Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

HİÇ

Editor
  • Content Count

    948
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    92

Posts posted by HİÇ


  1. Eserimizin birkaç yerinde dokunduğumuz gibi,Yeniçerilik davasında yapılacak şey,ikinci bir Yeniçeri halinde ona musallat olmak değil,onun derisi içine ve ruhuna girerek ıslahına gitmekti.

     

    .........................

     

    Aslında bütün bir ruh,anane ve mana ocağı olan Yeniçeriliğin, kötü numunelerini baştan başa kırıp geçirdikten sonra,aynı isim altında,zaman ve mekana hakim usuller ve aletlerle techizatlı,kalbi ve maddesi yeniden zapt ve fethedilmiş bir ocak haline getirmek,yahut,ismi ne olursa olsun,karşılığında böyle bir ocak kurmak lazımdı.

     

    Böyle yapılmadı ve geçmişte Altın Orduyu kuran Türk cemiyeti,Batı ordularının dış kopyasına muhtaç bir ruh fakirliği içine atıldı.

     

    İşte Tanzimatın sadece askerlik planından kıymet hükmü!

     

    (sayfa 280)


  2. mümin ve miralay;

     

    ikinizin yorumlarına da katılıyorum. kitap mı okuyan var da kütüphane yapacaksın. kültürü,tarihi,medeniyeti kendine dert edinen mi var da kütüphane yapacaksın. yok! buna halkı teşvik eden de yok! kültürsüz insanlarız, ceddimiz Osmanlıyı bile tanımaktan aciziz. yıllarca tarih dersi görüp de 36 Osmanlı padişahını sayamıyorsak bu eğitim sisteminin yüzüne tükürmek lazım.

     

    futbol,televizyon,facebook,internet,vs,... ne kadar lüzumsuz iş varsa hepsinden üstün başarı diploması alırız. kitap deyince yaşı 30 olmuş adamın "ben kitap okumam" demesi üzerine nasıl bir tepki verirsiniz. "okumaya tahammülü olmayan bir millete değil 15 milyon 15 milyar kitaplık kütüphane yapılsa ne?

     

    biz en büyük adliyeyi yapalım gurur duyalım, en büyük stadyumları yapalım gurur duyalım, en büyük alışveriş merkezlerini inşa edelim gurur duyalım,vs,,, kütüphane bizim beynimize bol gelir.

     

    üzülmemek ve içinde bulunduğumuz dekoru yırtmamak elde değil!

    • Like 1

  3. Cemil Meriç:"Türkiye ruhunu kaybetti.Toprak mı? En değersiz şeyimizdir belki de...Belki de en değersiz şeyimizi kaybedince herşeyimizi kaybettiğimizi anladık...Ruhumuzu..."

     

     

     

    1000 yıllık bir medeniyet neticesinde şu içinde bulunduğumuzu hali hazmetmek mümkün mü? Everestin zirvesinden Marianna Çukuruna itilmişiz. Acı verici...


  4. Üniversitede Harita Skandalı

     

    İstanbul Aydın Üniversitesi öğrenciler için hazırlattığı kitapçıkta, Türkiye'nin bir kısmı Kürdistan olarak gösterildi.

     

    565611.jpg

     

     

     

    22 Şubat 2013 Cuma 16:45

     

     

    İstanbul Aydın Üniversitesi, öğrencileri için hazırlattığı Meslekler Rehberi Kitapçığı’nda Türkiye’yi böldü.

     

    Üniversite kitapçığındaki dil bölümlerinin tanıtıldığı sayfada yer alan haritada Türkiye’nin bir kısmı Kürdistan olarak gösterildi. Ülkelerin ve dillerinin tanıtıldığı haritada Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’nin dili Kürtçe olarak işaretlendi.

     

    KABUL EDİLEMEZ BİR HATA

    Kitapçıktaki Türkiye haritesi ile ilgili üniversitenin Facebook ve Twiter sayfalarına şikayet yağarken, İstanbul Aydın Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Mustafa Aydın, konuyu ‘kabul edilemez bir hata’ olarak değerlendirdi.

     

    Gelen tepkiler üzerine açıklama yapan Aydın, Twitter hesabında yaptığı açıklamada “Kabul edilemez bir hata. İnsan faktörü” dedi. Skandal haritanın 15 gün önce fark edildiğini belirten Aydın, kitapçıkların toplatıldığını söyledi.

     

    17res-001.jpg

     

    http://www.habervaktim.com/haber/314380/universitede-harita-skandali.html


  5. Malumunuzdur ki Mehmed Şevket Eygi'nin köşe yazıları ile ilgili ayrı bir bölümümüz var. Ancak bu yazının içeriği ve kütüphane önerisini okuyunca bu yazı tek başına başlık olmayı fazlasıyla hakediyor diye düşündüm. Mehmed Şevket Eygi'nin yazıları genel olarak ehli sünnet müslümanlarını itikadi yönden uyarır mahiyette ve müslümanlara tavsiyeler ile doludur. Diğer yazılarının şüphesiz çok mühim olduğu ortada ancak kültüre para harcamadığımız gerçeği göz önüne alınınca bu yazı gözümde öyle bir değer kazandı ki başlı başına, ayrı olarak ekleme ihtiyacı hissettim. Yaptığımız işlerin büyüklüğü ile övünüyoruz ya işte böyle bir eser ortaya koyan bence bununla övünmeyi hakeder!

     

    15 Milyon Kitaplık İstanbul Kütüphanesi

     

    İSTANBUL’UN Cumhuriyet zamanında yapılmış en iğrenç, en çirkin, en berbat binası Sağmalcılar-Bayrampaşa Cezaevi’ydi. Beş paralık mimari kıymeti olmadığı için tahliye edildikten sonra yıkıldı. Bendeniz orada yattığım için iyi bilirim.

    Osmanlı, yıkılışının arefesinde Sultanahmet Cezaevi’ni yapmış, bir mimarlık şaheseri. Maalesef Tek Parti oligarşik rejimi Türkiye’yi mimarlık ve şehircilik sahasında çok geriletti, çirkinleştirdi.

     

    Sağmalcılar Cezaevi’nin arsası çok kıymetli… Duyduğuma göre oraya yedi yıldızlı bir spor kompleksi yapılacakmış. Niçin yedi yıldız, yapmışken, yuvarlak hesap on yıldızlısını yapıversinler!

     

    Keşke oraya veya müsait bir yere on beş milyon kitap ve belge ihtiva edecek büyük bir kütüphane yapılsa.

     

    İstanbul’un, Türkiye’nin büyük bir kütüphaneye çok büyük ihtiyacı var.

    Süper modern stadyumlar, dünya çapında havaalanları, otoyollar, limanlar, barajlar, gökdelenler yapılıyor ama ülkemizin dünya çapında büyük bir kütüphanesi yok. Mısırlılar İskenderiye’de sekiz milyon kitaplık harika bir kütüphane yaptılar, binası dillere destan, projesini Norveçli bir mimar çizmiş.

     

    İstanbul tarihte iki büyük cihan imparatorluğuna başkentlik yapmıştır. Lakin büyük bir kütüphaneden mahrum… İstanbul’a kütüphane yapılırsa, Allah aşkına çok rica ediyorum, Atatürk kitaplığı ismini koymasınlar. İstanbul’a yapılacak büyük kütüphanede dünyada şimdiye kadar Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu, İslam hakkında ne kadar kitap basılmışsa hepsinin orijinal nüshaları yahut mikrofilmleri bulunmalıdır.

    Türkiye ile ilgili bütün tarihi haritaların ve fotoğrafların tam koleksiyonu.

     

    1928’e kadar basılmış bütün Osmanlıca kitapların eksiksiz, tam koleksiyonu.

    Kütüphanenin binası dünyadaki bütün kültürlü insanların beğeneceği, sanatlı bir anıt yapı olmalıdır. Uluslararası bir proje yarışması açılmalı, çok ehliyetli bir jüri tarafından incelenip en güzeli seçilmelidir. Bu kütüphanenin resmi, paralara pullara basılmalıdır.

    Bu kütüphanenin binası İstanbul’un on önemli binası listesinde yer almalıdır.

