Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

HİÇ

Editor
  • Content Count

    948
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    92

Posts posted by HİÇ


  1. kadir mısıroğlu'nun kitaplarını okumuşluğum vardır. tarihimizle alakalı kıymetli eserleri de vardır. örnek vermek gerekirse; "kurtuluş savaşında sarıklı mücahidler", "lozan, zafer mi hezimet mi?", "moskof mezalimi" bunlardan ilk akla gelenler arasındadır.

     

    Üstad Necip Fazıl Kısakürek ile alakalı bu fikirleri yeni değildir. Kendisinin, Üstadın 10. ölüm yıldönümü vesilesiyle yazmış olduğu "Üstad Necip Fazıl'a Dair" adlı kitabında da(1993 basım) ,üstad hakkındaki bu fikirleri mevcuttur. (Bu kitabı 6.11.2004 tarihinde Sultanahmet kitap fuarında alıp kendisine de imzalatmıştım).

     

    Şimdi mevzuya girmeden en baştan şunu belirtmeliyim. Peygamber Efendimiz sav, aralarında hz. ebubekir ra ın da bulunduğu sahabeden bir topluluğa hitap ederek: "Hepiniz hata edicilersiniz" buyurmuştur. Bu topluluk içerisinde hz. ebubekir ra ın da bulunuyor olması bu mevzu anlatılırken açıklanmak zorundadır. Bir gün Peygamber Efendimiz sav bir namazdan sonra cemaate dönerek sorusu olup olmayanı, ihtiyacı olup olmayanı, tabir edilecek rüyası olup olmayanı sormuşlardır. Bir kişi çıkıp benim bir rüyam vardır diyerek rüyasını anlatmış ve tabir edilmesini istemiştir. Peygamber Efendimiz sav tabir etmeye başlayacakken, Hz. ebubekir ra kendisinden sav müsaade isteyip rüyayı tabir etmiştir. Yalnız küçük bir hata etmiştir bu tabirde neticede Peygamber Efendimiz sav bu hatayı düzeltmişlerdir. İslam alimleri Hz. ebubekir ra ın hatasının bundan ibaret olduğunu beyan etmişlerdir.

     

    Kainatın efendisi sav in "hepiniz hata edicilersiniz" hitabı bütün müslümanları kapsayan bir hitaptır. küçük büyük hepimizin hataları kusurları vardır, Allahu Teala bunun farkına varıp af dileyenlerden olmayı ve hatalarımızda ısrarcı olmamayı bizlere nasip eylesin. (amin)

     

    Bu paralelde düşünüldüğünde Necip Fazıl Kısakürek gibi , maneviyat ve mukaddesat bağlısı bir gençlik oluşturmak için uzun yıllar çaba sarfetmiş, geride aşağı yukarı 100 ciltlik bir külliyatı bu gençliğe ve müslümanlara miras bırakmış bir büyük mütefekkirin az da olsa yanlışının olması gayet normaldir. ama bu yanlışarın hiçbirisi ehli sünnet vel cemaat itikadı ile alakalı, ehli sünnet vel cemaate ters düşen yanlışlar değildir.

     

    mesela: Üstad Necip Fazıl Kısakürek Kanuni Sultan Süleymanı (bu benim kendi şahsi fikrimdir), yazılarında ve konuşmalarında çokça eleştirir. Halbuki ben Kanuni Sultan Süleyman Han gibi, yaptığı her işi şeyhülislam fetvası ile yapan birinin bu kadarını haketmediğini düşünürüm.

     

    Üstad bir fikir adamıydı, dava adamıydı, mücadele adamıydı. Son nefesine kadar da bu heyecan ve coşku ile yaşadı. Kendisi bir tarihçi değildi muhakkak ama çok önemli tarihsel gerçekleri de ortaya ilk defa koyan kişidir. İlk defa sultan 2. abdülhamid e "ulu hakan" diyen necip fazıldır. Sultan vahdettine "vatan dostu" diyen necip fazıldır. "son devrin din mazlumlarını" yazan necip fazıldır. topyekün Türkün muhasebesini yapan necip fazıldır. ve deha pek çok önemli gerçeği ve tespiti ortaya koyan adamdır necip fazıl. Bunların yanında bazı yanlış tespitlerinin olması gayet normaldir ve onun necip fazıllığından bir şey de eksiltmez...

     

    Zaten Necip Fazılı doğru okumayı bilemiz lazım öncelikli olarak. Eğer Üstad Necip Fazıl Kısakürek çok büyük mütefekkirdi (evet öyleydi) ve ne dediyse, söylediyse, yaptıysa doğrudur mantığı ile Necip Fazılı okursanız varacağını adres farklı bir yer olur. Necip fazıl Abdülhakim Arvasi hazretlerinin ks. mürüdiydi ama kendisi mürşit değildi ve böyle bir iddiası da asla olmamıştır.

     

    Üstad eleştirilebilir ve eleştirilmelidir de lakin bunu yapacak kişi ergenekon terör örgütünü öven sahte şeyh nazım kıbrisi'nin dizinin dibinden ayrılmayan kadir mısıroğlu değildir. Evet, kadir mısıroğlu avrupada bulunduğu süre zarfında bu nazım kıbrisi ile irtibata geçmiş ve kendisinin takipçisi olmuştur. şimdi arkadaşlar doğru oturalım doğru konuşalım. yazımın başında söyledim, kadir mısıroğlu da kitaplarıyla belli bir oranda insanlara fayda sağlamıştır ama şu anda geldiği hal ve bulunduğu konum itibariyle sözüne itibar edilecek adam olma hususiyetini kaybetmiştir. Üstad hakkında haddi olmadan konuşacağına önce peşinden gittiği adamın yanlışlarını söylemekle işe başlarsa ortaya bir samimiyet koymuş olacaktır.

     

     

    burda da sahte şeyh nazım kıbrisi kadına elini öptürüyor ve el şakası yapıyor

     

    http://www.youtube.com/watch?v=qEGR8YHpGww

     

    burada da takipçisi kadir mısıroğlu ile beraber...

     

     

    yorum sizin arkadaşlar...

    • Like 1

  2. II. ABDULHAMİD HAN’IN İSTANBUL’U TERK ETMEMESİ

     

    Bâbıali baskınıyla zoraki hakimiyetlerini tesis eden ittihatçılar, İtilaf Devletleri Donanmalarının Çanakkale’yi zorlaması ve karaya asker çıkarıp İstanbul yolunu açmaya davranması üzerine müthiş bir korkuya düştüler ve hükümet merkezini Anadolu’ya taşımayı düşündüler. Bu arada Sultan Abdülhamîd Han’a da başvurdular ve şöyle dediler: Devlet merkezinin Eskişehir’e kaldırılması ihtimali vardır. Hatta bu iş için gerekli hazırlıklar da yapılmaktadır. Şevketlû biraderiniz Sultan Reşad Hazretleri, sizi, düşman eline geçmesini mümkün gördükleri Payitahtlarında bırakmayacaklanna göre Anadolu’nun hangi köşesine çekilmek istediğinizi ve nereyi tercih buyurduğunuzu soruyorlar.

