Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

NFK-Fan

Admin
  • Content Count

    2,361
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    67

Posts posted by NFK-Fan


  1. Selamlar,

     

    Tamam arkadaşlar, sakin olalım.

     

    Yazıları kendi içlerinde değerlendirmeyi ve yazının kendisinde herhangi bir sakatlık yoksa, çoğu durumda müsamahalı davranmayı tercih ediyoruz; istisnalar nadir... Yeri geldiğinde gayrimüslimlerin veya laik gazetelerin yazarlarının dahi isabetli fikirlerini paylaşabilirken, bu meselede bu kadar tepki göstermeye gerek olmadığı kanaatindeyim. Misafirlik alegorisine dönersek de, burada geleceğe dair bir misafir etme kararı sözkonusu değil, zaten gerçekleşmiş olan misafirliklerde adam bize herhangi bir zarar vermediyse onu neden cezalandıralım? Bir üyemiz kasten bu insanın yazılarını paylaşırsa veya Mİ'nin zararlı bir yazısını gönderirse zaten gereken yapılır. Biraz sükunet lütfen.

     

    Saygı ve selamlarımla


  2. Selamlar,

     

    Estağfurullah. Enteresan olan şey, insanların böyle basit ve cahili oldukları meseleleri bile tavsiye vermek için, insanları yönlendirmek için kullanmaya çalışmaları... Fakat hakikatte bu sadece kendilerini komik duruma düşürüyor. Bilmiş bir edayla değiştirmeye çalıştıkları ifadeler, işin aslını yansıtmaktan çok uzak. İnsanların yetersiz bilgiye sahip oluşlarına bakmaksızın laf olsun diye konuşmaları, boş boş tavsiye vermeleri hoş değil. Mevzubahis Üstad'sa hususi bir dikkat sarfetmek gerekiyor, çünkü kulaktan dolma, yalan yanlış bilgi ve yorumlar ortada cirit atıyor. Üstad'ın eserlerini ve cemiyete tesirini bilmeden onun hakkında yorum yapmaya kalkmak, insanı yanlış yapmaya iter.

     

    Saygı ve selamlarımla


  3. Selamlar,

     

    Üstad'ın hakiki bir Üstad olduğunu söylemek için hadiseleri olduğu gibi, araya kin veya cehalet perdelerini yerleştirmeden görebilmek kafidir. Kültür sitesi olarak bahsettiğiniz sitedeki insanlar size bu tepkiyi ancak iki sebeple gösteriyor olabilir: Ya Üstad'a karşı bir hazımsızlık problemi yaşıyorlardır, yahut da onu lise kitaplarından veya en fazla Çile adlı eserinden tanıyorlardır. Aksinin imkanı yok, zira sevseniz de sevmeseniz de onun Üstadlığı o kadar barizdir ki kendisini tanıyan hiçkimse bunu reddedemez. Sevseniz de sevmeseniz de bu hakikati asla reddedemezsiniz, zira aksini iddia cehaletin veya çekememezliğin kat'i bir ispatı olur.

     

    "Üstad, neden Üstad'dır?" sualine cevap vermek durumunda kalmak benim açımdan çetrefil bir hal hakikaten, zira Üstad'ı baştan sona anlatmayı gerektiren bir haldir bu. Üstad'ı Üstad yapan yönlerden sanatı hayli mühimdir, fakat onu sanatıyla sınırlamak çok büyük bir yanlışlık olur. Şahsi kanaatime göre Üstad'dan sanatını çıkarırsanız ondan çok fazla şey götürmüş olursunuz fakat yine de o Üstad olarak kalır; yalnız onun fikirlerini ve diğer yanlarını görmezden gelirseniz elde edeceğiniz netice duayen bir edebiyatçıdan (edebiyatın Üstadı'ndan), zeki bir ifade sihirbazından ve fikir çilesi çeken nasipli bir Müslüman yazardan ibaret kalır. Onun diğer yanlarını görmezseniz, Üstad bizim kastettiğimiz manadaki Üstadlığından çok şey kaybeder. Kendisinin her yönünü ele alıp onu tam bir insan olarak, bütün yönleriyle değerlendirdiğinizde karşınıza çıkan portre şuna yakındır: Edebiyatta Üstad (ki sizin tabirinizi beğenmeyenler de bu noktaya vurgu yapmış), mücadelede bir kahraman, tefekkürde bir deha, sistemleştirmede muvaffak bir münevver; ikna kabiliyeti olan, takipçilerini bilinçlendirebilmiş ve zihinlerine işlediği fikirleriyle onları da aksiyon halindeki şahsına takipçi veya yardımcı kılabilmiş, hemen her konuda yazdığı eserlerle o alanla ilgili en ufuk açıcı bakış açılarını "azat kabul etmez köle"lerine aktarabilmiş, muhafazakar kesimin fikirlerinin sistemleşmesinde ve birikimli şahıslarının "ben de varım" diyebilmesinde doğrudan veya dolaylı olarak büyük katkı sahibi olmuş, büyük bir grubu tek başına rotaya sokabilmiş (visale erdirmek henüz tam nasip olmamıştır), uyandırmış, ufuk açmış, güven aşılamış çok mühim ve önder bir şahıs... Anadolu'da düzenlediği konferanslara katılan yüzbinlerce insanın, bugün mühim yerlere gelmiş olmasına ve cumhuriyetin kurucu takımının tarlalara, bahçelere, büro memurluğuna hapsetmek istediği (yanlış anlaşılmasın, bu bir küçümseme değildir) bir grubun daha yüksek mevkiilere gelebilmesine vesile olan, Müslümanlığı da bu ülkenin dikkate alması gereken bir mevzu olarak gündeme getirebilen bir şahıs Üstad değildir de nedir? Bir görüşe yön veren, bir cemiyeti dirilten şahsa Üstad demek yetersiz dahi kalabilir. Bugün ben şahsen ona layık çapta bir insan olamasam da, onun neredeyse tüm eserlerini okumuş, onun fikirlerine inanmış, onun tavsiye ettiklerini benimsemiş, en azından fikren uyulması gereken bir rota olarak kabul etmişsem, kendimi onun talebesi olarak görmek istiyorsam bu bile tek başına onun Üstad'lık çapta bir insan olduğunu göstermez mi? Üstad olmak için ne gerekiyorsa Üstad'da bunlar mevcuttur ve aksinin iddiası dahi aslında kaale alınmayı hak etmemektedir. Yine de bu insanların Üstad hususunda cahil olduğunu düşünerek hüsn-i zanda bulunalım ve fazla yüklenmeyelim. Kendilerine, Üstad'ı tanımalarından veya çekememezlik gözlüğünü burunlarından kaldırmalarından başka tavsiye edilebilecek bir şey olduğunu sanmıyorum. O tefekkürde de, sanatta da, mücadelede de, ideologlukta da Üstad'dır.

     

    Saygı ve selamlarımla


  4. Selamlar,

     

    Başlığı izlerseniz en azından orantısız güç kullanıldığına hükmedebilirsiniz. Tartışmanın bir anda hakaret kelimeleriyle donanmaya başlaması, bu kelimeleri kullanan kişiye uyarı nevinden bir engelleme verilmesiyle neticelenmeliydi. Biz zorunda kalmadıkça hiçbir kullanıcıyı forumdan atma taraftarı değiliz, fakat bunun gibi, çok ciddi olmadığı halde üçüncü kişileri ciddi bir şekilde rahatsız edebilecek ya da hakaret içeren mesajlara rastladığımızda ufak uyarılarla kullanıcının kendi anlayışına hitap edebilmeyi amaçlıyoruz. Buna rağmen bu hareketlerine devam eden, işi inada vardıran ve kendisinden artık site paylaşımına zarardan başka birşey gelmeyeceğine hükmettiğimiz kullanıcılar hakkında duruma göre siteden atmaya kadar varan müeyyideler de uyguluyoruz.

