Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Selmanbey

Üye
  • Content Count

    233
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    6

Posts posted by Selmanbey


  1. Arkadaş, Cübbeli en başta köküne kadar batıl meseleleri de aktarmaktan uzak durmuyor. (Cibril-Resul-Vahiy Meselesi) Alim dediğin adam ya adam gibi net konuşacak ya da ben bu soruyu cevaplamam diyecek. Öteki bir şıktan bahsetme ihtimali Allah muhafaza münafıklığa kapı açar. Bu tür hassas meseleleri de bunun gibi kaba-saba bi adam yapamaz. Ben bunu nerden biliyorum? Üstad (R.Aleyh) söylüyor. Allah aşkına şu Hücum ve Polemikler'e baktığınız zaman bir kıvırma görüyor musunuz? Hakikati örtme adına tek bir şey? Demekki ya konuş alim bilelim ya sus alim sanalım...

     

    Şu yukarıda bazı Gönüldaşlarımın tavırlarını da anlıyorum. Ahir zamanda olduklarını unutuyorlar. Bu devirde ne hoca ne alim... Gördüğünü de bin süzgeçten geçir.

     

    Vesselam...

    • Like 1

  2. Gönüldaşlar, sitede dini herhangi bir mevzuyu paylaştığınız zaman dikkat edelim. Eğer bir hadis iktibas edilmişse o hadisin kaynağı bir tefsir kitabı, bir zühd kitabı yahut bir fıkıh kitabı olamaz. Bir hadisin kaynağı sened ve tenkidi belli mütekaddim hadis kitaplarıdır. Yani hem kaynak olarak bir hadis kitabı gösterilecek hem de -mümkünse / ulaşılabiliyorsa- sıhhat derecesi belirtilecek. Böyle olmayan şeyleri paylaşmaktan çekinmemiz gerekir. Hele ki itikadımızı belirleyen bir mesele ise!..

     

    Kitab-ül Burhan Fi Alameti-il Mehdiyy-il Ahir Zaman kitabına baktım da Harun Yahya sitelerinden başka birşey bulamadım. Adnan Oktar'ın mehdilik iddasında olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu tür sitelerdeki hadis!leri incelemeden sağda solda aktarmayalım. Resulullah SAV şöyle buyurmuştur:

    "Kişiye, yalan olarak, her duyduğunu anlatması yeter!" (Ebu Hureyre kanalıyla, sahih, Müslim)

     

    Burada belirteyim ki bahsi geçen konuda herhangi bir şüphem yoktur ancak sağda solda öyle uydurma hadisler-rivayetler işitiyorum ki tüylerim ürperiyor. Sen bu aptal hadiseyi nerden öğrendin diye sorunca da 'vallahi hocam söyledi, baya okumuş biri' diye cevap alıyorum. Bu da beni son zamanlar sitedeki kardeşlerimi tamamen saf bir niyet ve hakkım olan bir tavırla uyarıyorum.

     

    Es-Selamu Aleyküm gönüldaşlar...

    • Like 2

  3. Selamlar,

     

    Her yöne eşit mesafede durduğu izlenimini vermesi gerekmeyen herkes siyasi kanaatini izhar etme noktasında serbesttir. Çevrelerindeki kimseler tarafından kanaat önderi olarak kabul edilen şahısların da siyasi hususlarda fikirlerini yakın çevreleriyle paylaşmaları yadırganacak bir durum değildir. Bu açıklamalar, sözkonusu kişilerin taşımakta olduğu ruh hali ve fikir yapısını yansıtan birer aynadır ve cemiyetin kendilerine biçtiği mevkii belirleme hususunda mühim bir role sahiptir. Bu mesaj sayesinde Nurettin Coşan nam şahsın da ne gibi bir fikir yapısına sahip olduğu ortaya çıkmıştır, bu mesajı dikkate alıp almamak cemaatteki şahısların kendi tercihidir. Lakin dini, özellikle de tasavvufi kimliğiylle öne çıkma gayretindeki bir kimsenin, tarikat itidalini bir yana bırakıp, akbabalarla, domuzlarla, hain köpeklerle, leş kargalarıyla, sırtlanlarla, sülüklerle, asalaklarla ve daha nicesiyle örülü bir mesajla kendini meydana atarak muhafazakar bir çevreyi hakaret yağmuruna tutmasını ve sokakların fanatik natıklarını sollayan bir tarzda konuşmasını yakışık almaz bir davranış olarak gördüğümü de açıklıkla belirtmek durumundayım. Sözkonusu şeyh efendinin mesajı, özellikle de yansıttığı üslup dolayısıyla Don Kişot patavatsızlığı olarak değerlendirilebilir. BDG'nin mesajının yönetim olarak takındığımız genel bir tavrı yansıtmadığını altını çizerek belirtmek isterim. Atıfta bulunulan mesajda birinci çoğul şahıs referanslarının verilmesi herhangi bir yanlış anlaşılmaya sebep olmamalıdır. Şahsen, üslup hakkındaki hoşnutsuzluğumun yanında özellikle İskenderpaşa gibi siyasetten bağımsız düşünülen ve bu şekilde kabul gören bir oluşumun bu mecraya çekilmesinden de hoşnut değilim.

     

    Saygı ve selamlarımla

     

    İMZA!

     

    Uzun zamandır Türkiye'deki cemaatlerin muhasebesini yapıyordum da bu mesele benim için nokta oldu. Dün 2009 ve 40 arasındaki korkunç bağla dalga geçenler bugün Şeyh Efendi doğru söylemiş diyorsa İslam adına üzülmek lazım. Allah Kuran'da bize Müslüman adını vermiş. Biz şahsiyet sahibi insanlarız ya da olmalıyız. Ama görüyorum ki cemaatler şahsiyet değil koyun peşinde. Efendim, ben şeyhimi rüyamda gördüm bana dediki... Bu aptallığın fıkhı-usuli tartışmaları bir yana tek kelimeyle saçmalıktır. Efendi babamızın iki torunu vardı biri ordan biri burdan millet vekili oldu. Şu daha büyük ve alim olduğu için biz bunu desteklemiyoruz diyen cemaatler de gördük. Tasavvuf, Velilik, Alimlik, Mürşidlik ayaklar altına düşmüş! Abdülhakim Arvasi Hazretleri aklıma geliyor da utanıyorum bugünki vaziyetten.

     

    AYRICA;

     

    BDG Gönüldaşımız sitemizin bir yöneticisidir. Sitenin görüşünü naklettiği vehmini vermek de bence son derece ayıp. Hatta ben bir site yöneticisinin bir partinin yanlısı görünmesi taraftarı dahi değilim zira davamız Büyük Doğu olduğuna göre bu tür siyasi sebeblerden iki gönüldaşın arası açılabilir. Talihsizlik...

    • Like 1

  4. Mezheblerin nasıl oluştuğunu ve birçok mezheb varken neden dört tanesinin günümüzde devam ettiğini, bu meselenin hakikatini 'Mezhbeler' seminerinde Talha Hakan Alp hocamız fevkalade açıklamış. Şimdi linklerini vereceğim. İstifadesi fazladır.

     

    Video:

    http://www.darulhikme.org.tr/?sf=icerik&ktg=53&haberid=814

    Burada 2A, 2B, 3A ve 3B seminerleri mezheblerle alakalıdır.

     

    Ses:

    http://www.darulhikme.org.tr/?sf=icerik&ktg=53&haberid=721

    Burada 2 ve 3 seminerleri mezheblerle alakalıdır.

     

    Bu mesele üzerinde konuşmaktan artık yoruldum. Elhamdülillah işin ehli açıklamış.

     

    Vesselam...


  5. Adamın biri doğuda bir camiye girmiş namaz kılmak için. Adam yaşını başını almış, kitapla pek işi olmasa da namazında bir adam. İçeri girmiş ki herkes kendisinden farklı namaz kılıyor. Gencin birine sormuş 'yahu bunlar neden farklı kılıyor böyle' genç demişki 'amca onlar şafii' adamın cevabı şu olmuş: 'heee ben müslüman zannediyordum' :D

     

    Okadar mezheb lafı edildi ve neredeyse tamamı işin hakikatinden okadar uzak ki anlatmadan duramadım :D

     

    Kardeşimin kafası baya karışık bu mevzuyla alakalı ama diğerleri Humeyni görmüş gibi saldırıyor hemen :)

    Bir de ben garip bir psikoloji seziyorum bazı adamlarda. Adam ehli sünnet zabıtası gibi hiçbir ilmi teçhizatı yokken 'hımmm bugun ehli sünnetten kimi kovsam' diye kolluyor.

     

    Allah selamet versin.


  6. Tamam kardeşim :)

    Yalnız benden tavsiye, cedelin hesabı kitabı ve zihni cedelle veya cedel olunan meselelerle meşgul etmek, sana bişey kazandırmak bir tarafa çok şey kaybettirir. İhlas, takva, allahın zikri bunların başındadır. Namazda huşuun kalmaması da cabası...

    Vesselam...

    • Like 1

  7. efendim cemiyetin şartları islami kaideleri değiştirmez.değişirse cemiyet değişir.

     

     

    ayrıca benim küfür olduğunu söyleiğim şey delil sormak değil alimlere buğzetmektir.

     

    yazımı tekrar okumanızı tavsiye ederim.

     

    ayrıca delil sormakla kaynak sormak farklıdır.

    bana fıkhi bir hüküm söyleyen kişiye bu hükmün delilini değil kaynağını sorarım.yani hangi alimin bu fetvayı verdiğini.delil sorsam bile söylemek zorunda değildir.

     

    ayrıca kullandığın tabirlere dikkat et.afaroz etmek tabiri papalığa mahsus birşeydir.beni afaroz etmekle suçlarsan tekfir etmiş olursun.mümini tekfir etmenin hükmünü biliyorsundur muhtemelen.o sözünü geri al.

     

    Yahu namaz kılmayan bile en fazla fasık olurken sen kalkmış alime buğz etmek küfürdür diyorsun. Fesuphanallah ya!... Şimdi İmam Buhari'nin İmam-ı Azam için hiçte iyi şeyler söylemediğini üstelik ehl-i hadisin genelinde Ebu Hanifeye kardeşı bir tavır olduğu hepimizin malumuyken kimi tekfir edeceğiz?

     

    Şimdi, İbn-i Teymiyye'nin küfre girmesi... İbn-i Teymiyye'yi tekfir edenler onun reddettiği bazı akidelerin tevatür oldğunu söylemesindendir. İbn-i Teymiyye'yi tekfir etmeyenler de o tevatür haberlerin tekrar incelenmesi gerektiğini hasılı bir alimin bir tevatür haberi inceleyip tevatür olmadığını söylemesinden tekfir edilemeyeceğini söyliyenlerdir. Anlaşılıyor ki tekvirin en ucunda bile birçok ilmi meseleler dururken ben kalkıp '' İbn-i Teymiyye Şeyhi Ekberi tekfir etti. Şeyhi ekber mümin olduğuna göre İbni Teymiyye kafirdir'' diyebilir miyim? Tekvir mekanizması böyle yürümez.

