Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

HİÇ

Editor
  • Content Count

    948
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    92

Posts posted by HİÇ


  1. Eğer ümmetime ve insanlara ağır ve meşakkatli gelmeyecek olsaydı günde 5 vakit namazla misvak kullanmalarını emrederdim buyuruyor Gönül Sultani Efendimiz. Dipnot:konuyla alakasız ama kusluk vakti 2 rekat namaz da vücudun zekatıdır. Mühimdir ona da dikkat buyuralım inşallah. Öğrendiğimi okuduğumu bildirilenı bildirmek istedim.

     

     

    Allah razı olsun kardeşim, Allahu Teala bildiklerimizle amel edebilmeyi nasip eylesin inşallah...


  2. arkadaşlar, bu yazı hakkında yorumlarınızı bekliyorum.

     

     

    İslam birliği Mehdi'yi mi bekliyor?

     

    "Düşünür" niteliği ile tanıtılan bir yazar -tercüme edilen yazısında- diyor ki:

    "Günümüzde hilafetin tekrar kurulması sadece beklenen Mehdi'nin gelmesi ile mümkün olabilir. Diğer durumlarda kurulacak yeni bir devlet, dünya sisteminin bir parçasına dönüşür ve farklı bir anlam ifade etmez."

    Tercümede bir hata yoksa "işimiz Mehdi'ye kaldı" cümlesinde olduğu gibi işin zorluğunu ifade etmiyor da "İslam birliğinin veya bir İslam devletinin kurulmasının ciddi ve hakiki olarak Mehdi'nin gelmesine bağlı olduğunu" ifade ediyor.

    Böyle karamsar, ümit kırıcı söylemler ne işe yarar?

    Eğer "dünya sisteminin bir parçası olmak" günah ise, haram ise -ki, yazıda bu cümle de var- "harama devam edin, bu günahı işlemekten geri durmayın; çünkü ne yaparsanız yapın İslam birliğini kuramazsınız, kurmaya kalkışsanız dünya sizin beyninizi yıkar ve sistemin bir parçası olursunuz" demiş olmuyor mu?

    İlk Müslümanlar şirk zemininde Müslüman oldular, cemaat oldular. İlk İslam devleti Yahudilerin ve müşriklerin de egemenliğe katıldıkları bir zeminde kuruldu. Son yüz yıl içinde İslam ülkeleri sömürge olmaktan kurtuldukça kitaba uygun bir İslam ümmeti ve devleti oluşturma çabasına girdiler. Başka ideolojiler ve amaçlar peşinde koşan Müslümanlar da oldu; ama büyük kitlenin beyni yıkanmadı, şu veya bu yoldan islâmî amaçlarına ulaşmak için mal, can ve emek vererek yollarında yürüyorlar. Dünya sistemi onların beyinlerini yıkayamadığı için askeri güç kullanarak, işbirlikçilerine kullandırarak yok etmeye çalışıyor.

    Müslümanlara en büyük zararı verecek, onların azim ve çabalarını olumsuz etkileyecek beklenti "Mehdi beklentisi"dir.

    Bir kere bu beklentinin islâmî meşruiyeti ve gerçekliği İslam alimleri arasında tartışmalıdır. Görüşler arasında, "Mehdi diye belli bir şahsın gelmeyeceği, uyarıcı mürşidlerin ve liderlerin mehdiler oldukları ve bunların da zaman zaman ortaya çıkacağı..." gibi olanları da vardır.

    Diyelim ki, Mehdi diye "olağanüstü nitelikleri olan" bir zat gelecek ve bozulanı düzeltecek; peki o zamana kadar Müslümanların bozulanı düzeltme vazifeleri, güçleri ve imkanlarının olmadığı, olmayacağı nereden çıkarılıyor. Asıl en büyük günah böyle bir inanç değil midir?

    Ortada Kur'an-ı Kerim, Peygamberimiz Efendimiz'in (s.a.) örnekliği, orta yol İslam'ının imamlarının (büyük alimlerinin) açıklamaları, yaşanmış büyük ve şanlı bir tarih var oldukça kimse Müslümanların beyinlerini -kül halinde ve geri dönüşsüz olarak- yıkayamaz.

    Yapılacak şey, işi yalnızca yöneticilere, egemenlere bırakmamak, Müslüman halklar ve sivil önderler olarak devreye girmek, yönetenlerden önce yönetilenler arasında sıkı işbirlikleri/diyaloglar/birlikler oluşturmak, ilim, akıl, hikmet çerçevesinde planlar ve programlar yapmak, kutsal hedefe doğru adım adım ilerlemek, ümitsizlik aşılayanların ümitlerini kırmaktır.

     

     

    http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?i=31418&y=HayrettinKaraman

    • Like 1

  3. Osmanlı işte, herşeyiyle, ölüsü yeter derler ya aynen öyle ölmesi bile yüzyıllar süren, can cekişirken bile saygı duyulan ne muazzamn bir devlet. ecdadımız yani atalarımız... ne hale geldik, getirildik...

     

    günümüzde hala Endonezya da ve bazı Afrika köylerinde Sultan 2. Abdülhamid Han adına hutbe okunuyor...

     

    Osmanlıyı ne gün anlarız bilmem ama anlayabildiğimiz gün aslımıza rücu ettiğimiz gün olacaktır diye düşünüyorum...

    • Like 1

  4.  

     

    Şimdi iki arkadaşımız da aslında mantıklı konuşmuş ama eksikler var malesef.Türkiye gibi bir yerde yaşıyoruz.Bazı şeyler siyasal açıdan konuşulup düşünülüp öyle konuşuluyor ülkemizde.Ve ne kötü bişeydir ki ağzı olan yerli yersiz her şekilde konuşuyor ne yazık ki.

     

    Tazir Arkadaşım senin söylediğin 8 yıllık kesintisiz eğitimin çok şey götürdüğü ortada zaten.Ama unutmayalım ki bunu "İmam Hatip arka bahçemizdir."zihniyetinde ki insanlar yaptı malesef.Ama halk olarak koyun gibi güdülmeye alışık olduğumuz için bu sözün ardına çok şeyler sığdırılabileceğinin farkına varmadan yaptık bunu.Sen bu lafı söylersen evet İmam Hatipliden 2 oy fazla alırsın insanlar "Adama bak,helal olsun harbi müslüman"der ve sen mutasıp görüşün oylarını da kendi tarafına çekersin.Ama sonunda ne olur?İmam Hatiplinin beşiği olan orta öğretim kısmını kapatırsın.Bu sayede gençler dinini öğrenmez.Dinini öğrenemeyen gençlik isyankar olur.İsyanklar olan sokaklara taşar.Sokağa taşan gençliğin de elbet içki,kumar,zina ve uyuşturucu batağına saplanır.Lafını ölçüp tartıp öyle konuşmak vardır bizde.Ama nedense bizim siyasilerimizde malesef bu mantık yok:)

     

    Tazir yoldaşımın şurada kullandığı cümle tuhafıma gitti sadece."Belki ben kız çocuğumu okutmak istemiyorum"(!)Mesele kız çocuk erkek çocuk örneği değil bence Tazir.Zina sana da zina bana da.Kumar sana da kumar bana da.Alkol sana da alkol bana da.YAni haram sana da haram bana da.Erkeğe ayrı kadına ayrı muamele mi yapıyor Cenab-ı Hakk kitabında?Ne haram koyduysa ana da aynını koymuş bana da.Senin dediğin mantıkta kızlar okumasın eğitimsiz olsun.Şart değil okumaları evde otursun dantel örsün,fatmagülün suçu olup olmadığını anlasın,aşk-ı memnu ile kimin eli kimin cebinde belli olmayan aile kavramını ortadan kaldıran saçmalıkları izlesin,yesin içsin otursun mantığı.Kadına değer vermeyen batı mantığı seninki.

     

    Tazir İslamda senin dediğinin yeri yok ki.İslam kadın okumasın demez."İlim Çinde de olsa gidip alınız "buyuruyor Peygamber.Yine İslam'ın ilk emri "Oku!"iken ve Kur'an bile böyle bir ayırım yapmazken senin bu ayrımının mantığını anlamadım senin.Kadın ilk öğretmendir.Eğitimli olması gereken babadan çok annedir.Anne çocuğu ilk yetiştiren kimse.Demek ki neymiş aslında kız çocuk erkekten daha fazla eğitimli olmalıdır.