    On beş milyon kitap ne ki, Harvard Üniversitesi Kütüphanesi’nde bu kadar kitap varmış. Chicago Üniversitesi’nde on üç buçuk milyon… Berlin Üniversitesi’nde dokuz milyon, ABD’nin kıyıda köşede kalmış Utah Üniversitesi’nde dört milyon…

    Bizde pıtrak gibi üniversiteler açılıyor, kütüphaneleri yok. Komedi… Hayır, trajikomedi.

    Bütün medeni dünya kitap okuyor.

     

    Biz de bir şeyler okuyoruz, mesela başta İstanbul olmak üzere Türkiye’nin canına okuyoruz. Bizde bilgisayarın yaygınlaştığına bakmayınız. Milyonlarca çocuk ve öğrenci bu cihazlarla insanları aptallaştıran, zekâları körleştiren oyunlar oynuyormuş.

    Nerede kalmıştık? Büyük İstanbul kütüphanesi… Büyük hayal…

    Tüp geçit, üçüncü köprü, yeni büyük hava alanı, yeni metro, gökdelen, rezidans, dev alış veriş merkezi, yedi yıldızlı spor kompleksi, süper modern stadyum yapılıyor ama büyük kütüphane yapılmıyor… Ne büyük fakirlik!

     

    Mehmed Şevket Eygi/21 Şubat 2013

    • Like 2

  6. 'Katil Devlet' Obama'yı Ödüllendiriyor!

     

    Siyonist devlet yaptığı katkılardan dolayı ABD Başkanı Barack Obama'ya sessiz kalıp İsrail'i her zaman savunduğu ve desteklediği için şeref madalyası verecek.

     

    564948.jpg

     

     

     

     

     

    İsrail’in New York’taki Birleşmiş Milletler Daimi Temsilciliği’inden yapılan açıklamada, Barack Obama’nın önümüzdeki ay yapacağı İsrail ziyaretinde, İsrail devletinin sivillere verdiği en yüksek onur ödülü olan 'Cumhurbaşkanlığı Şeref Madalyası’ ile ödüllendirileceği bildirildi.

     

    Bu madalya, "İsrail devletinin güçlenmesi ile vatandaşlarının güvenliğine önemli katkılarda bulunanlara" veriliyor. Obama bu ödülü alacak görevdeki ilk ABD başkanı olacak. Geçtiğimiz sene bu madalyaya layık görülenlerden biri de Henry Kissinger olmuştu.

     

    ABD Başkanı Barack Obama da, geçtiğimiz yıl Beyaz Saray’da düzenlenen bir törende, İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e, ABD’de verilen en yüksek nişan olan Özgürlük Madalyası vermişti.

     

    AJANSLAR

     

    http://www.habervaktim.com/haber/314002/katil-devlet-obamayi-odullendiriyor.html


  7. miralay kardeşim elimde "Sultan Abdülhamid Han Hakkında Meşhurların İtirafları" adlı Yavuzhanlı Osmanoğlu'nun hazırladığı Çamlıca Yayınevi tarafından basılmış bir kitap mevcut. Bu kitabın önemli kısmını sultan abdülhamid han karşısındaki pişmanlıklarını dile getirenlerin beyanları ile Ulu Hakanın vefatı üzerine meşhurların söyledikleri oluşturmaktadır.

     

    Pişmanlık dile getiren bazı isimleri buraya aktarıyorum:

    -Enver,Talat ve Cemal Paşalar

    -Mustafa Sabri Efendi

    -Rıza Tevfik Bölükbaşı

    -Süleyman Nazif

    -Şair Eşref

    -Manastırlı Nabi

    -Hüseyin Kazım Kadri

    -Elmalılı Hamdi Yazır

    -Ahmed Rıza Bey

    -Mebus İsmail Hakkı Bey ve Mebus Rıza Salih Bey

    -Lütfi Simavi

    -Namık Kemal

    -Hasan Sadi

     

    bu kitap ince bir kitap ama önemli bir vesika...


  8. Ulu hakanın cenaze merasiminin ihtişamı bugün gibi gözümün önündedir.Yer yerinden oynamıştı.Vüzera,vükela,süfera,kadın,erkek,çoluk çocuk bütün İstanbul halkı 33 sene padişahlık yapan Sultan Hamid'in cenazesini gözyaşları ve hıçkırıklarla takip ederek divanyolunu inlettiler.Hüsn-i hatimeye delalet eden şu mısraları okuyanlar bile oldu:

     

    Sen değil,naaşın hükümdar olsa elyaktır bize

    Dönsün etsin padişahım taht-ı osmaniye tabutun cülus!

     

    (Kaynak:"Karınca Huzura Varınca"/Dursun Gürlek-Şubat Matemi bölümü,olayı aktaran Sultan Abdülhamid Han'ın cenazesine katılan A.Ragıp Akyavaş)


  9. bilmiyoruz, öğrenmek gibi de bir derdimiz yok. halbuki dinimiz en önemli meselemiz olması gerekirken,en büyük önceliği dinimize vermemiz boynumuzun borcuyken daha geri planda bırakıyoruz. bunu yaparken de neden bu haldeyiz diye suçu başkalarında arayaraktan ettiğimiz veryansınlar da cabası.

     

    din hususunda kim ne derse desin cahiliz ve bilinçli olarak bu cehaleti korumamız sağlanmakta. ya da öğrenmeye yeltenenleri yanlış adreslere yönlendirerekten ihanetin daha büyüğü ile karşılaşmaktayız.

     

    Merhum Ömer Nasuhi Bilmen Hocaefendi dermiş ki "bizim hocalarımız ilmihali yılda 3 kez cemaate baştan sonra anlatırlardı,biz yılda bir kereye razıyız" diye. şimdi hayatında ilmihali baştan sona 1 kere okuyan kaç kişi çıkar? yahu ilmihal fıkhın giriş kapısı,özeti. nerde 20 küsür ciltlik ibni abidinler, nerde hadikalar, berikalar, hadislerle hanefi fıkhı, fetavayı hindiyyeler,vs,... girişe girişe bile giremeyen bu halk ne yazık ki dini bilme iddiasında olup, cehaletinin bile farkında değildir.

     

    namaz kılmaz oturduğu yerden vatan kurtarır, namaz kılar istibradan haberi yoktur, cuma vaazlarında cemaate okunansa kağıttan aktarma ne kadar faydalıysa(çoğu hutbenin zaten içi boş), imamlar namaz kıldırma memuru,diyanet hıyanet mi yoksa cinayet mi, ilahiyatlarda sesi çıkanların hali malum, netice olarak fitne dönemindeyiz. karamsar değiliz ama işimiz zor. şu dinimizi bir baştacı edip tatbik edebilsek dünyayı geçmişte olduğu gibi yine dize getiririz...


  10. Çilenin muhteşem üçlüsü;

     

    Gözüm,aklım,fikrim var deme hepsini öldür

    Sana çöl gibi gelen "O" göl diyorsa göldür!

     

    Sende insan ve toplum,sende temel ve bina

    Ne getirdin,götürdün,bildirdinse amenna!

     

    Müjdecim,kurtarıcım,efendim,peygamberim

    Sana uymayan ölçü, hayat olsa teperim!

     

    aklın ve mantığın acziyetinin idraki neticesinde, Peygamber Efendimizin sav eteklerinde aklı ve mantığı kurban etmeden, kamil bir müslüman olamayacağımızın ne güzel beyanı!

     

    ve işte Geçilmez şiiri de bu hususu tasdikler mahiyette;

     

    Bu kapıdan kol ve kanat kırılmadan geçilmez;

    Eşten, dosttan, sevgiliden ayrılmadan geçilmez.

    İçeride bir has oda, yeri samur döşeli;

    Bu odadan gelsin diye çağrılmadan geçilmez.

    Eti zehir, yağı zehir, balı zehir dünyada,

    Bütün fani lezzetlere darılmadan geçilmez.

    Varlık niçin, yokluk nasıl, yaşamak ne, topyekün?

    Aklı yele salıverip çıldırmadan geçilmez.

    Kayalık boğazlarda yön arayan bir gemi;

    Usta kaptan klavuza varılmadan geçilmez.

    Ne okudun, ne öğrendin, ne bildinse berhava;

    Yer çökmeden, gök iki şak yarılmadan geçilmez.