     

    İmam el-Gazzali Tehâfütü'l-Felâsife de onca zındık fikrin 3ünü tekfir etmiş diğer 17sine bidat demiş. Tekfir ettiği meselelerde de şahsa kafir dememiş küfre düşmüştür demiş. Bu önemli bir fark çünkü küfre düşmekten sonra gelen uygulamalarla kafir olana yapılanlar bir değil.

     

    Gönüldaşım bak ben seni iyi anlıyorum da bugunlerde böyle bir moda türedi. Herkes birbirini tekfir ediyor. Bu önceden sadece vahhabilerde vardı şimdi herkesin ağzında! Yahu biz Ehli kıble tekfir edilmez diyen bir imama tabiyiz neler oluyor?

     

    Kaldı ki yukarıda bahsettiklerin tamamen bir mantık zinciridir. Zincirin ilk halkasını bir hadis ya müçtehid tavrı verip koparsam hepsi fıs olur. Hepsini geçtim; gönülşım senin benim başka alimle yahut alim zannettiklerimizin sözleriyle uğraşacak gücümüz yoktur. Sen sahih kitaplar vaktini harca gerisini Darul Hikme ve diğer sünnet alimlerine bırak.

     

    Esselamun Aleyküm.


  8. Esselamun Aleyküm.

     

    Gönüldaş, ben İmam Zehebi'nin Kitabü'l Kebair kitabını okudum. Arapçası da ben de mevcut. Sizin yazdığınız hiçbir şeye rastlamadım. Zaten kitap 300 500 sayfalık bir hacimde de değil. Eğer şerhli bir kitap okuduysanız onu yazınız! Sayfa numarası vermek birşey ifade etmez. Ben bir yayın evinde ciltli halde eski bir baskısını okumuştum sonradan farkettim ki yayınevi hem uydurma rivayetler hem de hikayeler ve nasihatler koymuş içine. Aslı elime geçince çok sinirlendim. Bir alime yapılacak en büyük ayıp onun kitabını tahrif etmektir. Siz şerh yazabilirsiniz ancak şerhi belirtmek zorundasınız!

     

    Kitapta Allah ve Resulüne yalan isnat kısmı var, evet, ancak yukarıda yazıldığı şekilde bir açıklama yok. Benim aklıma uydurma tefsirler geldi diye bunu yazdım çünkü yukarıda anlatılanların geçeceği başka bir başlık aklıma gelmedi. Zaten yukarıda Sırrı Paşadan bahsetmişsiniz ancak altta Kitabül Kebair var. Ben Mektubat-ı Rabbaniden bidatle ilgili bir örnek vermiştim geçenlerde. Orda Reddül Muhtardan bir alıntı var. Sonradan farkettim yahu mektubattan olması mümkün olmayan bir yazı var orda. Birde baktım ki yazan adam kafasına göre koymuş oraya bide belirtmemiş. Fesuphanallah!..

     

    Şimdi benim derdim kısaca şu:

    1 - O yazı Kitabü'l Kebair'de geçmiyor. O kitaba o yazıyı sokan adam bunu neden belirtmez! Benim bu noktada aklıma kitabı hazırlayanın sallanmamasından ötürü büyük alimlere kendi fikrini isnattır!

    2 - Eğer o belirttiyse buraya taşıyan neden belirtmez! Bu mesele halledilebilir...

     

     

    Selametle...


  9. Teşekkür ederim Gönüldaş. Allah razı olsun.

    Ben tüm Gönüldaşlarıma Seyri Hocanın kitaplarını tavsiye ederim.

    Vesselam...

     

    1 - Bir Lahzaya Bin Asır

    2 - En Güzel (Peygamber Efendimize SAV şiirler...)

    3 - Hilye-i Şerife (Peygamber Efendimiz SAV...)

     

    Ayrıca:

     

    1 - Yüzakı Eğitim Rehberi I(Şiddetle tavsiye ediyorum)

    2 - Yüzakı Eğitim Rehberi II


  10. Esselamu Aleyküm ve Rahmetullah...

    Güzel kardeşim, bir zamanlar ben de aynı meseleden muzdariptim. M. Kemalle ilgili meselelerde susmak ya büyük bir hikmeti ya da cahilliği gösterir :) Hasılı eğer bir müslüman, İslamın birtakım kaidelerini bilmiyorsa bırakın başka meselelerde yorum yapmayı İslamı dahi savunamaz. Size tek önereceğim, İslamın kamil ve şamil bir din olduğu üzerinde düşünmenizdir. Kamildir yani ne eksik ne fazla... Şamildir yani herşeyi ama herşeyi kapsar. Bundan sonra devlet-cemiyet-nefs muhasebesine giriniz ve oradan yola devam ediniz. Mesela; ''Ulan o adam Atatürkü sevmiyor'' diyen birine şunu rahtlıkla söyleyebilirsiniz: ''Be adam! Şeriati kaldıran bir adamın nesi sevilir?'' Eğer bundan sonra size dini açıklamalar getirmeye, M.Kemalin kuran okuttuğuna, içkisinin bizim işimiz olmadığına falan girerse adama şu iki soruyu sorun ve daha da konuşmayın: ''Be adam! Sen bana imanın esaslarını ve o esaslar üzerine olduğunu iddia eden herkesin bilmek zorunda olduğu şeyi yani namazın vaciplerini söyle.'' Adam cevap vermezse ''Sen git ilk önce islamı az biraz öğren sonra gel konuşalım deyiveriniz ;)

    Ben birine abdestin vacibini sormuştum adam bilmiyorum dedi :D

    (Abdestin vacibi yoktur)

    Vesselam...

    • Like 3

  11. Özür dileyerek bir not ekleme mecburiyetindeyim.

     

    Aşağıda vereceğim paragraf İmam-ı Rabbani Hazretlerinin Mektubatında yoktur daha doğrusu ben elimdeki kaynaklara bakınca yalnız birinde olduğunu gördüm.

     

    [İbni Âbidîn diyor ki, (Namaza başlarken niyet etmenin farz olduğu sözbirliği ile bildirildi. Niyet, yalnız kalb ile olur. Yalnız söz ile niyet etmek bid'attir. Kalb ile niyet edenin, şüpheden, vesveseden kurtulmak için, söz ile de niyet etmesi câizdir.)]

     

    İmam Rabbaninin 1563 yılında doğup 1624 yılında vefaat ettiğini; İbn-i Abidinin de 1784 yılında doğup 1836 yılında öldüğünü düşünürsek bunun bir -belirtilmemiş!- iktibas olduğunu düşünebiliriz. Ben o densiz herifin eser tahrifini tetkik etmeden yayınladığım için özür dilerim.

     

    Takdir edersiniz ki kitaptan direkt yazamıyorum ve elimdeki e-kitaplardan iktibas ediyor. Tetkik etmeden yayınladığım için kusuruma bakmayın. Allaha hamd olsun son anda şüphelendim de baktım.

     

    Vesselam...


  12. Bulunduğum ortamda epey bir vahhabi-selefi var. Öte yandan Arap diyarından gelme maliki-şafii mezheplerini taklid eden başka arkadaşlarım da var. Ben görüyorum ki adamlar farz namazından sonra apar topar çıkıyorlar. Bu meselede aynı tavrı gösteriyorlar. Üstelik vahhabilerin ekseriyeti bidatleri Hanefi mezhebine yoruyorlar. Bir Şafii olarak bunu bir araştırayım dedim. Elhamdülillah, ilmine, niyetine, sünniliğine güvendiğim Darul Hikmenin imamlarından biri bu soruma cevap vermiş. Soruyu soran densiz gibi ben de 'ulan bunca alim-veli bu işi yapmış sana ne oluyor' gibi nefsi bir tutum içine girsem de hemen toparlandım ve eğer bu hakikata seleften bir cevap varsa buyursun da görelim dedim.

     

    Ehl-i Sünne ve Cemaa dediğimiz bu hak yolun çok belirgin bir tavrı var. Bunu çoğu kimse kabul etmese de bu böyle. Her alim hata edebilir çünkü insandır. İçtihadında hata etse problem yoktur. Eğer fetvasında hata etse derhal bir başka ehl-i sünnet alimi müdale ediyor ve o hatasını telafi ediyor. Bir örnekle açıklayayım; adamın biri 'Ebu Hanife şu meselede yanlış fetva verdi' diye çıkışınca, Ebu Hanifenin sohbet halkasındaki bir alim 'Dur bakalım! Ebu Hanife nasıl yanlış fetva verebilir? O yanlış bir fetva vermeye kalksa anında Ebu Yusuf, Muhammed vb talebeleri müdahale eder çünkü onun (Ebu Hanife) yanında hadiste en ileri, kelamdaen ileri, fıkıhta en ileri ve usüllerde en ileri talebeleri vardır!' Nitekim, Ebu Yusuf ve İmam Muhammed hocaları Ebu Hanife Hazretlerinin 3te 2 meselelerde karşı çıkmış ve aksine fetva vermiştir. Hanefi camia da fıkıh kitaplarında Ebu Yusuf ve İmam Muhammedin ittifak ettiği meselelerde Ebu Hanife'nin fetvasını çoğu zaman almazlar. Özellikle de kadılık mevzularında çünkü İmam Ebu Yusuf kadıdır.

     

    İmam Gazzali gibi eşi benzeri olmayan bir alimin eşi benzeri olmayan İhya'sında mevdu hadis varsa bu onu alçaltmaz. Nitekim İmam Gazzali hadis ile alakalı olarak 'benim hadisim zayıfıtr' demiştir. Allah razı olsun ömrünün son iki senesi çok derin bir hadis ve usul çalışmasına girmişse de ömrü yetmemiştir. Ben inanıyorum ki eğer ömrü yetseydi ve o ilimde de (kelam, tasavvuf, felsefe, mantık, fıkıh vs de olduğu gibi) zirve olurdu ve bu da herhalde insan fıtratına ters birşey. Yani eğer olsaydı hakikaten dünyayı sarsan bir adam olurdu çünkü insan hududunu çok fazla zorlamış olurudu :) Aklınıza yahu ehl-i sünnet alimlerinin kitaplarında uydurma hadis olur mu diye bir soru gelebilir. Bir alimin dur ben bir hadis uydurayım diye işe girişmeyeceği kesindir ancak güvendiği hadis kitapları bu sağlamayı yapmadığı için ve alim de o kitabın müellifine güvendiği için bu sorun ortaya çıkıyor. Elhamdülillah ki Allah Cemaat ehlini hep diri tutuyor ve birinin kayacağı yerde başka biri devreye giriyor.