    O zaman Sultan Abdülhamîd Han, bütün ümit kapılarını kapayan bu ruhî iflâs ve hezîmet ânında, ayakta ve çarpıcı bir heybet içinde, tane tane şu cevabı verdi: Şevketli biraderimin hakipay-ı şahanelerine arz-ı ubudiyet ederim. Endişeleri tamamiyle gereksizdir. Eğer dokunulmamış ise, Çanakkale’yi ben zamanında, fevkalâde tahkim eylemiştim. Oradan hiçbir donanmanın geçmesi mümkün değildir. Boğaziçi de öyle. Amma farz edelim ki öyle bir felâket başa geldiği takdirde, Hakanın yapacağı şey, tâcını, halkını terk edip kaçmak değil eyvan-ı payitahtının taşları altında can vermektir. Hazret-i Fatih bu beldeyi küffar elinden fethettiği zaman Bizans İmparatoru Konstantin kaçmayıp, harp ede ede, yıkılan kalelerin altında can vermek celâletini göstermişti. Biz, Fatih’in ahfâdı, Konstantin’den aşağı kalamayız. Zât-ı Şahaneye böylece arz edin! Rahat olsunlar ve ezelî irâdeye boyun eğsinler! Şuradan şuraya kımıldamasınlar! Düşman buraya giremez. Bana gelince, ben artık bir yere gitmem. Yegâne arzum burada ölmektir.

    Bu ulvî cevap, ittihatçıların, o sözde gözükara (!) kahramanların yüreğine işledi. Onlar da İstanbul’u terk etmemeye ve sonuna kadar direnmeye karar verdiler. Ve netice malûm... Sırf Abdülhamîd’in rûhî telkini sayesinde boşaltılmayan Payitaht ve çekip giden düşman... Ulu Hakan, hapishanesinden bile İstanbul’u kurtarmıştır.

     

    (Necip Fazıl Kısakürek, Ulu Hakan II. Abdulhamid Han)

     

    30 Mart 2012 Mevlana Takvimi


  3. KIZIL SULTAN İFTİRASI KİMİN İCADI?

     

    Babıâli’de en nâzik makamlar Ermenilerin elindeydi. Tanzimattan beri büyük ihtirâslarla yanıp tutuşan Ermeniler, (Hınçak) ismiyle Paris’te bir cemiyet kurmuşlar, sonra cemiyetlerini Londra’ya taşımışlar ve milletlerini birleştirip sosyalizma çerçevesinde idare etmeyi gaye edinmişlerdi. İlerideki anarşist ve ihtilâlci Ermeni komitelerinin ilk nüvesi, entellektüel şekli olan bu cemiyet, güya Osmanlı Devleti’nden Ermeniler adına istiklâl istemiyor, herzamanki teraneyle «ıslahat» ve adâlet diliyordu. Rusya ise Kafkasya’daki Ermenilerin daha fazla çoğalmaması ve o yerlerin gitgide aslî Ermeni vatanı yerine geçmemesi için, sınırlarını Osmanlı Ermenilerine kapatmıştı. Bu da Ermenileri kızdırıyordu. Sultan Abdülhamîd Han o harikulade siyasî dehâsiyle bu tezatları sezdi ve Rusya’yı zaif noktasından yakalayıp onunla Ermeni meselesi üzerinde zımnî bir anlaşmaya vardı.

    Bu arada bütün Ermeni müesseselerini, hususiyle mekteplerini gözetim altına aldı. Fermanla açılmamış olan ve fesâd yataklarından başka bir şey olmayan Ermeni mekteplerini kapattı. Böylece, 1889 senesi, Türkiye Ermenileri hesâbına, diledikleri gibi at oynatamayacaklarını anladıkları bir yıl oldu. 1890’da Patrik Aşıkyan Efendi Babıâli’ye kafa tutmaya giderken Sultan Abdülhamîd Han, bütün Ermeni kiliselerini, aynı saat, aynı dakikada, incilerinden çatılarına kadar aranması emrini verdi. Kiliseler arandı ve bir kaçında zararlı evrak, gizli haberleşmeler, silâhlar ve bombalar bulundu. Artık Sultan Abdülhamîd Han ile Ermenilerin arası açılmış oluyordu. Artık Ermeniler de, vatanperverlik satan bazı sözde Türkler gibi, Sultan Abdülhamîd Han’a hâin, müstebid, zâlim, gaddar, kızıl sultan yaftalarını takabilirlerdi. «Kızıl Sultan» tâbiri, doğrudan doğruya Ermeni buluşudur ve dünyada bir eşi gelmemiş derecede merhametli bir hükümdara bu, hakîkate yüzde yüz ters sıfatı yakıştıran Ermenilerdir. Yeni nesiller de bu eski Ermeni buluşunu hakîkat diye kabullenmiş, Ermeni kafasiyle düşünmeye mahkûm edilmiştir.

     

    (Necip Fazıl Kısakürek, Ulu Hakan II. Abdulhamid Han)

     

    31 Mart 2012 Mevlana Takvimi


  4. Vahim İtikat Bozuklukları

     

    Allah'a, Resûlüne, Kur'ana iman eden bir Müslümanın devamlı/değişmez gündeminin ilk maddesi itikadının (inançlarının) doğru ve sağlam olup olmadığını kontrol etmektir.

    Bugün İslam dünyasında onlarca, hattâ yüzlerce itikat ekolü bulunmaktadır. Bunların temel inançla ilgili bazı bilgileri birbiriyle uyuşmamaktadır.

    Her Müslüman inançlarını Kur'ana, Sünnete uygun hale getirmelidir.

    Bu da:

    İcazetli gerçek İslam alimlerinin, fakihlerinin öğrettiği, bildirdiği inanç maddelerini kabul etmekle olur.

    19'uncu yüzyılda, İslam dünyasında birtakım Mason sarıklılar zuhur etmiş ve dinde yenilik ve değişim yapmak istemişlerdir.

    İngiltere'nin mısır başkomiseri Lord Cromer, bu sarıklı Masonlardan biri olan Muhammed Abduh için "I suspect my friend Abduh was in reality an agnostic" diyerek onun agnostic olduğundan şüphelendiğini yazıyor. Adam hem Farmason, hem de agnostik. Elbette böylesinden din iman öğrenilmez. Öğrenen ne olur? Sapıtır.

    Usûle, temele, esasa ait bir konuda Ümmet içinde ihtilaf olduğu vakit:

    *Cumhur-i ulemaya tâbi olmak gerekir.

    *Sevad-ı Âzam dairesi içinde bulunmak gerekir.

    Üzerinde icmâ bulunan görüşün kabul edilmesi gerekir.

    İhtilaflı konularda şazz görüşlere itibar edilmemesi gerekir.

