan tam bağımsızlık uğruna iç savaşı sürdürecek.

    Bu da Türk faşistlerinin "canına minnet" tabii...

    Size bir ağabeylik edeyim, "tüyo" vereyim:

    Hükümetin düşmanları, yatsınlar kalksınlar, Üçüncü Dünya Savaşı çıkması için dua etsinler!

    O zaman bütün "parametreler" bir çırpıda değişir. Demokrasi rafa kalkabilir, ipler gene bürokrasinin eline geçebilir. Türkiye elli yıl geri gider, sonra da batar.

    Hani, Türk uçağını düşürüp suçu Yunan uçağının üstüne atmak ve ortamı gerip sıkıyönetim ilan edilmesini sağlamak falan gibi bir şey canım...

    Düşürsenize oğlum bir İsrail uçağı, İran'ın üstüne atıp!

     

    18/09/2010


  6. İşgal altında tuttuğu Filistin topraklarında terör estiren İsrail'in 20 yıl sonra varlığını sürdüreceği şüpheli. Bu tahmin İsrail'in varlığının sürdürülmesi elinden geleni yapan Amerikan istahbarat teşkilatı CIA'ye ait.

     

    OBAMA'NIN ISRARININ ARKASINDAKİ NEDEN

    Washington yönetimi ısrarlı bir şekilde İsrail ve Filistin arasındaki barış görüşmelerinin devam etmesini isterken, bu ısrarın arkasında CIA'nin İsrail'in varlığını mevcut şekilde sürdüremeyeceğine dair raporunun etkili olduğu belirtiliyor. ABD Başkanı Obama'nın, İsrail'in ne olursa olsun müzakere masasından kalkmamasına yönelik kararlı tutumu, İsrail'i yok olmaktan kurtarmaya yönelik olduğu belirtiliyor. CIA'nin geçtiğimiz yıl hazırladığı ve Obama ile birlikte az sayıda kişiye dağıtılan raporda İsrail'in varlığının sürdürülmesi için en iyi yolun tek devletli bir sistem olduğu belirtiliyor.

     

    İSRAİLLİ YAHUDİLER GERİ DÖNÜYOR

    İsrail'in mevcut şartlarda varlığını 20 yıl sonra kaybedebileceğini tahmin eden CIA'nin hazırladığı raporda, iki devletli yapının pratikte mümkün olmadığı belirtilirken, bunun yerine 'demokratik ve eşitlik prensipleri üzerine kurulu' tek devlet modelinin İsrail'i yok olmaktan kurtaracağı kaydediliyor. Raporda 1947/48 ve 1967 yıllarında sürgün edilmiş Filistinlilerin geri döneceğinin tahmin edildiği ve önümüzdeki 15 yılda 2 milyon İsrailli'nin geldikleri ülkelere geri döneceği ifade edilirken, halen 500 bin İsrailli'nin Amerikan pasaportu taşıdığını ve Amerikan pasaportuna sahip olmayanların da başvuruda bulunduğu kaydediliyor.

     

    İSRAİLLİLER AZALIRKEN FİLİSTİNLİLER ARTIYOR

    CIA raporunda ayrıca daha önce Rusya ve Avrupa'dan İsrail'e gelmiş 1,5 milyondan fazla Yahudinin tekrar geldikleri yerlere geri dönebileceğinin de tahmin edildiği ifade ediliyor. Raporda, İsraillilerin doğum oranlarının düşerken Filistin halkının nüfusunun hızlı bir şekilde arttığı belirtilen raporun Amerikan Senatosu İstihbarat Komisyonu'na da sunulduğu belirtiliyor. Öte yandan Filistin'in al Youm sitesi CIA'nin 1990'lı yılların başında Güney Afrika'daki apartheid rejiminin yıkılışı ve Sovyetler Birliği'nin da yıkılışını öngördügünü ve İsrail'in de aynı şekilde yok olacağını kaydetti.

     

     

     

    VAKİT///MEHMET NEDİM ASLAN


  7. * Yönetmenliğini Mehmet Turgut?un yaptığı ?46? dergisi dördüncü sayısının kapağında Haluk Bilginer?i ağırladı. Ünlü oyuncu, ?arabesk yavşaklığından utanıyorum? sözleriyle olay* olan Fazıl Say gibi ortalığı karıştıracak açıklamalar yaptı:

     

    - ?Babam öldü ama hala sahneye çıkarım? yavşaklığına asla inanmam. Önce insandır önemli olan, oyun değil. Ben babam ölürse sahneye filan çıkmam, k.çımı yesin herkes. Bu kadar içini yakan bir şey varken ?Çok üzgünüz ama show must go on? demek.. bırakın bu işleri yani. Eski tiyatrocular, ?Tahta valizle Anadolu?yu turlarken parasızlıktan otelde rehin kaldık? der ya, marifet diye mi anlatıyorsun bunu bana, salaksın, beş parasız tiyatro yapıyorum diye bana kahramanlık mı taslıyorsun?

     

    - ?Rolümden etkilendim? diyen aktör iki şeydir; ya yalancıdır ya ruh hastası. Hemen tedavi olması lazım, hem de tam zamanlı klinikte yatarak. Öyle ?2?de doktorla randevum var? değil, bayağı yatıracaksın onu. Ya da adi yalancının teki. Üçüncü bir şık yok. Manyak mısın?

     

    - Oyuncular, ustalık sahibi olmadan efsane sahibi olmaya çok meraklıdır.

    Haluk Bilginer ile ilgili her şey

    Eskilerden ?çook iyi oyuncu? olarak hatırlanan birçok oyuncunun aslında çok kötü oyuncular olduğuna eminim. Büyük oyuncu olarak hatırlanan birçok isim, aslında kötü oynayan ama efsane oluşturmayı* becerebilmiş yavşağın tekiydi. Oyuncuların çoğu yavşaktır genellikle.

     

     

    http://haber.gazetevatan.com/oyuncularin-c...329434/8/Manset


  8. Twitter'da Kılıçdaroğlu geyikleri!

    CHP lideri "Kemal Kılıçdaroğlu" seçmen listesinde adı olmadığı için oy kullanamayınca sanal alemde alay konusu oldu.

     

     

     

    İşte Twitter'daki Kılıçdaroğlu geyiklerinden bazıları

     

    - BDP'denson dakikaaçıklaması: Kılıçdaroğlu'na oy kullanmaması yönünde herhangi bir baskıda bulunmadık!!!

     

    - BDP'den yeni açıklama: Kılıçdaroğlu'nun boykot edeceğini bilseydikseçimittifakı yapardık.

     

    -CHPreferandumun iptali için Anayasa Mahkemesi'ne gidecekmiş. "Bizim başkan oy veremedi sayılmaz" diyolarmış..

     

    - Kemalin dediğini yap yaptığını yapma :)

     

    - Şimdi Recep Bey demez mi, "daha oy kullanmayı bile beceremeyen adam ülke yönetimine talip oluyo" diye... haksız mı yani?

     

    - Sayın Kılıçdaroğlu ne yapıp yapın sandığa gidin deyip de, kendin sandığa gidemeyişini hangi mizah dergisine havale edeceksin?

     

    - Kılıçdaroğlu'nun oy kullanamamasını CHP Hayır diyerek yalanladı,Kemal Kılıçdaroğluise "bu konuyu arkadaşlarım araştırıyor rapor hazırlanacak, çözeriz" dedi.

     

    - Acaba Kemal Kılıçdaroğlu dünkü maçtan çok etkilenip son salisede oy kullanarak kahraman olacağını mı sanıyor? (favorim)

     

    * Kemal Kılıçdaroğlu'na gelsin bu şarkı: oy oy oy oy oyyy oyy aman!

     

    * Kılıçdaroğlu hayırsız çıktı! Madem oy kullanmayacaktın niye meydanlarda nutuk attın o zaman?