     

    Yine tefsire israiliyatla alakalı olarak en büyük tefsir ktaplarını yazmış alimlerin-velilerin kitaplarında israiliyyat vardır ve bu şaşılacak birşeydir ancak kabul edilemeyecek bir şey değildir çünkü onlar da insandır. Meseleye daha vakıf olmak isteyenler için: Link

     

    Bütün bunları şunun için söyledim:

    Biz ehl-i sünnet cemaati olarak mutlak gördüğümüz tek zat Resulullah Aleyhisselamdır. Tabi oldup bağlandığımız yegane ip ise selef-i salihindir yani Ashab-Tabiyun-Tebeitabiyun dur. Allah dinini bunlarla diri tuttu ve bizim tek yapışacağımız etek budur. Müteahir alimler ise bize Selefi Salihini hep naklede durdular elhamdülillah. Onlarda olmayan yani bidat olan şey ise kabul etmemiz mümkün değildir. Eğer bidatin iyisi var kötüsü var denirse İmam-ı Rabbani hazretlerinin 186cı mektubunu ekliyorum:

     

     

     

    Bu mektûb, Kâbil müftîsi Hâce Abdürrahmâna yazılmıştır. Sünnet-i seniyyeye uymağı, bid'atlerden kaçınmağı istemektedir:

     

    Allahü teâlâya ağlıyarak, sızlıyarak ve Ona sığınarak ve güvenerek yalvarıyorum ki, bu fakiri ve ona bağlı olanları, bid'at olan işleri yapmaktan korusun ve bid'atlerin güzel ve faydalı görünmelerine aldanmaktan muhâfaza buyursun! Seçilmiş olanların, sevilenlerin efendisi, en üstünü hâtırı için bu duâyı kabûl eylesin! (Bid'at) demek, Resûlullahın zamanında ve Onun dört halîfesi zamanlarında bulunmayıp da, dinde sonradan meydana çıkan şeylere denir. Bid'atleri ikiye ayırmışlar: (Hasene) [güzel] ve (Seyyie) [kötü]. Resûlullahın ve dört halîfesinin zamanlarında bulunmayıp da, dinde sonradan meydana çıkan ve bir sünnetin unutulmasına sebep olmıyan güzel şeylere, (Hasene) demişlerdir. Sünneti ortadan kaldıran bid'ate de, (Seyyie) demişlerdir. Bu fakir, bu bid'atlerin hiçbirinde güzellik ve parlaklık görmüyorum. Yalnız karanlık ve bulanıklık duyuyorum. Eğer bugün, kalbler kararmış olduğundan, bid'at sahibinin işleri iyi ve güzel görülürse de, yarın kıyâmet günü, kalbler uyandığı zaman, bunların zarar ve pişmanlıktan başka bir netîce vermedikleri görülecektir. Fârisî beyt tercümesi:

     

    Ciğeri yakan düşünceden, gözüme uyku girmedi,

    Acaba o sevgilim, geceyi kiminle geçirdi?

     

    Resûlullah buyurdu ki, (Bizim dînimizde yapılan her yenilik, her reform fenadır, atılmalıdır). Atılması lâzım olan şeyin neresi güzel olur? Bir hadis-i şerifte buyurdu ki: (Sözlerin en iyisi, Allahü teâlânın kitabıdır. Yolların en iyisi, Muhammed aleyhisselâmın gösterdiği yoldur. İşlerin en kötüsü, bu yolda yapılan değişikliklerdir. Bid'atlerin hepsi dalâlettir, sapıklıktır). Başka bir hadis-i şerifte, (Allahü teâlâdan korkunuz! Sözümü iyi dinleyiniz ve itaat ediniz! Ben öldükten sonra gelecekler, çok ayrılıklar göreceklerdir. O zaman, benim ve halîfelerimin yolumuza sarılınız! Dinde yeni ortaya çıkan şeylerden kaçınınız! Çünkü, bu yeni şeylerin hepsi bid'attir. Bid'atlerin hepsi dalâlettir, doğru yoldan ayrılmaktır) buyuruldu. Dinde yapılan her değişiklik bid'at olunca ve her bid'at, dalâlet olunca, bid'atlerin hangisine güzel denilebilir? Bu hadis-i şeriflerden anlaşılıyor ki, her bid'at sünneti ortadan kaldırmaktadır. Bid'atlerin, bir kısmı kaldırır, bir kısmı kaldırmaz demek, pek yanlıştır. Görülüyor ki, bid'atlerin hepsi seyyiedir, kötüdür. Resûlullah buyurdu ki: (İnsanlar, ortaya bir bid'at çıkarırlarsa, Allahü teâlâ, buna karşılık bir sünneti yok eder. Sünnete yapışmak, ortaya bid'at çıkarmaktan iyidir). Hassân bin Sâbitin bildirdiği hadis-i şerifte, (Bir millet, dinlerinde bir bid'at yaparsa, Allahü teâlâ, buna benzeyen bir sünneti yok eder. Kıyâmete kadar bir daha geri getirmez) buyuruldu.

     

    Âlimlerimizin hasene dedikleri bid'atlerden bir kısmına dikkat edilirse, sünneti yok etmekte oldukları görülmektedir. Meselâ, meyyiti kefenlerken, ölünün başına sarık sarmaya (Bid'at-i hasene) demişler. İyi düşünülürse, bu bid'at, sünneti bozmaktadır. Çünkü kefende sünnet, üç parça olmasıdır. Sarık dördüncü oluyor. Sünneti değiştiriyor. Değiştirmek, yok etmek demektir. Âlimler, sarığın ucunu sol omuz üzerine sarkıtmak güzel olur demiş. Hâlbuki, iki kürek arasına sarkıtmak sünnettir. Bu bid'at de, sünneti, açıkça yok ediyor. Bunun gibi âlimler, namazda, kalb ile niyet etmekle berâber, ağız ile de söylemek müstehab olur demiştir. Hâlbuki, Resûlullah efendimizin, Eshâb-ı kirâmın ve Tâbiîn-i ızâmın söz ile niyet ettikleri, ne kuvvetli bir haber ile, ne de zayıf bir haber ile bizlere hiç ulaşmamıştır. İkâmet okununca hemen (Allahü ekber) diyerek namaza dururlardı. Bunun için, ağız ile niyet etmek bid'at oluyor. Bu bid'ate hasene demişlerdir. Hâlbuki anlıyorum ki, bu bid'at, yalnız sünneti yok etmekle kalmıyor, farzı da yok ediyor. Çünkü ağız ile niyet etmek câiz olunca, çok kimse, yalnız ağızla niyet ederek kalb ile niyet etmediklerinden hiç korkmuyorlar. Böylece, namazın farzlarından biri olan kalb ile niyet yapılmıyor. Bu farz yok oluyor. Namaz kabûl olmuyor. Bunlar gibi daha nice bid'atler, reformlar, herhangi bir bakımdan olsa bile, sünnetten fazla oluyorlar. Bu ziyâdelik, sünneti değiştirmek demektir. Değişiklik ise, yok etmek demektir.

     

    O hâlde, Resûlullahın sünnetine birşey katmamalı ve Onun Eshâb-ı kirâmına uymalıdır. Çünkü, Eshâb-ı kirâmdan herbiri, gökteki yıldızlar gibidir. Herhangi birine uyan saadete kavuşur.

     

    [İbni Âbidîn diyor ki, (Namaza başlarken niyet etmenin farz olduğu sözbirliği ile bildirildi. Niyet, yalnız kalb ile olur. Yalnız söz ile niyet etmek bid'attir. Kalb ile niyet edenin, şüpheden, vesveseden kurtulmak için, söz ile de niyet etmesi câizdir.)]

     

    Kıyâs ve ictihâd, bid'at değildirler. Çünkü bunlar, (Nusûs)un, yâni âyetlerin mânalarını meydana çıkarmaktadırlar. Bu mânalara başka birşey eklemezler. (Ey akıl sahipleri! İyi anlayınız!) meâlindeki âyet-i kerime, kıyâs ve ictihâdı emretmektedir.

     

    Vesselam...


  13. NAMAZIN AKABİNDEKİ TESBİHATLA İLGİLİ MÜHİM BİR AÇIKLAMA

    Ebubekir SİFİL

     

    (Bir soru üzerine…)

     

    Namazın ardından topluca tesbih çekmek, topluca dua etmek, imamın "salâten tüncînâ" okuması, cemaatin de "amin" demesi bid'attir. Bunun sesli veya sessiz söylenmesi arasında bir fark yoktur. Aslolan şudur: Farz namaz kılınıp bittikten sonra isteyen camide kalır; namaz kılar, Kur'an okur, tesbihat yapar veya dua eder; isteyen çıkar. Selef, farz namazların önünden ve arkasından kılınan ratibe (sünnet) leri evinde kılardı. Ancak günümüz şartlarında –özellikle de büyük şehirlerde ratibeleri evde kılma imkânı bulunmadığı için, hiç kılmamaktansa camide kılmak elbette daha uygundur. Namaz sonrası tesbihat ve duayı da herkes kendi başına yapmalıdır.

     

    (Okuyucu Soruları (18) MUHTELİF MESELELER-4 / Milli Gazete - 1 Temmuz 2004)

     

    ---------------------------------------------------------------------------------------------------------

     

    Soru:

     

    "(…) Sizden Allah rızası için ve bilerek veya bilmeyerek yaptığınız ilmi hatalarınızın afvı için namaz konusunu çok net olarak yazmanızı istiyorum. Madem ki Allah bizi kendine ibadet-kulluk edelim diye yaratmış, o halde ibadetlerimizi de AYNEN Resulullah SAV efendimizin yaptığı ve bizlere öğrettiği şekilde yapmamız gerek. Geçenlerde bir yazınızda toplu halde tespihat yapılması ve toplu dua bid'attir dediniz. Ama ben şunu anlamıyorum, bunu yalnız siz mi biliyorsunuz? O kadar bilgili imamlar varken halen neden bu gibi bid'atları uygulamakta direniyorlar. Bid'atlar yoksa daha mı tatlı geliyor?.."

     

    Cevap:

     

    Geçen yılın 1 Temmuz'unda bu konuyla ilgili bir soruya cevap olarak şöyle demiştim: "Namazın ardından topluca tesbih çekmek, topluca dua etmek, imamın "salâten tüncînâ" okuması, cemaatin de "amin" demesi bid'attir. Bunun sesli veya sessiz söylenmesi arasında bir fark yoktur. Aslolan şudur: Farz namaz kılınıp bittikten sonra isteyen camide kalır; namaz kılar, Kur'an okur, tesbihat yapar veya dua eder; isteyen çıkar. Selef, farz namazların önünden ve arkasından kılınan ratibe (sünnet) leri evinde kılardı. Ancak günümüz şartlarında –özellikle de büyük şehirlerde– ratibeleri evde kılma imkânı bulunmadığı için, hiç kılmamaktansa camide kılmak elbette daha uygundur. Namaz sonrası tesbihat ve duayı da herkes kendi başına yapmalıdır."

     

    Yukarıdaki soruya cevabım da bundan farklı olmayacak. Sadece "Selef, farz namazların önünden ve arkasından kılınan ratibe (sünnet) leri evinde kılardı" cümlesini, bir kelime ekleyerek, "Selef, farz namazların önünden ve arkasından kılınan ratibe (sünnet) leri "genellikle" evinde kılardı" şeklinde tekrar edeceğim.

