Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

HİÇ

Editor
  • Content Count

    948
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    92

Posts posted by HİÇ


  1. "Ayasofya ile Alakalı Sıradışı Bir Teklif" adlı yazıdan sonra bu yazıyı kaleme almış olan Nevzat Tarhan'ın tavrı İttihat ve Terakki 'yi ve onun devamını aratmayacak tarzdadır. değil bir günlüğüne hristiyanlar için ibadete açılma teklifi, 1 saatlik hatta 1 dakikalık bir teklif bile, hatta bunun düşünülmesi, fikir olarak ortaya konulması bile İstanbulu al kanlarıyla bizlere hediye eden şuhedamıza mezarlarında kan terletmekten beterdir. Allahu Teala Ayasofyamızın zeminine günde 5 vakit ve her daim secde edebildiğimiz günleri görmeyi nasip eylesin...

     

    Ayasofya sadece bir mabed mi?

     

    Ayasofya’ya nereden baktığımıza göre konuyu algılamamız değişiyor. Ancak böyle bir bakışla Ayasofya’nın stratejik önemi anlaşılır.

    İdeal bakış bilimin öngördüğü altı boyutlu bakıştır. Geçmiş, gelecek, güçlü yönler, zayıf yönler, fırsatlar, tehditler.

    “Ben isterim siyaset ne yaparsa yapsın” düşüncesi muhtemel tehditleri görmeden bir savaşı başlatma talebidir.

    Ayasofya’nın doğrudan camiye çevrilmesi çok hoş ve ideal fakat bugün radikal biçimde gerçekleşirse kaybedeceğimiz o kadar çok şey var ki?

    Geçtiğimiz hafta Ayasofya konusunda aykırı olduğunu ve yanlış anlamalara sebebiyet vereceğini bilerek bir yazı yazdım.

    Birçok dostumu şaşırttım ve hatta üzdüm. Özellikle Ayasofya’ya duygusal olarak bağlı olanları üzeceğimi biliyordum.

    Bana tepki verenler iki gruptaydı. Yazıyı tam okumayanlar ve Medeniyetler İttifakı’na karşı olanlar.

    Yazının hiçbir yerinde kilise olsun demediğim halde öyle yansıdı. Kubbeye haç konulsun, çan çalsın denilmedi ki.

    Sadece Ayasofya cami olduktan sonra eğer eski sahibini haftanın bir günü belirli şartlarda misafir etme esnekliğini gösterirsek insanlığın kazanacağı şeylerden söz ettim. Fatih’in bedduasını almayacak bir çözüm olarak gördüm. Yanılabilirim. İkna olursam da vazgeçerim.

    Doğu insanı ve toplumu duygu temelli bir toplum… Düşünce temelli değiliz. Bu sebeple tarihte güçlü ve hakim olmadığımız dönemlerde Avrupa’nın hep oyuncağı olduk. Bugün aynı oyunun Ayasofya üzerinden oynanmakta olduğunun öncül emareleri var diye düşünüyorum.

    Bu yıl hiçbir 29 Mayıs’ta olamayacak kadar çok Ayasofya tartışıldı.

    Bakanlar Kurulunca Ayasofya için vakıf hukukuna göre vakıf senedine dönüş kararı alınamıyor.

    Yargıya başvurulup hukuk hatasının düzeltilmesi ile ilgili girişimde bulunulamıyor.

    Bu kadar basit çözüm varken neden gereken yapılamıyor?

     

    Birinci bilgi; Ayasofya Hıristiyan ve Müslüman medeniyetleri üstünlük mücadelesinde “Psikolojik üstünlüğün sembolüdür.” Tıpkı Ezan-ı Muhammedi’nin veya başörtüsünün sembolik değeri gibidir ve stratejik değere sahip bir konudur. Bu sebeple pek çok rivayette vurgulanmıştır.

    İkinci bilgi; İsrail Lobisi Müslüman ve Hıristiyan medeniyetlerini çatışma halinde tutarak güç dengesini kendi lehine kullanmak istemektedir. Bunun en büyük kanıtı 11 Eylül 2001 İkiz Kule Olayı’nın dünya savaş lobisi tarafından kurgulandığı gerçeğidir.

    Üçüncü bilgi; Bütün dünyada İslamofobinin yükselmesi, İslam dininin şiddet ve istibdata izin verdiği algısının oluşması için her türlü propagandanın yürütülmesi gerçeği ve böylece Hak dine yönelecek batı insanının önünün kesilmesi sinsi planı.

    Dördüncü bilgi; Batı’da yaşayan milyonlarca Müslüman’ın din ve vicdan özgürlüğünün batı toplumu tarafından reddedilmesi ve kimliğin baskıya tabi tutuluşunun yükselmesi gerçeği.

    Algı yönetimi ve propaganda gücü bakımından batı dünyası ile eşit değiliz, ekonomik ve finansal olarak üstünlük bizde değildir. Bizim üstün tarafımız “Zamanı gelmiş Hak dinin fikirleri”dir ve insani bilgi ve sosyal sermaye üstünlüğümüzdür.

    En büyük ihtiyacımız diyalogtur. Türkiye’de başörtüsü krizi bu diyalog sayesinde çözülme yoluna girmedi mi? Laik-Antilaik bloklaşması yapmak isteyenlerin oyunu bozulmadı mı?

    Dünya’da Müslüman Hıristiyan bloklaşması yapmak isteyenlerin oyununa gelmemeliyiz. Medeniyetler diyaloğu güçlü ve sağlam fikir sahiplerinin lehine işler.

    Kültürel olaylarda da dayanak noktası ve hareket temeli korkularımız değil, ispatlanabilir fikirler ise diyalogdan korkulmaz.

    Fikrine güvenen insan serbest tartışmadan korkmaz.

    Güçlü ve zayıf yönlerimizi iyi biliyorsak doğru kararlar veririz. Önyargıları dağıtacak algı değişikliğine şiddetle ihtiyacımız varken Hıristiyan dünyasının damarına bastığımız zaman Medeniyetler diyalogunun zarar görmesi bir risk değil mi?

    Osmanlı’nın son döneminde Anadolu’daki azınlıklara hak verilmesinin bir sebebi Hindistan Kuzey Afrika gibi işgal altındaki müslümanlara baskıyı önlemek değilmiydi.

    Şimdi batı dünyasında bir İslam toplumu oluşma potansiyeli varken ve batı dünyasında Müslüman kimlik baskıya uğramaya eğiliminde iken hoyratça davranmak akıl karı değil diye düşünüyorum.

    Küresel 28 Şubatçılar Psikolojik Savaş gereği Ayasofya üzerinden bloklaşma yaparak dünya barışını umursamıyorlar diye düşünüyorum. İslamofobiyi yükseltecek medeniyetler diyaloğunu riske atacak batı müslümanlarını zor durumda bırakacak çözümlerin riskini hatırlamak zorundayız.

    Hal böyle iken duygu temelli değil düşünce temelli kararlar vermeliyiz. Bir verip on kazanan ziyanda değildir.

