Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

mütereddid

Admin
  • Content Count

    625
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    70

Posts posted by mütereddid


  1. Çerçeve 1'den

    "Tek kelimeyle fikir öfkesi, kıymet hükümlerimizin hamle ve irade kaynağı... Onsuz fikir, duvarda veya sandıkta, evde veya dükkânda, kalabalıkta veya tenhada, ikide bir ötmekten başka hikmeti olmayan aptal bir guguklu saattir." (Fikir Öfkesi)

    "Gümrük yanlız iktisadi faktörlere bağlı, ve yanlız (Coty) firmasının kokularına karşı değildir." (Matbuat Davası)

    “İşi gücü klişe ezberlemekten ibaret bir ham softayla, hakiki ve derin iman sahibi arasındaki fark! Hakiki ve derin iman sahibinin ulvî meseleleri vardır, yobazın da takur tukur bir sürü klişesi. Hakiki ve derin iman sahibi her hangi bir din kanununu, istiridyenin içindeki inci gibi kullanır, yobaz da istiridye kabuğu gibi." (Cehil taarruzu)


  2. dosya: büyük doğu -1

    Büyük Doğunun 1945 yılında yayınlanan sayılarından birinde, sayfanın sağ alt köşesine sıkıştırılmış, Neslihan Kısakürek imzalı bir yazı ilişiyor gözüme: Ev ve Kadın Suadiye Tramvayında.

     

    Üstad Necip Fazılın talebi üzerine hazırlanan bu köşede, Neslihan hanım iki ana başlık altında, Muaşeret Edebi ve Ev ve Kadın olmak üzere iki önemli meseleyi kendi üslubuyla gayet samimi ve hayatın ta içinden çekip almışcasına okurlarıyla buluşturuyor.

     

    Bu konuyla alakalı bir hayli muzdarip oluşumuzdan olsa gerek, ilk etapta kadının ve evinin ele alındığı yazıyı okuma dürtüsü peyda oluyor insanda.

     

    Merak ettiğim için sayıyorum, yaklaşık 150 kelimelik kısa bir yazı. Yazının kısalığı aldatmamalı ama, çünkü kadın bir kadının gözüyle ancak bu kadar isabetli anlatılabilir. Üstadın kendi tabiriyle her biri en büyük davalarla alakalı, mecmuanın bu mühim iki köşesini doldurması için eşine teslim etmesinin sebebi de bu olsa gerek. Necip Fazılın bu mantıklı ve yerinde eyleminin tartışılamayacağı gibi, isteğini eşine arz etmesi üzerine aldığı cevabın gerçekliği de tartışılacak cinsten değil.

     

    Üstadın yukarıda belirttiğimiz köşeyi hazırlaması için eşine götürdüğü taleb üzerine Neslihan hanım şunları söylüyor:

     

     

    [] geçen gün Suadiye tramvayında ne düşündüm: Hemen her muharririn şikayet ede ede bitiremediği tramvaylardaki bu korkunç insan pestili, manevi bakımdan bu kaatilcesine kalabalık, kadın yolcuların erkeklere nisbetle en aşağı yüzde 60 fazla olmasından doğuyor. Buna hiç dikkat eden oldu mu? Kadınlarımız, sabahın en erken saatinden en geç vakte kadar sokaklarda Ev, öz evi, kadının cehennemi oldu! Şehirin deveran süratini sebepsiz ve faydasız, misillerle artmaya sevkeden, şehirli kadınlarımızdır. Acaba beledî, iktisadî, idarî sahada görülen bu hadise, ruhî ve içtimaî bakımdan ne gibi müessirlere dayanıyor?

     

    - Aman, dedi kocam, yazına böyle gir, hiçbir başlangıç bu kadar güzel olamaz!

     

    []

     

    Düşündürücü ve insana kendi kendisini sorgulaması gerektiği ilhmanı veren kısa ve öz bir anlatım.

     

    Neslihan hanımın bundan yaklaşık 60 yıl önce tespit edip kağıda aktardıkları günümüzde hala artmış olduğunu iddia etme cüretinde bulunuyorum devam etmektedir.

