Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

HİÇ

Editor
  • Content Count

    948
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    92

Posts posted by HİÇ


  1. Nâzım Hikmet şöyle miydi, böyle miydi?

     

    Durduk yerde nereden çıktıysa, başımıza bir de Nâzım Hikmet tartışması çıktı...

    Oysa gündemde ne önemli sorunlar, ne müthiş gerçekler vardı, değil mi efendim? Gazeteci olduğunu söyleyen bir vatandaş, kadın kılığında şarkı söyleyen başka bir vatandaşa soruyor: "Zeki Müren eşcinsel miydi?"

    Beriki de cevap veriyor: "Vallahi bilmem ki, böyle şeyler özel hayata girer..."

    Gündeminizi yerim ben sizin.

    Devlet Tiyatrosu bir Nâzım Hikmet oyunu sergileyecekmiş (Nâzım'ın kendi yazdığı bir oyun değil, şiirlerinden yapılmış bir uyarlama), onu kaldırmışlar, yerine Necip Fazıl koymuşlar, bizim "solcu tiyatrocu" arkadaşlar gürültü ediyorlar...

    "Elimizden Nâzım'ın şiirlerini evirip çevirip 'çakma oyun' üretmekten başka bir şey gelmiyor" diyemiyorlar tabii.

    Açık konuşalım: Necip Fazıl, Nâzım Hikmet'ten daha iyi bir oyun yazarıdır.

    Oyunları çok iyidir demedim, "tiyatro" olarak Nâzım'dan daha iyidir.

    Çünkü Nâzım'ın tiyatrosu, tıpkı roman denemesi gibi, berbattır. Roman da tiyatro da, Nâzım'ın işi değildir, olamamıştır.

    Bu, onun büyük bir şair olduğu, dilimizin en büyük birkaç şairinden biri olduğu gerçeğini asla değiştirmez, sanatına halel de getirmez!

    Fakat Necip Fazıl'ın da önemli bir şair, iyi bir şair olduğu gerçeğini hatırlamamıza da vesile olur belki...

    (İşin matrağı, ille de birbirinin zıddı, birbirine düşman, en azından "muarız" gibi gösterilmek istenen bu iki şairimizin, hayatlarında çok sıkı iki arkadaş olmalarıdır!)

    Eskiden, Nâzım Hikmet'e laf edilemiyordu (Necip Fazıl'a küfür etmek serbestti.)

    Müslümanlar'ı "mahalle baskısı" uygulamakla suçlayan komünistler, bu konuda mahalle baskısının feriştahını, daniskasını uyguluyorlardı...

    Merhum Zekeriya Sertel, anılarında "Nâzım'ın banyo yapmaktan pek de hoşlanmadığını" yazmıştı da, kıyamet kopmuştu...

    Aynı Sertel'in "Nâzım'ın hafızasının çok zayıf olduğunu" söylemesi de hiç hoş karşılanmamıştı.

    Her psikologun ve her psikoloji öğrencisinin bildiği "hafıza ile IQ arasındaki doğrudan ilişkiyi" hatırlatmaya yürek isterdi...

    Merhum Kerim Korcan, o ünlü 1938 tutuklamalarında Nâzım'ın siyasi polise telefon açıp "şimdi de peşime subay kılığında mı adam taktınız" diye sorması üzerine polisin uyandığını, "yahu bizim böyle bir ajanımız yok, Nazım'la görüşen subay da nereden çıktı" deyip izlemeyi Harbiye'ye kadar uzattığını yazmıştı da, bir kıyamet daha kopmuştu...

    Şimdi bakıyorum da, Nâzım'a "kadın düşmanı" diyenler bile çıkmış piyasaya.

    Kadınlarını birdenbire yüzüstü bırakmasıyla ünlüdür. Münevver için Piraye'yi, Galina için Münevver'i, Vera için Galina'yı bir çırpıda silip atmıştır. Tıpkı Hemingway'in, Pauline için Hadley'i, Martha için Pauline'i, Mary için Martha'yı bir çırpıda bırakması gibi...

    Ama bu konunun Nâzım'ın ya da Hemingway'in "sanat gücüyle" olumlu ya da olumsuz hiçbir ilgisi yoktur.

    Komünistler kafalarına bir şeyi iyi yerleştirsinler:

    Hiçbir canlı ve ölümlü "tabu" değildir, hatta Atatürk de, hatta Nâzım da

     

    Engin ardıç

     

    http://www.habervaktim.com/yazar/nazim-hikmet-soyle-miydi-boyle-miydi-54553.html

    • Like 1

  2. Üstadı sadece şairlik yönüyle ele alan bir güruh vardır zaten toplumumuzda. "kaldırımlar şiirinin şairi" derler mesela. Lakin bu insanlar üstadın fikir yönünden hiç bahsetmezler. bir insanın üstadla alakalı yazdığı yazıdan, değerlendirmeden o kişinin nasıl bir fikre sahip olduğunu kolaylıkla anlarsınız. Mustafa miyasoğlu'nun "Necip Fazıl Armağanı" adlı kitabı bunun örnekleriyle doludur...

    • Like 1

  3. mustafa necati sepetçioğlu'nun kitapları az buçuk tarihle alakalı kimseler tarafından okunmuştur. geçenlerde hediye maksatlı almaya niyetlendim lakin fiyatları, piyasa standartlarının üzerinde olduğundan vazgeçtim. 300 sayfalık kitaba da 17-18 lira istenmez ki...

     

    kitaba para vermek çok güzel lakin el-insaf demeden de geçemeyeceğim...

    • Like 1

  4. 1000 senedir alnı secdeye giden bu toplumun bu coğrafyadaki mabetlerini ortadan kaldıran ve bütün imkanlarıyla bu topluma dinsizlik zerketmeye çalışan bir zihniyetten ne beklenir. Tabi ki Allahu Teala'nın onların hesaplarının üstünde hesabı var. Şayet onların çalışmaları netice verse idi bu topraklarda "Allah" diyen kimsenin kalmaması gerekirdi.(hesap tutmadı ama tahribat da az değil).

     

    çok cami ortadan kaldırıldı. yıkıldı, satıldı ve hatta chp nin parti binası olarak bile kullanıldı. "Cami Kıyımı" adlı Mehmed şevket eygi nin Bedir Yayınevi tarafından basılmış kitabı bu mevzuda önemli ve elde bulundurulması gereken bir vesikadır...


  5. Kenji Ashida: Japon Türk ilişkileri düşünüldüğünde aklıma hemen 'dost kara günde belli olur' sözü geliyor

     

    Türk-Japon ilişkilerinin kurulmasında milat olarak nitelendirilen Ertuğrul Fırkateyn'nin Japonya'ya gönderilmesi ve dönüş yolunda batmasının üzerinden 122 yıl geçti.

    Japonya İstanbul Başkonsolos Yardımcısı Kenji Ashida, hem Ertuğrul Fırkateyni'ni hem de Türk-Japon ilişkilerini AA muhabirine değerlendirdi.

    İyi düzeyde Türkçe konuşabilen Ashida, 'Japon Türk ilişkileri düşünüldüğünde aklıma hemen 'dost kara günde belli olur' sözü geliyor. Bu benim en çok sevdiğim sözlerden biridir. Türk-Japon ilişkileri de bu sözdekine çok benziyor' dedi.

    Ashida, Türkiye'ye ilk olarak 1994'te haziran ayında stajyer olarak geldiğini ve Türkçe'nin yanında Türk tarihini de bu dönemde öğrendiğini söyledi.

    İlk gelişinde Türkiye'de iki yıl kaldığını, mevcut görevine de 2010'da atandığını anlatan Ashida, '2010'da ikinci ana vatanıma geri döndüm' dedi.

    Kenji Ashida, Türk-Japon ilişkilerinin çok derin bir geçmişe sahip olduğunu söyledi.

    120 yıldan fazladır devam eden sürecin temelinde, halkların birbirine yakın olma isteklerinin, meraklarının ve karşılıklı sevgilerinin bulunduğunu ifade eden Ashida, halkların bu yakınlık duygularının, geçmişten günümüze kadar hükümetlerin işini daha da kolaylaştırdığını kaydetti.

    Ashida, Türkiye'ye geldikten sonra olumlu düşüncelerinin pekiştiğini, buraya gelen diğer Japonlar'ın da aynı hislere sahip olduğunu belirtti.

     

    -Ertuğrul Fırkateyni, Japonlar'ın belleğinde'-

    Başkonsolos Yardımcısı Kenji Ashida, Ertuğrul Fıkateyni'nin de 120 yılı aşkın süredir devam eden ilişkilerin başlangıç noktalarından biri olduğunu vurguladı.

    'Bu, birçok Japon'un belleğinde olan bir hadisedir' diyen Ashida, elim kazanın üzüntü verici boyutu kadar iki ülke halklarını yakınlaştıran bir yönü olduğunu da ifade etti.