    Geçitlerin, kilitlerin yalnız O'nda şifresi;

    İşte, işte o eteğe sarılmadan geçilmez!

     

    Peygamber Efendimize sav bağlılığın,ondan geleni olduğu gibi kabulün,onun (sav) bizim için en mükemmel örnek olduğunun,sünneti seniyyenin gözümüzün nuru başımızın tacı ve gönlümüzün ilacı olması gerektiği anlayışının,idrakinin Üstadın mısralarında ki ifade şekli.

     

    Ramazan ayında Peygamber Efendimiz sav ashabı kiram rae ile otururlarken içeriye bir sahabe giriyor.Peygamber Efendimiz sav, o sahabeye "şu karpuzu kes de yiyelim" deyinde sahabe "Ya rasulallah(sav)!Ramazan ayındayız,oruç tutuyoruz,..." deyince Peygamber Efendimiz sav "peki" diyorlar. Arka arkaya bir iki sahabeyle de aynı diyaloglar yaşanıyor ve Hz. Ali ra içeriye giriyor. Peygamber Efendimiz sav, Hz. Aliye (ra) de "şu karpuzu kes de yiyelim" diye buyurduklarında,Hz. Ali ra karpuzu kesme niyetiyle hemen bıçağına davranıyor. Bu durumda Peygamber Efendimiz sav "Ya Ali,herhalde unuttun,ramazan ayındayız ve oruç tutuyoruz" buyurunca Hz. Alinin (ra) verdiği cevap müslümanın Rasulullah sav karşısındaki olması gereken tavrı ortaya koyar mahiyettedir. Diyor ki ilim beldesinin kapısı Hz. Ali (ra): "Ya Rasulallah tut dedin tuttuk,ye dersen de yeriz!"

     

    Bence Çile bünyesindeki bu şiirler kendi başlarına birer "Çile" dir...

    • Like 1

  11. Çaldıran Seferi esnasında...

     

    Yavuz,sabah namazından sonra,güneş ufukta pırıldarken yeniçerileri topladı.Yüksekçe bir yere çıkıp askere hitap etti:

    -İşittik ki,seferin yorgunluğu canınıza tak etmiş.Evleriniz çoluk-çocuğunuz gözlerinizde tütmeye başlamış.Doğru mu?..

    Yeniçeriler bu suale "evet" dercesine,tutuk bir tavır aldılar.

    Yavuz,sesini büsbütün yükseltti:

    -Ben size,cedlerimin tahtına çıktığım gün artık rahat yüzü görmeyeceğinizi söylemedim mi?..Peşimden geleceklerin çile çekmeye hazırlanmaları gerektiğini,gaye yolunda nefs ve şahıs arzusu diye bir şey tanımadığımı bildirmedim mi?Halbuki siz,aylardır gezip tozduğunuz halde düşmana rastlamadığınız için birden bire gevşemiş,pelteleşmiş,artık cefaya katlanamaz hale gelmiş bulunuyorsunuz!Üstelik,sizi bu cefaya süren Padişahınızı baş tacı edeceğiniz yerde,onun çadırına kurşun sıkacak kadar alçalıyorsunuz!İşte,size emrediyorum!

    Yeniçeriler kulak kesilmiş,Yavuz'un kelimelerini tek tek içiyor...

    -Size emrediyorum!Yol açık,siz de serbestsiniz!Evine dönmek,karısının yanına gitmek isteyen,kadın etekliğinin dibine çömelmek dileyen,buyursun,dönsün!Benimle beraber gelmek isteyen,gaye uğrunda her fedakarlığı göze alan da ardımca gelsin!

     

    (sayfa 31-32)

     

    Yavuz Sultan Selim Han'ın verdiği bu balans ayarı ile Yavuz devrinde doğuda, Kanuni devrinde ise hem doğuda hem batıda yeniçeri ordusu arka arkaya hepsi destanlık çapta zaferlere imza attılar. Yavuz Sultan Selim Han Osmanlı sultanları içerisinde gerçekten ayrı bir yere sahip. Maneviyatı da malumunuzdur ki ileri seviyede. Ölüm döşeğindeyken Hasan Can'ın "artık Allahla olma vaktidir hünkarım" sözleri üzerine, yatağından doğrulup "sen bizi bu zamana kadar hangi hal üzere gördün ki şimdi bunu söylersin" demesi Allahu Tealadan bir an bile gafil olmadığının en büyük delilidir.

    • Like 1

  12. Tarikatlar ve Cemaatler Ticaret ve Bankacılık Yapmamalı

     

     

    İslam tarikatlarının ve dinî cemaatlerin holdingleşmeleri, ticaret, bankacılık, sanayi işleri yapmaları çok sakıncalıdır ve doğru değildir.

     

    Çünkü bu gibi kurumlar dini temsil ederler, din kutsaldır, ticaret ve bankacılık işleri ise kirlidir, kirletir.

     

    Peki birtakım hizmetler nasıl yapılacaktır?

     

    Tarikatlar ve cemaatler kendilerine bağlı Müslümanları teşvik ederler, onlar şirketler kurar, fabrikalar açar, ticaret yapar… Kazandıkları paraların bir kısmını da hizmetlere tahsis eder.

     

    Dine, imana, Kur’ana, Sünnete, Şeriata hizmet eden has hizmetkarların, bu hizmetleri esnasında mukaddesatı alet ederek yüklü gelirler elde edip zenginleşmeleri asla caiz değildir.

     

    Has hizmetkarlar zâhid olur, dünyaya sırt çevirir, para ve zenginliği ayak altına alır.

     

    Din, iman, Kur’an hizmetleri ticarete alet edilirse ihlas bozulur. İhlas olmayınca hizmetler bereketli olmaz.

     

    Din hizmetkarlarının israflı, şatafatlı, debdebeli ve sefih bir hayat sürmeleri asla câiz değildir.

     

    Din, iman, Kur’an hizmetleri yapılırken kimler örnek alınacaktır?..

     

    Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz.

     

    Ashab-ı Güzin.

     

    Ehl-i Beyt-i Mustafa… Sâdat-i Kiram…

     

    Tâbiîn… Tebe-i Tâbiîn… Selef-i Sâlihîn…

     

    Eimme-i müctehidîn…

     

    Her asırda yaşamış müceddidler, büyük ulema ve fukaha, gerçek şeyhler, kamil mürşidler…

     

    Evliyaullah…

     

    Hiçbir şeyh, mürşid, İslam hizmetkarı Hint mihraceleri gibi israflı, şatafatlı, ihtişamlı, tantanalı, debdebeli, gururlu, kibirli, sultanî bir hayat süremez.

     

    Helal servetleri de olsa süremezler…

     

    Hizmet paralarının bir kısmını zimmetlerine geçirenler, o paralarla lüks ve israflı bir hayat sürenler hâdim (hizmet edici) değil hâdimdir (yıkan, çökertendir).

     

    Hizmet için toplanan paralar, son kuruşuna kadar ihlasla, istikametle, titizlikle, İslam ahlakının hükümlerine uygun olarak akıllıca gerekli hizmetlere harcanmalıdır.

     

    Müslümanlardan toplanan paralarla kendilerine lojman, otomobil alan, şahsî masraflarını, otomobilini yakıtını o paralarla karşılayan kimseler gerçek hizmetkar değildir.

     

    Zekat paralarıyla cami bile yapılmaz.

     

    Hizmet ve cihad paralarını zimmetlerine geçirenler haindir!

     

    Son yirmi beş yıl içinde Türkiyede İslama hizmet için yüz milyarlarca dolarlık yardım parası toplandı. Bu paranın bir kısmı hizmet için harcandı. Bir kısmı ise harcanmadı.

     

    Hizmet paralarının bir kısmı (ne kadarı?) çar çur edildi.

     

    Sabah namazlarında içi boş olan şatafatlı ve müzeyyen cami binaları yapıp, onların mihrabına geçecek, minberine çıkacak, kürsüsüne oturacak icazetli ulema yetiştirmemek… Bu nasıl hizmettir?

     

    Öğrencileri beş vakit namaz kılmayan din okulları açmak… Bu ne biçim hizmettir?

