Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

mahlas

Editor
  • Content Count

    250
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    10

Posts posted by mahlas


  1. Allah Var!

    Daha Ne İstiyorsunuz?

    İşte Her An Yeni, Her Derde Deva, Her Gayrete Mesnet Ebedi Haber!

    Allah Var Fakat Bizim Ondan, Yalnız Sorulduğu Zaman Haberimiz Var!

     

     

    Aile içi düzen ve mutluluğun çözümünün İslam'da olduğunu anlamış.

     

    Neden insanlar başlarına bir nusibet gelmeden bin nasihattan paye almazlar nefislerine.

    Hoş, bin müsibete rağmen kafasını elleri arasına alıp düşünemeyenlerde az sayılmaz hani.

    Şu haliyle Hülya hanımı tebrik ediyor ve hideyet yolunda son nefese kadar sabit kalmasını niyaz ediyorum.


  2. Bülent Ecevit'in Başbakan olduğu 10 yıl önce Erzurum Vali Yardımcısı iken Kilis'e atanınca "Dindar olmamak, torpilli olmak lazım" diyerek istifa edip, Erzurum'da pideci dükkanı açan Ali Yener, AK Parti iktidara gelince yeniden bürokrasiye döndü.

     

    Erzurum Güncel-

    Bülent Ecevit'in Başbakan olduğu 10 yıl önce Erzurum Vali Yardımcısı iken Kilis'e atanınca "Dindar olmamak, torpilli olmak lazım" diyerek istifa edip, Erzurum'da pideci dükkanı açan Ali Yener, AK Parti iktidara gelince yeniden bürokrasiye döndü. Samsunlu Ali Yener, hemşehrisi Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç'a önce danışman oldu, ardından Mersin'de yapılacak yaklaşık 500 milyon lira bütçeli 2013 Akdeniz Oyunları Koordinatörü olarak atandı.

     

    Gençlik ve Spor Bakanlığı'nın 2013 Akdeniz Oyunları'nın koordinesiyle ilgili düzenlemeleri yürütecek görevlendirmelere ilişkin kararları 15 Eylül'de Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğü girdi. Bu kararda yaklaşık 500 milyon lira bütçeli Akdeniz Oyunları'nın koordinesi için 400 kişilik ekip kurulacağı ve bakanlık danışmanı Ali Yener'in koordinatör olarak görev yapacağı belirtildi. Gençlik ve Spor Bakanı, Samsun Milletvekili Suat Kılıç'a doğrudan bağlı olarak sportif ve ekonomik organizasyonları yönetmekle görevlendirilen Ali Yener'e 14 bin 995 lira brüt maaş uygun görüldü.

     

    VALİ OLAMADI PİDECİ OLDU

     

    Akdeniz Oyunları'nın başına getirilen Ali Yener, 1966 Samsun doğumlu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu Ali Yener, 10 yıl önce Bülent Ecevit'in Başbakan olduğu dönemde Erzurum Vali Yardımcısı ile Kilis'e atanmasına tepki gösterip, istifa ederek 'pideci' oldu.

     

    Kamu görevine Tokat'ta kaymakam olarak başlayan, Konya- Emirgazi, Erzincan- Kemah ilçelerinde kaymakamlık yaptıktan sonra Erzurum Vali Yardımcısı olan Ali Yener, Kilis'e atanınca siyasi baskı gördüğünü öne sürüp, istifa ederek mesleği bıraktı.

     

    'DİNDAR OLMAMAK, TORPİLLİ OLMAK LAZIM"

     

    2003 yılına kadar Erzurum'da pideci dükkanı işleten ve Liberal Demokrat Parti İl Başkanı olan Ali Yener, 2001 yılında istifasıyla ilgili Zaman Gazetesi'nde şu sözleri yayımlanmıştı:

     

    "Dindar olmamak, torpilli olmak lazım. Kamuda insanlara yardım edememenin ıstırabını hep yaşadım. Biz ne kadar hizmet etmeye çalışsak da siyasi baskılar yüzünden bunu bir türlü başaramadık. Kamuda konjonktüre göre bazı yerlere yakın olman gerekir, ancak o zaman başarılı olarak görülürsün. Mesela 1980'li yıllarda kaymakamlar için dindar olmak artı puan iken 1990'lı yıllarda dindar olmamak ve Atatürkçü olmak artı puan olarak görülüyor. Bizim meslekte hiçbir arkadaşımız ne olduğu gibi görünüyor, ne de göründüğü gibi olabiliyor. Vali olmak için başarılı olmak değil, torpilli olmak gerektiği için 30 yılımı daha boşa harcamak istemedim. Önceki görevimizde de elimiz kolumuz bağlı olduğu için ve insanlara hizmet yapamadığım için istifa ettim."