     

    Kadın son kalesini de terketti

     

    Kadınlarımızın sokağa dökülmelerinin tarihçesine girme niyetinde değilim. Fakat şu bir gerçektir ki, eski türk filmlerinin en çok alaya alınan reprliklerinden olan ve kadının hakiki anlamda evinin kadını ve çocuklarının anası olduğu zamanlar hatırlayamayacağımız kadar gerilerde kaldı.

     

    Bu şu anlama geliyor ki, en sağlam ve en dokunulmaz olması gereken evlerimiz, yani kadınların son kalesi de içten fethedilmiş, yerle bir edilmiş ve sahipsiz kalmış durumdadır. Böyle bir yıkıntıya sebebiyet veren unsurları herkes kendi hayatında rahatlıkla bulabilir. Yazıla yazıla birçok şeyin anlam ve mahiyetini kaybettiği şu zamanda işaret ettiğim unsurları burada zikretme ihtiyacı görmüyorum. Çünkü kimse onları bilmediğini iddia edemez ve etmemelidir.

     

    Peki, ya bu kalenin içindekiler?

     

    Kadının, gerek sosyal, gerek mecburi, gerekse keyfi bahanelerle terkederek sahipsiz bıraktığı yalnızca evi olmadı tabi ki. Anne ilgisinden mahrum büyüyen çocukların yetersiz eğitim ve geçersiz hayat bilgisi birikimlerinden doğan onlarca, yüzlerce ve hatta binlerce olumsuzluk şuan toplulumumuzu ele geçirmiş halde.

     

    Hergün kişiliği gelişmemiş bir fert daha kendisini düstursuzca toplumun orta planına yertleştirme çabası güdüyor.

     

    Öz kimlik ve kişiliğini bilemeden kendini sokağa atan kadınların çocukları ya kreşlerde, ya parklarda ya da çarşı-pazarda büyüyor.

     

    Beşiği sallayan el dünyayı yönetir ilkesine uyan kadınlarımızın sayısı gün geçtikçe azalmakta.

     

    Muhakkak ki Haticeyi, Peygamberin (s.a.) gözbebeği ve zevceler sultanı Hz. Hatice yapan bitirdiği mektep, Zeynebi de, Ebul Âsın vazgeçilmezi kılan, onun makam ve mevkisi değildi.

     

    Neslihan hanımın yukarıda dikkat çektiği hadisenin ruhi ve içtimai boyutlarına girmek yerine son söz olarak şunu belirtmek daha uygun olur diye düşünüyorum:

     

     

    Cennet ayakları altından kaldırılmadan eve dönmeli kadın!

     

     

    http://www.n-f-k.com/nfkforum/index.php?/topic/5246-islam-ve-kadin/

  3. Düzelteyim, Mümin-Kafir'den "küfrün hüneri" şeklinde hatırladığım vasıf müstehzilik değil, şaşırıtıcılık vasfıymş.

    ...

    -Öyleyse niçin şaşırtıcı oluyorsunuz?

    -Karşımda nefs muhasebesine malik bir insan bulamadığım için ister istemez böyle oluyorum. O zaman da, asıl küfrün hüneri olan şaşırtıcılık belki bana da sıçrıyor ve kelimelere var kuvvetimle abanmamı gerektiriyor.

    ...

    Bu ayrı bir sual olmalıydı.

     

    Herhangi bir şeri meselede istihzai bir beyan Allah muhafaza küfre götürür, kabul. Fakat üstadın "İSTİHZA" başlığı ile kaleme aldığı yazıdaki istihzayı, parantezlenmiş, "şu şu şu husustaki istihza" şeklinde sınırlandırılmış bir istihza olarak algılamadım.


  4. Necip Fazıl İle Geçmişe Yolculuk

     

     

    Geçmişe yolculuk!..

     

    Bu pazar günü sizlere Rahmetli Üstad Necip Fazıl Kısakürek'ten bazı alıntılar aktarmak istiyorum. Kütüphanede kitaplarda bakarken Üstadın 1939 yılında yayınlanan yazılarının biraraya getirildiği ve 1985 basımı ÇERÇEVE 1 kitabı elime geçti. Şöyle sayfalarını karıştırırken geçmiş gözümün önünden geçti. Üstad üslubu ve fikri yoğunluğu ile beni benden alıp uzaklara götürdü. ÇERÇEVE1'i yeniden okumaya başladığımda kısa kısa notlar almaya başladım... Bu notlar beni köşemi bu pazar Üstad'a ayırmaya itti. Okudukça Üstad'ın yerinin doldurulamadığını, bundan sonra da kolay kolay doldurulamayacağını düşündüm... O'nu özlemle, saygıyla ve rahmetle andım.