     

    Bir tartışma varsa bundan genelde her iki taraf da mesuldür. Konuyu akışına bıraksaydık muhtemelen ehl-i kalender de aynı sertlikte bir tepki verecekti. Meselenin daha fazla uzaması birşey kazandırmazdı. Tekrarlamak gerekirse bir hadise çığırından çıktığında bu tarz hafif müdahalelerle hem meseleye son vermek, hem de kullanıcıya birşeyler anlatabilmek amaçlanıyor. Herkesin, neyin ne için yapıldığını anlayabileceğini ve davranışlarını buna göre şekillendireceğini umuyorum. Mesela Dervish de sitemiz için önemli bir üyedir, fakat bu gibi durumlarda biraz daha sakin davranması gerektiğine inanıyorum.

     

    Bu meseleyi daha fazla uzatmayalım, ana konu üzerinden devam edilsin lütfen.

     

    Saygı ve selamlarımla


  5. Selamlar,

     

    "Mehmet Akif'in haklılık payı vardır" demek ne kadar doğru, bilemiyorum. İblisler, korkak karılar filan, haddinden fazla ağır. Topyekün reddetmenin yanlışlığı hususunda hemfikriz, fakat bir aydından biraz daha kavrayışlı olmasını, perdenin arkasını görebilmesini beklemek hakkımızdır sanırım. En azından hakarette bu kadar kendinden geçmemesi veya aleni hakaretini aleni bir özürle telafi etmesi gerekirdi, bunu yapabilmek için yeterli miktarda ömür verdi Allah kendisine zira... Ki Mısır'da, buralardan uzaklarda hadiseler üzerinde tefekkür etme ve yargıya varma noktalarında daha müsait bir ortama kavuşmuş olmalıydı. Tabii bunları pişmanlığını belirtmediğini varsayarak yazıyorum. Pişman olurken "kötüyü kovduk, daha kötüsü geldi" değil de "Kötü sandığımız, iyiymiş" makamında mülahazalara sahip olması hakiki pişmanlıktır.

     

    Bir de niyetin her zaman için bir insanı mazur görmeye kafi gelmeyeceğini düşünüyorum acizane.

     

    Fakat sizin de dediğiniz gibi, bugünkü şartlar altında Abdülhamid karşıtlığı yapan bir kişiyle o gün Abdülhamid'e cephe almış bir Akif'i aynı noktada kabul etmek de yanlış olur ve Akif'i bu hareketinden dolayı yok sayarak onun İslam adına giriştiği mücadeleyi görmezden gelmek de çok büyük bir hatadır.

     

    Saygı ve selamlarımla


  6. Selamlar,

     

    Akif'in böyle bir şiiri malesef vardır evet. Sadece bu değil, bunun gibi birkaç şiiri daha var kendisinin. Öte yandan, daha sonraki dönemde, gelenlerin giden Ulu Hakan'dan daha kötü olduğu düşüncesini taşımaya başlamış ve içerisinde "devr-i sabık" ile "devr-i hürriyet"i karşılaştırarak İttihatçı'ların daha kötü olduğu yargısına vardığı şiirler de yazmıştır. Aşağıya Adem Çevik'in Abdülhamid'de Yanılanlar adlı kitabındaki Mehmet Akif Ersoy başlıklı yazıyı alıyorum. İktibas edeceğim yazıdaki katılmadığım husus, Akif'in daha sonra pişmanlık duyduğu yönündeki temellendirilmemiş yorum... Son şiiri dikkatlice okursanız, Abdülhamid'i öven değil, yeni dönemin onun döneminden daha kötü olduğunu belirten ifadeler okuyor oluşunuz dikkatinizi çekecektir.

     

    Bunun dışında FG'nin Akif'ten naklederek anlattığı ve bir binbaşıyla Ulu Hakan'ın münasebetini belirten bir hadise de vardır, fakat ben bu hadiseye şu ana kadar Akif'in yazdıkları arasında rastlayamadım. Bu hususta güvenilir bir kaynak bulunursa, anlatımın da şekline bakarak, Akif'in pişmanlık duyduğunu da düşünebiliriz; fakat benim şahsî kanaatim FG'nin nakilde hata yaptığı yönünde.

     

    Aşağıdaki yazıda yer alan şiirler, Akif ismi zikredildiğinde yüzlerin bir parça buruşmasına vesile olabilecek tarzdan. Akif'in okuyacağınız sözlerinden kesin pişman olduğunu bilmedikçe de böyle olmaya devam edecek. Lakin, elbette ki bu hatası yüzünden Akif'i tamamen yoksaymak da kesinlikle hakşinas bir davranış olmayacaktır.

     

     

     

    Mehmet Akif Ersoy (1873-1936)

     

    İstanbul'da doğdu. Babası ve çeşitli hocalardan Arapça ve Farsça öğrendi. Mülkiye Baytar Mektebi'ni bitirdi. II. Abdülhamid'in II. Meşrutiyet'i ilanına kadar onun aleyhinde keskin hicivler yazdı. Birinci Dünya Savaşı sırasında propaganda için Arabistan'a gitti. Birinci Büyük Millet Meclisi'nde Burdur milletvekili olarak bulundu. Bir çeşit küskünlük ve kırgınlıkla Mısır'a giderek ölümünden altı ay öncesine kadar burada kaldı.

     

    1900'lü yılları yaşayan her aydın gibi II. Abdülhamid'e şiddetli muhalefet eden ve bunun için birçok şiir yazan bir vatanperverdir Mehmet Akif. 1908 Meşrutiyeti'nde arabasıyla önünden geçen Abdülhamid'i gören Mehmet Akif; "midesinin bulandığını, yüzünün sarardığını" söyler. Sebebini soran Mithat Cemal'e de:

     

    "Boyalı sakalıyla birdenbire karşıma çıktı, fena oldum!"1 cevabını verir. Ortamın ve söylentilerin yönlendirmesiyle II. Abdülhamid'i şiddetle eleştiren; hatta Şair Eşref için "Abdülhamid'e en güzel söven adam" diyen Mehmet Akif, II. Meşrutiyet'in ilanından sonra beklentilerinin gerçekleşmemesi ve İttihat ve Terakki'nin daha zorba çıkmasından dolayı bu defa üzüntüsünü ve yeni yönetime eleştirilerini haykıran şiirler yazdı.

     

    İşte Mehmet Akif'in Meşrutiyet öncesinin hisleriyle doluyken yazdığı, II. Abdülhamid ve yönetimini eleştiren "İstibdad" adlı şiirinden örnek:

     

    "Yıkıldın, gittin amma ey mülevves devr-i istibdad (kirli istibdad devri)

    Bıraktın milletin kalbinde çıkmaz bir mülevves yâd (kirli bir hatıra)

    Diyor ecdadımız makberlerinden (kabirlerinden) Ey sefil ahfad (oğullar)

    Niçin binlerce masum öldürürken her gelen cellad,

    Huruç etmezdi (çıkmazdı) mezbûhane (ümitsiz bir çırpınışla da) olsun birferyad?

    O birkaç hayme (çadır) halkından cihangirane (dünya çapında) bir devlet,

    Çıkarmış, bir zaman dünyayı lerzân etmiş (titretmiş) millet;

    Zaman gelsin de görsün böyle dünyalar kadar zillet,

    Otuz üç yıl devam etsin, başından gitmesin nekbet (felaket)...

    Bu bir ibrettir amma olmayaydık böyle biz ibret!