     

    İstifa ettiği dönemde kamu yönetimiyle ilgili sert eleştirilerde bulunan Ali Yener, AK Parti'nin tek başına iktidar olduğu 2002'deki seçimlerden yaklaşık bir yıl sonra, 30 Ekim 2003 tarihinde yeniden kamu hizmetine döndü. Yener, Ordu Vali Yardımcısı olarak göreve başladı. 2008 yılına kadar bu görevi sürdüren Ali Yener, İçişleri Bakanlığı kararnamesi ile birinci derece kadrolu hukuk müşavirliğine atandı, daha sonraki süreçte Gençlik ve Spordan Sorumlu Devlet Bakanı danışmanlığı görevine getirildi. Gençlik ve Spor Bakanlığı'nın yeniden teşkilatlandırılması sürecinde aktif rol aldığı belirtilen Ali Yener'in son görevi ise hemşehrisi Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç'ın göreve başlamasının ardından Akdeniz Oyunları Koordinatörlüğü oldu.

     

    Danışmanlıktan koordinatörlüğe geçen Ali Yener'in, yeni göreviyle birlikte maaşının da arttığı belirtildi. -

     

    K


  3. Zor geliyor be azizan...

    Şu sıcak ve uzun yaz günlerinde 16 saate varan bu bilinçli açlık, insanı ne kadarda yoruyor.

    Hele benim gibi etrafınızda yalnıca açlığı ve iftar(!) saatini düşünerek kendine sunî stres depolamışların bolca olduğu bir mekanda iseniz vay halinize...

     

    İnsan bazen soruyor kendine;

    Hemen yanıbaşımdaki bölümde güzel bir kahvaltı ardından çay ile sigara kombinasyonunu icra etmek varken,

    "Niye buna (açlığa) sabretmek zorunda olayım ki?"

     

     

    aclik.jpg

     

    719pxd094d0b8d181d182d1.jpg

     

     

     

    acliktanolenbircocukann.jpg

     

     

    throughtheeyesofthemili.jpg


  4. Hırıstiyanlar papaz karşısında günah çıkartır, Yahudiler ağlama duvarına müracaat ederler, bizde için Hacca gideriz...

    Ondan önceki hayatımızda yaptığımız tüm günahlardan arınmak için...

    (yine aklıma üç şaklabanın el ele tutuşup temsili sıratı geçtikleri şu melun kareler geldi)

     

     

    Allah(c.c.) sonumuzu hayreyleye...


  5. Mimar Sinan'ın Selimiye(Sultan Selim) Camii'nin kubbesini o genişliğe oturtmak için 13 bilinmeyenli bir denklemi matematiğin bilinen 4 ana işleminden farklı besinci bir işlem bularak çözdüğü söylenir.

    Ayrıca minarelerin şerefelerine çıkanların yolda birbirlerini görmemeleri ise büyük bir dehanın ürünüdür.

    Mimar Sinan bu sistemi 2 metre çapındaki minarelere yüzyıllar önce monte edebilecek bir dehadır

     

    Bir gün Selimiye Camii'ne girenler, kubbenin altında bir Japon'un ayaklarını kıbleye doğru uzatmış sırtüstü yattığını görmüşler...

    Tabii hemen Japon’u, "Burası kutsal bir yer. Bu şekilde yatmak bizim inançlarımıza göre saygısızlıktır. Lütfen oturun veya ayakta durun" diyerek uyarmışlar. Ancak, Japon trans vaziyetteymiş, gözlerini kubbeden ayırmadan şöyle sayıklıyormuş:

     

    "Bu imkânsız. Ben yılların mühendisiyim. Bu kubbe var olamaz. Hayal görüyorum. Bu kubbenin orada o şekilde durması fizik ve matematik kurallarına aykırı. Bu imkânsız, orada hiçbir şey yok, orada hiçbir şey yok..."

     

    ZEMİN GEVŞEK TOPRAK

     

    Selimiye camisinin zemini gevşek toprakmış. Bu nedenle minarelerinin yakın zamanda yıkılacağı fark edilmiş. Uluslararası bir grup bilim adamı toplanmışlar. Nasıl kurtarırız bu tarihi minareleri diye kafa kafaya vermişler. Sonuçta en son teknoloji olan metal kelepçelerle minarelerin temellerini sabitlemenin en iyi çözüm olduğuna karar vermişler.

     

    Minarelerin temellerini açınca, koymayı düşündükleri kelepçelerin aynısıyla karşılaşmışlar. Mimar Sinan bilmem kaç yüzyıl önce aynı şeyi düşünmüş meğerse!