     

    En büyük hizmet, Müslümanları birleştirmek, tek bir Ümmet çatısı altında toplamak, tek bir İmam-ı Kebire biat ve itaat ettirmek değil midir?..

     

    Lüks, ihtişamlı, israflı, şatafatlı, tantanalı turistik umre seyahatleri ve turları niçin tenkit edilmiyor?

     

    Türkiye Müslümanlarının niçin müşterek bir hizmet plan ve programları yoktur?

     

    Bunca hizmet cemaati bir federasyon veya konfederasyon çatısı altında niçin bir araya gelmiyor?

     

    Şuculuk buculuk oculuk filancalık falancalık feşmekâncılık, bizden olanlar, öteki Müslümanlar; asabiyet, militanlık ve holiganlıkları, İslamın hak ölçüleri nazarında bir tür ırkçılık değil midir?

     

    Biz Ehl-i Sünnet Müslümanları ne zaman uyanacağız ve Kur’anın, Sünnetin emr ettiği şekilde birleşeceğiz?

     

    M. Şevket Eygi / Milli Gazete


  13. 40 sene önce bunları söylemiş, şimdi olsa acep ne derdi? insanlığın bu gidişatı gerçekten endişe verici. Üstadın zaman zaman beyan ettiği üzere "insanlık bir zuhur bekliyor". hakikaten öyle. 100 sene öncesi toplumun ahlaki değerleri ile şimdiki halimiz ve yaşantımız arasındaki uçurumu düşünüp,hayret edip, nasıl olmuş da o iffetli,edepli,namuslu,dürüst,ahlaklı,faziletli,dinini yaşayan toplum bu hale gelebilmiş, sorusununa bol beddualı verilen cevaplar...

     

    maddenin kimlik ve şahsiyet göstergesi oluşuna yaptığı vurguyu çok beğendim. eski ve bize ait neyimiz kaldı,evlerimize varana kadar herşeyimizi değiştirdik. düşünün ki konya gibi dümdüz bir arazide,alan sıkıntısının olmadığı bir yerleşim merkezinde,yüksek katlı yapı mantığı hangi akla,mühendisliğe,ilme,irfana sığıyor anlamıyorum. can ve mal güvenliği olmadığı için,hırsızlara kanun eliyle yetkiler verildiği için, yatak odana girene kadar müdahale edememen ve sistemin yücelttiği bu tür kanunsuzluklar neticesi site içerisinde,dış dünyadan tecrit edilmiş,mahallesindeki ihtiyaç sahiplerinden bihaber olduğumuz,güvenlikli,konforlu konutları tercih ediyoruz. hep birbiriyle zincirleme olarak alakalı uzar gider.

     

    elem verici...

    • Like 1

  14. afk kardeşim kişisel bilgilerine baktığımda endüstri mühendisliği öğrencisi olduğunu belirtmişsin. neden yaş olarak büyük birine gerek var? bence sen yaş olarak ve kafa yapısı itibariyle bu projenin istanbul ayağını yürütebilirsin. muhakkak ki yanında sana destek verecekler olacaktır. burada işin önemli tarafı başlamak. güzel bir düşüncen var. herkesin İslam adına birşeyler söylediği şu zamanda ehli sünnet çizgisinin savunucusu merhum Üstadımızın eserlerinin gençlere ulaştırılması önemli bir hedef. heyecanını kaybetmeden başlangıcı nasıl yaparızı konuşalım bence...

    • Like 2

  15. Bundan 643 yıl evvel(1326) bir gün,Suluca Karacahöyük bucağının baktığı ovada bir toz bulutu...Toz bulutu,Hacı Bektaşi Veli dergahına doğru ilerliyor.

    Bulut yaklaşınca birşey belirdi:

    40-50 atlı...En önde,yağız atlara kurulmuş tuğ taşıyan birkaç öncü...Arkalarında ve beyaz bir küheylan üzerinde,haşmetli ve başbuğ kıyafetli biri...En arkada da maiyet atlıları...

    O anda,dergahın içinde,kıbleye karşı zikirle meşgul Hacı Bektaşi Veli'nin hiçbir şeyden haberi yok...

    Alay dergahın kapısına gelince öncüler hemen attan inip tuğları yere diktiler.

    Bir nida:

    -Sultan Orhan Gazi,Hacı Bektaşi Veli'nin ellerinden öpmeye geldi!

    Hacı Bektaşi Veli kapıda...Dudaklarında ince bir tebessüm,genç devletin ilk teşkilatçı ikinci padişahına bakıyor.

    Orhan Gazi, besmeleyle sağ ayağını atarak içeriye girdi.Uzun,etraflı,derin ve içten bir konuşma...

    Orhan Gazi,Şeyhin ışık saçan yüzüne bakıp dedi:

    -Bu uzun yoldan, size, devletimize ve ordumuza dua etmenizi dilemek için geldim.Yanıma da yeni teşkil ettiğimiz askerlerden birkaçını aldım.

    -Dualarım sizinle...İnşallah zahmetiniz boşa çıkmaz.Göreyim,beraber getirdiğiniz yeni askeri...

    Dışarıya çıktılar.Orhan Gazi'nin işaretiyle,kılıkları ve edaları öbürlerinden ayrı,bir arada duran birkaç asker koşup Şeyh ile sultanın karşısında saf bağladılar.

    Şeyh bunların yüzüne baktı:

    -Maşallah!Ne güzel,ne civan kişiler!..

    Ve ilerleyip sağ elini bunlardan bir tanesinin başına koydu:

    -İsimleri "Yeniçeri" olsun...Allah yüzlerini ak,pazılarını güçlü,kılıçlarını keskin,oklarını vurucu,kendilerini daima düşmana galip eylesin..."

     

    (9. Baskı sayfa 15-16)

     

    Hacı Bektaşi Veli Hazretlerinin duasıyla teşekkül etmiş olan bu ordu 500 yıl İslam adına kılıç salladı. Balkanlarda,Kafkaslarda,Kırımda şu anda müslümanlar yaşıyorsa bu ordunun askerlerinin ve komutanlarının(osmanlı sultanları,sadrazamlar,vs,..) ilayı kelimetullah sevdalarından dolayıdır. İslama hadim olmaları sebebiyledir. Allahu Tealaya cc ve Rasulune sav aşık oldukları içindir. Maalesef ki Üstadın Yeniçeri adlı eserinde de tafsilatlı olarak anlatıldığı üzere zamanla bu teşkilat içerisinde yanlış giden durumlar olmuş ve neticede sultan 2. Mahmud tarafından bu teşkilata son verilmiştir. Hacı Bayramı Veli Hazretleri bir ehli sünnet büyüğüdür. Günümüzde kendisinden nemalanan zihniyete şaşmamak elde değil. Madem Hacı Bektaşi Veli Hazretlerinden dem vuruyorsun, hazret 5 vakit namaz kılardı sende namaz yok, oruç tutardı sende o da yok, ama lafa geldi mi nasıl ki Hazreti Ali kv yi takip ettiklerini, sevdiklerini iddia ettiklerini söyleyip, yaşantı olarak alakasız bir görünüm arzediyorlarsa aynı durum Hacı Bektaşi Veli Hazretleri için de geçerlidir...

    • Like 1

  16. "Kabe'ye bu yaptıkları kültürel vandalizm"

     

     

    Kabe'nin çevresindeki alanı genişletmek amacıyla başlatılan ve Osmanlı döneminden kalan revakları tehdit eden genişletme çalışmaları CNN'e haber oldu. Kanala konuşan bir Suudi tarihçi, Suudi Arabistan'ın Mekke'de yaptıklarını “kültürel vandalizm” olarak nitelendirdi.

     

     

    Merkezi İngiltere'de bulunan İslam Mirası Araştırma Vakfı'nın idari direktörü İrfan el Alevi, Mekke ve Medine'de tarihi değeri olan önemli mimari eserlerin tadilat çalışmaları nedeniyle kaybolduğunu belirterek, Müslüman dünyasının yıkımlara karşı sesini çıkarmasını istedi.

    Öncelikli faaliyet alanı Suudi Arabistan'daki tarihi alanların korunması olan vakfın direktörü, Suudilerin Mekke ve Medine'de yaptıklarını Mali'nin Timbuktu şehrinde geçtiğimiz günlerde çok eski dönemden kalma el yazmalarının İslamcılar tarafından yakılmasına benzetti.