    Türk tarihinin milattan öncesine kadar dayandığını, Japonya'nın da 2 bin yıla yakın bir tarihe sahip olduğunu bildiren Ashida, şunları söyledi:

    'Derin bir tarihe sahip iki devlet, 19. yüzyılda çok zor durumda kaldı. 19. yüzyıl emperyalizm dönemidir. Güçlü devletler küçük devletlere saldırıyor ve sonra da kendi sömürgesine dönüştürüyordu. Böyle bir dönemde hem Osmanlı hem de Japonya bağımsızlığını koruyan devletlerdi. Bu bakımdan düşünüldüğünde, coğrafi olarak birbirine uzak iki devlette birbirine karşı bir merak doğması ve temasa geçmeleri doğaldır diye düşünüyorum.'

    İlk temasın 1887'de Japonya'dan gelen Prens Komatsu'nun, Osmanlı Sultanı II. Abdülhamid'in huzuruna çıkmasıyla başladığını hatırlatan Ashida, Ertuğrul Fırkateyni'nin bu temasın 'iade-i ziyareti' olduğunu kaydetti.

    İlk temasının nezaketle başlamasının çok önemli olduğunu vurgulayan Kenji Ashida, iki halkın sadece siyasal olarak değil, toplumsal olarak da yakın olduğunu belirtti.

    Ashida, 'Bir Japon olarak Türk insanlarıyla dostluk ilişkisi içinde olmaktan dolayı çok mutluyum. İki halkın yaşam tarzları, gelenekleri ve ananeleri çok yakın' dedi.

    Ertuğrul Fırkateyni'nden, sonra İran-Irak Savaşı'nda mahsur kalan Japonlar'ın da Türkiye tarafından kurtarılmasının unutulmadığına dikkati çeken Ashida, iki ülkenin kaderi olan depremin de yakınlaşmada çok önemli bir unsur olduğunu söyledi.

    'Böylece bahsettiğim gibi iki ülke 'Dost kara günde belli' olur sözüne uygun olarak hareket etmiş oluyor' diyen Ashida, bu ilişkilerin gelecekte de geliştirilmesi gerektiğini kaydetti.

    Gerek hükümetler gerekse de halklar arasındaki ilişkilerin son zamanlarda giderek geliştiğine işaret eden Ashida, şöyle devam etti:

    'Ocakta Japonya Dış İşleri Bakanı Koichiro Gemba, Türkiye'ye geldi. Bize, iki devlet arasındaki potansiyelin büyük olduğunu ve şu anda bunun az bir kısmının kullanıldığını söyleyerek, ilişkileri geliştirmemiz için daha çok çalışmamız talimatını verdi. Bir Japon olarak Türk insanlarıyla dostluk ilişkisi içinde olmaktan dolayı mutluyum. İki halk birbirine çok yakın, yaşam tarzları, gelenekler ve ananeler çok yakın.'

     

    -Ertuğrul Fırkateyni'nin batması-

    Sultan II. Abdülhamid, 1887'de Japonya Prensi Komatsu'nun bir savaş gemisiyle İstanbul'u ziyaret etmesinin ve kendisine hediyeler sunmasının ardından Japonya'ya heyet göndererek, iade-i ziyaret yapılmasını emretti.

    Bu ziyaret için seçilen Ertuğrul Fırkateyni, II. Abdülhamid'den Japon İmparatoru Meiji'ye mücevherli imtiyaz nişanı ve diğer hediyeleri götürmek amacıyla yola çıktı.

    Temmuz 1889'da İstanbul'dan ayrılan Ertuğrul Fırkateyni, güzergahı boyunca birçok limana uğradı. Fırkateyn, 11 ay sonra 7 Haziran 1890'da Japonya'nın Yokohama Limanı'na ulaştı.

    Osmanlı heyeti Japonya'da kaldığı 3 ay boyunca birçok temasta bulundu. Japon Deniz Kuvvetlerinin tayfun uyarısına rağmen, Ertuğrul Fırkateyni planlandığı gibi 15 Eylül 1890'da Yokohama Limanı'ndan ayrıldı. Kuşimoto açıklarında tayfuna yakalanan fırkateyn, 16 Eylül 1890'da kayalara çarparak battı. Kazadan sadece 69 denizci kurtuldu, 550'nin üzerinde Osmanlı levendi ise hayatını kaybetti.

     

    http://haber.stargazete.com/guncel/osmanlinin-titaniki-ertugrul-firkateyni/haber-689335

    • Like 1

  6. kapi.jpg

    .

    Osmanlı kapılarının tokmakları bile başlı başına bir kültürdür ve Osmanlı insanının sosyal hayata bakışının bir simgesidir. Osmanlı insanı hayata “helâl” ve “haram” perspektifinden bakardı. Kapı tokmakları bile bu hassasiyeti yansıtırdı. İç içe, ya da üst üste bindirilen tokmaklardan biri kalın, diğeri ince ses çıkarırdı. Erkek konuklar kalın ses çıkaran kapı tokmağını, kadın konuklar ise ince seslisini kullanırlar, böylece ev sahipleri kapıdaki misafirin kimliği hakkında bilgi sahibi olur ve ona göre karşılarlardı.

     

     

    al işte buyur...

     

    bu ne akıl yakıcı bir hassasiyet, üstadın tabiriyle insanın hayretten alt çenesini diz kapağına düşürtecek seviyede, yahu bu kadar da olmaz artık diye sayha sayha haykırtacak ve osmanlının o kurban olduğum osmanlının baştan sona ineliklerle bezeli yaşantısına numunelik teşkil edecek bir örnek...

     

    biz ki onların torunları olarak böyle inceliklere bu şekilde bir hayret ile karşılık veriyorsak varın düşünün 80 senede ne hale geldik ne hale getirildik...

     

    yazık...

     

    yazık ki ne yazık...

     

    • Like 1

  7.  

    Necip Fazıl Kısakürek'in cezaevi serüveni 1942 yılında başladı. İlk Sultanahmet Cezaevi'ne girdi. Kısa süreli girişlerle beraber bir ayağı hep cezaevinde oldu. Necip Fazıl'ın cezaevi serüvenleri başlı başına bir kitap konusu olabilir. Büyük Doğu dergisi defalarca kapatıldı Necip Fazıl defalarca hapse konuldu. Örneğin 1960'ın sonunda hakkında istenen hapis cezası çoktan 100 yılı geçmişti. Hayatının 10.5 yılı hapishanelerde geçti.

     

    Gürkan Hacır - Akşam

     

     

    Üstadın 10,5 yıl hapis yattığı ile alakalı bu bilginin doğru olmadığı kanaatindeyim. Büyükdoğu yayınevinin sitesinde Üstadın mahkumiyetleri ve süreleri verilmiştir.

     

    21.12.1943 - 22.12.1943

    (1 gün)

    Bir Günlük Hapis: Askerken (16.1.1943 - 16.4.1943 / Erzurum) siyasî bir yazı kaleme aldığı için disiplin cezası mahiyetinde verilen 1 günlük hafif hapsin infazı... (1)

    9.6.1947 - 5.8.1947

    (1 ay, 27 gün)

    "Türklüğe Hakaret Davası"nın Tutukluluk Devri: Necip Fazıl, Büyük Doğu Mecmuası'nın 30 Mayıs 1947 tarihli 65'inci sayısında, Rıza Tevfik'e ait "Sultan Abdülhamîd'in Ruhaniyetinden İstimdat" başlıklı bir manzume yayınlamıştır. Herhangi bir özel isme yer verilmediği halde şiirin mecmuada neşri bazı zümreler tarafından Atatürk'e hakaret kabul edilmiş ve iktidar partisi tarafından Büyük Doğu aleyhine İstanbul ve diğer bazı vilayetlerde nümayişler tertiplenmeye çalışılmıştır.(2) O tarihte ilgili bir kanun maddesi bulunmadığı için de, "Padişahlık Propagandası Yapmak - Türklüğe ve Türk Milletine Hakaret"ten, mecmuanın sahibi görünen zevcesi F. Neslihan hanım ile beraber Necip Fazıl hakkında takibata başlanmıştır.

    Savcılık Basın Bürosu Şefi Hicabi Dinç, takibata başlayabilmek için kanunen Adalet Bakanlığı'ndan izin verilmesi gereken bir suç mevzuunda, Necip Fazıl'ı kanunsuz olarak 9 Haziran Pazartesi günü tevkif ettirmiştir. (3)

    29 Temmuz'da 1. Ağır Ceza Mahkemesinde gerçekleştirilen ilk celsede duruşmanın gizli yapılmasına karar verilmiş, iddia ve sanığın ilk itirazları ve müdafaası dinlenmiş ve dava ileri bir tarihe ertelenmiştir. 5.8.1947 Salı günkü, Savcılık makamınca hakkında tevkif müzekkeresi kesildiği halde bulunamayan F.Neslihan hanımın da iştirak ettiği 2. celse sonunda ise Mahkeme Reisi Nefi Demirlioğlu'nun okuduğu kararla,(4) Temyiz yolu açık olarak, Necip Fazıl ve eşi beraat etmiş, kapatılan Büyük Doğu Mecmuası'nın neşri serbest bırakılmıştır.