     

    * Oyuna sahıp çıkamayan Kılıçdaroğlu, bir ülkeye nasil sahip çıkabilir Allah aşkına!

     

    * İyi güzel de bu Kılıçdaroğlu oy kullanamadığını bugün mü keşfetti? Nerde benim seçmen kağıdım demedi mi?


  9. ABD'de 11 Eylül saldırılarının dokuzuncu yıldönümünde anma törenleri yapılıyor.

     

    BBC New york muhabiri Laura Trevelyan bu yılki yıldönümüne son derece tartışmalı bir ortamda girildiğini bildirilyor.

     

    ABD 11 Eylül saldırlarının dokuzuncu yıldönümüne, saldırı mekanı yakınlarında İslam merkezi inşaası ve Kuran yakma girişiminin tartışmaları arasında giriyor.

     

    Yıldönümü öncesinde Amerikan kamuoyu saldırı mekanı yakınlarında İslam merkezi inşaası ve Kuran yakma girişiminin yol açtığı tartışmalara odaklandı.

     

    ABD Başkanı Barack Obama, Amerikan halkından diğer dini inançlara saygı göstermelerini istedi.

     

    Obama'nın çağrısı küçük bir kilisenin liderinin Kuran yakma çağrısı yapmasını izliyor.

     

    Amerikalı bir papazın Kuran yakma tehditleri son günlerde hem ülkede gerginlik yarattı, hem de pek çok Müslüman ülkede protesto eylemlerine yol açtı.

     

    Obama, dini metinleri yakmanın Amerika'nın üzerinde inşa edildiği temel değerlere aykırı olacağını söyledi.

     

    Tepkiler ardından girişimi gündeme getiren papaz Terry Jones, bu planı askıya aldığını ilan etti.

     

    Papaz Jones, 11 Eylül saldırılarının yapıldığı mekan yakınlarında İslam merkezi açma fikrini ilgililerle tartışmak gerekçesiyle, New York'a gitti.

     

    Terry Jones, Florida İslami Cemaati'nden İmam Muhammed Masri ile görüşmesi sonrası, 11 Eylül'de "Kuran Yakma Eylemi" düzenleme planlarını askıya aldığını açıklamıştı.

     

    Jones, Masri'den yıkılan Dünya Ticaret Merkezi yakınlarında inşa edilmesi planlanan İslam kültür merkezinin başka yere taşınması sözü karşılığında planlarından vazgeçtiğini söyledi.

     

    Ancak merkezin yöneticileri, ne Jones ne de söz konusu imamla görüştüklerini söylüyor.

     

    Masri ise Jones'un sözlerini bağlamı dışında aldığını; kendisinin sadece merkezin yöneticileri ile görüşme sözü verdiğini savundu.

     

    11 Eylül anma törenleri ardından merkezin açılışına karşı ve taraftar olanlar gösteriler yapacak.

     

    Beyaz Saray'da gazeteciler için bir basın toplantısı düzenleyen Obama, "Birbirimize düşmemeyi temin etmek zorundayız" dedi.

     

     

    http://proje.hurriyet.com.tr/bbcnews/bbcvi...habertip=planet


  10. Güney Afrika'da yayımlanan Saturday Star gazetesi, Johannesburg kentindeki Yüksek Mahkeme'nin yayımladığı kararla, kentteki bir meydanda "İncil'i yakma günü" düzenlemek isteyen Muhammed Vavda'nın bu planını hayata geçirmesini engellediğini yazdı.

     

    Rahip Terry Jones'un planının kendisini sinirlendirdiğini ve incittiğini belirten Vavda, "Benim eylemim ona yönelikti. Onu bir şekilde durdurmak istiyordum" dedi.

     

    Güney Afrikalı işadamının İncil'i yakmasını engellemek için Müslüman aydınlardan oluşan "Gerçeği Arayanlar" grubunun mahkemeye başvurduğu, Vavda'nın da mahkemenin kararından memnun olduğu belirtildi.

     

    Vavda'nın avukatı, müvekkilinin durumunun ABD için örnek teşkil etmesi gerektiğini söyledi.

     

    http://www.haberturk.com/dunya/haber/55075...anina-misilleme


  11. ABD yönetimi Kur'an yakma girişiminden endişeli

    ABD yönetimi, Hıristiyan bir din adamının 11 Eylül saldırılarının yıldönümünde Kuran-ı Kerim yakmak istemesinden endişe ediyor. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, kınadığı girişimi, 'saygısız ve nezaketsiz' olarak tanımladı. Beyaz Saray Sözcüsü Robert Gibbs de, askerleri tehlikeye atacak böylesine girişimlerin Amerikan yönetimi için bir endişe kaynağı olduğunu ifade etti.

     

    algkoranterryjones.jpg

     

     

    Florida'da bir kilisenin 11 Eylül'ü Uluslararası Kuran Yakma Günü olarak ilan ederek, o gün Kur'an-ı Kerim yakacağını açıklaması, Obama yönetimini endişelendirmeye başladı. Amerikan güçlerinin Afganistan'daki Komutanı General David Petraus'un söz konusu girişimi askerlerin hayatını tehkikeye atacağını açıklamasının ardından, Beyaz Saray ve Dışişleri Bakanlığı'ndan da açıklamalar geldi.

     

    CROWLEY: BU HAREKET AMERİKAN ANLAYIŞININ DIŞINDA

    Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Philip Crowley, Amerikan halkının ayağa kalkarak kilisenin planını kınamasını beklediklerini ifade etti. Olayı provakatif bir eylem olarak niteleyen Crowley, "Biz, daha fazla Amerikalının ayağa kalkarak, 'Bu girişim bizim Amerikan değerlerimiz ile çelişiyor. Bu tür hareketlerin kendisi Amerikan anlayışının dışında' demesini umuyoruz" dedi. Crowley, sorular üzerine, 'Amerikan anlayışının dışında' şeklindeki açıklamasını savunarak, bu hareketin, dünyanın en büyük dinlerinden birine karşı saygısızlık olduğunu anlattı.

     

    Beyaz Saray Sözcüsü Gibbs, sorular üzerine yaptığı değerlerdirmede, "Askerlerimizi tehkileye sokacak bu tür hareketler, bu yönetim için bir endişe kaynağıdır" diyerek girişime karşı olduklarını dile getirdi. Dışişleri Bakanı Hillary Clinton da verdiği iftar yemeği sırasında yaptığı konuşmada olayı kınadı. Clinton, "Amerikalı tüm dini liderlerden gelen söz konusu bu nezaketsiz ve saygısız olayın net bir şekilde kınanması karşısında yüreklendim" diye konuştu.

     

    GERİ ADIM ATMIYOR

    Tüm bu açıklamalara rağmen olayın arkasındaki isim Pastor Terry Jones, Kuran'ı yakacaklarını bildirdi. Terry Jones, amacının "İslam'ın sanılandan daha kötü olduğunu" göstermek olduğunu söyledi. Terry Jones ayrıca dün basına kilisede tuttukları ve yakılması planlanan Kuran-ı Kerim'leri de gösterdi.

     

     

     

    (CİHAN)


  12. CHP'nin halkın tepkisi üzerine sahiplenmek istemediği “Müslüman kadınların rahibe gibi örtünmesi için EVET” pankartında başörtülülere yapılan “rahibe” benzetmesinin mimarı ''Ergenekon'' sanıklarına destek için ''Beni de yargılayın'' dilekçesi veren Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ.

    30003127993.jpg

     

     

    İlmiye Çığ, “Türban rahibe kıyafetidir” ifadesini ilk telaffuz eden isim. Sürekli mütedeyyin insanları hedef alan Çığ, pek çok kez başörtülüleri “rahibe”lere benzetti. Antalya'da düzenlenen bir panelde konuşan Sümerolog Çığ, günümüzde kadınların kullandığı başörtüsünün Sümerler'de 'mabet fahişeleri' tarafından kullanıldığını söylemişti. Sözlerinin devamında Çığ, "Bizim başörtümüzün kökeni de oradan geliyor" ifadeleri kullanmıştı.