     

    İslam alimlerinin yazmış olduğu muteber kitaplara bakılırsa kadının yerinin "evi" olduğu gerçeği ayan beyan görülecektir. Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in "önsöz" ünü yazdığı tek kitap olma özelliğini bünyesinde barındıran merhum Ahmed Davudoğlu Hoca'nın "Dini Tamir Davasında Din Tahripçileri" (Bedir Yayınevi) adlı son derece kıymetli kitabının en sonunda yer alan "Hayrettin Karaman'ın Marifetleri" adlı başlık altında sizin düşüncenizin ilmi olarak çürütüldüğünü göreceksiniz. Benim fikirlerime itibar etmeyebilirsiniz lakin ehli sünnetin sarsılmaz kalelerinden olan Üstadımızın önsöz yazarak, her harfinin altına imazasını attığını bizlere beyan ettiği bu kitaptaki değerlendirmelere kulak vermeniz insaflı bir yaklaşımın tezahürü olacaktır.

     

    Maalesef ki başta Hayrettin Karaman gibiler olmak üzere kız çocuklarının okutulması ile alakalı çalışmalar yapmak neticesinde şu anda evinde oturup ev hanımı olacak eş adayları islami kesim içerisinde , adeta kibriti ahmer taşı mesabesinde görülmektedir. Bu mevzu kitaplık çapta değerlendirilmesi gerekli bir mesele olduğu için ben naçizane ismini zikretmiş olduğum kitaba göz atmanızı tavsiye etmekteyim.

     

    Bu konularla alakalı küçük çaplı bir değerlendirmem olmuştu. Göz atmak isteyenler için link:

     

    http://www.n-f-k.com...__fromsearch__1

    • Like 2

  5. Ebubekir Sifil'in bu yazısına da katıldığımı beyan ederim

     

    Kesintili eğitim

     

    4 4 4 formülüyle duyurulan yeni eğitim sistemine ilişkin kanun tasarısı, farklı kesimlerin farklı tepkilerine yol açtı. Süreç devam ediyor. Devam ederken de tasarı üzerinde kimi oynamalar yapıldığını görüyoruz.

    Söz gelimi başlangıçta birinci 4 yıldan sonra dileyen öğrencilerin açık öğretim sistemine devam edebilmesine imkân sağlanmışken, süreç içinde bundan geri adım atıldığına ve birinci 4 yıldan ikinci 4 yıla geçişin zorunlu hale getirildiğine ilişkin haberler basına yansıdı. Bu haberlerin gerçeği ne ölçüde yansıttığını bilmiyoruz. TÜSİAD, CHP vd. "blok muhalefet"in bunda etkisi olup olmadığı da ayrı bir merak konusu.

    Doğrusu ilk 4 yıldan sonra öğrencinin, bir taraftan öğrenimine yaygın eğitim (açık öğretim) tarzında devam ederken diğer taraftan kendisini istediği alanlarda geliştirmesi -"kötünün iyisi" kabilinden- önemli bir imkândır. Bu formül hayata geçtiğinde en azından ilk 4 yılın sonunda aile çocuğu farklı alanlara yöneltebilecek, bu anlamda elinde farklı seçenekler bulundurabilecektir.

    Esasen burada da öğrencinin ilk 4 yıl için devlet tarafından sahiplenilmesi, çocuk üzerinde ailenin inisiyatifi dışında tasarrufta bulunması üzerinde durmak gerekir. Eğer aile bilinçli bir şekilde çocuğunu istediği bir alana yöneltmek isterse, devletin yapması gereken bunun yolunu açmak, imkânlarını geliştirmektir.

    Burada "halk cahildir, anlamaz" gibi bir anlayış söz konusudur. "Kızı kendi haline bırakırsan ya davulcuya varır, ya zurnacıya" misali, bu ülkede başından beri hükümet edenler halkın yerine karar vermeyi adeta yönetmenin olmazsa olmazlarından sayıyor.

    Oysa bu hükümet halk nezdinde makes bulan söylemlerin altına imza atmış bir hükümet olarak bu alanda farklı bir icraat ortaya koyma şansına sahipti. En azından bunun halk nezdinde bir alt yapısı ve beklentisi mevcuttu.

    Ailelerin çocuklarının eğitimiyle ilgilenip ilgilenmediğini denetleyebilirsiniz. Hatta bunu yap-a-mayanların çocuklarını alır, devlet olarak eğitirsiniz. Burası tamam. Ama ben bir vatandaş olarak çocuğumu istediğim gibi yetiştirme imkânını elimde bulundurmak istesem, çok mu "aykırı" düşünmüş olurum?

    Açıkça söylüyorum: Ben çocuğumu hem hafız olarak yetiştirmek istiyorum, hem de bu ülkenin birinci sınıf üniversitelerinde okumasını sağlamak. Bu ikisini niçin bir arada yapamıyorum? İlahî bir lütuf olarak ilahî kelamın hafızlığını ve muhafızlığını yapan gençler bu ülkede niçin bunun karşılığını bir "mazhariyet" olarak değil de "mağduriyet" olarak görür? Hafız avukat, doktor, mühendis... olunamaz diye bir kural mı var?..

    Böyle bir kural "kâğıt üstünde" olmasa da, hepimiz biliyoruz ki fiiliyatta var...

    Bir diğer husus da şudur: İlk 4-5 yıldan sonra çocukların eğilimi, yeteneği, ileride neler yapabileceği üç aşağı beş yukarı belli oluyor. Bu aşamadan sonra çocuklar ağırlıklı olarak yeteneklerini geliştirebilecekleri, müfredatları o doğrultuda oluşturulmuş okullara yönlendirilse fena mı olur? Niçin yeteneklerine ve eğilimlerine bakmadan bütün çocukları -torna tezgâhından geçirir gibi- aynı müfredata tabi tutalım ki? Söz gelimi bir çocuğun el becerileri ileride hat, tezhip gibi sanatlara yönelebileceğinin işaretlerini veriyorsa, yahut beden yapısı, hareketleri, çevikliği, dengesi... ileride iyi bir sporcu olabileceğini anlatıyorsa, bu çocuğa hayatta kendisine hiç lazım olmayacak fizik, kimya... gibi dersleri dayatarak bıktırmanın, yıldırmanın anlamı var mıdır?

     

    http://www.habervaktim.com/yazar/kesintili-egitim-48370.html

    • Like 1

  6. Resul Tosunun bu konu ile alakalı yazısına katılıyorum

     

    4+4+4'te düş kırıklığı

     

    Zorunlu kelimesi baskıyı, dayatmayı, sıkıntıyı, güçlüğü, rahatsızlığı çağrıştırdığı için pek sevimli gelmiyor. Zorunlu askerlik gibi zorunlu eğitim de baskıyı ve dayatmayı çağrıştırıyor.

    Tabiî ki eğitim ile askerlik arasında fark olduğu gibi altı yaşındaki çocuğa verilen eğitimin zorunlu olması ile yirmi yaşındaki gencin silah altına alınmasının zorunluluğu arasında da büyük fark var.

    Ben zorla güzellik olmayacağına inananlardanım.

    Toplumda orta terk lise terk sayısız insanları göz önünde bulundurunca 12 yıllık zorunlu eğitimin sorunlu olacağını tahmin ediyorum.

    Aileleri okuması için her türlü imkânı sağlamasına rağmen kimi çocukların orta okuldan veya liseden ayrıldıklarını ve tüm ısrarlara rağmen okumadıklarını biliyoruz. Ben yakın çevremden biliyorum. Eminin siz de dikkat ederseniz bu durumda çok gencin bulunduğunu göreceksiniz. Bunlar imkânsızlıktan okul terk eden çocuklar değil varlıklı ailelerin çocukları.

    Bu hükümetin eğitime verdiği destek göz önünde bulundurulursa yoksul ailelerin çocuklarının okuması için de engel yok. Ama onlardan da okulu terk edenlerin sayısı az değil.

    12 yıl zorunlu eğitim çocukları okumadığı için çok sayıda aileyi otomatikman suçlu hale getirecek. İdare de otomatikman bu suçlularla uğraşmak zorunda kalacak.

    Okumayan çocuğa ne yapacaksınız?

    Eğitime karşı değilim 12 yıl da okusun çocuklar18 yıl da. Ama bunu zorla değil isteyerek yapsınlar.

    Okumak istemeyenleri de dayatma yaparak asi duruma düşürmeyelim diyorum.

    Ne mi demek istiyorum. Ben zorun eğitimin 5 yıl ile sınırlandırılmasından yanayım. Ama 8 yıla da kesintili olmak kaydıyla itirazım yok. 12 yılın sorunlu olacağını düşünüyorum.

