Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

mütereddid

Admin
  • Content Count

    625
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    70

Posts posted by mütereddid


  1. ...

    Furkan, öyle ki çok farklı bir insandı. Riya olmasın diye İslami kişiliğini pek yansıtmazdı. Gösterişten uzak bir yaşamı vardı. Osman Nuri Topbaş Hoca Efendiyi çok sever ve takip ederdi. Furkan daha çok Necip Fazıl Kısakürek’in eserlerini okurdu. Sanırım bütün eserlerini okumuştur. Furkan, öyle şarkı filan söylemezdi, dinlemezdi de ama telefonunda ilahiler vardı. Vakit buldukça dinler derin derin maveraya dalardı.

     

    Furkan, beni ve arkadaşlarını okulda öğle aralarında kolumuzdan tutup namaza götürürdü. Bizim de hoşumuza giderdi onunla namaz kılmak. Ayrıca haftada bir kaç gün beraber Camikebir’e giderdik. Sabah namazlarında ise mutlaka evlerinin oradaki camide namazını eda ederdi. Ramazanda ise teravih namazlarına pek düşkündü.

    ...


  2. Ne etsem, nefsim arkamdan onu salyası ile kendine göre mayalandırıp yutuyor, besleniyor.

     

    "Nefs bir köpektir, ve kendisi için değil, hak için girişilen işlerde bile kendisine pay çıkarmaya bakar. Hak için hazırlanan bir yemeye nefsin sevdiği unsurları katmamak ve ona hiçbir şey tattırmamak çok zor!" (Cinnet Mustatili)


  3. Bu başlıkta yayınlanmış bir yazı var internette. Ben bu gün rastladım. Birkaç sitede paylaşılmış ve kaynak olarak TOHUM gösterilmiş. Birkaç yerde "..." noktalama işareti ile boş bırakılmış kısımlar var. Acaba yazının tamamına ulaşmamız mümkün müdür? Acaba Sahte Kahramanlar konferansından mı metne döküldü?

    Paylaşmadan önce şunu ifade etmiş olayım ki; üstadın, Seyyid Kutub hakkındaki nihai görüşünü, Doğru Yolun Sapık Kolları adlı kitabından bilmekteyiz. Onu da yazının en sonuna ekleyeceğim.

    Buyrunuz..

    _______

    SEYYİD KUTUBUN ŞEHADETİ MÜNASEBETİ İLE

    Mısırda, İslam davası uğrundaki ulvi mücadelesi yüzünden hükümet eliyle şehit, Seyyid Kutub isimli gerçek kahramana, Türkiyede, fikir merkezi İstanbulda Milli Türk Talebe Birliği çatısının altında bir manalandırma zemini açan mukaddesatçı Türk gençliğini tebrik ederim. Günlerin günü ve manaların manası budur...

    ... Tabloda iki kutub var: Biri, ismi de Kutub olarak mazlumluk kutbu Seyyid Kutub; öbürü, bazı İslam ülkelerindeki goril soyundan taklitçi maymun devlet reislerinin yakışıklı (King-Kong) tipi, zulüm kutbu Nasır... Bence, davayı canlandırmak ve Seyyid Kutubu manalandırmak için el atılacak nokta, şehidin faziletinden ve ulviliğinden ziyade bu tipin ve her tarafa musallat benzerlerinin zilleti ve sefilliği. ..

    Fikirlerimizi yakından takip edenler bilir ki, bugün bütün İslam ülkeleri, nazarımızda, kaidesi yani halkı mümin; zirvesi yani hükümeti de münkir birer ehram manzarası arzeder.

    İşte, İslam ideolocyasının asrımızda en saf ve cevherli müdafaacılarından biri olan Seyyid Kutubun kızıl kanını kadehindeki her türlü kızıl şaraba katıp içen bu yirminci asır firavunu, bahsettiğimiz ehramın en tepesindeki küfür taşıdır. ..

    ... Seyyid Kutubun kaatili, Batının, İslamı içinden çürütme ve Doğu ruh bütünlüğünü parçalama tezgahında yoğrulmuş standart mamûller arasında birinci mükafata yakın ehliyette bir canidir ve Peygamber torunu Hz. Hüseyini şehid eden Yezidden her türlü mikyas üstü alçaktır. Zira Yezid, zahirde İslam esaslarını inkar etmeyen ve sadece şahıs istirkabı yüzünden bu cinayeti işleyen bir lanetliydi; yeni Firavun ise, arada şahsi ve nefsanî hiç bir rekabet bulunmaksızın, sırf İslama duyduğu gayz sebebiyle bu işi yapmış çağdaş uygarlık kuklası, kuduz bir ALLAH ve Resulüllah düşmanıdır.

    Seyyid Kutub da bizden sonra başlamış olsa da aynen bizim buradaki rolümüze eş, Doğunun teftişsiz ve murakabesiz Batı hayranlığı tesiriyle şahsiyetini kaybetmesi ve ruhunu alçaltması karşısında şahlanan ve biricik kurtuluş yolunu olanca asliyet ve hususiyetiyle İslamda bulan, sahici, som ve tam ayar dava kahramanı...

    Ölen bunun için öldü, öldüren de bunun için öldürdü...