     

    İlmiye Çığ, Ergenekon sanığı Mehmet Haberal'ın sahibi olduğu Kanal B'deki programında Kur'an Kursları'nın da kapatılmasını teklif etmişti. TEMA Vakfı Başkanı Hayrettin Karaca ile birlikte sundukları programda Çığ, "Mahalle aralarındaki Kuran kursları kapatılmazsa ve Kuran Türkçe okutulmazsa çok fena" ifadelerini kullanmıştı.

     

    Çığ'ın skandal çıkışları bunlarla sınırlı değil. Camilere aşk odası, geneleve imam nikahı isteyen de İlmiye Çığ'dı.Başörtüsünün ilk olarak Sümerler'de genelev kadınları tarafından kullanıldığını yazan sümerolog Muazzez İlmiye Çığ ve yayıncısına dava açılmıştı.

     

    Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ'ın da aralarında olduğu İşçi Partili bir grup, ''Ergenekon'' sanıklarına destek için ''Beni de yargılayın'' dilekçesi vermişti.


  13. Avrupa Birliği'nin dünyayla ticaretinin başında bulunan Ticaret Yüksek Komiseri Karel De Gucht, Ortadoğu Barış Görüşmeleri'nden umutsuz olduğunu, bunun sebebinin de Yahudilerin kendilerini hep haklı görmesinden kaynaklandığını belirtti. Gucht, Yahudilerin en ılımlılarının bile kendilerini hep haklı gördüğünü ve bu yüzden Yahudilerle rasyonel bir tartışmada bulunmanın imkansız olduğunu kaydederek, Amerika'daki güçlü Yahudi lobisi nedeniyle barış görüşmelerinin sonuçsuz kalacağını kaydetti.

     

     

     

    MEHMET NEDİM ASLAN'ın haberi...

     

    Avrupa Birliği'nin Ticaret Yüksek Komiseri Karel De Gucht, Amerika'da başlayan Ortadoğu Barış Görüşmeleri'nin başarısız olacağını çünkü bu ülkede güçlü bir Yahudi lobisi bulunduğunu söyledi. Gucht'un bu sözleri, Yahudi kuruluşları tarafından 'Yahudi karşıtı' şeklinde yorumlandı.

     

    YAHUDİLERLE RASYONEL BİR TARTIŞMA İMKANSIZ

    Uluslararası hukuka aykırı bir şekilde işgalini sürdüren İsrail'le ticari ilişkilerini geliştiren Avrupa Birliği'nde ilk kez üst düzey bir yönetici İsrail'i eleştirdi. AB'nin dünya ile ticaretinin başındaki isim olan Ticaret Yüksek Komiseri Karel De Gucht, Ortadoğu barışı konusunda Yahudilerle rasyonel bir tartışmada bulunmanın gereksiz olduğunu, çünkü Yahudilerin büyük çoğunluğunun kendilerini her zaman haklı gördüğünü söyledi. Belçika'da Dışişleri Bakanlığı da yapmış olan De Gucht, bir radyo istasyonuna yaptığı açıklamada Ortadoğu Barış Görüşmeleri'nden beklentisi olmadığını söyledi.

     

    ILIMLI YAHUDİLERLE BİLE ZOR

    Yahudilerin her zaman kendilerini haklı gördüğünü ve bu yüzden Ortadoğu konusunda onlarla konuşmanın imkansız olduğunu belirten De Gucht, “Dışarıdaki Yahudilerin gücünü küçümsemeyin. Yahudilerin büyük bir bölümü kendilerini haklı görüyorlar ve dindar olsun ya da olmasın onlarla rasyonel bir tartışma yapmak çok zor. Bu yüzden ılımlı Yahudilerle bile rasyonel bir tartışma yapmak imkansız. Bugün Ortadoğu'da olan da budur” ifadelerini kullandı.

     

    YAHUDİ LOBİSİ ABD POLİTİKASINI YÖNLENDİRİYOR

    Barış görüşmelerinin neden başarısız olacağına dair olarak De Gucht, bunun sebebinin Amerika'daki Yahudi lobisi olduğunu söyledi. De Gucht, “Capitol Hill'deki (Amerikan Kongresi) Yahudi lobisini küçümsemeyin. Bu lobi en iyi organize olmuş bir lobi ve ister Cumhuriyetçiler olsun isterse Demokratlar olsun, bu lobinin Amerikan siyasetindeki rolünü küçümsememelisiniz” dedi.

     

    YAHUDİ LOBİSİ ANINDA TEPKİ VERDİ

    AB Ticaret Yüksek Komiseri De Gucht'un bu sözleri, Avrupa'daki Yahudi grupları tarafından 'Yahudi karşıtlığı' olarak yorumlandı. Avrupa Yahudi Kongresi lideri Moşe Kantor, De Gucht'ın sözlerinin çok tehlikeli olduğunu ve bu tür sözlerin Avrupa'da bastırılması gerektiğini savundu. Kantor, “Nasıl bir atmosfer yüksek düzeydeki bir siyasetçinin böyle sözler söylemesine fırsat veriyor. Avrupalı bir yetkiliden bir kez daha Yahudi karşıtlığı duyduk. Yahudi gücü iftirası Avrupa Birliği'nin en üst makamlarında bile kabul görüyor” dedi.

     

    DE GUCHT: YAHUDİ KARŞITLIĞINA YER YOK

    Bu arada Amerika ve Avrupa'daki güçlü Yahudi lobisinin baskısı sonucu De Gucht ve Avrupa Birliği açıklama zorunda kaldı. Avrupa Birliği, De Gucht'ın bu sözlerinin birliğin resmi göüşlerini yansıtmadığını belirtirken, De Gucht de kendisiyle yapılan bir röportajda kişisel görüşlerini açıkladığını ifade etti. De Gucht, sözlerinin başka taraflara çekilmesinden ve yorumlanmasından dolayı üzüntü duyduğunu belirterek, hiçbir şekilde Yahudi toplumunu gücendirme ya da karalama niyetinde olmadığını, Yahudi karşıtlığının bugünkü dünyada yerinin olmadığını belirtti.

     

    HABERVAKTİM.COM

     

     


  14. Hayır çıkarsa...

     

     

    Yazının başlığı sizi yanıltmasın; referandumdan evet çıkacağı konusunda pek kuşkum yok. Zaten kamuoyu araştırmaları da bunu gösteriyor.

    Bu başlığı, evetçilerin hayır çıkma ihtimaline karşı çizdikleri "The day after" tabloları konusundaki rahatsızlığımı dile getirmek için attım.

    Muhtemelen biliyorsunuz; The day after (Ertesi Gün) ünlü bir filmin adı. Nükleer bir felaketin ertesi günü dünyanın halini tasvir ediyor.

     

    Referandum tarihi yaklaştıkça hem basında hem de hükümet cenahında -son kararsızları da kazanma taktiği olsa gerek- iknadan çok korkutmacaya yönelik bir propaganda aldı başını yürüdü.

     

    Köşelerde yazılan, miting meydanlarında anlatılan senaryolara bakılacak olursa

     

    hayır çıkarsa:

     

    Ergenekon Davası sizlere ömür olacak.

     

    Tabii o zaman Ergenekon yaralı bir hayvan gibi üstümüze saldıracak. Kaybettiği bütün mevzileri birer birer geri alacak.

     

    Darbecilerin yargılanması bir başka bahara kalacak.

     

    Askeri vesayet rejimi bütün kurumlarıyla tekrar geri gelecek.

     

    Kürt sorunu çığırından çıkacak, iç savaş yaşanacak.

     

    Ekonomide istikrar yok olacak.

     

    Yabancı sermaye gelmeyecek.

     

    Avrupa Birliği hayal olacak.

     

    Özetle, hayır çıkması halinde Türkiye'nin son on yılda aldığı yol sıfırlanacak; her şeyi sil baştan yapacağız.

