Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

HİÇ

Editor
  • Content Count

    948
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    92

Posts posted by HİÇ


  1. "Yalan Söyleyen Tarih Utansın!" diye Mustafa Müftüoğlu'nun 12 ciltlik bir serisi var. Okumadım ama yıllardır bu seriyi alıp okumak istemişimdir. Yalan Söyleyen Tarih Utansın çok manidar bir isim. Tarihe bilinçli olarak yalan söyletilmiş. Ceddimiz Osmanlı yanlış anlatılmış,eksik anlatılmış,doğru anlatılmamsı için yeni nesillerin ceddiyle sağlam bir bağ kurmaması için önemli stratejiler geliştirilmiş ve başarıyla tatbik edilmiş. Osmanlı gibi bir deryaya sahibiz ama hakkında malumatımız bir damla bile değil. Düşünün ki koskoca Osmanlı arşivlerinin sadece %1,5 kadarı elden geçmiştir. Ne biliyoruz ki Osmanlı hakkında. Herhangi bir avrupalı yani Osmanlı düşmanı bile bizden çok bilir tarihimizi. Şimdiki gençlere Barcelona'nın hocası kim desen bilmeyen çıkmaz ama Akşemseddin'in hocası kim desen bilen çıkar mı? Adına "Milli" eğitim dedikleri bana göre milli olmayan eğitim sistemi zaten ecdadımız adına bize hiçbirşey öğretmiyor. İlkokuldan üniversiteye tarih görürüz şu veya bu adlar altında adı tarihtir, olması lazımdır fikrinden gösterilir yani usulen, olayların,şahısların özüne vakıflık yoktur,verilmez. ancak bu konularda merakı olanların özel çabasıyla öğrenilir bazı bilgiler.

     

    Hem bilgi eksikliği var hem de bilgi kirliliği!

     

    Tarih 80 küsür yıldır yalan söylüyor hala da doğruları tam olarak haykırabilmiş değildir. Bu tarihe yalan söyletenler ve doğrulara ulaşılmasını engellemek için tarihi çarpıtanlar,hakikatleri perdeleyenler size yazıklar olsun!

     

    İftiranın boyutuna bak. Utanmadan Ulu Hakan'a yazı değiştirme düşüncesi varmış gibi bir iftira! Nasıl gülünür bu iddiaya bilmiyorum. Utanmaz adamlar. Abdülhamid gibi ilerinin ilerisini gören bir Allah dostuna karşı yapılanları saf müslümanlara karşı yumuşatma ve haklı gösterme cambazlığı! Alman Goethe ne diyor:"Bir millete yapılacak en büyük kötülük onun diliyle oynamaktır". Dil diye birşey bırakmayaraktan en büyük kötülük yerine getirilmiş. Diyecek başka söz yok!


  2. Arkadaşlar geçen gün haberlerden Ayasofya' ya cumhuriyet tarihinin en kapsamlı restorasyonunun yapılacağını öğrendim. hemen aklıma bu restorasyondan sonra Ayasofya' nın ibadete açılması meselesi geldi. Sizinle paylaşmak istedim. Ne kadar güzel olur değil mi?

     

    recep kardeşim inşallah diyelim gönlümüz elbette ki Ayasofyamızın ibadete açılmasını şiddetle arzular. Gün gelip açılacağından da şüphemiz yoktur! Üstadın tabiriyle "bekleyin biraz daha rahmet yağsın sel yakındır".Bekliyoruz ,sabırla pekçok şeyi dişlerimizi sıkarak beklediğimiz gibi bunu da bekliyoruz. Ayasofya bize atamız,ceddimiz Fatih'in emaneti. Fatihin Ayasofya vakfiyesinin metninde geçen şartlar göz önünde bulundurulduğunda emanetten de öte boynumuza vebal,zorunluluk,olmazsa olmaz! İlla ki açılmalıdır. Mahşerde ulu ceddimiz Fatihin yüzüne bakacaksak Ayasofyayı açıp bu vebalden kurtulmamız gerekmektedir. Ayasofya'nın bu hali binbir güçlükle Konstantiniyye'yi İstanbula çevirmek için, şehit olanların,yara alanların,surlara tırmananların,gemileri omuzlayanların,kılıç sallayanların emanetine ihanettir!


  3.  

    Orhan Okay'ın Üstadla alakalı eserinde hakkında yapılan tenkidden biri de Üstad'ın tekrarlayıcı yanının çok olduğuydu. Şu yazıda benzerlik hayli fazla;

     

    Bize, kuru akıllar değil, ulvi divaneler lazım.... hani ya?

     

    Bize, deftere bakıp mantık hesabı çıkaranlar değil, kör defteri ve bön mantığı bir toplayışta dürüp üstün sezişe yapışanlar lazım.... hani ya?

     

    Bize, babasından meccanen devşirdiği iman ruhunu kilitli dolabında ekşitenler ve kokutanlar değil, onu her an ocak üzerinde tutan ve fıkır fıkır kaynatanlar lazım... hani ya?

     

    Bize mafsal yerlerindeki maddi alışkanlıkla kıbleye dönüp, Allah'ın huzurunda iskelet kıvamı halinde duranlar değil, ruh şahlanışı içinde dizilenler lazım.... hani ya?

     

    Bize islam ölçülerinin kerrat cetveli ezbercileri değil, aşk habercileri, rahmet müjdecileri ve sırasında kahır bildiricileri, savaş naracıları lazım..... hani ya?

     

    Bize, ebediliği feda edip, bir kaç yıllık pis ömrü elde tutan açık göz hasisler değil, fani hayatı topyekün gözden çıkarıp, sonsuzluğu arayan gözleri cömertler lazım.... hani ya?

     

    Bize, kötülüğü derece derece eli dili ve kalbiyle önlemek emrine karşı, işi kalbe bırakanlar değil, dili bile az görenler ve elden başka hiç bir çareye inanmayan, güvenmeyenler lazım.... hani ya?

     

    Bize, içi boş ve cilası dökük konserve kutuları halinde marka müslümanları değil, 'nar-ı beyza' gibi, içine düşen ve içine düştüğü her şeyi kendisine çeviren, keyfiyet müminleri lazım.... hani ya?

     

    Biz, bonmarşe arslanının gerçek arslana benzediği kadar müslümanız!

     

    11 ARALIK 1966

     

    http://Bize, kuru akıllar değil, ulvi divaneler lazım.... hani ya?

     

    Bence Üstad yazının önemine binaen bu yazıyı ilerleyen yıllarda tekrar neşretmiştir. Yazı zaten aynı sadece farklı kelimeler kullanılmış. Şimdi bile yazılsa yine müslümanlara hitap etmiyor mu? Her harfi yine geçerliliğini koruyor. Üstadın çok önemli yazılarındandır. Çerçeve 4 te "Hani Ya" adlı bu yazısını çok beğenirim.

     

    Bu bir tekrar değildir bence. Tekrar ne diye sorarsanız aynı kitap içerisinde aynı mevzuyu 3-4 kere kitaplarında okuduğum Yavuz Bahadıroğlu'nun yaptığı tekrardır. aynı kitapta tekrar tekrar aynı şeyleri okumak.