    28 Şubat sürecinde zorunlu eğitimin 8 yıla çıkarılması çağdaş ülkelerdeki yaygın sistemi taklit etmişti ama imam hatip fobisi yüzünden kesintisiz yaparak sistemi sorunlu hale getirmişti.

    İmam Hatiplere ve Kuran Kurslarına büyük darbe vurulmuştu.

    Geçen hafta meclise verilen 4+4+4 teklifi birinci kademeden sonra açık öğretim imkânı getirdiği için toplumun bütün taleplerine cevap veriyordu. Hem İmam Hatiplerin orta kısmının açılmasına imkân tanıyor, hem Kuran Kurslarının önünü açıyor hem üstün zekâlılara daha kısa sürede eğitimini tamamlama fırsatı sunuyor hem de hassasiyeti bulunan ailelerin sorununu çözüyordu. Teklif (12 yıla itirazım saklı olmak kaydıyla) güzel bir teklifti ve özellikle 28 Şubat mağdurlarını sevindirmişti.

    Muhalif çevreler ise özellikle kız çocuklarının okuldan uzaklaştırılacakları ve medrese sisteminin getirildiği iddiasıyla bu teklife karşı çıktılar. Aslında bu itirazlar ideolojik itirazlardı. Çünkü AK Parti hükümetleri dönemindeki okullaşma ve eğitime verilen ehemmiyet cumhuriyet hükümetlerinin hiç biri tarafından verilmiş değildi. Aynı şekilde "Haydi kızlar okula" kampanyasına başlatan ve kız çocuklarını okula kazandırma projesinde de başarılı olan AK Parti hükümetleriydi.

    Hafta başında ikinci kademedeki açık öğretim imkânının kaldırılması soğuk duş etkisi yaptı. Hatta birileri MGK müdahalesi olarak algıladı ve manşet yaptı.

    Ama ben ne başbakanın ne de milli eğitim bakanının öyle propagandalara, ideolojik itirazlara ve baskılara boyun eğecek mizaçta olmadıklarını, aksine kendilerinden beklenen hassasiyete ve mukavemete sahip olduklarını yakinen biliyorum.

    Kim nasıl etkili oldu bilemiyorum ama ikinci kademede okula devamın mecburi hale getirilmesi Kuran Kursu çevrelerini, üstün zekâlı çocukların velilerini ve kimi duyarlı aileleri üzen bir düzenleme oldu.

    Birileri Kuran Kursu denince burun kıvırabilir ama bu halkın hissiyatı hiç de öyle değildir.

    Son haliyle teklif Kuran Kurslarının önünü tıkayan bir teklife dönüşmüşe benziyor. Teklif henüz alt komisyonda olduğu için vakit geçmiş değildir.

    Çözümü gayet kolay. Ya ikinci kademede açık öğretim tekrar teklife derc edilir ya da Kuran Kurslarına milli eğitim içinde ikinci dört yıl statüsü verilerek toplumun beklentisi hayatiyet kazanır.

    Evet, hükümet sadece iş çevrelerinin değil bütün halkın hükümetidir ve eğer halkın isteği yerine getirilecekse bu halk Kuran Kurslarına zenci muamelesi yapılmasına asla razı değildir. Hele AK Parti seçmeni hiç razı değildir.

    Aslında başbakan da razı değildi ama ne oldu anlayamadık.

    Bizden hatırlatması.

     

    http://www.habervaktim.com/yazar/48254/4+4+4te_dus_kirikligi.html

    • Like 1

  7. istanbulda zemzem araştırmaları enstitüsü var. bu enstitünün eski başkanı prof. dr. zekai şen zemzem hususunda otoritedir. bu konularla alakalı kendisi konferansa davet edilebilir, öğrenci arkadaşlara tavsiyemdir. şu an kendisi su vakfına başkanlık etmekteymiş...


  8. yazıyı yazandan Allah razı olsun, kanayan yaraya parmak basmış. cuma günü hutbelerde resmi bayramları az kutlamadık! İslam gibi bütün insan imali sistemlerin hepsinden üstün olan , Allahu Tealanın Efendimiz sav vasıtasıyla bizlere bildirdiği yüce dinimizi, demokrasi ve cumhuriyetle kolkola imamlarımız cemaate söylediler bu hutbelerde. yazık ki ne yazık...

    • Like 1

  9. Allah razı olsun, tarihimizle alakalı güzel bir anı.

     

    Bu da benden olsun,

    19. yüzyılda Almanya’nın Mülhaym şehrindeki Ren nehrinin bir yakasında Almanlar, öbür yakasında da Fransızlar oturuyordu.

    Fransızlar, her sene nehrin karşı kıyısına geçiyor, Almanlara âit topraklardaki mahsûlün tümünü toplayıp götürüyorlardı.

    O sıralarda, birliğini henüz te’mîn edememiş olan güçsüz Alman’lar ise buna fazlaca ses çıkaramıyorlardı.

    Ancak bu durum her yıl tekrarlanmayı sürdürünce, Almanlar çâreyi Osmanlı sultanına durumu yazıp, imdât istemekte bulurlar ve sultâna bir mektup gönderirler.

    Mektupta şöyle denilmektedir:

    “Fransızlar her sene bize zulmediyor, mahsûlümüzü elimizden alıyorlar. Siz ki, dünyâya adâlet dağıtan bir imparatorluğun sultânı, İslâmiyet’in de halîfesisiniz. Bizi bu zulümden kurtarın. Asker gönderin. Ürünlerimizi bu sene olsun toplama imkânı sağlayın.”

    Osmanlı’nın gerileme yıllarına girdiği bir zamâna denk gelen bu yardım isteğini inceleyen pâdişâh asker göndermeyi mümkün ve gerekli görmez; yalnızca asker elbîsesi göndermeyi kâfî bulur. Yardım isteğini bildiren mektuba cevâbî bir mektup yazılır. Bu mektupla birlikte içi asker elbîsesi dolu üç çuval da Almanlara yollanır.

    Şaşkına dönen Almanlar, çuvalları alıp mektubu okurlar: Mektupta şunlar yazmaktadır:

    “Fransızlar korkak adamlardır. Onlara yeniçeri göndermemize gerek yoktur. Yeniçerimizin kıyafetini görmeleri kâfîdir. Çuval içindeki Osmanlı askerinin elbîselerini adamlarınıza giydirin. Bu adamları mahsûl zamânı, nehrin görülecek yerlerinde dolaştırın. Karşıdan gören Fransızlar için bu kâfîdir.”

    Bağ bahçe sâhipleri hemen Osmanlı askerinin kıyâfetlerini kapışırlar. Hasat vakti geldiğinde giydikleri bu yeniçeri kıyâfetleriyle ve büyük bir heyecanla, nehir kıyısında dolaşmaya başlarlar.

    Ertesi gün, nehrin karşı yakasından gelen haber, Almanların sevinç çığlıkları atmalarına sebep olur: “Almanlara Osmanlılardan imdât geldiğini zanneden Fransızlar, korkudan, köylerini de terk ederek iç kısımlara doğru kaçmaktadırlar. Mahsûlünüzü rahatça toplayabilirsiniz. Zulüm sona ermiştir.”

    Bu olay, Mülhaym’lıların gönüllerinde taht kurar.

    Giydikleri yeniçeri kıyâfetlerini, daha sonra Mülhaym’a bağlı Karlsruhe müzesine koyup ziyârete açarlar. Şehrin en yüksek binâsına da Osmanlı bayrağı asarlar. Ayrıca, hâlen olayın yıldönümünde şehirde bir karnaval düzenleyip hadiseyi temsîlen kutlarlar.

    Bu olay, Osmanlı’nın sâdece birkaç yeniçeri kıyâfetiyle Almanları Fransızların elinden ve talanından nasıl kurtardığını anlatan, mâziden kalma, pırlantalarla resmedilmiş bir tablo gibidir.

    • Like 1

  10. Senin de adın Kemal

    Amigolarından başka kimsenin önem vermediği bir "CHP kurultay şenliği" daha sonuçlandı. Üzülmesinler, haziran ayında yenisi varmış!

    Kurultayı, "açık renk Kemalistler" kazandılar, "koyu renk Kemalistler" kaybettiler.