     

    Böyle bir tablo gerçek olabilir mi? Böyle bir tabloyu gerçek sanmak topluma karşı haksızlıktır her şeyden önce. Son yıllarda aldığımız yolun büyük ölçüde toplumsal dinamiklerin sonucu olduğunu; sosyal, siyasal, ekonomik, iç, dış birçok etkenin iç içe ve bir arada yarattıkları bir konjonktür olduğunu inkar etmektir.

     

    Ben size olacak olanı söyleyeyim:

     

    Referandumdan hayır çıkması halinde -ki bu ihtimal sıfıra yakındır- elbette bazı olumsuz gelişmeler yaşanabilir. Hükümet zayıflayabilir; reformlara devam konusunda şevki kaçabilir; yeni bir anayasa konusu bir süre için rafa kalkabilir. Değişimin hızı yavaşlayabilir. Ama tersine gidiş yaşanamaz.

     

    Değişimde kritik süreç artık aşılmıştır. Artık hiçbir güç Türkiye'nin derin devletle hesaplaşması sürecini durduramaz; Ergenekon'un üstünü örtemez. Darbeler dönemini geri getiremez. Kürt sorununda yapılan tartışmaları geri alamaz; tekrar Kürtler'i inkar politikasına geri dönemez. Artık hiç kimse şeriat fobilerini tekrar hortlatamaz; dini duyarlılıklara sahip partileri "gayrimeşru" ilan edip siyasetin dışında tutma çabaları artık hiçbir işe yaramaz. Bu halk artık son on yılda yaşadıklarını, duyduklarını, öğrendiklerini unutup "hiçbir şey olmamış gibi" eski rejim içinde yaşamaya razı olmaz.

     

    X x x

     

    Aslında biz bunu hep yapıyoruz: Her kritik dönemeçte o dönemeç aşılamazsa Türkiye'nin önünde büyük bir uçurum açılacağını ve ülkenin o uçurumdan yuvarlanacağını sanıyoruz. Avrupa Birliği'ndeki her kritik oylamada, Anayasa Mahkemesi'nin her kritik kararında yüreğimiz ağzımızda bekliyoruz. Her seçim sonucunu bir hayat-memat meselesi haline getiriyor ve kabuslar görüyoruz.

     

    "The day after" senaryolarını yazanlar bunu çoğu zaman ajitasyon amaçlı olarak yazıyor olsa da, bu senaryoların toplum psikolojisi üzerinde son derece zararlı etkileri oluyor.

     

    Öyle bir ülke ki kaderi hep bıçak sırtında...

     

    Böyle bir ülkede yaşamanın ne kadar yıpratıcı bir şey olduğu açık değil mi?

     

    İnsanların en büyük ihtiyacı güven duymaktır. İnsanlar yarınına güven duymak ister; istikrar içinde yaşamak ister; bu güven ve istikrar duygusu içinde geleceğini planlayabilmek, hayaller kurabilmek ister.

     

    Adım başı önüne çıkardığımız bu felaket senaryolarıyla biz insanların elinden en değerli şeyini; hayallerini alıyor; kendi kaderini tayin etme hakkı elinden alınmış, geleceği olmayan; kendine güvensiz, umutsuz bir toplum yaratıyoruz.

     

    Ondan sonra da bu toplumdan değişim iradesi bekliyoruz.

     

    Yarın, referandumda oyların yarıdan bir fazlası hayır çıkarsa her şey tersine dönecekse; her şey bu kadar pamuk ipliğine bağlıysa, o toplum değişime neden inansın ve neden değişim için kendini öne atsın?


  15. Rus general Hatay'da ölü bulundu

    Hatay'ın Çevlik köyünde kıyıya vuran cesedin, Rus askeri istihbarat teşkilatı GRU'nun iki numarası General Yuri Ivanov olduğu ortaya çıktı. Suriye'deki Rus üssünü ziyaret için bu ülkeye giden generalin Çeçen militanlar tarafından infaz edildiği iddia ediliyor.

     

     

     

     

    Bir dönem tüm dünyaya korku salan Sovyet İstihbarat Teşkilatı KGB, Sovyetler'in dağılmasının ardından dış istihbarat FSB ve askeri istihbarat teşkilatı GRU ile varlığını sürdürdü. Dünyanın dört bir yanında Rusya muhalifleri, Çeçen militanlar ve rejim karşıtlarına düzenlenecek suikastlar, kontra-istihbarat eylem planları hep GRU tarafından yapıldı. Özellikle 2000 yılından sonra Türkiye, Azerbaycan, Avusturya ve Katar'da öldürülen Çeçen liderler GRU komandoları tarafından infaz edildi. Bu infazlar için emri veren ise GRU'nun Çeçenistan operasyonlarının başındaki teşkilatın iki numaralı ismi General Yuri Ivanov'du.

     

    Boynundaki haçtan tanıdılar

     

    52 yaşındaki Ivanov, Ağustos ayının başında Rusya'nın Suriye'nin Tartus kentinde 2011 yılında hizmete girecek olan askeri üssünde incelemelerde bulunmak üzere yanında korumalarıyla birlikte bu ülkeye gitti. Ardından Suriye istihbaratı yetkilieriyle görüşmek üzere Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın da ailesiyle birlikte tatil yaptığı Lazkiye kentine gitti. Ancak burada ortadan kayboldu. 10 gün boyunca kayıp olarak aranan Rus generalin cesedi, 16 Ağustos'ta Hatay'ın Çevlik Köyü'nde kıyıya vurdu ve Türk köylüler tarafından bulundu. Ceset o kadar deforme olmuştu ki kimlik tespiti yapmak imkansızdı. Kimliğin belirlenmesini sağlayacak tek detay boynundaki haçlı kolyeydi. Dışişleri tarafından boynunda haç olduğu belirtilen bir şahsın cesedinin kıyıya vurduğu bilgisi komşu ülkelere bildirildi. Ruslar, bu cesedin kayıp generale ait olabileceği kuşkusuyla Hatay'a geldiklerinde kimlik tespiti gerçekleşti.

     

    Yüzme ve dalışta uzmandı

     

    Rus basınına göre Volga Nehri kıyısında doğan ve yüzme ve dalış konusunda uzman olan generalin boğulmuş olma ihtimali çok düşük. Komsomolska Pravda gazetesinin iddiasına göre Rus General infaz emrini verdiği Çeçenler tarafından kaçırılıp öldürülmüş olabilir. İsrail istihbaratına yakınlığıyla bilinen Debka sitesine göre de Rus generalin korumalarının bilgisi olmadan tek başına denize girip boğulma ihtimali çok düşük. Yüzerken boğulmuş olsa bile korumalarının bu durumu fark edip cesedini mutlaka denizden çıkarmış olması gerekirdi. Korumaların deniz kenarında baygın halde bulunduğuna yönelik iddialar da Çeçen suikastı iddiasını güçlendiriyor.

     

    % 22

     

    Kommersant gazetesinin haberine göre Rus halkının sadece yüzde 22'si Rus generalin bir kaza sonucu öldüğüne inanıyor.

     

    ESRARENGİZ ÖLÜM

     

    Suriye'deki Lazkiye Plajı Ağustos'ta tatilcilerin uğrak yeri olduğu için bir boğulma vakasının gözlerden uzak gerçekleşmesinin pek mümkün olmadığı iddia ediliyor.

     

    EMRİYLE TÜRKİYE'DE 3 ÇEÇEN LİDERİ İNFAZ EDİLMİŞTİ

     

    GRU tarafından dünya çapında Çeçen militanların lider kadrosuna yönelik düzenlenen suikast eylemleri 2000'li yılların başında hız kazandı. 2001-2009 yılları arasında 9 Çeçen militan elit GRU komandoları tarafından suikasta uğradı.