  4. Ulu Hakan İkinci Abdülhamid Han Hazretleri İslama,müslümanlara,milletine aşık ve onlara hizmet aşkıyla dolu bir insandı. Ulu Hakan'ın 100 küsür sene önce mücadele ettiği ve önüne geçmeye çalıştığı musibetler şu anda ülkemizi ve İslam alemini etki altında tutmaktadır. Siyonizmin emellerini sezmiş ve onların filistinde çiftlik arazisi kadar bir toprak parçasına Osmanlının bütün dış borçlarını silme teklifini reddetmiştir. Irak,Suriye ve Güneydoğu'nun ta o zamanda petrol ve maden haritasını çıkartmıştır. Sultan Abdülhamid'in dehası karşısında onun düşmanları bile ceketlerini ilikleyip saygı duruşuna geçerlerken onların bizdeki taklitçileri ve Üstadın tabiriyle kavanozun camını yalayıp reçel yeme iddiasındaki güruh hiç utanmadan koca sultana iftira atıyorlar ya "yazıklar olsun" dememek elde değil!


  5. Çile adlı Üstadın çok önem verdiği ve hatta kitabına da ad olan şiirinden başka bir mısra daha var ki yine Üstadın maharetini ve derin tasavvufi bilgisini gözler önüne sermekte.

     

    Ben ki, toz kanatlı bir kelebeğim,

    Minicik gövdeme yüklü Kafdağı,

    Bir zerreciğim ki, Arş'a gebeyim,

    Dev sancılarımın budur kaynağı!

     

    Burada Üstad "Bir zerreciğim ki, Arş'a gebeyim" derken Allahu Teala'nın yaratmış olduğu en küçük mahlukla(zerrecik tabirini atom ya da proton,nötron,elektron,nebüloz,vs,... en küçük yapıtaşı olarak anlamalıyız), yaratılmış en büyük mahluk olan Arş'ı bir mısrada üst düzey bir ustalıkla bir araya getirmiştir. Akıl yakıcı bir kıyas. En büyük ve en küçük mahluk bir mısrada! Muteber tefsirlerde geçen şekliyle dünyayı 7 kat sema çevrelemiştir. Bu 7 katlı semaya sahip dünyayı "kürsi" ihata etmektedir. Her katı arasın 500 senelik yol olan bu 7 tabakalı dünyanın kürsiye göre büyüklüğü uçsuz bucaksız bir sahrayı kebirde halka kadardır. Aynı şekilde bu kürsiyi de "Arş" ihata etmektedir ve kürsinin de arşa göre büyüklüğü uçsuz bucaksız bir sahrayı kebirde halka kadardır. Şimdi Üstad bu bilgilere sahip ki şiirinde bunu kullanabiliyor. Zaten Üstadın tasavvufi altyapısının izlerini şiirlerinde görmek mümkündür. Bu ısrayı ben bu şekilde değerlendiriyorum. Tabi şiir yoruma açıktır herkesin okuyuşu aynıdır ama anladığı farklı olabilir.

     

    Sonuç olarak Üstadın kendisini en küçük mahluk yerine koyup, beklentisini ise en büyük mahluğa benzetmesi ve "dev sancılarımın budur kaynağı" diyerek çektiği ızdırabı,çileyi,sıkıntıyı bu şekilde bize aktarması hem yaşadığı buhranın izlerini taşımakla birlikte hem de uğruna bir ömür tükettiği davasının çapını izah noktasında son derece kıymetlidir.


  6. Güzel bir başlık. Ben de sual makamında, "Bendedir" şiirindeki şu kıta ile devam edeyim.

     

    Ne azap, ne sitem bu yalnızlıktan,

    Kime ne, aşılmaz duvar bendedir,

    Süslenmiş gemiler geçse açıktan,

    Sanırım gittiği diyar bendedir.

    ...

     

    Neden süslenmiş gemiler?

     

    bu sualin cevabı bende yok mütereddid kardeşim. bilemiyorum üstad burada neyi düşündü neyi kastetti de yazdı. Malumunuzdur ki Üstadın tabiriyle "şiir,üstün idraktir" bu sebeple belli satırları anlamak için de zannımca üstün idrakli olmak lazım diye düşünüyorum. bu mısraların manaları beni aşıyor, fikri olan varsa ve yazarsa memnun oluruz.


  7. Üstadımız Necip Fazıl Kısakürek'in şiirde yeteneği tartışma götürmez bir hakikattir. O edebiyatımızın "Sultanuş Şuera"sıdır (Şairler Sultanı). Hal böyle olunca Üstadın bazı mısralarını okurken dikkatimi, ince ayrıntılar ve satır aralarına saklanmış manalar çekmektedir. Bu başlık altında bu tür mısraları az da olsa bizim için ifade ettiği anlamları da izah ederek paylaşalım istiyorum.

     

    Açılışı da ben yapmak istiyorum;

     

    Nizam köpürüyor,med vakti deniz;

    Nizam köpürüyor, ta çenemde su.

    (Çile adlı şiirden)

     

    Bu mısralar bana kıyamet ve mahşerden sahneler sunmakta. Nizam düzen demek, düzenin köpürmesi ile sanki kıyamet anında yerle bir olan kainata bir atıf var gibi. Ve peşinden "ta çenemde su" ifadesi de hep aklıma mahşerde insanların günahları nispetinde terler içerisinde bekleyeceğini anımsatmakta. Malumunuzdur ki kimileri ayak bileğine,kimileri diz kapağına, kimileri bel hizasına,kimileri göğsüne ve kimileri de boğazına kadar ter içerisinde bekleyeceği beyan olunmaktadır.(Allah bize ölümü,sorgu suali,kabri,haşrı,mahşeri,hesabı kolay eylesin inşallah.)

    • Like 3

  8. Nuh Tufanı çok enteresan bir olay ve içinde bizler için büyük hikmetler mevcut. Nuh as ın duası kabul edilmiş ve Allahu Tealaya iman etmeyen herkes bu tufanda boğulmuştur. Her peygamberin kabul edilmiş bir duası vardır. Musa as dua etmiş karun hazineleriyle birlikte toprağa gömülmüştür. İsa as dua etmiştir mahşerde Peygamber Efendimiz sav in ümmetinden olabilmek için ve Cenabı Hak kıyamete yakın onu yeryüzüne gönderecektir ve İsa as ın mahşerde 2 özelliği olacak. hem kendi ümmetinin başında peygamber hem de Peygamber efendimiz sav in ümmetinden bir fert olacak. Peygaber Efendimiz sav de duasını mahşerde ümmeti için şefaat olarak kullanacak inşallah.

     

    Nuh as kendi oğlu için dua buyurduğunda cenabı Hak "o senin ehlinden değil" diye buyurmuştur. yani iman etmeyen oğlunu onun ailesinden saymamıştır Allahu Teala. Keza karısı da tufanda boğulmuştur. Ve insanlık Hz. Nuh as ın 3 oğlundan yeniden çoğalmıştır. Ham,Sam ve Yafes. Türkler Yafesin soyundandır.