     

    JAPON HEYETİ ŞAŞIRTAN TEKNİK

     

    1950–60 arası bir tarihte inşaat mühendisi, mimar ve jeofizikçilerden oluşan bir Japon heyeti Türkiye’ye gelmiş.

     

    Heyet İmar ve İskan Bakanlığı’ndan izin alarak ülkemizdeki tarihi yapıları incelemeye başlamış. Ayasofya’yı, Yerebatan Sarnıcını filan gezdikten sonra sıra Sinan' in kalfalık eseri Süleymaniye Camisi'yle Sinan’ın öğrencisi Mimar Davut Ağa’nın eseri Sultanahmet Camisi'ne gelmiş. Japonlar bu camiler üzerinde günlerce inceleme yapmışlar. Her geçen gün şaşkınlıkları daha da artıyormuş. Çünkü Japonlar daha ilk incelemede camilerin gevsek bir zemin üzerine inşa edildiğini anlamışlar.

     

    Ama bunca yıl, bu camilerde bir çatlak dahi olmamasına akil sır erdirememişler. Bunun üzerine Türkiye programının gerisini tamamen iptal edip, bu iki cami üzerine yoğunlaşmışlar.

     

    Araştırmalarının sonucunda herhangi bir sarsıntı sırasında bu iki caminin sabitlenmediğini aksine yerinde oynayarak yıkılmaktan kurtulabildiği ortaya çıkmış. Minareleri incelediklerinde ise dumurları ikiye katlanmış. Minarelerin çok daha gelişmiş bir raylı sistem mekanizması üzerine oturtulduğunu ve her yöne yaklaşık 5 derece yatabildiğini görmüşler. Daha derin araştırma yapmak için Edirne'ye, Sinan’ın ustalık eseri Selimiye Camisi'ne gitmişler. Oradaki olağanüstü sistemleri görünce iyice şoke olmuşlar.

     

    RAYLI SİSTEMİ SİNAN'DAN ÖĞRENDİLER

     

    Selimiye'nin tüm sırlarını aylarını harcayarak çözmüşler. Japonya'ya döndüklerinde ise Sinan’ın sırlarını uygulamaya sokarak şehirlerini Sinan’ın kullandığı sistemlerle kurup muazzam gökdelenler dikmişler. Yani su an gelişmiş ülkelerin gökdelen yapımında kullanıldıkları çoğu sistem, yüzyıllar önce Sinan’ın geliştirdiği mekanizmalarmış.

     

    (Selim'in dehasına bir dip not olarak; Tac Mahal’in mimarı Mehmet Efendi Mimar Sinan’ın öğrencisidir.)


  6. Kanuni Sultan Süleyman tarafından II Selim adına Mimar Sinan'a imparatorluğun gücünü ve görkemini göstermek adına inşa ettirildi 6* yılda bitirilen ve Sinan’ın "ustalık eserim" diye iftihar ettiği Selimiye Camii bir çok İslami vasıfları sembolize emektedir

    Bazıları;

     

    -caminin tek kubbesi oluşu ALLAH'ın birliğini

    -pencerelerinin beş kademeli oluşu İslam'ın beş şartını

    -bütün pencerelerinin 99 tane oluşu Cenab-ı Hakk'ın 99 ismini

    -vaaz kürsülerinin 4 tane oluşu 4 hak mezhebini

    -mabedin bütün külliyesinde 32 kapının oluşu İslam'ın 32 farzını

    -arka minarelerinde 6 yolun olması imanın 6 şartını

     

     

    Camii ve külliyesi 7 senede bitirildi

    Ancak 7 yıllık bu uzun süre Kanuni'nin canını sıkmıştı Sinan'ın yapıyı neden bir türlü açmadığını anlamamıştı O sırada her taraftan da dedikodular yağmaya başladı Sultan'a

    Kanuni durumu kendi gözleriyle görmek için bir ikindi vakti Süleymaniye'ye gitti Muhteşem yapının içine girdiğinde Sinan tam da söylendiği gibi caminin ortasında oturmuş nargilesini tüttürmekteydi

    Sultan gözlerine inanamadı Tok sesiyle ve bütün haşmetiyle '' Bu ne iştir Mimarbaşı '' diye haykırdı Oysa Mimar Sinan'ın içtiği nargilede tömbeki yoktu İçtiği sadece suydu

    Usta mimar nargilenin fokurtularını dinleyerek caminin akustiğini ölçmeye çalışıyordu Mihraptaki imamın sesini aynı oranda bütün camiye nasıl ulaştıracağını hesaplıyordu

    Bunun için Anadolu'nun değişik köşelerinden 65 tane dev turşu küpü getirtti Bu küpleri içleri boş ağızları dışarıya gelecek şekilde kubbenin eteklerine dizdirdi. Amacına ulaşmıştı Mimarbaşı. Sesi yüzlerce metrekarelik mekanın her köşesine en iyi şekilde yaymayı başarmıştı.