    ... Ezher mezunu, sosyoloji doktoru, sosyoloji profesörü, Kral Faruk devrinde Fikir Mücadelesi isimli derginin sahibi. Hasan Bennadan sonra Müslüman Kardeşler derneğinin kafası, Nasırın kuvvetleninceye kadar iltifat ve himayesine mazhar, Dava adlı günlük gazetesinin güdücüsü, 33 cilt Kuran tefsirinin müellifi ve daha nice eserin muharriri Seyyid Kutub, olanca ruh ve kafa, ahlak ve seciye tavrını, yalnız tek cümlede hülasa eder. Kendisinin zindandan çıkarılması için alenen tarziye vermesini, af dilemesini isteyen Nasıra şu cevabı takdim eder:

    - Bir mümin, bir münafıktan af dilemez!...

    Seyyid Kutub, kız ve erkek kardeşiyle de aynı yola düşmüş, mücadeleci bir ailenin timsali...

    ... Keşke, İslam ülkelerinde Kutub ailesine benzeyen, hiç olmazsa kilometre sırıkları kadar seyrek familyalar bulunsaydı. Evet; böyle olsaydı mesele kalmazdı.

    Açıkça ilan etmenin günü gelmiştir ki, İslam davasında fert örneği Seyyid Kutub, aile örneği de Kutub ailesidir.

    Biraz evvel, Büyük Doğu mücadele cephesinin Seyyid Kutubdan önce başladığını kaydetmiştim. Böyledir; bizden yedi yaş küçük olan Seyyid Kutub ilk sesimizin çıktığı 1939 yılında 25 ve 1943 senesinde 29 yaşında bir delikanlıydı. Böyledir! Fakat bu, nazariyede ve saf fikirler aleminde böyle .. Yoksa o, teşebbüs ve aksiyon sahasında hem bizi geçmiş, hem de çok şükür Türkiyede Nasır gibi bir zalime ALLAH yer vermemiştir.

    Şehit...

    Peygamberler Peygamberinin kavlince, ALLAHa:

    - Tek dileğim, beni yeryüzüne iade edip, uğrunda bir kere daha şehit olmak tadını bana yine tattırmandır!

    Diyen üstün hayatın sahibi içinde bu lezzet idealinden bir nebzecik bulunmayan, imandan bahsetmesin!

    Müslüman bilmelidir ki, kendisi için kaybetmek ihtimali yoktur; ya gazi olup bu dünyayı ve öbürünü kazanacak, yahut şehit düşecek ve üstün hayata erecektir.

    Bu anlayışı, hiç olmazsa telgraf direkleri kadar seyrek insana aşılayabilmiş ve davayı marka Müslümanlığından kurtarmış bir diyarda her şey kurtulmuştur.

    Seyyid Kutubun belki şu anda aramızda bulunan ruhu ve daha nice şehit, bütün İslam alemiyle beraber, böyle bir diyar bekliyor.

    ALLAHım; Seyyid Kutuba rahmet ve bize inayet eyle!.

    (TOHUM, Ekim 1966)

    kaynak

    //edit// Yazı, Ekim 1966 tarihli Tohum Dergisi 28. sayıda yayımlanmış: http://idp.org.tr/yazilar/seyyid-kutub-munasebetiyle ///

    ____________________

    DORU YOLUN SAPIK KOLLARI'ndan:

    ...

    "Bir de Seyyid Kutup var Kendisinden af dilemesini isteyen yakışıklı orangotan maymunu Nasır'a «Bir mümin bir münafıktan af dilemez!» cevabını veren ve kahramanca ölmeyi bilen bu zatı «Sahte Kahramanlar» konferansımda gerçek kahraman olarak göstermiştim. Fakat sonradan gördüm ki, Seyyid Kutup bir İbn-i Teymiyye meddahıdır ve kellesini kaptırdığı sosyalizma yularının zoruyla Hazret-i Osman'a adaletsizlik isnat eden ve dil uzatan bir bedbahttır.

    İdam edilmeden bu sapıklıklardan istiğfar ettiğini söyleyenler oldu. Eğer öyleyse tam kahraman ve şehit. Değilse, mücadelesi kafire karşı bir sapığın davranışından ileri geçmeyen bir zavallı"

    ...


  4. Baş olmayı bırak, adam olmaya bak!

     

    Bir zamanlar 'muvaffakiyet' diye bir sözcük kullanılırdı Türkçemizde. Nedense, şimdilerde pek iltifat görmüyor; zira eskimiş sayılıyor. Onun yerine 'başarı' veya "başarılı olmak" ifadeleri daha revaçta. Her fırsatta karşımıza çıkan 'başarı' sözcüğünün kısa bir zaman diliminde 'muvaffakiyet'in veya "muvaffak olmak" tabirinin yerini alması aslâ bir tesadüf değil.

     

    Zihinde değişmeler olunca, çaresiz dilde de değişmeler oluyor. Dünyaya, olaylara bakışımız, ister istemez kullandığımız 'simge'leri de dönüştürüyor; öyle ki, ya eldekilerin içini boşaltıp onları yeni anlamlarla dolduruyor, ya da çok daha kullanışlı, elverişli yepyeni 'simge'ler üretiyor.

     

    Niçin 'muvaffakiyet' sözcüğünü ihmâl edip, yerine 'başarı' sözcüğünü ikame ettik dersiniz?

     

    Sırf eskimiş olduğu için veya telâffuzu güç olduğundan mı?