    1- Magomed Kariyev: 22 Mayıs 2001 Azerbaycan

    2- Hızır Talhadov: 11 Kasım 2002 Azerbaycan

    3- Vaha İbrahimov: 7 Eylül 2003 Azerbaycan

    4- Zelimhan Yandarbayev: 13 Şubat 2004 Katar

    5- Gazi Edilsultanov: 6 Eylül 2008 Türkiye

    6- İslam Canibekov: 9 Aralık 2008 Türkiye

    7- Umar İsrailov: 13 Ocak 2009 Avusturya

    8- Ali Osaev: 26 Ocak 2009 Türkiye

     

    FSB'DEN 7 KAT FAZLA AJAN GRU'DA ÇALIŞIYOR

     

    Rusya ordusuna bağlı olarak faaliyet gösteren GRU 1927 yılında dönemin Sovyet lideri Joseph Stalin tarafından kuruldu. Amacı yurt dışına kaçan SSCB muhaliflerini ortadan kaldırmaktı. Örgüt Lev Troçki'yi 5 milyon dolara mal olan kovalamaca sonunda öldürmeyi başardı. 10 yıl önceki verilere göre GRU bünyesinde 25 bin ajan çalışıyor.

     

    *Rus Askeri İstihbaratı GRU Rusya'nın en büyük casus teşkilatı... Ajan sayısı Rus Dış İstihbaratı FSB'den 7 kat daha fazla.

     

    *Rus casus uyduları GRU'nun kontrolünde.

     

    *Çeçenistan Dağıstan gibi bölgelerdeki sınırötesi suikast operasyonları GRU'ya bağlı elit komando ajanlar tarafından gerçekleştriliyor.

     

    *Türkiye'de infaz edilen Çeçen liderlerin de GRU ajanları tarafından öldürüldüğü sanılıyor.

     

    ‘Suriye'de güçlü bir Çeçen diasporası var'

     

    Kafkas Vakfı Kurucular Kurulu Başkanı Mehdi Nüzhet Çetinbaş: "Hatay'da cesedi bulunan Rus ajanının durumunu çok net bir konu değil. Olayın Suriye'de yaşanmış olması dikkatlari çekiyor. Bu durumda Suriye'nin önemi şu. Suriye'de çok güçlü bir Çeçen diasporası var. Ceylanpınar'ın karşısına düşen Kamışpınar bölgesinde Çeçenler oldukça yoğun. 100-150 bin civarında bir nüfus var. Suriye'deki Çerkezler çok teşkilatlı ve örgütlü, aynı zamanda da çok güçlü. Suriye'deki Çerkezler arasında Rusya çok eski zamandan beri irtibatlı. Komünizm zamanında bir tek Suriye Çerkezleri Rusya ile irtibat kurabiliyordu. Rusya buradan birçok Çeçen genci alarak Rusya'da komünist okullarında yetiştirdi ve tekrar Suriye'ye göndererek kullanmaya başladı. Komünist rejiminin yıkılmasından sonra ise Suriye Çeçenlerinde Rus aleyhtarı bir görüş oluştu. Suriye'deki Çeçenler arasında dini değerlerine sıkı sıkıya bağlı ve bu bağlılığın gerektirdiği şekilde Çeçenistan'ın mücadelesini destekleyen önemli isimler var. Bir isim telaffuz etmek mümkün değil ama bu Rus ajanın öldürülmesinde bu isilerin rolü olmuş olabilir. Bir görüşme için çağırılıp tuzağa düşürülmüş olabilir. Son derece teşkilatlı Çerkez Derneği var. Son derece etkilidir, çok teşkilatlı ve örgütlüdür, o örgütlü yapının içerisinde birtakım sıkıntılar var.”

     

    Vatan


  16. Şirket manzaraları: 'Oyum Evet' demeye çekiniyor musunuz? Yalan söyleyin!

     

     

    Geçen gün bir kısım Hayırcının ahlak zaafına değinmiştik: Ekranlarda, üstelik de Evet yanlısı kanallarda, bağıra çağıra Hayır propagandası yapıyor...

    Sonra da hiç utanmadan, "Özgür değiliz. Üstümüzde baskı var, Hayır demeye korkuyoruz" diyorlar!

    Aslında gündelik hayatta, örneğin arkadaşlık ilişkilerinde mekanizma tam tersi biçimde işliyor:

    Kemalistler, Evetçi avına çıkmış durumda.

    Çevrelerindeki Evetçi hainleri saptayıp yoğun bir suçlama bombardımanıyla Hayıra döndürmeye çalışıyor... Başaramazlarsa işi Evetçiyi gruptan dışlamaya kadar vardırıyorlar.

     

     

     

    ***

     

    Aşağıda, biri kadın, diğeri erkek, iki okurumuzdan gelen mesajlar var. Bakın neler yaşıyorlar:

    Ben 34 yaşında, 'Beyaz Türk' tabir edilen kesimden, din ile bağları gevşek, Bilkent mezunu, içki içen, eteğimin boyuna karışılmasını tabii ki istemeyen bir yönetici kadınım.

    Siyasetle pek ilgili olmamakla birlikte Anayasa paketini inceledim. Yetmez ama Evet, diye düşünüyorum.

    Fakat bunu eşim ve birkaç yakın dostum dışında kimseye belli etmemeye çalışıyorum. Ucunda aforoz edilmek var çünkü!

    Benim çevremde göğsünüzü gere gere Hayır demeli, bayram tatilinizi erken keserek gelip mutlaka Hayırı basmalı, Tayyip'e haddini bildirmelisiniz.

    Bir de şöyle bir şey söyleniyor: 'Hayır' diyecekler üzerinde büyük baskı yaratılıyormuş! Açık açık 'Hayır' demekten korkuyorlarmış. Tamamen yalan.

    Tam tersine, alkışlanan, itibar gören onlar, dışlanansa biz Evetçiler. Asıl baskı kesinlikle 'Evet' diyecekler üzerinde yaratılıyor.

    Bu sahtekârlığı lütfen yazın. Gerçeği böyle tepetaklak etmeyi nasıl beceriyorlar?

     

     

    ***

     

    Gördüğünüz gibi adeta 2007'ye dönmüş durumdayız.

    O dönemde Kemalistler arasında "cumhuriyet mitinglerine katılmamak", "367 kararını hukuk dışı bulmak", "27 Nisan muhtırasını eleştirmek" tabuydu.

    "AKP'ye laf ediyoruz ama ekonomi gayet iyi durumda" filan diyenlerle selamı sabahı anında kesiyorlardı.

    Şimdi benzeri bir baskıyı Evetçilere uyguluyorlar.

    İşte bir örnek daha:

     

     

    ***

     

    Özel bir şirkette çalışıyorum. Yüksek lisans yaptım. Siyaset bilimine ve sosyolojiye meraklıyım. Kendimi sol görüşlü biri olarak kabul ederim.

    Amirlerimin de olduğu bir ortamda, "Referandumda evet vereceğim" deme hatasını işledim.

    Çevremdekiler, "Sen de mi Brütüs? Sen de mi gericisin" gibi sözler etmeye başladılar gözümün içine baka baka...

    "Hani sol görüşlüydün" ve (beni en çok yaralayan) "Hani Atatürkçüydün" serzenişleri de cabası...

    Bir haftadır resmen bir psikolojik savaş yaşıyorum. Açıklamaya çalıştığımda, "Seni de kandırmışlar, vatan elden gidiyor" gibi içi boş karşılıklar sonrasında akıl sağlığımı koruma noktasına geldim.

    Hani bakıyorum da, hepimiz orta sınıfa mensubuz, kapitalizmin sıkıntılarını da, nimetlerini de paylaşıyoruz ama bu "Vatan elden gidiyor, diktatör olacak" gibi söylemleri cidden anlamıyorum.

    Değişiklik taslağını 10-15 kez okudum, fitne-fesat aradım ama bulamadım.

    Ah, ah! Bir de "Hayır diyenlere baskı var" demezler mi? İnanın, herhangi bir imza için amirlerimden onay istediğimde bile bir öteleme hissettiriliyor bana.