    21.4.1950 - 15.7.1950

    3 ay, 25 gün

    Türklüğe Hakaret Davasının Mahkûmiyet Devri: Büyük Doğu Mecmuası'nın 27.1.1950 tarihli 16'ncı sayısında yayınlanmış "Altıparmak" isimli yazıda, Hükümetin manevî şahsiyetini tahkir ve tezyif ettiği gerekçesiyle 19.4.1950 tarihinde, hakkında Tevkif Müzekkeresi (5) kesilen Necip Fazıl, iki gün sonra tutuklanmış ve hapse atılmıştır. 26.4.1950'de, Salim Başol'un reis bulunduğu ikinci ağır ceza mahkemesindeki ilk celsede beraat eden Necip Fazıl, serbest bırakılmayı beklerken, aynı gün bir mahkemeden diğer bir mahkemeye aktarılarak, (6) Türklüğe Hakaret Davası'nda vaktiyle verilmiş Beraat kararının Temyize nihaî olarak bozdurulması ve mahkemenin uyma kararı üzerine, hamile ve hasta zevcesi F.Neslihan hanımla birlikte, tekrar hapishaneye gönderilmiştir.

    14.5.1950 Genel Seçimlerini büyük ekseriyetle kazanan Demokrat Parti'nin çıkardığı Af Kanunu ile 15.7.1950'de hapishaneden ilk tahliye edilen kişi Necip Fazıl'dır. (7)

    31.3.1951 - 18.4.1951

    19 gün

    1951 Mahkûmiyeti: Basına "Kumarhane Baskını" olarak akseden bir hâdise sebebiyle 23 Mart 1951 Cuma günü 18 saat süreyle karakolda gözaltında tutulan (8) Necip Fazıl, tertiplenen komplonun ardından hazırladığı 30 Mart 1951 tarihli meşhur 54'üncü sayının daha bayilere verilmeden matbaadan toplatılmasını müteakip, çıkmamış mecmuanın, imzasız bir yazısının, içinde hiç bir suç olmayan ifadesinden ve üstelik tevkifli muhakeme usûlü kaldırılmış olmasına rağmen tevkif edilmiş ve 19 gün tutuklu kalmıştır.

     

     

     

    12.12.1952 - 30.9.1953

    9 ay, 12 gün

    1951 Mahkûmiyetinin İnfazı: 54'üncü sayıda yayınlanan bir yazı sebebiyle 9 ay 12 günlük kesinleşmiş mahkumiyeti bulunan Necip Fazıl, Savcılık selahiyetiyle infazı 4 ay tehir ettirmiş, bu dört ay bitince de Haydarpaşa Numûne Hastahanesi Sıhhî Heyetinden 3 aylık bir tecil raporu almıştır. (9) Tam da bu raporun müddetinin bittiği bir dönemde Ahmet Emin Yalman'ın 22 Kasım 1952 Cumartesi günü vurulmasiyle "Malatya Hâdisesi" patlak vermiştir. Hâdise kısa zamanda Büyük Doğu Cemiyeti Reisi Necip Fazıl'ı da içine alacak şekilde büyütülmüştür.

    İkinci defa Haydarpaşa Numûne hastahanesine müracaat eden Necip Fazıl bir önceki raporun aynını almış; fakat bu defa rapora "sinir vaziyeti üzerinde ihtisas taalluku dolayısiyle Bakırköy Akıl Hastahanesinin hüküm vermesi" şeklinde bir kayıt ilave olunduğu için, arzusu hilafına sözkonusu hastahaneye başvurmak zorunda kalmıştır.

    Bakırköy Akıl Hastahanesi, Haydarpaşa'nın şeker hastalığı teşhisini aynen kabul ettiği halde, "infaza mâni bir durum" olmadığı hükmünü vermiştir. Bunun üzerine Necip Fazıl Adalet Bakanlığı'na müracaatla, dahili hastalığından başka hiçbir rahatsızlığı bulunmadığını ve eğer bu hastalık infaza mâni ise Adlî Tıp kurumunun hakkında ona göre, değilse yine ona göre karar vermesini talep etmiştir.

    Adlî Tıp Kurumu'nun, "zeka ve aklî melekeleri tamamen yerinde ve tabii.. Musap olduğu şeker hastalığı ise infaza mani değil" şeklinde rapor vermesi neticesinde, (10) Necip Fazıl kesinleşmiş mahkumiyetin infazı için, 12 Aralık 1952 Cuma günü Üsküdar Toptaşı hapishanesine girmiştir.

    - 23 Ocak 1953'de Malatya Sulh Ceza Mahkemesi tarafından, Necip Fazıl hakkında, T.C.K.nun 163 ve 65'inci maddeleri delaletile C.M.U.K.nun 104/2,3,108 ve 125'inci maddeleri gereğince Tevkif Müzekkeresi kesilir. Hapse girdikten tam 47 gün sonra 28.1.1953 Çarşamba günü, saat 10.10 treniyle mahfuzlu olarak Toptaşı'ndan Malatya'ya sevk olunmuştur. (11)

    - Necip Fazıl, tam 38 gece, 36 gün geçirdiği Malatya Hapishanesi'nden 8.3.1953 tarihinde, Malatya Davası ile ilgili muhakemeler Ankara'ya nakledildiği için Ankara Genel Ceza ve Tevkif Evi'ne gönderilmiştir. (12)

     

     

    30.9.1953 - 2. 12.1953

    64 gün

     

    Malatya Davası Sebebiyle Mevkufiyetin Devamı: 30 Eylül 1953'te bitmesi gereken 1951 mahkûmiyeti, Necip Fazıl'ın Malatya davasındaki masumiyetinin henüz anlaşılamamış(!) olması sebebiyle, tevkif şeklinde devam etmiş; neticede politikadan emir alan mahkeme, yine aynı yerden aldığı emirle, Malatya suikastıyla hiçbir alakası olmadığı daha başından belli olan Necip Fazıl'ı, 2.12.1953 tarihinde tahliye talebini uygun bularak salıvermiştir.

     

     

     

    24.6.1957 - 25.2.1958

    8 ay, 4 gün

    Köprülü Fuat'a Hakaret Ve... Mükerrem Sarol'u müdafaa yolunda Fuat Köprülü'ye karşı yazdığı zehir zemberek yazılardan hakkında verilen mahkûmi-yet kararının Temyizce tasdik edilmesiyle kesinleşen 1 sene 2 aylık cezasına, iki ayrı hükümden 6 aylık müeccel ceza da eklenmiş ve Necip Fazıl, 1 sene 8 ay kalmak üzere 24.6.1957'de Toptaşı Hapishanesine ikinci defa girmiştir. (13) Kısa bir müddet sonra Haydarpaşa Numûne Hastahanesine nakledilen Necip Fazıl, karar tashihi yoluyla son kurtuluş teşebbüsünün de boşa çıktığı ve tekrar gönderileceği Toptaşı cehennemini düşündüğü bir anda, ziyaretine gelen Abdülhakîm Arvasî Hazretleri'nin yakınlarından İlyas Ketenci'nin keramet çapındaki şu sözlerine muhatap olmuştur:

    -İki güne kadar çıkarsın inşallah... Bundan sonra kendine dikkat et!

    Ayniyle, keramet çapında bir tecelliyle, Temyiz son itirazı kabul ve karar tashihi yoliyle, Necip Fazıl'ın 8 ay 4 gün kaldığı hapisten kurtuluşunu temin etmiştir. (14)

     

     

    26.3.1959 - 29.3.1959

    3 gün (60 saat 51 dakika)

    Bolu Dağında Tevkif: 10'uncu Devre Büyük Doğu'larını çıkardığı 1959 senesinde, Necip Fazıl, düşmanlarına yaptığı hücûmların semeresi olarak 100 yıla varan hapis tehtidi altındadır. İşte bu hengâme-de, İstanbul Toplu Basın Mahkemesi'nden hakkında bir mahkûmiyet kararı verilmiş, o Ankara'dayken gıyabında verilen hükümle birlikte, usul ve teamüle aykırı olarak bir de tevkif kararı çıkmıştır.(25.3.195-Çarşamba) Bu kararı kanun ve usul bakımından polis vasıtasiyle evine tebliğ etmeleri gerekirken, İstanbul dışında olduğunu haber aldıkları Necip Fazıl hakkında yakalama emri verilmiştir. Durumu haber alan Necip Fazıl, hemen o gün hususi bir otomobille İstanbul'a doğru yola çıkmış, gece yarısı Bolu'da yolları kesen polis tarafından yakalanarak önce Bolu, oradan da İstanbul Emniyet Müdürlüğüne getirilmiştir. Perşembe sabahı Sulh Ceza Hakimliği tarafından gıyabî tevkif vicahiye çevrildikten sonra Sultanahmet cezaevine gönderilmiş 60 saat 51 dakikalık mevkufiyetten sonra, bizzat Başbakan Adnan Menderes'in talimatiyle gerekli formaliteler ikmâl edilerek salıverilmiştir. (15)