     

    Bu tavrımın "radikallik" veya "mezhepsizlik"le irtibatlandırılmasına sadece tebessüm eder ve ithamcılara, cemaatle kılınan namazların sonunda bir nevi emir-komuta ile tesbihat ve dua yapılmasının delilini sorarım. (Soru sahibi kardeşim üstüne alınmasın.) Günümüzde uygulamanın bu şekilde olması, "şer'î bir delil" olarak itibara alınacak bir husus değildir.

     

    Herhangi bir muteber Fıkıh kitabında, hatta İlmihal kitabında bu uygulamanın caiz/meşru olduğunun zikredildiğinden şahsen haberdar değilim. Hanefî mezhebinin Hadis delillerinin zikredildiği en hacimli kitap olan "İ'lâu's-Sünen"de (III, 205 vd., "el-İnhirâf Ba'de's-Selâm ve Keyfiyyetuhû ve Sünniyyetu'd-Du'â ve'z-Zikr Ba'de's-Salât" babında) müellif merhum bu mesele üzerinde geniş bir şekilde durmuştur. Arapça bilenlere, bu meseleyi oradan tahkik etmelerini salık vererek, ilgili yerlerden kısa bir alıntı yapacağım:

     

    "Hint diyarının bazı bölgelerinde bulunan bid'atçilerden bir gruba Allah merhamet eylesin ki (…) devamlı surette imam (…) sesli bir şekilde ikinci kere dua ediyor, cemaat de "amin" diyor. Bunu, hiç bırakmamacasına devamlı bir şekilde yapıyorlar. Öyle ki avamdan bazı kimseler, sünnet ve nafile namazlardan sonra imam ve cemaatin topluca dua etmesinin zaruri ve vacip olduğuna inanıyor. (…) Hatta mescit mütevellileri, görevli imamı, sünnet ve nafilelerden sonra yapılan bu duayı tervice ve devamlı surette yapmaya zorluyor! (…)

     

    "Allah'a yemin ederim ki bu, Din'de sonradan ihdas edilmiş bir uygulamadır. (…) Hz. Peygamber (s.a.v)'in, (sünnet ve nafileleri evde kıldıktan sonra), arkasından dua etmek için mescide döndüğü, herhangi bir hadiste sabit olmuş değildir. (…)

     

    "Ne bu rivayetlerde, ne de başkalarında Hz. Peygamber (s.a.v)'in, mescitte nafile namaz kıldıktan sonra cemaatle birlikte dua ettiği nakledilmiştir. (…)

     

    "Bütün bu rivayetlerde, imama uyan kimsenin, imam namazı bitirdikten ve teslimeden sonra ayrılıp işine/hacetine gitmesinin cevazına delalet vardır. Sünnet ve nafilelerden sonra duanın zorunlu kılınması, bu cevazı tağyir ve hem imamı hem de cemaati sebepsiz yere sıkıştırma anlamına gelir. (…)

     

    "Şu halde onun (eş-Şürünbülâlî'nin) sözünün anlamı şudur: Müslümanlar'ın, farz namazlardan sonra okunması me'sur olan evradı, her biri kendi başına olmak üzere okuması ve her birinin, kendisi ve Müslümanlar için dua etmesi gerekir…"

     

    Yanlış anlamalara mahal bırakmamak için tekraren söyleyeyim ki, namazdan sonra dua ve tesbihat yapılmasın demiyorum. Elbette bunlar yapılmalı, hatta ihmaline mahal verilmemelidir. Benim söylediğim şu: Gerek dua, gerekse tesbihatı imam ve cemaatin, müezzin efendinin komutlarıyla aynı anda ve topluca yapmasının kavlî ya da fiilî herhangi bir delili yoktur. Hatta böyle yapmak bu konudaki Nebevî uygulamayı ortadan kaldırdığı için bid'attir!

     

    Günümüzde uygulamanın böyle olması, muhtemelen toplu tesbihat ve dua terk edildiğinde cemaatin buna tepki göstereceği veya –tepki göstermese dahi– bunları ihmal edeceği endişesinden kaynaklanıyor. Dolayısıyla, "hiç yapılmamasındansa, toplu halde yapılması daha iyidir" diye düşünülüyor.

     

    Ancak bu arada bir Sünnet'in ortadan kaldırılıp, yerine bir bid'atin ihdas edildiğine, yine bu yüzden Efendimiz (s.a.v)'in namazların arkasından okunmasını teşvik buyurduğu "Ayetel Kürsî" ve duaların, çoğu zaman müezzin efendi okuduğu için cemaat tarafından terk edildiğine dikkat edilmelidir. Oysa bütün bunları tek tek herkesin okuması gerekir.

     

    Öte yandan, imam ve müezzin efendilerin sür'atine bağlı olarak son derece kısa süreler tahsis edilen tesbihat ve duanın "hakkı verilerek" ve "arzu edilen tarzda" yapıldığını söylemek de neredeyse mümkün değil.

     

    Tesbihata geç kalmamak için sünnet namazı apar-topar kılmadan, tesbihatı mekanik dudak hareketleriyle söyleme alışkanlığı kazanmadan ve belirlenmiş kalıp dua cümlelerini alel acele peşpeşe sıralamadan ne müezzin efendiye, ne de imam efendiye yetişmek mümkün oluyor. Bu da hem tesbihatın hem de duanın "kalbin hazır bulunduğu" ameller olmaktan çıkıp, mekanik ritüeller haline gelmesine sebebiyet veriyor…

     

    Elbette bütün bunlar olmasa da toplu tesbihat ve dua bid'at olmaktan çıkacak değil. Ama bunlar da cabası…

     

    (OKUYUCU SORULARI (61) / Milli Gazete - 27 Ocak 2005)


  14. İMAM EBÛ HANÎFE VE HADİS İLMİNDEKİ MEVKİİ

     

    Ebubekir Sifil

     

    İNKİŞAF - Haziran-Ağustos 2006

     

    "Ebû Hanîfe'nin aleyhinde bulunmak, üzerinde ulemanın icma ettiği bir husustur. Çünkü Basra'nın imamı Eyyûb es-Sahtiyânî'dir ve Ebû Hanîfe'nin aleyhinde konuşmuştur; Kûfe'nin imamı es-Sevrî'dir ve Ebû Hanîfe'nin aleyhinde konuşmuştur; Hicaz'ın imamı Mâlik'tir ve Ebû Hanîfe'nin aleyhinde konuşmuştur; Mısır'ın imamı el-Leys b. Sa'd'dır ve Ebû Hanîfe'nin aleyhinde konuşmuştur; Şam'ın imamı el-Evzâ'î'dir ve Ebû Hanîfe'nin aleyhinde konuşmuştur; Horasan'ın imamı Abdullah b. el-Mübârek'tir ve Ebû Hanîfe'nin aleyhinde konuşmuştur"[1]

     

    Müçtehid İmamlar arasında İmam Ebû Hanîfe dışında, pek çok güvenilir isim tarafından cerh, taz'if ve ta'n edilen ikinci bir isim mevcut değildir. Yukarıya aldığım pasaj, bu konuda rastlanacak en "yunmuş-yıkanmış" ifadelerden oluşmaktadır. Tarih boyunca tek kanallı beslenmenin, önyargının, tarafgirliğin ve taassubun vücut verip yaşattığı "Ebû Hanîfe aleyhdarlığı", Sünnet'e bağlılık, Selef'e saygı, hamiyet-i diniye gibi gerekçelere sığınılarak köpürtülüp yaşatılmıştır; ne yazık ki günümüzde de bazı çevreler tarafından olanca şiddetiyle devam ettirilmektedir.

     

    İşte benzer bir "tesbit" daha: İmam Ebû Dâvûd'un oğlu Ebû Bekr b. Ebî Dâvûd soruyor:

     

    "Üzerinde Mâlik ve ashabının, eş-Şâfi'î ve ashabının, el-Evzâ'î ve ashabının, el-Hasan b. Sâlih ve ashabının, Süfyân es-Sevrî ve ashabının ve Ahmed b. Hanbel ve ashabının ittifak ettiği bir mesele hakkında ne dersiniz?" Muhatapları, "Ey Ebû Bekr! Bundan daha sahih bir mesele olmaz" karşılığını verince taşı gediğine koyuyor: "İşte bunların hepsi, Ebû Hanîfe'nin tadlili (dalalette olduğu tesbiti) üzerinde ittifak etmiştir!"[2]

     

    Ve benzeri bir "tesbit" de İbn Hibbân'dan: "Bütün İslam merkezlerinde ve diğer bölgelerde bulunan imamlar ve vera ehli onu cerh ve zemmetmişlerdir. Sadece tek-tük bazı kimseler bundan istisnadır"[3]

     

    Günümüzde durum

     

    Geçmişte şu veya bu sebeple vuku bulmuş olan bu "Ebû Hanîfe aleyhdarlığı"nın her şeye rağmen ısrarla ve inatla devam ettiriliyor oluşu, üzerinde ciddi olarak düşünülmesi gereken bir "arıza" durumuna işaret etmektedir. Zira tarihte İmam hakkında vuku bulmuş bu itham, cerh ve taz'ifler, sadece Hanefî ulema tarafından değil, diğer mezheplere mensup insaf ve tahkik ehli ulema tarafından da gerekli biçimde cevaplandırılmış bulunmaktadır. Mâlikî mezhebine mensup İbn Abdilberr'in el-İntikâ'sı, Şâfiî mezhebine mensup ez-Zehebî'nin Menâkıb'ı, Muhammed b. Yusuf es-Sâlihî'nin Ukûdu'l-Cümân'ı, es-Süyûtî'nin Tebyîdu's-Sahîfe'si, İbn Hacer el-Mekkî'nin el-Hayrâtu'l-Hısân'ı, Hanbelî mezhebine mensup Cemâluddîn Yusuf b. Abdilhâdî'nin Tenvîru's-Sahîfe'si.. bu meyanda ilk akla gelenlerdir.

     

    Bütün bu çalışmalara rağmen Ebû Hanîfe aleyhdarlığının bir "dindarlık" ve "Sünnet/Hadis taraftarlığı" göstergesi olarak yaşatılması ve terviç edilmesi bizatihi din adına ve Sünnet/Hadis adına kaygı vericidir. İmam Ebû Hanîfe'nin çağdaşlarından ünlü zahid Mekkeli Abdülazîz b. Ebî Ravvâd'ın şu tesbitine katılmamak mümkün değildir: "Ebû Hanîfe imtihan vesilesidir. Kim onu severse sünnîdir; kim de ona buğz ederse bid'atçidir."[4]

     

    Söz gelimi M. Nâsıruddîn el-Albânî, "Ebû Hanîfe aleyhdarları" arasında hayli "ılımlı" bir görüntü verdiği halde, mesleğini icra için ayağına gelmiş fırsatı tepmeyi "ilmî objektiflik" anlayışıyla bağdaştıramamakta ve Nasbu'r-Râye'ye düşülen bir dipnotu vesile edinerek İmam Ebû Hanîfe'nin kimler tarafından taz'if edildiğini şöyle sıralamaktadır:

     

    "Evvela İmam Ebû Hanîfe'nin taz'ifinde ed-Dârekutnî yalnız değildir. Aksine bu konuda imamların büyükleri ondan önce davranmışlardır ki, herhangi bir taassup sahibinin, imamlıkları ve büyüklükleri sebebiyle onların taz'ifinde kusur bulması mümkün değildir. Onlardan birisi Abdullah b. el-Mübârek'tir. İbn Ebî Hâtim sahih bir senedle onun şöyle dediğini nakletmiştir: "Ebû Hanîfe Hadis'te miskin idi." Yine İbn Ebî Hâtim şöyle der: "İbnu'l-Mübârek Ebû Hanîfe'den rivayette bulunmuş, ancak son zamanlarında onu(n hadisini) terk etmiştir. Babamı böyle derken işittim."