    Son yıllarda ülkemizde din konusunda çok vahim bir fitne çıktı: Bazıları, İslam'ın tek hak din olmadığını, onun yanında başka ibrahimî hak dinler de bulunduğunu iddia ediyor.

    Hattâ, Müslümanların yayınladığı büyük bir gazetede, Ehl-i Kitap ile Müslümanlar arasında Âmentü konusunda ittifak olduğuna dair bir yazı yayınlandı.

    Allahın sıfatları konusunda ittifak varmış... Tevhid inancı ile Teslis nasıl uyuşur da arada ittifak olur?

    Kur'an, Teslis inancını reddediyor, bizimkiler inançta ittifak vardır diyor. Fesubhanallah!

    Ehl-i Kitab ile Peygamberlere iman konusunda aramızda nasıl ittifak olabilir ki, biz Müslümanlar BÜTÜN Peygamberelere iman ediyoruz, onlar ise Âhirzaman Peygamberi Hâtemülenbiya Resulullah Efendimize (Salat ve selam olsun ona) iman etmiyor, onu hâşâ sahte peygamber olmakla suçlayıp iftira ediyor.

    İlahî Kitaplar konusunda da Ehl-i Kitab ile aramızda ittifak yoktur. Biz Müslümanlar, Allah'ın Tevrat ve İncil'i gönderdiğine iman ediyoruz, onlar Kur'anı kabul etmiyor.

    Son yıllarda yayınlanan ve büyük miktarda tiraj yapan bir Kur'an mealine muharref Tevrat ve İncil'den 700 kadar "âyet" alınmıştır. 1400 yıllık İslam tarihinde böyle bir yenilik ilk defa Türkiye'de oluyor.

    Yeni bir inanç çıkartıldı:

    Hz. Muhammed'in dâveti ve tebligatı kendisine ulaştığı halde, bunları red inkar ve tekzib edenler de kurtuluşa ermişlermiş ve Cennete gireceklermiş.

    Böyle bir inanç ve iddia:

    Kur'ana... Sünnete... İslam'a kesinlikle aykırıdır.

    Diyanet'in bu gibi konularda halkı uyarması, aydınlatması, bilgilendirmesi beklenir ama o makamdan da bir ses çıkmıyor.

    Ülkemizde faaliyet gösteren birtakım gruplar ve cemaatler harıl harıl kadrolaşıyor.

    Bendeniz eskiden her imamın ardında namaz kılmıyordum. Birkaç yıldan beri bazı din görevlileri konusunda tereddütlerim, şüphelerim var. Resulullahı, Kur'anı, İslam'ın tek hak din olduğunu kabul etmeyenlerin de ehl-i necat ve ehl-i Cennet olduklarına inanan bir kimsenin ardında namaz kılmak istemem, çünkü onun bu inançları imamlık yapmasına kesinlikle mânidir.

    Uzun yazmama hacet yok, ülkemizde bazı ilahiyatçılar kaderi bile reddediyorlar.

    Sem'iyyat denilen, kabir ahvali ve şefaat ile ilgili din bilgilerini de reddedenler var.

    Son zamanlarda bazı yenilikçiler ve değişimciler koyu laiklik taraftarı kesildi.

    Müslümanların bir kısmı itikat konusunda hassas ama büyük bir kısmı cehalet ve gaflet yüzünden tashih-i itikat meselesine önem vermiyor.

    Birtakım okumuş, yüksek ve parlak tahsil yapmış Müslümanların, Farmason sarıklıları kendilerine din önderi olarak kabul etmelerine şaşmamak mümkün değildir.

    Kur'an, Sünnet ve Cemaat ehli bunca ulema, fukaha, allâme varken, nasıl oluyor da birkaç şaibeli adamı kendilerine mürşid ve rehber yapabiliyorlar?

    Sarıklı Farmasonları imam=önder, rehber kabul edenlerin bir kısmı sanki Ehl-i Sünnete savaş ilan etmiştir.

    Şöyle bir müdafaa yapanlar da var: O sarıklı Farmasonlar dine hizmet için Mason olmuşlardı. Sonra ayrıldılar... Bu iddianın ve müdafaanın tutar tarafı olmadığını ispat edecek bir yazı hazırlıyorum.

    Ne kadar esef verici bir manzara: Birtakım İslamcılar Farmasonları, agnostikleri din önderi ve mürşid olarak kabul ediyorlar. Ne günlere kaldık!

    * (İkinci yazı)

    Âhireti Unutmak Felâketi

    Dünyaya gerekenden fazla önem vermek bütün kötülüklerin anasıdır.

    Gerçek ve olgun dindar, dünya için orada kalacağı kadar, âhiret için orada kalacağı kadar çalışır.

    Dünya bir imtihan yeridir ve elbette dünyada çalışılacaktır. Lakin dünya için gerekenden daha fazla çalışmak yanlıştır, zararlıdır.

    Kazandığımız paraların ve malların yeterli kısmını, Allahın rızasını kazanmak, âhiretimizi kurtarmak için sarf etmeli, mâlî ibadet yapmalıyız..

    Olgun ve vicdanlı Müslüman öğretmen Seyyid Mahir İz hocamız, kira evinde oturduğu halde, her ay maaşını aldığı zaman kırkta birini hemen Allah yolunda sadaka verirdi.

    Yakın tarihte öyle Müslüman zenginler gelip geçmiştir ki, evinde akşam sofrasında bir misafiri olmadan sofraya oturup yemek yemezdi.

    Aklı olan bir Müslüman gerekenden fazla lüks evler yaptırır mı?.. Onları lüks eşya ve mobilyalarla döşetir mi?... Gerekenden fazla lüks otomobillere biner mi?

    Bir ay kadar önce Adana'da, 26 yaşında genç bir anne, parasızlıktan intihar etti, iki çocuğu yetim kaldı. Sorumlu Müslümanlar vazifelerini hakkıyla yapmış, zekatları öncelikle fakirlere ve miskinlere vermiş olsalardı o kadıncağız intihar etmeyecekti.

    Bir Müslüman, dinî vazifelerini ancak âhirete yönelik olursa hakkıyla yapabilir.

    Din ilimlerini okumuş bir kimse dünyaya, paraya, mala çok değer veriyor, onları elde etmek için çırpınıp yırtınıyorsa, onca ilmine rağmen yine de iyi bir Müslüman olamaz.

    Namaz ve oruç elbette dinimizin temel şartlarından ve farzlarındandır. Lakin iş onlarla bitmez. Namazın ve orucun yanında zekat da vereceğiz. Nasıl vereceğiz?.. Kur'ana, Sünnete, Şeriata, fıkha göre vereceğiz.

    Peygamberlerden sonra, derece itibarıyla en yüksek insan olan Hz. Ebû Bekir, zekat ödemek istemeyen kabileleri savaşla, kılıçla yola getirmişti.

    Yazık ki, zamanımızda zekat konusunda böyle âdil ve kararlı bir Ebû Bekir yoktur.