     

    Nevzat Tarhan/ HABER 7 4.6.2012


  2. batur ali kardeşimin görüşüne katılmaktayım. yıllardır başta yahudi sermayesi olmak üzere diğer yabancı firmalar ülkemizde tutunabiliyorlarsa ve yatırımlarını arttırıyorlarsa bunda en büyük etken halkımızın vurdumduymazlığıdır, gayesizliğidir, düşüncesizliğidir. Bugün ben kola almıyorsam, koçtaşa, carfoura, kipaya, migrosa,metroya,vs... gitmiyorsam(bunun pek çok sebebi var, birincisi sahipleri, ikincisi içki satışının yapıldığı mekanlar,vs...) bu yapılamayacak bir şey değil. şimdi herkes işine gelen noktayla ilgileniyor. müslümanlar olarak her ne kadar kapitalizmi eleştirsek de kendi içimizde hepimiz kendi kapitalizmimizin kurbanları olmaktayız. paranın hayatımızda söz sahibi olduğu gerçeği burada ortaya çıkmış olmakta. 3 kuruşluk menfaatimiz için bu markaları maalesef tercih eder hale geldik...

     

    düşünmeden yaşıyoruz...


  3. binbir sinsilik ve ihanetlerle, iftiralarla dolu bir yazı, bu nasıl bir yazıdır arkadaşlar bana bir açıklayın ne olur???

     

     

    Ayasofya İçin Sıradışı Bir Teklif

     

    1934’e kadar mabed olan Ayasofya kelime karşılığı ile “Yüksek Hikmet” olan adını değiştirmeyen atalarımızın bir bildiği mi vardı acaba? Rivayet doğru ise “Ayasofya’nın kilise haline çevrilmesi, bu mümkün olmazsa müze yapılması”nın taahhüt edildiği Lozan Antlaşması’nın gizli maddesi olduğu söyleniyor.

     

    Bu teklife dünya savaş lobisi ile Müslüman ve Hristiyan bazı gruplar sıcak bakmayacaklardır.

    Ayasofya’nın Fatih’in vakfettiği kimliğe dönmesinden son günlerde haklı olarak çok söz ediliyor. 1934 yılından beri müze olan mabed aslına dönmeyi yakında başarabilecek mi göreceğiz.

    Ancak ergeç bunun gerçekleşeceği ve kaçınılmaz olduğu belli. Baharın gelmesi gibi karşı koyulamaz bir gidiş var. Çünkü zamanın ruhu bunu istiyor.

    Fakat bunu sadece güncel siyasetin değil insanlığın toplam yararına yönelik bir biçimde yapmak mümkün olur mu dersiniz?

    Toplumda bu konuda psikolojik bir birikim olmaya başladı. Hatta Ayasofya’nın içine on binlerce kişi girip namaz kılmaya kalksa devlet bir şey yapamayacak durumda. Yine muhalefet bile destekleyeceğini beyan eden söylemlerde bulunuyor.

    Fakat iş o kadar kolay değil. Rivayet doğru ise “Ayasofya’nın kilise haline çevrilmesi, bu mümkün olmazsa müze yapılması”nın taahhüt edildiği Lozan Antlaşması’nın gizli maddesi olduğu söyleniyor. Tarihçilerimiz ne diyorlar merak ediyorum.

    Benim asıl düşüncem dünyada Müslüman-Hristiyan çatışması çıkarmak isteyenleri oyunun Ayasofya üzerinden bozma arzusudur.

    Küresel barışı kendi menfaatleri için bozmayı göze alacak savaş lobisinin oyununu bozmak hizmetine Ayasofya bir vesile olabilir mi ? diye düşünüyorum.

    Bunu yaparken mahzun mabedi ve mahzun dindarları incitmeden nasıl yapabiliriz?

    Ayasofya içine girildiğinde gerçek bir huzur ve ihtişam uyandıran bir yapıdır ve İstanbul’un fethinin simgesidir.

    Ayasofya aynı zamanda Hristiyan özellikle Ortodoks dünyasının da simgesidir.

    Ancak Hristiyan dünyası ciddi bir inanç krizi içerisindedir. Teslis de ısrarları nedeniyle kuzey Avrupa ve Fransa’da nüfusun yarısı ateizmi inanç olarak kabul ederek kiliseden kopmuştur.

    Dini din için seven gerçek dindar Hristiyanlar İslam dininin tevhid inancını kabul ettiklerini ve İslam Peygamberinin son peygamber olduğuna inandıklarını beyan etmektedirler.

    Hatta rivayetlerde zikredilen ve Bediüzzaman hazretlerinin eserlerinde söz ettiği “Müslüman İseviler” cemaatinin varlığı oluşmuş durumda olduğu bilinmektedir.

    Patrikhane’nin böyle bir söylemi kabul etmesi sonucu ve bilahare Ayasofya’da Pazar günleri ayin yapması, diğer altı gün Müslümanların hizmetine açılması fikri tartışılmalıdır diyorum.

    “Allah birdir Muhammed onun kulu ve elçisidir” diyen ama hiristiyan kültürünü bırakmayan insanlarla kucaklaşmak aslında bu topraklarda yaşayan “Mevlana ruhuna” da çok uygun olmaz mı?

    Hazreti Ali gibi İslamın kılıcı olarak bilinen bir zat “İnsanlar ikiye ayrılır Müslüman olanlar ve Müslüman olmayanlar. Müslüman olanlar din kardeşimizdir, Müslüman olmayanlar insanlık kardeşimizdir” diyordu.

    Hz. Ali’nin bu kılıç kadar keskin sözünün “Kostantin sütununa” asılması iki grubun hoşuna gitmeyecektir. Birisi savaş lobileri diğeri ise din karşıtı ideolojilerdir.

    A planı Fatih’in vasiyetine tam uymak olmalı. Fakat “Bir şey tam elde edilemezse tamamen de terk edilmemelidir” kuralı gereğince B planı olarak bu görüş tartışılmalıdır.

    Ben siyasetin toplumdaki bu talep karşısında fazla duramayacağını düşünüyorum. Müze olmaktan çok daha ecdadımızın ruhunu şad edecek bir çözüm olarak da düşünmek gerekir.

    Bu görüş tartışılırken dindar Müslümanların kolay bir din olan Hristiyanlığa geçişi hızlandırır misyonerliği destekler endişesi göz önüne alınmalıdır. Ancak kendi inanç sistemine güvenen bir kimse böyle bir özgürlükten rahatsız olamamalıdır.

    1934’e kadar mabed olan Ayasofya kelime karşılığı ile “Yüksek Hikmet” olan adını değiştirmeyen atalarımızın bir bildiği mi vardı acaba?

    Fatih toplarla kale duvarlarını yıkarken batı dünyasında zihinlerdeki duvarları da yıkmıştı. Kalelerin girilebilir olması orta çağı yeni çağa çevirdi. Böyle bir girişim zihinlerdeki “Dinler ayrımcılık doğurur barışa hizmet etmez” algısını değiştirecek duvarları yıkabilir diye düşünüyorum.

    Medeniyetler ittifakını arzu edenler bu fırsatı değerlendirmeliler.

     

    Nevzat Tarhan / Haber 7


  4. yanlış bilmiyorsam Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri 9 kiliseyi camiye çevirmiştir. en başta Ayasofya olmak üzere diğerleri içerisinde de farklı amaçlarla kullanılanlar varsa onların da camiye çevrilmesi ceddimiz, ecdadımız, Sultanul bahreyn ve berreyn Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri karşısında boynumuza borç ve üstümüze vebaldir. hep başkalarının gönlünü almaya çalışıyoruz(akdamar, sümela ve son olarak ruhban okulu), bu ülkenin asıl sahibi, gönlü kırık müslümanların hali ne olacak peki???


