Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

mahlas

Editor
  • Content Count

    250
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    10

Posts posted by mahlas


  1. Mühim değil efendim :)

    Geçen haberlerde Yemen'de istediği gibi at oynatan Taliban ile ilgili bir haberi izledikten sonra çoğrafyaya pek ilgim olmamasına rağmen biraz arştırayım dedim.

    Evet bizim şu gülü çemen dediğimiz Yemen.

     

    afrika1.jpg

     

    Ülke (ne hikmetse) petrol bakımından zengin değil, büyük bir bölümü çorak, yani tarım ve hayvancılığa da müsait değil.

    En büyük gücü Kızındeniz'i Hint Okyanusu'na bağlayan Aden Körfezi. Körfez şu bakımdan hayati ehemmiyete haiz ki, bölgenin petrol trafiğinin çok büyük bir bölümü bu yolla dünyaya akıyor. Ancak garip olan şu ki, boğaz yalnız Yemen'e ait değil, karşı tarafta Somali ile birlikte kullanıyorlar. Daha da garibi, Somali de Yemen gibi istikrarsız bir ülke. Körfezde ise 21. YY'da halen korsanlar cirit atmakta.

     

    Yemen'in bir diğer gelir kaynağı ise karadan petrol trafiği için petrol boru hatlarının ülkeden geçiyor olması. Ve yine garip bir tesadüf(!)de talibanın saldırılarını yalnız bu hatlara gerçekleştiriyor olması. Gerçekleşen her saldırı zaten zayıf ekonomiyi dahada kırılganlaştırıyor, muhtaç hale getiriyor ülkeyi. Kime muhtaç hale getiriyor? Karşı olduğunu iddia ettiği kapitalist düzen ve siyonizme.

     

    Ne vakit uyanırız dersiniz?

    • Like 1

  2. Bu 23 nisan ki tarihin dönüm günü.

    Kan içici sultana, hakana ölüm günü.

     

    Evet, bu şiir yıllarca 6-7 yaşlarında ki ilkokul talebelerine okutuldu,

    Halbuki kimsenin aklına cennetmekan Sultan II Abdülhamid Han için suikast düzenleyen ve muzaffer olamayan suikastçı için “Ey şanlı asker neden ıskaladın” manasında şiirler yazan Teyfik Fikret’in nasıl elini kolunu sallaya sallaya gezebildiğini sormak gelmemişti.

     

    Üstad’ın 1,5 yıl hapse mahkum edilmesine sebep olarak da M.Kemalin şahsına hakaret/yada doğrudan hakaret/ değil de, M.Kemal’in nutkunda yerdiği Vahidettin’i methetmesi gösterildi.

     

     

    Bu adamlar kan içiyse bugün bile herhangi devlet başkanının hazmedemeyeceği böyle bir şiiri nasıl cezasız bırakmışlar? Ve siz! Kan içicileri ortadan kaldırdıklarını iddia edenler. Neden o kan içiciler kadar en azından onların onda biri kadar özgürlükçü olamadınız? Niye onlar kadar fikre saygınız yok? Neden onların döneminde birileri çıkıp göğsünü gere gere “Ben ateistim” diyebiliyordu da sizin döneminizde aynı aynı gür ses “Ben Müslüman’ım” diyemiyordu?

     

     

    Velhasıl;

    Anadolu’ya gitmeden önce, M.Kemal ile Sultan arasında neler geçtiğini açık ve doğru bir şekilde resmi tarih kitaplarında yeralacağı günü sabırsızlıkla bekliyoruz.

    Zira;

    Gerçeklerin eninde sonunda ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır.

    • Like 2

  3. Abdülhamid, Mısır'ı kaptırmamak için diplomasi savaşı vermişti

     

    Öyle görünüyor ki, Mısır'da bir iktidar değişikliği kaçınılmaz. Dikkatler bundan böyle neler olacağına çevrilmiş durumda. İlginin Mısır'a odaklandığı bu dönemde bir yakın tarih gezisine çıkmaya ne dersiniz?

     

     

    İngiltere'nin kudretli başbakanı Gladstone, bundan 129 yıl önce Parlamento'da konuşmaktadır. Elinde tuttuğu Kur'an-ı Kerim'i parlamenterlere göstererek şu sözleri söyler: "Bu kitap Müslümanların elinde kaldıkça ve Müslümanlar ona saygı gösterdikçe bizim bu ülkeye hakim olmamız mümkün değildir. Tek çare, onları Kur'an'dan uzaklaştırmaktır."

     

    Gladstone'un sözleri İslam dünyasında şok etkisi yapar. Said Nursi'nin zihnî dönüşümünün de başlangıcını teşkil edecek olan bu konuşma, pek bilinmez ama özel olarak Mısır Müslümanları hakkındadır. Üstelik 1882'de başlayan Mısır'daki İngiliz işgali karşısında tepki gösteren tek kişi Said Nursi değildir. Asıl eli taşın altında olan, devrin padişahı II. Abdülhamid'in de baş düşman olarak hedefine yerleştirdiği isimlerden biridir Gladstone.

     

    İşte Abdülhamid Han'ın, işgal edilmiş olsa bile kendi toprağı olan Mısır'ı teslim etmemek uğruna hangi yollara başvurduğunun ve emperyalizmle diplomasi kanalından nasıl mücadele ettiğinin çarpıcı hikâyesi.

     

    Süleyman Kızıltoprak'ın "Mısır'da İngiliz İşgali: Osmanlı'nın Diplomasi Savaşı" (Tarih Vakfı: 2010) adlı kitabı, nadir rastlanan bir titizlikle Abdülhamid'in İngiltere'ye karşı Mısır'ı nasıl başarıyla savunduğunu gözler önüne seren bilimsel bir çalışma.

     

    Öncelikle şunu teslim etmeliyiz ki, Abdülhamid'in Mısır'ın işgali karşısında verdiği diplomatik mücadele, bu ülkenin sömürgeleştirilmesine yönelik İngiliz politikalarını engellemiş ve geciktirmiştir. İngiltere, Abdülhamid'i anlaşma yapmaya zorlamış, hatta anlaşmanın eşiğine kadar gelinmiş ama Sultan'ın direnişini kırmak mümkün olamamıştı.