    Min gayri haddin âcizâne bu sütunlardan sesleniyorum:

    Müslüman halkın zekatlarını Kur'ana, Sünnete, Şeriata aykırı olarak toplayan ve sarf eden zâlimler titresinler.

    Fakir, miskin, aç, sefil bunca Müslüman varken, sefalet içindeki zavallı bir anne parasızlıktan intihar ederken onlar hangi vicdanla birtakım hükmî şahsiyetler için zekat toplamaktadır?

    Birtakım sekt holiganlıkları, militanlıkları, asabiyetleri dünyada söker ama öteki dünyada sökmez.

    Zekat verdiklerini sanarak, zekatlarını zekat uğrularına kaptıranlara acımak mı, öfkelenmek mi gerekir?

    Müslüman, lokantaya gidip yemek yiyeceği zaman bile, âhireti düşünmelidir.

    Tek kişi elli liralık bir yemek yiyeceğine, yanına geliri az bir arkadaşını alıp aynı parayla iki kişi yerlerse Kur'ana ve Sünnete uygun olmaz mı?

    Ey, Müslümanlık İslamcılık tasladıkları halde rüşvet yiyenler, haram gelir edinenler, zenginleşenler, haram komisyonlar alanlar, faiz/riba dalavereleri yapanlar!.. Siz kârlı işler mi yaptığınızı sanıyorsunuz?

    Ateşle oynuyorsunuz ve tevbe edip bu haram malları dağıtmazsanız, âhirete yönelik olmazsanız Cehennemde yanmaya adaysınız.

     

    30.03.2012

     

    Allah razı olsun muhalif kardeş, mehmed şevket eygi'nin eklemiş olduğun yazısının ilk kısmını ben de eklemeyi düşünmüştüm, sen benden önce davranmışsın. yazının içeriğinde kendilerine atıfta bulunulan kişileri yazacaktım ondan da vazgeçtim. M.şevket eygi gerekli görse yazısında mahut isimleri zikrederdi....

    • Like 1

  5. Atatürk Atatürkçü değil miydi?

     

    Soruyu bendeniz ortaya attım, bir tek Ahmet Kekeç destekledi, gördüğüm kadarıyla başka kimseden de ses çıkmadı. Soru soruyoruz ama cevap veren yok, çünkü verilemiyor. Soru şuydu:

    Madem eğitimde "8 artı 3" formülü çok Atatürkçü, çok devrimci bir çözümdür...

    Amaç küçük çocukların din dersi görmelerini engellemektir... "4 artı 4 artı 4" formülü de karşıdevrimci... (Sekiz yıl zorunlu eğitim devrimci, on iki yıl zorunlu eğitim karşıdevrimci oluyor ne hikmetse.)

    "Çocukların din eğitimi almalarını engellemek devrimciliktir", öyle diyelim...

    Öyledir de, niçin 28 Şubat 1997 tarihine kadar hiçbir devrimcinin aklına gelmemiştir?

    Hadi Kenan Evren, işinize geldiği zaman "vatan kurtaran kahraman", işinize gelmediği zaman "zorunlu din dersi koyan gafil" olsun, öyle olsun varsın...

    Hadi Menderes ve Demirel "karşıdevrimci" olsunlar, öyle yapalım... Çocukların okumalarını istemiyorlardı, herkesin cahil kalmasını istiyorlardı, öyle kabul edelim...

    Peki niçin, eğitimde bu "zorunlu 8 yıl" numarası daha önceki cuntaların, örneğin 27 Mayıs cuntasının aklına gelmemiştir?

    Niçin muhtıra verip hükümet deviren 12 Mart cuntasının aklına gelmemiştir de, hükümet devirme işini "kapalı kapılar ardında" bitirmeyi tercih eden 28 Şubat cuntasının aklına gelmiştir?

    Batı Çalışma Grubu, Milli Birlik Komitesi'nden de, Milli Güvenlik Konseyi'nden de daha mı devrimcidir yani?

    Niçin, memleketi tir tir titreten anlı şanlı Milli Şef İnönü'nün aklına gelmemiştir? Siz İnönü'den daha mı Atatürkçü'sünüz?

    Para yoktu, memleket fakirdi, öyle her ilçeye zorunlu ortaokul açamazdık, falan filan.

    Köy Enstitüleri açmayı biliyordunuz da kasaba ortaokulu mu açamıyordunuz? Ayrı bir bina gerekmiyordu, niçin ilkokullara durduğu yerde üç sınıf daha eklemiyordunuz?

    Öğretmen yoktu... Niçin yetiştirmiyordunuz? Öncelik verdiğiniz dava "eğitim seferberliği" değil miydi, sanayileşmeyi bile bu yüzden ertelememiş miydiniz?

    Ne yani, cumhuriyeti koruyacak "öğretmenler ordusuna" birkaç astsubay daha eklemekten aciz miydiniz?

    Peki, niçin Atatürk devrinde ilkokullar sekiz yıla çıkarılmamıştır?

    Siz Atatürk'ten daha mı Atatürkçü'sünüz? Orgeneral Çevik Bir, Orgeneral Mustafa Kemal Atatürk'ten daha mı ilericidir?

    Yahu hani "halkı eğitecektiniz", demokrasiye ancak ondan sonra dönülebilirdi?

    Şimdi de "ressamlar müzisyenler heykeltıraşlar otuz yıl halkı eğitsinler, oy hakkı ancak ondan sonra verilsin" diyenler var aranızda... Elinizde kaç milyon çocuğa kaç ressam, kaç heykeltıraş ve kaç müzisyen var ve bunlar halkı fiziksel olarak nerede eğitecekler, "ikna odalarında" mı? Yoksa evlere mektupla sanat tarihi servisi mi vereceksiniz? ("Tablet bilgisayar" dağıtmayın sakın, babadan kalma mektup gönderin, bilgisayara kablosuz bağlantı "zararlı ışınlar yayıyormuş", çocuklar için tehlikeliymiş, Cumhuriyet gazetesinin CHP'li yöneticisi öyle diyor, böyle projelere karşı çıkıyor!)

    27 Mayıs döneminde "yedeksubay öğretmenlik" diye bir numara tutturdunuz, basın ve bürokrasi ayakta alkışladı, tamam da, subay gönderip Atatürkçü eğitim yaptırdığınız o ilkokulları niçin becerip de sekiz yıla çıkaramadınız yahu?