     

    Şimdi sizleri Üstad'ın ÇERÇEVE1 başlığı altında toplanmış ve 1939 yılına ait yazılarından alıntılarla başbaşa bırakmadan önce toplum olarak bundan 70 yıl öncesi ile bugün arasında pek bir değişiklik olmadığına dikkat çekmek istiyorum.

     

    Şimdi sizleri Üstad ile başbaşa bırakıyorum:

     

    NÜKTE HASTALIĞI

     

    Hak ve hakikat kutbuna bağlı bir mizacın, arada bir, biber ve hardal gibi nadir bir lezzet kaygısiyle yerli yerine oturtacağı, sınır tanıyan nükteler başımızın tacıdır. Fakat nükte hastaları, biber ve hardal nevinden şeyleri, hem de taklidi ve adisiyle, fikir yemeği içinde değil, yemek yerine, tencere ve karavanayla önümüze süren kalpazanlardır.

    İSTİHZA

     

    İstihza, iman eksikliğinin en şaşmaz delilidir.

    MAZİYİ RED

     

    Kökünü beğenmeyen dal ve dalını benimsemeyen meyve olmadan çürüyecektir.

     

    DEDİ-KODU

     

    Dedi-kodu, çekiştirmeden farklıdır. Dedi-kodu yapan, bahsettiği şahsın lehinde mi, aleyhinde mi belli değildir.

     

    Şahsiyetsizlik ve kifayetsizliğin şaşmaz markası dedi-kodu kaabiliyetidir.

     

    Davası olmayan fikir işsizi, yalnız dedi-kodu yapar.

     

    DALKAVUK

     

    Dalkavuk bir nevi uyuz kayışıcısıdır. O kaşır ve sırtı kaşınanın yüzü tatlı gevşeklikle sarkar. Eski dalkavuk bunu gayet hünerli ve girift aletlerle, göze göstermeyerek yapar, böylece efendisinin kaşınan uzuvlarını ve kaşınma ayıbını gizleyebilirdi. Bugün hem bu uzuvlar meydanda, hem de fiil açıktadır.

     

    Saygı ve bağlılıkla bu işi nasıl birbirine karıştırabiliriz? Birinde aşk ve fedakarlık vardır, öbüründe korku ve tamah...

     

    DİSİPLİN NEFRETİ

     

    Disiplin, her oluşun; toprak altında pişe pişe elmas olmaya giden kömürden kalb içinde yana yana insan olmaya giden natık hayvana kadar her olmuşun, üstün hakikat yolunda fetih sırrını gizleyici usul şartı.

     

    Büyük disiplin, Büyük Cihadın namzetleri içindir. Büyük cihad, milyonluk orduların milyonluk ordularla cenkleşmesi değil, tek kişinin kendi nefsiyle savaşıdır.

     

    Aşk ve hakim fikir bulunmayan yerde disiplin olmaz; ve ortalığı, bir tekmeleme, çifteleme, anırma, böğürme, toz dumandır kaplar, gider...

     

    KISKANÇLIK

     

    Yüzümüzün, merhemsiz, sargısız, peçesiz çıbanı...

     

    SAYGISIZLIK

     

    Aşksızlığın, imansızlığın, ölçüsüzlüğün sefaletini ifşada, saygı eksikliği, ne hassas bir barometredir!. Gıdasız kalınca kendisini sömüren mideler gibi, aşksız ve imansız ruhlar, ulvi kıymetlendirmelerden mahrum kalır kalmaz, kendilerini ve muhtaplarını, her türlü şahsiyet nakışlarını yiyen bir laubalilik kezzabında eritmekten başka bir çare bulamıyorlar ki...

     

    Abdulkadir Özkan - Milli Gazete

     

    2008-11-30

     

    http://www.n-f-k.com/nfkforum/index.php?/topic/8056-necip-fazil-ile-gecmise-yolculuk/


  5. Mehmet ŞEvket Eygi'nin "Papazın Müslüman Oluşu" başlıklı bugünkü (16.12.2012) yazısı...

     

    Konu ile alakalı bulduğumdan, bu başlığa ekliyorum.