    AMAÇ HACILAR İÇİN YER AÇMAK

    Kabe çevresindeki çalışmaları idare eden Binladin Grubu'ndan Muhammed Cuma CNN'e yaptığı açıklamada projeyi savunarak, "Yetkililerin amacı hacılar için daha fazla yer açarak izdihamı önlemek" dedi.

    Ancak El Alevi bunun için daha iyi yollar olduğunu belirterek, "Ben camilerin genişletilmesine karşı değilim ancak bu alanların tarihi dokusunu yok etmeden de yapabileceğiniz birçok şey var. Ancak Suudiler miras kaygılarıyla ilgilenmiyor" diye konuştu.

    Haberde Türkiye'nin 2010 yılından bu yana Suudi makamlarıyla konuyla ilgili temasta olduğu da ifade edildi. Türkiye'den gelen konuyla ilgili açıklamalar vurgulanırken, Suudi makamların CNN'in yorum çağrılarına yanıt vermediği belirtti.

    İMAJINI ZAYIFLATIYOR

    El Alevi, Riyad'ın Mekke'nin Suudi kontrolünden önceye ait mirasına değer vermediğini zira Suudilerden önce de Mekke'nin önemli bir yer olduğu yönündeki kanıtların ülkenin İslam dünyasındaki "Mekke'nin koruyucusu" imajını zayıflattığını ifade etti.

    El Alevi, Suudilerin bu politikalarının aşırı muhafazakar Vahabi İslam anlayışının bir yansıması olduğunu söyledi.

     

    http://www.haber7.com/mimari/haber/987458-kabeye-bu-yaptiklari-kulturel-vandalizm


  17. Şevki Yılmazı hiç takip etmem ama bu yazısı dikkatimi çekti,konuyla da alakalı...

     

     

    Başkentlerin anası mahzun!

     

     

     

    Allah’ın lutfu ve keremiyle milyonlar yavru vatanımızdan anayurdumuz Mekke-i Mükerreme’ye sel gibi akmaya devam ediyor.

    Yaşlısı, genci, fakiri, zengini, siyahı beyazı her yaş ve sınıftan insanlar omuz omuza, kıblemiz Kabe-i Muazzama’nın etrafında aşk ve sevgi denizinde yüzüyorlar. Yaratıcımız, yaşatıcımız ve yöneticimiz Allah’a kul ve önderimiz ve her şeyde örneğimiz Resulümüz Hz. Muhammed (sav) Efendimize ümmet olduklarına dair biatlerini (bağlılıklarını) birlikte tazeliyorlar.

    Son yüzyılda yaşanan küfür, şirk ve zulmün en şiddetli kasırgaları ve küfrün hortum rüzgârları çok canlar aldı. Çok ocaklar söndürdü. Ancak, asırlar önce eşsiz önderimiz Sevgili Peygamberimizin bela ve musibet olarak haber verdiği kızıl rüzgar (komünizm, ateizm, kapitalizm ve faşizm, laisizm) kasırgası hızını kaybediyor. Tüm şiddet, baskı, alay ve engellere rağmen artık kıble rüzgârları güneyimizden esmeğe başladı elhamdülillah.

    Okulların yarı yıl tatili sebebiyle imkân sahibi şuurlu ve merhametli aileler, yavrularını bu mukaddes beldelere ziyaretle ödüllendiriyorlar. Kimi aileler de, işgal altındaki geçici kıblemiz olmuş Mescidi Aksa’yı ziyareti tercih ediyorlar.

    Bu umre ziyareti; Türkiye’mizin bir an evvel İslam Nizamı adına Dünya nöbetini devralması gerektiği inancını, bir kere daha artırdı.

    Allah’ın harem (saygı ve hürmet) bölgesi ilan ettiği Kabe-i Muazzama ve etrafı adeta gelin bizi kurtarın diye feryat ediyor.

    Daha henüz yeni Müslüman olduğu yıllar içinde, Yunan asıllı İngiliz vatandaşı Yusuf İslam kardeşimizle İngiltere’ye uçarken Cidde Havaalanında tanışmıştık. Kendisine “Kardeşim yeni tanıştığın günümüz Müslümanları hakkındaki kanaatiniz nedir?“ diye sormuştum. “Bugünkü bir kısım Müslümanları tanımadan evvel İslam Dinini bana nasip eden Allah’a hamdolsun. İyi ki ben Müslümanların birbirleriyle olan kavgalarını, ticaretteki sahtekarlıklarını, azgın petrol şeyhlerini, halkına hak ve hürriyet tanımayan despot zalim yönetimlerini ve mübarek beldeleri kirleterek Haremeyn’e yaptıkları saygısızlığı görmeden evvel Müslüman oldum” cevabı karşısında şoke olmuştum.

    Allah evinin özel misafirleri, geldikleri bu mübarek yerlerde, Misyonerlere antipropaganda yaptırtmağa gerek bırakmayacak bir manzarayla karşılaşıyorlar. Adeta kasıtlı olarak bu mekanlarda çevre katledilmiş. Mahalle sokaklarında temizlik özlenir hale getirilmiş. Kâbe’ye varan yollar güç sahipleri tarafından işgal edilerek, görkemli binalarla daraltılmış. Peygamberimize suikast tertiplediği için kendi Müslüman yeğenleri tarafından katledilen meşhur Yahudi alimi Ka’b b.Eşref haininin harabe evi ve arazisi sit sahasına alınıp korunurken, Mukaddes Uhud ve Hendek mekanları gecekondularla işgal ettirilmiş.

    Bilhassa Medine-i Münevvere’deki Mescid-i Nebevi’de Hanım kardeşlerimize yapılan saygısızlık ve haksızlık adeta Cahiliyye dönemini hatırlatıyor. Mescidin sadece küçük bir bölümüne alınan hanımlar çok soğuk mermerlerin üzerinde saatlerce oturmaya mahkûm edilmişler. Mescidin avlusunda erkeklere tahsis edilen halılardan bile mahrum bırakılmışlar.

    Zavallılara kışın soğuk yazın yakıcı mermerler üzerinde giydikleri terlikle namaz kılabileceklerini öğreten de çıkmamış. Şimdi göz yaşlarıyla Analık makamına uygun olarak Mescid-i Nebeviyye’nin 2. katını tamamen hanım kardeşlerimize tahsis edilecek iltifatı ve merhameti bekliyorlar.

    Etrafı bereketli kılınan bu mukaddes beldeler, yeniden samimi hizmet âşıklarını bekliyor. O beldeleri Ebrehe’nin günümüz torunları olan emperyalist haçlı ve Siyonist kuvvetlerinden koruyacak, “Ebabil görevi”ni üstlenecek gerçek hizmetkârlarını bekliyor.

    Dile kolay! Tam altı asır Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere’nin koruyucusu ve hizmetkârıydık. O zaman bu beldelerin petrol kaynakları da yoktu. Tamamen sevgimizden ve kendi bütçemizden harcayarak hizmet etmiştik. O günkü şartlarda yavru başkent İstanbul ile Şam, Kudüs-ü Şerif ve Medine-i Münevvere’yi tren yolu ağlarıyla birbirine bağlamıştık. Ana başkentimiz Mekke-i Mükerreme’ye, tren yolu döşenirken yıktırmışlardı, koca cihan Devleti Osmanlı’yı!

    İşte İslam Medeniyetinin merkezi tüm ülkelerin doğduğu başkentlerin anası Mekke-i Mükerreme, o günden beri mahzun, yalnız ve sahipsiz. Hiçbir çıkar beklemeden sahiplerini bekliyor. Sokaklarını, caddelerini tertemiz kılıp modernleştirecek şeriflerini bekliyor. Kendisine hizmeti; “ibadet” bilenlerin torunlarını bekliyor!

    Onun için ülkemizde barış projesini bir an evvel hayata geçirmemiz gerekiyor. İç barışı sağlamadan bu Mukaddes Mekânların barış ve huzurunu sağlamak mümkün değil.