     

    Aşure pişirme geleneğinde de Hz. Nuh as ın gemiden inişine atıfta bulunma mevcuttur. Hz. Nuh beraberindekilerle yemek pişirmiş ve o yemeği bulunan malzemelerden atarak yapmıştır.

     

    Oğlu Kenanı gemiye davet ettiğinde benim 170 metre boyum var şu tepenin üzerine çıktığımda hiçbir su bana etki etmez diyerek gemiye binmeyi reddetmiş ve neticede tufanda helak olmuştur.

     

    Nuh tufanı denilince Üstadın "aynalar yolumu kesti" adlı şiirindeki "Olur mu dünyay indirsem kepenk, Gözyaşı döksem Nuh Tufanına denk" mısralarının geldiğini de beyan etmek isterim.

     

    Barış Akarsu değerlendirmesi de bu konunun altında tuhaf kaçmış.


  9. BEN OSMANLIYIM

     

     

    Dinle evlat, sana bir çift söyleyecek sözüm var.

    Beni bilmek ister isen, Hakk'a bağlı özüm var

    Neslim bana bühtan etmiş, yüreğimde sızım var

     

    Bu sayfalar tanır beni, ha bu kitaplar tanır.

    Şanlı tarih dile gelse, bütün dünya utanır.

     

    İlim, irfan, medeniyet yaymak için büyüdüm.

    Kuru kavga için değil, hizmet için yürüdüm.

    Bir küçücük beylik idim, üç kıtayı bürüdüm.

     

    Bu tepeler tanır beni, ha bu ufuklar tanır.

    Şarktan güneş doğduğunda, gölgem garba uzanır.

     

    Mazlumların gözyaşlarını şefkat ile silmişim.

    Vatan, namus, din ve devlet kıymeti bilmişim

    Irzıma göz dikenlerin haklarından gelmişim.

     

    Bu hisarlar tanır beni, ha bu kal'alar tanır.

    Nal sesimi işitenler, kıyamet koptu sanır!

     

     

     

    Hanefi SÖZTUTAN

     

    güzel şiir, Osmanlıyız elbet, her ne kadar layık olmasak da şanlı ceddimiz Osmanlının torunlarıyız. Her ne kadar 90 yıldır sistematik olarak ceddine düşman nesiller oluşturulmaya çalışılsa bu hakikati gönüllerimizden silemeyecekler. Osmanlıyız, osmanlıyı seviyoruz ve osmanlıya özlem duyuyoruz...


  10. Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in Adnan Menderes ile alakalı müthiş çabası bu eserde görülmektedir. 1960 ihtilalinden önce gidişatı kestiren ve defalarca Adnan Menderesi bu konuda uyarmaya çalışan Üstad maalesef ki öngörülerinde haklı çıkmıştır. O yılların siyasi havasını ve yaşananları yakın plandan okuyup,öğrenmek isteyenler için bu ay ki kitap güzel bir fırsat sunmakta. Diğer aylarda ki kitaplara nazaran "Benim Gözümde Menderes" in biraz daha hacimli olması gözümüzü korkutmasın, malum Üstadın akıcı üslubuyla kanaatimce kısa sürede okunacaktır.


  11. Çocukları ve gençleri hedef alan subliminal mesajlar (bilinçaltı mesaj), cinsellik ve tüketim düşkünü nesiller yetişmesine neden oluyor.

     

    Subliminal mesajlar konusunda bir çok seminer veren, yazılar yazan eğitimci-yazar Rabia Gülcan Kardaş, AA muhabirine yaptığı açıklamada, subliminal mesajı, bilinçaltını hedef alan dolayısıyla bilinçli olarak fark edilemeyen her türlü içerik ve reklam olarak tanımladı.

    Kardaş, kitlelere üstü kapalı olarak verilen mesajların doğru-yanlış, ahlaklı-ahlaksız sorgulamalarına takılmadan hedef kitleye ulaştığını söyledi.

    Subliminal mesajların uzmanlar tarafından dahi zor fark edildiğini kaydeden Kardaş, ''Sıradan bir televizyon izleyicisiyseniz bu mesajları fark etmeniz imkansız derecesinde zor. 'Fark edilmemek', çünkü amaç bu'' dedi.

    Çizgi film, reklam ve sinema filmlerine subliminal mesaj yerleştirmenin maliyetinin çok düşük olduğunu aktaran Kardaş, oyuncaklarda bile bu yöntemin kullanılabildiğine dikkati çekti.

    Kardaş, mesajların kodlanma aşamasında insan zihninin zafiyetlerinden yararlanıldığına vurgu yaparak, şu tespitlerde bulundu:

    ''İnsan zihnini kabaca bilinç ve bilinçaltı diye ikiye ayırabiliriz. Bilinçaltı, zihnimizin mutfağı yahut bir bahçenin toprağının altındaki kısmı gibidir. Tam anlamıyla oraya ne ekerseniz onu biçersiniz. Zihin yapımızın bilinçaltı dediğimiz kısmı 2 arketip konusunda çok hassas. Bunlar; doğum ve ölüm. Dünyanın neresinde olursa olsun, her insan için bu kodlar aynıdır. Günlük yaşamda karşılaştığımız her türlü veri subliminal eşik dediğimiz bir tür süzgeçten geçer. Fakat doğum ve ölüm temalı gönderimler bilinçaltında VIP gibi karşılanıyor. Subliminal eşik devre dışı kalıyor. Bilinçaltının insanı hayatta tutmak gibi bir görevi vardır. Fakat bunu yaparken sorgulamaz. Doğum demek cinsellik demek. Dolayısıyla cinsellikle ilgili hemen her şey insan zihni tarafından daha çekici bulunacaktır. Vermek istediğiniz mesajı cinsellikle sunarsanız, bilinçaltı o mesaja karşı kayıtsız kalamaz.''

    -En büyük risk, uzun süre televizyon izleyenlerde ve çocuklarda-

    Kardaş, subliminal mesajların birçok medya aracıyla yayıldığına vurgu yaparak, risk altındaki en büyük grubun uzun süre televizyon izleyenler olduğunu belirtti.

    ''Günde en az 4-5 saat televizyon seyreden, seyrederken de bilincini kapatan 7'den 70'e hazır bir kitle var. Bu kitle bilinçaltı göndermeler yaparak insanı etkilemek isteyen birileri için bulunmaz bir hedef'' diyen Kardaş, mesajların çoğunlukla bilinçaltı reklamcılık alanında çalışanlar tarafından fark edilebildiğini anlattı.

    Klasik metotlarla insanları yönlendirmenin zaman ve kaynak gerektirdiğini aktaran Kardaş, subliminal mesajların bu işlevi yerine getiren en önemli yol olduğunu söyledi.

    Kardaş, subliminal mesajların hedefindeki asıl kitlenin çocuklar ve gençler olduğunu belirterek, 40 yaşındaki bir insanın ahlaki değerlerini ve düşüncelerini değiştirmenin zorluğuna işaret etti.