     

    "Yine onlardan bir diğeri İmam Ahmed'dir. el-Ukaylî ed-Du'afâ'da sahih bir senedle onun şöyle dediğini nakletmiştir: "Ebû Hanîfe'nin hadisi zayıftır."

     

    "Yine onlardan bir diğeri, es-Sahîh sahibi İmam Müslim'dir. el-Künâ isimli eserinde şöyle demiştir: "Hadisi muzdaribdir. Çok fazla sahih hadisi yoktur."

     

    "Yine onlardan bir diğeri İmam en-Nesâî'dir. ed-Du'afâ ve'l-Metrûkîn'de şöyle demiştir: "Hadis'te kuvvetli değildir."

     

    ()

     

    "Ebû Hanîfe'nin (rh.a) Hadis'te taz'if edilmiş olması, şöhret sahibi olduğu ilimdeki ve şöhret sahibi olduğu Fıkıh'taki kadrini ve büyüklüğünü mutlak olarak alçaltmaz. Onun Fıkıh ilmindeki üstünlüğü ve kendini ona vermesi, Hadis'te hıfzının zayıflamasına yol açmış olmalıdır. Malumdur ki, bir alimin bir ilme yönelmesi ve onda ihtisas sahibi olması genellikle diğer ilim dallarında hafızasını zayıflatan hususlardandır. En iyisini Allah Teala bilir."[5]

     

    İmam Ebû Hanîfe hakkındaki bu iddia ve ithamlar ne yazık ki sadece onun hadisçilik yönüyle sınırlı kalmamış, itikadî sahaya da uzanarak küfürle itham edilmesi noktasına kadar vardırılmıştır. Ancak bu yazı sadece ona İlm-i Hadis nokta-i nazarından yöneltilen tenkitleri konu edineceği için konunun diğer boyutlarına değinilmeyecektir. [6]

     

    İmam Ebû Hanîfe'ye Hadis ilmi bağlamında yöneltilen tenkit ve taz'ifleri iki grupta toplamak mümkündür:

     

    1. Hadis müktesebatının yetersiz ve Hadis'te güvenilmez/zayıf olduğu, hafızasının yeterince güçlü olmadığı gerekçesiyle yapılan tenkitler.

     

    2. Hadislerle amel konusuna gereken ihtimamı göstermediği, re'yi çok kullandığı ve hadislere muhalefet ettiği gerekçesiyle taz'ifi.

     

    Yukarıdaki iki başlık altında toplanabilecek "Ebû Hanîfe cerhleri" meyanında mütekaddimundan nakledilen ne varsa eserlerine doldurarak İmam'ı cerh edenler kervanına katılan İbn Adiyy,[7] el-Ukaylî,[8] İbn Kuteybe,[9] İbn Ebî Hâtim,[10] el-Hatîbu'l-Bağdâdî,[11] İbnu'l-Cevzî[12] gibi daha birçok müellif bulunduğunu ve burada zikredilen örneklerin, münhasıran Hadis sahasıyla sınırlı olmalarına dikkat edildiğini belirtmek gerekir. Bunun dışında Kur'an'ın mahluk olduğu, cennet ve cehennemin son bulacağı, irca (mürciîlik) vb. konulardaki görüşleri sebebiyle tekfir edildiği, tevbeye davet edildiği konusunda birçok şey nakledilmiştir. Muhammed Zâhid el-Kevserî merhum Te'nîbu'l-Hatîb adlı muhalled eserinde bütün bu iddiaları büyük bir vukufiyet ve dirayetle cevaplandırmış ve İmam'ın, bu ithamların tamamından beri olduğunu mukni delillerle ortaya koymuştur.

     

    İddiaların ilmî kıymeti

     

    Yukarıda örnek olarak zikredilen ve tamamı kitap hacmini dolduracak kemiyette olan cerh, taz'if ve tenkitlerin ilmî kıymeti hakkında şunları söyleyebiliriz:

     

    İmam Ebû Hanîfe üzerinde yoğunlaşan tenkitler, dönemin fotoğrafını yansıtması bakımından hayli önemlidir. Öncelikle Irak (Bağdat ve Basra) merkezli "i'tizal" hareketi, itikadî sahada derin sarsıntılar meydana getirmektedir. Cedelci kişilikleri dolayısıyla Mu'tezilîler, konuştukları sıradan insanları kolaylıkla etki altına alabilmektedirler. Toplumsal doku için hayli tehlikeli olan bu akım karşısında topluma önderlik edenler, insanları onlarla konuşmaktan, bir araya gelip oturmaktan titizlikle sakındırma gayreti içinde olmuşlardır. Büyük imamlardan Kelam ilmiyle iştigalden veya Kelamcılar'la hemhal olmaktan sakındırma babında nakledilen sözleri bu bağlamda değerlendirmek gerekir.

     

    Tam karşı cephede yer alan Hadisçiler dönemin fotoğrafındaki ikinci aslî unsur olarak temayüz etmektedir. Aralarında rivayetlerin ihtiva ettiği anlamlara ve Fıkhu'l-Hadis'e fazla ihtimam göstermeyen, bütün mesaisini rivayetleri olabildiğince fazla tarikten toplama işine sarf eden "nakale-i ahbar" ve "zevamil-i esfar"ın da bulunduğu Ehl-i Hadis, re'y, kıyas vb. kavramlardan hazzetmeyen, bunları ve temsil ettikleri çizgiyi hep "tekinsiz" bulan bir anlayışı temsil eder durumdadır.

     

    Ne var ki itikadî bakımdan bunlar arasında da en az Mu'tezile kadar tehlikeli istikametlere gidenler bulunduğu bir vakıadır. Ehl-i Hadis içinde teşbih ve tecsim inancına meyledenlerin, hatta fiilen bu inancı benimseyenlerin bu tutumunun temelinde rivayetlerin manalarına nüfuz edememe, bir de rivayetlerin mana ile nakli bulunmaktadır. Bilhassa itikadî sahaya taalluk eden müteşabihat türü rivayetleri Şer'î prensipler ve İslamî akıl süzgecinden geçiren Sünnî Kelamcı çizgiyi Sünnet'e/Hadis'e ittiba ve "teslimiyet" adına en acımasız ithamlarla zemmedenler, elbette bu Ümmet'in yarısının, hatta üçte ikisinin[13] metbuu durumundaki İmam Ebû Hanîfe'nin üstünü çizmekte de bir beis görmeyecek, hatta bunu dinî bir sorumluluk addedecektir!

     

    İşin ilginç yanı, bu Ümmet'in ta'zim ve tebcil ettiği büyük şahsiyetlere atfen İmam'ın Hadisçiliğine yöneltilen iddiaların kahir ekseriyetinin güvenilmez senedlerle gelmiş olmasıdır. el-Kevserî merhumun Te'nîbu'l-Hatîb'de, ondan önce el-Melikü'l-Muazzam İsa b. Ebî Bekr'in es-Sehmu'l-Musîb'de ortaya koyduğu bu gerçeğe rağmen Ebû Hanîfe aleyhdarlığının hala yaşıyor, daha doğrusu "yaşatılıyor" olması, üzerinde ciddi olarak düşünülmesi gereken bir husustur.

     

    Nu'aym b. Hammâd, İbn Ebî Hâtim, Abdullah b. Ahmed ve emsali "Re'y fobisi" taşıyan kimselerin, aşağıda örnekleri zikredilecek olan ta'dil ve övgülere karşı gözünü yumarak tek taraflı ve önyargılı hareket etmeleri neticesinde yukarıda zikredilen türden cerh ve tenkitler ne yazık ki kitapları doldurarak ebedileştirilmiştir.

     

    Cerh-Ta'dil kitaplarının tarafsızlığı meselesi

     

    Söz konusu iddialar içinde, sened bakımından herhangi bir kusur taşımayanlar yok mudur? Elhak, vardır. Ancak bunlar da ya aslen "cerh/taz'if" ve "tenkid" unsuru taşımayan tesbitlerdir, yahut taassup/önyargı kaynaklıdırlar, ya da sahipleri hakikat-i hale vakıf olduktan sonra bu görüşlerinden rücu etmişlerdir. En niyahet bunlar arasında bu kategorilerden birine girmeyenler var ise de, kemiyet ve keyfiyet olarak bu türlü tenkitlerden yakasını kurtarabilmiş insan sayısı hemen hemen yok gibidir.

     

    Bu gerçeğe parmak basan İbn Cerîr et-Taberî şöyle der: "Şayet bozuk mezheplerden birine nisbet edilen kimselerin her biri hakkında bu durum sabit ve bu sebeple o kimselerin adaleti sakıt, şahitlikleri batıl olacak olsaydı, İslam merkezlerindeki muhaddislerin çoğunluğunun terk edilmesi gerekirdi. Çünkü bir grup, onlardan her birini hoşa gitmeyen şeylere nisbet etmişlerdir"[14]

     

    Söz gelimi İmam Ebû Hanîfe aleyhine nakillerde bulunmakla maruf olan İbn Ebî Hâtim, İmam el-Buhârî' hakkında şöyle demektedir: " Kendisinden babam (Ebû Hâtim) ve Ebû Zür'a Hadis dinlemişlerdir. Daha sonra Muhammed b. Yahya en-Nîsâbûrî, el-Buhârî'nin kendilerine "Benim Kur'an'ı telaffuzum mahluktur" dediğini yazınca ikisi de el-Buhârî'nin hadisini terk ettiler."[15]

     

    Hatırdan çıkarılmaması gereken husus şudur: Cerh-Ta'dil alimleri de insandır. Her insana arız olan izafîlikler şüphesiz ki onlara da arız olmuştur. Bazıları bundan kurtulmasını bilmiş, ancak bu arıza diğer bazılarında mevcudiyetini devam ettirmiştir. İmam eş-eş-Şâfi'î'nin hocası ve kendisinden çokça rivayette bulunduğu İbrahim b. Muhammed b. Ebî Yahya el-Eslemî hakkında İbn Adiyy, "Hadisini çokça inceledim. Rivayetlerinde münker bir şeye rastlamadım" der.[16]