    Ya da dilerseniz, "ordu da bir sivil toplum örgütüdür" demiş olan Deniz Baykal kaybetti, kürsüden "emperyalizmin ak sütünün şeyinden anasıyla emdiğimiz memeler" ya da buna benzer bir şeyler söyleyen Kemal Kılıçdaroğlu kazandı.

    Düne kadar "bu adamla da olmayacak bu iş" diye bağıran amigo basın birdenbire döndü, şimdi Kılıçdaroğlu'nun yumruğunu mu yoksa damgasını mı vurduğunu tartışıyor.

    "Neredeymiş bu Ergenekon, ben de katılmak istiyorum" demiş olan Kılıçdaroğlu, belki araya araya örgütün genel merkezini bulacak ama "yumuşak Kemalizm'e" uygun düşmeyeceği için kaydını yaptıramayacak.

    Amigo basın da gene "bu adamla olmuyor" diyebilmek için 2014 seçimlerini, Kılıçdaroğlu'nun cumhurbaşkanı adayı, Gürsel Tekin'in de İstanbul belediye başkanı adayı sıfatıyla madara olmalarını bekleyecek... Mustafa Sarıgül'ün reklamını henüz çok fazla yapamıyorlar, ara sıra şöyle bir hatırlatıp geçiyorlar.

    Kurultaylar dizisinin ikinci gününde, ilk gün salondan tekme tokat kovulan "muhalefet temsilcisi"

    İsa Gök de birşeyler söylemiş...

    "Atatürk'e Mustafa Kemal demeyin" demiş.

    Niçin? Ahmet Selahattin mi denilmesi gerekiyormuş?

    Hayır, "tamamının" söylenmesi gerekirmiş, Mustafa Kemal Atatürk.

    Öyle ya, örneğin Catherine Zeta Jones'a kısaca "Kate" deniyor mu? Denmiyor.

    Atatürk'e ne denileceği, Kemalistler'in oldum olası kafasını kurcalamış bir meseledir. Onun "antiemperyalist" kişiliğini öne çıkarmak isteyen "sol Kemalistler", Mustafa Kemal Paşa demeyi tercih ederler. (1934 yılına kadar kısaca "Gazi" denirdi.)

    "Otuzlu yılların İsmet Paşa faşizmini" sevenler de Mustafa'yı da Kemal'i de es geçerler, yalnızca Atatürk'ü yeğ tutarlar.

    Anlı şanlı bürokratlarımızdan biri, "Mustafa Kemal diyenlere" açıkça bozuk çalmış, hatta tehdit etmişti. (Bunun arkadaşlarından biri de "dolar dediğin yeşil bir kâğıt parçasıdır, basar basar dış borçlarımızı öderiz" şeklinde konuşuyordu.)

    Elbette şeriatçılar da Atatürk'e birşeyler derler de, burada zikredecek değilim. Cazgır mahalle karısının biri çıkar, yanlış anlar, ihbar etmeye kalkar.

    Kurtuluş savaşımız sırasında, ve daha sonraları da, Yunanlılar ona kısaca "Kemal" derlerdi.

    Bildiğiniz gibi, belki de bilmediğiniz gibi, büyük önder kendisine babası Ali Rıza Bey'in koymuş olduğu Mustafa ismini hiç sevmezdi. Bunu "alaturka" buluyordu. İlk fırsat adına bir de Kemal eklemişti.

    Sonradan bunun efsanesini de ürettiler. İlkokul çocuklarına şöyle öğretiliyordu: "Matematik hocası bir gün Atatürk'e demiş ki, senin de adın Mustafa, benim de adım Mustafa... Bu böyle olmaz!...

    Senin adın Mustafa Kemal olsun..."

    Bu böyle olmaz... Niçin bu böyle olmazmış? Hangi salak karıştıracakmış öğretmenle öğrenciyi birbirine?

    Hani Önder Sav, Kılıçdaroğlu'nu şikâyet etmek üzere Anıtkabir'e gidecekti ya.... İster misiniz derinlerden bir ses duyulsun: "Oğlum Önder... Onun da adı Kemal, benim de adım Kemal... Bu böyle olmaz...

    Söyle ona, onun adı bundan böyle 'Tutarsız Kemal' olsun!"

    Gandhi tutmadı ya... "Cahil halk" kolay okusun diye "h" harfini düşürdüler, Gandi dediler, gene tutmadı.

    sabah


  11. bir çırpıda okursunuz, Allah razı olsun Mustafa Hocamdan...

     

    Evrensel Hafızlar Derneği İstanbul Şubesi ve Şeyh Raşid Camii Şehremini mahallesindeki bir salonda ortaklaşa bir program düzenlediler. Programın konuğu otuz senedir İstanbul vaizliği yapan ve iki yüzün üzerinde televizyon programına konuk olan Mustafa Akgül Hocaydı. Mustafa Akgül Hoca kainattaki kevni ayetleri konu olan bir sunum yaptı. Slayt gösterisi eşliğinde yapılan bu sunum Mustafa Akgül Hoca tarafından Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda, Amerika, Hindistan, Avusturalya gibi ülkelerde de yaklaşık 250 kere tekrarlanmış bir sunumdu. Sunumun en çok dikkat çeken yanlarındanOsman Gülşen birisi ise Uzayla ilgili hayret verici bilgiler verildikten sonra dinleyicilerin hep bir ağızdan; “Allahü ekber, Allahü ekber la ilahe illallahü vallahü ekber. Allahü ekber ve lillahil hamd” demesiydi. Belki 10 kere dinleyiciler tarafından bu şekilde tekbir getirildi.

    Programın açılış konuşmasını yapan Şeyh Raşid Camii İmam Hatibi Osman Gülşen Hoca şunları söyledi: “Muhterem kardeşlerim biliyorsunuz Kur’an ayetlerinin dışında kainatta bir de kevni ayetler vardır. Yaratılmış olan her şey Rabbimizin varlığını, birliğini, gücünü, kudretini göstermesi açısından birer ayettir. Geçtiğimiz günlerde Mustafa Akgül Hoca’nın konferansını izleyince, bu konferansı mahallemizdeki siz değerli cemaatimize de izletmeyi istedim. Bunun için hocamızı davet ettim, Allah razı olsun kendisi de bizi kırmadı ve buraya kadar geldi.” Bu kısa konuşmanın ardından konferansın sunumunu yapmak üzere Mustafa Akgül Hoca kürsüye geldi ve şunları söyledi:

    Allah’ın üç kitabı var

    Allahü Teala’nın üç kitabı var. Birincisi Kur’an-ı Kerim, ikincisi kainat kitabı, üçüncüsü de insan kitabı. Kur’an’ın ayetleri nasıl insanı Allah’a götürüyorsa, Allah’ın varlığını birliğini ispat ediyorsa, O’na teslim olmaya vesile oluyorsa, kâinat kitabı da insanı Allah’a götürüp teslim ediyor. İnsan vücudunu da iyi tetkik ettiğinizde onun da sizi Allah’a götürdüğünü görürsünüz. Bu üç kitabı okuduğunuzda her şeyi yaratan Allah’a teslim olmaktan başka çarenizin olmadığını görürsünüz. Size bu konferansımızda Allah’ın kainat kitabından bahsedeceğiz.

    Dünyanın 3 türlü hareketi var

    Bir soruyla başlamak istiyorum. Muhterem kardeşlerim dünyanın kaç türlü hareketi var? Birincisi kendi etrafındaki hareketi, ikincisi güneşin etrafındaki hareketi, üçüncüsü güneş sistemi ile beraber uzaydaki Vega Yıldız’ına doğru olan hareketi… Yani toplam üç çeşit hareketi var. Bu hareketlerin rakamlarla olan değerleri nedir? Dünya saatte 1666 km hızla kendi etrafında dönüyor. Şimdi bundaki hikmetleri biraz düşünelim. En hızlı araba saatte 300 km hız yapıyor, buna göre bu hızı düşünün. Güneş etrafındaki gidişinde ise saatte 108 bin km hızla gidiyor. Güneş sistemi ile beraber Vega Yıldız’ına gitme hızı ise saatte 720 bin km. İşte biz böyle yüksek hızlı bir hareketler zincirinin ortasındayız ama hiçbir şey savrulmuyor, mesela bardaktaki suyumuz dökülmüyor. O halde bunları durduran bir Allah var. Demiştik ya kâinat ayetleri de Kur’an ayetleri gibi bizi Allah’a götürüyor.