     

     

    ***

     

    Not 1: İki okurumuz da isimlerinin vermek istememiş. Oradan anlayın hallerini.

    Not 2: Bu durumdakilere tavsiyem basit... Madem baskı uyguluyorlar, siz de yalan söyleyin. Kendinizi hayırcı gibi gösterin, 12 Eylül'de evet atın. Böyle yaptığınız için vicdan azabı da çekmeyin, çünkü o Kemalist arkadaşlarınıza asla laf anlatamazsınız. Asla!


  17. 111133.jpg

     

     

     

    Son günlerde internette Sedlec Kilisesi (Sedlec Ossuary veya bizim tabirimizle kemikten kilise, kemikli kilise) ile ilgili tuhaf ve kışkırtıcı bir asılsız e-posta dolaşıyor. ?Çek Cumhuriyeti?nde Müslüman kemiklerinden kilise yapmışlar,? diye vermişler gazı forward manyaklarına, bunlar da hababam forward ediyorlar.

     

    Sedlec kiliseden ziyade, bir ossuary. Sanırım öncelikle ossuary ve katakomp sözcüklerini anlamak gerekiyor.

     

    Ossuary, İngilizcede ?kemiklerin toplandığı yer? gibi bir anlama sahip olan bir çeşit kutsal yapı. Bilinen kaynaklara göre ilk kullanımları günümüzden 3.000 yıl öncesine, Zerdüştlerin Parsi inancına dayanır.

     

    Parsiler bu yapıları dini inançları gereği kullanırlardı. Parsi inanışında ölülerin gömülmesinin veya yakılmasının doğaya zarar vermesi ve akbabaların da kutsal kabul edilmesi neticesinde, ölüler sessizlik kulelerine bırakılır, tüm etleri akbabalar tarafından yendikten sonra kalan kemikler astudan adını verdikleri kutsal mekânlarda biriktirilirdi.

     

    İran?dan Orta Asya?ya çıkarak Türklerle karışan bir Pers kolu olan Soğdlar da bu yapıları tanbar adı vererek kullanırlardı. Moğol istilasıyla birlikte yok edilen Soğd ırkı ve inançlarıyla birlikte Orta Asya?da tanbar kullanımı da ortadan kalkmıştır.

     

    Yahudilik Orta Doğu?da yayılırken Parsi inançlarının bir kısmını sahiplenir ve Yahudiler de kutsal saydıkları bazı kişilerin kemik koleksiyonculuğuna başlarlar. Büyük kısmı Kudüs civarında olmak üzere keşfedilen birçok antik ossuaryden alınan kemikler günümüzde İsrail Müzesi?nde sergileniyor. Hatta Kudüs?ün güneyindeki Talpiot Türbesi?nde bulunan 10 ossuaryden altı tanesinin, Yeni Ahit?te anılan isimlerden bazılarına ait olduğu düşünülüyor.

     

    Yahudiliğin ardından gelen Hıristiyanlık da bir süre sonra ossuary kullanımına başlar. Uzun süre sadece belli kesimlerin kullandığı ossuaryler, 12. yüzyılda artan salgın hastalıklar nedeniyle kilisenin emriyle bazı bölgelerde mecburi kılınır. Toplu mezarlara gömülen cesetler bir süre sonra çıkarılarak kemikler bu tapınaklarda saklanmaya başlanır.

     

    18. yüzyıla kadar yaygın olarak devam eden bu adet, Avrupa?nın gelişmeye başlaması ve salgın hastalıkların azalması üzerine günden güne önemini kaybeder. Bilinen en taze ossuary ise, 1. Dünya Savaşı?nda 230.000 askerin öldüğü Verdun Çatışması?nda toplanan Alman ve Fransız askerlerinin 130.000 tanesinin ?biriktirildiği? Douaumont Ossuary?dir. Savaşı kazanan Fransa onca cesetle ne yapacağını şaşırınca ossuary fikri yeniden gündeme gelmiş olsa gerek.

     

    Bugün birçok Avrupa ülkesinde bazıları müze, bazıları kilise olarak kullanılan, bazıları da halkın kullanımına kapalı bulunan çok sayıda ossuary bulunuyor. Portekiz?de Capella dos Ossos, Çek Cumhuriyetinde Sedlec Ossuary, İtalya?da San Bernardino alle Ossa gibi şapeller bunların en ünlüleri denebilir. Elbette bunlar sadece keşfedilenler, yüzlerce yıl öncesinden kalma birçok ossuary ve katakompun modern şehirlerin temelleri altında beklediği biliniyor.

     

    İngilizce catacomb sözcüğüne karşılık olarak TDK?nın katakomp dediği mekânlar ise, ne toplu mezar, ne de tam anlamıyla ossuary.

     

    pariscatacombs.jpg

     

    Hıristiyanlığın ilk yıllarında inançlarını yayma ve yaşama özgürlüğüne sahip olmayan Hıristiyanların hem tapınak hem mezarlık olarak inşa ettikleri yerler, katakomp kullanımının temellerini atıyor. Hatta Roma İmparatorluğu?nun baskısı altında yaşamaya çalışan ilk Hıristiyanlardan bazıları, Kapadokya?yı keşfediyor ve hem yaşam alanı, hem de katakomp olarak kullanmaya başlıyorlar.

     

    Kapadokya sadece katakomp olarak kullanılmıyor elbette, derin vadileri ve yumuşak kayaları sayesinde ilk Hıristiyanlar Roma askerlerinden korunarak imparatorluğun diğer bölgelerindeki Hıristiyanlara göre daha güvenli bir yaşam sürmüşler.

     

    Dünyanın birçok yerinde ziyarete açık katakomplar görebilirsiniz bugün. İngiltere?de Londra katakompları, Fransa?da Paris katakompları, İspanya?da Granada katakompları, İtalya?da Palermo ve Roma katakompları ve elbette yeraltıyla fantastik ilişkiler kurmayı pek seven Mısır?da İskenderiye katakompları gibi yüzlerce katakomp bugün cesur turistleri ağırlamaktadır. Ukrayna?dan Peru?ya kadar onlarca ülkede içine girdiğinizde hem ürperip hem daha fazlasını merak edeceğiniz belki yüzlerce katakomp bulabilirsiniz.

     

    İşin ilginci, Avrupa?daki birçok katakomp iki büyük dünya savaşında da sığınak ve siper olarak kullanılmıştır.

     

    Tabi ki bunca katakomp sadece düşmanlarından saklanan ilk Hıristiyanların tapınak ve mezarlığı olması amacıyla inşa edilmemiş. Hatta bu amaçla yapılanlar sadece Roma İmparatorluğu sınırları içindedir diyebiliriz. Avrupa?yı kasıp kavuran salgın hastalıklar, Avrupalıların tıpkı ossuary gibi katakompları da gerekli görmelerine neden olmuş.

     

    Fransa, İngiltere, İrlanda, Almanya gibi ülkelerdeki katakompların neredeyse tamamı salgın hastalıklardan ölenleri gömmek ve şehir mezarlıklarında boş yer kalmadığı için yapılmış. Salgın hastalıklardan ölenler toplu mezarlarda bir süre bekletildikten sonra kemikleri alınarak katakomplara yerleştirilmiş. Mezarlıklar ise belli sürelerle kazılıp boşaltılarak, çıkarılan kemikler yine bu katakomplara yerleştirilmiş.

     

    capuchinmanastiri.jpg

     

    Ancak azizler, krallar, belki asiller ve diğer üst kademe kişilerin katakomplardaki yerleri tek mezar şeklinde düzenlenmiş. Yani bir katakompa girdiğinizde göreceğiniz tek kişilik mezarlarda, zamanında bu dünyada belli seviyelere yükselmiş kişilerin kemiklerini görürsünüz. Koridorların sonunda ulaşacağınız geniş alanlardaki haç gibi çeşitli şekiller için kullanılmış ve yığınlar halinde biriktirilmiş kemikler, sıradan insanların kemikleridir.