     

    http://www.habervaktim.com/yazar/ataturk-ataturkcu-degil-miydi-49160.html

    • Like 1

  6. bu kısım da konuşmanın MTTB ile alakalı kısımları

     

    MTTB nin hizmetleri

    MTTB nin geçirdiği devreler,

    MTTB nin yakın tarihimizdeki yeri

    MTTB nin amaç ve gayeleri

    MTTB nin hizmet metoduları

    MTTB nin manevi öncüleri

     

    http://www.youtube.com/watch?v=H4moY-qACwQ&list=UUiHWQTYAMwNZ8kjVIZ-DwIw&index=1&feature=plcp


  7. PEYGAMBER EFENDİMİZİ (S.A.V.) SEVMENİN 11 ALAMETİ

     

    1)Rasulullah (s.a.v)’e uymak , O’nun (s.a.v.) sünnetini işlemek, söz ve fiillerine tabi olmak, emirlerini yerine getirmek, yasaklarından kaçınmak, güçlük içinde olsun kolaylık içinde olsun, kızmış halinde olsun kızmamış halinde olsun, O ‘nun (s.a.v.) edepleriyle edeplenmektir. Bunun şahidi ise Allahu Teala’nın Kurandaki şu ayetidir:

    "Habibim de ki: Eğer ALLAH'ı seviyorsanız bana uyunuz ki; ALLAH da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. ALLAH son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir." (Ali İmran Suresi 31. Ayet)

     

    2)Rasulullah (s.a.v.) ‘in dindeki emirlerini ve yapılması için teşvik ettiği hususları kendi nefsinin hevasına ve şehevi isteklerine uymasına tercih etmesidir. Allahu Teala buyuruyor ki:

    “Onlardan (muhacirlerden) önce o yurda (Medine’ye) yerleşmiş ve imanı da gönüllerine yerleştirmiş olanlar, hicret edenleri severler. Onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden, hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (Haşr Suresi 9. Ayet)

     

    3)Allahın rızasını kulların kızmasına tercih etmektir. Enes bin Malik (r.a.) der ki: Rasulullah (s.a.v.) bana buyurdu ki:

    “Ey Yavrucuğum, eğer kalbinde hiçbir kimseye kin ve haset beslemeden gece ve gündüzü geçirmeye muktedir olursan yap. Bundan sonra bana şöyle buyurdu: Ey oğulcağızım, bu benim sünnetimdir. Kim ki benim sünnetimi ihya ederse o kimse beni sevmiş olur. Kim beni severse o cennette benimle beraberdir” (Tirmizi)

     

    4)O’ nu (s.a.v.) çok hatırlamaktır. Çünkü kim bir şeyi severse onu çok anar.

     

    5)O’ na (s.a.v.) ulaşmayı, kavuşmayı çok arzulamaktır. “Çünkü her seven sevdiğine kavuşmayı ister.” (Hz. Aişe ra. Dan rivayet ile İmam Deylemi ve İmam Suyuti)

     

    6)O’ nu (s.a.v.) çok anmakla beraber, O’ na (s.a.v.) tazim ve hürmet etmek, O’ nu (s.a.v.) zikrederken huşu, hudu içinde bulunmak, O’ nun (s.a.v.) ismini işittiğinde içi sızlamaktır.

     

    7)Rasulullah (s.a.v.) ‘ in sevdiği kimseyi ehli beytinden, kendi soyundan olan kimseleri, ensar ve muhacirlerden O’ nun (s.a.v.) ashabını sevmek ve onlara düşmanlık yapanlara düşman olmak, onlara buğz edenlere ve (kafirlerden) onlara küfredenlere buğz etmektir. Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor:

    “Kim Hasan ve Hüseyini severse, beni sevmiş olur. Kim ki, beni severse muhakkak Allahı sevmiş olur. Kim bunlara buğz ederse, bana buğz etmiş olur, bana buğz eden de Allaha buğz etmiş olur.” (İmam Taberani, Selman ra dan rivayet)

    Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:

    “Ashabım hakkında Allahtan korkunuz (onlara kem gözle bakmayınız. Çünkü onlar benim dostlarımdır). Benden sonra onlara (karşı gelip sözle, fiille) hedef almayınız. Kim onları severse, bana olan sevgisi ile onları sevmiştir. Kim ki, onlara buğz ederse, bana olan buğzu ile onlara buğz etmiştir. Kim onlara eza ederse, bana eza etmiş olur. Kim ki, bana eza ederse, Allaha eza etmiş olur. Kim Allaha eza ederse onu yakalayıp cehenneme atması yakındır.” (Tirmizi)

     

    8)Allah (c.c.) ve Allahın Rasulune (s.a.v.) buğz edenlere buğz etmek, Rasulullah ‘a (s.a.v) düşman olanlara düşman olmak, O’ nun (s.a.v.) dininde bidatlar icat edip sünnetine muhalefet edenden uzaklaşmak, Rasulullah ‘ın (s.a.v.) şeriatına muhalif olan herşeyi kendisine ağır gelmektir.

    “Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir topluluğun, babaları, oğulları, kardeşleri yahut kendi soy-sopları olsalar bile, Allah'a ve peygamberine düşman olan kimselere sevgi beslediğini göremezsin. İşte Allah onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendi katından bir ruh ile desteklemiştir. Onları, içlerinden ırmaklar akan ve içlerinde ebedi kalacakları cennetlere sokacaktır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah'ın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, Allah'ın tarafında olanlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (Mücadele Suresi 22. Ayet)

     

    9)Rasulullah’ ın (s.a.v.) getirmiş olduğu ve onunla insanları hidayete sevkettiği, kendisi de doğru yolu onunla bulduğu ve onun ahlakı ile ahlaklandığı Kuran-ı Kerimi sevmesidir. Hz. Aişe (r.a.) şöyle demiştir:

    “Rasulullah’ ın (s.a.v.) ahlakı Kuran ahlakı idi.”

    Kuranı Kerimi sevmesi, onu okuması, onunla amel etmesi, onun manasını anlamasını istemesi, Rasulullah’ ın (s.a.v.) sünnetini sevmesi ve emirlerini yerine getirmesi, yasaklarından kaçınması ile olur.

     

    10)Rasulullah’ ın (s.a.v.) ümmetine şefkat ve merhamet etmek, onlara nasihat etmek, onların yararına çalışmak, onların müşkülatlarını gidermektir.

     

    11)Rasulullah’ ı (s.a.v.) sevdiğini söyleyen kimsenin zahid olması (yani, dünyaya metelik vermemesi), fakirliği tercih etmesi, fakirlikle muttasıf olmasıdır.

     

    (Kadı İyaz / Şifa-i Şerif /Bedir Yayınevi/ Shf:405-411)

    • Like 2

  8. Bir camiye bu yönüyle bakmak gelmemişti aklıma. Gözüme hep hoş gelmiştir aslında mimarisi. Gerçi kendisine nazaran fazlaca yüksek duvarları tuhafıma gitmiyor değildi. Tarihçesini de bilmediğimden, kiliseden bozma olduğunu vehmetmiştim.

     

    Aksaray meydanında, -yanlış hatırlamıyorsam- Haşimişcan Geçidi'ne giden yolun solunda, arada kalmış, eski bir cami gözünüze çarpar. Restore edileli çok olmadı. Pertevniyal Valide Sultan Cami. Ortaköy Camiinden bahsedince aklıma o geldi. Çizgileri birbirlerini anımsatıyor. Bakalım wikipedia ne diyor:

    • Sultan II. Mahmut'un eşi ve Sultan Abdülaziz'in annesi olan Pertevniyal Valide Sultan tarafından yaptırılmıştır.