    Dikkat edin, kâinattaki dikkat çeken, ibret veren şeyler için “ayet” tabirini Kur’an kullanıyor. Peki, kardeşlerim bu kadar süratli giden bir dünya bir saniye fren yapsa ne olur? Herhalde her şey mahvolur, üzerinde düzen diye bir şey kalmaz. O halde gelin dua edelim Allah bu dünyaya bir saniye bile fren yaptırmasın. Amin.

    Atmosferdeki dengeler

    Dünyanın üzerinde atmosfer diye bir gaz tabakası var. Bu tabakanın içinde yüzde 79 oranında azot gazı var. Diğer gazlardan da az miktarda var. Bizim için çok önemli bir gaz olan oksijenin atmosferde yüzde kaç olduğunu bilen var mı? Yüzde yirmi bir… Bu Hz Adem’den beri böyle… Bu rakam yüzde yirmi beş olsaydı dünyadaki her şey yanardı. Yüzde 18 olsaydı teneffüs etmekte güçlük çekecektik. Bizim hayatımızı sürdürebilmemiz için atmosferdeki oksijen oranının yüzde 21 olması gerekiyor. Yukarı çıkarsa da aşağı inerse de tehlikeli. O halde bu oranı yüzde 21 olarak ayarlayan ve o ayarı sabitleyen bir Allah’ın olması gerekir. Rahman suresinde “ves semmea refeaha ve vedaal mizan” yani “semayı yükseltti ve ölçüyü koydu” buyuruluyor. Şimdi biz hocalar bu ayeti anlatırken teraziyi iyi tutun, tartıyı doğru ölçün şeklinde anlatıyorduk. O yine doğru… Ama ilmin genişlemesiyle anladık ki Allahü Teala atmosferdeki havayı bozmayın diyor bize… Bu oranlara dikkat edin diyor…

    Güneşteki ibretler

    Güneşin yüzeyi her saniye 565 milyon ton hidrojen atomunu yakıt olarak kullanıyor. Bildiğimiz kadarıyla 5 milyar senedir bu güneş bu yakıtı kullanıyor. Her saniye bu yakıtı kullanırken her saniye 4 milyon ton kadar da küçülüyor. Güneşin bir saniyede kullandığı enerji miktarı insanlık tarihindeki kullanılan enerjiden daha fazladır.

    Ben astronomi hocası değilim, niçin bir hoca bunları anlatıyor? Dinimizle bağlantı kurmak için. Şimdi bazı öğrenci kardeşlerimiz diyor ki “derslerimiz çok sıkı namazımızı kazaya bıraksak olmaz mı?” Sevgili kardeşlerim güneş vazifesini bir dakika kazaya bıraksa ne olur? İnsanların yeryüzünde yaşaması mümkün olmaz. Kainatta hiçbir varlık vazifesini kazaya bırakmıyor, onun için biz de namazımızı kazaya bırakmayalım…

    Ne yakıyor, ne donduruyorMustafa Akgül

    1 güneş, 10 kadar gezegen, başta ay olmak üzere 62 uydudan oluşan sisteme Güneş Sistemi diyoruz. “Eşşemsü vel gameru bi hüsban” yani “güneş ve ay bir hesaba göredir” buyuruyor. Yani çocukların misketi gibi her biri bir yerde değil, belli bir plan üzere yerleştirilmişler. Astronomi âlimleri diyor ki güneşle dünya arası 150 milyon km, ay ile dünyanın arası da 384 bin km… Şimdi döner ustaları var biliyorsunuz. Eti ateşe çok yaklaştırırsa yakıyor, az yaklaştırırsa pişmiyor. İyi usta hangisi? Hem pişirip hem yakmayana iyi usta diyoruz. Şimdi biz ustalar Usta’sına dikkat çekiyoruz. Dünyayı bir tarafa yerleştirmiş, Güneş’i bir tarafa yerleştirmiş, hem ısıtıyor, hem ışıtıyor, hem yakmıyor, hem de dondurmuyor.

    Fatih dönemindeki yıldızların ışığı bunlar

    Işık güneşten 150 milyon km yolu 8 dakikada alıyor ve dünyamıza geliyor. Başka bir ifade ile saniyede 300 bin km yol alıyor. Gece dışarı çıksak kutup yıldızına baksak, acaba o yıldızın ışığı dünyamıza ne kadar zamanda geliyor? 600 senede geliyor. Yani biz bugün gördüğümüz yıldızın ışığı Fatih Sultan Mehmet döneminden çıkıyor. Demek ki galaksi o kadar büyük ki ışık bu kadar süratli olmasına rağmen 600 senede ancak dünyaya ulaşıyor. Kainat, Allah vardır birdir diyor, insan aciz, Allah kadir diyor.

    Şimdi 1 Güneş, 10 gezegen ve 62 uydudan oluşan Güneş sistemi Samanyolu galaksisinin içinde ne kadar kalır? Kuzey Amerika kıtasına bir tane kahve fincanı koysak, bu fincan Kuzey Amerika kıtasında ne kadar yer işgal ederse işte o orandadır. Başka bir ifade ile bir fındık tanesi Türkiye üzerinde ne kadar yer kaplıyorsa, samanyolu galaksisinde güneş sisteminin yeri o kadardır.

    Milyarlarca yıldız

    Her bir galakside büyüklüğüne göre 300, 400, 500 milyar yıldız var. Galaksimizde 300 milyar galaksi olduğu tahmin ediliyor. Her galakside 300 -500 milyar yıldız varsa bütün kâinatta kaç tane yıldız olabilir. Bilim adamları bazı rakamlar tahmin ediyorlar. Ben bu yüksek rakamları size söylemeyeyim de bunu bir misalle size aktarayım. Yeryüzündeki bütün sahillerdeki kumların sayısının on misli kadar. En yakın yıldızların arasındaki mesafe 42 trilyon kilometre. Saatte 40 bin km hızla giden bir vasıtamız olsa, en yakın iki yıldızın arası 10 bin senede kat edilir.

    Şile Müftüsü İsmail Gökmen Bey’in de dinleyici olarak katıldığı programın sonunda Evrensel Hafızlar Derneği (EHAD) İstanbul Şubesi Başkanı Mustafa Cumhur Bey, Mustafa Akgül Hocaya bir teşekkür plaketi sundu.

     

    Aydın Başar haber verdi

     

    http://www.dunyabizim.com/manset/8888/allah-bir-saniye-bile-fren-yaptirmasin.html

    • Like 1

  12. Sayın Milletvekillerimiz,

     

    Öncelikle hepinize iyilikler ve vatana millete hayırlı hizmetler diliyorum. Çok şerefli bir görevdesiniz, sorumluluğu yüksek ve vebali çok. Rabbim yardımcınız olsun.

    Bu günlerde aile kurumu ile ilgili bir kanun hakkında karar verecek ve bizim adımıza oy hakkınızı kullanacaksınız. "Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı" tarafından TBMM’ye sunulan "Kadınları şiddetten koruyacak yeni yasa tasarısı" için oy kullanmadan önce çok iyi araştırma yapmanız ve doğru karar vermeniz vatan ve milletimizin selameti ve aile birliğinin devamı için çok önemlidir.

    Kanun tasarısının ismi "Kadını şiddetten koruyacak" olunca insanın merhamet duyguları kabarıyor. Kadınlara şiddet uygulanmasın tabii; alkolik, kumarbaz, uyuşturucu kullanan ve ruh hastası erkeklerle evli kadınlara devlet mutlaka sahip çıkmalı, her türlü yardımı desteği yapmalı. Buna hiç kimsenin itirazı olmaz.

    Fakat kanun sadece mazlum kadınlar düşünülerek hazırlanmamış. Şiddet gören kadın deyince bizim aklımıza ilk olarak yüzü gözü morarmış ya da öldürülmüş kadınlar geliyor. Oysa kanuna göre "bağırma, tartaklama, bir şey fırlatma, tokat, saç çekme" hepsi şiddet sayılıyor. Elbette şiddet sadece fiziksel değildir, psikolojik şiddette önemli. Fakat kanun tek taraflı hazırlanmış. Sanki erkekler insan değil.

    Yeni kanun teklifine göre erkek karısına bağırırsa suç, (dayak falan olmasa bile) kadın bağıran kocasını şikayet ederse eve yaklaştırmamadan tutun hapis cezasına kadar yolu var. Hatta evleri varsa kadın ev satılmasın diye tedbir koydurabiliyor.

    Aksi durum olursa; yani kadın kocasına hakaret etse küfretse kafasına bir şey fırlatsa suç değil. Erkeğin karısını eve yaklaştırmama ya da hapse attırma gibi bir hakkı yok. Neden? Kadın olması masum olmasını mı gerektiriyor?