     

    Eğer kemik, iskelet, kurukafa görmekten korkan biriyseniz, asla ne bir ossuary, ne de bir katakomp gezmeyin derim. Onlardan korkmam ama klostrofobim var diyorsanız, sadece ossuary gezin, kesinlikle katakomplara girmeyin. Daracık, yeraltının neminden yapış yapış olmuş toprak koridorlarda bir de sizin ayılıp bayılmanızla uğraşmasınlar.

     

    katakompmerdivenleri.jpg

     

     

    Bir katakompun kapısından girdiğinizde göreceğiniz, ölüm ve yaşamla ilgili Latince tabelalar olur önce. Ardından dünyanın merkezine inermiş gibi dik ve loş ışıklı merdivenler. Adım adım inersiniz merdivenlerden, arada bir karşınıza bir tabela çıkar: ?Yerin 10 metre altındasınız, 20 metre altındasınız? der. Siz yola devam edersiniz ve bilirsiniz ki o anda tüm şehrin, metro hatlarının, kanalizasyon sistemlerinin metrelerce altında yürümektesiniz.

     

    Eğer yarı yolda korkup geri dönmezseniz, dar bir koridor karşılar sizi. Çürümüş toprak kokusu, yerlerde gezinen minik böcekler, nemden yapış yapış duvarlar her adımda ölümü hatırlatır. Toprak altının o boğucu sessizliğinde, başınıza düşen su damlacıkları sizi daha fazla ürpertir.

     

    romakatakomplari.jpg

     

     

    Sonu gelmez gibi görünen toprak koridorlarda yürürken bir yandan koridorun sonunda göreceğiniz iskelet yığınları sizi kendine çeker, bir yandan da o sessizlik, ıslak ve çürük toprak, bitki kokuları sonunuzu hatırlatır. ?Burada insanlar dolaştığı halde sağda solda börtü böcek var, mezarda üzerimde tonlarca toprak varken, hareket edemezken hangi böcekler ziyaret edecek beni? diye düşünmüştüm ben. Çünkü katakomplar sürekli temizlenir, kolay kolay ne akrep, ne çıyan ne de yılan görürsünüz. Mezarda çekeceğiniz yalnızlık aklınıza gelir, hayatınızı sorgulamaya başlarsınız.

     

    Koridorun sonuna geldiğinizde yüzlerce yıl önce yaşamış olan zenginlerle fakirlerin, iyilerle kötülerin, zafer kazananlarla her savaşını kaybedenlerin kemiklerini üst üste yığılmış halde bulursunuz. Çok aptal bir adamın kafası, en zeki adamın kafasıyla yan yanayken, etleri kim bilir hangi böceklere yem olmuş, kol, bacak kemikleri kim bilir hangi katakompta kaybolmuştur diye düşünebilirsiniz. Birkaç kilo et ve pürüzsüz bir cildin, her parçası ayrı yere saçılmış iskeletleri ne kadar değiştirdiğini anlar, sadece kaportaya önem veren insanlardan tiksinebilirsiniz.

     

    birlikberaberlik.jpg

     

     

    Hem beyninize doluşan düşünceler, hem de boğuk, serin ve o tuhaf kokusuyla toprağın altı, bir süre sonra size dışarı çıkma isteği verir. ?En fazla 80 yıl sonra toprağın altına girdiğimde yanımda kimse olmayacak,? diye düşünerek çıkışa doğru ilerlemeye başlarsınız.

     

    Dışarı çıktığınızda o aydınlık hava, aşağıda neler olduğundan habersiz veya umursamayan insanlar, şehirde devam eden canlı hayat birkaç dakikalığına sizi sersemletebilir. Toprağın altında şehrin ne tarafına doğru yürüdüğünüzü kestirmeye çalışırsınız. Birkaç metre altınızda yüzlerce yıl önce tıpkı sizin gibi kazanmış ? kaybetmiş, gülmüş ? ağlamış, âşık olmuş ? terk etmiş ? terk edilmiş insanların, yukarda neler olduğundan habersiz yattığını düşündükçe sinirleriniz bozulabilir. ?Ulan dünya binlerce yıldır dönüyor, gelip 80 yıl yaşıyorsun, senden sonra da binlerce yıl dönmeye devam edecek, kaç kuruşluk değerin var şu dünyada? Aşağıdaki adamlar yaşadıkları hayatın kim bilir kaç katını ölü olarak geçirdiler, ben kaç yıl kalırım, sonra ne olur,? diyerek her şeye boş vermeyi bile düşünebilirsiniz.

     

    Karartmayın enseyi. Gülseniz de ağlasanız da, ölümü 24 saat düşünseniz de, hiç düşünmeseniz de, o tam vaktinde gelecek. Siz doğru olduğuna inandığınız yolda aynen devam edin ki, hiç olmazsa toprağın üstündeki günleriniz güzel geçsin. (Nasihat veren adam moduna girdim, yaşlandım mı ne?)

     

    Peki, ben oturup bunca şeyi neden yazdım?

     

    Her bulduğu e-postayı ona buna gönderen forward manyakları yüzünden yazdım. Birkaç gündür aynı e-posta sürekli geliyor ve dünyanın en ünlü ossuarylerinden biri olan Sedlec Ossuary hakkında Çek Cumhuriyeti?ni fethetmemiz gerektiği yönünde gaz vermeye çalışıyor. Sedlec?den birkaç fotoğraf ve altında şu yazı var:

     

    Çek cumhuriyetinin sedelik şehrinde çok enteresan bir kilise var

     

    Kilise ne tahtadan ne betondan ne de demirden?

     

    MÜSLÜMAN kemiklerinden?

     

    1218?de dönemin papası haçlı savaşlarında öldürülen müslümanları gurur ve övünme aracı olarak getirtmiş ve bunların kemiklerinden kilise yaptırılmasını emretmiş.

     

    40.000 müslümanın kemikleri toplanarak da emir yerine getirilmiş

     

    kostelex2.jpg

     

    madeby1.jpg

     

    madeby3.jpg

     

    madeby4.jpg

     

    Müslümanlara terörist diyen kanları bozuk ?haçlı zihniyetinin? terörünü anlamak için bir bakın.Avrupa medeniyeti dedikleri lanet zihniyetin kökleri nereye varıyor görün.

    İletiyi gördüğümde hem şaşırdım, hem de saf cehaletin verdiği gazın ne kadar tehlikeli olabileceğini düşündüm.

     

    Ossuaryler, katakomplar veya diğer dinler hakkında hiçbir şey bilmeyebilirsiniz. Ancak Kamboçya eğitim sistemiyle aynı seviyede olan eğitim sistemimiz bile, biraz coğrafya bilgisi katmış olmalıdır beyninize.

     

    Güzel kardeşim, Çek Cumhuriyeti Avusturya?nın kuzeyinde be! Buradan oraya at sırtında sefer yapmak kafadan üç ay sürer ki yenilmiş bir ordunun geri dönmesi hepten uzundur. Beşinci Haçlı Seferi 1217?1221 yılları arasında Papa III. Innocentius?un gazıyla düzenlendi ve yüzlerce insanın ölümünden sonra elde edilen tek somut olay Dimyat?ı birkaç aylığına Eyyubilerin elinden almaları oldu. Hatta savaşta ele geçirdikleri Dimyat?ı aralarındaki en gaz adam olan Kudüs Kralı Jean de Brienne?i kurtarabilmek için fidye olarak verdiler, uğradıkları bozgun devam etti ve parçalanmış bir orduyla geri döndüler.

     

    Bu adamlar kaybettikleri beşinci savaşın ardından artık intikam yemini etmeye bile mecal bulamadan memleketlerine geri dönerken, 40.000 cesedi affedersiniz de ne bok yemeye götürsünler yanlarında?