    Semâ peyma iken râyâtımız (gökte dalgalanırken bayraklarımız) tuttun zelil ettin;

    Mefahir bekleyen abadan evladı hacil ettin (babalarından övülecek işler bekleyen çocukları utandırdın);

    Ne âli (yüce) kavm idik; hayfâ (yazık) ki sen geldin sefil ettin;

    Bütün ümmîd-i istikbali artık müstahîl ettin (bütün gelecek ümidini artık imkansızlaştırdın);

    Rezîl olduk... Sen ey kâbus-i huni, sen rezîl ettin!

    Hamiyyet gamz (gayret ifâde) eden bir pak alın her kimde gördünse,

    "Bu bir cani" dedin sürdün, ya mahkum eyledin hapse.

    Müvekkel eyleyip casusu (hafiyelerini vekil edip) her vicdana, her hisse.

    Düşürdün milletin en kahraman evladını ye'se (ümitsizliğe)...

    Ne mel'unsun (ne lanetlisin) ki rahmetler okuttun ruh-i İblis'e!

    Değil kâbusun artık, devr-i devlet intibahındır. (Şimdi artık senin kabusun değil, uyanıklık devrindir)

    Gel ey nazende (nazlı) hürriyet ki canlar ferş-ı râhındır (yoluna sergidir).

    Emindir mevki'in: En pak vicdanlar penahındır (sığınağındır).

    Serapa mülk-i Osmanî müeyyed taht-gâhındır (Bütün Osmanlı ülkesi senin sağlam tahtındır)

    Serîr-ârâ-yı ikbâl ol ki: Bir millet sipahındır. (Yücelik tahtını süsle ki: bir millet askerindir) "2

     

    Yukarıda, açıktan olmasa da gizliden gizliye II. Abdülhamid'e çatan ve hürriyete çağrılar yapan Mehmet Akif, bir başka yerde de bu defa direkt hakaret yoluyla istibdadın sahibini eleştirmektedir:

     

    "Gölgesinden bile korkup bağıran bir ödlek.

    Otuz üç yıl bizi korkuttu "Şeriat" diyerek."3

     

    Mehmet Akif, bu defa da direkt adını kullanarak bazılarının "kızıl", bazılarının "ulu" dediği hakana hakaretler yağdırır:

     

    Âsim'dan

     

    Kadri Bey sağdı, Trabzon'da henüz valiydi.

    Yine bir dolduran olmuştu ki, Abdülhamid'i,

    Karakoldan dediler: "Şimdi, İmam, Erzurum'a!"

    Bir de kış, bir de kıyametti ki artık sorma!

    Tıktılar çalyaka, bir tekneye; sırtım gevşek.

    Abam arkamda değil, sonra ne yorgan, ne döşek.

    Bakalım şimdi makamında görün Kadri Bey'i;

    Zorlu valiydi herif,

    -İlme de vardır emeği.

    Evet, oğlum, Hoca Mandal'la tutunduk el ele,

    Evvelâ Kâzım'ı gördük; bizi hürmetlerle,

    Alarak durmadı valiye haber gönderdi;

    Geliniz emrini vali de serîan (çabucak) verdi.

    Kâzım önden, hadi bizler de peşinden daldık.

    -Vay imam, sen yine düştün mü bu kışlarda? Yazık!

    Ya Hocam, sen niye ta Yıldız'a çıktın bu sefer?

    Otur anlat, bakalım, çünkü fena söylediler.

    -Kim fena söyledi?

    -İstanbul'a sormuştuk da...

    Oflu tedriç ile (yavaş yavaş) bağdaş kurarak koltukta,

    Dedi:

    Çoktan beridir vardı benim bir derdim;

    Gideyim, zâlimi(II. Abdülhamid) ikaz edeyim isterdim.

    O, bizim cami uzaktır, gelemez, mâni ne?

    Giderim ben, diyerek vardım onun câmi'ine.

    Kafes ardında hanımlar gibi saklıydı Hamid,

    Koca şevketli! Hakikat bunu etmezdim ümid.

    Belki kırk elli bin askerle sarılmış Yıldız;

    O silahşörler, o al fesli herifler sayısız.

    Neye mal olmada seyret herifin bir namazı:

    Sade altmış bin adam kaldı, namazsız en azı!

    Hele tebzîri (savurganlık sınırını) aşan masrafı, dersen, sorma.

    Gördüğüm maskaralık gitti de artık zoruma,

    Dedim ki: "Bunca zamandır nedir bu gizlenmek?

    Biraz da meydana çıksan da hasbıhal etsek.

    Adam mı, cin mi nesin? Yok ne bir gören, ne eden;

    Ya çünkü saklanıyorsun bucak bucak bizden.

    Değil mi saklanıyorsun, demek ki, korkudasın;

    Ya çünkü korkan adamlar gerek ki saklansın.

    Değil mi korkudasın var kabahatin mutlak."4

     

    II. Abdülhamid, dolayısıyla istibdad döneminde yana yakıla içinde bulunduğu durumdan veryansın eden Mehmet Akif, çok istediği ve özlediği Meşrutiyet geldikten sonra tam bir hayal kırıklığına uğrar. "Gelen gideni aratır." atasözünün tahakkuk ettiğini gören Mehmet Akif, II. Abdülhamid dönemini mumla aramaya başlar:

     

    "Padişah dendi mi, çokluk dil uzatmazlarmış!

    Hiç unutmam, Hocazâdem ki, sıcak bir gündü.

    Bahçede idik, bana bir parça baban küskündü.

    Sana düşkündü babam, küstüğü olmazdı.

    Boşboğazsın diye kızmıştı

    Keramet!

    Sorma!

    Büsbütün kızdırayım bari dedim...

    Ya! Çok iyi:

    Çivi, bir ananedir bizde sökermiş çiviyi.

    Ortalık şöyle fena böyle müzebzeb (karışık) işler,

    Alı o Yıldız'daki baykuş ölüvermezse eğer,

    Akıbet çok kötü dibace-i ma'lumiyle (bilinen girişli)

    Söze girdim.

    Kızıyor muydu?

    Hayır.

    Tekmille (tamamla)!

    Bırakan var mı ki? Rahmetli hocam doğrularak.

    Dedi:

    "Oğlum, bu temenni neye benzer bana bak;

    Eşeklerin canı yükten yanar, aman, derler,

    Nedir bu çektiğimiz dert, o çifte çifte semer!

    Biriyle uğraşıyorken gelir çatar öbürü;

    Gelir ki taş gibi hâin, hem eskisinden iri.

    Semerci usta geberseydi... Değmeyin keyfe!

    Evet, gebermelidir inkisar (beddua) edin herife.

    Zavallı usta göçer bir gün âkibet, ancak,

    Makamı öyle uzun boylu nerede boş kalacak?

    Çırak mı, kalfa mı kim varsa yaslanır köşeye;

    Takım biçer durur artık gelen giden eşeğe.

    Adam meğer acemiymiş, semerse hayli hüner;

    Sırayla baytarı boylar zavallı merkebler.

    Bütün o beller omuzlar çürür çürür oyulur;

    Sonunda her birinin sırtı yemyeşil et olur.

    "Giden semerciyi" derler. "Bulur muyuz şimdi?

    Ya böyle kalfa değil, basbayağa muallimdi (iyi bir usta idi)

    Nasıl da kadrini vaktiyle bilmedik, tuhaf iş:

    Semer değilmiş o rahmetlininki devletmiş."

    Nasihatim sana: Herzeyle iştigali (saçma sapan şeylerle uğraşmayı) bırak;

    Adamlığın yolu nerde ise bul da girmeye bak!

    Adam mısın: Ebediyyen cihanda hürsün, gez;

    Yular takıp seni bir kimsecik sürükleyemez.