  5. Üstad Ayasofya hitabesinde diyor ya:"bu millet kalacağına göre öteki dünyadan evvel bu dünyada hesap gününü açacaktır" diye. inşallah biraz daha rahmet yağsın, üstü kapalı , kapatılmış, konuşulması bile yasaklanmış gerçekler gün yüzüne insaflı tarihçilerimizi tarafından ortaya çıkarıldığında her şey yine Üstadın tabiriyle "laboratuvar katiyyetiyle" anlaşılacaktır.

     

    ne günlerden geçti bu millet. ne çileler çekti dini uğruna...

     

    alimken cahil oldu yazıda geçtiği üzere, ezanı Türkçe okundu, Kuranı Kerimi gizli saklı okudu, öğrendi, öğretti, "Allah ve ahlaktan bahsetmek yasaktır" diye kanun çıkarıldı, Süleymaniye camiine gece bekçisi imam tayin edildi(adam olmadığından), sultanahmet depo yapıldı, pek çok cami yıkıldı, satıldı, ahır olarak kullanıldı, parti binası bile yapıldı(cami kıyımı/mehmed şevket eygi), sakalı sarığı var diye profesörler okuldan atıldı,(fuat çamdibi, İTÜ de kimya profesörüyken yaka paça görevine son verildi, 8 sene sirkeci garında yolcuların valizini taşıdı), Ayasofya müze yapıldı, vs,...

     

    daha neler ve neler...

     

    mustafa müftüoğlu'nun dediği gibi "YALAN SÖYLEYEN TARİH UTANSIN"

    • Like 2

  6. mehmet çağlayan'ın "ehli sünnet akaidi" bu konuda tavsiye edebileceğim kitaplardandır. Günümüzde farklı kişiler eliyle sulandırılan mevzuların doğru ve doyurucu açıklamaları bu kitapta mevcuttur.

     

    malumunuzdur ki ilmihal kitapları ibadetleri anlatmadan önce iman esaslarını anlatır. öncelikli olarak doğru bir iman, inanış, itikat olmalı. ardından temizlik ardından abdest ve ardından namaz gelir. itikat İslam dininin temeli mesabesindedir.

     

    ne yazık ki günümüzde en büyük tahrifatta bu temel üzerinde yapılmaktadır. temeli bozmaya çalışıyorlar ki bina göçsün. Allah muhafaza herhangi bir itikat bozukluğuna sahip kişinin ibadtinin kıymeti yoktur.

     

    o yüzden bu mevzuları iyi bilmeliyiz. yanlışlarımız varsa ki inşallah yoktur düzeltmeliyiz.

     

    bu konuyla alakalı örnekler:

    1)kadere imana polemik denilmesi

    2)sahabeye dil uzatmak

    3)ehli kitapla amentüde ittifakımız var demek

    ................................

     

     

    gibi


  7. açık açık ateist olduğunu beyan eden kişinin cenaze namazı zaten kılınmaz, burada bir tezat var. yakılmak mı istiyor bırakın yakılsın, hem bu dünyada hem de ahirette ateş azabını tatmış olur..

     

    Ateistlerin Cenaze Namazı Kılınmasın!

     

    Meral Okay, geçenlerde ölmüş. Muhteşem Yüzyıl adlı Osmanlılara ve dinî değerlere film icabı hakaret etmek, Osmanlıları gözden düşürmek ve bin yıllık intikamlarını Müslümanlardan almak için yapılan filmin yapımcısı ve senaristi imiş o kadın.

    O kadın, aynı zamanda ateistmiş. Yakılmak istiyormuş. Bizim site de o kadının vasiyeti unutulmasın diye, o vasiyeti hatırlatmış. Kıyamet kopmuş tabii. Liberal muhafazakârlar, demokrat solcular, ateist şizofrenler kan kusmuş.

    Meral Okay, konuşmalarına göre, ateist yani Müslüman değil. Yakılmak istemiş üstelik. Oysa sevenleri ona ihanet etti. Vasiyetini yerine getirmediler. Yapılan vasiyeti yerine getirmek bütün dinlerde önemli bir husustur.

    Meral Okay'ın dediğine göre 1946 yılında yakılmak isteyenler için Ankara'da bir fırın yapılmış. Fakat hiç çalışmamış. Bu konuda devletimize büyük bir görev düşüyor. O fırını derhal faaliyete geçirin. Dinsizlerden, inançsızlardan yakılmak isteyenlerin istekleri yerine getirilsin.

    Hükümet insan hakları ve diğer Avrupa kriterleri için zinayı nasıl suç olmaktan çıkardıysa insan hakları ve özgürlükler namına Avrupa'da olduğu gibi yakılmak isteyenleri yakacak, bu tecrübeyi bu dünyada yaşatacak fırınların faaliyete geçmesine izin vermeli. Hatta vasiyetini uygulamaya koymayan ölü yakınları cezalandırılmalı.

    Diğer bir garip husus da Meral Okay'ın cenaze namazının kılınması meselesi. Kadın yakılmak istiyor. Fırına konulmak istiyor. Yakınları, sevenleri onu imamın önüne koyuyor. Bu nasıl ihanet böyle. Yakılmak isteyen veya ateist birine yapılacak en büyük kötülük onun cenaze namazını kılmaktır. İmamlar da bu vebalin altındadır. Hangi hakla böyle vasiyet sahiplerinin namazını kılıyorsunuz siz?

    Ölüm-vasiyet-yakım işleri ile ilgili olarak ya Diyanet İşleri Başkanlığına genelge yayınlama yetkisi verilsin ya da hükümet bir kanun hazırlasın. Müslüman olmadığını söyleyen kişi, Müslüman'mış gibi camiye, imamın önüne getirilmesin. Bu insan haklarına, özgürlüklere, BM İnsan Hakları Beyannamesine aykırıdır. Avrupa normlarına terstir. Müslüman olmadığını deklare etmiş veya yakılmak istediğini vasiyet eden kişileri camiye getirenlere dava açılsın. Ölüye saygı gösterilsin. Böylece kimse kimsenin arkasından konuşmaz. Ölü de rahat bir şekilde Allah'a hesabını verir.

    Ey ateistler!

    Şunu iyi bilin ki cenaze namazı kılmak kültür ve gelenekle ilgili değildir. İslam'ın getirdiği bir uygulamadır. Örf değildir. Gelenek değildir. Allah'ın indirdiği son din İslam'ın emrettiği bir davranış şeklidir. Müslümanların cenaze namazı kılınır. Cenaze namazı kılmanın tek şartı Müslüman olmaktır.

    Muhteşem Yüzyıl adlı diziyi yapanlara, bu diziye izin verenlere, bu dizide oynayanlara ağzı dualı ariflerimiz, hocalarımız, alnı secdeli ihtiyarlarımız sabahın seher vakitlerinde beddualar etmişti. Hatta işi daha da ileri götürenler her beş vakit namaz ardında bedduaya devam etmişti. Çünkü bu kötülük ne elle düzeltilebilirdi ne dille düzeltilebilirdi. Sadece buğz kalmıştı geriye. Bu buğzu da bütün haşmetiyle kullandılar. Harikulade şekilde kullandılar.