    ///Mikrofonsuz ses akustiği sağlanabilen en büyük mekandır

     

    Mimar Sinan yapının içine bir de hava koridoru inşa etti.

    Elektriğin henüz bulunmadığı o yıllarda Süleymaniye 275 dev kandille aydınlatılıyordu.

    Sinan bu kandillerden çıkan is camiye zarar vermesin ve cemaati rahatsız etmesin diye orta kapının üzerine küçük bir odacık yaptırdı

    Binanın değişik köşelerine açtığı oyuklardan giren islerin bu odada toplanmasını sağladı.

    Şaşırdınız değil mi?

    Durun daha bitmedi…

    Ve adına da İs Odası denilen bu bölmenin içine özel bir nemlendirme sistemi kurdu Sinan Odada toplanan islerden dönemin en kaliteli mürekkebini damıttı

    Süleymaniye'nin duvarlarında gördüğünüz o muhteşem kalem işleri yazılar süslemeler caminin kandillerinden çıkan isten damıtılan o mürekkeple yapıldı

    Bütün bunlar bunlar günümüzden 458 yıl öncesinin bilimiyle teknolojisiyle yapıldı.

    Son Bir Şifre daha var.

    Hani oyuklar var ya isin bir odada toplanmasını sağlayan hava akımını içeri alan...

    Dışarıya çıkıp o iki oyuktan içeriye baktığınızda birinden caminin içindeki ALLAH diğerinden ise Muhammed yazılı dev levhaları görürsünüz

     

    Ayrıca Süleymaniye'nin hangi köşesini hangi duvarını hangi açısını ölçerseniz ölçün sayısal olarak karşınıza ALLAH kelimesinin ve katlarının çıktığını görürsünüz

     

     

    *bazı kaynaklara göre 7 yıl


  7. Ah! Selimiye ah!

     

    Şu meşhur 4 minareli…

     

    Sinan’ın torunları, ceplerinin astarında kaybettikleri tarih gibi Selimiye’yi de unutsalar da. O; gün gelirde olur ki yüz kızartmaya sebep olurum diye yaradanını hatırlatan minareleriyle dimdik ayakta.

     

    Gitmek nasibolmuştu vakti zamanında...

    Şöyle batı cephesinden (parkın olduğu taraftan) kafamı kaldırıp baktığımda çocukluğumdan bu yana binbir gayretle bastırdığım yükseklik korkumu yeniden depreştirmiş idi. "İlk görüşte aşk" diyorlarya nasıl bir his olduğunu anlatmaya bu kardeşinizin kelime haznesi yetmiyor affedin

     

    Unesco'yu bir kenara bırakıp dede mirasımız olan Selimiye Camii için hatırlatma babından küçük bir derleme;

     

     

     

     


  8. 27 MAYIS DEVRİMDİR.

     

    Sömürgeciliğe karşı bağımsızlık savaşı vererek kurulmuş bir cumhuriyet, devrimlerle uluslaşma yolunda dev adımlarla ilerlemektedir.

    Tarımda, sanayide, eğitimde, sağlıkta, kültür ve sanatta girişilen atılımlarla hem hızla kalkınmakta, hem de kendi gereksinimlerini kendisi üreterek bağımsızlığının güvencelerini yaratmaktadır. Kendi öz dilini kullanarak anlaşma, inancını anlama ve yaşama yoluna girmektedir. Komşularıyla yaptığı uzlaşmalarla barış ve güvenlik içindedir. Dünya uluslar topluluğunun başı dik, onurlu bir üyesi olarak dünya barışının korunması için uluslar arası kuruluşların oluşumuna ya öncülük etmekte ya da önemli katkılarda bulunmaktadır. Anadolu bozkırları canlanmakta, fabrikalarında uygarlık bacaları yükselmektedir.

    Baştanbaşa demirağlarla donatılmakta, kıyılarında, limanlarında kendi bayrağı dalgalanmaktadır. Tiyatrolarında Muhsin Ertuğrulların oyunları izlenmekte, operalarında Ahmet Adnan Saygunların çağdaş sesleri yükselmektedir. Ulus öncülerinin çağdaş uygarlığı aşma koşusu dünyayı hayran bırakan bir hızla sürmektedir.