     

    6.6.1960 - 15.10.1960

    4 ay, 4 gün

     

    1960 İhtilali Sonrası Tevkif: İhtilalin yapıldığı tarihte Ankara'da bulunan Necip Fazıl, İstanbul'a döndükten bir müddet sonra 6 Haziran'da geceyarısı evinden alınmış, 15.10.1960 tarihine kadar, bir müddet Davutpaşa Kışlasının koğuşlarında ve ardından Balmumcu'da hakaret ve kötü muamele altında, gerekçesiz olarak tutulmuştur. (16)

     

    15.10.1960 - 18.12.1961

    1 sene, 65 gün

    Atatürke Neşir Yoliyle Hakaret: İhtilalin çıkardığı Basın Affı'nda hiçbir suç istisna edilmediği için üzerinde hapis yükü kalmadığını düşünen Necip Fazıl, Balmumcu'dan ilk tahliye edilenler arasında salıverildiği gün (15.10.1960), kapıda bekleyen mahkûmları taşımaya mahsus bir araç ile, karısı ve çocuklarının gözleri önünde alınarak Savcılığa götürülmüştür. Atatürk'e hakaret isnad edilen bir yazıdan mahkûmiyeti Balmumcu'dayken kesinleştiği için ve 5816 sayılı kanun maddesi sadece onun aleyhine Af Kanunu'nun kapsamı dışında tutularak, Toptaşı cezaevine üçüncü defa girmesi temin olunmuştur.

    Necip Fazıl, 18.12.1961'de ceza müddetini tamamlamış olarak tahliye edilmiştir. (17)

     

     

    Dipnotlar: (1) 43 / 2363 numaralı Mahkûmiyet Vesikası

    (2) Büyük Doğu'nun Küstahlığını Takbih, Cumhuriyet

    Gazetesi, 9 Haziran 1947

    (3) Büyük Doğu Mecmuası, 10 Ekim 1947, sayı:67

    (4) Türklüğe Hakaret Davası Bitti, Son Posta, 6 Ağustos 1947

    (5) Tevkif Müzekkeresi, C. Savcı No:950 / 5191

    (6) Müdafaalarım, N.F.K, b.d. yayınları İst. 6. Basım, s. 94

    (7) Gece Postası, 15 Temmuz 1950

    (8) Ulus Gazetesi, 24 Mart 1951

    (9) Müdafaalarım, N.F.K, b.d. yayınları İst. 6. Basım, s. 119-120

    (10) Cumhuriyet Gazetesi, 13 Aralık 1952

    (11) Dünya, Cumhuriyet, 24 Ocak 1953

    (12) Cinnet Mustatili, N.F.K, b.d. yayınları İst. 11. Basım, s. 157

    (13) 957 / 2121 numaralı Mahkûmiyet Vesikası

    (14) Cinnet Mustatili, N.F.K, b.d. yayınları İst. 11. Basım,

    s. 292-293

    (15) Büyük Doğu Mecmuası, 3 Nisan 1959, sayı:5

    (16) Cinnet Mustatili, N.F.K, b.d. yayınları İst. 11. Basım,

    s. 312-315 arası

    (17) 1960 / 3349 numaralı Mahkûmlar için müddetnâme

     

     

    http://www.nfk.com.t...hkumiyetler.htm

    • Like 2

  8. derin devlet Necip Fazılla da uğraşmayacak kiminle uğraşacaktı?

     

    Üstadın, Allah kendisinden binlerce kez razı olsun, öyle bir enerjisi vardı ki milyonlara bedeldi. Zindan ihtimalini (Üstadın tabiriyle yılanlı kuyu) sürekli göz önünde bulundurmak kaydıyla, küfre karşı yine kendi ifadesiyle buz dağına karşı nefesiyle hohlayarak bu buzdağını eritmeye çalışmak ve bu uğurda bir ömür tüketmek...

     

    Küfre rıza göstermemek, yılmamak, bütün Anadoluyu kucaklamak, adım adım dolaşmak ve bu vatan sathına tohum tohum fikir ekmek...

     

    işte necip fazıl gençliği bu atılan tohumların meyvesidir...

     

    ve ardında kitaplık çapta 100 ü aşkın eser...

     

    en çok da Üstadı ilerlemiş yaşında affetmeyen şu kenan evrenin haline seviniyorum, inşallah ceza alıp zindana girdiğini de görürüz...


  9. bunların suratına okkalı bir osmanlı tokadı lazım...

     

    lazım ama nerede o tokadı patlatacak kudrette bir osmanlı...

     

    devlet can çekişirken, hasta adam diye yaftalanmışken, gitti gidiyor gözüyle bakılıyorken, Ulu Hakan Sultan 2. Abdülhamid Han Hazretleri, Fransa'da Peygamber Efendimiz sav ile alakalı küçük düşürücü bir piyes sahnelendiğini duyunce hemen gereken girişimlerde bulunmuş, bu piyesin derhal kaldırılması gerektiğini aksi takdirde bunun Fransa Devleti ile savaş sebebi olacağını söylemiştir. neticede de piyes sahneden kaldırılmıştır...

     

    Osmanlı ki böyle bir Osmanlıydı. Ölüsü bile nelere yetiyordu...

     

    Ne yazık ki biz ceddimiz ecdadımız atamız osmanlıya yabancıyız. tarihimizi bilmiyoruz. kaçımız saltanat sırasına göre hiç değilse 15 Osmanlı sultanını baştan sayabilir. bunu kendimize soralım ve osmanlıya tarihimize sahip çıkalım...

     

    Allahu Teala kendisinin, peygamber Efendimiz sav in ve islamın düşmanlarını "kahhar" ismi şerifiyle kahreylesin inşallah...


  10. batıda tuvalet kültürü mü var da?

     

    pislik adamların içine işlemiş, müslümanlardan temizliği görmeselerdi pisliklerinden helak olurlardı...

     

    engizisyon katliam yaparken, kişilerin protestan mı müslüman mı olduğunu ispanyada temizliklerinden anlıyordu...

     

    şimdi bile avrupanın çoğu ülkesinde tuvalette "su" olayını göremezsiniz...

     

    yakın zamanda bir haber vardı belçikalı bir uyanık taharet musluğu olan klozet üretimine başlamış ve satışları iyiymiş. yıl 2012 arkadaşlar.

     

    merak edenler için link;

     

    http://www.bugun.com.tr/son-dakika/belcika-taharet-muslugunu-kesfetti-haberi-49904

     

    şimdi sorarım size kim gitmiş aya kim kalmış yaya, biz 1400 sene önce bunların şimdi geldikleri noktadaydık...


  11. döneklik ifadesi son derece iyimser bir beklentinin gerçekleşmemesi için kullanılsa ancak o zaman uygun olur ama burada durum farklı. nedense obama seçimi kazanınca adamı yere göğe sığdıramamışlardı ama adamın ne olduğu belli, içi de bir dışı da bir. yaptıkları da bunun göstergesi...

     

    Obama’dan döneklik Ortadoğu bölgesi bir takım iç karışıklıklarla boğuşurken, Amerikan-İsrail ittifakının Müslümanlarca kutsal sayılan ve terör devleti İsrail’in işgali altında bulunan Kudüs’ün statüsü ile ilgili bir karar vermek üzere oldukları belirtiliyor.

    resim262472_2.jpgAmerika’da yaklaşan seçimler öncesi, Başkan Obama’nın partisi çok tartışılacak bir karara imza atarak, “Kudüs İsrail’in başkentidir ve öyle de kalacaktır” cümlesini tekrardan programına aldı. Barack Obama’nın daha önce parti programından kaldırılan ibareyi, Yahudi lobisinin baskısı üzerine yeniden programa alması Müslüman toplumunun tepkisine yol açtı.

     

    Ortadoğu bölgesi bir takım iç karışıklıklarla boğuşurken Amerikan-İsrail ittifakının Kudüs’ün statüsü ile ilgili bir karar vermek üzere oldukları belirtiliyor. Amerika’da yaklaşan seçimler öncesi, Devlet Başkanı Barack Obama’nın partisi çok tartışılarak bir karara imza atarak, üstüne vazife olmayan işlerin içerisinde bulunacağını bir kez daha teyit etmiş oldu.

     

    AMERİKA SAFINI TEYİT ETTİ

     

    Yaklaşan başkanlık seçimleri öncesinde toplanan Demokrat Parti Ulusal Kurultayı, parti programından çıkarılan bir cümleyi tartışmalı bir oylamanın ardından tekrar programa soktu. Kurultay öncesi parti programından çıkarılan “Kudüs İsrail’in başkentidir ve öyle de kalacaktır” cümlesi tekrardan programa konularak, Amerika’nın Ortadoğu sorununa yaklaşımı bir kez daha hissettirildi. Yenilenen kararın daha etkili bir anlam taşıdığı belirtiliyor.