     

    el-Kevserî'nin bu ifadelere itirazı oldukça dikkat çekicidir: "Ahmed (b. Hanbel) ve İbn Hibbân gibi Hadis tenkitçilerinin bu zat hakkındaki sözlerini biliyorsun. el-İclî onun hakkında şöyle der: "Medineli, Rafızî, Cehmî, kaderî. Hadisi yazılmaz." Hatta Hadis tenkitçilerinin birçoğu bu zatı tekzib etmiş (Hadis'te yalancı olduğunu belirtmiş) tir. Eğer eş-Şâfi'î bu zattan, Mâlik'ten rivayet ettiği kadar çok hadis rivayet ediyor olmasaydı, İbn Adiyy onun durumunu takviyeye çalışmazdı"[17]

     

    Gerçeği görenler

     

    Şam fakihi İmam el-Evzâ'î, Abdullah b. el-Mübârek ile karşılaştığında, İmam Ebû Hanîfe'yi kastederek, "Kûfe'den çıkan şu bid'atçi kimdir?" diye sorar. İbnu'l-Mübârek herhangi bir şey söylemez. Kaldığı eve gider ve üç gün içinde İmam Ebû Hanîfe'nin güzel çözümlerden oluşan meselelerini derleyerek küçük bir kitap oluşturur. Bundan sonrasını kendisinden dinleyelim:

     

    "el-Evzâ'î o sıralar oranın mescidinde imamlık ve müezzinlik yapıyordu. Elimdekinin ne olduğunu sordu. Kitabı kendisine verdim. Açtı ve içindeki meselelerden birini inceledi. O meselenin üzerine, "Bu, en-Nu'man'ın görüşüdür" diye yazmıştım. Ezan sonrasına kadar ayakta olduğu halde kitabın baş tarafından bir miktar okudu. Sonra kitabı cübbesinin cebine koydu. Ardından, kamet getirerek namazı kıldırdı. Namazdan sonra kitabı tekrar çıkardı ve inceledi. Bir süre sonra bana dönerek, "Ey Horasanlı! Bu en-Nu'man b. Sâbit kimdir?" diye sordu. "Irak'ta karşılaştığım bir üstat" diye cevap verdim. "Bu zat belli ki üstatlar arasında seçkin birisi. Git ve ondan daha fazla ilim almaya bak" dedi. Bunun üzerine kendisine, "Bu, kendisinden sakındırdığın Ebû Hanîfe'dir" dedim. Aradan bir süre geçtikten sonra el-Evzâ'î ile Mekke'de karşılaştık. O meselelerde Ebû Hanîfe'ye taraftarlık ettiğini gördüm. Ayrılacağımız zaman kendisine, "Ebû Hanîfe'yi nasıl buldun?" diye sordum. "İlminin çokluğu ve aklının mükemmeliyeti sebebiyle ona gıpta ettim. Onun hakkındaki eski görüşümden dolayı da Allah Teala'dan bağışlanma diledim. Zira ben eskiden onun hakkında açıkça hatalıydım. O adamdan ilim öğrenmeye devam et. Zira o, kendisi hakkında kulağıma gelen şeylerden uzaktır."[18]

     

    Bir diğer örnek de İmam Muhammed el-Bâkır'dır. Bir hac mevsiminde karşılaştığı İmam Ebû Hanîfe'ye, dedesi Hz. Peygamber (s.a.v)'in dinini ve sünnetini değiştirdiği yolunda bazı duyumlar aldığını ve işin aslının ne olduğunu sorduğunda İmam, işin aslını kendisine örnekleriyle izah eder. Bunun üzerine İmam Muhammed el-Bâkır, İmam Ebû Hanîfe'ye sarılarak alnından öper ve kendisine dua eder.[19]

     

    Ve nihayet İbn Adiyy'in durumu bu hususta ibretamiz bir vesika oluşturmaktadır. el-Kâmil isimli eserinde İmam Ebû Hanîfe aleyhinde menkul ne kadar söz varsa yer vermeye çalışan İbn Adiyy, İmam et-Tahâvî ile karşılaşıp işin gerçeğini kavrayınca fikirleri değişmiş, hatta İmam Ebû Hanîfe'nin rivayetlerinden oluşan bir Müsned kaleme almıştır.[20]

     

    Tenkitlerin sebebi

     

    Mâlikî mezhebinin büyük Hadis ve Fıkıh alimi İbn Abdilberr şöyle der: "Hadisçiler Ebû Hanîfe'nin zemminde ifrata gitmiş ve bu hususta haddi aşmışlardır. Onlara göre bunu gerektiren sebep, rivayetlere re'y ve kıyası sokması ve bu iki unsura itibar etmesidir. () Onun bazı ahad haberleri reddi, makul tevile dayanıyordu ve bunların birçoğunda daha önceki ulema aynı şeyi yapmıştır. Ebû Hanîfe gibi re'y ile hüküm verenler de bu hususlarda daha evvelki ulemanın izinden gitmiştir. ()

     

    "Hiçbir ilim ehli bilmiyorum ki bir Kur'an ayeti konusunda tevil yapmış veya bir Sünnet(in anlaşılması) konusunda bir mezhep benimsemiş ve o mezhep sebebiyle başka bir Sünnet'i reddetmiş olmasın. Bu şekilde bir sünneti reddederken de makul bir tevile veya nesh iddiasına dayanmışlardır. Şu kadar ki Ebû Hanîfe'nin bu tarz davranışı başkalarına göre daha fazladır.

     

    "Yahya b. Selâm şöyle demiştir: "() el-Leys b. Sa'd şöyle dedi: "Mâlik b. Enes'in, hepsi de Hz. Peygamber (s.a.v)'in sünnetine muhalif olan 70 meselesini tesbit ettim. Mâlik bu meselelerde re'yi ile hüküm vermiştir. Kendisine nasihat babından bu meseleleri ona yazdım."

     

    "Bu Ümmet'in alimlerinden hiç kimse, herhangi bir hadisin Hz. Peygamber (s.a.v)'den sabit olduğunu kabul ettikten sonra, kendisi gibi bir rivayet veya icma yahut kendisine teslim olmak gereken bir asla dayanan uygulama tarafından nesh edildiğini iddia etmeden yahut senedinde bir kusur bulunduğunu ileri sürmeden onu reddetmemiştir. Eğer bir kimse böyle yapacak olursa, imam ittihaz edilmesi şöyle dursun, "adalet" sıfatı düşer; fasıklar sınıfına girer. ()

     

    "Ebû Hanîfe'den rivayette bulunanlar, onu tevsik eden (güvenilir olduğunu söyleyen) ler ve onu meth-u sena edenler, aleyhinde konuşanlardan fazladır. Ehl-i Hadis'ten onun aleyhinde konuşanların kendisini en fazla ayıpladıkları noktalar re'y ve kıyasa çokça dalması ve irca akidesini benimsemesidir"[21]

     

    Bu satırları okuduktan sonra "keşke mesele, İbn Abdilberr'in son derece dikkatli seçilmiş ifadelerle anlattığından ibaret olsaydı" demekten kendimizi alamıyoruz. Ehl-i Hadis'in İmam Ebû Hanîfe'yi tenkit ve taz'if ettiği meseleler incelendiğinde şu üç noktada toplandıkları görülür:

     

    1. Akaid. Bu sahada İmam Ebû Hanîfe'nin irca akidesini benimsemesinden, Cennet ve Cehennem'in yok olacağına kadar birçok hususta kabul edilemez görüşler benimsediği nakledilmiştir.

     

    2. Hadis müktesebatının azlığı, hafızasının zayıflığı. Bu hususta ileri gelen Hadis imamlarından Abdullah b. el-Mübârek'ten İmam eş-Şâfi'î'ye, Ahmed b. Hanbel'den Sütfyân es-Sevrî ve İbn Uyeyne'ye kadar pek çok isimden naklen pek ağır cerh ve taz'if ifadeleri nakledilmiştir.

     

    3. Sahih hadislere muhalefeti, kendisine hatırlatıldığı halde hadis doğrultusunda hüküm vermekten imtina etmesi, re'ye dayalı hüküm vermeyi Hadis ve rivayete dayalı hüküm vermeye tercih etmesi.[22]

     

    Hakikat-i hal

     

    Eğer mesele sadece ileri gelen birçok Hadis imamının İmam Ebû Hanîfe'yi cerh etmesi, bunun karşılığında da Hanefîler'in onu müdafaaya yönelik çabalarından ibaret olsaydı, yukarıdaki üç maddenin oluşturduğu manzara gayret-i diniyyesi ağır basan herkes tarafından aynı tepkiyle karşılanırdı. Ancak bu yazının başlarında isimlerini saydığım farklı mezheplere mensup insaf ve tahkik ehli ulemanın İmam'ı müdafaa eden çalışmalara imza atmış olması işin rengini değiştiriyor.

     

    Mesele sadece daha sonraki ulemanın tevsik ve tebcilinden ibaret değildir elbette. Gerek aynı dönemde, gerekse daha sonra yaşamış olan birçok mutedil Hadis imamı İmam Ebû Hanîfe hakkında adaletten ve gerçekten ayrılmamış, başkalarının sözlerine iltifat etmeksizin hakikati olduğu gibi dile getirmiştir.

     

    İmam Ebû Hanîfe'yi metheden isimler arasında örnek olarak şunları sayabiliriz:

     

    1. İmam el-Buhârî'nin önde gelen hocalarından olan Mekkî b. İbrahim: "Ebû Hanîfe zamanının en alimi idi."[23]

     

    2. Ahmed b. Hanbel ve daha başka büyüklerin kendisinden rivayette bulunduğu Yezîd b. Harun: "Bin kişiye yetiştim; çoğundan hadis yazdım. Aralarında 5 kişiden daha fakih, vera sahibi ve alim görmedim. Bu beş kişinin başında Ebû Hanîfe gelir."[24]

     

    3. Abdullah b. el-Mübârek: "Kûfe'ye geldim ve "Sizin şu memleketinizin en alimi kimdir?" diye sordum. Hepsi de "Ebû Hanîfe" diye cevap verdi." Yine İbnu'l-Mübârek'in İmam Ebû Hanîfe'yi ta'zim ve tebcil ettiği ve kendisine meth-u senada bulunduğu bilinen bir husustur.[25]

     

    4. Süfyân es-Sevrî: İmam Ebû Yusuf şöyle demiştir: "Süfyân es-Sevrî, Ebû Hanîfe'ye mütabaatta benden ileridir."[26]

     

    5. Süfyân b. Uyeyne: "Beni Kûfe'de Hadis (rivayet etmem) için ilk oturtan Ebû Hanîfe'dir. Beni camide oturttu ve talebeye "Bu, Amr b. Dînâr'ın hadisini en sağlam bilen kişidir" dedi. Bunun üzerine onlara hadis rivayet ettim."[27]

     

    6. İbn Cüreyc: Ravh b. Ubâde anlatıyor: "150 senesinde İbn Cüreyc'in yanında idim. Kendisine, "Ebû Hanîfe vefat etti" denildi. Bunun üzerine şöyle dedi: "Allah ona rahmet eylesin. Pek çok ilim onunla beraber gitti."[28]

     