    Şu anda kaldırılmak istenen, cezaları hafif bulunan kanundan sonra bile şiddet azalmadı arttı, bu ağır cezalar gelirse "aile" diye bir şey kalmayacak. Bu kanunlar hazırlanırken ekipte kaç erkek kaç kadın var, psikolog, psikiyatr var mı bilmiyorum; fakat sonuçları hesaplanmadan nasıl böyle kanunlar çıkıyor? Mevcut kanuna göre şiddet uygulayan kocaya eve hatta mahalleye yaklaşmama cezası veriliyor.

    Diyelim ki dayak atan kocaya iki ay eve yaklaşmama cezası verildi. Bu adam iki ay nerde yaşayacak? Ne yiyip ne içecek? Gidecek yeri yoksa, otele verecek parası yoksa, bu adam ne yapacak? Adamı düşündüğüm için söylemiyorum, hadi ona sürünsün diyelim. Bu adam iki ay boyunca sokaklarda orda burada yaşarken karısına daha çok kinlenmez mi? Eve döndüğünde karısına iyi mi davranacak? O iki ayın hesabını sormayacak mı? Bu adam dayakçı iken katil olmaz mı? Kadına yapacaksanız bir iyilik kocasını şikayet eden kadını istemese de boşayın, o zaman. Bu kadını daha korumaya yönelik bir çalışma olur.

    Son dönemlerde "kadın cinayetleri arttı" diye basında haberler çıkıyor. Bu cinayetlerin artmasında bu cezaların ne kadar etkisi oldu araştırılıyor mu?

    Kadın cinayetleri en çok boşanma dönemlerinde oluyor. Neden? "Türk erkeği boşanmayı kabullenemiyormuş!" Bu kadar yüzeysel bir açıklama olamaz. Kendini istemeyen kadını kaç erkek ister? Elbette cinayetin bir mazereti olamaz; fakat boşanma döneminde babaya gösterilmeyen düşman edilen çocuklar, erkeğe yapılan hakaretler, yüksek tazminatlar ve nafaka talepleri ve kadın devlete sırtını dayayıp erkeğe her türlü küfrü yapılınca cinayetlere şaşmamak gerek.

    Kanunlar ile ilgili halk bilgi sahibi değil. Çok kadın bu şikayetlerin geri alınamadığını bilmiyor. Kızgınlıkları geçtikten sonra şikayetini almak için başvuruyorlar; fakat alamıyorlar. Sonra ev yaklaşmama cezası verdirdikleri kocalarını gizlice eve alıyorlar ya da erkeğe hapis cezası verilmişse ceza para cezasına çevriliyor ve ikisi birden boğazlarından kesip cezayı ödüyorlar. Oysa sokakta iki adam kavga etse sonra birbirlerini şikayet etseler şikayetlerini geri alabiliyorlar, devlet olayı takip etmiyor; fakat olay karı koca arasında geçmişse sanki aralarını daha kötü yapmak ister gibi şikayetlerini alma fırsatı tanınmıyor.

    Ayrıca teklif edilen kanun sadece evlileri değil, sevgilileri, nişanlıları,birlikte yaşayanları da kapsıyor. Mesela nişanlı çiftten erkek ayrılmak istiyor. Kız onu şikayet ederse erkek yandı. Ona da kadına şiddet kapsamında duygusal şiddet yaptığı için aynı cezalar gelecek. Yani erkekleri kadınlara kul, köle yapacak, ellerini kollarını bağlayacak başka bir kanun çıkarılamaz herhalde. Korkarım bu kanunlardan sonra erkekler evlenmek değil, kadınlara yaklaşmak bile istemeyecekler.

    Kötü niyetli kadınlar bu kanunları kendi menfaatleri için kullanabilir. Fakat "kadının kötü niyetlisi olmaz hepsi melektir derseniz" tabii bir şey diyemem. Ayrıca yeni kanuna göre şahit bile gerekli olmayacak sadece kadının sözleri üzerine erkeğe ceza uygulanabilecekmiş. Pek çok kadın bu kanunlara sırtını dayayıp sevgilisini, nişanlısını, kocasını şikayet ederse devletimiz maddi manevi bu yükün altından nasıl kalkacak? Bu arada gerçekten ihtiyacı olan kadınlara yetişebilecek mi?

    Kadınlar ve kanunlar arasında kalacak ve ezilecek erkekleri kadınlardan ve devletten kim koruyacak?

    Bu kanunlar onaylanırsa son dönemlerde çok yara alan aile kurumumuz ciddi zararlar görecek. Gazetelerin üçüncü sayfa haberlerine bakarak kadına şiddetten bahsediliyor; fakat ortada doğru düzgün rakamlar yok. Kadına şiddetle ilgili yaptığım araştırmalarda en kapsamlı çalışma 2008 de 23 bin kadınla yapılmış KSGM ve Avrupa Birliği ortak projesi olan bir çalışma var. Daha sonrası için böyle kapsamlı çalışma yapılmamış.

    Rapora göre ülkemizde ağır şekilde şiddete maruz kalan kadın sayısı az. Ağır şiddette de sebep alkol, kumar ve uyuşturucu en önemli etken olarak görülüyor.

    Bu çalışmada da tokat atma ya da bir şey fırlatma, itme, tartaklama ve saç çekme de şiddet sayılmış. Kadının kocası ile isteksiz birlikte olması da cinsel şiddet olarak görülüp çalışmaya dahil edilmiş. Ayrıca hakaret ve para vermemeyi de duygusal şiddete katarak yapmışlar bu çalışmayı ve bir kadın ömründe bir kez bile bunlardan birine maruz kalmışsa şiddete uğramış olarak kabul edilmiş. Tabi olay bu kadar geniş tutulunca hafif şiddet oranı oldukça yüksek çıkmış.

    Ayrıca bu çalışmada çocuklara uygulanan şiddette var. Fiziksel şiddeti yüzde 41 baba, yüzde 32 anne uyguluyormuş. Yani fiziksel şiddette kadınlarda erkeklerden geri kalmıyor; fakat kadınlara ceza yok. Neden? Çocuklar kadınlardan daha mı değersiz?

    Değerli Milletvekilleri,

    Bu kanunu onaylarken lütfen iyi düşünün elinizi vicdanınıza koyun. Avrupa da bu kanunlar yüzünden aile kurumu bitmek üzere. Onlar istiyorlar diye böyle bir kanun onaylanırsa bunun hesabını veremezsiniz. Bu kanun onaylanırsa dağılan ailelerin çocuklarının, perişan edilmiş erkeklerin hatta "yuvam sizin yüzünüzden yıkıldı" diyecek kadınların âhını alacak ve vebalini taşıyacaksınız.

    Konu ile ilgili bir gurup hukukçu okurum yeni kanun teklifini değerlendirip bana göndermişler. Emek verip titiz bir çalışma yapmışlar. Bu çalışmayı da sizlerin dikkatine sunuyorum.

    Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahinin Bakanlığı tarafından hazırlanan "Kadın ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunmasına Dair Kanun Tasarısı"

     

    KANUN HAKKKINDAKİ DEĞERLENDİRMELERİMİZ

    1-Kanun hazırlanış biçimi itibariyle kocayı veya erkeği suçlu olarak gören bir yaklaşım ile hazırlanmıştır.

    2-Aile bütünlüğünü, çocuklara etkisini, ekonomik etkilerini, toplumsal etkilerini analiz etmeden "polisiye bir yaklaşımla" hazırlanan bu kanun sadece aile yapısını bozacak, boşanmaları artıracak, mağdur çocuk, kadın, erkek sayısını büyük oranda artıracaktır. Maalesef feminist grupların veya aynı bakış açısını taşıyan kadınların kulisi, böyle hayati bir meselede aile bütünlüğünden yana çoğunluğun sesini bastırmıştır.

    3-Kanunun genelinde şiddet yaşanan veya yaşanma ihtimali olan ailelere ilişkin yapıcı hiçbir madde bulunmamakta, tez vakitte resen uygulanacak polisiye tedbirler ile sorun daha da çıkılmaz hale getirilmektedir.

    4-Tarafları barıştırma, uzlaştırma, aile bütünlüğünü korumaya ve bu yönde eğitimler vermeye yönelik tedbirler almaya yönelik hazırlanmamış, tam tersi aile yapısını bozacak, boşanmaları artıracak, çocukların yuvalara düşmesine sebep olacak, anne yada babadan onları mahrum edecek, sadece kadını önceleyen ve kadını yalnızlaştıracak bir tasarıdır.