     

    Mustafa Durdu

     

    http://www.habervakt...asin-49569.html


  8. Fuzuli mevzubahis olunca da Peygamber Efendimiz sav için yazmış olduğu "Su Kasidesi" nin yeri ayrıdır...

     

    Yâ Habîballah yâ Hayre'l beşer müştakunam

    Eyle kim leb-teşneler yanup diler hemvâra su

     

    (Ey Allah'ın sevgilisi! Ey insanların en hayırlısı!

    Susamışların (susuzluktan dudağı kurumuşların) yanıp

    dâimâ su diledikleri gibi (ben de) seni özlüyorum.)

    • Like 1

  9. Baki denilince aklıma lise ders kitabındaki şu mısra gelir...

     

    Kadrini seng-i musallada bilip ey Baki

    Durup el bağlayanlar yaran saf saf

     

    bir de Üstad Kanuni devrinin ihtişamını anlatırken malumunuzdur ki; başta karaların ve denizlerin haşmetli sultanı Kanuni Sultan Süleyman olmak üzere,veziriazam Sokullu Mehmed Paşayı, amiral Barbaros Hayreddin Paşayı, Şeyhulislam Ebusuud efendi ks hazretlerini, mimaride Mimar Sinanı, edebiyat alanında da divan edebiyatının büyük ustası Bakiyi , devrin abide şahsiyetleri olarak aktarır. Osmanlı'nın her bakımdan yükselma devrini yaşadığının en güzel örneğidir bu isimler...

     

    Allah hepsine rahmet eylesin...


  10. ilk yazı yavuz bahadıroğlu'nun, İranın güvenilmezliği ile alakalı tarihsel gerçekler ışığında yazılmış bir yazı. ikinci yazı da faruk köse'nin İran'ın her daim kendi menfaatleri ve şiilik doğrultusundaki siyaseti ile alakalı. okunmasında fayda var...

     

    İran ve söz

     

    Bizim Başbakan, İran’ı yönetenlere hitaben, “Sözünüzde durmazsanız itibar kaybedersiniz” deyince, içim “cız” etti, sevgili dostlarım...

    Neden derseniz, İran’ın verdiği sözleri tutmadığına ilişkin çok bilgi var tarihte...

    Yıl 1559: İstanbul’un fethinin üzerinden 106 yıl sonra...

    Kanuni’nin son yılları...

    Osmanlı hâlâ en parlak dönemini yaşıyor...

    Devletin muktedir kadroları, yenilmez bir ordusu, sağlam bir maliyesi, ülke çapında yoksul bırakmayan bir sosyal yapısı var...

    Ama aynı tarihte bir büyük olumsuzluk gelişiyor: İran’daki Safevi Devleti tehlike arz etmeye başlıyor...

    Osmanlı barış arıyor, ama mümkün değil. Safevi Şahı, Çaldıran’ın intikamını alma sevdasında..

    İlle de babasının (Yavuz) sert yumruğunu oğluna (Kanuni’ye) iade edecek...

    Bunun çarelerini ararken, Kanuni ile oğlu Şehzade Mustafa’nın araları açılıyor. Mustafa Bey, “Artık babamız kocadı, şanlı dedemizin babasına yaptığını yapmak zamanıdır” diyerek, babasına meydan okuduğunu ilân ediyor. Safevi (İran) Şahı Tahmasb’dan yardım istiyor. Tahmasb, yardım sözü veriyor, ama babasının karşısında Şehzade’yi yalnız bırakıyor.

    İran’a güvenip yola çıkan Mustafa Bey bu yolda hayatından oluyor (1553).

    Bir süre sonra bu kez Şehzade Bayezid’le Şehzade Selim arasında kavga patlıyor. Şehzade Bayezid, babasının emrini dinlemiyor, tayin edildiği Amasya’ya gitmekte ayak sürçüyor. Bir taraftan da ordu topluyor.

    Nihayet Şehzade Selim ile Şehzade Bayezid’in orduları Konya Ovası’nda kapışıyor. Osmanlı Ordusu’yla takviye edilen Şehzade Selim’in ordusu, Bayezid’in ordusunu iki günde perişan ediyor. Bayezid, Padişahlık umudunu Konya’da bırakıp önce valilik yaptığı Amasya’ya, oradan da Kağızman’a çekiliyor.

    Artık her şey bitmiştir. Babasından yedi kıtalık bir şiirle özür diliyor:

    “Ey seraser âleme Sultan Süleyman’ım baba,

    “Tende canım canımın içinde cananım baba...

    “Bayezid’ine kıyar mısır benum canım baba?

    “Bîgünahım Hak bilür devletlü sultanım baba.”

    Aynı ölçü ve kafiyeye sadık kalan Kanuni, idam fermanını yedi kıtalık bir şiirle tebliğ ediyor:

    “Ey demaden mazhar-i tuğyan u isyanım oğul,

    “Takmıyan boynuna hergiz tavk-ı fermanım oğul...

    “Ben kıyar mıydım sana ey Bayezid Han’ım oğul?

    “‘Bîgünahım’ deme bari tevbe kıl canım oğul.”

    Şehzade Bayezid, öldürüleceğini anlayınca, Kağızman’dan Safevi (İran) topraklarına giriyor. Revan Beylerbeyi Nizamüddin Şahkulu’ndan, kendisinin ve ailesinin hayatının garanti edilmesi şartıyla, sığınma talebinde bulunuyor...

    Osmanlı şehzadelerinin arasına kılıç girdiği günden beri, bundan nasıl yararlanabileceğini düşünen İran Şahı Tahmasb’a sığınma talebi ilâç gibi geliyor. “Fırsat ayağımıza geldi” diyor ve hayat garantisi vererek Şehzade’yi topraklarına kabul ediyor. Kazvin’de büyük bir törenle karşılıyor. Padişah muamelesi yapıyor. Hatta sarayında ağırlıyor.

    Ama el altından da Kanuni’yi haberdar ediyor: “Şehzadeniz bizim şerefli misafirimizdir.”

    Bunun Şehzade’nin idam hükmü olduğunu elbette biliyor. Verdiği sözü unutmuş, durumdan yararlanmaya çalışıyor.

    Kanuni ile İran Şahı Tahmasb arasında zorlu bir pazarlık başlıyor. Sonunda anlaşma sağlanıyor: Şehzade Bayezid, 1 milyon 200 bin altın ve Kars Kalesi karşılığında Kanuni’ye satılıyor.

    Ayrıca Şehzade Selim padişah olduğunda (çünkü tahtın başka varisi kalmamıştır), İran’la dost kalacaktır.

    İran verdiği sözü yine unutmuş, çoktan sözünün üstüne yatmıştır.

    İran’a güvenerek yola çıkan Şehzade böylece babasının cellâtlarına teslim ediliyor (25 Eylül 1561).

    Tarih, “ders” almasını bilene ders, “ibret” almasını bilene ibrettir!

     

    Yavuz Bahadıroğlu

     

    http://www.habervakt...-soz-49547.html

     

     

    İran: İslam Cumhuriyeti mi, Fars Cumhuriyeti mi?