    Adam değil misin, oğlum: Gönüllüsün semere;

    Küfür savurma boyun kestiğin semercilere.

    "Devr-i Sabık" mı (istibdad Devri) dedin şimdi? Elindeyse çevir,

    Ensesinden tutup eyyamı da (günleri de) gelsin o devir.5

     

    Tüm bu şiirlerden yola çıkarak Mehmet Akif'i bir fikirde sabit olmamakla elbette suçlayamayız. Çünkü o, hayatı boyunca doğru bildiğini yaptı ve söyledi. Vatanını ve insanlarını seven hemen hemen her aydın gibi Mehmet Akif de II. Abdülhamid ve yönetimini yanlış anlamış ve II. Meşrutiyetten sonra bunun farkına vararak yanıldığını itiraf etmiştir.

     

    1 Mithat Cemal Kuntay, Mehmet Akif Ersoy, Hayatı, Seciyesi, Sanatı, Ankara, 1986, s. 207.

     

    2 Mehmet Akif Ersoy, Safahat, İstanbul, s. 166-167-168.

     

    3 a.g.e, s. 254.

     

    4a.g.e, s. 816-820

     

    5 a.g.e, s. 789-790-796.

     

     

     

     

     

    Saygı ve selamlarımla


  7. Selamlar,

     

    Çalıştır diyalog kutusuna cmd yazıp Enter'a bastıktan sonra, karşınıza gelecek olan alana ipconfig/flushdns yazıp entera basar ve bilgisayarınızı yeniden başlatırsanız siteye erişebileceğinizi sanıyorum. Ben bunu yaptıktan sonra erişimde herhangi bir problemle karşılaşmadım. Bu, DNS güncellemesi tamamlanana kadar siteye erişimi sağlayacak bir çözüm olabilir, fakat yine de verdikleri tarihi dikkate alalım. Yalancı çobana döndük:)

     

    Saygı ve selamlarımla


  8. Selamlar,

     

    Evvela sitedeki aksaklıklardan dolayı tüm arkadaşlardan özür diliyorum. Sitenin problemsiz bir anını yakalar yakalamaz duyuruyu yaptım, fakat takip eden zaman içerisinde bazıları muhtemel, bazıları ise beklenmedik problemlerden oluşan bir silsile meydana geldi ve site sıfırlandı. Şu an sitenin altyapısı sıfırdan oluşturulmuş durumda, bu andan itibaren herhangi bir problemle yüz yüze gelmeksizin üye olarak eklenecek olan dökümanlardan faydalanabilir ve paylaşımlara katılabilirsiniz.

     

    Çalışmalarda bilfiil payı olan, hatta işi tek başlarına halleden Dervish ve Reyhan nickli arkadaşlarımıza tekrar teşekkür ediyor ve meydana gelen aksaklıklardan dolayı tüm kullanıcılarımızdan, duyuru tarihini yanlış seçen kişi kimliğiyle özür diliyorum.

     

    Vardır bunda da bir hayır diyelim. :)

     

    Saygı ve selamlarımla


  9. Selamlar,

     

    Öğlen yaşamadığım problemi şimdi ben de yaşamaya başladım. Çarşamba gününe kadar problemi gidermeye çalışacağız, başarılı olamazsak forum versiyonunu yükselterek bu sıkıntıyı aşacağız inşallah. Dolayısıyla maksimum 3 güne ihtiyacımız var problemin tam çözümü için... Üye olamayan kullanıcılarımızdan özür diliyorum.

     

    Saygı ve selamlarımla


  10. Değerli kullanıcılarımız,

     

    2005 yılında kurulan sitemizin an-be-an gelişmesine ve takipçilerimiz üzerindeki müsbet tesirine şahit oluşumuz, bizi oldukça mühim bir mesele olduğu halde doğru ile yanlışın birbirine girdiği, derli-toplu kaynak bulması zor olan başka bir alanla da ilgilenme hususunda teşvik ediyordu: Ulu Hakan İkinci Abdülhamid Han... Internet üzerinde Ulu Hakan hakkındaki doğru bilgiyi sağlayan, iddiaları cevaplandıran ve onun icraatlerini, politikasını, hayatını, hatıralarını ve sahip olduğu değeri düzgün bir şekilde anlatan herhangi bir web sitesi mevcut değildi. Bu meyanda, uzun bir süredir fikri aklımızda bulunan ikinciabdulhamid.com sitesi, kardeş sitemiz olarak yayınlanmış bulunuyor.

     

    Bir süreliğine Download bölümündeki dosyalarını n-f-k.com'da yayınlayacağımız ikinciabdulhamid.com'un oluşturulmasında emeği geçen tüm arkadaşlara; özellikle de Dervish, Vakıf Ahmet ve Reyhan kullanıcı isimli üyelerimize teşekkür etmeyi bir borç biliyorum.

     

    n-f-k.com ve ikinciabdulhamid.com birbirinden farklı siteler olmakla beraber, teknik şartlar sebebiyle siteler arasında zaman zaman altyapı paylaşımına gidilecektir. IkinciAbdulhamid.com sitesinin kurucu kadrosunun tamamı aynı zamanda n-f-k.com üye veya yöneticisi olduğundan; içerik, arayüz ve yönetim tarzı konularında bir paralellik dikkat çekebilir. n-f-k.com ve ikinciabdulhamid.com, birbirini destekleyen iki farklı web sitesi olarak yoluna devam edecektir.

     

    Dileriz n-f-k.com'dan elde ettiğimiz müsbet neticenin bir benzerini de ikinciabdulhamid.com sitesiyle de elde eder, Ulu Hakan İkinci Abdülhamid Han'la ilgili en isabetli kaynakları kullanıcılarımızın istifadesine sunabilir ve "asrın en siyasi padişahı"nın anlaşılamaması problemine bir nebze de olsa çözüm getirebiliriz.

     

    Kardeş sitemizin doğuşu hayırlara vesile olur inşallah... Allah utandırmasın.

     

    Saygı ve selamlarımla


  11. Selamlar,

     

    Aktif 7 yöneticinin katılımıyla gerçekleştirilen puanlamalar neticesinde, yarışmamızın sonuçları belli olmuştur. Yarışmamıza, yarışma konusuyla uyumluluk gösteren 18 yazı dahil edilmiştir.

     

    Evvela yarışmaya katılan, bu organizasyona ilgi gösteren tüm kullanıcılarımıza teşekkür etmeyi bir borç biliyor ve şu anda da bunu ödüyorum. Geçen seneye göre kemmiyet ve keyfiyetin büyük bir adım ileriye taşındığını görmek hem bugün, hem de gelecek için bizleri ziyadesiyle memnun etti. Payı bulunan tüm kullanıcılarımızdan Allah razı olsun...

     

    Birinci olan yazı, 70 puanlık havuzdan 64 puan aldı. İkinci 59, üçüncü ise 54 puanla yarışmayı tamamladı. İlk üçe giren yazılar arasında 5 puanlık araların bulunması hoş bir tevafuk...

     

    İlk üçe giren yazıların sahipleri ise sırasıyla şu şekilde:

     

    1.

     

    Vakıf Ahmet

     

    2.

     

    Fatih Aktaş

     

    3.

     

    Özkan (Şiiriyle)

     

    Hayırlı olsun...

     

    Not: Yarışmada dereceye giren kullanıcılarımız, tercih ettikleri Üstad kitaplarını PM ile bana bildirirlerse memnun olurum. Kitaplar 2 hafta içerisinde gönderilir sanırım. Nakil işleminin de birkaç gün sürebileceğini düşünürsek, bir mani olmadığı takdirde 3 hafta içerisinde kitaplar elinize ulaşır diye tahmin ediyorum. Birinciden 5, ikinciden 4 ve üçüncüden 3 kitap ismi bekliyorum...