     

    YAHUDİ LOBİSİ DEMOKRATLARI TERBİYE ETTİ

     

    Demokrat Parti Kurultayı’nda Kudüs’ün İsrail’in başkenti olduğuna yönelik alınan kararın oylaması da yine skandal bir yöntemle gerçekleştirilmiş. Oylama üyelerin evet ve hayır şeklinde seslenmeleriyle sağlanmış. Ses düzeyinin yüksekliğine göre karar verilen oylamada bir türlü karar veremeyen Kurultay Başkanı, evet ve hayır seslerinin eşit düzeyde olması sebebiyle oylamayı üç kez tekrarlatmış. Sonuç itibariyle “Evet” sesinin daha yüksek çıktığı kararı protesto sesleri arasında açıklanmış.

     

    YOK BİRBİRLERİNDEN FARKLARI

     

    Demokrat Parti’nin güncellediği destek mesajı anlamına gelen İsrail yanlısı bu kararın ardından gözlerCumhuriyetçi Parti’ye çevrildi. Cumhuriyetçilerin başkan adayı Mitt Romney de yaptığı açıklamalarda İsrail’e bağlılık ifadelerinde bulunmuş ve Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etmişti.

     

    İNGİLTERE’DE DE TARTIŞILIYOR

     

    Bu arada İsrail’in başkentinin neresi olduğu yönündeki tartışmalar İngiltere’de de bir süredir yaşanıyor. İngiliz Guardian gazetesi geçen ay geçtiği bir haberinde, İsrail’in başkentinin ne Tel-Aviv ne de Kudüs olduğu yönünde bir yaklaşımı benimsediklerini açıkladı. Tel Aviv’i İsrail’in başkenti olarak lanse etmenin yanlış olacağını belirten Gazete; Kudüs’ün de, uluslararası camia tarafından tanınmamış olduğuna vurgu yaptı. Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak kabul edilemeyeceğini yazan gazete, İsrail’in kabul etmediği Tel Aviv’in de İsrail’in başkenti olarak sunulmasının yanlış olduğunu kabul ettiklerini bildirdi.

     

    GUARDİAN: NE TEL-AVİV NE KUDÜS!..

     

    Bu kabulün üzerine Guardian grubunun yayın organlarındaki muhabirlerine, Tel Aviv’i İsrail’in başkenti olarak yazmaları yönünde baskı yapmayacakları bildirildi. Haberde, İsrail Parlamentosu’nun Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak kabul ettiği ancak bu kutsal şehrin, uluslararası camia tarafından kabul görmediği için, İsrail’in başkenti olarak görülmemesi gerektiği de vurgulanıyor.

    The Guardian bu konu hakkındaki görüşünü desteklemek için 1980 tarihli İsrail’in Kudüs’ü başkent ilan etmesini kınayan ve bunu geçersiz sayan BM kararına atıfta bulunuyor. Grubun “Kudüs hükümet merkezi, Tel Aviv ise ülkenin diplomatik ve finansal merkezi” ibaresini kullanıyor.

     

    GUARDİAN’A BASKI

     

    Guardian gazetesi Nisan ayında geçtiği bir haberle ilgili olarak ta bir düzeltme yayınlamış, İsrail’in başkentini Kudüs olarak belirtilen bir haberinden dolayı özür dilemişti. İsrail ile diplomatik ilişkilere sahip ülkelerin büyükelçiliklerini Tel Aviv’de tutmaya devam ettikleri biliniyor. Guardian’ın bu makul yaklaşımı üzerine, asli görev İsrail’i medyada korumak olan İsrail yanlısı İngiliz medya izleme kuruluşu Honest Reporting, grubu baskı altına almaya çalışmış, ancak basında yer alan haberleri düzelttirme yetkisine sahip bir kuruluş olan Basın Şikayet Komisyonu (PPC), Guardian’ın yaklaşımında “herhangi bir kural ihlali olmadığını” açıklamıştı. İngiliz medyası ve üst kurullarında bir süredir İsrail’in başkentinin neresi olduğu ve bunun nasıl ifade edilmesi gerektiğine yönelik ciddi tartışmalar yaşanıyordu. Bu tartışmaların bir süre daha devam edeceği sanılıyor.

     

    DÜNYA TANIMIYOR

     

    İsrail 1967 yılında 6 gün savaşında Doğu Kudüs’ü ele geçirdi. 30 Temmuz 1980’de de İsrail Parlementosu Knesset Kudüs’ü ebedi başkenti olarak ilan etti. Uluslar arası kamuoyu İsrail’in Doğu Kudüs’ü ilhak etmesini kabul etmediği gibi bu kutsal şehri başkent olarak kullanmasına da onay vermedi. Ağustos 1980’de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 478 nolu kararı geçirdi ve “derin endişe” duyduklarını belirtip şehirdeki diplomatik görevlerde bulunanların geri çekilmesini istedi.

     

    Osman Yiğit / Yeni Akit

     

    http://www.habervaktim.com/haberyazdir.php?id=262472


  12. Ben de hayırlı yaşa diyorum :) Çok yaşamak kötü birşey çünkü :) Ama dediğiniz en güzeli ve doğrusu abim.Sizden Allah razı olsun.

     

    Öğrendiğim iyi oldu dur bakalım ezberleyelim de bir daha öyle diyelim ama şöyle bir sorun var ki her hapşıran kişi Müslüman değil :) Keşke öyle olsaydı... Mesela kafire yada dindar olmayan bir Müslümana öyle diyecek olsak birşey demez :) Bilmez çünkü haksız mıyım abi ?

     

    Ayrıca Hz.Mevlana(k.s)'dan bir söz :

     

    Kusursuz dost arayan dostsuz kalır.

     

    ayrıca bu husus yani hapşırana "yerhamukellah" demek, müslümanın müslüman üzerindeki 6 vazifesinden de biridir. aslında bir müslümanın bunu bilmemesi abes. yalnız şu da unutulmamalıdır ki hapşıran kişinin "elhamdulillah" demesi lazımdır ki biz "yerhamukellah" diyelim. hapşıran birisi yanımızda ise ve "elhamdulillah" demeyi unuttuysa hatırlatmak için bizim "elhamdulillah" dememiz de hadis-i şeriflerde tavsiye edilmektedir.

    • Like 1

  13. "HA.HAA...HAAA...HAPŞUUUUU", "ÇOK YAŞA" YANLIŞI

     

     

    Hapşırma, ani,irade dışı, sesli bir şekilde ağızdan ve burundan nefes vermektir. Hapşırma burun kanallarındaki sinirlerin uyarılması sonucu oluşan psikolojik bir reaksiyondur. Aslında burnumuz nefes almamızda çok önemli bir görev yapar. Hava onun dar kanallarından türbülans oluşturarak geçerken hem ısısı ayarlanır, hemde içindeki toz burada filtre edilir.

    Buradakisinirlerin uyarılmasının nedenleri değişiktir. En çok alerjik etkilenmedir ama toz, duman, parfümler hatta aniden

    ışığa bakma gibi başka birçok nedenleri daha vardır. Hapşırmadan önce sanki bir yerimiz ısırılmış gibi sinir uçlarının ikaz göndermesi sonucu, burnumuzdan önce bir salgı gelir.

    Biz bunun pek farkına varamayız.

    Bu salgının ardından beyine giden ikaz neticesinde baş ve boynumuzdaki kaslar uyarılarak ani nefes boşanması olayı yaşanır.

    Ses tellerinin olduğu bölüm önce kapanır ve buradaki havanın basıncı iyice yükselir. Sonra aniden açılarak hava yüksek bir sesle dışarı verilir.

    Tabii beraberinde burnumuzdaki toz gibi yabancı maddeler ve soğuk algınlığı yaratan mikroplar da.

    Ancak tıp bilimi hapşırma ile yayılan mikropların, elle yayılanlardan çok daha az olduğunu tesbit etmişlerdir.

    Uyku sırasında özellikle rüya safhasında sinir sisteminin bazı elemanları kapalı olduğundan normal şartlarda hapşırma olmaz.

    Uyarı çok kuvvetli ise olabilir ama anında uyanılır. Ancak bu beyin tarafından tehlike olarak algılanmaz.

    Uyurken ayağını gıdıkladığımız kişinin ayağını çekip, arkasını dönüp, uyumağa devam etmesi gibi.

    Hapşırma refleksinin detayları tam bilinmese de kesin olarak bilinen bir şey var. Hapşırırken gözlerinizi açık tutamazsınız.

    Bunu bilim insanları vücudumuzda bir acı veya ağrı duyduğumuzda gözlerimizi kapatmamıza bağlıyor.

    Kibarlık olsun diye hapşırığı tutmaya çalışmak ise kesinlikle tavsiye edilmiyor.