     

    Mısır'ın İngiliz egemenliğine geçişinde Urabi Paşa isyanının önemli bir yeri vardır. Abdülhamid bu isyanı engellemek için uğraşıp didinmiş, üst üste heyetler göndermişse de engel olamamıştı. İngiltere ve Fransa, Osmanlı Devleti'ni isyanı bastırmaya çağırdı. Ne var ki, burada bir bubi tuzağı gizliydi. Eğer Osmanlı ordusu isyanı bastırırsa emperyalist ülkelerin çıkarları için Osmanlı askeri Müslüman kanı dökmüş olacaktı. Bastıramazsa bu defa da Mısır'daki egemenliği sona ermiş olacaktı. Abdülhamid müdahale etmemeyi tercih edecektir.

     

    Bunun üzerine toplanan İstanbul Konferansı, Abdülhamid'in Mısır siyasetinin ipuçlarını verecektir. Bir kere Abdülhamid, Osmanlı Devleti'nin sorunlarının uluslararası platformlarda tartışılmasına karşıdır. Konferanslar yerine birebir diplomatik ilişkilere önem veren Abdülhamid, 1) Olayı zamana yaymak, 2) Ortaya çıkacak fırsatları yakalamak şeklinde özetlenebilecek bir dış politika izlemeye kararlıdır.

     

    Bunun için de Avrupa dengelerini gözetmek ve bu arada kendisine bir manevra sahası bulmak peşindedir. Ahmet Davutoğlu'nun "Stratejik Derinlik"te tespit ettiği gibi elindeki imkânları ile hedefleri arasında gerçekçi bir ilişki kuran Abdülhamid, kısıtlı imkânlarla büyük idealler peşinde koşmanın bizi evdeki bulgurdan da edeceğine inanır. Bu yüzden Mısır sorununda gerçekçi davranmış, İslam Birliği siyasetini İngiltere'ye karşı sadece caydırıcı bir baskı aracı olarak kullanmaktan ileri gitmemiş, İngiltere'nin müdahale teklifinin bir tuzak olduğunu önceden görmüş ve bir maceraya girmekten kaçınmıştır.

     

    Öte yandan Urabi Paşa'yı isyandan vazgeçirerek gelecekte Hıdiv yapmayı ve böylece Mısır'da Osmanlı nüfuzunu artırmayı da düşünmüş ve ona bir nişan göndererek ödüllendirmiş olan Abdülhamid'in bütün bu çabaları İngilizlerin Mısır'ı işgalini önlemeye yetmedi. İşgalden sonra bu defa Gazi Ahmed Muhtar Paşa "Mısır Yüksek Komiseri" olarak tayin edilmiş ve 24 yıl boyunca bu görevde kalmış, Osmanlı Devleti'nin haklarını Mısır'da savunmuştur.

     

     

     

     

    Nihayet 1887'de İngiltere ile Osmanlı Devleti arasında bir anlaşma yapılma noktasına varılmıştır. Abdülhamid'in de onayladığı 4 maddelik anlaşmaya göre İngiltere Mısır'ı 1,5 yıl içinde boşaltacak, Mısır ordusunda çok az İngiliz subayı kalacak, bir isyan çıkarsa Osmanlı Devleti'nin müdahale hakkı olacak, dışarıdan bir tecavüze İngiltere ile Osmanlı ittifakı karşı koyacaktı. Nihayet Sudan ve Mısır'ın Osmanlı toprağı olduğu kabul edilecekti. İngiltere bu şartlara itiraz etti ve nihayet bazı maddelerin değiştirilmesini istedi. Buna göre Süveyş Kanalı açık bulundurulacak, İngiltere, bir miktar askeri Mısır'da bırakacak, gerektiğinde yeniden asker gönderme hakkına sahip olacak, askerlerini 3 yıl içinde geri çekecektir.

     

    Osmanlı tarafı Mısır'ın tahliyesini bir takvime bağlamak istedikçe İngiltere ayak diriyor, müdahale hakkının sadece kendilerinde bulunmasını istiyordu. Anlaşma İngiltere'nin aslında Mısır'ı boşaltmaya niyetli olmadığını gösteriyordu. Sultan Abdülhamid anlaşmayı inceledi, yine diplomatik kanallardan anlaşmanın değiştirilmesini sağlamaya çalıştıysa da olumlu bir sonuç alamadı. Mısır'ın resmen İngiltere'nin insafına terk edileceğini gören Abdülhamid, anlaşmayı imzalamayı reddetti.

     

    Sonuç olarak Osmanlı Devleti'nin İngilizlerin Mısır'ı işgalini tanımalarını getirecek olan anlaşmayı reddederek Mısır'ın tamamen İngiliz işgaline girmesine izin vermediğini görüyoruz. Böylece İngiltere'nin Mısır'ı ele geçirip sömürgeleştirmesinin önüne geçilmiş oldu. S. Kızıltoprak'ın tespitiyle söylersek: "Osmanlı Devleti, Mısır'daki egemenliğinden vazgeçmeyerek Mısır hükümetini ve Hıdiv'i İngiltere'ye karşı savunmasız bırakmamış, en azından kolay lokma yapmamıştır."

     

    Abdülhamid'in bu diplomatik direnişiyle Mısır'da Osmanlı egemenliği savaşın çıktığı 1914'e kadar devam etmiş, bu tarihte İngiltere Mısır'ı himayesine almış, 1922'de ise tek taraflı olarak Mısır'ın bağımsızlığını ilan etmiştir.

     

    Pek bilinmez ama Mısır'ın resmen elimizden çıkması, Lozan'la olmuş, Abdülhamid'in 36 yıl önce atmadığı imza Lozan'da atılmıştır. Lozan'ın 17. maddesi şöyle der: "Türkiye'nin Mısır ve Sudan üzerindeki bütün hak ve dayanaklarından feragatinin hükmü 5 Kasım 1914 tarihinden geçerlidir."

     

    Yorum yok.

     

     

     

    Mustafa ARMAĞAN


  4. Oğlum Hemlet! Babangili vuran emicen!

    Geçen gün Uğur Mumcu'nun on sekizinci ölüm yıldönümüydü. Papağan gibi bir çırpıda "İpekçi, Mumcu, Üçok, Tütengil, Kışlalı, Hablemitoğlu" diye sıralamayı otomatiğe bağlayanlar gene bildik yazılarını yazdılar. Ağlayanlar sızlayanlar gene bildik duygu sömürüsünü yaptılar.

    İçlerinde "Hrant Dink'i kim öldürdü?" diye soran dıngıl bile var yahu... İnsanı çıldırtırlar bunlar...