    Mesajları kodlayanların, çocukları ''kolay lokma'' olarak gördüğünü söyleyen Kardaş, gelecek nesillerin büyük tehlike altında olduğunu vurguladı.

    -Mesajlarda en çok cinsel ögeler ve masonik işaretler kullanılıyor-

    Kardaş, mesajların iletilme sürecinin farklı aşamalardan oluştuğunu belirterek, cinselliğin zaman zaman içerik, zaman zaman da içeriği aktarmada anahtar rol oynadığını kaydetti.

    Subliminal mesajların reklamlarda sıkça kullanılması konusunda, ''Pazarlamada meşhur bir deyim vardır, 'Seks sattırır' diye. Cinsel içeriği görünür ya da ilk anda fark edilmeyen, subliminal olarak reklama yerleştirdiğinizde kişi, oradaki imaja çok daha kolay inanmış oluyor'' ifadelerini kullanan Kardaş, cinsellik yoluyla kişinin doğrudan etki alanına göndermeler yapıldığını belirtti.

    Kardaş, masonik sembollerin cinsellik temalı mesajların arkasına saklanarak iletildiğine dikkati çekerek, ailelere şu tavsiyelerde bulundu:

    ''Bu konuda bilinçlenmek, eğitim almak, sorunun ne kadar önemli olduğunun farkına varmak ilk adım bence. Bu konuda eğitim herkes için mümkün olmayabilir. Fakat şunu herkes yapabilir; Televizyon izlerken de mümkün mertebe bilinci açık tutmaya çalışmak. Bunun için çocuklarla beraber televizyon seyretmek, o esnada izlenen görüntü üzerinde konuşmak yani bir farkındalık kazandırmak önemlidir. Bir çizgi sinemada iki yetişkin erkek karakter tamamen soyunarak denize atlıyorlardı. Bunu çocuk tek başına izlerken o davranışı sıradan, normal gibi kaydedebilir zihnine. Aileyle izliyorsa ailenin o anda kanalı değiştirmesi yahut sakince açıklamalar yapması önlemlerden biridir.''

    Kardaş ayrıca, subliminal mesajların doğru amaçlarla kullanılabileceğini, fakat bu meselenin etik bir yanı olduğunu belirtti. Bilinçaltı mesajların iyi amaçla kullanılmasının da insana müdahale olduğunu ifade eden Kardaş, özellikle yurt dışından gelen çizgi film ve sinema filmlerinin daha dikkatli incelenmesi gerektiğini söyledi.

    -İlk kez 1957'de kullanıldı-

    İnsanın sorgulama mekanizmasını aşan subliminal mesajlar, alınması istenen bilgilerin doğrudan insan zihnine ulaşmasını sağlıyor. Subliminal mesajların ilk defa 1957'de kullanıldığı biliniyor. Sinemada 25. kare tekniği olarak kullanılmaya başlanan subliminal mesajların ilk amacı reklam yoluyla satışları artırmak olsa da bu teknik daha sonraları ideolojik mesajların aktarılması için sıkça kullanıldı.

    http://www.haber7.com/televizyon/haber/947388-cizgi-filmlerdeki-gizli-tehlikeye-dikkat


  12. Bence değil;

     

    İbni Teymiye gibi son derece tartışmalı birisi için ve hakkında Abdülhakim arvasi hazretleri gibi büyük zatların küfr üzere öldüğü beyanı varken ben ne olursa olsun tutup da İbni Teymiye kuyusuna dalış yapmam. Bunun adı ister dar görüşlülük olsun, ister peşin hükümlülük olsun,vs,... farketmez. Çünkü hüküm ehli sünnet yolunun yolcuları tarafından verilmiş gerisi çok da mühim değil.

     

    Ben sizin yerinizde olsam "niye ibni teymiye?" sorusunu sorardım. İslam tarihinde o kadar abidevi şahıs varken neden ibni teymiye? Derinlik kazanılacaksa o zaman İmamı Azamı araştıralım, beyninin her zerresi bir güneş olan müceddidi elfi sani İmamı Rabbaniyi araştıralım, hayatı boyunca yazmış olduğu sayfa sayısı yaşadığı güne bölününce günlük 18 sayfa kitap yazma ortalamasına sahip huccetül İslam İmam Gazaliyi araştıralım, Şeyhi ekber Muhyiddini arabi (k.s.) u araştıralım, gönüller sultanı muhammed bahaeddin nakşibend hazretlerini araştıralım, cüneydi bağdadileri, süfyanı sevrileri, hasan basrileri, ibrahim ethemleri, ubeydullah ahrarları, mazharu canı cananları, yakup çerhileri, mevlanaları,sadreddini konevileri,vs,...... araştıralım. Bunları araştıralım da o zaman görelim dünyanın kaç buudunun olduğunu...

     

    Şu da var ibni teymiye okunsun ondan da öğreneceklerimiz var fikri ne kadar sakat bir fikirdir. Bu adamla haşır neşir olunca doğruyu yanlışı ayırt edebilecek seviyede ilme sahip miyiz? Ya bu adamın zehirli düşüncelerinden biri kalbimize saplanır da Allah muhafaza itikadımızı zedelerse. Ya o kadar da olur mu, biz bilmez miyiz doğruyu yanlışı deme cesaretini insan kendinde nasıl bulacak? Ne adamlar ne mertebelerden dönüp imansız son nefeslerini verdiler. İşte Salebe işte Belam bin Baura, işte Bersüse neyimize güvenip dibi görünmeyen kör kuyuya ineceğiz? deli cesareti bence...

     

    Mustafa Kazankaya da cemaleddin efganiden bahsederken; evi olmadı,eşi olmadı,aşı olmadı,çocuğu olmadı,ne sıcak bir çorba içti vs tabirinden ajitasyon yaparak sözde efganiyi şirin gösterme çabasına girmekte. hamidullah nasıl yaşadı zerrece umrumda değil ki kendisinin tescilli din tahripçisi olması bunların hepsini "0" la çarpar. Bir insan alnını secdeye çivilesin lakin itikadı bozuksa kıymeti var mı?

     

    O yüzden bu yaklaşımlar bence hiç doğru değil ve son derece tehlikeli. Konuşmayı yapan marmaralı hoca vazifesinin hakkını iyi veriyor anlaşılan.

     

    Allah şerlerinden emin eylesin...


  13. DİN TAHRİPÇİLERİ

     

    Kurban vesilesiyle, bazı Tv.kanallarında düzenlenen programlarda ve açık oturumlarda arzı-endam ederek ahkâm kesen kimi reformist ilâhiyatçıları izledik. Üzülerek, hatta dehşete kapılarak izlediğimiz Prof. etiketli bu sapık hocalar; İslâm'ın şiarından olan kurban kesmeyi lüzumsuz gördüklerini fütursuzca açıklamışlardır.

     

    Zekeriya Beyaz, Y.Nuri Öztürk ve benzeri dini tâmir iddiasındaki din tahripçileri; bilinen misyonları gereği kurban kesmenin, kan akıtmanın gerekli olmadığını, bunun hayvana işkence ve katli-âm olduğunu belirterek, 10 çift ayakkabı alıp fakirlere dağıtmanın daha iyi olacağını ileri sürmüşlerdir.