     

    Katılan tüm kullanıcılarımıza tekraren teşekkürlerimi sunuyorum.

     

    Saygı ve selamlarımla


  12. Selamlar,

     

    Evvela Üstad'ı tanıyanlar, onun kendisinde bir ışık gördüğü her siyasetçinin destekçisi olduğunu, fakat bu umudun boş çıktığını gördüğünde desteklediği kişiden yüz çevirdiğini iyi bilir. Bu, umut bağlanacak insan kıtlığı yaşanan siyasetimiz için mecburi bir tavırdı. Siz sadece bir ideolog değil, aynı zamanda bir kanaat önderiyseniz ve siyasete yön verebilecek, siyaseti entellektüel bakımdan belirleyebilecek bir kapasitedeyseniz; fikirlerinize en yakın durumda bulunan kişiyi kendi fikirlerinizi temele alarak desteklemelisiniz. Burada destekleme sebeplerini irdelemeden yargıya varmak insanı yanıltacaktır. Üstad orijinal bir milliyetçilik telakkisine sahiptir ve bu telakkiyi kendi eserlerinden takip etmek, desteklediği kişilere bakıp hüküm biçmekten biraz daha emek isteyen bir iş olsa da çok çok daha güvenilir ve geçerli bir yöntemdir elbette. Destek verilen şahıs hangi noktaları sebebiyle desteğe layık görülmüş; destek verenin fikirlerini anlayabilmek için bunları irdelemekte yarar var. Alparslan Türkeş Üstad'ın kendisine destek verdiği 1970'li yılların son yarısında umut vaadeden yegane siyasetçiydi, Müslümanlık şarkıları söyleyen CHP çanakçısı Erbakan ya da malumumuz Demirel'den çok daha dik duruşlu bir mizaca sahipti. Ayrıca dönemin şartları altında, sevsek de sevmesek de şunu kabul etmeliyiz ki ülkücüler çok büyük bir fonksiyonu yerine getirmiş ve komünist telakkilerin karşısında duran yegane grup olmuştu (Ayak oyunları yok değildi fakat olayı sadece perde arkasından ipleri oynatan kuklacılara bağlamak da onca çetrefil yanı olan meseleyi basite indirgemektir). Üstad'ın Türkeş'i desteklemesindeki sebep yalnızca bu değildi; İslami hassasiyet yönünden Türkeş'i bu dönemde kendisi hayli etkilemiştir. Üstad'ın ömrü boyunca uğrunda çaba sarfettiği mücadele ruhuna sahip mukaddesatçı gençliği, bu dönemin bir kısım ülkücü gençliği remzlendiriyordu ve Türkeş, Üstad tarafından İslamiyet'e yaklaşım tarzıyla takdir ediliyordu. Üstad'ın kendisi ırkçı değildi ki, bir kişiyi ırkçı olduğu için takdir etsin. Nitekim Türkeş hakkında yazdıklarını bir bütün olarak okursanız (mesela daha fazla bilgi için Çerçeve 4 ve Çerçeve 5'e de bakabilirsiniz) Türkeş'e destek verilirken hangi zaviyenin önplana çıktığını müşahede edebilirsiniz.

     

    Vurgulanması gereken bir diğer husus ise bir insanı destek verdiği insanların kimliğiyle yargılamanın yanlışlığıdır.. Türkeş'i desteklediği için ırkçı, bir dönem Erbakan'ı desteklediği için gerici, Menderes'i desteklediği için fikirsiz, kısa bir dönem Demirel'e destek verdiği için derin devletçi, şucu, bucu... Bunları sıraladığımızda cidden enteresan ve güldüren bir tablo çıkıyor karşımıza. Milliyetçilik, hatta İslamiyet gibi; bir fikrin, bir bütünün, hayat tarzının, fikir sisteminin doğru yanları olduğu gibi yanlış yanları ve istikamet üzre olan kolları olduğu gibi sapık kolları mevcuttur ve siz "milliyetçiyim" diyen birisini destekleyip "Müslümanım" diyen birisini desteklemediğinizde bu sizin yanlış yolda olduğunuzu göstermez. Savunduğunuz şeyin keyfiyeti doğru yol üzerinde olup olmadığınızı belirleyen faktördür.

     

    Alparslan Türkeş ırkçı mıydı? Ben şahsen kendisini tam bir Büyük Doğu milliyetçisi olarak görmesem de yine de bu kadarına katılmıyorum. Hatta kendisi Atsızcılar tarafından, Necip Fazıl'la el ele verip MHP'yi bozkurt savunuculuğundan üç hilal tarafına yaklaştırmakla "suçlanmış"tır. Kitaplarının 1970'li yılların ilk yarısında yaptığı baskılarda sapıkça olarak nitelenebilecek sözler de yok değildir, fakat daha sonra takındığı tutum ve konjönktürün gerektirdikleri kendisini haklı olarak umut bağlanabilecek bir kişilik şeklinde ortaya çıkarmıştır. Darbeci olmaya darbecidir fakat komitada problemler çıkarmış ve neticede de hata yaptığını kabul etmiştir. Bir kişiyi son haliyle değerlendirip, varsa düzelttiği yanlışlarına karşı temkinli davranmak en olgun tavırdır.

     

    Ayrıca her dini hükmün mutlaka mantıki bir izahının bulunması gerektiği mülahazasına katılmak mümkün değil. Böyle bir genellemeyle böyle bir mecburiyet çerçevesini din hükümlerinin üzerine fırlatıp, farklı farklı işleyen zihinleri kısıtlayıcı, belirleyici mevkiye oturtmak ve herşeyi mantık izahına bağlamak ne denli kabul edilebilir, takdir size kalmış; mevzu farklı olduğu için detaya giremiyorum. Ayrıca Kürt problemini Türkeş'e mal etmek en hafif tabirle peşin hükümcülüktür. Bu hususta en fazla "pay sahibidir" diyebilirsiniz ki ben buna dahi katılmıyorum. Belki de en küçük pay Türkeş'e aittir. Mevzuun en azından 85 yıllık tarihi var, öncesindeki gelişmelerin tesiri var, iç ve dıştaki çıkar hesapları var. "Irkçılığını biliyoruz" diyerek peşinen hükmünü biçtiğiniz kişiyi tenkit etmek için hadiseleri bu kadar dar bir perspektife hapsetmek makul olmasa gerek.

     

    Meselenin Üstad boyutu kısaca bu şekilde. Türkeş'le ilgili kısmın detayına ben girmiyorum. Umarım izah edebilmişimdir. Son olarak Üstad'ı başka kişilerin üzerinden değil, kendi eserleriyle değerlendirmenin daha evla olacağını tekrar vurgulamak istiyorum.