     

    Hayır! Bilâkis bu sözcük, kökü/kökeni itibariyle zihnimizle/zihniyetimizle uyuşmadığı için onu bir köşeye fırlattık. Eskiyen, gerçekte sözcüğün kendisi değil, ait olduğu dünya idi; 'muvaffakiyet'in o dünyada işgal ettiği mevkî idi.

     

    Dilerseniz, şu eski dostun, 'muvaffakiyet'in anlam dairesine biraz yaklaşalım; yakınında başka hangi tanışlar varmış, göz ucuyla bir seyredelim.

     

    Kökü: 'vefk'. Hemen yanına 'vifak'ı da ekleyelim, lâzım olacak çünkü.

     

    Önce eski bir âşina: 'tevafuk-muvafık'... Bir şeyin bir şeye muvafık olması (tevafuk), gerçekte onların birbirleriyle münasib/mütenasib olması demekti; iki şey birbirine denk gelirse, tesadüf ederse, birbirleriyle uyum içerisinde olursa, sonucun 'muvafık' olduğu söylenirdi. ('Muvafakat'ı hatırlatmaya gerek var mı?)

     

    Bir diğeri: 'ittifak'... Bu sözcük de aynı kökten gelir; "anlaşma, uyuşma", hatta 'rastlantı' demektir; 'müttefik' de pek tabii ki "ittifak eden"...

     

    Eh, bir de 'tevfik' ("başarıya ermek" değil, "başarıya erdirmek") tabiri vardı ki o dünyanın insanları, ellerindeki bütün gayret ve çabayı gösterdikten sonra, inançlarının gereği "tevfik Allah'tandır!" demeyi bir âdet ve itiyad hâline getirmişlerdi. Çünkü 'tevfik' ve 'teveffuk', kişinin kendi elinde değildi; gayret ve çaba tek başına yetmezdi; aksine bu bir nasip işiydi. Talibin nasibi varsa, yani taleb ettiği ile kendi arasında bir nisbet mevcutsa, vücuda gelirse, ancak o zaman, istediğinin olacağına, maksadına ulaşabileceğine inanırdı. Gayret, bu nisbeti meydana getiremezdi. Nisbeti olmadığı hâlde gayret edene "kifayetsiz muhteris" denirdi.

     

    O insanlar nasiblerinin ne olduğunu, kendilerine münasib ve muvafık olanı gerçek anlamıyla bilemeyeceklerini bilirler, öyle inanırlardı. İyi bildikleri kötü, kötü bildikleri iyi çıkabilirdi. Tüm nisbetleri bilmek imkânsızdı. Bütünüyle nisbeti bilmek, her şeyi bilmekti.

     

    Eskiler, bir şeyi isterler ve gayret edip, istedikleri şey ile aralarındaki nisbetin gerçekleşmesini umarlardı sadece. Onca gayretlerine rağmen, olmazsa, gerçekleşmezse, 'nasip değilmiş!" derler ve kendilerini üzmezlerdi. Her işin bir sahibi vardı. Tevfik O'ndandı. Başarıya erdirmek O'nun elindeydi. Dilerse olurdu, dilemezse olmazdı. Nisbetlerin Rabbi, her şeye bir nisbet (isim) vermiş, kullarını bu nisbete riayet etmekle, o nisbete muvafık hareket etmekle mükellef kılmıştı. Kısacası, nisbetlerin (âlemlerin) Rabbi, her ismini, bir nisbet hâlinde kullarına birer "rabb-i has" (ayn-ı sabite) olmak üzere tayin etmiş; diğer nisbetleriyse, gayretleri nisbetinde lütuf ve ihsan edeceğini bildirmişti.

     

     

    'Muvaffakiyet' demek, işte bu yüzden münasib olanın, yani nisbetin, tenasübün, münasebetin gerçekleşmesi (başarıya erdirilmek) demekti.

     

    Peki ya başarı?

     

    'Başarı' sözcüğünün geçmişi uzun değil, kadîm dünyayı terkedişimizle yaşıt. Köküyse 'başarmak'tan, yani "baş'a erme"ye, "baş'a varma"ya, "baş olma"ya dayanıyor. Kısacası, 'başarı' demek, "baş'a çıkmak", "baş'a tırmanmak" demek.

     

    Ey talib! Başarılı olma isteğinden ötürü seni kınadığımı düşünüp sukût-ı hayâle uğradığını yazıyorsun. "Baş(arılı) olmaya değmez" dediğim için üzülmüşsün.

     

    Niçin? Ermediğin bir 'baş'a, çevrendekileri erdirmeyi bir marifet zannettiğin için.

     

    Ey talib! Marifetin anahtarını, kaybettiğin yerde aramıyorsun; zira kendini aramıyorsun! Aradığın, sadece 'başarı'nın, 'baş'a ermenin, 'baş'a çıkmanın, 'baş' olmanın anahtarı.

     

    Peşinden koştuğun dünyanın senden yüzçevirmesinden yakınıyorsun. Peki ya yüzünü sana çevirirse, söyle bakalım, hâlin nice olur sanıyorsun?

     

    Sen baş olmayı bırak, benim yaptığımı yap, önce adam olmaya çalış!