     

    Yıllardır Müslümanların kafasını bulandırmaya ve İslâmiyeti kuşa çevirmeye çalışan bu reformcular; kalp ve ruh temizliğini vurgulayarak, ibadetleri şekilcilik ve gösteriş saymakta, hatta gereksiz görmektedirler.

     

    En çok üzüldüğüm ve kınadığım bir husus var ki, bu sapık ve sapkın hocalar; milletin gözünün içine baka baka, Müslümanlara hakaret etmekte ve "Bu din anlayışının İslam dünyasını geri bıraktığını, bilim ve düşünce alanında ilerleme sağlanamadığını, hiçbir ilim adamı yetişmediğini, Müslümanların süründüğünü" iddia etmektedirler.

     

    Bu tip hezeyanlar, yabancı müsteşriklerin hatta Hıristiyan misyonerlerin dahî yeltenmediği ve namuslu hiçbir araştırmacının kabul etmeyeceği saçmalıklardır. Müslümanların yardımlarıyla inşa edilmiş okullarda okuyarak, Müslümanların nan-ü nîmetiyle yetişmiş bu kişiler, sanki kaleyi içeriden fethetmek üzere, dini içeriden yıkmaya çalışıyorlar.

     

    İslam Enstitüsü hocalarından, Kur'an-ı kerim meâli ve Sahih-i Müslim tercümesi sahibi merhum Ahmet Davudoğlu hocanın yazdığı "Dini tamir davasında DİN TAHRİPÇİLERİ" isimli kitapta bu reformcuların maksatları ve yaptıkları tahribat geniş anlatılmaktadır.

     

    Merhum Davudoğlu, söz konusu kitabında özetlediği üzere: Kur'an'dan başka kaynak kabul etmeyen, sünneti reddeden bu müçtehit taslakları, Kur'an-ı Kerimi kafalarına göre yorumlayarak, dinimizin hükümlerini budayıp kuşa çevirmekte, birçok ibadeti inkâr etmektedirler.

     

    Çok şükür ki, Müslümanlar uyanıp şuurlanmış olduklarından, bunların hezeyanlarına kanmamakta ve zehirli beyanlarını yutmamaktadırlar. Nitekim milyonlarca Müslüman, ibadet ve ittika ruhu içinde kurbanını kesmiş, kardeşçe kucaklaşarak bayramını yapmıştır.

     

    Müslümanların içinden de her devirde sapık görüşlü kişiler maalesef çıkmıştır. Bu kişiler din düşmanları tarafından süslenip, bayraklaştırılmış, yüceltilmiş ve kullanılmak için her yol denenmiştir. Belli Televizyon ve Radyo kanallarında bilerek veya bilmeyerek programa davet edilerek konuşturulmaları boşuna ve rastgele değildir.

     

    Ülkemizdeki ve diğer İslâm dünyasındaki reformcu akımın ve mezhepsizlik cereyanının önderlerinden olan, hatta idol kabul edilen Cemâleddin Efgânî'den söz etmek istiyorum. Efgânî'yi iyice anlarsak, onun yolundakilerin de kim oldukları daha iyi anlaşılacaktır.

     

    Efgânî 1838 de İran'ın Esedâbâd şehrinde bir Şiî ailenin çocuğu olarak doğmuş, Şiî medreselerinde eğitim görmüş, daha sonra Afganistan'a gitmiştir. Ancak burası bir Sünnî ülkesi olduğu için kendisini Seyyid Rumî (Anadolulu Seyyid) olarak tanıtmıştır. Burada sömürgeci İngilizlere karşı savaşan Afganların aralarına düşmanlık körükleyerek, İngilizlerin işini kolaylaştırmıştır.

     

    Efgânî 1869 da İstanbul'a gelmiş ve kendisini Afganistanlı olarak tanıtmıştır. Dârülfünûn'un açılışında yaptığı konuşmada, "elin sanatının demircilik, oymacılık; dilin sanatının edebî yazı ve sözler gibi her âzânın bir sanatı, ruhun sanatının da (hâşâ) peygamberlik olduğunu" ileri sürmesi ile küfrüne fetva verilmesi üzerine İstanbul'u terk etmek zorunda kalmıştır.

     

    Daha sonra Mısır'da bir Yahudi mahallesinde ikamet etmiş, Câmiü'l Ezher'de Allah'ı inkâr eden konuşmaları yüzünden dövülerek oradan kovulmuştur. Ancak tesirli ve çekici konuşmaları ile başta Muhammed Abdüh olmak üzere Ezher'den birçok talebe etrafında toplanmıştır. Bu arada Paris'teki ateist mason locasına da kayıt edilmiştir.

     

    Sultan 11.Abdülhamîd Hân, Efgânî'yi başta İngilizler olmak üzere batılı hükümetlerle tehlikeli temasları ve Müslümanlara verdiği zarara mâni olmak için İstanbul'a davet etmiş, bir köşke yerleştirmiş, her fırsatta iltifat etmiş, fakat sürekli kontrol altında tutmuştur. Bundan sıkılan Efgânî, İngiliz Sefâreti'ne sığınmak isterken son anda vazifeliler tarafından yakalanarak köşküne gönderilmiştir.

     

    Her fırsatta talebelerine çok sigara içmeyi tavsiye eden Efgânî, "batılıların çok sigara içtikleri için kafalarının çok çalıştığını ve ülkelerini kalkındırdığını" anlatırdı. Kendisi de 1897 de fazla sigaradan mütevellid çene kanserinden ölmüştür.

     

    http://www.habervaktim.com/yazar/din-tahripcileri-55528.html

    • Like 1

  14. Unuttuğumuz ve bize programlı olarak unutturulan değerlerimizi ve bu değerlerimizin yerine oturtulmaya çalışılan cumhuriyet fikrine karşı Faruk Köse başyapıt çapında bir yazı kaleme almış. Allahu Teala kendisinden razı olsun!

     

     

    Cumhuriyet neyin üzerine kuruldu?

     

    Bugün 29 Ekim. "Cumhuriyet"in kuruluş yıldönümü. Nice nutuklar atılacak yine; "ebediyete kadar..." türünden. 89. kez Bayram olarak kutlanacak. Sanki Cumhuriyet'ten önce ezanlar okunmuyormuş gibi, millet "aptal" yerine konacak; "Cumhuriyet sayesinde..." diye başlanacak, "ezanlarımızın okunması, camilerimizin açık olması" buna bağlanacak. Nitekim Milli Savunma eski Bakanı Vecdi Gönül, "Allah cumhuriyeti kuranlardan razı olsun" diye dua ediyor. Başbakan, gazetelere tam sayfa ilan vererek, Kurban Bayramı'nın yanına Cumhuriyet Bayramı'nı da koyup "Milletimizin çifte bayramı kutlu olsun" diyor.

    Ama acaba, "bayram" ilan edilen Cumhuriyet neyin üzerine kuruldu? Küçük bir tarihi kesit alalım bakalım, Cumhuriyet'in altında neler kalmış.