    "Papağan çizgisinin" dışına çıkan ve yerleşik ezberleri sarsan kişiler de görüldü. Bunlardan biri de Emre Aköz oldu.

    Aköz, saygıda en ufak bir kusur etmeden, elbette şehit olmakla birlikte Mumcu'nun bir "demokrasi şehidi" sayılamayacağını yazıyordu.

    Emre Aköz'ün amacı saygısızlık değil, "Türk solunun aslında Marksist değil Kemalist" olduğuna dikkat çekmekti. (Kendisini bir süredir görmedim, bu konuyu tartışmış değiliz.)

    Uğur Mumcu'nun oğlu Özgür Mumcu buna çok kızdı. Sert bir tepki gösterdi.

    Oysa babasını "faşistlerin öldürdüğünü duysa şaşmayacağını" söylemiş olan da gene kendisiydi.

    Lafı daha fazla döndürüp dolaştırmadan sadede gelelim:

    Mumcu cinayeti, "sağ Kemalistler ile sol Kemalistler arası bir hesaplaşmadır"... Son tahlilde bu bir fraksiyon çatışması sayılabilir, tıpkı 1971 yılının "9 Mart ekibi-12 Mart ekibi" çatışması gibi... Hem gülünç hem de acıklı bir kavgadır bu. Faturası da halka ödetilmiştir.

    Dürüst, namuslu, ünlü, etkili ve seçkin bir sol Kemalist, bazı sağ Kemalistler'in çevirdiği karanlık işleri açığa çıkarmaya çalıştığı için öldürülmüştür.

    Mumcu, Türkiye'yi 1980 darbesine götüren anarşinin kimler tarafından ve niçin beslenip yürütüldüğünü araştırıyor, "eroin verip silah alma" trafiğinin mekanizmalarını bulmaya çalışıyordu. "PKK'yı derin devletin gizlice desteklediğini" anlamıştı. Bunu affetmediler.

    Abdi İpekçi de bu nedenle yokedilmişti. Çünkü o da Ergenekon çetesine yani "asıl amacından saptırılmış kontrgerillaya" ve çevirdiği dolapları anlamaya çok yaklaşmıştı, eski Yunan mitolojisinde güneşe çok yaklaştığı için balmumundan kanatları eriyip yere çakılan İkarus gibi.

    Mumcu öldürülmeseydi, Ergenekon çetesi şimdi değil yirmi yıl önce enselenecek miydi? (O beceri ve kararlılık Türkiye'yi yirmi yıl önce yönetenlerin hiçbirinde yoktu ki... Küfür ettikleri Recep Tayyip Erdoğan'da vardır.)

    Cinayet de, nasıl olsa buna kanacak birçok saftırık Kemalist bol bol bulunduğundan "dincilerin üstüne yıkılmak" istenmiştir. Yutan yutmuştur.

    Tıpkı, Danıştay'ı basıp hâkim vuran faşist katilin sıktığı "Türkiye'ye şeriatı getirmek istiyorum" palavrasını birçok solcu geçinen ahmağın yuttuğu gibi.

    Tıpkı, Cumhuriyet Gazetesi'ne atılan (ama ne hikmetse zarar da vermeyen) bombanın bir Ergenekon malı olması gibi.

    Sol Kemalistler'in bazıları bu gerçekleri göremeyecek kadar ahmak, bazıları da görüp de söylemeyecek kadar domuz. Ya da korkak.

    İsterseniz lafımı şöyle de düzeltebilirim:

    Bir Kemalist, "Enveristler" tarafından öldürülmüştür. Mumcu cinayeti budur.

    Haklı olarak kızan, ama öfkesini yanlış yere yönelten şehit evladı Özgür Mumcu şu anda 34 yaşında.

    Biraz daha büyüyünce Güldal Hanım'a da "anneciğim, ne işin var senin o partide" diye sorabilecek kadar akıllı ve dürüst bir genç adam gibi görünüyor.

    Kızdığı kişilerin "artık Mumcular öldürülemesin" diye uğraştıklarını bilmelidir. Bunu göremezse, hayatı boyunca "hay Allah, babamı kim niçin öldürdü acaba" diye merak etmekle ömür tüketir.

     

     

    28/01/2011


  5. Yine başladığımız yerdeyiz ;)

    Ama taktik yeni...

    Herneyse, benim yaşımdan ziyade yazdıklarım seni ilgilendirmeli diye düşünüyorum.

    Eğer onların içerisinde kat-en yanlış, sapık olanlar var ise dğrularıyla birlikte dökersin, yoksa "Yar saçların lüle lüle" diye başlayan büyük düşünürlerimizden Haluk Bilginer'in özdeyişini "Bir Kereye Mahsus" ile devam etttireceğiz


  6. Kusura bakmayın

    Zira soruyu olması gereken şekilde sormamış olmamız, adımıza özrü zaruri kılıyor.

     

    Söylemek istediğimiz şey “Bu gereksiz yazının burada ne işi var” değil “Bu yazı sağlam mesnetlerden yoksun yada iddaaya sahip kanıttan yoksun bir yazı.” olması idi

    Niye?

    Şöyle izaha başlayalım

    Giriş

    Mustafa Kemal Atatürk kesinlikle ırkçı bir insan değildir
    şeklinde yapılmış olmasına rağmen kanıt iddiasıyla eklenenlerin hiçbiri M.Kemal’in ırkçı bir kimliğe sahip olup olmaması ile ilgili değil.

     

    Keza 1. meclisten sonra kısmen 2. meclisten sonra ise tamamen değişen ve asıl hüviyetine kavuşan M.Kemal kimliğini 1919 senesindeki hareketleriyle teşhir ve tespit yersizdir. Hatta bunlar hareket bile değil, yalnızca yazı ve mektuplardan ibaret. Eğer gerçekten böyle bir tespit için yazılar kullanılacak, icraatler göz ardı edilecekse enazından “top-secret” arşivlerin açılması beklenmeli ve onlar kullanılarak hüküm beyanında bulunulmalıdır. Hele birde kişilik tespitine uğraştığınız zat, yeni kurulmuş bir devlette ebedi şef sıfatına malik ise sahicilik ve samimiyet adına bu zaruriyyetin bile ötesidir.

    Yok eğer anlatılmak istenen "Kürt Sait hadisesinde düşman cenahın Kürtler yada Kürtçülüğün olmadığı..." ise o zaman başka. (Kaldı ki bu yazı onuda desteklemiyor.)