     

    Bulgaristan'da 20 yıl boyunca papazlık yapan Atanas Mihaylov Müslüman olmuş. Sofya müftüsü Mustafa Efendi geçtiğimiz 27 Kasım'da papazın Müslüman olup Abdullah adını aldığını cemaate tantana ile ilan etmiş. Bununla da kalmamış, müftülüğün internet sitesine eski Mihaylov'un yeni Abdullah'ın resmini koymuş, çoğunluktaki Hıristiyanları öfkelendirecek, rencide edecek, üzecek beyanlarda bulunmuş. Bunun üzerine Bulgar Ortodoks kilisesi tepki göstermiş, müftülüğün beyanlarının Hıristiyanlara hakaret içerdiğini iddia etmiş. Bu tepkiler üzerine müftülük geri adım atmış ama tansiyon yine düşmemiş. Muharrem ayı aşure gününde Vidin şehrinde bulunan Pazmantoğlu Camiinde Müslümanlar ile Hıristiyanlar 200 seneden beri toplanır, aşure yerlermiş, bu sene Hıristiyanlar bu aşure barışına katılmamışlar... Bu konudaki görüşlerimi arz ediyorum:

     

    1. Bendeniz bir Müslüman olarak 20 yıllık papazın Müslüman olmasını memnuniyetle karşılarım... Bir Müslüman Hıristiyanlığı seçmiş olsaydı Hıristiyanlar sevinirlerdi.

     

    2. Müftülüğün, papazın Müslüman oluşunu, Hıristiyan çoğunluğu üzecek ve rencide edecek şekilde, tantana ile ilan etmesi hatalıdır.

     

    3. Bu hidayet hadisesi gizli tutulmalı idi. Gizli tutulamayacaksa, Hıristiyanları üzecek şekilde ilan edilmemeliydi.

     

    4. İslamiyet hikmet dinidir. Böyle konularda hikmet ve siyaset-i islamiye neyi gerektiriyorsa öyle hareket edilmeli idi.

     

    5. Resullullah sallallahü aleyhi ve sellem Efendimiz zamanında Habeşistan hükümdarı Müslüman olmuş, lakin onun İslamı kabul ettiği ülkesinde gizli tutulmuştu çünkü halkı bunu kabul ve hazm edemezdi.

     

    6. Bundan birkaç yıl önce Müslüman olan bir Fransız papazının bir yazısını tercüme ettirtip, 16 sayfalık bir broşür halinde yayınlamıştım. Müslüman olmuş ama bunu ilan etmemiş. Emekli olduktan sonra Fas'a göç etmiş ve orada açıklamış.

     

    7. Merhum şeyh Muzaffer Ozak efendi hazretleri anlatırdı, 19'uncu asrın ortalarında Fener'deki bazı papazlar, zamanın kutbu Kuşadalı İbrahim Efendinin nazarı ve himmeti ile biiznillah Müslüman olmuşlar ama bu ihtidalarını ilan etmeyip, gündüzleri kiliseye, geceleri şeyhin meclisine devam ederlermiş. (Bir insan hem Müslüman, hem papaz olamaz. Bu anlattığım, istisnâî ve geçici bir durumdur...)

     

    8. Müslümanlar azınlıkta oldukları ülkelerde, çoğunluğu rencide edecek söz söylemekten, iş yapmaktan geri durmalıdır.

     

    Bulgaristan'da Yunanistan'da İslama, Osmanlılara, Türklere karşı düşmanlık vardır. Biz Müslümanlar elimizden geldiği kadar bu düşmanlığı azaltmaya çalışmalıyız.

     

    Neler yapabiliriz? Kur'anı Kerimde Peygamberimizin (Salat ve selam olsun ona) hadîslerinde İsa aleyhisselam, annesi Hazret-i Meryem hakkında çok güzel, çok övücü ayetler, ifadeler bulunmaktadır. Bu konuda Bulgarca ve Elen dili ile kitapçıklar yayınlanabilir. Hazreti İsa'ya iman etmek, onu sevmek, Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasında bir köprüdür. Bu köprüden Müslümanlar Hıristiyanlık tarafına geçemezler ama Hıristiyanlar İslama geçebilir. Biz niçin Hıristiyanlığa geçemeyiz? Çünkü Müslümanlar bir tekini dışlamamak şartıyla BÜTÜN Peygamberlere (aleyhimüsselam) iman ederler; Hıristiyanlar son Peygamber Hazret-i Muhammed Mustafa'ya iman etmezler. Yahudiler de Hz. İsa'ya iman etmez.