  5. Selamlar,

     

    Arkadaşlar, konuyu asıl mecraından saptırarak, birbirinizi rencide etmek adına kişisel hakaretlere meydan vermeyiniz. Konu seviyeli bir münazara çizgisinden çıktığı için ikaz ediyor, bir sonraki mesajlarınızda bu ikazımı gözardı etmeniz halinde, konuyu kilitleyeceğimi belirtmekde fayda görüyorum.

     

    Saygılarımla.

     

    İTİRAZ

     

    Yukarıdaki alıntının punktosunu kalınlaştırdığım "birbirinizi rencide etmek adına kişisel hakaretlere meydan vermeyiniz" cümlesindeki "-iz" kişi ekinin ifade ettiği 2. çoğul şahıs zamirine itiraz makamındadır.

     

    1) İtiraf edeyim ki, şu meşhur mezkur konudaki ilk mesajı okurken diğer birkaç arkadaş gibi ben de o şaşkınlığı yaşamış, bir üye ismine bir mesaja bakarak ancak bir süre sonra manzaranın farkına varmıştım. Daha sonra 'İroni'yi göremeyen arkadaşlara da hak vermiş, "Aslında siteye dışarıdan ulaşanlar da hesaba katılarak, konunun başına büyükçe br parantez, içerisine de ünlem işareti koyulabilirdi" cümlem ile de bunu ifade etmiştim.

     

    2) Hiçbir genel geçerliği olmasa da şahsi kanaatim şudur: Sadece harf, kelime ve cümlelerin yan yana dizilişinden mana çıkartıp birbirimizi anlayabildiğimiz bir forumda, yanlış ve eksik anlaşılmalara, gönül kırgınlıklarına (bu ve mezkur konuda da örneğini gördüğümüz üzre) meydan vermemek için, üstü kapalı, 'ironik' yazıların maksatları bir şekilde belli edilmelidir. Hatta forum kurallarına (yoksa) dahil edilmeli, yöneticiler de bu tür mesajları düzeltmeyi vazife bilmeli.

     

    3) On mesaj yukarıdaki iletideki, hiciv olduğuna dair hiçbir aşikar emaresi bulunmayan 'ironi'yi farkedememek bedbahtlığına düşerek, iletinin sahibi olacak zatın düştüğünü zannettiğim tezad hakkındaki şaşkınlığımı -yedi mesaj yukarıda- dile getirmiş bulundum.

     

    4) O iletinin sahibi olacak zatın, meselemizi vuzuha kavuşturan imâlı cevabındaki "illa (!) kullanmak zorunda mıyım" istihzasına cevaben; anlaşılabilir olmak için illa "(!)" kullanmak mecburiyetinde olmadığını, en azından yazıda (yazı biçmini değiştirmek, konuşma çizgisi koymak v.b.) ufak tefek farklılıklar da yapabileceğine işaret için, 'reçete' den kinayeyle, mezkur konudaki örneği bulunan iletilerimi misal verdim. (Dileyen göz gezdirir, hak verir)

     

    5) Ters yahut -daha yumuşak ifadesiyle- marjinal cevaplar verme alışkanlığını sürdüren bu zat-ı muhteremin, benim bu espirili iletime verdiği edepten yoksun ileti mahiyeti olmayan diğer iletilerinin tahlilini size bırakıyorum.

     

     

    Hakaret nedir, rencide etmek nedir, "zağar" ne demektir, sabır ne demektir, "seviye" nedir, kimdedir, kimindir;

    takdirinize bırakıyorum.


  6. Bu arada..

     

    Sualim hala cevapsız.. Bu denli mühim bir iddia ortaya atılıyor, üzerinden bir yılı aşkın süre geçmesine rağmen, Necip Fazıl adına yayın yapılan bir forumda herhangi bir cevap verilmiyor. Allah kendisinden razı olsun, reyhan rumuzlu adminimiz vardı eskiden. Kalmadımı mı bu işe ehil kimsecikler?


  7. Sayın kızılsakal, açık yazınız ve neye isnat ettiğinizi belirtiniz. Allah'a şirk koşmak nedir, kimler şirk koşmuştur ve affedilebilirler listesine dahil olanlardan kimleri kasdediyorsunuz?

     

    Kuran'ın bir ayetinin dahi inkarı dahi küfür değil midir? Kafir şekilde ölen nasıl affedilebilir? Ve son olarak, bunun mevzu ile, üstat ve hocaefendi ile alakası nedir?


  8. "yediğiniz gol"

     

    Aha da mesele burda başlıyor işte. Merd-i kıptî şecaat arzederken...

     

    Ağzınıza sağlık; en başından beri bunu isbata çalışıyorum zaten: Siz gol atma çabasındasınız. Tirübün meselesi.. Bu sufli -bayağı- duygu da, ardını önünü düşünmeden midenizdeki incileri dökmenize sebep oluyor. Bir de oturup fikirden, erdemden bahsetmek..

     

    Edebi edepsizden öğrendim diyor ya..

     

    Güzel kardeşim, ne alt edilecek, laf sokulacak, sırtı yere getirilecek birisiniz ne de ben buna çabalıyorum. Böyle ucuz, üç kuruşluk emelleriniz olabilir lakin başkalarını da -herkesi hırsız sanan hırsız misali- kendiniz gibi vehmetmeyiniz.

     

    Hiçbir ağırlığı olmayan hamasi cümlelerle zafer naraları, sevinç çığlıkları atmak.. Mutlu olduğu şeye de bakın siz. -"Aaa bak beni dövdün" önermesini duyup ayakları yerden kesilen veled psikolojisi..