    İran Anayasası, “İran devletinin yönetim şekli İslâm Cumhuriyeti’dir” der. Ardından, İslam Cumhuriyeti’nin hangi inançlar üzerine kurulu olduğu sıralanır. Bunların başında “La ilahe illallah” yer almaktadır. Madde-3’te ise, 2. maddede zikredilen gayelere ulaşılması amacıyla gerçekleştirilecek hususlar sayılır. İşte bu hususlardan üç tanesine, İran’ın bugün yürüttüğü iç ve dış politika ve tutum açısından dikkat çekmek istiyorum:

     

    1- “Her türlü diktatörlük, keyfi idare ve tekelcilik ruhunu kaldırmak.”

     

    Anayasasının aksine İran, Suriye’deki Alevi-Nusayri diktatörlüğünü alenen destekliyor, hatta diktatörü ayakta tutmak için cepheye silah ve adam gönderme düzeyine varacak kadar yardım veriyor. Bu, anayasada vurgulanan “La ilahe illallah” ilkesine de aykırı. Çünkü kendini ilah olarak gören ve genel Şia ekolü içinde olsa da, gulat kesimden olup, “liderin ilahlaşabileceği inancı”na sahip bir anlayış taşıyan zümrenin önderi olan Esed zaliminin desteklenmesi, hatta yaptığı kıyımlarda ona yardım etmesi başka neyle izah edilebilir?

     

    2- “İslâm kardeşliğini ve genel yardımlaşmayı bütün halk arasında yaygınlaştırmak ve sağlamlaştırmak.”

     

    Her ne kadar İslam kardeşliğinden söz edilse de İran’da Şahlık döneminden bu yana bir devlet politikası olarak, Fars olmayan halkların kimliklerini izhar etmeleri tehdit sayılmış, kendi kimliğini ve dilini koruma talepleri “yönetime sadakatsizlik” olarak algılanmış ve Farslaştırmaya devam edilmiştir. Yine, Azeri kimliğinin giderek kuvvetleneceği endişesiyle, kendileri gibi Şii Müslüman olan Azerbaycan’ın bir kısmını işgal eden Hıristiyan Ermenilere maddi ve manevi destek verilmiştir. İran’da Şia dışındaki diğer Müslüman topluluklara tanınan haklar siyasi değil, kültürel düzeydedir. İran’da yaşayan dini azınlıklardan Zerdüşt, Musevi, Asuri ve Keldani Hıristiyanları ile Ermenilerin parlamentoda birer temsilcisi olduğu halde, Şiilik anayasada devletin resmi mezhebi olarak belirlendiğinden, İran Sünnileri azınlık da sayılmaz, temsil hakkı da tanınmaz. Yani İran’ın uyguladığı “İslam kardeşliği”, aslında etnik olarak Farslılaştırmayı zorunlu kılan “Şii kardeşliği” şeklinde tezahür etmektedir.

     

    3- “Dış siyaseti; İslâmi ölçüler ve bütün Müslümanlarla kardeşlik taahhütlerine bağlılık ve dünyanın bütün mustaz’aflarını himaye temelleri üzerine tanzim etmek.”

     

    İran, anayasasındaki bu ilkeyi de uygulamıyor. İran’ın desteklediği herhangi bir Sünni İslami hareket yoktur. Hatta, nerede bir İslami hareket varsa, orayı önce kendi kontrolüne almaya, “Şii kütürünün hakimiyeti”ni kabul ettirmeye çalışmış, bunu sağlayamamışsa oradaki İslami hareketin başarısızlıkla sonuçlanmasına yönelik çalışmalarda bulunmayı ihmal etmemiştir. Örnek verelim:

     

    Cezayir’de İslami hareket başarıya kavuştuğunda İran hemen “İslam Devriminin sedası”ndan ve başarısından söz eden beyanatlara başladı. Zaten İran’a tahammül edemeyen Avrupa, hemen dibinde “İranvari bir devlet” daha kurulacağı korkusuyla harekete geçti ve Cezayir’de İslami yönetimin kurulması önlendi.

     

    Afganistan’daki İslami hareket bugün bu noktaya gelmişse, bunun baş sorumlusu İran’dır. Oradaki Gulat Şii varlığını başat unsur haline getirmeye çalışan İran, bunu başaramayınca, Ehl-i Sünnet bir İslam devletinin kurulmasına engel olacak politikalar yürütmüştür.

     

    İşte Yemen... Halk yönetimi devirme noktasına geldiğinde, oradaki Şii varlığını harekete geçiren İran, İran etkisinin yayılmasını istemeyen ABD ve Batı’nın etkin müdahalesine sebep oldu ve Yemen’deki Ehl-i Sünnet varlığı yönetim karşısında başarısız kaldı.

     

    Lübnan’da Ehl-i Sünnet ile ittifaktan ısrarla kaçındı. Suriye’deki Sünni İslami hareket karşısında Gulat Şii ekolü içinde bulunan Alevi-Nusayri yönetimi açıkça destekliyor. İran’ın bölgedeki etkisinin genişlemesini istemeyen güçler, gözden çıkardıkları Esed’i şimdi başta tutmanın formüllerini arıyorlar.

     

    Bütün bunlara bakıldığında denebilir ki, herhangi bir yerde Şii varlığı varsa, İran’ın müdahalesi sonucu oradaki İslami hareketin başarı kazanma şansı kalmamakta. Yani İran nereye el atsa, oradaki Ehl-i Sünnet varlığı başarısızlığa uğruyor. Üstelik İran, anayasasına da aykırı olarak, tevhid inancı dışındaki Gulat Şii ekollerini desteklemeyi, Ehl-i Sünneti desteklemeye tercih ediyor.

     

    Bir başka husus: Geçtiğimiz haftalarda İran, “zina ve livata suçlarına uyguladığı recm cezası”nı kaldırdığını ilan etmişti. Şunu sormak lazım: Eğer recm İslami bir hüküm değil idiyse, bu zamana kadar “İslam Cumhuriyeti”nde niçin uygulandı? Yok, eğer İslami bir hüküm ise, nasıl olur da bir “İslam Cumhuriyeti” İslami bir hükmü kaldırır?

     

    Bana öyle geliyor ki İran, başlangıçta belki İslami bir devlet olarak kurulmuş olabilir, ama bugün gidişatı Fars Cumhuriyeti olmaya doğru hızla ileriyor.

     

    Yanılıyorsam, biri izah etsin!

     

    Faruk Köse

     

    http://www.habervakt...i-mi-49546.html


  11. yere batsın böyle akıl...

     

    aklı yüceltmenin ve herşeyi akılla izah edebileceğini sanmanın insanı götürdüğü sarp uçurum...