    Allah; aşkın, sevginin ve merhametin merkezi bu mukaddes ve mübarek mekânlara hizmet aşkıyla tutuşanların engellerini kaldırsın. Saygı ve hürmet edenlerin ellerini ve iktidarlarını güçlendirsin.

    Ana vatanımız Mekke-i Mükerreme’den Yavru vatanımız Türkiye’mize selam, sevgi ve dualarımızla!

     

    Şevki Yılmaz / Yeni Akit


  18. Ben tarihe “tesadüf” derim!

     

     

    Kâbe beyti’ş-şerif-i âzamdır

    Nokta-i daire-i âlemdir

    Bu beyit, büyük divan şairimiz Yusuf Nâbî’ye ait. Geçen yıl vefatının üç yüzüncü yılında andığımız Nâbî şöyle söylüyor: Kâbe, en büyük şerefli “ev”dir, âlem dairesinin noktasıdır.

    İslâm anlayışına göre, Kâbe dünyanın merkezi addedilir. Dairenin tam ortasında Kâbe vardır. Buna göre haritalar tertib edilmiştir. Yeryüzündeki bütün ülkelerin bir yüzü Kâbe’ye bakar. Kâbe etrafındaki dönüş (tavaf) dünyanın güneşin etrafında dönüşü gibidir.

    Kâbe olmasa Mekke olur muydu?

    Hiç şüphe yok ki, Mekke Kâbe sâyesinde var. Kâbe’nin yapılışı Kur’an-ı Kerim’de, Al-i İmran Sûresi’nde anlatılıyor:

    “Şüphesiz insanların (ibadet ve ziyareti için) kurulan çok mübarek ve âlemlere hidayet kaynağı olan ilk ev (ilk mabed), Mekke’deki (Kâbe)dir. Orada, apaçık âlametler ve İbrahim’in makamı vardır. Kim oraya giderse emniyette olur. Oraya gitmeye gücü yeten kimseye, Allah için o Beyt’i ziyaret etmesi farzdır. Kim de inkâr ederse, şüphesiz Allah bütün âlemlerden müstağnidir.” (Al-i İmran 3/96)

    Kur’an’ın anlatımına göre, Kâbe Hz. İbrahim’den önce yapılmıştır. (Hacc, 22-29). Hz. Âdem veya oğlu Hz. Şit tarafından yapıldığı, hatta melekler tarafından Âdem’den önce inşa edildiği rivayetleri var.

    Tarih burada Hz. İbrahim’le başlıyor. Hz. İbrahim’in, eşi Sâre’den çocuğu olmuyor... Sâre, Hz. İbrahim’i câriyesi Hacer’le evlendiriyor. Hacer’den İsmail olunca, bu sefer de kıskanıyor. Hz. İbrahim, Hacer ve İsmail’i alıp bugün Beytü’l-haram’ın, Kâbe’nin bulunduğu yere getiriyor. Bomboş, ıssız bir vadi... Etraf kayalıklarla dolu. Kuş uçmaz, kervan geçmez bir coğrafya... Hz. İbrahim’in çocuklarını burada bırakması, Kur’an-ı Kerim’in İbrahim sûresinde şöyle beyan ediliyor:

    “Ey Rabbimiz, ben çocuklarımın bir kısmını senin mukaddes evin (Beytullah) yanında ekinsiz bir vadiye yerleştirdim ki, Rabbimiz namaz kılsınlar diye; sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir; bazı meyvelerden de rızıklandır onları; umarım ki, nimetlerine şükrederler.” (İbrahim 14/37)

    Hacer annemiz, “Bizi ekin bitmeyen, kimsenin yaşamadığı bu vadiye bırakıp gidecek misin?” diye soruyor. Hz. İbrahim bunu Allah’ın emriyle yaptığını söylüyor. Hz. Hacer “Öyleyse müsterih olabilirim, Allah bizi çaresiz bırakmaz” diyor. Çaresiz annenin çaresi, Zemzem oluyor. Bu arada yurd arayan Yemenli Cürhümlüler Mekke üzerinde kartalların uçuştuğunu görüyorlar. Bunu su ve hayat belirtisi olarak yorumlayıp Hz. Hacer’den izin alarak buraya yerleşiyorlar.

    Hz. İbrahim Mekke’ye 3 defa geliyor ve üçüncüsünde Hz. İsmail’le Kâbe’yi inşa ediyor. Cebrail’in gösterdiği şekilde hac yapıyor.

    Fil Vak’ası Mekke’de tarih başlangıcı olarak kabul edilir. Kâbe’nin prestijinden rahatsız olan, oraya gidenleri çekmek için bir mabed inşa eden, fakat istediği sonucu alamayan Habeşistan’ın valisi Ebrehe, ordusu ile Kâbe üzerine yürür. Ebabil kuşları gagalarında taşıdıkları taşlarla bu orduyu mahveder.

    Hz. İbrahim’in binası, Ezraki’ye göre harçsızdır. İslâmdan önceki son yenilenme, Peygamberimizin nübüvvetinden 5 sene kadar evvel. Bu yenilenmede Hz. Muhammed mühim bir rol oynuyor. Muhammedü’l-Emin Mekke’nin bütün kabilelerinin, ailelerinin desteğini sağlıyor.

    Bugün de böyle yapılması gerekmez mi?

    İslâm dünyasının Harem-i Şerif’in genişletilmesi, yeniden yapılması konusunda bilgilendirilmesi, en azından teknik ve estetik konularda destek istenmesi neden düşünülmüyor? Ortak İslâm aklının ortaya çıkması için bundan güzel fırsat olabilir mi?

    Yapılan şöyle düşünüldüğünü gösteriyor: “Benim anlayışım hâkim olsun, kimsenin aklına ihtiyacım yok!”

    Harem’in kuzeyi inşaat alanı. Oraya yakın Hz. Peygamber’in doğduğu rivayet edilen ev var. Bina sonradan yapılmış, bir vasfı yok, betondan. Şimdi kütüphane olarak kullanılıyormuş. Evin kapı üstüne konulmuş ışıklı yazı ile uyarı akıp duruyor. Türkçesi mealen şöyle: “Buranın Hz. Peygamber’in doğduğu ev olduğu kesin değildir”.

    Kesin olsa ne olurdu? Acaba gerekli ihtimam ve ihtiram gösterilir miydi?

    Harem-i Şerif’deki bu yıkımın zamanlaması tesadüften ibaret mi? Mubarek arzda bulunduğum günlerde hep bunu düşündüm. Gerekli kaynaklara ancak memlekete dönünce ulaşabildim.

    Vahabilik görüşünü benimseyen Suudiler 1806’da Mekke ve Medine’yi işgal ettiler. 2. Mahmud Vehhabileri buradan çıkarmayı Mısır Valisi Kavalalı M. Ali Paşa’ya havale etti. O da oğlunu gönderdi, 23 Ocak 1813’de Ahmed Tosun Paşa Suudileri Hicaz’dan çıkardı..

    Ne tesadüf! Harem’deki tadilat tam da bu tarihten 2 asır sonra başlıyor!

    Diğer oğlu İbrahim Paşa, Suudilerin Merkezi Dir’i’ye kadar gitti. Abdullah bin Suud’u esir aldı. Abdullah bin Suud, 1818’de önce Mısır’a götürüldü, oradan İstanbul’a gönderildi. İstanbul’da muhakeme edildi, Medine işgali sırasında Hücre-i Saadet’i yağmalamak suçundan idama mahkûm edildi. (17 Aralık 1818)

    Bu tesadüfün, Mekke ve Medine’deki tadilat ve inşaat işlerinin beş sene sonra tamamlanarak tekrarlanmasını beklemeli miyiz?