    5-Kadının iftira atması, kocasını ve ailesini geçici süreli bile olsa mağdur etmesi durumunda kadına ne öngörülmektedir? Yaşattığı psikolojik eziyetin bir karşılığı olmamalı mıdır? Kanunda yer almamaktadır.

    6-Sonuca bağlı yaptırımlar aile bütünlüğüne hizmet etmez, son çaredir. Bilakis sorunun kaynağına yönelik önlemlere Aile Bakanlığı öncelik vermelidir.

    7-Konuya ilişkin tüm yetki mülki amir ve kolluk kuvvetlerine verilmekte ancak, kolluk kuvvetlerinin konu hakkında eğitimsiz oldukları ve yetkiyi kullanmada yaşanacak suistimallerin olası sonuçları nazara alınmamaktadır.

    8-Şiddet uygulayan veya Şiddet uygulama ihtimali (Kişi, Birey, Koca,..) olanı dinlemeden re’sen verilecek kararın ne kadar doğru olacağı tartışmalıdır. (Örn. Kocasına iftira atan bir kadının bu haklardan faydalanması ne kadar doğrudur.) Şiddet mağdurunun şiddete uğramasındaki rolüne bakılmamaktadır.

    9-Şiddet uygulayan veya şiddet uygulama ihtimali olan bireyin sosyal statüsü, adli geçmişi göz önüne alınmadan – ağır hükümler içermektedir. Halbuki şiddet olması durumunda bile, aile bütünlüğünü koruyacak ara geçiş tedavileri öngörülebilir. Taslakta bu yönde yapıcı hiç bir şey yoktur.

    10-Şiddet uygulama tehlikesinin varlığı ifadesi her yöne çekilebilir. Bu çerçevede kanun uygulayıcıya çok geniş bir uygulama alanı tanınmakta, aileyi dağıtacak olası sonuçlar göz önüne alınmamaktadır.

    11-Şiddetin sadece kadına yönelik olarak ve sadece eşinden gördüğü şiddet olarak ele alınması yanlıştır. Şiddet tek olarak ele alınmalı ve kadın, erkek, çocuk vb. tüm taraflara tatbiki göz önüne alınmalıdır.

    12-Araştırmalarda çocuğa yönelik şiddetin daha fazla olduğu ortaya konulmaktadır. Ancak medya sadece kadın üzerinde durmaktadır.

    13-Çözüm olarak sunulan önerilerin çoğu kadının daha lüks şartlarda (lüks konut evleri, orada hizmetliler vb.) barındırılması olarak ortaya çıkmaktadır. Kadın konuk evleri cazip hale getirilerek şiddete uğramayan kadınlar için bahane ile lüks barınma yerleri haline getirilmektedir.

    14-Kadın konuk evlerindeki ortam ve sohbetler, kadınları evden uzaklaştırmayı desteklemektedir.

    15-Sorunun aile bütünlüğü içinde ele alınması, anne baba ve akraba çevresinin olaya dahil edilmesi gerekir.

    16-Sığınma evine alınan kadınların eşleri ve çocuklarıyla görüşmesi engellenerek sorun kronikleştirilmektedir.

    17-Kadının kadınlık vazifeleri, erkeğin erkeklik vazifeleri ön plana çıkarılarak eğitilmelidirler.

    18-Eğitimler Aile Bakanlığı kurumlarında değil, Milli Eğitime bağlı olarak aile bütünlüğü eğitimleri verilmelidir.

    19-Kadının statüsü Genel Müdürlüğünde çalışanların tamamının mutlaka aile yapısının toplumsal örf ve adetlerimize uygun olmasına dikkat edilmelidir. Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü varken bu genel müdürlüğe gerek yoktur. Kadının aileden ve toplumdan ayrı tek bir nesne olarak ele almak son derece tehlikelidir.

    20-Aileler mutlaka manevi değerler ve inancımız çerçevesinde yönlendirilmelidir.

    21-Diyanetin aile irşat büroları müdahil olmalıdır.

    22-Kadın öncelikle anne vasfına döndürülüp, mümkün mertebe münferit yaşaması teşvik edilmemelidir.

    23-Medyadaki kadın örnekleri tamamen yanlıştır. Engellenmeli ve olumlu rol model olabilecek kadın örnekleri dizilerde filmlerde yer almalıdır.

    24-Cinsel şiddeti azaltmak ve aile mutluluğu artırmak için çiftlere cinsel eğitim dersleri verilmesi gereklidir.

    25- Sadece erkeklere öfke kontrolü değil, kadınlara da iyi iletişim metotları öğretilmelidir.

     

    Sema Maraşlı - Haber 7


  13. kardeşim inan ki yazıyı sonuna kadar okudum ve yorumumu ona göre yaptım. en baştan nurettin şirini tanımadığımı da beyan ettim ama bu yazısı kendisini bana tanıttı. bir konu işlenir, anlatılır, yorumlanır ama hem alenen hem üstü kapaklı bu tarz bir "İran övgüsü" benim aklımda soru işaretleri oluşturur.

     

    İran kimden taraf?

    Suriye kimden taraf?

    Irak kimden taraf?

    ve diğer müslüman ülkelerin başlarındakiler kimden taraf?

     

    bana İran herşeyiyle müslümanların ve İslam dininin çıkarlarını gözeten bir ülkedir de ben yorumlarımı silmesini bilirim...

     

    siyaset hususunda ki görüşlerim benim de yorumlarımda açıklama yapma gereği bulundurmayacak kadar açıktır.

     

    parti mi diyorsun "ehveni şerden" öteye geçemez...


  14. Kendisi Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in kurmuş olduğu "Büyük Doğu Cemiyeti" nin bir azası olan, kırmızı ve yeşil İstiklal madalyasına sahip , İsmail Şükrü Çelikalay'ın, Bedir Yayınevi tarafından basılmış "Hilafeti İslamiye ve Türkiye Büyük Millet Meclisi" adlı küçük risalesini bu konuyla alakalı okumanızı tavsiye ederim, O zaman bu konuyla alakalı daha düzgün bir bakış açınız olacaktır...

    • Like 2

  15. nureddin şirin kimdir necidir tanımam ama İranı ve Humeyniyi öven bu tarz bir yazı yazmış olmasından ötürü kendisi hakkında önyargılı olduğumu belirteyim. bana İran denilince niyeyse içimde bir acı hissederim. ta Osmanlıdan kalma bir acı. Öyle bir acı Kanuni zamanında Haçlı devletlerine Osmanlıya karşı ittifak mektupları gönderen İran şahı Tahmasb'ın dimağlarımızda bıraktığı acı gibi. Gelin Osmanlıya karşı bir olalım diyen bir adam. O da yetmiyor kanuninin şehzadesi Mustafayı , Kanuniye karşı kışkırtan ve o şehzadenin Şeyhulislam Ebu Suud Efendi fetvasıyla katledilmesine sebep olan Şah Tahmasb. Bu sadece bir örnekti ki tarihimizde bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.

     

    soruyorum size İran bu zamana kadar hangi gayrımüslim ülkeyle savaşmıştır? yapmış olduğu bütün savaşlar sünni müslüman ülkelere karşı olmuştur.

     

    Ülkenin adını bir de İslam cumhuriyeti koymuşlar , kargalar bile nasıl güleceğini şaşırırlar. geçtiğimiz günlerde İrana bir arkadaşım gitti ve onun cümlesini aktarıyorum: "Eğer bu İran, İslam cumhuriyetiyse biz şeriatla yönetiliyoruz". arkadaşın yorumu budur. sokaklarda şahit olduğu türlü ahlaksızlık teklifleri kendisine bu cümleyi kurdurtmuştur. Öyle bir İslam cumhuriyeti ki "muta nikahı" gibi kısa süreli birliktelikler sözde zina olmaktan çıkıyor onların şii kafasına göre...

     

    kusura bakmayın da bana İranı öven biri hakkında dediğim gibi önyargılı düşünürüm. ha bülent arınçın yanlışları var elbette hatta bazen saçmaladığı da oluyor lakin nureddin şirin tutarsız yaklaşmış kusura bakmasın...

    • Like 1

  16.  