     

    Saygı ve selamlarımla


  13. Selamlar,

     

    Üstad Harun Yaşar'ın kastettiği manada bir milliyetçi değildir, sizin kastettiğiniz manada milliyetçidir Üstad. Harun Yaşar milliyetçilik kelimesine daha ağır bir mana yüklüyor ve sanıyorum ki milliyetçiliği kavmiyetçilikle eşdeğer kabul ederek böyle olmanın küfür olduğunu söylüyor, milliyet davasını daha önplana almanın yanlışlığını söylüyor, elhak doğru söylüyor. Türk, sırf Türk olduğu için hiçkimseden üstün değildir. Tanrı Türk'ü korusun gibi saçmalıkları savunmak bizim için mümkün değil. Öte yandan İslamiyet'e girerek şeref kazanan Türk'ün, İslamiyet'e ettiği hizmetleri göz önünde bulunduralım... İçinden yetiştiği topluma karşı, diğer milletlerden daha fazla sevgi beslemek zaten insani bir his... Türkler İslamiyet'in bir yönünü gayet başarıyla temsil etmişti, bunu inkâr haknaşinaslık olur. İslamiyet'e başarıyla hizmet eden bu ruhu uyandırma amacıyla, maddede değil, ruhta milliyetçiyiz. Harun Yaşar bunun da küfür olduğunu iddia etmeyecektir diye tahmin ediyorum? Zira bu kavmiyetçilik değil, İslamiyet yolunda diriliş davetidir. Kaldı ki Üstad'ın milliyetçilik kavramıyla karşıladığı asıl kavram, iktibas ettiğimiz bir yazısında da belirttiği gibi Anadoluculuktur, Türkçülük değil. Bu ayrı bir mesele... Vurgulamak gerekirse bu gaye asla İslamiyet'in önüne geçmez, İslamiyet'in kapsadığı bir alt küme gibidir. Ayrıca Üstad Türk milletinin tarih boyunca sahip olduğu bazı zaaflara da taarruz etmekten çekinmez, yani bunun üstün ırk düşüncesiyle kesinlikle bir ilgisi yok. Başka milletlere mensup olan kişiler de, Türkler'in eksik kaldığı bu noktalardaki avantajlarını kullanma noktasında teşvik edilebilir, onlara da bu zaviyeden bir milliyetçilik anlayışı sunulabilir.

     

    Yalnız balaban ve Neretva da kavram kargaşasına dikkat çekmişken ve Harun Yaşar, Reyhan hanımın aslında benim söylediklerimden pek de farklı olmayan yorumuna onay vermişken haddinden fazla sert bir tepki göstererek yapıcı değil, yıkıcılığın yolunu açmış oluyorsunuz malesef. Kavram kargaşasından doğduğu bariz olan bir tartışmada ünlemlere boğulmuş, ulanlarla bezenmiş, "dışarıda görüşelim"vari ifadelerle örülmüş mesajlar malesef nahoş görünüyordu.

     

    Tartışmanın doğuşundaki mesuliyeti tamamen size atfetmiyorum, Harun Yaşar da farklı bir kavramı kastederek, muhtemelen başlığı okumadan sert bir giriş yaptı; lakin ona kastının farklı olduğu uygun bir dille hatırlatılacağı ve kendisi Reyhan hanımın mesajına onay verdikten sonra tartışma bitirileceği yerde çok sert bir tepki gösterilmesi bu tavrını sürdürmesinde fail olmuştur, empati yapmak kafi geliyor bunu anlamak için. Kaldı ki ikinizin de aynı şeyi söylediği ve mevzuun bir kavram kargaşasından doğduğu dahi teşhis edilmişken bu tartışmayı bu perdeden sürdürmeniz hoş olmadı.

     

    Lütfen tartışmaya burada nokta koyalım ve başlık işlemeye devam etsin.

     

    Saygı ve selamlarımla


  14. Selamlar,

     

    Değerli kullanıcılarımız, Download bölümümüze Burç FM'in 2005 yılında Üstad'ı anma ve anlatma gayesiyle düzenlemiş olduğu İrfan Meclisi programının kayıtları eklenmiştir. 15 saate yaklaşan ve toplam 52 parçadan oluşan bu kayıtlar yardımıyla, içlerinde gerçekten Üstad'ı anlama ve anlatma hususunda dikkate alınması gereken çok değerli şahısların da bulunduğu 15 farklı kişiden Üstad'ı dinleme fırsatına kavuşacaksınız. Ali Haydar Haksal, Ali Haydar Öztürk, Ali Yıldız, Alim Kahraman, Mehmed Niyazi Özdemir, Mustafa Armağan, Mustafa Miyasoğlu, Nazif Gürdoğan, Orhan Okay, Osman Akkuşak, Rasim Özdenören, merhum Sabahaddin Zaim, Saffet Solak, Vehbi Vakkasoğlu ve Yavuz Bülent Bakiler'in anlatımlarından oluşan İrfan Meclisi Üstad Özel Serisi'ni temin etmemiz hususunda bizlere yardımcı olan Burç FM çalışanlarına teşekkürlerimizi sunuyoruz. Dosyaları indirmek için Download bölümümüzde oluşturulan kategoriye Bu link vasıtasıyla gidebilirsiniz.

     

    Saygı ve selamlarımla


  15. Selamlar,

     

    Eğer yalnızca alıntıladığınız mesajı okuduysanız ve buna istinaden bunları söylüyorsanız, sizi başlıktaki diğer mesajları okumaya davet ediyorum.

     

    Şöyle toparlayabiliriz meseleyi. Evvela bu metin korkunç derecede tahrif edilmiş; peşin bir hükme hizmet etmek üzere gerçekleştirilen kesip biçmeler ve bu kısımlar üzerinde yapılan değişikliklerle bir rezalet abidesi haline gelmiş ve bazı zevat tarafından Üstad'ı karalamak amacıyla kullanılagelmiştir. Tahrif ile ruhu katledilen makalenin aslı bu başlıkta BDG nickli arkadaşımız tarafından aynen yayınlanmıştır, kaldı ki Başmakalelerim 2 adlı kitabı alırsanız bu makalenin BDG tarafından gönderilen makaleyle aynı olduğunu görebilirsiniz. Yazının yazılış tarihi, sadece inandırıcılığı arttırma ve ciddiyet izlenimi verme kaygılarından hareketle verilmiştir, zira yazıda tarihi belirtilen makaleyi okuduğumuzda art niyet ve fikir namussuzluğu düpedüz ortaya çıkıyor. Milletimiz araştırmaktan hoşlanmadığından ve cahili olduğu konuda kendisine söylenen herşeye inanma temayülü gösterdiğinden olacak, Özakıncı kendi yalanını ifşa etmekten hicap duymamış. Yatsı vakti girince mum söndü haliyle.

     

    Bunlar bu başlıkta aslında yazılmıştı fakat tek bir mesajı alıntılayarak kesin bir hükme varmanız bunları bana tekrarlatıyor. "Üstadımız Amerikancıydı" yargısı hakikaten haddinden fazla iddialı. Üstad külliyatını bir-iki kitap dışında bitirmiş birisi olarak şunu rahatlıkla söyleyebilir ve sonuna kadar savunabilirim ki Üstad Amerikancı olarak nitelenebilecek bir mütefekkir asla değildir. Yazının aslına bakarsanız bu yazıda Amerikancılığın değil, Rusya tehdidine karşı Amerika'nın yanında yer almanın savunulduğu dikkatinizi çekecektir. Nitekim Üstad'ın muhtelif konferanslarını da okursanız, Amerikanizm'in nasıl şiddetli bir muhalifi olduğunu idrak edersiniz. Şu an için meşguliyetlerimi de göz önünde bulundurarak bir derleme yapma işine girişemiyorum fakat bu hususta bir talep geldiği takdirde bir yazı hazırlayabilirim. Mevzubahis makaledeki mülahazalar sadece denge politikasının iktizasıdır, aksini düşünürsek Kanuniyi Fransızcılık, Abdülhamid'i ise Almancılık, İngilizcilik, Rusçuluk gibi tonla "cılık-culuk"la itham edebiliriz. Abes derecesini takdir etmeyi size bırakıyorum. Söylenen sözleri zihnimizdeki şablonlara oturtmadan evvel, sözü söyleyenin ne dediğine dikkat eder ve okuduğumuz kişiyi anlamaya çalışırsak, daha sıhhatli neticelere varmak mümkün hale gelir. Mevzuyla alakalı izahatı bu başlıkta daha evvel de yapmıştım. Yazarken izahat üzerinden gider ve yeterince donanım sahibi olmadığımız hususlarda keskin yargılara varmaktan uzak durursak daha büyük bir verim elde edilebilir sanırım.