     

    dini tamir davasında din tahripçileri adlı kitapta ismi geçenler ve onların günümüzdeki uzantıları hep bu aklın boyunduruğu altında kalmış ve neticede zıvanadan çıkmış kişiler. muhammed abduh ki fil suresini sözde tefsir ederken, ebabil kuşlarının attığı taşları (olayı illa akla dayandıracak ya) mikrop olarak tarif etmekte ve ebrehenin bu ordusunun hastalıktan kırıldığını beyan etmektedir. muhalif kardeşimin dediği gibi miracı akılla izah etmeye çalışırlar. tavır bu olunca mucize kavramı ortadan kalkmış oluyor. bu paralelde keramet mevzusunu da ortadan kaldıraraktan tasavvufa karşı oluşları da bu şekilde düşünülebilir. ne enteresandır ki, Üstadın tabiriyle "beynini her zerresi bir güneş olan" İmamı Rabbani ks hazretleri gibi birçok ehli sünnetin abidevi şahsiyeti haşa yanılmışlar, hata etmişler veya bunların düşündüklerini düşünememişler, bu zavallılar yalandan bir ezher tozu yutunca veya üniversitede akademik kariyer yapınca, ufukları artık nasıl açıldıysa, 1400 senelik İslam inanç ve akidesine muhalif görüşler beyan edebilme edepsizliğini kendilerinde görmektedirler.

     

    nasıl bir düşüncedir , haddinibilmezliktir, cahilliktir, terbiyesizliktir...

     

    Ulan sen kimsin derler adama...

     

    bunlara eskiden acırdım artık acımaya acır oldum...


  12. İnönü zamanında çıkarılan bir kanundur...(yanlış hatırlamıyorsam)

     

    aynı kadro İnönü'nün milli şefliğinde başbakan şükrü saraçoğlu imzasıyla "Allah ve ahlaktan bahsetmek yazaktır" diye kanun da çıkarmışlardır...


  13. ABDESTİN EDEBLERİ

     

    1.Henüz vakit girmeden abdest alıp namaza hazır bulunmak. Ancak özür sahipleri abdestlerini vakit girdikten sonra alırlar.

     

    2.Kıbleye yönelerek abdest almak.

     

    3.Abdest sularını elbiseye sıçratmamak.

     

    4.Abdest için başkasından yardım istememek.

     

    5.Abdestin başından sonuna kadar niyeti unutmayıp kalbde tutmak ve her organı abdest niyeti ile yıkarken Besmele çekmek ve duâ etmek, salât ve selâm getirmek.

     

    6.Elleri yıkarken dar olmayan yüzükleri oynatmak. Eğer yüzük dar ise, muhakkak sûrette yüzükleri oynatıp altına su geçmesini sağlamak gerekir.

     

    7.Abdest alırken ağıza ve buruna sağ el ile su vermek ve sol el ile sümkürmek.

     

    8.Yüzü yıkarken göz pınarlarını yoklamak, abdest suyunu dirseklerin ve topukların yukarılarına eriştirmek.

     

    9.Abdest için yeterinden fazla su harcamamak. Organlardan su damlamayacak kadar da kısıntı yapmamak.

     

    10.Abdest tamamlanınca kıbleye karşı şahadet kelimelerini okumak. Bir Hadîs-i şerîfte: “Sizden biriniz abdest alır da, abdestini noksansız tamamlar ve sonra: Şahitlik ederim ki, Yüce Allah’dan başka ibâdet edilecek varlık yoktur; Hazret-i Muhammed (s.a.v) de O’nun kulu ve Resûlüdür; derse ona cennetin sekiz kapısı açılır. Artık dilediği kapıdan cennete girer.” buyrulmuştur.

     

    11.Artan abdest suyundan ayakta kıbleye karşı biraz içip: “Ya Rabbi! Beni, her günah işledikçe tövbe eden ve günahtan kaçınıp tertemiz bulunan iyi kullarından et,” diye duâ etmek.

     

    12.Abdestin sonunda bir veya birkaç defa “Kadir” sûresini okumak,

     

    13.Abdest aldıktan sonra, eğer kerâhet vakti değilse, iki rek’at namaz kılmak. Bu saydıklarımız, din ve sağlık yönünden çok yararlı oldukları için abdestin edebleri olmuşlardır. Abdestin sünnet ve edeblerine aykırı olan şeyler mekrûhtur.

     

    (Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, 83-84.s.)

     

    Mevlana Takvimi


  14. İdealist Müslüman Gençlere

     

    Zaruret derecesinde lüzum olmadıkça tatil yapmayınız. Gece gündüz ileride dine ve ülkeye hizmet etmek için kendinizi planlı ve programlı şekilde yetiştirmeye bakınız. Müslümanın tatili bu dünyada değil, öteki dünyadadır.

    İyi, vasıflı, güçlü bir Müslüman olamazsanız ne kendinize faydanız olur, ne de dine ve memlekete.

    Baktınız ki çalışmaktan çok yoruldunuz, bitkin hâle geldiniz, o zaman, bilmecburiye biraz dinlenirsiniz, soluk alırsınız... Sonra yeniden çalışma ve yetişme...

    "Efendim ben zamanın gavsı şeyh hazre-i Filancaya mensubum, ulu devlet bulmuşum." gibi kuruntularla kendinize yazık etmeyin.

    İnsan ölüp kabre konulunca suâl melekleri gelip "Rabbin kimdir? Nebin kimdir? Dinin Nedir?.." diye soracaklar, şeyhin veya hazretin kimdir diye sormayacaklar.

    Türkiyeli bir Müslüman genç olarak mutlaka Osmanlıca okumasını öğren. Öyle kekeleyerek değil. Bundan 100 sene önce basılmış bir kitabı eline alıp gürül gürül okuyacaksın. Hem okuyacaksın, hem de manasını iyice anlayacaksın. Yine Müslüman bir genç olarak akaidini, ilmihâlini ve İslâm ahlâkının özetini çok iyi bilmelisin.

    Allâh'ın 14 sıfatı nelerdir?.. Bütün Peygamberlerde olan 5 sıfat nelerdir?.. Bizim Peygamberimizin (Salat ve selam olsun ona) bu 5 sıfattan başka daha ne gibi sıfatları vardır?.. Edille-i şeriyye nelerdir?.. Ef'âl-i mükellefîn kaçtır?.. Namazın, orucun, zekâtın, haccın farzları nelerdir? Bunları öğrenmezsen kendine kendine yazık etmiş olursun.

    Bir cemaate, bir tarikate, bir meşrebe bağlı olabilirsin ama asla militanlık, holiganlık, fanatizm yapamazsın.

    Zamanımızda nice Müslüman genç harcanıyor. Harcanmak ne demektir biliyor musun? İyi yetişemeyen, olgunlaşamayan, birtakım vasıf ve faziletlerle bezenemeyen genç, harcanmış demektir.

    Dört ayrı kan grubu var. Bunlardan birine mensup olmak bir fazilet değildir. Cemaatler, tarikatler, meşrepler de buna benzer.

    Tarikat veya cemaat sana imanını, itikadını, ibadetlerini, Kur'an ve sünnet ahlâkını, şeriatın temel prensiplerini, iyi Müslüman olmayı öğretemiyor ve kazandıramıyorsa ne faydası olur?

    Tekrar ediyorum: gerekmedikçe tatil yapma. Gece gündüz, cumartesi pazar, yaz kış; faydalı ve kurtarıcı ilimleri öğren, ahlâkını düzelt, hüner ve marifet edin... Söylemeye hâcet yok: Kâmil ve vasıflı bir Müslüman olmanın birinci şartı ihlâslı olmaktır.

    Şayet: Hem dinime hizmet edeceğim, hem zengin olacağım... Lüks bir evim... Lüks bir otomobilim.. Lüks bir yazlığım... Gardrobumda en pahalı elbiseler... Başı örtülü olmak şartıyla manken gibi bir hanım... Dünya güzeli çocuklar... En pahalı okul ve kolejlerde okuyacaklar... Böyle havalarla iyi Müslüman olunmaz ve doğru dürüst hizmet edilmez.