    Cumhuriyet, yıkılan Hilafet'in, hayattan uzaklaştırılan İslam'ın, hükümleri reddedilen Kur'an'ın üzerine kuruldu. Kendi halkını düşman ilan eden, halkının dinini-imanını kökünden kazımaya yeltenen, "Allah'a isyan"ı esas alan, "ilahi hükümlerin yeryüzünü yönetmesi"ne karşı çıkan bir anlayış üzerine kuruldu.

    Cumhuriyet kurulunca Kur'an yasaklandı, Kur'an nüshaları yırtıldı, yakıldı; Kur'an öğrenmek suç sayıldı. Mahalle aralarında gizli gizli açılan Kur'an kursları, jandarma baskınlarına uğradı, Kur'an öğretenler aşağılanarak cezalandırıldı. Ezan Türkçeleştirildi. Camiler satıldı, yıkıldı, amacı dışında kullanıldı, kapatıldı. Mezarlıklara varıncaya kadar vakıf varlıkları talan edildi. Sosyal, siyasal, hukuki, iktisadi, idari, tedrisi vb. hayatın her alanından sökülüp atılan İslam, bireyin vicdanına hapsedildi. Rejimin İslam'ı iptal eden uygulamalarıyla da yetinilmedi, İslam'da reform yapılmak istendi. Hülâsa Cumhuriyet, "İslam düşmanlığı" üzerine kuruldu.

    Cumhuriyet, tam bir "militarist diktatörlük"le kuruldu; Hilafet ilga edildikten sonra birbirini kovalayan devrimlerle biçimlendirildi. Devrimlerin esas hedefi, sosyal, siyasal, hukuki ve iktisadi hayatın yanında, ferdi hayatı, şahsi davranış, yaşayış ve hissiyatı, iman ve ibadet esaslarını da "din dışı"na çıkarmaktı. Tam anlamıyla "devlet terörü" estirildi. Bu da İstiklal Mahkemeleri eliyle yapıldı "Toplumun İslam'dan uzaklaştırılması"na itiraz edenler, "İstiklal Mahkemeleri" adındaki "mezalim mahkemeleri"nde "hukukçu olmayan üyeler" tarafından usulen yargılandı ve "sanığın idamına, şahitlerin bilahare dinlenmesine" diye başlayan kararlarla idam edildi; idam yoksa da mutlaka cezalandırıldı. Baba-oğul birlikte tutuklanmışsa, önce babanın gözü önünde oğul asıldı, sonra baba idam edildi. Böylece Cumhuriyet, İstiklal Mahkemelerinde katledilen 500 bin müslümanın canları ve kanları üzerine; hapisler, işkenceler, suikastler, fail-i meçhul cinayetler, yargısız infazlar, ideolojik dayatmalar, ırkçı baskılar, zalimce yasaklar, vakıf varlıklarının talanı vb. üzerine kuruldu.

    Cumhuriyet, Anadolu mozaiğinin birleştirici unsuru olan İslam'ı ve İslam'a dayanan her fikri düşman saydı. "Kemalist ideoloji"ye dayalı katı, otoriter bir "merkeziyetçilik"i esas alan şiddetli ve kanlı bir baskı rejimi kuruldu. Osmanlı Saltanatı kaldırıldı, ama tam bir "militarist-bürokratik-oligarşik tek adam monarşisine dayalı saltanat" kuruldu. Yeni saltanatın idarecileri babadan oğula geçmiyordu, ama "tek bir ideoloji"den beslenmek zorundaydı. Bu yeni tür bir monarşiydi. Yeni saltanat, "Kemalist Saltanat" idi. Yani Cumhuriyet, "cumhur"a dayanmadan, "cumhur"un değer yargılarına bağlı olmaksızın kuruldu. O günün elde kalmış tek organize ve aynı zamanda silahlı gücü olan M. Kemal'in emrindeki ordu gücüyle "otoriter bir yönetim" kurulup, adına "Cumhuriyet" dendi.

    Cumhuriyet, "cumhur"un İslami ve etnik kimliklerini inkâr üzerine kuruldu. Toplumun inanç, kimlik ve kişilik değerlerine düşmanlık üzerine inşa edildi. Elit tabaka yükseltilirken, cumhur sürekli aşağılandı, baskılandı, sömürüldü, ezildi, horlandı, cahil bırakıldı. Bırakın toplumsal hayatı, bireysel hayat bile bütün ayrıntılarıyla dizayn edildi; adeta topluma ve bireye nasıl inanacakları, nasıl ibadet edecekleri, nasıl yaşayacakları, nasıl düşünecekleri, nasıl konuşacakları, nasıl giyinecekleri, nasıl yiyip-içecekleri vb. empoze edildi. Cumhuriyet'in militarist-oligarşik-bürokratik saltanatı, birey ve toplum için adeta kader yazmaya yeltendi.

    Cumhuriyet, halkın "dini inançlar"ını bile "resmi ideoloji"ye uygun hale getirmeye çalıştı. İslam'ı "seküler mantık"la yorumladı, "Laik-İslam anlayışı"nı dikte etti. Toplumun "yerli kültür ve gelenekler"ini ve "toplumsal değerler"i cebren, Batı'nın "Seküler-Laik normlar"ına uygun hale dönüştürdü. Toplumsal yapıyı teşkil edenlerden Türk unsurunu dönüştürürken, Kürtleri ve diğer toplumsal unsurları yok saydı, baskı altına aldı, "asimile" etmeye kalkıştı. Böylece, "bugünkü terör sorununu üreten sebepler zinciri"ni inşa etti.

    Ve araştırın, daha niceleri...

    Bugün Cumhuriyet Bayramı, ama -mesela- başörtüsü hâlâ yasak!

    Hadi şimdi, "Cumhuriyet Bayramı"nız kutlu olsun! Kutlayabiliyorsanız...

     

    Faruk Köse

     

    http://www.habervaktim.com/yazar/cumhuriyet-neyin-uzerine-kuruldu-55459.html

    • Like 3

  15. Hamidullah ismi malumunuzdur ki bizim için "din tahripçileri" kategorisinde bulunmaktadır. Hatta Üstad kendisi için "Baidullah" tabirini uygun görmüştür. Yazıyı okudum ve okuyup anladığım kadarıyla yazıda bir falso göremedim. Güzel izahatlar da var ancak bu Hamidullahın "Baidullah" olduğu gerçeğini değiştirmez. Günümüzün popüler reformistleri de televizyonlarda çoğu zaman doğruları söylüyorlar ancak ara ara zehirli düşüncelerini takipçilerine sinsi sinsi zerketmektedirler.

     

    Şeytan bile yeri gelmiş doğruyu söylemiştir. Hz. Ebu Hureyre ra zekat mallarının başında beklerken şeytanı, insan kılığında bir kaç kere yakalamış ve serbest bırakmıştır. En son 3. yakalayışında artık seni Rasulullah sav e götüreceğim deyince şeytan beni bırakırsan sana çok önemli bir bilgi veririm demiş ve "Ayetel Kürsi" nin faziletlerini Ebu Hureyre ra a anlatmıştır. Mevzuyu merak eden araştırabilir.