     

    Denge politikasında Amerika tarafını tutmak da; bir kuru hamaset ütopyası değil, realist bir nizam olan Büyük Doğu idealiyle çelişmez. Kızıl elma bellidir ve ona ulaşmak için gün neyi gerektiriyorsa o yapılmalı, savunulmalıdır. Yeter ki kızıl elma unutulmasın, üzerinde yürünen yol menzil sanılmasın.

     

    Bu arada makalenin yazıldığı günü bugünün şartlarıyla değerlendirdiğimizde yazı biraz daha antipatik geliyor olabilir, fakat bu tavrın büyük bir hata olduğunu ve dünyanın 1959'daki konjönktürden tamamen farklı bir eksende seyrettiğini söylemek, bedahetin tekrarından başka birşey olmayacaktır. Bu makalenin yazıldığı gün tam bağımsızlık teraneleri okumak Don Kişotluğun daniskası ve ciddiyetsizlik olurdu.

     

    Saygı ve selamlarımla


  16. ŞEMS (Tebrizi)

     

    Büyük ve meşhur velî... Tebriz... Hicrî Yedinci Asır...

     

    Mevlâna Celâleddin (Rumî) Hazretlerinin en büyük dostu... O kadar büyük dostu ki, iki erkek, hele Allah yolcusu iki erkek arasında en ileri ve mefkûrevi mânasiyle bir dostluğa dünya, bir daha şahid olmadı.

     

    Şems, irşad edicisinin elinde pişip olduktan sonra, aldığı emirle Tebriz'den yola çıkıp Konya'ya kadar geldi ve bir hana indi. Orada, ismi ve şahsiyeti her tarafı dolduran Mevlâna hakkında sorup soruşturdu:

     

    - Kimleri sevmez?.... Bana onun sevmediği, hazzetmediği, nefret ettiği şekiller ve şeyler üzerinde bilgi verir misiniz?....

     

    Dediler:

     

    - Kalender edalı, kalender kılıklı insanları hiç sevmez! Onlara karşı gayet haşindir!..

     

    Bunun üzerine Şems, kendisini kalender edalı, kalender kılıklı bir şekle soktu ve yolunun üstüne dikilip Mevlâna'yı beklemeye başladı. Mevlâna sokağın bir ucundan göründü. Etrafında ilim ve fazilet adamlarından bir kafile... Güzel bir ata binmiş, ağır ağır geliyor... Mevlâna tam önüne gelince, Şems, atıldı, atın dizginine yapıştı ve haykırdı:

     

    - Ey müslümanların efendisi! Söyle bana. Bayezid (Bestâmi)mi daha büyüktür, yoksa Hazret-i Peygamber mi?

     

    Mevlâna sarsıldı, atından düşecek gibi oldu. Balmumundan daha sarı bir renge girdi: ve derin, gökler kader derin gözlerini bu garip adama çevirip karşılık verdi:

     

    - Bayezid ümmetten bir ferddir; Hazret-i Peygamber ise Alemlerin Efendisi! Onun yanında Bayezid kim olabilir?....

     

    Şems devam etti:

     

    - Ya niçin Hazret-i Peygamber her ân Allahtan marifet isterken Bayezid "sultanlarının sultanı benim; Sübhan ben ve büyük şân benim!" dedi?..

     

    Mevlâna cevap verdi:

     

    - Çünkü Bayezid, susuzluğunu bir damlayla giderir ve sarhoşluğa geçerken, Alemlerin Fahri, Allah'ın şakkettiği göğsündeki sonsuz tahammül, feza kadar derinlikle, her ân daha ziyadesini alıyor, hiç bir derecede kalmıyor, daima biraz daha yakınlık diliyor, bu eşsiz derecenin temkin makamına çıkmış bulunuyordu.

     

    Şems bu cevap üzerine yırtıcı bir nâra attı, kendinden geçti, toprağa yığıldı. Mevlâna atından inip Şems'in mübarek başını kucakladı, kendisine gelinceye kadar kucağında tuttu ve sonra yanındakilerine onu kendi evine götürmelerini tenbih etti.

     

    Mevlâna, bir havuz kenarında oturmuş... Yanında bir takım kitaplar... Şems göründü ve sordu:

     

    - Bunlar ne cins kitaplar?..

     

    - Bunlara dedikodu derler!..

     

    Şemd kitapları alıp havuza fırlattı. Mevlâna telâşa düştü:

     

    - Ne yaptın? Bunlar bana atalarımdan kalmış şeyler... İçlerinde çok faydalandıklarım vardı.

     

    Ve müteessir oldu. Şems elini havuza doğru çevirince kitaplar eski yerine geldi ve hiç birinde en küçük bir ıslaklık eseri yok... Mevlâna hayretle sordu:

     

    - Bu ne haldir?.. Şems:

     

    - Buna da zevk ve halet derler; ya sende bundan eser var mı?..

     

    Ve Şems ile halvete çekilip üç ay, geceli gündüzlü sohbet ettiler; yanlarına kimseyi almadılar ve kimsenin yanına gitmediler. Mevlâna'ya sonsuzluk yolu açılmıştı.

     

    Bir gün Şems, Mevlâna'dan bir sevgili istedi. Mevlâna hemen zevcesini alıp getirdi. Şems dedi ki:

     

    - Bu benim kız kardeşimdir! Genç bir çocuk olsaydı!

     

    Mevlâna hemen oğlu Sultan Veled'i getirdi ve şu karşılığı aldı:

     

    - Bu da benim oğlumdur! Biraz şarap olsaydı da zevk etseydik...

     

    Ve Mevlâna hemen çarşıya gidip mübarek ellerinde birer testi şarap, elâlemin içinden geçerek Şems'e getirdi.

     

    Şems'in sözü:

     

    - Biz Mevlâna'nın teslimiyetindeki dereceyi ve meşrebindeki kuvveti imtihan etmek istedik. Dediklerinden çok fazlaymış!

     

    Şems bir çok defa Mevlâna'dan ayrılıp bir çok defa onunla buluştu. İki dost arasındaki ayrılıklar her ikisine de hasret ve ıstırapların en acısını tattırıyor. Nihayet birinden biri yollara düşüp deli gibi öbürünü arıyor, buluyor.

     

    Bir gün Tebriz'de bir yahudi, Şems'in karşısına dikiliverdi:

     

    - Müjde yâ Şems, Mevlana geliyor!..

     

    Ve Şems, ne kadar malı ve mülkü varsa bu yahudiye hediye etti. Biraz sonra başka biri Şems'e dedi ki:

     

    - Yahudi seni aldattı ve bütün malını aldı. Ortada ne Mevlâna var, ne birşey... Gelen giden yok... Yahudi sana yalan söyledi!..

     

    - Biliyorum, dedi Şems; ben malımı ve mülkümü bu sözün yalanına verdim, doğrusuna canımı vermek lâzımdı.

     

    Gerçekten dostluk mevzuunda, o gün bugün, bundan daha güzel bir örnek gösterilemedi.

     

    Şems ile Mevlâna arasındaki münasebet bir takım anlayışsızlar ve nasipsizler arasında binbir türlü tefsir ediliyor, Hattâ Mevlâna'nın Alâeddin Mehmed isimli oğlunu kandırıp:

     

    - Şems; senin annen ve kardeşinle bilsen neler yapıyor?

     

    Tarzında onu çileden çıkarıyorlar.

     

    Bir gün Şems Konya'da, Mevlâna ile yanyana sohbet ederken, Alâeddin, etrafında kendisi gibi yedi cani kapıdan Şems'e işaret ediyor:

     

    - Buraya gel!..

     

    Şems ayağa kalkıyor ve Mevlâna'ya hitap ediyor:

     

    - Bizi ölüme davet ettiler!