     

    İşte benden üç teşhis -tanı- daha.. Amma yok, bu sefer reçetem yok size. Kanseriniz o denli ilerlemiş ki, tedavi kabul etmiyor. Hem nedir bu yahu, karnı bozulan, bir tarafı ağıran, kurdu olan bizi buluyor. Burası devlet hastanesi mi kardeşim

     

    Ağzınızdan irin damlıyor. Gidiniz göz göz iltihap olmuş yaralarınızı, aknelerinizi temizleyiniz ondan sonra muhatap bekleyiniz.


  9. Mesele şimdi anlaşıldı.. İyi de güzel kardeşim, madem 'ironi'me 'öykün'dünüz, lutfen -bir lütuf olarak- rica ederim, düzgün öykününüz. Misal, ünlem güzel bir çözüm. He illa orjinal olsun derseniz, mezkur konudaki mesajlarımın birer çıktısını alıp incelediğinizde, rumuzumun kendi şahsına münhasır-özgün- taktik ve stratejilerini; nüans ve teferruatlarını -azıcık zor da olsa- farkedip onlardan faidelenebilirsiniz.

     

    Bu arada rumuz -orjinaldir kendileri, taklitlerinden sakınınız.- demişken.. Ne münasebet efendim, o beni 'benimse'miştir.. Rica ederim.. Yakışmak, elbiseye yakışır, yaraşır; -bez parçasıdır, kullanılıp atılır- kabuğa yahut kabına göre şekil almak da su karakterine.. Elbiseye yakışmak da nesi.. Aşkolsun. Ha profilime kendi fotoğrafımı iliştirdiğim zannına varıp onu rumuzumla ilişkilendirdi iseniz -ki hak veririm, hakikaten örtüşüyor- mesele başka. Hoş görülebilir.

     

    Son olarak.. Her ne kadar 'kazara' kullanmış bulunduğumu düşünseniz de, 'kasdi' kelimesin,i kasden, kasdî, kasıtlı olarak kullandığımı üzülerek söylemeliyim. Demek ki yazılan mesajla 'mütabık' değilmişim.

     

    Velhasılı kelam; -fetva verme ve şerh etme zevkinden mahrum edeceğim ama- vaziyetiniz anlaşılmıştır. Teşhis biraz geçikmiş de olsa, tedavide esas olan kararlılıktır. Takdir ediyorum. 'Nerede ne yazdığını gayet iyi bilen biri' olsanız da, bir dahakine azıcık daha dikkatli olup reçetenizi tatbik eder iseniz tedavi en kısa sürede cevap verecektir inşallah.


  10. Arkadaşlar bu Janus sizin bildiğiniz januslara benzemiyor. Bakınız aşağıdaki arkadaş Eygi Hocamıza ne hoş, ne tatmin edici bir reddiye yazmış. Bunları bilmek lazım, Şeriati'yi tekfir eden "din mafyası"ndan olmamak lazım. Bu arada orijinal bir tabirmiş. Evet bunu sevdim, evet din mafyasıyız! Ve bu gibi adamları da her zaman avlayacağız. Ever avcıları da avlayan avcılar vardır. Rabbim ehl-i süünnet kaleleri başımızdan eksik etmesin. Buyrun okuyun.

     

    "Din Mafyası" Şeriati'ye Saldırmaya Devam Ediyor

     

    “Müslümanlar kendi aralarında Kur'an'ın ve Resulullah'ın ortaya koyduğu hukukla bir ilişki geliştirirler. Kendilerini bu hukuka bağlı hissetmeyen ve sadece ellerindeki gücü/kafa sayısını/imkanları kullanarak insanlar üzerinde egemenlik kurmaya çalışan güç odakları da İslami kesimin derin devletidir.

     

    ...

     

    Ben mi yanlış okuyorum yahu, bu ne tezat?

     

    BKZ1

    BKZ2

     

    (Naklettiğim iletiye verdğim rep kasdi olmamıştır)


  11. Sözüm tenkid makamında bir söz değildi mümin kardeşim. Yanlızca, her türlü şahıstan kelam nakledilebilen bir yerde Allah Kelamının da aynı grupta, aynı başlık altında zikredilmesinin pek uygun bir tablo olmadığı düşüncemi belirtmiş bulundum. Sadece şahsi bir kanaattir, sahibini bağlar diyelim.

     

    Mezkur konunun kilitli olduğunu bilmiyordum, kilitlenme sebebini de bilmiyorum. Münasip bir başlıkta yeni bir konu açılmasında ne gibi bir mahzur vardır, onu da bilmiyorum.

    • Like 1

  12. Bilmem siz nasıl düşünürsünüz ama, kanımca ayet-i kerimelerin "düşündürücü sözler" başlığı altında paylaşılması pek hoş olmaz.Ayrı bir başlık açılsa zannediyorum daha hoş olur.

    *

     

    "Yaptığımız iş,ne kadar 'Allah İçin'? Ölçüsü:kimsenin bilmeyeceği ortamda ne kadar yapardık, kişilerin önünde yapmaya ne kadar hırslıyız..." (Nureddin Yıldız)

    • Like 1

  13. http://www.youtube.com/watch?v=uQIKyMG4AIw

     

    ÇOK YAŞA PEPSİ !