    Tazir kardeşim, tavsiyenizi bilâperva üzerime alırım. Fakat benim eleştirdiğim nokta manzumedir. 28 şubat sürecinde bu ülkeye dayatılarak imzatılan 8 yıllık eğitim en büyük tepki Tayyip Erdoğan'dan gelmişti. Hatta bu noktadaki tenkiti ''Efendim 8 yıllık eğitim kediye kendi yavrusunu boğdurma formulüdür'' diye tasvir etmiştir.

     

    Eğer bu dönemde böyle bir mevzuat gündeme geliyorsa bunun belirli esbablara bağlanması gerekir. Ve manzume içerisinde de bunlar zikredilmelidir. Karma eğitim sistemi belirli noktalarda değiştirilebilir, din dersi kaldırılıp eğitime seçmeli fıkıh, hadis, ilmihal vs.vs. gibi dersler eklenebilir. Zira eğitim dayatılabilir ve bu noktada bireysel tercih çocuğa bırakılamaz. Hatta iddia ederek söylüyorum ailesine de bırakılamaz. Aile avam perspektifle çocuğun okumamasına kendine haklı sebep görebilir. Bundan canı yananlardan bir tanesi de ben olacaktım az kalsın.

     

    Keza islami ideoloji ile hayat-ı içtimaiyemizi şekillendirmek, bu doğrultuda yaşamak istiyorsak. Bunun yolu okumak ve iyi bir yere gelip, bu makamlarda oturan, topluma bu noktada taş üstüne taş koyan, medeniyeti şişenin dibinde göre zihniyetten münezzeh etmektir. Malumunuz üzer Türkiye Cumhuriyet'i islami bir devlet olarak değil, ulus bir devlet olarak kuruldu. İslami hayat yaşamak istiyorsak, devletin katmanlarında yer alan zihniyeti temizlemek elzemdir.

     

     

    çok kısa şunu söyleyim çünkü bu mevzularla alakalı çok fazla cevabım vardır sitede; İslamın gelmesini istiyorsak İslamı yaşamalıyız, İslam kendi metoduyla gelir ki o da dinimizin yaşanmasıdır. devlette yer işgal etme düşüncesi yanlış bir düşüncedir ve süreç ilerledikçe müslümanları sistemin bir parçası yaparak onları asıl hedeflerinden uzaklaştırmaktadır.

     

    bu başlıkta mevzuyla ilgili geniş açıklamamı bulabilirsiniz.

     

    http://www.n-f-k.com/nfkforum/index.php?/topic/13358-egemen-bagis-kardinal-den-dua-istedi/page__fromsearch__1

     

    yalnız şunu da belirteyim; 4+4+4 sisteminin detaylarını bugün gördüm ki 4 yıldan sonra evden tamamlanma imkanı varmış.şayet gerçekten tatbikatta böyle olacaksa durumu kurtardığını itiraf etmeliyim ama 12 sene yine de gereksiz...


  17. Hem müslüman gözlüğüyle, hem de örtülü bir eğitimci gözüyle bakarak söylüyorum.Din din diye çocukları - KIZ ERKEK DİYE AYIRMIYORUM- cahil bırakarak en büyük hatayı yaptırmaya çalışanlar; büyük düşünün.Din diye bağırıp evimizde oturalım ve bu devletin her bir yetkilisi dinsiz olsun öyle mii? Yanlışş..Bu değişikliğin zararları olabilir ama zararının bu tür açıklaması olamaz...Taklidi iman mı,tahkiki iman mı?Tahkiki iman için ne lazım düşünmek lazım..

     

    yanlış hesaplamalar ve yanlış mantık yürütmeler. Müslümanın asıl ve öncelikli vazifesi Cenabı Hakka kulluk etmektir ve bunun nasıl yapmamız gerektiği alimlerimizin binlerce ciltlik kitaplarında ve Allah dostlarının hayatlarıyla ortadadır. şimdi biz yok şöyle yaparsak böyle olur, böyle yapmazsak şöyle olur gibi "kuru akıl ve bön mantığımızın" dar çerçevesinde olayları değerlendirirsek bu haddimizi aşan bir değerlendirme olur. Nitekim Cenabı Hakk vadinde sadıktır ve nurunu tamamlayacaktır ve bizden "ben insanları ve cinleri beni bilsinler ve bana kulluk etsinler diye yarattım" buyurarak öncelikli hedefin ve vazifenin "kulluk" olduğunu belirtmektedir. biz kendi yaşantımızdaki yanlışlara kılıf uydurmak için kendi kendimiz değerlendirmeler yaparak kendi nefsimizi rahatlatacak sonuçlara varmaktayız. evden dışarı adım atmanın, erkek kadın karışık ortamlara girmenin, yerine göre erkeklerin kadınların, kadınların erkeklerin elini sıkmasının, anne babanın rızasını almadan yurt dışına gitmenin, makam mevki için yalan söylemenin, yine makam mevki için başını açmanın adı "hizmet" olmuş...

     

    Allah şaşırtmasın...

    • Like 2

  18. ...

    Ben yanmasam

    sen yanmasan

    biz yanmasak,

    nasıl

    çıkar

    karan-

    -lıklar

    aydın-

    -lığa.

    ...

     

     

    Vay be!..

     

     

    bu şiirin "vay be" denilecek bir tarafı yok çünkü bizim inancımızda ben yanayım başkaları kurtulsun düşüncesine yer yoktur. önce ateşten kendini kurtarmaya çalışırsın ardından aileni ardından da toplumu...

     

    mum dibine ışık yermez sözü de müslümana hitap etmeyen bir sözdür...


  19. Mevzuya sadece islami açıdan bakmış, siyasi, politika ve diplomasi alanında atılacak adımları zikretmemiştir. Çok mu kolay zannediyor galiba devlet yönetmesini ? Kahve köşelerinde her akşam kallavi kelamlarla, hükümet kurup hükümet deviren biçare şahıslardan mı diye düşünmüyor da değilim...

     

     

    kardeşim kusura bakma da müslüman her olaya "İslam gözlüğüyle" bakmaya mecburdur. 8 yıllık eğitim bile müslümanlardan çok şey götürdü şimdi de 12 yıl zorunlu eğitim var. ben belki de kız çocuğumu okutmak istemiyorum. buna nasıl zorunluluk getirilebilir. bu ters tarafından başka bir dayatmadır. nasıl başötrüsü bir problem ise bu dayatma da benim nazarımda bir problemdir.

     

    kimin aklına uyuldu da böyle bir çalışma başlatıldı hayret...

    • Like 2

  20. Üç Yusuf Üç Rüya Üç Gömlek

     

    Senai Demirci

     

    Şiirsel yazımı beğenen arkadaşlara tavsiye edebilirim:Hz Yusuf kıssasını zamanımız şartlarındaki yerini anlatan sıkılmadan okuyabileceğiniz güzel bir kitap...

     

     

    ben 3 lemelere takılmaya başladım. senai demircinin yazdığı kitapla alakalı hiçbir fikrim yok, okumadım lakin "3 Yusuf" tabiri niye?

     

    "3 İsa" aytunç altındalın

    "3 Muhammed" mustafa kazankayanın(islamoğlu) , O salavati şerife getirmemiştir ama bizim boynumuza borçtur. Sallallahu aleyhi vesellem

    şimdi de senai demirci 3 yusuf diyor.

     

    ben anlamıyorum, üçleme yapmaya ne gerek var özellikle de bir peygamberi anlatırken. İslam tarihinde yüzbinlerce cilt kitap yazılmış ama böyle bir peygamberin hayatını anlatırken böyle vasıflandırmalar kullanılmamıştır...

    • Like 1

  21. Bu insanlıktan nasibi olmayanlar insanlığı nerden bilsinler. Tarihleri rezillikle kepazelikle vahşetle kanla dolu. Bunlar ki yüzyıllarca engizisyon mahkemelerinde birbirlerini kesmiş adamlar, sonrasında da gittikleri her yerde soykırımın zirvesine çıkmış insanlar. tutmuşlar şimdi de 500 sene Osmanlı bünyesinde "değer" görmüş ve sonrasında yakaladığı ilk fırsatta "siz bizi 500 sene bizim hayalerimizin eremeyeceği bir sistemle yönettiniz ama biz öyle kansız bir toplumuz ki çoluk çocuk yaşlı kadın demeden onları türlü işkencelerle katlettik" dercesine bir insana yapılabilecek bütün iğrençlikleri müslümanlara yapmış "hayvandan da aşağı" bir avuç soysuzu sözde "ermeni soykırımı" diyerekten savunmaya kalkmışlardır.

     

    Allah büyük...

×
×
  • Create New...