    Peygamberimize (salat ve selâm olsun ona) bak, gerçek İslam hizmetkârlarına bak, ders al., ibret al. Şeytanî kuruntuları terk et.

    Dünya bir müsabaka, bir sınav yeridir, bir tarladır, ekinini ve mükafatını ebedi olarak kalacağın âhirette alırsın.

    Müslümanları en fazla zarara uğratan ve yanıltan şey, dünyayı kendilerine sahte ve yalancı bir cennet hâline getirmek için çırpınmalarıdır. Sakın bu tuzağa düşme.

    Bu reçete hoşuna gider mi, bilmiyorum. Giderse bana dua edersin.

     

    http://www.habervaktim.com/yazar/idealist-musluman-genclere-49497.html


  15. "Dini Tamir Davasında Din Tahripçileri" adlı merhum Ahmed Davudoğlu Hoca'nın bu eseri ehli sünneti müdafaanın en nadide örneklerindendir. İşin içinde Üstadın önsözü de olunca kitap ayrı bir öneme sahip oluyor.

     

    düşünüyorum da o zaman Ahmed Davudoğlu Hocaefendi belli başlı tahripçileri tek ciltte kısaca özetlemiş. şimdi böyle bir kitap yazmaya kalksa herhalde "Dini Tamir Davasında Din tahripçileri" adlı yazmış olduğu kitabın son kısımlarını ayırdığı öğrencisi Hayreddin Karaman için bile ciltler dolusu kitap yazmayı göze alması gerekirdi. daha çömezken bile zehirli fikirlerinden örnekler sunmakta son derece cömert davranan hayreddin karaman günümüze gelene kadar pek çok müslümanı ehli sünnetin görüşlerine muhalif fetvaları ile doğru yoldan saptırmanın doruğundaki yerini alanlardandır.

     

    akıllı olalım, basiret sahibi olalım da böylelerine prim vermeyelim kardeşlerim... kendimizie yazık ederiz Allah muhafaza...

     

    bu kitabı okumayan varsa şiddetle tavsiye ederim...


  16. haşmet babaoğlu enteresan bir yazı kaleme almış. şunu da deseydi bu yazının ve konunun hakkını vermiş olurdu:

     

    Peygamber Efendimiz sav İslamı tebliğ için komşu ülkelere elçiler vasıtasıyla İslama davet mektupları göndermiştir. Bunlardan birisi de Mısır meliki Mukavkıstır. Mukavkıs İslama girmemiş ama bu davetten de hoşnut olup elçiyi hediyelerle Medineye gödermiştir. Hediyeler arasında bir de doktor bulunmaktadır. Bu doktor 1 senesini Medinede geçirmiş olmasına rağmen hiçbir müslüman ben hastalandım diye kapısını çalmamıştır. Hal böyle olunca doktor ben burada mesleğimi icra edemiyorum, müsaade ederseniz gitmek istiyorum talebiyle peygamber efendimiz sav e gelince Allah Rasulu sav "sen bizim burada misafirimizsin, dilediğin kadar kalabilirsin ama gitmek istersen de gidebilirsin" demiştir. Bu söz üzerine doktor ben burada 1 sene kaldım ama kimse bana hastalandım diye gelmedi bunun sebebi nedir diye sorunca: Kainaın Efendisi sav "Biz öyle bir kavmiz ki acıkmadan yemeyiz, doymadan da kalkarız, bize hastalık isabet etmez" diyerekten, Tıbbi Nebevinin en önemli ölçülerinden birini ve sağlıklı yaşamın ana reçetesini insanlığa ilan etmiştir. 1400 küsür sene önce söylenen bu kaide şimdi diyetlerin ana maddesidir.

     

    İşte görüldüğü üzere biz böyle büyük bir dinin mensuplarıyız. Her sözü engin anlamlar içeren bir Peygamberin sav ümmetiyiz. Bir insana bundan daha büyük bir şeref olabilir mi?


  17. hayat sana ve senin gibilere güzel karaman, ne umrunda ki senin, umursadığın birşey söyle bana. aklın sıra formül sundun, çözüm getirdin değil mi? yazıklar olsun İslama aykırı görüş beyan eden sen ve senin gibilere...

     

     

     

    Kur'an okumak için abdest ve başörtüsü gerekli midir?

    Kur'an-ı Kerim'i okurken veya dinlerken hanımların başlarını örtmeleri bir din hükmü (vacib, sünnet vb.) değil, bir âdâb (islâmî görgü kuralı)dır. Başını örtmeden okuyan ve dinleyen günaha girmez.

     

    Abdesti olmayan veya yıkanması gereken bir müslümanın Kur'an-ı Kerim'e (Mushaf'a, Kur'an cüzüne, yazılı âyete) dokunmasının ve bunları okumasının caiz olup olmadığı konusunda İslam alimleri, ilgili deliller müsait olduğu için ihtilaf etmişler, farklı yorumlar yapmışlardır. Çoğunluğa göre abdestsiz okumak caizdir, fakat dokunmak caiz değildir. Bazı alimlere göre ise dokunmak da okumak da caizdir.

     

    İbn Hazm "Kur'an'ı okumak, tilavet secdesi, Mushaf'a dokunmak ve Allah'ı anmak; bunların hepsi abdestli olana ve olamayana, cünübe ve hayızlı olana caizdir" diye başlık attıktan sonra genel delilini şöyle açıklıyor: "Bunlar hayırlı işlerdir, teşvik edilmiş, sevap vadedilmiş fiillerdir; bunların bazı hallerde yapılamayacağın söyleyenlerin delil getirmesi (delil ile isbat etmeleri) gerekir". İbn Hazm karşı tarafın ileri sürdükleri delilleri ise ya sahih olmayan rivayetlerden ibaret oldukları veya hükme delalet etmedikleri gerekçesiyle reddetmekte, sahabe ve tâbiûn müctehidlerinden kendi ictihadını destekleyen örneklere de yer vermektedir.

     

    İlgili kaynaklara bakıldığında görülüyor ki, "kadınların özel hallerinde namaz kılamayacakları ve oruç tutamayacakları" konularında ittifak (icmâ) var; "mescide girme, Kur'an'a dokunma ve onu okuma, zaruret halinde tavâfı yapma" konularında ise ihtilaf edilmiş; çoğunluk bunları caiz görmemiş ama bazı fıkıh alimleri caiz görmüşlerdir.

     

    Fıkıhta icmâ bağlayıcıdır, ama çoğunluğun görüşü bağlayıcı değildir. Meşhur dört mezhepte de bazan biri, diğerlerinin tamamına (bu mânada cumhura, çoğunluğa) muhalif olduğu halde mensupları -çoğunluğun ictihadını değil- tek kalmış olan mezhebin ictihadını uygulamaktadırlar.

     

    Özel hallerinde kadınları kimse mescide girmeye, Kur'an okumaya.. zorlamıyor; ama onlar farklı (caiz diyen) ictihada uyar da bunları yaparlarsa yine kimsenin onları engellemeye veya kınamaya hakları olamaz.