     

    Bulgaristan müftülüğü, öfkeli Hıristiyanları sakinleştirecek beyanlarda bulunmalıdır.


  6. Ben çocukluğumun verdiği heyecan ve neşe ile yolda giderken başka şeylerle meşgul olduğumdan bir an annemin yanımda olmadığını hissettim. Annem o zamanlar benim tek sığınağım, biricik koruyucum. Böyle birini kaybetmek hissi takdir edersiniz ki çok büyük bir hayal kırıklığı yaşamama sebep oldu derken ileride yürüyen çarşaflı kadınlar sürüsü gözüme ilişmişti ki bunlardan birisini anneme benzettim. Büyük bir neşe ile koşarak bacaklarına sarıldığım, anne diye haykırdığım kadının bana yüzünü dönmesi ile kafamdan aşağı kaynar suların dökülmesi bir oldu. Evet, o kadın annem değildi. Mahcubiyet ve üzüntü ile karışık duygularla göz yaşı dökmeye başlayan ben, biraz yukarıda bekleyen annemin o kadife sesiyle ismimi hitap etmesi sonucu bu defa sevinç gözyaşlarını tutamadım. smile.gif

     

    Yaş 4 veya 5. smile.gif

     

    :) Ah o pazarlar.. Anlık bir dikkatsizliğin pazarı korku filmine dönüştürdüğü cumartesi günleri.. Ben de aynı şekilde kim bilir kaç kere; uzun zamandır anacığım zannedip peşinden yürüdüğüm çarşaflının, hiç tanımadığım bir teyze olduğunu farketmemle başımdan aşağı kaynar sular dökülmüş, kaybolmak korkusuyla pazarı bir aşağı bir yukarı voltalamışımdır.. Teyzelere anons: sahip çıkın bacım çocuğunuza!

     

    Kurcaladıkça neler çıkıyor..

     

    Hayır yazmadan edemeyeceğim..

     

    Bir başka komşu çocuğu.. Neymiş bu sizin ev de demeyin, malum, evde bilgisayar olunca neticesi böyle oluyor.. Yine günlerden bir gün, FİFA oynarken futbolcu isimlerini ve yaptıkları manevraarı büyük bir heyecanla sayarak kendi spikerliğini üstlenmiş evsahibi abisini pür dikkat dinleyen ve seyreden bizim komşu çocuğu, bir müddet sonra meydana gelen kısa bir sükuttan istifadeyle bombayı patlatıyor:

     

    -"Nerde o b.klu oyuncu?"

     

    (Bilmem hangi yabancı takımın yıldız oyuncusu Kaka'yı kastediyor kardeşimiz)

     

    Evdeki kahkahayı siz tahmin ediniz.. :)

    • Like 1

  7. Çıkmış hakikaten "güzel şeyler" :)

     

    Yaşının üçünü beşini hatırlamıyorum, bir tıfılın hikayesi de benden..

     

    Peder doktor.. Haliyle eş-dost komşu-akraba ücretsiz istifade ediyorlar bu fırsattan. Tabiplik başka birşey.. Neyse..

     

    Birkaç bina ötede oturan eski komşumuzun kızlarından biri şifayı kapmış, akşamleyin ablasıyla beraber doktor amcalarının evine geldiler. Günün yorgunluğu, doktor amcanın dilindeki tatılığa tesir etmiyor. Herhalde iğne yapsa "sinek ısırığı" zannedecek.. Çocukla çocuklaşan babamın hali seyre şayan. Çocuk muaynesi ayrı bir ihtisas istiyor..

     

    Velhasıl, doktor amca muaynesini bitirirken, mütevazi salonumuzun sünger sedirinde oturan küçük misafirimize :

     

    -"Bizim hiç kızımız yok, sen bizim kızımız olur musun?"

     

    Bitkinliği gözlerinden akan soluk benizli küçük kız kısa bir süre düşündükten sonra, bütün masumiyetiyle şöyle cevaplıyor:

     

    -"Ama benim sorunlarım vaaar!"