    Hatta sık sık “Durmayalım düşeriz” demektedirler.

    İşte tam bu sıralarda, sözde “uygarlığın beşiği” Avrupa’da faşizmin karanlığı yaşanmaktadır. Ortaçağdan beter. İnsanlar fırınlanmakta. Kafatasları ölçülmektedir. Faşizmin karanlığından kaçabilenler genç Türkiye Cumhuriyetinin sıcacık sinesine sığınmaktadır. Emperyalizmin dünyayı kan gölüne çevirme hırsı yeniden depreşmiştir. Hesap, yeniden paylaşmaktır dünyayı. Yeniden sömürgeleştirmek ülkeleri. Yeniden köleleştirmek insanları… Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti “Yurtta barış, dünyada barış” demektedir. Bu kanlı boğuşmaya sürüklenmek istense de, sağından solundan çekilse de “Hayır” demek için mücadele vermektedir. Kendi yurdu bir daha çiğnenmesin, ulusunun burnu kanamasın istemektedir.

    Barış içinde kalmak için güçlü savunma gerektir. Henüz yoksulluğunu aşamamış Anadolu halkı için büyük yük olur savunma hazırlıkları. 2. Dünya Savaşı yaşanırken Türk Halkı da bunalmaktadır.

     

    İşte bu koşullarda yaşanan savaşın halkta yarattığı bunaltıları fırsat bilen ağa, eşraf, bezirgan, eski mandacı yeni işbirlikçi kesimler, başından beri içlerine sindiremedikleri cumhuriyetin halkçı devrimci kurumlarına karşı başlarını yeniden kaldırmaya girişmişlerdir. Sömürgecilerin yarattığı uluslararası gerginlikleri de kullanarak, yeniden Batı sömürgecilerinin kucağına doğru sürüklemişlerdir Türkiye’yi.

    Sömürgecilerin yeni öncüsü ABD, bu koşullardan da yararlanıp ürettiği “komünizm korkusu” yaymış, işbirliğine hazır ağa, bezirgan, tefeci-tüccarları da arkasına alarak, “sözde çok partili demokrasi”ye zorlamıştır Türkiye’yi.

    Ama ne demokrasidir ki bu; “İkili anlaşmalar, Kore Savaşı, üsler, NATO…” verilmiş, bağımsızlığımız, Köy Enstitülerimiz, Türkçe İbadetimiz, sanayileşmemiz elimizden alınmıştır.

    Artık süt tozumuz, Vita yağımız, “Gıslavet” lastiklerimiz, Amerikan bezimiz,Vatan Cephemiz, sansürümüz, tahkikat Komisyonumuz, Meclise sokmama cezalarımız, siyasal saldırılarımız, yol kesmelerimiz, tarikatlarımız, şeyhlerimiz vardır… Ve bir de şehit Turan Emeksizimiz…

    Kısacası nur topu gibi çoğunluk diktatörlüğümüz…

    .

    .

    .

     

    Yaşasın 27 Mayıs Devrimi ve Devrimcileri diye sonlanan yazının tamamı için:

    Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Merkezi


  9. Gelecekte ilm-i kelam alimleri yazacak, birkaç yıldan beri Türkiye'de "Hadis Ayıklama Fırkası" adını verebileceğimiz bozuk bir bid'at fırkası zuhur etmiştir.

     

    Bu fırkanın ABD ve AB tarafından desteklendiğini sanıyorum.

     

    Gayeleri şudur:

     

    Resulullah'ın (salat ve selam olsun ona) on binlerce hadisini, yeni ölçülere ve kıstaslara (kriterlere) göre incelemek ve bunlardan istenilmeyenleri ayıklamak.

     

    Bilindiği gibi Haçlı ve Siyonist dünya İslam'ın bazı inanç, hüküm ve değerlerinden son derece rahatsızdır ve bunların yürürlükten/tedavülden kaldırılmasını istemektedir.

     

    Onlar neler istiyor:

     

    1. Zinanın suç sayılmamasını istiyor.

     

    2. Ailede mutlak şekilde kadın erkek eşitliği istiyor.

     

    3. Din ile dünyanın, ruhani ile dünyevinin ayrılmasını, dinin sadece bir vicdan işi olmasını istiyor.

     

    4. Cihad fi sebilillah (Allah yolunda cihad) istemiyor.

     

    5. Geleneksel gerçek ve otantik İslam'ın "Allah katında tek geçerli ve hak din İslam'dır" inancının kaldırılmasını, onun yerine "Üç ibrahimi din vardır. Yahudilik ve Hıristiyanlık da haktır ve onların bağlıları da ehl-i necat ve ehl-i Cennet'tir" bozuk inancının koyulmasını istiyor.