    Velhasıl; M.Kemal’in “Mümkün olsa bütün dinlerin kökünü kazırdım” yada Efendimiz (s.a.v.) için nübüvvetin inkarına varan laflarını bilmeyip, Erzurum ve Sivas kongrelerinde Samsunda ve daha bir çok yerde okuduğu hutbeleri din ve İslam temalı konuşmaları göstererek onu halis bir mümin olarak tanıtmak ne kadar abes ise bu yazıdan M.Kemal için Kürt düşmanı değil yada ırkçı değil sonucunu çıkarmak o mikyasta abestir.

    • Like 1

  7. Ceza alma sebebin, fikrin değil mesnetsiz iddalarına gelen cevaplardan sonra bozulan adabın...

    Bunu pekala sende biliyorsun. O vakit ne diye demogoji yapıyorsun?

    Sahi senin ne işin var burda? Derdin ne?


  8. :)

    Bir film hakkındaki yorumdan sonra 3’üncü bir cevap yazacağım aklıma gelmezdi…

    Neyse biz fıkramıza dönelim; :coffee:

     

    Beğenmedik efendim zorlamı? Beğenmediğim bir filmide birilerinin hizmet(!)i için öneremem kimse kusura kalmasın.

    Neymiş üyesi olduğum forumda bir filmden bahsedilmiş bende izlemişim beğenmemişim başka biri izlemiş ama beğenmiş. O filmi arkadaşlarına önermiş ben önermemişim. Vay sen nasıl beğenmezsin? Neden önermezsin? Neden bir daha gitmek için can atmazsın? “Kardeşim hem beğenmedim hem önermiyorum. Var mı ötesi?” demedik. Sebep soranlara cevaplamak zorunda olmamama rağmen kendimce film üzerindeki gördüğüm olumsuzlukları zikrettim. Bu; filmde hiç güzel sahne görmediğim anlamına da gelmiyor elbet. Fakat 3 saat boyunca izlediğim filmin 2 dk’lık bölümü ile yetinenlerden de değilim. Buna makabil mantıklı, kendi fikrini destekleyen (ondanda geçtik) en azından benim fikrimi çürüten birkaç kelam yerine yine şahsına münhasır üslubu ile devam edebilenler var.

    Şimdi buna ve önceki mesajımdaki hitabımı beğenmeyen -aynı zamanda- insanlıktan çıkmakla ve azgınlılıkla itham eden diğer arkadaşlara cevap vermeye kalksak yada kalkıp “Ağız bozukluğunun ilk tezahürü malum zatta idi. Neden onun cevabının altında tek bir mesajınız yok?” desek bu lüzumsuz mevzuu bitmez. Bu hakaret kırıntılarını yutmamızın sebebi hiç kimsenin sakin kalmasını sağlamak falanda değil. Kabak tadı vermeye başlayan konunun mihenginden sapması.

     

    Velhasıl sark kullanıcı isimli arkadaşımızın son mesajındaki anlatılmak istenen birinci mesajının muhtevasına dahil olmuş olsaydı muhtemelen yanımdaki arkadaşıma filme gitmek için birden fazla teklifte bulunmazdım enazından. (Evet! İki arkadaş örneğinde ki kolundan çekiştirilerek filme zoraki götürülen arkadaş ben değilim)

    Bunu dikkate alarak tekrar ve son kez diyorum ki;

    “Bu film izlemeye değmez”

     

    Saygılar selamlar…


  9. Esselam!

    Evvela insan olanlara cevap verelim;

     

    Öncelikle film kaliteli demişsiniz filmde kalite nasıl tespit edilir?

     

    Bana göre...

    1. hikaye/senaryo

    Film birbirinden kopuk sahnelerle dolu (doğalolarak bu filmi akıcı olmaktanda çıkarıyor)

    Bir köyde ay tututlmasıyla başlıyor oradan mücadele yıllarına ordan hoooop külliyat yazmaya,bu çocuk nasıl büyüdü, mekteptemi okudu kimden ilim aldı kimden irşad aldı, nasıl kendini geliştirdi, rusyadan kaçtı sonra ne olduda meclise çağrıldı vsvs bunlar cevapsızlar...

    Said nursinin görsel aksiyonunun ön planda olduğu eski said dönemi diye adlandırğı mücadele dönemi resmen yoksayılmış.

    mesela

    "paşa paşa namaz kılmayan haindir hainin hükmü merduttur. "

    lafzı üzerinde tartışılan sahne dir diye tahmin etmiş ve sonuna kadar büyük bir hayal kırıklığı ile izlediğim filmde belki bir kıvılcım olur ümidiyle o sahneyi beklemiştim ama nafile anlaşılan yapımcılar gerçekleri aksettirmekten ziyade rejimin godomanlarını kızdırmamayı düşünmüş olmalılar ki, bir makas darbesi inivermiş said nursinin hayatını okumaya başlayan kişiye ilk olarak balladırıla ballandırıla anlatılan hikayeciğe.

    Herneyse bu bizim işimiz değil konuya dönelim ne diyorduk kopuk sahneler hikaye bütünlüğü yok. Bir kişi eğer bilmem kaç senedir külliyatı ve said nursinin hayatını okumuyor ise boşlukları dolduramaması canını sıkar ve filmi onun için çekilmez kılar. Film bittiğinde bir bakıyorsunuz 3 saattir içerdeyim ama ne almışım "sıfır". sonra bakıyorsunuz etrafınıza saçılmış salya falanda yok

    alla alla. :whistling:

     

    2.oyunculuk

    Hadi said nursiyi canlandıran oyuncuyu vasatın üstünde kabul edelim (hoş oynadığı dizilerdeki oyunculuğu daha iyidi şüphesiz ama neyse...) ya diğerlerine nedemeli? etrafındaki talebeler olsun toplanan cemaatteki kişiler olsun bu kadarmı amatör olur? Mesela savcıyı hatırlıyorum, yemin ederim ilkokula giderken düzenlenen piyeste sırası geldiğinde repliğini kaçırmaktan korkan sıra arkadaşımın repliğini okurken takındığı mimikler sanki aynıyla adamda idi. Şu an aklıma gelen amatörlükler bile üzerinden 1 hafta geçmesine rağmen bir çuval. İlçede ilk yanına gelenler, şeyh saidin adamlarının gelip yardım talep etme sahnesi. Zaten kullanılmaya çalışılan kürtçenin keskin hatları başka bir komediydi :) insan ezberlemek dışında birazda o cümleleri kürtlerden dinler be kardeşim. Düşünüyorumda hayran olduğum türkçe olimpiyatlaındaki çocukların içlerininden birinin gözlerinde ki heyecan filmin tüm kadrosunun toplamında yoktu.