     

    *

    • Like 1

  8. tebessüm biraz..

     

    Sünnet olmak Hıristiyan ve Yahudi geleneğidir

     

    Ahahah oğlum o da bi şey mi lan. Ben bazı kaynakları araştırdım, İslam'ın peygamberi aslında Yahudilerle aynı soydan geliyormuş! Nasıl, süper di mi? Ben duyunca çok şaşırdım. Bilmem kaç göbek ileride Hz. İbrahim derler bi adam var, o hem Yahudilerin, hem de Peygamberin dedesiymiş aslında. Soner Yalçın bile yazmadı bunu daha, benim cahil milletim bunlardan habersiz tabi, varsa yoksa sünnet olmak tabak sünnetlemek falan boş işlerle uğraşıyorlar...

    Arkadaş bi yürüyün gidin ya, 10'a varmamış zeka yaşınızla modern zamanın Saadettin Teksoy'ları kesildiniz başımıza. La ilahe illallaaah..

     

    ehli sünnet müslümanın bu tarz ibareler kullanabileceğini düşünemem yakışı kalmaz

     

    Ben zaten -haşa- Şiadanım, o yüzden yakışı kalması, dilek olay, içten bile değil mera ketme senk ardeş. Töbe ya... Şuradaki göndermeleri de anlamadınız, kiminle ve hangi zihniyetle kafa bulduğumuzu görmediniz ya gayrı ben size bi şey diyemem artık. Oldu olacak dinden atın bari. Ben giderim, yakışım kalır buralarda zaten.

    • Like 3

  9. Üstad "Dedektif X Bir" mahlasıyla Büyük Doğu Dergisi'nin 6 Ekim 1950 tarihli 29. sayısında kaleme aldığı "Lozan'ın İç yüzü" başlıklı yazıyı, Beddiüzzaman Said Nursi "Emirdağ Lahikası 2 " risalesinde neşretmiş.

     

    (Orjinal Sayfa:406)

    Berâ-i mâlûmat size gönderildi

     

    Büyük Doğu'nun yirmidokuzuncu sayısında; "Lozan'ın İç yüzü" diye yazılan makaleden:

     

    İngiliz murahhas heyeti reisi Lord Gürzon, nihayet en manidar sözünü söyledi. Dedi ki:

     

     

    - "Türkiye İslâmî alâkasını ve İslâmı temsil rolünü kendi eliyle çözer ve atarsa, bizimle hulûs birliği etmiş olur ve Hristiyan dünyasının hürmet ve minnetini kazanır; biz de kendisine dilediğini veririz."

     

     

    Lozan'da Türk murahhas heyeti başkanı bulunan ve henüz hakikî kasıdları anlayamayan İsmet Paşa, bir aralık bütün Hristiyan emellerinin Türkiye'yi mazisindeki ruh ve mukaddesatı kökünden ayırmak olduğunu sezdiği halde, şu gizli ivaz ve teminatı veriyor ve diyor ki:

     

    - "Eskiden beri kökleşmiş ve köhne engellerden, (yani an'ane-i İslâmiyet'ten) kurtulmak hususunda besledikleri(yani İsmet'in beslediği) azmin, inkâr edilmez delilidir."

     

    Harfi harfine iktibas ettiğimiz bu sözlerle, Türk başmurahhasının yani İsmet'in, eskiden kökleşmiş ve köhne olmuş engellerden kurtulmak hususunda Türk milletine beslediği kat'î azimle ne kasdettiğini ve bunu hangi maksad altında İslâmiyet düşmanlarına ivaz diye takdim ettiğini sormak lâzımdır.

     

    Konferansın birinci defasında Türk başmurahhası, bizzât karar vermek vaziyetinde olmadığı ve büyüğüne, yani Mustafa Kemal'e bildirmek zorunda olduğu için, memlekete dönüyor; kendisini Haydarpaşa'dan Ankara'ya götüren tren ve devlet reisini (Mustafa Kemal) İzmir'den Ankara'ya götüren trenle Eskişehir'de buluşuyor. Bir arada ve başbaşa seyahat... Sonra Ankara gizli meclis toplantıları... Fakat esas mes'elelerde daima başbaşa. Mustafa Kemal ile İsmet beraber içtimaları ve karar:

     

    "Din öldürülecektir."