     

    6. İslam dünyasında dinde reform, dinde yenilik, dinde değişim yapılmasını istiyor.

     

    7. Kur'an, Sünnet ve Şeriat'taki binlerce hükmün tarihsel olduğunun ve bugün geçerli olmadıklarının kabulünü istiyor.

     

    8. Kur'an'ın yeniden AB kriterlerine göre yorumlanmasını istiyor.

     

    9. Hadislerin gözden geçirilip ayıklanmasını istiyor.

     

    10. Ilımlı bir İslam istiyor.

     

    11. Sulandırılmış evcil bir İslam istiyor.

     

    12. Müslümanların din konusunda onlarca büyük, yüzlerce küçük fırkaya ayrılıp birbirleriyle amansızca tartışmalarını, çekişip tepişmelerini istiyor.

     

    13. BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) ile İslam ülkelerinin parçalanmalarını ve Müslüman dünyasındaki balkanlaşmanın daha da ileriye götürülmesini istiyor.

     

    İşte hadis ayıklamaları faaliyeti bu cümledendir.

     

    Bu işi bedavaya, "Allah rızası" için mi yapılmaktadır?.. Duyduğuma göre bu konuda büyük paralar harcanmakta, birtakım ayıklayıcılara yüklü telif ücretleri ödenmekteymiş.

     

    Peki, Allaha, Resulüne, Kur'ana, Sünnete, Şeriata bağlı ihlaslı, şuurlu, uyanık Müslümanlar bu ayıklama fırkası karşısında ne yapacaklardır?

     

    Birinci olarak buna karşı çıkacaklardır.

     

    Dinde reform, dinde değişim, dinde yenilik akımlarına muhalif olacaklardır.

     

    ABD'nin, AB'nin, İsrail'in, Siyonizmin, Papalığın, Evangelistlerin ve diğer İslam karşıtı güçlerin, Müslümanların din işlerine burunlarını sokmamasını isteyecektir.

     

    Bir soru: Hadis çalışmaları ve araştırmaları yapılmasın mı?

     

    Böyle bir şey diyen yok... Yapılsın ama bu iş, İslam'ı bozmak, dinimizi tahrif etmek isteyenlerin şeytani destek ve teşvikleri ile yapılmasın.

     

    Bendeniz bir Ehl-i Sünnet ve Cemaat müslümanı olarak üniversite seviyesinde "Darü'l-Hadisler" bile açılmasını isterim. Lakin bunların başında ve kadrolarında gerçek icazetli ulema, fukaha ve muhaddisler olmasını da temel şart olarak ileri sürerim.

     

    Nasıl ulema ve fukaha?

     

    Merhum Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi...

     

    Merhum Düzceli Muhammed Zahid el-Kevseri...

     

    Merhum Yusuf İsmail en-Nebhani...

     

    Merhum Mekke Şafii Reisüluleması Ahmed Zeyni Dahlan...

     

    Ve bunlar gibi saf İslam'ı bilen ve savunan icazetli gerçek ulema.

     

    Hadislerin incelenmesi ve araştırılması mezhepsiz, reformcu, telfik-i mezahib isteyen ilahiyatçılara verilemez. Onlar hadis incelemesi ve araştırması yapmazlar, "ayıklaması" yaparlar.

     

    Müslüman kardeşlerimi uyarıyorum... İslamdaki bütün yenilik, değişim ve reform hareketlerine karşı çıkınız. Amerikalılar, Avrupalılar, oryantalistler din işlerimize burunlarını sokmasınlar. Sinsi planlar yapmasınlar.

     

    Müslümanları şu konuda da uyarıyorum: Reformcuların, ayıklamacıların, mezhepsizlerin, Fazlurrahmancıların bazısı açık çalışıyor. Bir kısmı ise taqiyye yapıyor. Bu ikincilerden çok korkunuz ve sakınınız.

     

    Dinimiz içten yıkılmak isteniyor.

     

    Emperyalistlere, sömürgecilere, Siyonistlere, Haçlılara zarar vermeyecek evcil bir İslam türetilmek isteniyor.

     

    1924'te Hilafet-i Muazzama-i İslamiyeyi yıktılar ve o günden beri İslam dünyası başsız, otoritesiz, hiyerarşisiz kaldı.

     

    (İngilizce bilen muhterem okuyucularımdan /khilafah.com/ sitesini fikir edinmek için tedkik buyurmalarını rica ederim.)

     

    *(İkinci yazı)

     

    Keramet mi İstidrac mı?