    • Cami 1869-1871 yılları arasında inşa edildi.

    • Planlarını Sarkis Balyan 'ın çizdiği, hazırlanmasına Hagop Balyan`ın katıldığı da bilinmektedir. Mimarı Montani'dir. Çizim işlerinde, desinatör Osep çalışmıştır. Uygulama ve şantiye yönetimi için Bedros Kalfa ve duvarcı Ohannes ile dülger kolbaşısı Dimitri görevlendirilmiştir.

    • Camii`nin, neogotik tasarımıyla klasik camilerden oldukça farklı bir mimarisi vardır.

    • Caminin çevresindeki eserler : Bir çeşme, bir kütüphane, Pertevniyal Sultan'ın kendisi için yaptırdığı türbeden oluşmaktadır.

    Istanbul-eu29st.jpg

     

     

    bu pertevniyal valide sultan camiinin yanından geçerken büyük bir beğeni ile bakardım. bu cami son derece zarif bir mimari işçiliğe sahiptir. ben severim bu caminin fiziksel özelliklerini...

     

    ayrı bir zerafet var niye bilmiyorum...


  9. Necip Fazıl Kısakürek, kitaplarında yeni nesil sarayları ve aynı tarzda Avrupa mimarisi ile yapılmış(barok, rokoko, ampirik tarzlar) yapıları eleştirir. Mesela Topkapı Sarayını sade ve asil bulurken , Dolmabahçe Sarayı için "piç mimari" ile yapılmış tabirini sık sık kullanır. Sonuçta bizim medeniyetimizin sahip olduğu karakteristik bir tarz var. Selçuklunun tarzı var, Osmanlının tarzı var. Burada Üstadın asıl kızdığı nokta batı hayranlığının sanatımızın içine bile girmesi hatta saraylarımızı ve camilerimizi bile ihata etmesi mevzusudur. Abdülmecid Han (Allah kendisine rahmet eylesin) zamanında malumdur ki Tanzimat ve Islahat Fermanları ilan edilmiş olup Avrupanın istekleri bir bakıma gerçekleştirilmiştir. Burada da başrol oyuncusu Üstadın "Sahte kahramanlar" adlı kitabında değerlendirmesini yaptığı Mustafa Reşit Paşadır. Üstadın tabiriyle 1 numaralı mason olan Mustafa Reşit Paşa ve 2 ile 3 numaraların sahipleri olan Ali ve Fuat Paşalar aynı devrin numuneleridir ki bu adamların ihanetleri ilgili kitapta anlatılmaktadır. Bana göre Üstadın öfkesi bu adamlara ve bu adamların yaşadığı devirdeki bütün yanlışlaradır...(haklı olarak)

    • Like 1

  10. evet arkadaşlar bu son derece ehemmiyetli husus ile alakalı fikirlerimizi beyan edelim inşallah...

     

    bu yazının yazarı hayrettin karaman olduğu için içeriği de kendi kafa yapısına veya hizmet ettiği güruhun kafa yapısına uygundur. onun gibi birine bunu çok görmemek lazım çünkü adamın vazifesi bu; fitne, fesad, karışıklık, müslümanların zihinlerini bulandırma,vs...

     

    şu yazının elle tutulur tarafı varsa bana bir zahmet gösterin arkadaşlar?

     

    adam hem mehdi beklentisinin gereksiz olduğunu söylüyor, hem bunun insanları günaha sevkedeceğini söylüyor hem de böyle bir olayın olup olmayacağı bile şüphelidir diyor...

     

    görüyorsunuz ki yazı baştan sona Peygamber Efendimiz sav in ahir zamanda geleceğini beyan buyurduğu hz. Mehdi ile alakalı şüphelerle ve bilimum içi zehir dolu fikirlerle doludur...

     

    Hz. Mehdi nin ordusu öyle bir ordu ki ancak o orduda bulumaya layık olanlar o orduda bulunma şerefiyle müşerref olacaklar. O orduda bulunabilmek ancak İslamı yaşama noktasında sarfedilecek gayretle, sünneti yaşamada gösterilecek çabayla kazanılabilecek bir payedir. öyle her önüne gelenin katılabileceği bir ordu değildir. öyle ki bu ordu Medineden yola çıkacak ve Medinede bulunduğu halde bu ordudan haberi olmayanların olacağı bile beyan edilir. Bu orduda bulunabilme düşüncesi bile üst düzey bir düşüncedir. her ne kadar hayrettin karaman ve onun gibiler bu hadiseyi küçük göstermenin ve hatta onu yok saymanın çabası içinde bulunsalar bile hazreti mehdi ehli sünnet çizgisindeki İslam alimlerinin muteber kitaplarında geçmektedir .kıyamete yakın geleceği Peygamber Efendimiz sav tarafından müjdelenen bu zat Allahu Tealanın izniyle gelecek ve İslam yeryüzüne hakim olacaktır inşallah.

     

    Necip Fazıl Kısakürek, Türkiye'nin Manzarası isimli kitabında "Bizim partimiz" kısmının sonunda şöyle der: "Montajı yapılmamış ve her an yapılmaya hazır makine parçaları gibi fert fert olabiliyor muyuz , ona bakalım". Geçen gün bu cümleyi tekrardan okuyunca içimde bir acaba belirdi. Yoksa dedim Üstad burada Hazreti Mehdi ile ilgili bir hazırlığı mı metnin içine gizlemiş diye düşündüm. Bu kadar ince düşünmüş müdür düşünmemiş midir bilmiyorum ama burada da bana göre Hazreti Mehdi ile ilgili ve ona hazırlıkla alakalı önemli mesajlar mevcuttur. (dediğim gibi Üstad bu kadarını düşünmüş müdür bilemiyorum)

     

    Sonuç olarak Hazreti Mehdiyi hakkıyla beklemek demek adam gibi müslüman olmak, adam gibi islamı yaşamak ve bu uğurda çaba sarfetmek demektir. Bu olay her mevzuyu yaptıkları gibi ucuz tarafından sulandırılacak bir mevzu değildir. sen hayrettin karaman ne yaparsan yap, kimi beklersen bekle, nerede hangi düşünceyle yaşarsan yaşa yalnız müslümanların yakasından düş artık...

    • Like 1

  11. Kim Resûl'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik! nisa 80

     

    "Allah ve Resulü, bir işte hüküm verdiği zaman, artık inanmış bir erkek ve kadına, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur." (AHZAB 36)


  12. bu da aydın çakırtaş ın konuyla direkt alakalı 2. yazısı...

     

    1453 KERE YAZIKLAR OLSUN!

     

     

    Sevgili okurlarım,

    Konunun önemine binaen ikinci kez sizleri aynı konuya muhatap kılacağım içün affınıza sığınıyorum.

    Malum şu “Fetih” filmi.