     

    Servet, mal

    Şöhret, şan

    Şeref, ziyafet

    Elitiyiz insanın

    Entarilerimiz altın suyuna batırılmış

    Yalelistana hoş geldiniz beyler

    Yalelli yalel

     

    Otoban yollar misk-ü rayihalar

    Yapılar dilberler ahular kolalar

    Amber dudağı inci gerdanı

    Yakut zafir zebercet taşlar

    Rolsroysları amerikan dostlarımızın

    Haremlerimiz eğlence-i şeriflerimiz

    Ziyafet-i kebirlerimiz

    Sürmeli gözlerimiz

    Çok yaşasın emirlerimiz

    Petrollerimiz bol olsun

     

    Çok yaşa pepsi

    Ay lav yu dolar

     

    Sağ elimizde uçuk bir kına

    Sol omuzumuzda

    Zümrüdü anka kuş

    İnanınız arabız

    E binanaleyh mister bush

     

    Fil baki made in japan yani

    Oto toyata

    Disk pleyır soni

    Klima fisher marka

    Mersi tokyo

    İyi akşamlar honkkong

    Ehlen ve sehlen

    İmparator hiro hita

    Bonjur madam teçır

    Çok yaşa pepsi

    Ay lav yu honda

     

    Şöyle altın sarısı

    Som altından altın bir taht

    Londra tersanelerinde

    Üç yılda yaptırılmış

    Özel bir yat

    Ciddede cidden

    Ciddi bir amerikan bankasından

    Prestij kart

    Oh hayat ne kadar güzel

    Toprak münbit nimet çok

    Çok şükür elhamdülillah

     

    Geçinip gidiyoruz ufak ufak

    E siyonizmde kahrolsun ama

    Bu arada dimi ama

    Lütfen iki patriot daha

    Unitet states of america amca

    Sarayımın damına

    E geceleri kabuslar görerek uyanıyorum da

     

    Helo niyork alo borsa

    Ne var ne yok orda

    Çok yaşa pepsi

    Ay lav yu maykıl caksın

     

    Ah ne çare be

    Abdul vahit bin cabbar el mistebidül mütekebbir kardeş

    Maykıl caksın olmasına maykıl caksın ama

    Sahtiyan ipek de olsa

    Üç arşın beze kalacaksın

     

     

    Seslendiren:İbrahim Sadri


  14. *

    - Önemli olan niyet azizim. Niyet çok önemli. Temiz, halis muhlis niyet.. Yeter ki niyet iyi olsun. Bazı ünlülerin ve türevlerinin mütedeyyinlere -yani bizlere- karşı artan sevgi, saygı, şefkat ve muhabbetlerini gördükçe mutluluğumuz kat kat artıyor. Hele bizler ve icraatlerimiz hakkında övgü dolu sözleri, kalplerinin ne kadar temiz olduğunu ve hakikatte birer kaşıkça elması gibi iyi insanlar olduklarını, pırlanta gibi yürek taşıdıklarını açık ve seçik gösteriyor.

     

    Teferruata takılıyor kimileri. Kalplere bakmıyorlar. Dışta, kabukta kalıyorlar. O insanların içindeki yüksek derecedeki Allah sevgisini göremezler tabi. Hayatlarına, simalarına ve gözlerine hiç yansımamasına bakmayın çünkü onlar sevgilerinin çaktırmayacak, göstermeyecek, gösterişini yapmayacak kadar samimi insanlar

     

    Zaman çok kötü. Ufak tefek günahlarımız olsa da bu dehşetli asırda bizim kırık dökük ibadetlerimiz zaten evliyaların, gavsı-ı azamların ibadetlerine eşdeğer sayılır herhalde..

     

    Bu devirde, ahir zamanda, şeytanların binbir türlüsünün türlü türlü süslü teklifine ve nefsimizin çetin tuzaklarına karşı sabrederek elimzi evimizin içinde akan muslukların altına sokup abdest alıp sabah namazını hem de sünnetiyle beraber eda ederek Ashab gibi cihad ettiğimizin farkına varıyor, ecrini Allah'tan bekliyoruz.

     

    Gerçi biliyorsunuz, "ne Cennet tasası ne de Cehennem" diyoruz gönül rahatlığıyla. Yunus gibi "Cennet cennet dedikleri birkaç köşkle birkaç huri / İsteyene ver sen onu bana seni gerek seni" diyerek yanlızca Rızaya talip olmak makamına eriiyoruz. Bu sebepten naşi, sıradan müslümanların aksine bizler, başkalarına cehennemde yer kalmasın diye bedeninin büyütülmesini niyaz eden Hz. Ebubekir'in ucu revaklara değen şuuruna da kısmen sahip olduğumuzdan, yeri gelirse başkalarının selameti için ahiretimizi dahi feda edebiliyoruz.

     

    Misal, o makamdan o makama kanat açmak, o makamların zevkini tatmak yerine başkalarının nefsini adam etmeyi, başkalarını kurtarmayı seçiyor, büyük bir fedakarlıkla başkalarını o makamlara sevkediyoruz. Yahut misal, imansızın birine dinimizi sevdirmek için tahşidat yaparkene kaçırdığımız namazlar için çok üzülüyor ve bu nevi cüretkarlıklarımızın da affedileceğini umud ederekten kazalarını ihmal etmiyoruz.