     

    3. gerçekçilik

    Filmin tamamında asıl yokluğunu hissettiren sahicilik... Mesela rus komutan karşısında kalkmaması sonrasında hemen kurşuna dizileceklerin yanında namazını kılabilmesi, (hadiselerin kendileri gerçek olsa bile) öyle bir hava vermiyordu. Sanki şu sahneyi biran önce çekelim de bitsin. amacıyla hazırlanmış ve çekilivermiş. Mahkeme çıkışı (mahkeme içeriğininde tam ve vurucu noktalardan yoksun olmasını yine yukardaki rejim korkusuna bağlamaktan başka çare bulamıyoruz) zalimler için yaşasın cehennem sözünün geçtiği sahnenin (benim okuduğum) gerçeğe ters olması ise başka bir bilmemnelik...

    (Dinlerarası diyaloğa selam çakan said nursiyi nerden tadarik etmişler onuda anlayamadık bir ara sormak lasım bilen(!) birilerine )

     

    4. görsellik

    Filmde hala, eski havası verilsin diyemi yoksa kalitesiz malzeme kullanıldığı için mi olduğunu anlayamadığım şu eski filmlerde olan beyaz çizgiler vardı. Film üzerinde ki genel kanaatimi etkilememiş olsada hoş değildi.

     

    Yanlış anlaşılmak istemem benim yadırgadığım filmin yapılması değil, bu şekilde yapılması.

    Daha iyisi yapılabilirmi idi? Evet.

    Daha fazla bilgi verilebilirmiydi? Tonla.

    Daha cesur sahneler içerebilirmiydi? Şüphesiz...

    Daha kaliteli oyuncular, senarist, yönetmen için finansman ayrılabilirmiydi? Fazlasıyla.

    O zaman eleştiririm. Hemde daha iyisini çekemesem bile...

    Velhasıl yeterli miktarda maddi imkanı, ulusal hatta uluslararası çalışabilen bir tv kanalı, bilmem şu kadar profesyonel oyuncusu olan bir oluşuma yakışmayacak kalitede bir film idi

    vesselam...

     

     

    Gelelim sana (size)...

    Ne bekliyordum? Herşeyden önce fikrimi paylaştığım forum sitesinde muhataplarımın tamamının insan olmasını bekliyordum.

    Aynı sanal mekanı paylaştığım insanların içlerinde kafasını soktuğu saksıyı kendi salyalarıyla doldurmuş ve gözünü açtığında da salya dışında başka birşey göremeyenler olmasın bekliyordum.

    Ama görüldüğü üzre beklentiler her daim karşılanmıyor.

     

    Efendi beğenmiyorsan daha iyisini çekersin

    Evet evet bütün film eleştirmenleri her olumsuz eleştiriden sonra çekerler bir film, oscar için de yönetmenler değil eleştirmenler yarışır. (fıkramısın sen be? :D :D savunmaya bak daha iyisini çek :D )

    Salyalar saçılarak izlenen filmleri hamdolsun şimdiye dek izlemeye tamah etmedik, (sen gibiler olmasa salyalar saçılarak izlenen filmlerin varlığından da haberdar olamazdık ayrıca ;)) ve yine hamdolsun bir yapıtı değerlendirirken muhtevasının bana yakınlığı onun hakkındaki değerlendirmemi değiştirmedi.

    Birilerinin kafama soktuğu düşünmeye gerek duyulmayan görüşlerimde hiç olmadı hamdolsun. (hı hı! senin de olmamıştır. Kesin! :whistling: )

     

    Ben bir forumda film başlığına izlediğim film hakkında ki görüşlerimi yazdım sadece, beğenip beğenmemek okuyanın insiyatifinde aynı filmi beğenip beğenmemenin benim insiyatifimde olduğu gibi. :shades:

     

    Unutmadan "beş" hafta vizyonda olacak filmin ikinci haftası, şehrimde ki en büyük ikinci sinema salonunda izledim ikiyüz küsür kişilik salonda arkadaşım ve benden başka 5-6 kişi vardı. Galiba (istisnalar kaideyi bozmaz aga) kendi güruhuda pek hazetmemiş filmi.

     

     

    Not: Son paragraftaki ilk cümle tespit ikinci cümle şahsi kanaattir ;)


  10. Skandal dizi ile aynı gün ve saatte!

     

    Büyük Birlik Partisi, Şhow TV'de yayınlanan ve tüm tepkilere rağmen skandal sahnelerle yayınını sürdüren 'Muhteşem Yüzyıl' dizisi ile aynı gün ve saatte "MUHTEŞEM SULTAN SÜLEYMAN'IN HÜRREM SULTAN'A OLAN AŞKINI BİR DE BİZDEN DİNLEYİN" konulu bir konferans düzenliyor.

     

    33235754238.jpg

     

     

     

    Büyük Birlik Partisi İstanbul İl Başkanı Bayram Karacan, konu ile ilgili şu açıklamayı yaptı:

     

    Evet, Padişah Kanuni Sultan Süleyman'da netice de bir insandı.

     

    Elbette onun da insani zaafları olabilirdi.

     

    Hiçbir insan hatadan münezzeh olmadığı için, onun da hataları ve eleştirilecek yönleri olabilir.

    Fakat şöyle bir hafızanızı yoklayın bakalım, tarihte kaç devlet adamı muhteşem sıfatı ile adlandırılmıştır. Üstelik bu sıfatı ona biz değil yabancılar vermiştir.

     

    Tarihte, yönetme yetkisini mutlak olarak elinde bulunduran, astığı astık kestiği kestik olan, kaç hükümdara Kanuni, yani kanun adamı sıfatı yakıştırılmıştır. Dünya hukuk literatürünün temel taşlarından biri olma unvanı verilmiştir.

     

    Tarihte kaç hükümdar, canından çok sevdiklerini, millete kurban etme kemalini gösterebilmiştir.

    Devletinin sınırlarını neredeyse her gün 500 km2 genişletip, fethettiği topraklar üzerindeki her ırktan, dinden, mezhepten ve meşrepten milletleri huzur ve refah içinde yaşatmasını bilmiştir.