     

    Geri dönerken binecek atı, atacak oku kalmamış bir ordu nasıl bir gereksiz çaba sarf eder bunun için?

     

    Hadi şunu deseler inanan çıkar: ?Kazıklı Voyvoda olarak da bilinen Vlad Tepeş?in dedesi 1218?de 40.000 Müslüman?ı kılıçtan geçirmiş ve kemiklerinden kilise yapmış!?

     

    Ona inanan çıkar bak. Hoş, bu e-postaya da inanan çıkmasa bir haftada 6 kez düşmezdi posta kutuma.

     

    O zaman doğrusu neymiş ona bakalım:

     

    Bir kere tarih 1218 değil, 1278. Ceset sayısı 40.000 değil, 40.000 ila 70.000 arası. Bulunduğu yerin adı Sedelik değil, Sedlec. Şehir değil, Kunta Hora kasabasının doğusunda küçük bir köy. Haçlı Seferleri?yle tek ilgisi de, adamların o toprakları kutsal kabul etmesi.

     

    Peki nerden çıkmış bu fikir?

     

    1278 yılında Bohemia Kralı II. Otakar, bağlı olduğu kilisenin başrahibi Henry adında bir adamı kutsal topraklara gönderiyor. Henry de gitmişken, Kudüs?ün yanındaki Golgotha Tepesi?nden bir miktar toprak getiriyor.

     

    (Hıristiyanlar, Hz. İsa?nın Golgotha tepesinde çarmıha gerildiğine inanırlar. Hatta tepenin kafatasına benzemesinden dolayı isminin Armanca gulgota?dan geldiğine inanılır. Hz. İsa çarmıhta resmedilirken ayağının altında bir de kafatası bulunmasının sebebi de budur der kimi kaynaklar. Bazıları da o kafa Hz. Adem?in kafasını simgeler, üzerine Hz. İsa?nın kanının akması da Hz. Adem şahsında tüm insanlığın kanla vaftiz edilmesidir, derler. Bunu geçelim.)

     

    Neyse efendim, bu Rahip Henry memleketine dönünce, kutsal saydığı bu tepeden arakladığı bir küp toprağı getirip serper Sedlec Mezarlığı?na. Beş Haçlı Seferi?ne rağmen Kutsal Topraklar?dan hiçbir şey kapamamış olan Avrupa, bu bir küp toprağa o kadar sevinir ki, Sedlec Mezarlığı bir anda Orta Avrupa?nın en ünlü mezarlığı oluverir. Dinibütün Hıristiyanlar, öldükten sonra toprağına kutsal topraklar karışmış olan Sedlec Mezarlığı?nda gömülebilmek için can atarlar.

     

    Sen misin ölmeye can atan. Başlarına öyle bir bela gelir ki, Avrupa?nın neredeyse üçte biri vebadan gider. Bizim Kara Ölüm, Büyük Veba Salgını dediğimiz bu korkunç salgına İngilizcede Black Death derler, 1348?1350 yılları arasında tüm dünyadan 75 milyon insanın ölmesini hala kimsenin aklı almaz. (O zaman 6 milyar değildi dünya nüfusu!)

     

    Bu salgından gidenlerin binlercesini Sedlec Mezarlığı?na gömdüklerinden, mezarlık nüfusu yaşayanların nüfusunu geçecek duruma gelir.

     

    Aradan biraz daha zaman geçer, Protestanlığın babası sayılan Jan Hus liderliğindeki dinde reformcular, biz böyle iyiyizci Katoliklerle savaşa tutuşuverirler. 1420 ? 1434 yılları arasında birbirlerini yerler, binlerce insan bu savaşlarda ölür. (Hussite Savaşları (Bohemian Wars ? Hussite Wars) dediğimiz bu savaşlar Avrupa?da elde taşınabilen piştov gibi ateşli silahların kullanıldığı ilk savaşlardır ayrıca.)

     

    Ölenlerin büyük çoğunluğu da buraya gömülünce, Sedlec Mezarlığı artık önlem alınmasına ihtiyaç duyulacak kadar genişler.

     

    Sedlec?e bir ossuary kurmaktan başka çare bulamayan yöneticiler, savaş döneminde mezarlığın ortasına alt katında bol miktarda ceset depolamaya yetecek kadar geniş bir ossuarysi bulunan bir gotik kilise inşa ederler.

     

    1511?e gelindiğinde, yarı kör bir rahibin başkanlığında artık çürümüş olan cesetler mezarlardan çıkarılarak buraya yerleştirilir. 1700?lerin başında kilise kısmı restore edilerek gotik kimliğine bir miktar barok mimari de katılır.

     

    1870 yılında Frantisek Rint adında, ürkütücü tasarımlarıyla ünlenmiş bir mimar, ossuaryde yığılmış kemikleri düzenlemesi için görevlendirilir. Bu da tutar ossuaryde bekleşen binlerce kemiği kilisenin iç dizaynında kullanır. Tüm kilise, sunaktan avizelere kadar insan kemikleriyle bezenir. Hatta Frantisek Amca kilisenin orta avizesini hazırlarken, insan vücudundaki tüm kemikleri kullanarak kendi çapında bir rekor kırar.

     

    Ondan sonra da yürür gider tabi, yüzyıllar boyunca Sedlec?e gömülmek için can atan Avrupalılar yıllar geçtikçe daha işe yarar meşgaleler bulurlar kendilerine, eski popülaritesi kalmaz Sedlec?in de.

     

    Tüm bu hikâyeye rağmen yine ?Müslüman kemiklerinden kilise yapmışlar, pisluk bunar!? diye bir e-posta alırsam fena küfrederim. Haçlılar yıllarca saldırdılar, üst üste seferler düzenlediler Müslümanların üstüne, hepsinde de derslerini alıp döndüler. Müslümanlara korkunç işkenceler de yaptılar, Vlad Tepeş gibi adamlar fıkra karakterleri değiller, gerçekten yaşadılar ve binlerce insanın kanına girdiler. Ama eleştirdiğiniz kişi veya kurum kanlı bıçaklı düşmanınız bile olsa iftira atmadan, haklı olduğunuz noktaları temel alarak eleştirin. Oradan buradan duyduğunuzu tekrarlayarak veya kafadan atarak değil.

     

    Kemiklerinden bina dikme fantezisini forward manyaklarına uygulasak kiliseyi geçtim, gotik şato falan dikeriz valla, bu ne kalabalıktır kardeşim!

     

    Sedlec'den daha fazla fotoğraf için bu siteyi ziyaret edebilirsiniz.

    http://www.sedlecossuary.com/Photos.html

     

     

     

     

     

    Alıntıdır...

    http://www.delininkuyusu.com/index.php/ins...den-kilise.html


  18. Bizim yüzümüz kızarır madam. Söyleyemeyiz. Biz uzaktan sevmelerde birinciyiz. Genç kızlara başımızı çevirip bir bakmayız, bir bakarsak usulca elimizden kayarak parçalanır kristal gençliğimiz. Biz kristal gençleriz madam, kolayca tuz buz oluruz.

     

    — Kemal Sayar


  19. “Allah’ım! İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizi helak etme. Allah’ım güzel ülkemizi, bütün Müslümanları ve bütün insanlığı öncelikle içimizdeki İsraillilerin şerrinden koru! Bize Müslüman’ca bir bakış açısı ve Müslüman’ca tavır koyma gücü ver. Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmekten sana sığınırız. Bizi her türlü zalim ve kafir kavme karşı muzaffer eyle”

    AMİN

     

    “19 yaşındaki Furkan’ın ‘Yusuf yüzlü’ fotoğrafına bakınca, (şehidleri suçlayan) nehir kenarı entelektüellerinin zırvalarından sadece tiksinti duyuyorum.”

     

    Rabbim sen bizleri dünyevi herhangi bir çıkar uğruna senin rızandan mahrum olanlardan eyleme...

×
×
  • Create New...