     

    Senin de dediğin gibi aziz kardeşim, elhamdülillah böyle şuurlu müslümanların sayıları gittikçe artıyor. Bendeniz takva pozu kesme kabiliyeti yüksek insanları hiç sevmem de; kendimi hariç tutaraktan söyleyeyim, kulaklarından, gözlerinden şuur fışkıran bir nesil geliyor.

     

     

    (!)

     

    (mecburiyet hissettim)

    • Like 1

  15. söyleşiye devam...

     

    *

    En son Elif Şafak'tan Aşk'ı bitirdim. Elime aldığım gibi nasıl yarıladım kitabı anlatamam. Çok güzel, çok deruni anlatmış. İçeriğini eleştiren "ham softalar" varya acıyorum onlara. Aşksız insanlar. Ne demiş büyük şair Necip Fazıl, "ham softa ve kaba yobaz". Çile diye bi kitabı var. Çok güzel şiirler var içinde. Tavsiye ederim.

     

    Saz bağlama derken, müziğimize de yeni bir se, yeni bir renk geldi. Gerçi bir zamanların eski müziksiz ilahi-marşçıları güzel bir ilerleme kaydederek her kesime hitap edecek, herkesin kendinden bişeyler bulabildiği, insana her türlü duyguyu yaşatan cinsten, modern ekipmanlarla çalınmış güzel şarkılar çıkartıyorlar uzun zamandır.

     

    Malum, her kesime hitap etmek lazım..

     

    Bir de geçenlerde çok ünlü sanatçılarımızın çıkardığı bi albüm ilahi albümü vadı. Güzel gelişmeler.. Bayan sesi ile birleştirmek, çok başka oluyormuş, ayrı bir haz veriyormuş klasikleşmiş ilahilerimizi, tasavvufi musıkimizii.. Birkaç itiraz eden de olmuş gerçe de, o kadar da şey olmamak lazım canım bu zamanda..

     

     

    Geçenlerde konu açıldı, hınzırın yağını kılını her naneye karıştırıyorlarmış. Neden geniş çaplı bir denetleme sistemimiz yok dedi bitanesi. Katıldım söylediklerine. Mesela şu helal sertifikası tek ve güvenilir bir elden yürütülse ya. Derkene mesele gündeme kaydı, vay efendim zina artık suç değilmiş. O kadar da olsun canım dedim, muaasır medeniyetlere yetişebilmek için göz ardı edilebilir. Tabi öyle ayak üstü anlatılacek mesele değil ki iki dakikada kavrasın, anlayamadı.

     

    Yok efendim umumhanelerden alınan vergilerle imamların maaşları ödeniyormuş da mümince bir tavır, İslam toprakaları, müslümanca bir yönetim bunu asla sindiremezmiş.. Dedim a aaa, çok dar düşünüyorsun. "Dinde zorlama yoktur". İnsanların özgürlüklerini kısarak birşey elde edemezsin. Hem bir düşünsene hele kapatıldıklarını.. Neler olur Allah muhafaza.. Biraz Taraf falan okusana sen. Azıcık bakış açını genişlet.

     

    Şeriat, hüküm, ecdad mecdad dedi, ağzında geveledi. Dayanamadım daha fazla. Daha fazla tartışmadım. Cahille tartışılmaz.. Hem ne demiş Mevlana: "Cahil kimsenin yanında kitap gibi sessiz ol"

     

     

    Müslüman kız çocuğu, yasak kalkmadıkça ilkokula, liseye de gidemezmiş. Peh. Çocuk onlar yahu. Kardeş sayılırlar kardeş. Hem ilim öğrenmek farz değil mi!

     

    Yok gençliğin ahlakı erozyona uğruyormuş, Müslümanlar günaha karşı duyarsızlaşmış, şuursuzlaşmış. Yok müslümanlar bile gazetelerinde televizyonlarında çarşaf çarşaf açık-saçıklıkları yayınlar olmuşlar...

     

    Dar kafalılar dar.. Bunlara bişey anlatmak deveye hendek atlatmaktan zor..

     

    *

    • Like 2

  16. *

    "Ferman duyurmuş bu yerden gaziler

    Dualı alaylardan çıkmış meydan erleri..

     

    Seher günü çınlamış "Amin!" lerden;

    Sallanmış birer birer şu Fetih tepeleri!..

     

    Ufuklarda yelelenmiş duygular!

    Cenk davulu vurulmuş;

    olur mu evde kalmak!"

     

    *

     

    Ömer Karaoğlu.. Başkadır.. Eski marşları, bant tiyatrolarında seslendirdiği marşları daha başkadır..

     

    *

     

    "Bir avuçtuk biz göklere sığmayan!

    Bir avuçtuk biz

    Cnnete susayan!"

     

    *

     

    "Hey dağlarım,

    Gelin!

    Orta yerine kentin

    Kurulun

    Değişsin rengi çehresi şehrin!"

     

    *

     

    "Ey deprem,

    Gel yetiş bu şehirlerin,

    Doğayı çarptıran konumlarına!

    Doğ ey güneş;

    Erit taştan adamı!

    Ve kuru taşları diken elleri!"

     

    *

     

    "Yar alev harmanında..

    Ve bir de İbrahimsiz,

    Yitip tükenecek mi azar azar sevincim?

     

    Günü gelir yer yutar aydınlık karanlığı

    Süt-beyaz özgürlükte maya tutar sevincim!