     

    Mevlâna başını hafifçe göğsüne eğip bir âyet okuyor.

     

    Şems dışarı çıkar çıkmaz bekliyenlerden her biri ellerindeki hançerlerle üzerine üşüşüp onu şehid ediyorlar. Şems'in ağzından, yalnız:

     

    -Allah!..

     

    Diye bir sayha çıkıyor. Vaka yerine koşan insanlar. yerde birkaç damla kandan başka bir şey göremiyorlar; ve o mâna sultanının nişansız bir tarzda göz plânından kalktığına şahid oluyorlar.

     

    Tefsirci:

     

    - Mevlâna ile Şems'ten hangisi hangisinin irşadçısı diye hayli çekişmeler olmuştur. Kimi Mevlâna, kimi Şems'tir der. Biz de diyeceğiz ki, başlangıçta Mevlâna'yı irşad ettikten sonra, Mevlâna'nın derecesi kendisininkini geçince onun irşad kanadı altına girmiş olabilir, Şems...


  17. Selamlar,

     

    Harun Yaşar, Büyük Doğu milliyetçiliğine laf söylemiyor Selahaddin kardeşim. Milliyetçilik dendiğinde ortaya çıkan kavram kargaşası neretva ve Reyhan nickli arkadaşlar tarafından açıklanmışken bu meseleyi daha fazla uzatmayın. Çünkü gerçekten de ikiniz farklı şeyler söylemiyorsunuz. Konuyu kavga arenasından fikir eksenine çekelim lütfen. Kavga da gerektiğinde elzemdir ama bir yanlış anlaşılmaya binaen doğunca hiç hoş olmuyor. Gereksiz tatsızlık...

     

    Mevzu şu ana kadar geliştiği gibi devam ederse malesef müeyyide uygulamamız gerekecek. Lütfen biraz daha sakin olarak meseleyi anlamaya çalışalım.

     

    Saygı ve selamlarımla


  18. Selamlar,

     

    Yahu siz bugün sürpriz yumurtadan mı çıktınız? Töbe estağfurullah... Birisi birisini tehdit eder atılır, birisi "Ben gidiyorum" dedikten sonra ikinci bir nickle 3 kişinin profilinde söver atılır; ikisi milleti buluşmaya zorlayıp ikili muhabbetin dibine vurduktan sonra konularının nereye gittiğine bakmadan gelir burada vaveyla koparır.

     

    Efendiler! Bu bölüm n-f-k.com ile ilgili duyuruların açıldığı bir bölümdür ve Ankara buluşmasının n-f-k.com ile ilgisi olmadığı için konu serbest kürsüye alınmıştır. Duyurular bölümünün açıklaması, bölümün ancak n-f-k.com ile ilgili başlıkları ihtiva edeceğini belirtmektedir. "Değerli(!)" yazarak karşınızdaki insanların değerlerini etkileyemezsiniz, ancak neyin ne olduğunu anlamadan yaptığınız bu terbiyesizlikle kendi seviyenizden numuneler sunarsınız. Bu sitede sansür yok diye bir iddiamız hiç olmadı, olmayacak. Beğenmeyen için çıkış butonunun yerini tarif etmeye gerek duymuyorum! Kaldı ki konunuz silinmemişken, sadece gereken yere taşınmışken - anlamayanlar için şöyle de söyleyebilirim, sansür yokken - koparılan yaygaraya bakın!

     

    Konuyu kilitliyorum. Günümüzü Download bölümüyle ilgilenmeye verelim dedik, sabahtan beri saçma sapan şeylerle uğraşmaktan dolayı iki iş yapamadık. Sinirlenmek işten değil.

     

    Ya sabır... Şu siteden dolayı cebime bir kuruş girdiyse Allah benim belamı, yok girmediyse bunu iddia ve ima edenlerin bin türlü belasını versin! Bir de terbiyeli rolleri oynuyorsunuz. Burası ne tiyatro sahnesidir, ne de sirk... Konu açtığınız bölümün açıklamasını dahi okumadan gelip "karartma" diyorsunuz. Buluşma bizimle ilgili değildir dedik ve konuyu taşıdık diye şu terbiyesizliğe bakın! İyi ki iki dengesizin işine bulaşmamışız diyorum şimdi gönül rahatlığıyla. Allah korumuş ki olmamış. Ne yalakalık kaldı ne pohpohçuluk. Parmak gırtlağa girdi, istifra yolunu buldu. Sebep? Bir Konu olması gereken yere taşındı! Düpedüz şaklabanlık...

     

    Sitenin bir marka değeri olmasıyla mı açıklanabilir bu hadise? O nasıl bir beyin öyle ki böyle açıklayabiliyor bu mevzuyu? İki üç gün önce iki kişi siteye gelmiş ve duyurulara konu açmış. Kendi aralarında sürekli yazışarak hem gereksiz mesaj kalabalığı yapıyor, hem de sağa sola sataşarak gereksiz yere gerginlik oluşturuyor, kullanıcıları zorluyor, seviyeyi düşürüyorlar. Bugün de aynı iş devam edince, yönetim bu işin siteyle bir ilgisi olmadığını beyan ediyor. Neden? Yöneticilerin işte bir parmağı yok ve olay tanımadığımız, bilmediğimiz kişiler tarafından hazırlanıyor, ayrıca seviyesizce davranışlar fazlasıyla itici... Gerekli açıklama yapıldıktan sonra cevap geliyor, cevaba cevap geliyor ve konu daha uzun bir süre siteye ait duyuruların yapıldığı bölümde görünmemesi için serbest kürsüye alınıyor. Yapılması gereken konunun silinmesiyken, yine de hüsn-i zan ile davranılıyor ve konu açık tutuluyor. Kullanıcılar buluşmanın n-f-k.com tarafındann gerçekleştirilmediği konusunda uyarıldıktan sonra, buluşmanın yine de istendiği takdirde gerçekleşebileceği belirtiliyor. Sonra olanlara bakın. Yalakalıktan çıkarcılığa kadar bir sürü saçmalık, bir sürü boş yaygara.

     

    Bir gün bir yerde yönetici olursanız, bir gün önce gelip milleti buluşma konusunda sıkıştıran ve bu tip dengesizce hareketlerde bulunan birilerine güvenmemenin ne kadar manidar olduğunu anlar, işgüzarlığı yapanın çığırtkanlık edenden başkası olmadığını kavrarsınız.

     

    Ezcümle, duyurular bölümünde İstanbul iftarıyla ilgili başlık kalacaktır, çünkü n-f-k.com bu iftarı düzenlemiştir. Ankara başlığı ise serbest kürsüde kalacaktır, zira bizimle bir ilgisi yoktur. Körler bile ekran okuyucu programlar sayesinde önündeki yazıyı okuyabiliyor. Su-i zannın karşılığı ahirette zan sahiplerinin burnundan fitil fitil getirilecektir. Bu kaybettiğimiz vaktin bedeli de elbet.

     

    Bu mesele burada kapanmıştır. Uzatan siteden atılacaktır. Gereksiz yere ortamı germenin manası yok.

     

    Saygı ve selamlar hak edene elbet...


  19. Selamlar,

     

    Değerli kullanıcılarımız, bundan böyle anasayfamızdaki download ve döküman bölümlerine eklenen dosya ve yazıları Yeni eklenenler sayfasından kolaylıkla takip edebileceksiniz. Bu sebeple Download bölümüne eklenen son dosyalar için de geçerli olduğu gibi, portalla ilgili eklemeler forumda ilan edilmeyecektir.

     

    Umarım bu yeni sayfamız, takipçilerimiz için faydalı olur.

     

    Saygı ve selamlarımla

×
×
  • Create New...