     

    A çokbilmiş, senin keramet sandığın şeylerin çoğu istidractır. Biliyorum istidrac nedir diye soracaksın. İstidrac kafirlerde, kötülerde görülen keramete benzeyen ama keramet olmayan olağanüstü hallerdir.

     

    Memleketin şu haline bak: Pislik götürüyor her kesimi.

     

    Siyasete bak... Medyaya bak... Eğitime bak... Caddelere, meydanlara bak... Bak yahut bakma...

     

    Otobüste herkesin arasında sevişip öpüşen birbirini mıncıklayan çifte fazla bakma. Sonunda suçlu sen çıkarsın.

     

    Paran ve biraz sabrın varsa sana bir şey tavsiye edeceğim. Git bir kangal ucuz sucuk al ve bir laboratuarda tahlil ettir. Bak içinden neler çıkacak.

     

    Bu ülkede Müslümanlara din hürriyeti var mı yok mu... Müslümanlar Taksim meydanının bir kenarında cami yaptırabiliyorlar mı?

     

    Pek yeni bir vak'a. Liseli bir kızcağız şiir okuma yarışmasında birinci olmuş. Başı örtülü olduğu için sahneye çıkartılmamış, ödülü verilmemiş.

     

    Şu Türkiyeli Müslümanlar ne kadar vefalı!.. Başı örtülü olduğu için işinden atılan dahiliye uzmanı Dr. Zeliha'yı ne çabuk unuttular.

     

    Evvelki Pazar, sabah namazını yanımda iki dostum olduğu halde Beşiktaş Sinan Paşa camiinde kıldım. Bizden başka yedi cemaat vardı, biri koruma memuru, bizimle birlikte tam on kişi... İmam efendinin önünde bir sabit mikrofon, bir de yakasına takılan kablolu seyyar mikrofon. Milyonla halkın yaşadığı bir ilçenin en büyük ve merkezi camiinde üçü başka yerden gelmiş sadece on kişilik bir cemaat...

     

    Bak seni uyarıyorum: O herifin yemeğini yeme, hatta çayını bile içme. Çünkü o haram para sahibidir.

     

    Ramazan yaklaşıyor. Beş yıldızlı lüks bir otelde iftar ziyafetine çağrılırsan istersen git istersen gitme ama gitmezsen iyi etmiş olursun. Çok sakıncası var: Bir kere mekan içkili... Sonra beş yıldızlı ziyafet Kur'ana ve Sünnete aykırı şekilde toplanan ve sarf edilen zekat paralarıyla yapılıyor.

     

    Yemeğini yersin, akşam namazını paldır küldür kılarsın ve tv'nin karşısına geçersin. Bugünkü programlar ne kadar zengin ve yüklü. Yalan, dolan, sansasyon, merak, flaş flaş flaş... Göğüslerinin beşte üçü görünen makyajlı kadınlar... Hah hah hih hih hoh hoh... Aman yerinden kıpırdama, tuvalete sonra gidersin, biraz sonra açık oturumda müthiş bir kavga olacak. İki saygın ve seçkin kişi birbirine girecek, havada küfürler uçuşacak. Sunucunun ağzı kulaklarında. Öyle ya, reyting meselesi.

     

    Haberin var mı? On üç yaşındaki kız aşırı şekilde şişmanlamaya başlamış. Zamanımız fitness devri. Anne baba telaşa düşmüşler, kız tombullaşırsa ileride koca bulamaz. Doktora götürmüşler, tahliller yapılmış, aaa müjde müjde müjde kızınız altı aylık hamile! Kürtaj yaptırmışlar, ardından estetik ameliyat. Kız bundan sonra dikkatli davranacak.

     

    Polis müdür yardımcısı uyuşturucudan tutuklanmış... Bu konuda fazla yazamayacağım. Yukarıya tükürsen bıyık, aşağıya tükürsen sakal.

     

    Güneydoğuda on katlı dev bir apartmanın bir kısmı çökmüş. Bereket ki, içindekiler bir gün önce tahliye edilmişler.

     

    Tanıdıklarımdan biri aday oldu. Aklı fikri zikri Meclis'e girmek. Milletvekilliği çok sıkıcı bir iş. Meclis'in en iyi ve neşeli yeri, lokantası. En nefis yemekler en ucuz fiyatlara. Meclis lokantasında yenilen nefis keşkül-i fukarayı Şam'da Hamidiye çarşısında bile bulamazsınız.

     

    Tahtaravalli beyin günahları ve haramları çoğalmış. Hemen vize almış, turistik umre seyahatine çıkmış. Zemzemle yıkanmış gibi pir ü pak dönecek...

     

    Hacı bey, sen sen ol da din hocası genç hanımların ilahi korosunu dinlemeye gitme. Haramdır.