    “1453 Kere Edep Ya Hu” başlıklı bir önceki yazımda filmdeki çarpıklıkları teferruatlı bir biçimde ortaya koymuştum.

    Lâkin gerek çevremizdeki, gerekse sosyal medyadaki yorumlara baktığımızda hassasiyetlerimizin tarumar edildiğini gördüm.

    İşin şayân-ı dikkat tarafı ise kendisini “mütedeyyin” olarak addeden taifenin de basiretlerinin bağlandığıdır.

    Mütedeyyin, “Dîne bağlı, dîn-dâr” manasını ihtivâ eder.

    Hamd olsun fakir de dîn-dâr olmasa da o yolda mesafe almaya çalışmaktayım. Tezkiyeyi nefs içre elbette zikzaklarımız zuhur edebiliyor. Ve fakat her dem zerre kadar da olsa hayra hizmet etmek insanı manen huzura erdiriyor.

    Zira Yüce Rabbimiz Kur’ân-ı Kerim’de, “İşte kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onun karşılığını görecek” buyuruyor. (Zilzâl,7)

    Şimdi ortada bir suimisâl varken onu emsâl alıp şerre mi hizmet edelim?

    Dün “Muhteşem Yüzyıl” adındaki harem fantazileri ile Kanuni’den nefret eden halka bugün Fatih gibi mütekâmil bir şahsiyet hırsının esiri aciz bir kul gibi takdîm edilemez!

    Kabrine gittiğinizde muhayyilenizde belirmeyen suretler “oyunculuk” namına beyaz perdeye taşınamaz!

    Bir kadına aşıklık istidadında bile müthiş bir san’at ve edebiyat mazisi olan has Anadolu genci gayri meşru bir ilişkinin esiri gibi gösterilemez!

    Yine tekrarlıyorum: Tarihi şahsiyetler Holywood’un imansız senaryolarına kurban edilemez!

    “Daha iyisini yapana kadar en iyisi budur” demek millî ve manevî hassasiyetler bakımından bir basiret tutukluğu değilse, en masumundan bir “sinema tutulması”dır.

    Fikirlerine itimâd ettiğim sanat tarihçi ve rehber Talha Uğurluel dostumuz da konuyla ilgili değerlendirmelerini sosyal medyada beyân etti.

    “Bir insan ne kadar iyi niyetle yola çıkarsa çıksın eğer anlatacağı kişilerin benzer modellerini kendi hayatında görmezse ortaya işte bu filmde olduğu gibi tipler çıkar. Çocukluğunda gözü yaşlı bir nine, alnı secdeli bir dede görmedi ise, kendisini ne kadar zorlarsa zorlasın inançlı insan portresini veremez. Allah aşkına 1453’te aşklar 2012’deki gibi miydi? Bir asır önce bile nişanlısı bayan mendili uzaktan yere atsa damat adayının kalbi duracak gibi olurdu. Burada Ulubatlı’yı din, ahlâk, nikâh bilmez bir Karaoğlan gibi göstermişler. Sancağı dikerken, o en büyük müjdeyi yerine getirirken sizce neyi düşünüyordu? Yani ne Fatih, ne Ulubatlı, ne Akşemseddin ve Gülbahar Hatun bizim ecdâdımız kişiler değil. Kuşatmaya gidilirken Fatih’e tılsımlı gömlekler giydiriliyor ki o gömlekte ne âyetler ne hadisler yazar!”

    Ne yani muhterem dostlar, tüm bunları görmezden gelip “Amann, bu tür eksikleri görmüyorum, daha iyisini siz yapın” mı demeliyim?

    Milyonlarca insana sessizce yudum yudum yutturulan müstehcenliğe "Eh, o kadarcık olur. Yoksa nasıl gerçeklik olacak" mı diyelim?

    En ufak bir müstehcenlik tartışmasında mangalda kül bırakmayanların süt dökmüş kedi gibi kıvırması caiz mi?

    Bu tavır, amacı emri bi’l-marûf nehyi ani’l-münker olan bir Müslüman’a yakışır mı?

    Bizler doğruları telkîn edeceğiz ki yanlış işler yapanlar yanlışlarını düzeltmeye çalışsınlar.

    Dindar kesimin artık anlaması gereken gerçeklik şudur: Siz doğrusunu yapmazsanız yanlış olanlar doğru yerine konur. Ve ortaya çıkan bu menfi tablodan da doğruyu hayata geçiremeyen dindarlar sorumludur!

    Ey dindarlığı kimseye bırakmayan banka patronları, holding sahipleri!

    Ey lüks içinde yüzen, israf bataklığına saplanmış dindarlar!

    Ey lüks jiplerinden inip toprakla temas etmeyen dabbetü'l-arzlar!

    Siz dinin hakikatlerini yaşamazsanız, başkalarına yaşatma hamakatinden vazgeçmezseniz ülkemizde hakikat adına "pis" işlerin zuhur etmesinden de siz sorumlusunuz!

    Vazgeçin rehavetinizden ve varlıklarınızı hayra sarf edin!

    Sizi temin ederim ki yanlış yapanların yaptıkları yanlarına kâr kalıyor. Olansa duyguları ve hassasiyetleri sömürülmüş, tarumar edilmiş halkımıza oluyor.

    Hiç İran sinemasına merakınız oldu mu bilmiyorum!

    Meselâ bir Bâb Âziz filmini bulup izlemenizi tavsiye ederim.

    Zira bu tarz filmlerde medeniyetin filmlere nasıl uyarlandığını seyredeceksiniz!

    Batı sinemasının karşısında rüştünü isbat edemeyenler ise bugün yaptıkları gibi tarihle adeta alay ediyorlar. Henüz “Kemalât” derecesine ulaşamamış insanlar ise hamlık derekesinde çırpınmaya devam ediyorlar.

    Lafı uzatmayacağım. Sinemanın “Bizce”sini yapamadığımız gibi Batı taklidi senaryoları muhayyilemezde hiçbir karşılığı olmayan tiplerle tarumar etmede üzerimize diyecek yok!

    Bunu da geçtim, son sözüm “mütedeyyin” görüntüler sarf edip Fetih 1453 filmini yere göğe sığdıramayanlara:

    1453 KERE YAZIKLAR OLSUN!

     

    http://www.habername.com/yazi-aydin-cakirtas-1453-kere-yaziklar-olsun-8071.htm


  13. aydın çakırtaşın derinlemesine fikirlerini bilmiyorum ama tarih ile alakalı güzel ve yerinde tespitlerine daha önceden de yazılarında şahit olmuşluğum vardır. mevzumuz fetih, fatih ve istanbul olduğu için ve de sorunuza binaen yazarın bu paraleldeki yazılarını aktarıyorum...

     

    Vur Pençe-i Âli’deki Şemşir Aşkına!