     

    Lozan Konferansı'nın ikinci sahifesi: ...Artık herşey Türkiye hesabına çantada hazırdır. Yani dini terk ile herşey yapılacak. Yeni hizbin (Kemalizm ve İsmet hükûmeti) bundan böyle bu millette, İslâmiyet'i katletmek prensibiyle hareket etmekte, hasım dünyanın kumandanlarından, yani düşman ehl-i salib kumandanlarından, dini vurmakta daha hevesli olduğu ve örnekler vereceği ve bilhassa hudud dışı değil de, hudud içi ve millî irade yaftası altında çalışacağı şübheden varestedir.

     

    Nihaî Vesika

     

    Lozan Muahedesinden sonra, İngiltere Avam Kamarası'nda "Türkler'in istiklalini ne için tanıdınız?" diye yükselen itirazlara,

    (Orjinal Sayfa:407)

    Lord Gürzon'un verdiği cevab:

     

     

    "İşte asıl bundan sonraki Türkler bir daha eski satvet ve şevketlerine kavuşamayacaklardır. Zira biz onları maneviyat ve ruh cephelerinden öldürmüş bulunuyoruz."

     

     

    Yani Mustafa Kemal ve İsmet'in verdikleri karar, Türk Milletini İslâmiyet ve din cihetinden öldürmek kararıdır.

     

    Artık bunun üzerine herşey apaçık anlaşılıyor değil mi?..

     

    Gizli anlaşmanın entrikası:

     

    Türkler'e dinlerini ve din temsilciliğini feda ettirmek şartıyla, sun'î istiklal işinde gizli anlaşmanın müessiri, tek kelime ile Yahudiliktir. Buna memur-u müşahhas kimse de, şimdi Mısır Hahambaşısı bulunan Hayim Naum'dur. Bu Hayim Naum, bu korkunç teşebbüse evvelâ Amerika'da Türkler lehinde bir seri konferans vermek ve emperyalizma şeflerine, Türk'ün maddesini serbest bırakmaları, buna mukabil ruhunu, tâ içinden ve kendi öz adamlarına yıktırmaları fikrini telkin etmek suretiyle başlamıştır. Yani masonluk hasebiyle Kur'anın ahkâmını kaldırmak, milleti dinsiz yapmak.

     

    Hayim Naum müdhiş plânının zeminini Amerika'da hazırladıktan sonra İngiltere'ye geçmiş ve hâlis Yahudi olan Lord Gürzon ile temas ederek şu teklifte bulunmuştur:

     

     

    "Siz Türkiye'nin mülkî tamamiyetini kabul ediniz. Onlara ben İslâmiyet'i ve İslâmî temsilciliklerini, ayaklar altında çiğnetmeyi taahhüd ediyorum."

     

     

    Aynı Hayim Naum, Türk murahhaslar heyetine müşavir sıfatıyla sokulmanın da yolunu bulmuş, yani Mustafa Kemal ve İsmet'i kendine dost bulmuş. Onun için üçü birleşmiş ve artık arada santralın intizamla işlemesine hiçbir mani' kalmamıştır.

     

    Hayim Naum o sırada Ankara'ya kadar da uzanarak plânın muvaffakıyeti için gereken en mühim ve merkezî şahıs nezdinde -yani Mustafa Kemal yanında- emin bulunduğu tesirinin derecesini ölçmek istemiştir. Öyle ki bu tesir, mahud mevzuda Hayim Naum'dan daha heveskâr ve gayretli bir İslâmiyet düşmanına tesadüf etmekle muradına ermiş ve artık Türk'ü içinden vurmanın plânını gerçekleştirmek için her unsur tamamlanmıştır.

     

    İşte bu ehemmiyetli vesika, tam tamına Risale-i Nur tercümanının kırk küsur sene evvel hadîs-i şerifin ihbarına dair beyan ettiği hâdiseyi tasdik ettiği gibi; ve Şeriat-ı Ahmediye'ye ihanet eden o dehşetli şahsın mühim bir kuvveti Yahudi olduğu, Yahudi olan Lord Gürzon ile Hayim Naum o ihbarın hakikatını

    (Orjinal Sayfa:408)

    gösterdiklerini ve yirmibeş seneden beri Nurcuların imhasına keyfî kanunlarla dehşetli zulümlerin hikmetini tam gösteriyor.