     

    Bu satırlara sığmayacak kadar “muhteşem” işler başaran bir padişahın, cehalet ve iftira ile örülmüş, sapıklıkla süslenmiş bir senaryo ile aşağılanmaya çalışılması güneşin balçıkla sıvanması gibi bir şeydir.

     

    Buna rağmen, başkalarının kartondan kahramanlar meydana getirerek, milli gururlarını yükseltmeye çalışırken, bizim gerçek kahramanlarımızın bazı hastalıklı zihniyetler tarafından paçavraya çevrilmesi çok rahatsızlık vermiştir.

     

    Bizler bu filmi yapanları para kazanma hırslarına yenilmiş, para karşılığında her şeylerini feda edecek kadar alçalmış olduklarını dahi düşünmüyoruz. Yani sırf para kazanmak için ecdada sövecek kadar masum olduklarını düşünmüyoruz. Bunu beslendikleri irinden ve necasetten teşekkül hayat alanlarının doğal bir sonucu olarak görüyoruz.

     

    Biliyoruz, yapmış olduğumuz program onların ki kadar geniş kitlelere ulaşamayacak. Onların ki kadar etkili bir algı da bırakmayacak. Fakat “muhteşem” ecdadın biçare torunları olarak safımızı belli edip bir konferansla Kanuni Sultan Süleyman'ı hem yad etmek, hem de onu uzmanından öğrenmek için bir program tertip etmiş bulunmaktayız.

     

    Muhteşem Sultan Süleyman'ın gerçek aşkının ne olduğunu anlatabilmek adına da programımızın adını “Muhteşem Sultan Süleyman'ın Hürrem Sultana olan aşkını bir de bizden dinleyin” koyduk.

     

    Prof. Dr. Mehmet Çelik Bey'in sunacağı ve halka açık olacak konferansımıza, başta bu dizinin yapılmasında kullanılan bütün ekip olmak üzere, özellikle dizinin tarih danışmanı Erhan Afyoncu'yu davet ediyoruz.


  11. Malasef azeri hükümeti de bizim dışardan güdümlü tekşef dönemini pek aratmıyor.

    Onlara görede islam gelişmenin önünde engel.

    Onlarında suretleriyle asli kimlikleri farklı.

    Onlarda sömürülmekten kurtardıkları halkı sömürüyorlar...

     

    Allah Azeri müslüman kardeşlerimizin yardımcısı olsun.


  12. Danıştay başörtüsüne ''dur'' dedi!

     

     

    Danıştay 8. Dairesi, 2010 Akademik Personel ve Lisans Üstü Eğitim Giriş Sınavı (ALES) sonbahar dönemi kılavuzundaki kılık kıyafetle ilgili düzenlemelerin yürütmesini oy birliğiyle durdurdu.

     

     

     

    Danıştay 8. Dairesi, 2010 Akademik Personel ve Lisans Üstü Eğitim Giriş Sınavı (ALES) sonbahar dönemi kılavuzundaki kılık kıyafetle ilgili düzenlemelerin yürütmesini oy birliğiyle durdurdu.

     

    Eğitim ve Bilim İş Görenleri Sendikası (Eğitim-İş) 2010 ALES sonbahar dönemi kılavuzundaki ''başvuru merkezinde yapılacak başvurular'' alt başlıklı A bendi ile ''postayla başvurular'' alt başlıklı C bendinin ve ''sınava girerken adayın yayında bulundurması gereken belgeler'' ana başlığı altında yer alan ''bir fotoğraf'' başlıklı C bendinin başı açık ve başı açık olarak sınava girilmemesi halinde sınavın geçersiz sayılacağı şeklindeki ibarelerin yer almaması nedeniyle eksik düzenleme yapıldığı gerekçesiyle iptali ve yürütmesini durdurması istemiyle Danıştay'da dava açmıştı.

     

    Danıştay 8. Dairesi, kılavuzdaki söz konusu düzenlemelerin yürütmesini oy birliğiyle durdurdu. Daire'nin kararında, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Danıştay'ın başörtüsü ile ilgili kararlarına da yer verilerek, bu anayasal ve yasal kurallar karşısında dava konusu düzenlemenin hukuken kabul edilebilir bir dayanağının olmadığı vurgulandı.

     

    Daire, kılavuzda başı açık fotoğraf çektirme ve sınava başı açık girilmesini zorunlu kılan düzenlemelere yer verilmemesi nedeniyle, başvuruda bulunan erkek-kadın adayların fiziksel olarak teşhislerinde güçlük oluşacağı ve sınav güvenliği açısından olumsuz sonuçlar doğabileceğine işaret etti.

     

    AA

     


  13. Selami Güdener Milli Gazete'de,

    Türkiye'yi ayağa kaldıran ve "Muhteşem İhanet, Muhteşem Rezalet" isimleri ili anılan "Muhteşem Yüzyıl" isimli dizi ile ilgili öyle bir yazı kaleme aldı ki...

    resim1652771.jpg

     

    İşte o yazı:

     

    Muhteşem Yüzyıl adlı televizyon dizisiyle, Hür Adam sinema filminin gösterime girmesi aynı tarihlere denk gelince, iki yapımın tartışmaları da paralel yürüdü; birbirine karıştı.

     

    Muhteşem Yüzyıl Kanuni Sultan Süleyman'ın, Hür Adam'sa Said Nursi'nin hayatlarını konu ediniyor. Büyük tarihi şahsiyetlerin hayatlarını sinema perdesine yansıtmak kolay değildir; tartışma çıkarması, küçük ölçekte depreme neden olması beklenir.

     

    Ancak ne var ki, tartışmayı bilmiyoruz. Abartmayı seviyoruz. Olayı kendi bağlamından koparıp başka mecralara çekmekte üzerimize yok. Kamplaşmak vazgeçebildiğimiz bir şey değil. Tartışmayı kavgaya dönüştürme temayülü ve becerimiz; savaşkan ruh yapımızın dışa vurumu olsa gerek.

     

    Tartışmayı tadında bırakmalıydık; işi meydan muharebesine dönüştürmenin anlamı yoktu; nitekim Muhteşem Yüzyıl üzerine yürüyen bu tartışmalar, 'Muhteşem reklam' oldu film için. Yapımcıları mutlu olmalıdır.