     

    Kısar bir gün gözünü!

    Yürür şirkin üstüne!

    Gökyüzünde çoğalıp yere yağar sevincim!"

     

    *

     

    "Oysa bir gün

    Hem izinsiz, hem apansız geldiniz..

    Evimize, odamıza

    Kanımıza girdiniz!.."

     

    *

     

    Bazen hicran, bazen teselli, bazen ürperti, bazen de vecd, cehd, gayret! Çoğusundaki hamasetten uzak, hasbiyet..

     

    *

     

    "Bir yanımız yangınlarda kavrulur,

    Bir yanımız umudu ve direnci büyütür..

    Bir yanımız şaşkın ve sukût içinde izlerken olan biteni

    Bir yanımız kuşanıp merhameti ülke ülke dolaşır yürek coğrafyamızı..

     

    Bir yanımız telaş içinde

    Bir kısacık ömre tutsak..

    Bir yanımız ölümsüzlüğü daha çok sevmekte hatattan.."

     

    *

     

    Neyse.. herneyse.. niyeyse

    • Like 1

  17. Ellerime Kar Yağıyor

     

    Yalınca bir dağ-başında,

    Ellerime kar yağıyor..

    Yazın yaz, kışın kış tanrım,

    Bu ne mayalanış, tanrım;

    En güzele, en korkunca,

    Teselliler sonu, bunca,

    Gök-yüzünde unuttuğum

    Ellerime kar yağıyor..

     

    Bu yapraktan ince canlar,

    Bu kubbe kubbe ezanlar.

    Bu dualar, rahmet rahmet,

    Aşk, ışıtan can-evimi,

    Bu başlangıç, bu nihayet,

    Bu gördüğüm düş benim mi?

    Nice dillerin telâşı?

    Tekmil bir geceye karşı,

    Alev alev gözlerimden,

    Ellerime kar yağıyor..

     

    Adımlar işte, ard-arda,

    Gayrıca beklemek olmaz.

    Açın, perdeleri bütün,

    Mavi mavi aynalarda,

    Uyanmak üzre, doğan gün.

    Kulu kurbanı olduğum,

    Mutluca toprakta tohum.

    Çiçek, niyazlar içinde,

    Dal'ın türküsü bembeyaz,

    Serpil serpil duyuyorum,

    Bardaktan boşanırcasına,

    Kopmuş takvimlere inat,

    Duygu duygu kanat kanat,

    Ellerime kar yağıyor..

     

    Bu deniz boyu dalgalar,

    Bu müslüman dakikalar.

    Her nefes alış-verişte

    Duyduğum, bu gerçek işte,

    Muştular içinde sazım,

    Bu mu benim alın-yazım?

    Dostlar görmüyor musunuz?

    Çağrılar içinde, sonsuz

    Hep zamanların dışında,

    Yalınca bir dağ-başında

    Ellerime kar yağıyor..

     

    şiir: Feyzi HALICI

    seslendiren: Feridun Özdemir

     

    Abdulbaki Kömür de olabilir yorumlayan. Uzaklaşan, uzaklaştıkça küçülen zamanlardan.


  18. ANDOLSUN diye bir albüm vardı.. Parçaları kim söyler bilmiyorum ama hoş sadalardı..

     

    "

    Ümide tutsak günlerim

    Izdırabın çemberinde.

    Aydınlık birgün beklerim

    Karanlığın her yerinde.

     

    Çırpınarak boğuşurum.

    Elem, keder, gam selinde.

    Sazın bir bam teli vardır

    Tüm duygular bam telinde.

     

    Bu sam yeli dinsin artık

    Izdırabın seherinde.

     

    Ümitsizlik can veriyor

    Sabrın çelik pençesinde.

    Teniürperten şu şarkı

    Sonsuz zafer bestesinde.

     

    Yepyeni birgün beklerim

    Bugünlerin ötesinde.

     

    Yalnız bir günü severim

    Şu günlerin ötesinde.

    Yalnız bir gülü severim

    Mevsimlerin destesinde"

     

    *

     

    Bilmem hatırlayan var mıdır..

     

    "Güle sevdasından vurulsa bülbül

    Toprağa ben düşüyorum..

    Kıyam dağlarında kuduran soğuk;

    Odam sıcak,

    Ben üşüyorum..."

     

    Çoğu parça şiirlerden bestelenmiş.

     

    "...

    Korkuları dürenler

    Ölümü öldürenler

    Rabbi'nin huzuruna

    Peygamberle gelenler..

    ..."

     

     

    Eski tınıları arayanlara hatırlatmış olalım efendim.

     

    "...

    Biz yağmamış yağmurlarız

    Ama bir gün çocuğum

    Andolsun yağazağız!

    ..."


  19. Sevmek ve dost edinmek başka şeydir, münasebet kurmak başka şeydir. Komşulukları, misafirlikleri, hasta ziyaretlerini, ticareti v.s. nasıl açıklayacaksınız? İki şeyi birbirine karıştırıyorsunuz.

     

    Konu rağbet görmedi, mesele şahıslara takıldı kaldı, ötesine geçemedi. Konuyu bu makale ile açmamış olsaydım belki daha iyi olacaktı ama zaten son zamanlarda pek kimsecikler de görünmüyor forumda.

×
×
  • Create New...