     

    * * *

    Emirdağ Lahikası -2-


  10. Filistin ve Suriye için ne istedi?

     

    Özellikle İsrail'in Filistin'e yaptığı katliamla ilgili olarak Fethullah Gülen'in neler söyleyeceği merak konusu olmuştu. Gülen, Filistin ve Suriye üzerine bakın neler söyledi...

     

    İşte Fethullah Gülen'in konuyla ilgili o sözleri:

     

    İslam dünyası adına buna (içten yakarışa ve şuurlu duaya) çok ihtiyaç var. Suriye'deki problemi çözemezsiniz siz.. Filistin'deki problemi çözemezsiniz, Allah'ın inayeti olmazsa. Bu açıdan da sürekli duaya kilitlenip Cenab-ı Hakk'a tazarru ve niyazda bulunmak lazım.

     

    Arkadaşlarımız her gece kalksınlar, teheccüd kılsınlar. Alsınlar ellerine bir dua mecmuası.. el-Kulubu'd-Daria'yı mı alırlar, kendilerinin okudukları bir duayı mı alırlar.. başlarını yere koysunlar... Çocuğu kuyuya düşmüş bir insanın kuyunun başında sızlaması gibi.. doğum esnasında hanımının iniltileri karşısında ona dua eden bir insanın kelimeleri şuurla söyleyişindeki edayla bir dua.. bir tazarru.. bir niyaz!..

     

    habervaktim


  11.  

    günümüzün en büyük hastalıklarından biri de Kuranı Kerimde geçen bir manayı olduğu gibi alıp hayata tatbik etme hezeyanıdır. Kuranı Kerimde maide suresi 6. ayette cenabı hak "Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın; başlarınızı meshedip, topuklara kadar ayaklarınızı da (yıkayın). " buyurmaktadır. burada ki mes verme işlemini baş ve ayak için bir tutan günümüzün sivri zekalı hocaları, ayak için mes vermenin farz, yıkamanın ise sünnet olduğunu söylemektedirler.(mustafa islamoğlu). halbuki Peygamber Efendimiz sav ki baştan sona Kuranı Kerimi hayatında yaşayıp, açıklayıp bizlere öğretmiştir, kendisinden gelen sahih bütün rivayetlerde ve yalanda birleşmesi mümkün olmayan onlarca sahabe efendilerimizin rae aktarımıyla her zaman abdest esnasında ayaklarını yıkamıştır. hiç bir yerde (mes kullanmaya ait özel durumlar hariç) ayağına mes verdiği rivayet edilmemiştir. şimdi hiçbir mazereti yokken üşengeçliğinden(başka bir açıklaması yok) ayaklarını su ile yıkamayan biri abdest almış olmaz. bunu apaçık bilen birinin de böyle bir kimsenin arkasında namaz kılması doğru olmaz lakin, sizden başka, bu şahsın abdestinde kusuru olduğunu bilmeyen cemaat varsa benim bildiğim fitneye sebebiyet vermemek için o namaz kılınır ardından da tarafınızdan iade edilir. bu adamı da niye böyle yapıyorsun diye uyarmak lazım, sessiz kalmamak lazım.(emri bil maruf nehyi anil münker vazifemiz var). mümkün mertebe böyleleri imamlık yaptığında mescidde veya camide bulunmamaya da çalışılmalı.

     

    şiilerde abdestte ayaklarını meshederler.onlarda ayeti olduğu gibi aldıklarından bu hataya düşmüşlerdir. ehli sünnet çizgisinde 4 mezhebe mensup bir müslüman abdestini Peygamber Efendimiz sav in aldığı gibi alır namazını da o Rasulullah sav nasıl kılmışsa o şekilde kılmaya çalışır. 4 mezhepte uygulama böyle, değişmez...

     

    Abdulaziz Bayındır'ı da katınız: Video


  12. Desteklemiyorum. Destekleyenlere de ilk önce zeminin hazır olmadığını ifade ediyorum.

     

    Beyanınız sualimi meşrulaştırıyor. Demek ki başka bir soruya vermiş olduğunuz yanıtla sualime cevap vermiş olmadığınızı hatırlatarak, -gerçi uzatmak istemiyorsunuz amma- yineliyorum.

×
×
  • Create New...