     

    Ele verir talkını da... Ben de bu tartışmaya girerek, bir anlamda saflarda yerimi almış olmuyor muyum? Ancak bazı şeyler insanın kanına dokunuyor; seyirci kalmak da olmuyor. Kanuni Sultan Süleyman'ın hayatını anlatan bir filmin; her ne kadar abartı sanatını kullanacağını hesaba katarsak katalım, tarihi gerçeklikle ters düşmemesini, vicdanı elden bırakmamasını beklemek hakkımızdır. Türk tarihinin en 'muhteşem' kişiliklerinden biri ele alınıyorsa; milletin titizlenmesinden, adeta buluttan nem kapsamından daha doğal bir şey olamaz.

     

    Kanuni tam 46 yıl saltanatta kalmıştır. Siz buna 46 yıl savaşmıştır da diyebilirsiniz. Dile kolay... Tahta oturur oturmaz, cenk meydanlarına dalmıştır; sanıldığı gibi ya da yansıtıldığı gibi hareme değil... Tam 13 büyük savaşa; meydan muharebesine bizzat komuta etmiştir. Bir meydan muharebesi yapana mareşal diyorlar; dikkat buyrula! Döneminde çıkan kimi isyanlar, deniz savaşları, Hint seferleri vs. de cabası... Son dönem padişahlarıyla karıştırmayın onu; saraydan dışarı çıkmayanlardan değildir. Sevişmekten değil, savaşmaktan yorgun düşmüş bir padişahtır o. Cihanı titreten... Yenilgi yüzü görmeyen... Bağdat'ın da fatihidir, Macaristan'ın da... Viyana kapılarına dayanandır. Ömrü savaş meydanlarında geçmiştir; nitekim ecel Zigetvar'ın kuşatması sırasında kendisini yakalamamış mıdır? Mücahit, gazi padişahlardandır. Bırakın zevk-ü sefaya dalmayı... O saltanatının hiçbir döneminde gevşek bir sultan olmadı. 46 yıl savaşmış bir padişahı, salon adamı, harem ağası gibi göstermeye kimin hakkı vardır! O sizin gibi, 'savaşma seviş' diyenlerden değildi. İnsaf!

     

    "Efendim ne var bunda! Bu bir televizyon dizisi; tarih kitabı değil ki! Sanatsal yönüyle olaya bakmak lazım" denilemez. 'Mustafa' filminin başına gelenler unutulmuş olamaz. Mustafa Kemal, film boyunca hep sigara içiyor, kafayı çekiyor diye az mı eleştirildi! Üstelik hiç kimse "Atatürk sigara içmiyordu, Çankaya'da çilingir sofrası kurdurmuyordu" diyemediği halde...

     

    Hammer bile sizden daha insaflı; "Padişahın nazar-ı dikkati bir an devlet işlerinden başka yönlere sapmamış, ef'alinin her biri büyük adam, büyük hükümdar, tam Müslüman ahlakına dalalet eder şekildeydi. İslami kaidelere tamamen sadık olarak ilimler ve sanatları himaye ederdi" demiştir. Tartışmalı işleri olmamıştır denilemez elbette. Ne ki, tarih Hammer'in ağzından hükmünü vermiştir.

     

    Bütün filmlerin 'ideolojik dili' vardır muhakkak. Ancak biz taraftarı tribünde görmeyi severiz. Yeri orasıdır. Fanatikliğe ise tribünlerde bile tahammülümüz yoktur. Üstelik taraftarlıkla, tarafgirlik birbirine karıştırılmamalıdır. Taraftar olmak için takımını desteklemek yeterlidir; karşı tarafı kötülemek, hak yemek gerekmez. Kimin hangi tarafta olduğunu öğrenmemiz, övgülerinden belli olmalıdır; sövgülerinden değil... Gel gör ki, devir değişti; sanki İslamcı-muhafazakar iseniz, Atatürk'e yan bakmak, laf çakmak gerek... Laik ve ilericiliğin olmazsa olmazı ise, Osmanlı padişahlarını olur olmaz kötülemek, küçük düşürmek... Her ikisinin ortak paydası da geçmişe sövmek...

     

    Yazılanlara çizilenlere bakılırsa, Padişahların çoğu, muhtar bile olamazdı; koca Osmanlı'yı iyi ya da kötü nasıl idare ettilerse!

     

    Galiba fanatiğin en masumu tribünlerde... Hiç değilse bütün öfkesini, kinini orada boşaltıyor. Onun kötülüğü orada kalıyor. Son söz şu: Muhteşem Süleyman'ın üzerinden 'muhteşem rezalet'e imza atmak, kişi için sicilini bozmaktan başka bir yarar getirmez.

     

    O sizin gibi libidosu taşkın biri değildi. Dua edin, onun dönemine denk gelmediğinize...

    Zira sizin gibileri hadım ederdi.

     

    Selami Güdener/MİLLİ GAZETE


  14. Öyle umuyorduk ve bizim ve hesabımızdan ötesi olmadı...

    Malum çehre sahiplerinin bunu bile savunacaklarını, bunu bile "Ne var bunda kardeşim?" ci bir eda ile, sırf islama hakaret-yerme hesabına destekleyeceklerini biliyorduk.

    100 numara ya ağızlarını imrendirecek kalite(!)deki bu güruh yapılan rezilliğin savunmasını yapacak kadar alçalabildi. Bizden olmadığını binlerce defa müslüman mahallesinde salyangoz satarak ispateden. Bunu işportacı tezgahına tenezzül etmeden holdink çapında daimi bir suretle gerçekleştiren, hasisliği tescilli bu zerzevat ehli iş din düşmanlığına gelince tüm maddi imkanlarını kesenin ağzını yırtarcasına sefeber ederler.

     

    Bu başlıkta gaste lerde yayınlanan ecdadımıza küfrün en müdafaalarını paylaşacağız.

    İnş. başlık çok uzamaz...


  15. Anlaşılan arkadaş özür beklerken bile ne hale düştüğünün farkında geğil ki ağzından boşalanların mahiyetini idrak edemeden sallayıveriyor.

    Senin sokratvari adabın olmasaydı hiç kimse "Yav buralarda bir birkereyemahsus vardı ona bi hakaret-küfür edelimde rahatlayalım" demezdi. Hatta mesajınızdan öğrendik ki biz küfür ve hakaret yolunda çok gerideymişiz(aslında bir tek onu öğrendik).

    Eğer umuma açık bir yerlere birşeyler yazarsanız, yazdıklarınıza lehtar yada alehtar kişiler, menfi yada müsbet cevaplar alma riskini almışsınız demektir. "Hamama giren terler" misali. Yani (senin tabirinle) eğer fikirlerini savunmayacak kadar zavallı isen onları kendine saklayacaksın...