     

    Netice olarak Hamidullahın bu yazısı fena değil ama resmin tamamına baktığımızda karşımıza çıkan "Baidullah" manzarasını gördüğümüz gerçeğini de belirtmek boynumuzun borcudur.

     

    Hamidullah hakkında detaylı bilgi için;

     

    http://www.n-f-k.com/nfkforum/index.php?/topic/1361-hamidullah-baidullah/


  16.  

    "Platon'u severim ama gerçeği daha çok severim." sözünü anımsattı.

     

    madem başlığın adı "düşündürücü sözler" biz de başlığa uygun olarak yazılan üzerinde biraz düşünelim. "Platonu severim ama gerçeği daha çok severim" sözü kimin sözü bilmiyorum. sayın idrak sizin de bu sözü benimseyerek veya benimsemeyerek yazdığınızı da bilmiyorum ancak farzedelim ki bir müslüman bu sözü içinden gelerek, şuurlu olarak zikretti. Platon kim? Üstadın tabiriyle bütün felsefe mekteplerinin öyle ya da böyle bir şekilde sokrat,platon,aristo üçlüsünden birine dayandığını belirttiği yunan ın 3 önemli filozofundan biri. Önemli bir düşünce adamı buna itiraz yok. Ancak bu adam müslüman değil. Allaha iman etmeyen biri. Bu durumda da yeri cehennem. Bizim birini sevme kıstasımız Peygamber Efendimiz sav in "Kişi sevdiği ile beraberdir" düsturuna uygun olmalı. Yani kısaca müslüman olduğunu bildiğimiz kişilerle alakalı "sevme" hakkımızı kullanmak, hadisi şerif ışığında düşünüldüğünde uzun vadede bizim için isabetli olacaktır.

     

    tamamen ihtimaller üzerine yaptığım bir yorum idrak kardeşim, seni tenzih ediyorum.

     

    Mesela adam ünlü bir sinema yıldızı,ünlü bir şarkıcı,meşhur bir bilimadamı,vs,... ama müslüman değilse ya da müslüman gibi görünüp İslama hıyanet edenlerden biriyse kimse kusura bakmasın "sevme" hakkım şahsım adına bu kadar ucuz değil.

     

    Netice-i kelam; ağzımızdan çıkan sözü iyi tartmamız ve o söz çıkmadan önce iyi düşünmemiz gerekmektedir.


  17. Bu mevzuyla alakalı şöyle bir husus dinlemiştim. Malumunuzdur ki peygamberler de belli ilimlere vakıftılar. Mesela Musa as ilmi ledünü bilmemekteyken Hızır as bu ilme vakıftı.(Bu olayla alakalı menkıbe malumunuzdur). Yusuf as rüya tabir ilmine vakıf olduğundan ötürü yapmış olduğu tabirler oldupu gibi çıkmıştır. Burada İbrahim as için o rüyayı gördüğü zaman bu tabir ilmine vakıf olmadığı ve rüyasını olduğu gibi aldığı beyan edilmiştir. Halbuki bu rüyanın tabirinin ise koç kurban etmek olduğu şeklinde bir menkıbe dinlemiştim, mevzuyla alakalı olduğu için paylaşmak istedim...

    • Like 1

  18. Uzak Doğu'nun kanayan yarası: Patani

    Tayland'ın güneyinde bulunan Malezya sınırındaki Patani'de yaşayan Malaylar, 1200'lü yıllarda Yemen'den gelen Müslüman tüccarlar aracılığıyla İslam'la tanıştı.

    Malay halkının İslamiyeti benimseyip kabul etmesinin ardından Patani Kralı Antira da 1457 yılında Müslüman oldu ve Patani İslam Krallığı'nı ilan etti.

    1700'lü yıllarda Patani İslam Krallığı iç karışıklıklar ve Siyam saldırıları nedeniyle zayıf düşünce, Patani toprakları Budist hakimiyeti altına girdi.

    19. yüzyılda Patani'yi işgal eden İngilizler de 1909 yılında Tayland ile anlaşma yaparak bölgeyi Tayland'a bıraktı.

    Bu dönemden sonra Malay Müslümanları üzerindeki ekonomik, sosyal, kültürel ve dini baskı arttı.

    2004 yılında çıkan gösterilere katılan sivillerin üzerine Tayland askerlerice ateş açıldı. Olaylarda çok sayıda sivil hayatını kaybederken, aynı yıl Krue Se Camisi'nde sivillerin üzerine Tayland askerlerince ateş açılması sonucu da 32 kişi öldü.

    Patani'yi Budist vali yönetiyor

    Bugün bölgede binlerce asker bulunduran ve sürekli bir askeri denetimin olduğu bölgede Tayland yönetiminin, yıllardır süren baskı ve asimilasyonusonucu Malayların anadilleri unuttuğu öğrenildi.

    Müslümanların kurduğu birkaç özel okulda ''Malayca'' yüzeysel öğretilirken, güçlük yaşamda bölge Müslümanların bu dili hiç kullanmadığı, ''Tayca'' konuştuğu belirtiliyor.

    Seçme ve seçilme hakkı da bulunmayan Malay Müslümanlarının yaşadığı ve nüfusunun yaklaşık yüzde 95'i Müslüman olan Patani bölgesi, Tayland'ın atadığı Budist valilerce yönetiliyor.

    Geçmişte bölgede 2 asır hüküm süren Patani İslam Krallığı'nı kurmalarına rağmen Malay Müslümanlarına resmi tarihte de yer verilmiyor.

    Medreseler asırlardır açık

    Patani Müslümanları, kısıtlı imkanlarla kurdukları büyük çoğunluğu ahşap yapılardan oluşan medreselerde çocuklarına İslami ilimleri öğretiyorlar.

    Yaklaşık 1 milyon Müslüman'ın ''yardıma muhtaç'' olduğu bölgedeki tüm zorluklara rağmen varlıklarını sürdüren medreseler hayırseverlerin destekleriyle ayakta kalıyor.

     

    Kaynak: AA

     

    http://www.haber7.com/dunya/haber/944083-uzak-dogunun-kanayan-yarasi-patani


  19. Bunlar böyle samimiyetsiz işte

     

     

    Migros’tan din istismarı

     

     

    Başörtülü eleman çalıştırmayan ve en son başörtülü stand elemanı Nurdan Delibaş’ı depoya kapatan Migros, bayram öncesi kurban kesim ve satışına el atarak din istismarcılığına soyundu.

    Başörtülü olduğu gerekçesiyle Nurdan Deli­baş'ın bir çikolata firmasının tanıtım standın­da çalışmasına izin vermeyen Migros, Müslü­manlara “İslami kurallara göre” kurbanlık ke­simi ve satışı reklama yapması dikkat çeki­yor. “Müslüman mahallesinde salyangoz sat­mak” türünden bir davranış sergileyen Mig­ros'a tepkiler çığ gibi büyürken, Türkiye'de yarım asırdır bulunan İsviçre merkezli firma Türkiye'de Moonlight Capital S.A. ve BC Part­ners isimli İngiliz şirketleri adına faaliyet gös­teriyor. Personelinin başörtülü çalışmasına tahammül etmeyen Migros; konu Müslüman tüketicilerden para kazanmaya gelince herke­se güler yüzlü davranması ikiyüzlülük olarak değerlendirildi.