    Güneş ışığı ile karşılaşınca hapşırmanın genetik olduğu ileri sürülüyor. Dünya nüfusunun en azyüzde 18'i bu hassasiyete sahip.

    Hapşırma sayısının da genlerle nakledildiğini ileri süren bilim insanları var. Bazı ailelerde üç kere hapşırılırken, bazılarında sekizincide duruyormuş.

    İnsanlara hapşırdıktan sonra 'çok yaşa' deme adetinin kökeni Hıristiyanların 'God blessyou' yani Tanrı seni takdis etsin' veya 'Tanrının hayır duası üzerinde olsun' cümlesine dayanmaktadır. Altıncı yüzyılda hapşıranlara vücutlarındaki şeytanı attıkları için tebrik anlamında söylenen bu söz büyük veba salgını başlayınca Papa tarafından söylenmesi zorunlu kılındı ve kanunlaştırıldı.

    O kadar yaygın bir gelenek halini almış ki, Müslümanların çoğusu, aynen hıristiyanlar gibi "çok yaşa" demekteler.

    Biz müslümanız ve bize bu hususta Peygamber efendimiz (sav) in tavsiyesi: Öncelikle, hapşıran kişinin Allah’a hamdetmesi (elhamdülillah demesi), duyan kimsenin de Allah sana rahmet etsin (Yerhamüke Allah) demesi, sonrasında hapşuran kişinin tekrar, Allah bana da, hepimize de rahmet etsin anlamında (yehdina ve yehdikümullah) demesidir.

     

     

    Bu yazının devamı niteliğinde olmasa da Şeyh Edebali rahmetlinin de kısa bir nasihatını aktaralım.

    Bak dostum! Cahil ile dost olma: İlim bilmez, irfan bilmez, söz bilmez; üzülürsün.......

    Saygısızla dostolma: Usul bilmez, adap bilmez, sınır bilmez; üzülürsün.

    Aç gözlü ile dostolma: İkram bilmez, kural bilmez, doymak bilmez; üzülürsün.

    Görgüsüzle dostolma: Yol bilmez, yordam bilmez, kural bilmez; üzülürsün.

    Kibirliyle dostolma: Hal bilmez, ahval bilmez, gönül bilmez; üzülürsün.

    Ukalayla dostolma: Çok konuşur, boş konuşur, kem konuşur; üzülürsün.

    Namertle dostolma: Mertlik bilmez, yürek bilmez, dost bilmez; üzülürsün.

    -- İlim bil, irfan bil, söz bil.

    -- İkram bil, kural bil, doyum bil.

    -- Usul bil, adapbil, sınır bil.

    -- Yol bil, yordam bil.

    -- Hal bil, ahvalbil, gönül bil.

    -- Çok konuşma, boş konuşma, kem konuşma.

    -- Mert ol, yürekli ol.

    -- Kimsenin umudunu kırma.

    Sen seni bil; ömrünce bu yeter sana.

     

    http://www.habername...anlisi-8895.htm

    • Like 2

  14. 5 ay önce yorum yazmışım ama konuya tekrar rast gelince yine yazmadan geçemiyorum,

     

    nefse endeksli sürüp giden hayatlarımızda, Mahmud Sami Ramazanoğlu Hazretleri'nin "nefsin tezkiyesi ve kalbin tasfiyesi" için gerekli 5 şarttan biri olarak beyan ettiği "az yiyip oruca devam etmek" maalesef bizi hayli zorlayan amellerdendir.

     

    açlık halbuki nefsin belini büken en etkili silah...

     

    Allahu Teala hepimize nefslerimize karşı yaptığımız büyük cihadımızdan zaferle ayrılmayı nasip eylesin inşallah...


  15. Üstadın kitaplarının isimlerini bir zincirin halkaları gibi ekleye ekleye oluşturulan bu yazı, sadece kitap isimleriyle bile Üstadın ne kadar geniş mevzuları ele aldığını gösteriyor.

     

    Konuların hassasiyeti sebebiyle bilhassa Üstadın Osmanlı dönemini ele alan, padişahlara temas eden tarih kitaplarını ve yorumlarını başka kaynakları da mütalaa ederek kıyaslı okumak iktiza ediyor. Bilhassa Abdülaziz Han, Abdülmecid Han, 2. Selim han, Yıldırım Bayezid Han gibi padişahlar hakkında yazdıklarında bazı hatalar olduğunu düşünüyorum. Bilhassa padişahların içki içme meselesi, harem, kardeş katli gibi hassas meseleleri bir de arşivler eşliğinde araştırma yapan tarihçilerden okumanın faydalı olacağını düşünüyorum.

     

     

    aynı kanaatte olduğumu beyan ederim...


  16. İTÜ'de 'İTÜ' rahatsızlığı

     

     

    Türkiye’nin en önemli üniversitelerinden biri olan İstanbul Teknik Üniversitesi’nin (İTÜ) adını kullanarak internet ortamında yayın yapan ‘itüsözlük’ adlı internet sitesinin İslam ve Resulullah (SAV) karşıtı yayınlarına tepkiler sürüyor.

    Türkiye'nin en önemli üniversitelerinden biri olan İstanbul Teknik Üniversitesi'nin (İTÜ) adını kullanarak internet ortamında yayın yapan ‘itüsözlük' adlı internet sitesinin İslam ve Resulullah (SAV) karşıtı yayınlarına tepkiler dinmek bilmiyor.

     

    TEPKİ YAĞIYOR

    www.habervaktim.com'un ‘Resulullah'a çirkin saldırı' başlıklı haberinin ardından sitedeki videoları kaldırmak zorunda kalan İtüsözlük yöneticilerinin Resulullah (SAV) efendimizle ilgili görsellerde bir ayıklama faaliyeti gerçekleştirdiği, kendilerine göre kabul edilebilir 15 kadar resmi henüz yayında tuttuğu öğrenildi. Bu resimlerin bulunduğu sayfaya binlerce kullanıcının tepkileri yağıyor. Vatandaşlar, internet üzerinden gerçekleştirilen bu çirkin saldırının, en az Danimarka'da yaşanan karikatür rezilliğinin gördüğü tepkiyi hak ettiğini belirterek, ‘İtüsözlük' sitesinin, büyük bir provokasyona sebep olmadan, bir an evvel kapatılmasını istiyorlar. Öte yandan Hz. Muhammed (SAV) konu başlığı altında da, Resulullah'a (SAV) yönelik çirkin paylaşımlara izin veren sitenin, ulaşmaya çalıştığımız yöneticilerinden henüz bir ses-seda çıkmadı.

     

    İLK DEĞİL

    İnsanların dini ve kutsal değerlerine yönelik hakaret ve düşmanlık içeren bu çeşit materyallere yer veren siteler arasında, bir grup İTÜ öğrencisinin bir araya gelerek kurdukları İtüsözlük bir ilk değil. Daha önce de ‘ekşisözlük'adlı internet sitesi de böylesi bir girişimin içinde bulunmuş ve kapatılma durumuyla yüzyüze kalmıştı.

     

    TEKNİK ÜNİVERSİTE DE RAHATSIZ

    Site'nin kutsal değerlere karşı olan saygısız tavrının, İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) rektörlüğünü de rahatsız ettiği, okullarının adı kullanılarak yürütülen bu provokatif yayınlara çok yakında tepki verecekleri öğrenildi.

     

    KİM BUNLAR

    Bu arada, internet ortamlarında, milletin değerleriyle alay edilen site yöneticileri ile, İslam düşmanı azılı tiplerin çoğunluğunun gayrimüslimler ve bunların yanaşmalarından oluştuğu konuşuluyor.

     

     

    SİTE YÖNETİMİNE ÖRNEK UYARI METNİ

     

     

    RADORE HOSTİNG TELK. HİZM. SAN. TİC. LTD. ŞTİ.'NE

     

    Büyükdere Cad. No:171 Metrocity AVM 4B D:39-46S Şişli/İSTANBUL

     

    03/09/2012 tarihinde erişim sağlanan itusozluk adresinin Hz. Muhammed anahtar kelimesi girildiğinde; buradaki örnek linkte ve diğer bazı sekmelerinde de görüleceği üzere İslam peygamberi Hz. Muhammed hakkında çirkin, yakışıksız, gerçekle alakası olmayan ve ağır hakarete varan ifadeler yayımlanmakta ve bunun toplumda kin ve nefrete sebep olduğu düşünüldüğünden söz konusu yayın içeriği (Hz. Muhammed anahtar kelimesi girildiğinde) manevi değerlerimi çok ağır bir biçimde incitmektedir.