     

     

    D.Mehmet Doğan / Yeni Akit

    07 Şubat 2013


  19. Abdülhalik Gücdavani ks Hazretleri tarafından 11 olarak zikredilmiş Nakşibendi yolunun hususiyetlerinden birisi de "Nazar ber Kadem" dir. Yani yürürken ayağın ucuna bakmak. Bu hususiyetler Üstadın

     

    “İrşad edicim, Kurtarıcım ve Efendim Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’ne ait, dışından öğretici mahiyette bu son asrın en büyük din eserini, en titiz sadakat, en derin dikkat ve en keskin haşyetle sadeleştirirken, kendimden ekleyeceğim biricik ölçü, Büyük Veli’nin muazzez ruhaniyetine sığınmak ve affını dilemektir.”

    diyerekten kaleme aldığı Tasavvuf Bahçeleri adlı kitapta da anlatılmaktadır. İnsan öyle bir varlık ki şayet kendini adam etmek istiyorsa komple bu dini yaşamayı kendine hedef olarak almalıdır. Her yerde; evinde,sokakta,yolda yürürken,okulda,işte,çarşıda,pazarda,vs,,, dinimizin gereklerini tatbik önceliğimiz olmalıdır. Yapamıyorsak da yaptığımızın günah olduğunu bilerek Allahu Tealadan af dileme samimiyetini göstermemiz boynumuzun borcudur.

     

    "Yahu bugünkü şartlarda ancak bu kadar yaşanır" diyen birisinin Allah muhafaza 2 şekilde küfre düşeceğini, sarığından sakalından dolayı İTÜ den kovulan kimya profesörü ve neticede 7 sene Sirkeci Garında yolcuların valizini taşıyarak geçimini sağlayan(ne olursa olsun sakalını kesmiyor imana bak maşallah) ilerleyen yıllarda da Beşiktaş müftülüğü yapan merhum Fuat Çamdibi Hocaefendi şöyle izah edermiş: "Birinci olarak Kuranı Kerimin hükümleri kıyamete kadar geçerli olacağı için bu zamanın şartlarında bu din bu şekilde yaşanmaz diyen birisi haşa Allahu Tealaya cehl isnat etmiş olacaktır. İkinci olarak da "size taşıyabileceğinizden fazlasını yüklemem" buyuran Allahu Tealaya haşa zulm isnadıdır ki ilkinde olduğu gibi insanı daire-i İslamın dışına çıkarır"

     

    ezbere yaşayan bir toplum olduğumuz için ne ağzımızdan çıkanı kulağımız duyuyor ne de ağzımızdan çıkmadan önce beynimizde söyleyeceğimizi tartıyoruz. 100 sene içerisinde bir toplum nasıl olur da bu kadar değişir,değişebilir,değiştirilebilir...hayret

    • Like 1

  20. biz nasıl büyük bir ecdadın (her ne kadar layık olmasak da) çocuklarıyız. Bizim ecdadımızdaki incelik,hassasiyet,Peygamber Efendimize sav bağlılık ( asrı saadet ve ashabı kiram harcinde) kimde var? Osmanlının bütün başarılarını yok saysak bile sadece ve sadece Allahu Tealaya cc ve Rasulullaha sav bağlılıklarındaki bu üstün yaklaşım bizim namımıza şeref olarak yeter de artar bile.

     

    işte ecdadımızı, herşey bir yana özellikle bu yaklaşımlarından dolayı, saygılarından dolayı, edeplerinden dolayı, hürmetlerinden dolayı, muhabbetlerinden dolayı, bağlılıklarından dolayı ve aşklarından dolayı seviyorum. Böyle ecdat sevilmez mi? Allahu Teala Osmanlıdan razı olsun.

     

    Osmanlının büyüklüğünü bütün dünya çok iyi bilirken bizim bu kıymetten yoksun yetiştirilmemiz bu millete yapılan yapılan en büyük düşmanlıklardandır.

     

    Avrupalı seyyahlar Osmanlı mülkünü gezdikten sonra hatıra yazıyorlar. Orada Osmanlı insanı için "çılgın" ifadesini kullandıkları vakidir. Diyorlar ki "Bu Türkler öyle çılgın insanlardır ki, koca çınarları sulamaları için parayla adam tutarlar". Yahu şimdi bize bile ne kadar uzak değil mi? Bırakın insanı, hayvanı, bitkiye merhameti olan insanlardı ceddimiz Osmanlı. Biz bile belki şimdi o yabancı seyyahlardan daha yabancıyız kendi ecdadımıza. İnsanı asıl kahreden de bu değil mi?

     

    Yazarın yazıları dikkatimi çekti ve paylaşmak istedim. Önemli bir hususa değinmiş. Mekke-i Mükerremede ve Medine-i Münevveredeki bütün Osmanlı eserlerini ortadan kaldırma politikaları yıllardır devam ediyor. Hiçbirşey bırakmadılar. Herşey dümdüz. İncelik olmayınca böyle oluyor. Ne safa var, ne merve var, okçular tepesini az kaldı onu da ortadan kaldıracaklar, sahabe mezarları dümdüz, uhuda çıkmanıza müsaade etmezler, o vahhabi ki Hz. Osman ra ın mezarı başında bacak bacak üstüne atarak ziyarete gelenlerle alay eder, o vahhabi ki Allah Rasulu sav hazretlerini ziyareti hor görür,o vahhabi ki Peygamber Efendimiz sav "bütün kapılar kapansa bile ebubekir kapısı açık kalsın" buyurmuşlarken, ebubekir ra kapısını kapatır, o vahhabi ki "ham yobaz ve kaba softa" dır,bütün incelik namına ne varsa yoksundur...

     

    insan üzülüyor...

    • Like 1

  21. Sakın terk-i edepten!

     

     

    Bir daha Mekke’ye gelebilecek, Kâbe’yi görebilecek miyiz?

    Gelsek bile, şimdi arkasında oturduğumuz Osmanlı sütunları, revakları olmayacak.

    Revaklar en tabiî ve basit malzemeden yapılmış. Mermer sütun başlıklarının ön sırada olanları Osmanlı işi. Arka sıradakiların bir kısmı devşirme, muhtemelen yakınlardaki tarihî yapılardan getirilmiş.

    Kâbe’nin haremini, tavaf alanını çevreleyen sütunların üstündeki kubbeler bildik Osmanlı kubbeleri değil. Adeta Selçuklu-Osmanlı asker miğferi görünümünde. Üzeri kurşunlanmamış. Alemler taştan. Kubbeler kurşun yerine tamamen mahallî malzeme ile kaplanmış. Arka kubbeler hayli yayvan.

    Dendanlar lâle şekilli. İki üç yerde mermer kullanılmış, geri kalanı taş. Bütün kemer aralarında Lâfza-i celâl (Allah) levhaları var. Bazı yerlerde, daha aşağıda, Muhammed ve dört reşid halifenin isimleri madalyon olarak konulmuş. Suudların yaptığı yeni kısımlarda sadece Lâfza-i celâl ve “Allahüekber” yazıları mevcut. Bir de kapılara, merdivenlere Suud kırallarının isimleri verilmiş. Kıral isimleri Kâbe’yi çevreleyen merdivenlerin üzerinde kapı ismi olarak yer alıyor. Bu isimler Kâbe ile karşı karşıya..

    Yıkım tamamlandığında dört halifenin ismi silindiği gibi, Haremde Hz. Muhammed adı da silinmiş olacak… Artık Harem-i Şerif’te Muhammed’in kösü çalınmayacak, kesin olarak Suud’un borusu ötecek!

    Lütfen dikkat: İslâm’ın temel ibadet mekânında İslâm Peygamberi’nin adı yok! Ama Suud kırallarının isimleri bir şekilde bu mekânda varlığını sürdürüyor!

    Yavuz Sultan Selim zamanından beri Kâbe’nin hâkimi değil “hadimi”, yani hizmetçisi olma yolunu seçen Osmanlı sultanları isimlerini Harem-i Şerif’te kapılara vs. vermeyi düşünmediler. Tevazu ve alçakgönüllülük sözde değildi, her yerde ve her şeyde hissediliyordu.

    Arabistan’ın yüzlerce, binlerce yıllık yokluk ve kıtlıkla imtihanından sonra günümüzde varlık ve servetle imtihanı yaşıyor. Bu imtihan çok çetin, çok müşkil… Büyük meblağlar İslâmiyeti bir hanedana, kabileye (isterseniz “devlete” diyelim) mal etmek için sarfediliyor. Bütün isimler, bu arada Hz. Peygamber’in ismi siliniyor, sadece Suudi kırallarına saygıya işaret eden isimler kalıyor.