    7. İmam eş-Şâfi'î: "Ebû Hanîfe, Fıkıh'ta sözü kabil ve teslim edilen biriydi." Yine şöyle dediği malum ve meşhurdur: "Kim Fıkıh öğrenmek isterse, Ebû Hanîfe'ye muhtaçtır."[29]

     

    8. Cerh-Ta'dil otoritelerinin hocası durumundaki Vekî' b. el-Cerrâh: Yahya b. Ma'în şöyle demiştir: "Vekî' gibisini görmedim. Kendisi Ebû Hanîfe'nin re'yi ile fetva verirdi."[30]

     

    9. Cerh-Ta'dil ilminin imamlarından Yahya b. Sa'îd el-Kattân: Yahya b. Ma'în şöyle demiştir: "Yahya el-Kattân'ı şöyle derken işittim: "Allah Teala'ya karşı yalan söyleyemeyiz. Ebû Hanîfe'nin re'yinden daha güzel bir re'y duymadık. Onun görüşlerinin ekserisini esas almışızdır."[31]

     

    10. Yahya b. Ma'în: "Ebû Hanîfe sika idi. Sadece ezberlediğini rivayet eder, ezberlemediğini ise rivayet etmezdi."[32]

     

    Vakıa en doğru şahittir

     

    Yukarıdan beri nakledilenler, Hadis ve Cerh-Ta'dil ilminin tartışmasız otoritelerinin İmam Ebû Hanîfe hakkındaki hüsn-i şahadetlerinden seçilmiş örneklerdir. İmam Ebû Hanîfe'yi cerh ve tenkit edenler bu ifadeleri nasıl değerlendirir, bu onların meselesidir: ancak yukarıdaki gerçeklere eklenecek bir gerçek daha var:

     

    İmam'ın meşhur iki talebesinin bugün elimizde bulunan Kitâbu'l-Âsâr isimli eserleri. Her ikisi de matbu ve mütedavel olan bu eserler, İmam'ın az hadis bildiği ve hadise itibar etmediği iddialarını boşa çıkaran en canlı şahit konumundadır. Fıkıh bablarının dayandığı ve İmam'ın kendi senedleriyle nakledilmiş rivayetlerden oluşan bu eserler ortadayken hala bazı çevrelerin "Ebû Hanîfe Hadis'te zayıftı, az hadis biliyordu, hadise itibar etmiyordu" gibi asılsız ithamları tekrar edip durması, akla önyargı ve taassup illetlerini getirmektedir.

     

    Ebu'l-Müeyyed el-Havârizmî'nin Câmi'u Mesânîdi'l-İmâm Ebî Hanîfe isimli derlemesi de bu meyanda anılmalıdır. İki cilt halinde matbu bulunan bu eserin ilmî kıymeti, İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed'in Âsâr'larına oranla ikinci sırada gelmektedir. Zira Bu eserde yer alan rivayetlerin İmam'a aidiyeti, rivayetlerin senedlerinde ondan sonra yer alan ravilerin güvenilirliğiyle doğrudan ilişkilidir. Ancak bu durum Âsâr'lar için söz konusu değildir. Onların mezhebin iki büyük imamına aidiyeti konusunda herhangi bir şüphe söz konusu değildir.

     

    Bütün bu söylenenlere bir de Hanefî mezhebine mensup Hadisçilerin varlığı ilave edilmelidir. Mezhebin Tabakât kitaplarında onların isimlerine ve Hadis sahasında verdikleri eserlere yer verilmiştir. el-Kevserî merhum, mezhebin Hadis hafızlarından Cemâluddîn ez-Zeyla'î'nin Nasb'r-Râye'sine yazdığı takdim yazısında[33] Hanefî mezhebinin Hadisçilerini liste halinde zikretmiştir. Onun zikrettiği 110 isme, Muhammed Yusuf el-Bennûrî 40 isim daha ilave etmiştir.

     

    Kendisine yöneltilen haksız, taassup kaynaklı ve yanlı tenkitlere karşın, İmam Ebû Hanîfe'nin Hadis ilmindeki haklı şöhreti, sadece Hanefî mezhebine mensup ulema tarafından değil, farklı mezheplerin müntesibi ulema tarafından da teslim edilmiştir. Bunun bir göstergesi olarak İmam'ın adının, Hadis hafızlarının zikredildiği eserlere derc edildiğini görüyoruz. Bunların başında Şâfiî mezhebinden Hafız ez-Zehebî gelmektedir.[34] Onu izleyen kuşaklardan Hanbelî mezhebine mensup Hadis hafızı Şemsuddîn Muhammed b. Ahmed İbn Abdilhâdî el-Makdisî, el-Muhtasar fî Tabakâti Ulemâi'l-Hadîs isimli eserinde, ardından aynı mezhebe mensup "İbnu'l-Mibred" adıyla maruf hafız Cemâluddîn Yusuf b. Hasan İbn Abdilhâdî, Tabakâtu'l-Huffâz'ında[35] ve nihayet Şâfiî mezhebine mensup hafız Celâluddîn es-Süyûtî Tabakâtu'l-Huffâz isimli eserinde[36] aynı tavrı sürdürmüşlerdir.

     

    Reddiyeler

     

    İmam Ebû Hanîfe'nin Hadis'e muhalefet ettiği söylemi sadece kuru iddia seviyesinde kalmamış, fiili olarak da gösterilmeye çalışılmıştır.

     

    1. Bu cümleden olarak zikredilmesi gereken ilk ve en önemli çalışma el-Buhârî ve Müslim gibi Hadis imamlarının hocası durumundaki Ebû Bekr b. Ebî Şeybe tarafından yapılmıştır. el-Musannef isimli meşhur eserinin bir cildinde "Kitâbu'r-Redd alâ Ebî Hanîfe" adını verdiği özel bölümde "Bu, Ebû Hanîfe'nin Hz. Peygamber (s.a.v)'den Gelen Rivayete Muhalefet Ettiği Hususlar(ı ihtiva eden bölümdür) diyerek 125 bab zikretmiş, her bir babda birkaç rivayet zikrettikten sonra İmam Ebû Hanîfe'nin o rivayetlere aykırı hüküm verdiğini söylemiştir.[37]

     

    Bu 125 meseleye, tarih içinde çeşitli cevaplar verilmiş ise de, bunlardan günümüze kadar gelebilen olmamıştır. Muhammed Zâhid el-Kevserî merhumun muhalled eserlerinden en-Nüketu't-Tarîfe[38] bu iddialara eldeki en kapsamlı cevabı oluşturmuştur. Müellif merhum, vardığı sonucu eserinin giriş kısmında şöyle özetlemektedir:

     

    İmam Ebû Hanîfe'nin çözüme bağladığı meselelerin adedi konusunda zikredilen en küçük rakam 83 bin'dir. İbn Ebî Şeybe'nin zikrettiği 125 meselenin tamamında İmam'ın hata ve hadise muhalefet ettiği bir an için kabul edilse bile, bunun, toplama oranı 664'te 1'dir. ()

     

    İbn Ebî Şeybe'nin zikrettiği 125 meselenin % 50'sinde muhalif rivayet söz konusudur. Yani İmam Ebû Hanîfe ayrı bir rivayeti, İbn Ebî Şeybe ayrı bir rivayeti esas almıştır. Geriye kalan % 50'yi 5'e ayırırsak, ilk 5'te 1'lik kısımda haber-i vahid'in Kur'an ayetiyle çatışma arz etmesi söz konusu olduğu için İmam, Kur'an ayetini esas almış hadisi ise tevil etmiştir. ikinci 5'te 1'lik kısım ahad haberden daha güçlü ("meşhur" gibi) rivayetler sebebiyle ahad haberin terk edildiği durumları anlatmaktadır. Üçüncü 5'te 1'lik kısımda aynı rivayetten farklı anlam/hüküm çıkarma söz konusudur. Yani İbn Ebî Şeybe de İmam Ebû Hanîfe de aynı hadise dayanmaktadır. Ancak anlayış ve yaklaşım tarzlarındaki farklılık sebebiyle çıkardıkları hükümler farklıdır. Dördüncü 5'te 1'lik kısımda İbn Ebî Şeybe, hadise muhalif olarak gördüğü hükmü İmam Ebû Hanîfe'ye nisbette hatalı davranmıştır. Yani mezhep kitapları esas alındığında, İmam Ebû Hanîfe'nin, İbn Ebî Şeybe'nin kendisine nisbet ettiği görüşü benimsemediği anlaşılmaktadır. Nihayet en fazla son 5'te 1'lik kısımda İmam'ın hadise muhalif hüküm verdiği söylenebilir. Bu demektir ki, İbn Ebî Şeybe'nin 125 olarak takdim ettiği "hadise muhalif" içtihadlarının adedi 12 civarındadır.

     

    2. İmam'ın hadislere muhalefet ettiğini örnekleriyle gösteren diğer bir çalışma da İmâmu'l-Haremeyn el-Cüveynî'nin Muğîsu'l-Halk isimli çalışmasıdır. el-Kevserî merhum bu çalışmaya da İhkâku'l-Hakk bi İbtâli'l-Bâtıl fî Muğîsi'l-Halk isimli çalışmasıyla cevap vermiştir. Orada zikredilen meseleler İbn Ebî Şeybe'nin çalışmasında olduğu gibi sırf hadis kaynaklı değildir. Böyle olanlar yanında mezhebin usul ve kavaidi doğrultusunda verilmiş hükümler de tartışma konusu yapılmıştır.

     

    3. İmam el-Buhârî, Sahîh'inin birçok yerinde[39] "İnsanlardan birisi demiştir ki" diyerek, kasdettiği kişinin hadise muhalefet ettiğini ileri sürmüştür. Her ne kadar bu ifadeyi kullandığı her yerde kasdettiği kişi İmam Ebû Hanîfe değilse de[40] onu kasdettiği yerler bulunduğu kesindir.

     

    el-Buhârî'nin mezkûr ifadeyi kullanarak İmam Ebû Hanîfe'yi hedeflediği yerler hakkında da muhtelif çalışmalar yapılmıştır. Bedruddîn el-Aynî'nin Umdetu'l-Karî isimli şerhi ile Muhammed Enverşâh el-Keşmîrî'nin Feydu'l-Bârî'si, bizzat Sahîhu'l-Buhârî üzerine yazılan şerhler olmak haysiyetiyle söz konusu iddiaları ilk elden cevaplandırmışlardır.

     

    Bunlardan başka Abdülganî el-Guneymî el-Meydânî'nin Keşfu'l-İltibâs ammâ Evredehû'l-İmâmu'l-Buhârî alâ Ba'di'n-Nâs isimli eseri, konu hakkında yapılmış müstakil eserlerdendir ve matbudur.