    Yok öyle; ben yazayım sokrat gibi önüme geleni uyarayım herkeste benim dediğimi yapsın sorulan sorulara açıklama yerine edepsizce mukabele edeyim, sonra sıkışınca forum yöneticisi gelsin beni bulunduğum durumdan hooop kurtarıversin... Yok öyle muhabbet! Onu öbür eline alda dökülmesin amcaaa...

    Burada söylediklerin için yazılanlara ya edebinle cevap vereceksin yada -oda bir erdemdir- etrafa necaset(?) saçan çeneni kapatacaksın.

     

    Başka bir başlıktada kitap niyetine okumaktan falan bahsetmiştin o gün gülmüş geçmiştik şimdi o da kalmadı nedense belki bir tebessüm... (enazından yazdığın şiirlerinden falan bahsetmedin [yavaş yavaş oluyormu ne :sticky: ...]) Kendini gördüğün yerin seni, günübirlik bi mutluluğa sevkettiği kesin. İnş. ebedi mutluluk sanada nasibolur(sen sahip oluyordun dimi... pardonss)

     

    Kimse sana kafir demedi onu ima bile etmedi, sıkışında tek yapabildiğin hakaret ve küfrün ötesiymiş demek, aynı anda iftirada atabiliyormuşsun. Hakkaten kendi sınırlarınızı zorlamışsınız üstad(!!!)ım. Değin gibi Karakoç demiş ise doğrudur birde kimin için dediğine bakmak lazım tabii. ( Şimdi sen bunda şaşırırsın :wave::) )


  16. SAYENDE

     

     

    Bre kart rejisör yeter bu oyun.

    Yanan ne ocaklar söndü sayende.

    Sen seni kurt saydın, milleti koyun..

    Vatan viraneye döndü sayende.

     

    Bastığın toprakta bir ot bitmedi;

    Uluduğun yerde bir kuş ötmedi.

    Sana ölümün de gücü yetmedi;

    Örenlere baykuş kondu sayende.

     

    Gururda Nemrud'sun, inatta katır..

    "Allah Bir" diyene indirdin satır.

    Bizde ne koydun ki, batır ha batır..

    Damarda kanımız dondu sayende.

     

    Kızıl maya çaldın, kıp - kızıl tuttu;

    Oğlun, kızın kimliğini unuttu.

    Seymenlerin bütçemizi kuruttu;

    Yalnız yoldaşların ondu sayende.

     

    Vatanı ipotek ettin beleşten;

    Nuru var diyerek korktun güneşten.

    Senin her şölenin kandan, ateşten..

    Nice koçyiğitler yandı sayende.

     

    Gene de çok ayı oynar tefine,

    Adın her sapığa gizli define.

    Devrim robotları doydu keyfine,

    Enikler çukura indi sayende...

    • Like 2

  17. iyi dedin amca...

     

    Böyle bir amentü yok ama biz nerden de bulup yumurtladık?.. :)

    Allah aşkına şimdi bunları dökmeye kalksak ne yazmaya sayfa büyüklüğü yeter nede okumaya göz feri.

    İslam'da insan kazanma girişe kadar olur. Sözlerinle anlatırsın, hareketlerinle gösterirsin, muhatabın beğenir ve nasibi varsa kabul eder. Ama ondan sonrası için iş o kadar tozpembe değildir kusura bakmayın. Yıllardır birlikte yaşadığım, Allah'a, O'nun dinine salyalarıyla saldırmaktan vazgeçmeyen, (malesef) aynı vatanı paylaştığım bir cenah mevcut. Kimse benden onları ikna edebilmekle, hakaretlerini sindirmemi, onlara islamı anlatmak(!)la, yaptıklarını unutmamı karıştırmasın. M.Kemal'in bu ülke insanı için neler yaptığını çook iyi biliriz. Lakin bunları sen gibi okul kitaplarından öğrenmedik.

     

    Lozan'a dair de böyle bir çıkışın vardı...

    Efendi!.. Benim okuduğum kitaplarıda oku demiyorum. Git lozan zabıtlarını oku, o dönemin meclis zabıtlarını oku, oku ondan sonra gel tarih okuyup okumayan olarak birbirimizi itham edelim. Mesela unutulan, unutultuğu için yunana bırakılan(!) Limni adasının hikayesini, bu yüzden bizim(!)kilerle dalga geçen ingilizlerin ağzına gücü yetmeyen sefirini oku sonra milliyetçilik yap.

     

    Türklüğüm grurum, Müslümanlğım özellikle O(s.a.v.)'nun ümmeti olmam, milyarlaca yıl yapsam şükrünü yetiremeyeceğim sevincim. Grurum ondan gelir ki benim kanımdan olan-benim ceddimin bu ümmete herkesten daha fazla hizmet etmiş olması...

    Onları gönlümde yücelten bu dini Rabbimin onların eliyle yüceltmiş olması. Yoksa haşa bizim grururmuzun sebebi kuru bir kafatasçılık değil.

     

    M.Kemal'in silah arkadaşlarınada biz birşey demedik. Mesela K.karabekir, mesela Meraşal Fevzi Çakmak kendi hatıralarında sana gereken cevabı kendileri verirler. Kim silah arkadaşlarına karşı neler etmiş. Kim sürgüne göndertmiş, kim sahte suikastler tertipletip kelleler kestirmiş vesaire vesaire...

     

    Sonuç olarak N.Fazıl'dan (biz Üstad deriz) bu şartlardan ötürü soğuman hamamdan zemheri ayazına çıkan sevahil memleket insanını andırır ki; şimdi olmasa (okumaya devam edersen)başka bir gün mutlaka karşına çıkacaktı...

    Zaten Üstad şairliğini "Benim en zayıf yönüm" diye tasfir eder ki buda sizin ondan yeterince istifade edemememiş olmanız demektir. Ben sizin adınıza üzülüyorum, üstadın şiirlerinde ki edebi yönü bu bu seviyede sentezleyebilip fikrinden bukadar mahrumolmak...

     

    Siz yinede buyrun şu konuya göz gezdirin. Bunlarada yok öylr şey falan demeyin ama. Bunlardan bir kısmının kendisine takdim edildiğini bazılarını takdir ettiğinide aklınızda bulundurun...

    • Like 4
×
×
  • Create New...