     

    Okullarda Kur'an okuma derslerinde çocukların abdest almalarında güçlük bulunduğunda -veya bu sebeple bu dersi almak isteyenlerin azalacağı anlaşılırsa- "abdestsiz olarak Kur'an okumak ve ona dokunmak caizdir" diyen ictihadı/fetvayı uygulamak uygun olur.

     

    Peygamberimiz (s.a.) "Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; müjdeleyin (sevdirin, sevindirin) nefret ettirmeyin" buyuruyor. Değişmez din kurallarını değiştirmeden, bozmadan kolaylaştırmak mümkün olduğunda bu yola gitmek -hele de çağımızda, bu günün şartlarında- bazen kaçınılmaz olmaktadır.

     

    http://www.habervaktim.com/yazar/kuran-okumak-icin-abdest-ve-basortusu-gerekli-midir-49458.html


  18. hay Allah razı olsun yazardan! tanımıyorum nasıl biridir ama Allah kendisinden razı olsun ve kendisine hidayet nasip eylesin. son derece mükemmel tespitler. Alevilik iddiasını yarım sayfada çürüten bir yazı...

     

     

    Kuran-ı Kerim Alevilerin kutsal kitabı değil mi?

     

    Farkında mısınız bilmiyorum ama Kuranı Kerim'in, Hz. Muhammed'in hayatının ilköğretimde seçmeli ders olması tartışılmaya başladığından beri nedense hep bu seçmeli derslere ilk tepki gösteren kesimlerin başını Aleviler çekiyor.

    Sosyal medyada, TV'lerde yapılan yorumları gördükçe çıldırıyorum. Mesela ismi lazım değil ama Alevilerin mühim şahsiyetlerinden bir kişi geçenlerde devletin demokrat ve eşit olması gerektiğini yorumladığı TV'deki konuşmasında dedi ki: "Kuranı Kerim seçmeli olacaksa, o zaman muhakkak Alevilik de seçmeli dersler arasında olmalı!" Buyurun buradan yakın! Kardeşim ne alakası var? Alevilerin başka kutsal bir kitabı var da biz mi bilmiyoruz? Niye Kuran'ın karşısına Alevilik'i koyuyorsan be aptal!

    Eyy cahil! Sırf dedeleri olan peygamber Hz. Muhammed'in İslam anlayışını yaymak ve "Allah'ın Aslanı" olarak anılan babaları Hz. Ali'nin yolundan gitmek için çıktıkları yolda, Kerbela'da şehit edilen İmam Hüseyin ve kardeşlerinin öldürülürken bile yanlarında Kuran-ı Kerim yok muydu?

    Tamam. Laik kesim havalara zıplıyor anladık. (Onlara hak da veriyorum. İkinci yazımda da görülebileceği üzere!) Peki sen niye "Alevilik" adına zıplıyorsun? Otur biraz oku. Araştır. Derinlere in.

    O evinin her bir köşesini resimleriyle süslediğin Hz. Ali'nin yolunun gerçekten nasıl bir yol olduğunu, onu Allah'ın Aslanı yapan o kudretli iman gücünün nasıl bir güç olduğunu oku da gör! Hz. Muhammed'in can parçası kızı Fatma'yla evlenen ve onun soyunu evlatlarıyla devam ettiren gerçek ve ilk Müslüman Hz. Ali'yi biraz anlamaya çalış! O da, çocukları da son nefesini verene kadar iman etmişler İslamiyet'e. Kuran-ı Kerim'e ve Hz. Muhammed'e...

    Hem de harfi harfine...

    Eğer, "Onun yolundan gidiyorum. Ehl-i Beyt'e inanıyorum" filan diyorsan bi sus bu tartışmada! Ha illa da konuşacağım diyorsan. O zaman bari söze, "Ali'nin yolundayım" diye başlama gudubet!

     

    Sevilay Yükselir

     

    http://www.sabah.com...kitabi-degil-mi


  19. aleykumselam verahmetullah kardeşim hoşgeldin.

     

    şu ahir zamanda herkesin İslam adına bir şeyler söylediği şu fitne devrinde, itikadımızı koruyarak ehli sünnet çizgisi üzerinde yürümemiz gerçekten çaba gerektiren bir haldedir. senin necip fazıl tercihin bütün bu durumlar göz önünde alınıp değerlendirildiğinde son derece isabetli bir tercihtir. Necip Fazıl yıllardır fikirleriyle müslüman gençliği beslemiş ve onlara doğru düşüncenin ölçülerini çerçevelemiştir.

     

    inşallah sen de kendisinden istifade edersin.


  20. muhalif kardeşim en başta belirttim. kadir mısıroğlu'nun özellikle tarihi mevzularla alakalı kıymetli eserleri vardır ve burada ki pek çok arkadaşımız hiç değilse bir tanesini okumasa bile eline almıştır. ben kendisinin tarihi mevzulardaki fikirlerine bir şey söylemedim ve o kitaplardan istifade edilebileceğini beyan ettim kendimde bazı kitaplarını okudum. burda silip atma yok, sadece ikaz var, diyorum ki böyle bir adamla(nazım kıbrisi) diyalog içerisinde.

     

    kadir mısıroğlu ile alakalı aklınızın kenarına bir soru işareti iliştirmeniz de bir zarar olmaz aksine bu hepimizin faydasına olacaktır.

     

    istifade noktasında son olarak şunu ilave edeyim. birinden öyle ya da böyle , az veya çok istifade etmiş olmamız, o kişinin her halukarda haklı olduğu sonucuna bizi götürmez. çok uç bir örnek olacak ama yeri gelmiş şeytanda doğruyu söylemiştir. hz. ebu hureyre ra. şeytanı 3 gün arka arkaya zekat mallarını insan kılığında çalar vaziyette yakalayınca, şeytan kendisini bırakması karşılığında , hz ebu hureyre ra a önemli bir bilgi vereceğini söyliyor ve kendisine ayetel kürsinin faziletini anlatıyor.

     

    muhalif kardeşim insan şu ahir zamanda kimi dinleyeceğini, kimi okuyacağını inan ki şaşırıyor. yıllarca müslümanlar tarafından takip edilen, sevilen sayılan, sözüne itibar edilen kişiler bile zamanı gelince içlerindeki zehri acımasızca müslümanlara zerkediyorlar. Allahu Teala hepimizin böylelerinin şerrinden muhafaza buyursun. ahir zamanın fitneleri konusunda Peygamber Efendimiz sav ümmetine tavsiyede bulunuyor bunların şerlerinden muhafaza için dua hususunda.

     

    Necip Fazıl Kısakürek'in de (Allah rahmetiyle muamele etsin) hataları olmuş olabilir ama şu husus çok iyi bilinmelidir ki Üstadın itikadı bozuk kişilerle, İslamın içine sızıp, İslama içinden darbe vuranlarla bir diyaloğu olmamış, tam tersine Üstad yazdığı kitaplar ve konferanslarla böylelerine karşı ehli sünneti savunmuştur. mevzunun can alıcı noktası budur.

     

    bunlar benim şahsi görüşlerim olmakla beraber, katılan da olacaktır katılmayan da olacaktır...

     

    Lakin "haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır" hadisi şerifi mucibince , burada gündeme gelen şahıslarla alakalı bildiklerimi beyan etmem gereklidir...

×
×
  • Create New...