     

    Bunlar dışında tarihte İmam Ebû Hanîfe'nin mezhebini diğerlerine tercih ve tenkitlere cevap mahiyetinde pek çok çalışma yapılmıştır ki, İmam Ebû Yusuf'un er-Redd alâ Siyeri'l-Evzâ'î'sinden, İmam Muhammed'in Kitâbu'l-Hücce alâ Ehli'l-Medîne'sine, Sirâcuddîn el-Gaznevî'nin el-Gurretu'l-Münîfe'sinden, Sıbtu İbni'l-Cevzî'nin el-İntisâr li İmâmi Eimmeti'l-Emsâr'ına ve Muhammed Murtaza ez-Zebîdî'nin Ukûdu'l-Cevâhîri'l-Münîfe'sine kadar hepsi de matbu olan pek çok eser örnek olarak zikredilebilir.

     

    Sonuç

     

    İmam Ebû Hanîfe, Abdullah b. Mes'ûd başta olmak üzere Kûfe'de tavattun etmiş bulunan Sa'd b. Ebî Vakkas, Huzeyfe b. el-Yemân, Ebû Mûsa el-Eş'arî, Ammâr b. Yâsir, Selmân el-Fârisî gibi büyük sahabîlerin (Allah hepsinden razı olsun) ilmini tevarüs etmiştir. Tarih, bu büyük sahabîlerden sadece İbn Mes'ûd'un ve talebelerinin Kûfe'de yetiştirdiği alim sayısının 4 bin olduğunu kaydediyor.[41] el-İclî, Kûfe'ye yerleşen sahabî sayısını 1500 olarak vermektedir. el-Kevserî merhum, Hz. Ali ve Abdullah b. Mes'ûd (r.anhuma) tarafından Kûfe'de yetiştirilen Tabiun kuşağına mensup alimlerden ileri gelen bazılarının listesini zikretmiştir ki,[42] İmam Ebû Hanîfe'nin, ilmî müktesebatını nasıl bir ilmî servet üzerine kurduğu hakkında fikir edinmek isteyenler için oldukça doyurucudur.

     

    er-Ramehürmüzî, İbn Sîrîn'in şöyle dediğini nakleder: "Kûfe'ye geldim. 4 bin kişinin Hadis tahsil ettiğini gördüm."[43] İmam el-Buhârî de Hadis toplama faaliyeti (er-Rihle fî Talebi'l-Hadîs) esnasında Kûfe'ye kaç kere gittiğini saymadığını söylemiştir.[44] Bütün bunlar, Kûfe'nin Hadis ilimleri bakımından bulunduğu mevkiyi gösteren anekdotlardan cüz'î bir kısmıdır.

     

    Böyle bir ortamda yetişmiş bulunan, üstelik de 40 adet yetişmiş öğrencisi ile birlikte kollektif bir içtihad faaliyeti yürüten İmam Ebû Hanîfe'nin Hadis müktesebatının yetersiz olduğunu yahut Hadisleri kale almadığını söyleyebilmek için bu ortamı ya hiç bilmemek veya dikkate almamak gerekir.

     

    İşin özü o ki, İmam'ın mezhebi de, talebeleri de, mezhebin uleması ve onların yaptığı çalışmalar da ortadayken bizim onları bir şeylerden tebrie etmek durumunda kalmamız hayli travmatik bir durumdur. Gözünü kapatmakta ısrar eden kimseye kim neyi gösterebilir?!

     

    --------------------------------------------------------------

     

    [1] İbn Adiyy, el-Kâmil, VII, 10.

    [2] el-Hatîbu'l-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII, 382-3.

    [3] İbn Hibbân, Kitâbu'l-Mecrûhîn, III, 64.

    [4] el-Kevserî, Te'nîb'l-Hatîb, 276.

    [5] el-Albânî, İrvâu'l-Ğalîl, II, 277-9.

    [6] İbnu'l-Cevzî'nin de el-Muntazam'da (V, 188) belirttiği gibi, İmam'a yönelik tenkitler üç ana noktada toplanmaktadır: 1. Akaid/Usulüddin, 2. Hadis müktesebatının azlığı, hafızasının zayıflığı, 3. Sahih hadislere muhalefeti ve re'yi çok kullanması. Bu yazının çerçevesi doğrudan Hadis sahasına taalluk eden tenkitlerle sınırlandırılmıştır.

    [7] Bkz. el-Kâmil fî Du'afâi'r-Ricâl, VII, 5 vd.

    [8] Bkz. ed-Du'afâu'l-Kebîr, IV, 268 vd.

    [9] Bkz. Te'vîlu Muhtelifi'l-Hadîs, 54 vd.

    [10] Bkz. Kitâbu'l-Cerh ve't-Ta'dîl, VIII, 449-50.

    [11] Bkz. Târîhu Bağdâd, XIII, 365 vd.

    [12] Bkz. Kitâbu'd-Du'afâ ve'l-Metrûkîn, III, 163-4.

    [13] el-Kevserî, Te'nîbu'l-Hatîb, 31.

    [14] İbn Hacer, Hedyu's-Sârî (Mukaddimetu Fethi'l-Bârî), 428.

    [15] İbn Ebî Hâtim, Kitâbu'l-Cerh ve't-Ta'dîl, VII, 191.

    [16] İbn Adiyy, el-Kâmil, I, 220.

    [17] el-Kevserî, Fıkhu Ehli'l-Irâk ve Hadîsuhum, 83.

    [18] el-Hatîbu'l-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII, 338; es-Saymerî, Ahbâru Ebî Hanîfe, 78. Daha kısa bir varyantı için bkz. İbn Hacer el-Mekkî, el-Hayrâtu'l-Hısân, 46.

    [19] el-Muvaffak el-Mekkî, Menâkıbu'l-İmâm Ebî Hanîfe, 143.

    [20] el-Kevserî, Te'nîbu'l-Hatîb, 329.

    İ. Hakkı Ünal, Ebu'l-Müeyyed el-Havârizmî'nin derlediği Câmiu'l-Mesânîd'de İbn Adiyy'in tek bir rivayetinin bile olmadığını Şâkir Zîb'e dayanarak söylemektedir. (Bkz. İmam Ebû Hanîfe'nin Hadis Anlayışı, 63, dpnt. 99)

    Bu ifadelerin hemen öncesinde de yine aynı müellife dayanarak Câmi'u'l-Mesânîd içinde Ebû Nu'aym'ın Müsned'inden sadece iki rivayet bulunduğunu söylemektedir. Bu durum Ebû Nu'aym'ın ayrıca basılmış bulunan (Mektebetu'l-Kevser, Riyad-1415/1994) Müsned'i ile uyum arz etmemektedir. Zira sadece metin kısmı 260 sayfa civarında tutmuş olan bu baskıda çok sayıda rivayet bulunmaktadır.

    Dolayısıyla Câmi'u'l-Mesânîd'de İbn Adiyy Müsnedi'nden bir tek rivayetin dahi bulunmadığı tesbiti eğer doğruysa, diğer Müsned'lerle mükerrer rivayetler ihtiva etmesi gibi bir sebepten olabilir. Vallahu a'lem.

    [21] İbn Abdilberr, Câmi'u Beyâni'l-İlm, 497 vd.

    [22] Bkz. İbnu'l-Cevzî, el-Muntazam, V, 188.

    [23] İbn Hacer, Tehzîbu't-Tehzîb, X, 451.

    [24] İbn Abdilberr, Câmi'u Beyâni'l-İlm, 502.

    [25] İbn Abdilberr, el-İntikâ, 206.

    [26] İbn Abdilberr, a.g.e., 198.

    [27] es-Saymerî, Ahbâru Ebî Hanîfe, 75; İbn Abdilberr, a.g.e., 199.

    [28] es-Saymerî, a.g.e.,, 74-5.

    [29] İbn Abdilberr, a.g.e., 210.

    [30] İbn Abdilberr, a.g.e., 211.

    [31] et-Tehânevî (Tanevî), Kavâ'id fî Ulûmi'l-Hadîs, 311-2.

    [32] İbn Hacer, Tehzîbu't-Tehzîb, X, 450.

    [33] Fıkhu Ehli'l-Irâk ve Hadîsuhum adıyla Ebû Gudde merhum tarafından tahkik edilerek yayımlanmış, dilimize de Hanefî Fıkhının Esasları adıyla çevrilmiştir.

    [34] Bkz. ez-Zehebî, Tezkiretu'l-Huffâz, I, 168.

    [35] Bkz. Muhammed Abdürreşîd en-Nu'mânî, Mekânetu'l-İmâm Ebî Hanîfe fi'l-Hadîs, 60-1.

    [36] Bkz. es-Süyûtî, Tabakâtu'l-Huffâz, 80-1.

    [37] Bkz. İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, VIII, 363 vd.

    [38] el-Kevserî, en-Nüketu't-Tarîfe fi't-Tahaddüs an Rudûdi İbn Ebî Şeybe alâ Ebî Hanîfe, Kahire-1365/1945.

    [39] Değişik itibarlara göre 22, 24 veya 25 yerde.

    [40] el-Keşmîrî, Feydu'l-Bârî'de (III, 54) şöyle der: "Bil ki, musannıfın (İmam el-Buhârî) bu ifadeyi kullandığı ilk yer burasıdır. Her ne kadar burada kasdettiği kişi o ise de, iddia edildiği gibi bu ifadeyi kullandığı her yerde Ebû Hanîfe'yi kasdetmemiştir. Bazı yerlerde kasdettiği kişi İsa b. Ebân, bazı yerlerde eş-Şâfi'î, bazı yerlerde ise Muhammed (b. el-Hasan)'dir. Öte yandan musannıf bu ifadeyi her zaman red amacıyla kullanmaz. Aksine, onun, bu ifadeyi kullandığı kişinin görüşünü paylaştığını da gördüm. Bazen de sahibi hakkında bu ifadeyi kullandığı görüş konusunda tereddüt göstermektedir"

    el-Keşmîrî, Sünenu't-Tirmizî şerhi el-Arfu'ş-Şezî'de (II, 118) daha ayrıntılı bilgi verir ve şöyle der: "Şâfiîler, "Ba'du'n-Nâs" ifadesinin kullanıldığı her yerde kastedilen kişinin Ebû Hanîfe olduğunu ve el-Buhârî'nin bu ifadeyi kullandığı her yerde üzerinde durduğu görüşü reddettiğini söylemişlerdir. Ben derim ki, bu iddia doğru değildir. Zira el-Buhârî'nin bu ifadeyi kullandığı halde üzerinde durduğu görüşü tercih ettiği de vakidir. er-Rahmân suresindeki tutumu böyledir. Oradaki ifadesinin siyak ve sibakı bunu göstermektedir. es-Sahîh'i inceleyenler bu durumu açıkça görürler. Keza bazen "Ba'du'n-Nâs" ifadesini kullanır ve onunla Muhammed b. el-Hasan'ı, bazen onun talebesi İsa b. Ebân'ı, bazen Züfer b. el-Hüzeyl'i, bazen de eş-Şâfi'î'yi kasteder"

    [41] Bkz. el-Kevserî, Fıkhu Ehli'l-Irâk, 41-2.

    [42] el-Kevserî, a.g.e., 43 vd.

    [43] er-Râmehürmüzî, el-Muhaddisu'l-Fâsıl, 408.

    [44] el-Kevserî, Fıkhu Ehli'l-Irâk ve Hadîsuhum, 52.

×
×
  • Create New...