     

    MİGROS'UN BAŞÖRTÜLÜYÜ DEPOYA KAPATMASI BÜYÜK TEPKİ ÇEKTİ

    Televizyonlara verdiği reklamlarla kurbanlık satışından para kazanmaya çalışan Migros'un Levent Aka­demi Şubesi'nde Nurdan Delibaş'ı Şölen Çikolata'nın ürün tanıtım için gittiği markette başörtülü oldu­ğu gerekçesiyle çalıştırmayarak depoya kapatması haberi özellikle sosyal medyada büyük yankı uyan­dırdı. Cumartesi günü sabah saatlerinde çalışması engellendikten sonra yarım saat depoda tutulduğu­nu ifade eden Nurdan Delibaş, gözyaşları arasında Migros'u terk etmek zorunda kalmıştı. Geçtiğimiz cu­martesi günü yaşanan olaya vatandaşlar ve sivil toplum kuruluşları tepki gösterdi.

     

    CARREFOUR DA BAŞÖRTÜLÜYE YASAK

    Müslümanlardan para kazanan ama Nurdan Delibaş gibi başörtülü vatandaşların çalışmalarına izin ver­meyen Migros'un yanı sıra Carrefour da geçtiğimiz aylarda Elif Demirci isimli bir başörtülünün çalışma­sına izin vermemişti. Kızılay'ın gönüllü çalışanı olan Elif Demirci'nin, Carrefour'un Kozyatağı Şube­si'nin bahçesine kurulan Kızılay çadırında görev yaparken başörtülü olduğu gerekçesiyle engellemeyle karşılaşması büyük tepki çekmişti. STK'ların yanısıra olaya büyük tepki gösteren Türk Kızılayı, başörtü­lü bir Kızılay gönüllüsünün, CarrefourSA'nın Kozyatağı Şubesi'nde Kızılay bağış stantında çalışmasının engellenmesini kınamıştı.

    Televizyonlara verdikleri reklamlarla Müslümanları dini ibadetleri olan kurban üzerinden müşteri ola­rak çağırıp para kazanmaya çalışan Carrefour ve Migros mağaza zincirlerinin aynı hassasiyeti Müslü­man kadınların dini inançları gereği taktıkları başörtüsü konusunda da göstermesi bekleniyor.

     

     

    http://www.habervaktim.com/haber/269557/migrostan-din-istismari.html


  20. yıllarımızı eğitime veriyoruz da eğitim bize ne veriyor?

     

    ilkokuldan üniversite son sınıfa kadar 16-17 senelik bir eğitim sürecimiz var. yıllarca türkçe okuruz,edebiyat okuruz,tarih okuruz(türk tarihi,selçuklu,osmanlı,islam tarihi,vs,...),coğrafya okuruz,... ancak bu okuduklarımızın hiçbirine,hiçbirinin ruhuna malik olamadan bu süre zarfını tamamlarız. dedim ya yıllarımızı eğitime veririz de eğitim bize ne verir? o kadar türkçe-edebiytat okudum ortaokul ve lisede ancak liseden mezun olduğumda üstadın sadece çile adlı şiir kitabını bilirdim onu da ismen ne aldım okudum ne de araştırdım. üniversite yıllarında kalmış olduğum ortamın güzellikleri sayesinde üstadla tanıştım. hazinelerin anahtarları ellerimdeydi. ilk olarak almış olduğum iki kitabı;bir adam yaratmak ve doğru yolun sapık kolları idi. bedir yayınevinden almıştım ki büyük doğu yayınevi bir ön caddede olmasına rağmen yerini bile bilmiyordum. bir adam yaratmak adlı kitabı bir gecede okudum. sonrasında ise büyükdoğu yayınevinden ve fuarlardaki stantlarından aldığım zaman en az 10 tane üstad kitabı(birkaç tane de hediye ilave) alaraktan fikre aç hücrelerimin açlığını giderdim. o kadar üstadı benimsedim ki ibdanın kapısından döndüm.(enteresan)

     

    hülasa; içi boş bir eğitim sistemimiz var. osmanlıyı okuruz da osmanlının inceliklerinden haberimiz yoktur. savaşlar sebep ve sonuçları,antlaşma maddeleri,ıslahatlar, bu şekilde bir tarih eğitimimiz var.

     

    bu açık nasıl kapanır bilemiyorum?

     

    mesela içimizden kaç kişi ertuğrul gazinin ufuk sahibi bir adam olduğunu biliriz. o ertuğrul gazi ki, 2 kardeşi aşiretin büyük çoğunluğunu yanlarına alıp geldikeri topraklara geri döndüklerinde yanında kalan 400 çadırla denizi geçeceğiz diyerekten yoluna devam etmiştir. o ertuğrul gazi ki; sivas dolaylarında moğollarla-selçuklular arasındaki savaşta, silah arkadaşlarının moğolları destekleyelim fikrine muhalefet ederek; biz ki müslümanız, nasıl müslümana karşı müslüman olmayan cengiz askerinin yanında savaşırız, gerekirse bu yolda ölürüz ama selçuklunun yanında oluruz diyen adamdır. o ertuğrul gazi ki oğlu osman beye nasihat ederken, beni incit şeyh edebaliyi incitme,beni çiğne onu çiğneme diyerekten ilim adamının değerini,kıymetini oğluna öğretmiştir. ve bu devlet yöneticisi-ilim adamı birlikteliği osmanlıyı osmanlı yapan değerlerden olmuştur. işte osman gazi-şeyh edebali, işte yıldırım-mollar fenari,işte 2.murad-hacı bayramı veli, işte fatih-akşemseddin,hızır bey,ebul vefa, işte yavuz-zembilli ve ibni kemal,işte kanuni-ebusuud efendi,işte sultanahmet-aziz mahmud hüdayi,vs,....

     

    daha neler ve neler...

     

     

    bu vesileyle çalışma gerçekten yerinde ve isabetli. netice getirecek bir çalışma,emeği geçenlerden Allah razı olsun...

    • Like 1

  21. sizi bilmem arkadaşlar da benim kendimi bildim bileli migros ve migros çizgisindeki market, vs oluşumlara alerjim var. Bulunduğum şehirde yıllardır migros faaliyette kapısından içeriye girmedim...

     

    bu adamların kafa yapısı zaten belli ancak ne gariptir İslama düşmanlar lakin müslümanlardan da para kazanırlar aynı zamanda samimiyetsizlik. madem İslama düşmansın o zaman müslümanlara satış yapma ama yok hem zehrini kusacak hem de zehrini kustuğu değerlere sahip olanların paralarını söğüşleyecek, buralara giden müslümanlarda gitmesin diyeceğim de, yaşarken neyi düşünüyoruz da bunu düşünüp sözde kendi çapımızda tavır koyacağız. müslümanlar artık ceplerini,işlerine geleni düşünmekte ne yazık ki...

×
×
  • Create New...