    40-50 yıl önce beton ve demirle yapılanlar da yıkılıyor. Yerine daha fazla beton ve demir kullanılarak yeni büyük yapılar inşaa ediliyor. Bu inşaî faaliyette Kâbe ölçü olmaktan çıkarılıyor. Nisbetler o kadar büyük ki, bu nisbetlerde Kâbe’nin hükmü yok!

    Kâbe ve civarında her yeni çözüm, eskisinden daha fazla çözümsüzlük getiriyor. Binalar çoğaldıkça, kat sayıları arttıkça külfet artıyor, hac zorlaşıyor.

    Mekke’nin tabiî dokusu neredeyse tamamen ortadan kaldırılmış. İki tepe Safa ve Merve ancak karikatür olarak bırakılmış.

    Kâbe’nin etrafı olduğu gibi bırakılsa, tabiî çevresiyle ve tarihî yapılarıyla korunsa ne olurdu? Elbette, hacc tabiatına uygun olarak ve kolaylıkla eda edilirdi.

    Tavaf artık mermer levhalar üzerinde yapılıyor. Eskiden kumlar üzerinde yapılırmış. Mermer parlak ve gösterişli. Fakat gerçeği daha güzel, kızgın Arabistan kumları üzerinde tavaf daha heyecan verici olmalı.

    1400 yıl önce Resulullah’ın yaptığı gibi kumlar üzerinde tavaf etmek, say yapmak… Şimdi ayağınız toprağa, kuma değmiyor. Her taraf asfalt, beton ve mermer kaplı.

    Kâbe’nin etrafında Peygamber’den ve sahabeden kalan hatıralar hiçe sayılmış. Şimdi onları yerinde dünya kapitalizminin Hilton başta olmak üzere otelleri yükseliyor.

    Modernlik Kâbe’yi tamamıyla kuşatmış. Artık Mekke yok, Mekkeli yok.

    “Şehirlerin anası” (Ümmülkura) artık bir şehir değil, otelkent!

    Büyük şairimiz Nabî, Peygamberin kabrine ve mescidine saygısız davrananlar için

    “Sakın terk-i edepten” diyor. Yani “edebi terk etme”. Daha açığı: “Edepsizlik etme”!

    Bütün tavaf ehline tavsiyemiz, tavaf bittikten sonra civardaki Kâbe’nin üzerine düşecek gibi duran ucubeye (tower ve saat kulesi) doğru dönüp “edep ya hu!” demeleridir!

     

    D.Mehmet Doğan / Yeni Akit /06 Şubat 2013

    • Like 1

  22. Mimarî masum mu?

     

     

     

    Harem-i Şerif’de büyük tadilat…

    Osmanlı revaklarının sökülmesine başlanmış, yıkım bütün hızıyla devam ediyor. Yıkılmakta olan revakların önüne revakların resmini muhtevi bez gerilmiş. Kırma ve delme cihazlarının tarakasından ibadet zorlaşıyor.

    Son haber: Revakların tamamı değil de bir kısmı yıkılacakmış!

    Her tarafta inşaat, toz toprak… Harem’e yeni binalar ilâve ediliyor.

    Mekke’yi asıl dönüştüren binalar bitmiş!

    Harem’in etrafı kral sarayı ve ünlü beynelmilel otellerin şubeleri ile kuşatılmış. “Zemzem Tower” bir ucube olarak Kâbe’nin tam karşısına dikilmiş! Kıral Abdülaziz’in vakfı imiş! Altı AVM, üstü otel, daha üstü kıral sarayı, en üstte saat kulesi var. Bu durumda Kâbe’ye en tepeden o (kıral, İngilizcesini tercih ediyorlar “king”) bakacak! Bilmem kaç katlı ve çok bloklu binanın en tepesinde hilâl, yani alem var. Saatte lâfza-i celâl, Allahuekber ve onun altında kıraliyet alameti çapraz iki kılıç ve hurma ağacı daha altta besmele ve değişen âyetler. (Bir ara “ve kına azabennar” ibaresini gördüm!)

    Mimarî masum mu?

    Zamanında geniş coğrafyaları kasıp kavuran Orta Asya’nın son cihangiri Timurlenk’in, “bizim kudretimizden, iktidarımızdan şüphe edenler, inşa ettirdiğimiz eserlere baksınlar” dediği rivayet edilir.

    Timur Anadolu’da yıkıcı, Türkistan’da yapıcıdır. Çok büyük ve gösterişli mimarî eserler bırakmıştır. Ismarladığı bazı eserlerin şanına layık büyüklükte olmadığı kanaatine vardığı için (sefer dönüşlerinde) yıktırıp yeniden daha mutantanlarının yapılmasını sağlamıştır.

    Elbette iktidarla yapı arasında bir bağlantı vardır. Bunu mimarlık tarihi de doğrular.

    Kâbe ise bütün mimarlık kavramlarını en baştan reddeden bir yapı. İsminden anlaşılabileceği gibi “küb”şekilli. Fakat muntazam bir küb değil. Kamil mânada küb sayılamaz. İnsanlık tarihinin Allah’a adanmış bu ilk, sade ve basit yapısı “en mükemmel” olan Yaradan için mükemmel olmayan, yaradılanın, insanın, gönülden, samimi bir adağı…

    Allah’ın evi, yani Beytullah!

    Kâbe’yle mimarlık kavramlarını, ölçülerini kullanarak yarışmak mümkün değil!

    Fakat Kâbe’yi mimarî ölçülerle küçültmek mümkün!

    Şeklen önemsizleştirmek, görünürlüğünü engellemek, manzaradan silmek mümkün.

    Etrafındaki bütün nisbetler büyürse, Kâbe daha küçük görünür. Hatta görünmez olur!

    Osmanlı bunu samimiyetle gözetti. Kemerleri, revakları Kâbe görünecek yükseklikte yapmak için azami dikkat sarf etti. Kemerler Kâbe’den yüksek yapılmadı, duvarlar Kâbe’yi asla örtmedi. Harem mescidi asla saray gibi tasavvur edilmedi. Kemerler Kâbe’yi tamamlayan mütevazı bir çevre yapı olarak bina edildi.

    Osmanlı’nın koyduğu ölçü sonraki bütün mimarî hamleleri alt üst ediyor, geçersiz kılıyor.

    1950’lerinde sonunda ilâve edilen Suudi yapıları hayli süslü fakat güzel değil, Osmanlı kemerleri ise sade, yalın ve fakat güzel. Güzelliği nisbetlerinde ve tabiliğinde aranmalı. Çevreden çıkarılan sarının tonu taşlar kullanılmış. Bu renk tonu zenginliği Kâbe’yi çevreliyor. Kara donlu (elbiseli, örtülü) Beytullah’ın etrafında koyu kahverengiden açılan kemerler sarıyor. Müthiş bir uyum, eski ve fakat güzel, etkileyici bir çözüm.

    Çözüm tabiî olduğu için rahatsız edici değil. Çok da dikkat çekmiyor. Zaten dikkat çekmemesi gerekiyor. Asıl dikkatin Kâbe’ye yönelmesi lâzım çünkü.

    Osmanlı kemerleri yıkılınca bu tabiiliği esas alan ölçü de ortadan çekilecek. Kıyaslama yapma imkânı kalmayacak.

    Suudluların 1960’larda yaptığı ilâveler, birinci sınıf bir saray olmamakla beraber “saray” kavramı ile açıklanabilecek bir yapılaşma.

    Müslümanların zamanımızda gelişen ulaştırma imkânları sonucu artan hac ve umre taleplerinin böylece karşılanabileceği iddiası, bugünden geçeriz hâle geldi. Çünkü bu yapılar geniş mekânlara rağmen ihtiyacı karşılayamıyor.

    Osmanlı kemerleri 4 asırdan fazla vazife yaptı, hâlâ da kalması hacca, ibadete engel teşkil etmiyor, fakat Suud yapıları hiçbir gerçekçi çözüm sağlayamıyor. Bugün tasarlanan ve kimsenin mahiyetini tam mânasıyla bilemediği yapılaşma da geçici bir çözüm olabilir belki. Daha öncekinin çözüm olmadığını, ikinci nesil gördü. Yenisinin kaç sene dayanacağını, yaşayanlar görecek.

     

    D.Mehmet Doğan / Yeni Akit /04 Şubat 2013

×
×
  • Create New...