     

    Bu husus başta Anayasa olmak üzere diğer mevzuatla koruma altına alınmış olan temel hak ve hürriyetlere saldırı niteliğinde olduğundan hukuka aykırıdır. Nitekim bu konuya ilişkin olarak yürürlüğe konulmuş olan 5651 sayılı Kanunun 9'ncu maddesinde;

     

    “İçeriğin yayından çıkarılması ve cevap hakkı

     

    MADDE 9 – (1) İçerik nedeniyle hakları ihlal edildiğini iddia eden kişi, içerik sağlayıcısına, buna ulaşamaması halinde yer sağlayıcısına başvurarak kendisine ilişkin içeriğin yayından çıkarılmasını ve yayındaki kapsamından fazla olmamak üzere hazırladığı cevabı bir hafta süreyle internet ortamında yayımlanmasını isteyebilir. İçerik veya yer sağlayıcı kendisine ulaştığı tarihten itibaren iki gün içinde, talebi yerine getirir. Bu süre zarfında talep yerine getirilmediği takdirde reddedilmiş sayılır.

     

    (2) Talebin reddedilmiş sayılması halinde, kişi onbeş gün içinde yerleşim yeri sulh ceza mahkemesine başvurarak, içeriğin yayından çıkarılmasına ve yayındaki kapsamından fazla olmamak üzere hazırladığı cevabın bir hafta süreyle internet ortamında yayımlanmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hakimi bu talebi üç gün içinde duruşma yapmaksızın karara bağlar. Sulh ceza hakiminin kararına karşı Ceza Muhakemesi Kanunu hükümlerine göre itiraz yoluna gidilebilir.

     

    (3) Sulh ceza hakiminin kesinleşen kararının, birinci fıkraya göre yapılan başvuruyu yerine getirmeyen içerik veya yer sağlayıcısına tebliğinden itibaren iki gün içinde içerik yayından çıkarılarak hazırlanan cevabın yayımlanmasına başlanır.

     

    (4) Sulh ceza hakiminin kararını bu maddede belirtilen şartlara uygun olarak ve süresinde yerine getirmeyen sorumlu kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. İçerik veya yer sağlayıcının tüzel kişi olması halinde, bu fıkra hükmü yayın sorumlusu hakkında uygulanır” şeklinde yer alan hükmün 1'fıkrasına istinaden söz konusu içeriğin tarafınıza tebliğ edildiği tarihten iki gün içerisinde yayından çıkarılarak; “Bu sayfada İslam peygamberi hakkında yayımlanan ifadeler gerçeğe aykırı olduğundan dolayı çıkarılmıştır, yayımlanan bu ifadelerden dolayı kamuoyundan özür diliyoruz.” biçimindeki ifadenin söz konusu linkte yayımlanmasını aksi halde söz konusu madde hükümlerine istinaden hakkınızda yasal başvuruda bulunacağımı bildiririm.

    Osman Yiğit / Habervaktim.com


  17. Resulullah'a (sav) çirkin saldırı

     

     

    “itü sözlük” adlı internet sitesinde efendimiz Resulullah’ın (S.A.V) sözde resim ve karikatürlerini yayınlanmaya başlandı. Bununla da kalmayan site şuan hayatta bulunmayan ateist müftü Turan Dursun’un sapkın çalışmalarından yararlanarak oluşturulan bir çok İslam ve din karşıtı video ve animasyonu da yayına verdi.

    resim260294_2.jpg

    İnternet ortamında dine ve insanların kutsal değerlerine hakaret içeren hareketlere yönelik son dönemde yoğunlaşan soruşturmaların ardından ağır cezalar istemiyle davalar açılıyor. Buna rağmen hakaret ve saldırıların ardı arkası kesilmek bilmiyor.

     

    SAPIK DURSUN'UN HEZEYANLARI

     

    Son olarak “itü sözlük” adlı bir internet sitesinde efendimiz Resulullah'ın (S.A.V) resim ve karikatürleri yayınlanmaya başlandı. Bununla da kalmayan site şu an hayatta bulunmayan ateist müftü Turan Dursun'un sapkın çalışmalarından yararlanarak oluşturulan bir çok İslam ve din karşıtı video ve animasyonu da yayına verdi.

     

    SAVCILAR HAREKETE GEÇSİN

     

    Sitede, Resulullah'ın (S.A.V) sureti resmedilerek, İslam dinince yasaklanan bir eylem ve hakarette bulunulduğu görülürken, bu tür girişimlerin İslamı hristiyanlaştırma ve sulandırma amacı güttüğü belirtiliyor. Bu tür fiillerin 'halkı kin ve düşmanlığa tahrik' ile 'suç işlemeye alenen tahrik' suçlarıyla beraber ‘kutsal değerlere hakaret', ‘yayın yoluyla hakaret' gibi birçok suçu da içerdiği vurgulanıyor.

     

    İTÜ SÖZLÜK'E TEPKİ YAĞIYOR

     

    Vatandaşlar, internet üzerinden gerçekleştirilen bu çirkin saldırının, en az Danimarka'da yaşanan karikatür rezilliğinin gördüğü tepkiyi hak ettiğini belirtiyorlar. Gazetemizi arayan vatandaşlar site aleyhine savcılara suç duyurusunda bulunacaklarını bildirirken, sözkonusu sitenin Resulullah'a hakaret içeren sayfalarında da kullanıcılar tepkilerini ortaya koyuyorlar. İşte o tepkilerden birkaçı:

     

    Tugba Kozan Yazar : “Sizi kendini bilmez şeytanlar... Siz kainatın efendisi yüce Kur'anın Peygamberini resmetme cüretini kendinizde nasıl buldunuz. Dilerim Allah c.c. Kahhar ismiyle sizi kahretsin...!”

     

    Meltem Burhan Çalış : “Al benden de o kadar. Allah hepsini kahretsin...”

     

    Volkan Sezgin : “Nerede gördünüz ki resmi çizmişsiniz. Sadece sizin değil, sizi dünyaya getirip bunları öğretmeyenlerin de suçu bu…”

     

    Merdiye Kuş : Rabbim islah etsin, dinsiz imansızlar… Azap için hazırlanın. Allahım affedendir ama Resulüne yapılanı affedeceğini sanmam…”

     

    Nurettin Ersoy : Allah ıslah etsin…”

     

    Meltem Burhan Çalış : “Bizde bu Allah aşkı Peygamber aşkı oldukça sizin gibi it u lere daha çok laf vururlar... Sayfanızda bile itu olduğunuzu belli ediyorsunuz…”

     

    Muhammed Zengin : “Dilerim Allah'ın (c.c.) gazabına uğrarsınız…”

     

    Oktay Şair : “Siz nasıl bir zihniyete sahipsiniz be kardeşim. Masonmusunuz nesiniz, neyin peşindesiniz? İnsanların hayal bile etmeye cüret edemedikleri densizlikleri yapabiliyorsunuz. Resulullahın resmini temsilen çizebiliyorsunuz…”

     

    Zekeriya Alparslan : “Sizin Allah belanızı versin…”

     

    Osman Yiğit / Habervaktim.com


  18. Fikirlere belli miktarda iştirak etmekle beraber, bazı kat'i ifadelerin çok rahatsız edici olduğunu söylemeliyim sanırım.

     

    "Dinimiz zahire göre hükmeder." denmiş ki bu ifade rahatsız edici, daha doğrusu eksik. Mesela Mekke'de müslümanlar zulüm görürken peygamberimiz dille kendisinin reddedilebileceğini, asl olanın kalp olduğunu söylemiştir. Dünyevi hükümler verilirken veya kişi hakkında bu dünyada değerlendirmeler yapılırken onun zahiriyle ilgilenilir fakat kişinin kalbi Allah'a bırakılır. Yani "Papa belki müslüman oldu kardeşim, niye buğzediyorsunuz ona?" demek kadar, "İslam zahire göre hükmeder" gibi genellemelere gitmek de sakıncalıdır. Papa gerçekten Müslüman olduysa Allah ona rahmetiyle muamele etsin, fakat o zahirde kafir olduğu için, biz onun Müslüman olması ihtimaline dayanarak hükümde bulunamayız. Dünyevi hüküm onun kafirliğine göre verilir, İlahi hüküm ise gerçeğe... Böyle keskin ifadeler rahatsız edici oluyor, o yüzden üzerinde durmak istedim.

     

    "Kâfirlerin ölüsüne dirisine dua eden, onlara rahmetli diyen kimse, eğer Müslüman ise, o da kâfir olur."

     

    Bu ne demek? Anlayamadım ben tam. Yani farz-ı muhal, gayrimüslim bir arkadaşımızın gireceği bir sınavda başarılı olması için dua edersek, gayrimüslim bir futbolcunun gol atması için Cenab-ı Hakkın kapısını çalarsak,, hatta ve hatta onun hidayeti için Rahman'a yönelirsek kafir mi oluyoruz? Ne demek kafirin ölüsüne, dirisine dua eden kafir olur? Bize veya diğer Müslümanlara faydaları dokunmuş bir gayrimüslimin azabının hafif olması için dua edemeyecek miyiz?

     

    İşte bu ifadeler İslam'a gerçekten zarar veriyor... Bunlar kaş yaparken göz çıkarmaktan başka bir iş görmeyen cümlelerdir.