     

    Reformcu hoca dördüncü villasını yaptırtmış. Reform, dinde yenilik, değişim, BOP, ılımlı İslam işlerinde iyi para var.

     

    Adamcağız üçüncü köprü oradan geçecek diye epey arazi almış hayli para ödemiş. Meğerse köprü oralardan geçmeyecekmiş. Adam yıkılmış, bitmiş, perişan olmuş. Beter olsun!

     

    Yooo sizinle tartışmak istemem. Ülke iyiye gidiyor diyorsunuz, ben aynı kanaatte değilim. Ne haliniz varsa görün!..

     

     

     

     

    Mehmet Şevket EYGİ

     

     

     


  10.  

    Taksim'e cami niçin yapılamazmış?

    Çünkü "yürüme mesafesinde yeterince dini tesis" varmış.

    Minicik Ağa Camii var, bir de taa Şişli'de "burjuva camii", başka hatırlayamadım.

    Bir de Maksem'in hemen arkasında "lumpen mescidi" var tabii. Sokak aralarını bilemem, çetelesini tutmadım.

    Aya Triada var, elde zulmetmeye ortodoks cemaat kalmadığı için boş duruyor, çevrede binlerce Müslüman yaşıyor, büyük cami yok.

    Yaptırmıyorlar.

    "Dini simge" olduğu için!

    Çünkü Sinan çok öngörülü bir adam, Süleymaniye'yi dört yüz elli sene sonra AKP'ye oy getirsin diye inşa etmiş.

    Gülünç oluyorsunuz beyler.

    Sonra da "bu kafayla 2049 seçimlerini belki kazanırsınız" deyince kızıyorsunuz.

    Yargının, hani şu "bürokrasinin bayraktarlığını ordunun elinden alan" yargının Taksim'e cami yaptırmama gerekçesine bakınız: "Hiçbir bilimsel ve teknik temele dayanmıyor..."

    Niçin beyefendi? Zemin mi kaygan?

    Marmara oteli ne güzel uyum sağlamış tarihi çevreye, öyle mi beyefendi? Bir mimari başyapıtı...

    AKM'nin tam simetriğinde bir "kütle" daha olsa kötü mü olur onu dengeleyecek, yoksa boşluk mu daha estetiktir, ben çözemedim.

    Bir caminin hangi "bilimsel" ve "teknik" temele dayanması gerektiğini de çözemedim. Mimari projenin "statik hesaplarından" sözetmiyoruz burada, Taksim'e cami yapılması "fikrinden" sözediyoruz.

    Çünkü Taksim Meydanı "cumhuriyet değerleriyle" anılıyormuş... Bunu da TMMOB söylüyor, mühendisler ve mimarlar...

    Öyle ya, orada Atatürk'ün heykeli olunca, cami hiç uymaz. Sizin cumhuriyetiniz camiye karşı mıdır? (Allah Allah, merak ettim, niçin hiçbir seçimi kazanamıyorsunuz yahu?)

    Aynı heykelde Atatürk'ün yanında Bolşevik generalleri Frunze ile Voroşilov da var, onlar cumhuriyetin hangi değerlerine uyum sağlamışlar, Türkiye Komünist Partisi'ni kapatan ve altmış yıl boyunca yasaklayan değerlerine mi?

    Tövbe, gülünç olmuyorsunuz beyler, "bizatihi" gülünç adamlarsınız.

    Ciddi adamlar olsanız, caminin "varlığından" değil binanın "estetik düzeyinden" kaygı duyardınız.

    Çünkü, bu bir gerçek, günümüzde yapılan camiler ya çok sakil, ya da Osmanlı mimarisinin en kabadayısı orta halli taklitleridir.

    Çağdaş mimarlar çağdaş bir cami mimarisi üretemediler. "Gidip de sevimsiz bir bina yaparlar" deyin, anlayalım.

    Mühendis ve mimar olduğunuza göre o binanın sevimlisini, güzelini, görkemlisini yapmak benim değil sizin asıl göreviniz, hadi onu da geçelim. "Biz mühendisler ve mimarlar güzel bir cami inşa etmekten aciz insanlarız" deyin, peki diyelim.

    Ama "gericiler namaz kılarlar sonra" diye cami yaptırmamak...

    Lideriniz Kılıçdaroğlu'ya söyleyin, hiç boşuna nefesini tüketmesin adamcağız. Size iktidar haramdır.

    Siz gidin az satışlı gazetelerde "İstanbul'a köprü de yapılmasın" diye yazılar da yazın, beğenen üç beş kişi çıkar.

     

    22/04/2011

     

×
×
  • Create New...