     

    Asıl anlatılmak istenenlere ise katıldığımı belirteyim tekrar. Yanlış anlaşılma olmasın.

     

    İslamda hükmüm zahire göre olması dinimizin kaidelerindendir. Mesela Peygamber Efendimiz sav münafıkları bildiği halde şekil itibariyle müslüman gibi yaşayan bu kimselerin durduk yere öldürüldükleri vaki değildir.

     

    Dil ile reddetme noktasında da evet ruhsat vardır ama bu ruhsatın nasıl olduğunun izah edilmesi gerekir. Ammar bin Yasir ra malumunuzdur ki ilk sahabelerdendir. Bahsi geçen olay vuku bulduğunda Ammar bin Yasir ra müşriklerin kendisinden söylemesini istediği sözleri söylemiştir ama kılıç boğazındayken gırtlağına dayalı bir şekilde söylemiştir. Söylemese canından olacaktır. Bu olaydan sonra Peygamber Efendimiz sav e gelmiş ve durumu izah etmiş, Peygamber Efendimiz sav de aynı durumda aynı şekilde hareket edilebileceğini beyan etmiştir ve "Ammar'ın ilikleri de imanla doluydu" demiştir.

     

    Mehmed Paksu'nun "İnsanı Uçuruma Götüren Sözler" adlı kitabının 170. sayfasında "İnanmayan birisi için Allah rahmet eylesin demek" insanın imanını tehlikeye düşüren sözler listesinde zikredilmiştir.(bendeki kitabın 90. baskısı/nesil yayınevi). Bu konularda İslam alimlerinin yazdığı kitaplarda mevcuttur.(Elfazı Küfr ile alakalı). Şimdi düşünün ki İslam düşmanlığı ile meşhur birisi öldü buna rahmet okunur mu? Veya adam Allahı inkar ediyor, müslüman değil öldü gitti buna rahmet okunur mu? Hayattayken zaten dualarımızda şöyle söylemez miyiz? Zalimler için Allahu Tealaya yakarırken "Eğer hidayete erme durumları varsa hidayete erdir yoksa kahhar isminle kahreyle" diye. ,

     

    Gayrımüslim bir futbolcunun gol atması mevzusu ki zaten futbol içinde haramın bulunduğu bir spordur. İçinde haram bulunan bir iş için de Allaha dua etmek veya bir maç neticesi için inşallah demek işte bu çok sıkıntılı bir durumdur. Tecdid-i İman gerektirir...

    • Like 2

  19. İran'ın bilinç tahrifatı

     

    Bağlantısızlar Hareketi zirvesi sırasında Tahran birkaç skandala sahne oldu. Bu skandallardan birisi Filistin adına hem Mahmut Abbas hem de İsmail Haniye'nin zirveye davet edilmesiydi. İran bu yönüyle hem yeşile hem de kırmızıya geç diyen trafik polisi rolüne soyunmuştur. Bir yönüyle merhum Erhan Göksel'in pozisyonunu da andırıyor. 28 Şubat sürecinde Refah Partisi'ne göndereceği bilgi notunu veya raporunu yanlışlıkla veya aceleyle askere, askere göndereceği raporu da Refah Partisi'ne postalıyordu. Sonrasında da Nejad, Filistinli karşıt gruplar arasında arabuluculuk yapabileceklerini açıkladı!

    Ayrıştır, yapıştır, barıştır siyaseti galiba!

    Dünya da başka bu işi yapabilecek adam mı kalmadı? Asıl skandal Mürsi'nin sözlerinin çevrilmesinde ve çarpıtılmasında yaşandı. İran resmi televizyonunun Birinci Kanalı Mürsi'nin bütün sözlerini baştan sona çarpıttı ve tahrif etti. Sanki Mürsi'nin sözleri değil de miri malı! Mürsi, Suriye'den bahsedince mütercim hiç zorlanmadan ve dahi sıkılmadan onu Bahreyn diye çevirmeyi yeğlemişti. Mürsi, Tahran'daki kürsüden şöyle seslenmişti: "Filistin ve Suriye halkı hürriyet, keramet ve adalet adına mücadele ediyor…" İranlılar ise Mürsi'nin sözlerini kendi kanallarından şöyle dinleyeceklerdi: "Filistin ve Bahreyn halkı özgürlük için mücadele ediyor…" Çeviri dediğin böyle olur! Mürsi Arap Baharı ülkelerini sayarken Suriye'nin adını telaffuz etmiş ama yine mütercim bildiğini okumuş ve Suriye yerine Bahreyn demişti. Bayreyn'i de sayan mütercim Arap Baharı için İran resmi kavramını kullanarak 'İslami uyanış' ifadesini de eklemiştir.

    *

    Resmi tahrifat bununla da sınırlı kalsa baş tacı edilir. Mürsi, Rusya ve Çin'in BM'de Suriye hakkında veto yetkisini kullanmasına temas etmiş ve bu mükerrer vetoların Suriye meselesinin çözümü noktasında Güvenlik Konseyini çalışmaz hale getirdiğini ve kilitlediğini ifade etmiştir. Sen misin öyle konuşan tabii ki mütercim acemi konuşmacıyı düzeltir! Mütercim nasıl çevirse beğenirsiniz. Mütercimin keyfi bu kesiti şöyle çevirmeyi yeğlemiş: "Veto, Güvenlik Konseyi'nin elini kolunu bağlamış ve halk hareketi krizlerinin çözümünü engellemiştir…"

    'Dam üstünde saksağan vur beline kazmayı' misali! ' Baskı ve zulme karşı Suriye halkıyla dayanışma içindeyiz' sözlerini ise mütercim yine bildiği gibi ve İran resmi diline uyarlayarak tercüme etmiş: "Bu ülkeye yönelik komplo karşısında biz Suriye halkıyla birlikteyiz…" Mürsi'nin "Suriye muhalefetinin birliği çok önemlidir ve zaruridir' ifadesi ve temennisi de çarpıtılarak şu hale getirilmiş: "Geniş halk tabanına dayalı Suriye rejiminin bekasını umut ediyoruz…" Şimdi dünyada eşi benzeri az görülür bu skandalın teviline bakalım. Aslında bu tarz kara propagandalara geçmişte Stalin, Lenin ve Hitler tarzı totaliter rejimler başvurmuştur. Stalin eski fotoğraflarda birlikte yer aldığı lakin devrim sürecinde ters düştüğü eski arkadaşlarının karaltılarını bile fotomontaj yoluyla fotoğraf karelerinden silmiştir. Komunistlerin Allah rızası veya kul hakkı gözetecek halleri yok ve bu tarz kavramlarının olmadığını biliyoruz ve bunun için çamur at izi kalsın tarzları meşhurdur.

    *

    İranlı 'ilim adamlarından' Prof. Hasan Haşimyan bu tahrifatın kasıtlı olmadığını ileri sürüyor. Özrü kabahatinden büyük denildiği gibi bu zırvayı şöyle tevil ediyor: "Ağzı ve dili kaymış, anlık çeviri sırasında resmi söylemle ilgili ezberini bozamamış ve resmi söylemden sapamamış ve Mürsi'nin söylemini resmi söyleme uyduruvermiş. Dilini resmi söylemden kopararak Mürsi'nin sözlerine adapte edememiş!"

    Haşimyan'ın zırvalı teviline mukabil Prof. Muhammed Şoman bu olayda da görüldüğü gibi, kolektif çılgınlık halinin yaşandığını ve çevirinin dil sürçmesinden kaynaklanmadığını veya kasıtsız bir çeviriden ziyade tam bir siyasi skandal halini yansıttığını ifade etmiştir. Bunun bilinç ve idrak tahrifatı ve infazı için sistemli bir davranış bozukluğunu ortaya çıkardığını söylemiştir. Gerçekten de meselenin bir çeviri hatasıyla sınırlı olması halinde, meselenin soruşturulması ve en azından kanalın özür dilemesi kaçınılmazdı. Bunlar yapılmamıştır.. Ali Şeriati, Safeviler döneminde resmi söyleme uydurmak için mütercimlerin Nehcu'l Belaga'nın çevirisini bile tahrif ettiklerini yazmaktadır. Hazreti Ali'nin sözlerini kıyanlar, tahrif edenler Mürsi'nin sözlerine mi acıyacaklar!

    İran skandalı kurcalamasa bile Bahreyn yönetimi meselenin peşine düşmüş ve İran'a protesto notası vermiş ve tahrifattan dolayı İran'dan özür dilemesini talep etmiştir. İran daima oyunun kurallarını zorlamakta ve esasen kural tanımamaktadır. Mürsi skandalı bir kez daha bunu göstermiştir.

    İran ne yapsa haklıdır zira bütün yerleşik kuralların üzerindedir!

     

    http://www.habervakt...fati-53966.html

     

     

     

    adamlardaki arsızlığa bir bak hele...İyi cesaret bir devlet başkanının konuşmasını çarpıtmak, kendi düşüncene uyarlamak! Hayret!!!

×
×
  • Create New...