     

    İşte bu coşkulu başlıkla giriş yapalım istedik yazımıza. Zira bundan 557 yıl evvel Sultan II. Mehmed Han da coşkulu ve vakûr bir eda ile girmişti Konstantinepol’ün kapısından şehre… Bu coşkuya ne köhne Bizans’ın muhkem duvarları ne de Doğu Roma’nın son imparatoru Konstantin Palaiologos ve maiyetindekiler karşı koyabilmişti…

     

    http://www.habername.com/yazi-aydin-cakirtas-vur-pence-i-alideki-semsir-askina-4552.htm

     

    Şehr-i İstanbul’u Yaşamak

     

    Asırlar boyu Peygamber aşkıyla nice yiğitler gelecekler de şehir direnecektir… Ve bir an gelecek… Takvimler 29 Mayıs 1453’ü gösterecek… Topyekün bir Türk ordusu… Önünde, atının yeleleri dalgalanan bir mana eri… Peygamberin müjdesine ermek için heyecanını kılıç kalkan seslerinin, sabah seher vaktiyle gümleyen Şahi seslerinin arasında gizleyen güzel komutan…

    Şehir manaya teslim olacaktır…

     

    http://www.habername.com/yazi-aydin-cakirtas-sehr-i-istanbulu-yasamak-4660.htm

     

    "Bu Şehri Stanbul ki..."

     

    Efendim esasında İstanbul’u mübarek, muteber bir güzel belde yapan ruhun 14 asır evvel ateşlenmesidir.

    Hz. Peygamber’in fethi müjdelemesi ve asırlar sonra fethi mübinin vuku bulmasının ardından İstanbul asıl mevkiine kavuşmuştur.

     

    http://www.habername.com/yazi-aydin-cakirtas-bu-sehri-stanbul-ki...-6813.htm

     

    İstanbul'un Fethi ve Fatih'in Osmanlı İlim ve Sanatına Katkıları

     

    Sultan II. Mehmed’in bu şehri Osmanlı Devleti’nin payitahtı yapması, İstanbul’un fethinin dünya tarihindeki konumunu da belirlemiştir. Avusturyalı tarihçi Paul Wiltek’in şu tespitleri bu noktada mühimdir: “Barbar göçebeler olmaktan çok uzak bulunan galipler, İslâm dünyasında kemalini bulan yüksek medeniyete tamamıyla sahiptiler ve şimdi bunun için yeni bir merkez yarattılar. Bu yeniden ihyâ edilen şehirle, Türklerin bu muhteşem İstanbul’u ile zihinlerimizde bir defa daha beş yüzyıl önce mukadderatı tâyin eden hâdiseye dönelim ve bunu tarihin bir nirengisi olarak görelim; çok zaman önce ölmüş olan Şarkî Roma’nın sonu olarak değil, fakat daha ziyâde, asırlarca devam edecek olan bir imparatorluğun doğuşu olarak bu hâdise Asya’nın ve Avrupa’nın mukadderâtına şekil verdi.”

     

    http://www.habername.com/yazi-aydin-cakirtas-istanbulun-fethi-ve-fatihin-osmanli-ilim-ve-sanatina-katkilari-6900.htm

     

    Fethi Mübinin Manevî Kumandanları - I

     

    Hz. Peygamber’den alınan fetih heyecanı ta o zamanlardan itibaren Bizans surlarına kadar dayanmış, bu kutlu yolda nice şehitler verilmiştir. Bu hadisi şerifi Abdullah b. Bişr el-Ğanevî’den duyan Mesleme b. Abdülmelik aynı sene Konstantiniyye’yi fethe çıkmıştır.

    Bu takdîr ve tebşîr aşkınadır ki Müslümanlar tam on bir kez bu kutlu niyetle bu beldelere gelip mücadele içine girmişler, şehit olmuşlardır.

    Bir diğer manevî kumandan Ebû Eyyûb el-Ensarî Hazretleri’dir. Aynı heyecan ile bu topraklara gelip şehit olan Eyyûp Sultan Hazretleri’nin Konstantinapolis sınırlarındaki varlığı fetih heyecanını ziyâdeleştiren bir gerçekliktir.

     

    http://www.habername.com/yazi-aydin-cakirtas-fethi-mubinin-manevi-kumandanlari-i--6960.htm

     

    Fethi Mübinin Manevî Kumandanları-II

     

    Bir evvelki yazımda İstanbul’un fethinin manevi kumandanı olarak ilk sıraya Hz. Peygamber Efendimiz’i yerleştirmiştik. Zira, asırlar öncesinden verdiği müjdede fethi gerçekleştirecek komutanı ve askerlerini övmesi İstanbul’un fethini daha anlamlı kılmış ve o övgüye mazhar olabilmek için nice kutlu akınlarlar gerçekleştirilmiştir.

    Üçüncü Halife Hz. Osman döneminde Suriye Valisi olan Muaviye Suriye ve Filistin şehirlerinde ilk İslâm donanmasını meydana getirdi ve 649-653 senelerinde Kıbrıs’a düzenlenen deniz seferinde büyük bir başarı elde edildi. Bu başarılar Konstantiniyye’nin fethine giden yollardaki engellerin aşılmasına yönelik girişimler oldu.

     

    http://www.habername.com/yazi-aydin-cakirtas-fethi-mubinin-manevi-kumandanlari-ii-7063.htm


  14. ben filmi izlemedim ama film hakkındaki değerlendirmeleri okuyorum. bence burada aydın çakırtaşın yaptığı analiz ve tespitler yerindedir. aydın çakırtaşın yazdığı yazılara bakarsanız tarihi hususlardaki hassasiyeti ortadadır. özellikle ayasofya hakkındaki fikirleri ve yazıları ortadadır...

     

    http://www.n-f-k.com/nfkforum/index.php?/topic/13842-ayasofya-ybadete-acylyyor/page__hl__ayasofya__fromsearch__1

     

    bu zamana kadar tarihi film çekilmedi diye her önümüze sunulanı sahiplenme anlayışı abes kaçmıyor mu? yanlış varsa o yanlışları yazmak kötü birşey mi? elbette ki eleştirilmeli hem de her karesiyle.

     

    önümüze sunulanı şartlı refleksle kabul ettiğimiz takdirde özlemi duyulan ancak hayalde kalacaktır.


  15. Fetih 1453 filmi geçtiğimiz günlerde vizyona girdi.

    Keşke girmez olsaydı!

    Çok konuşuldu, fragmanları yayınlandı, tanıtımları yapıldı. Film hakkında pek çok ayrıntılı şeyler yazıldı çizildi.

    İstanbul’un Fethi’nin beyaz perdeye aktarılmasını hep hayal eden, hayal etmekle de kalmayıp zihninde senaryosunu yazan birisi olarak filmi izlemek istedim.

    İzlemek istedim, zira kütüphaneci ve sanat tarihçi olarak filmdeki müsbet ve menfi durumları okuyucularımla paylaşmalıydım.

    Ve şimdi, insana “Edep Ya Hu” dedirten bu filmi izlemiş birisi olarak bu satırları sizlerle paylaşıyorum.

    Filmin kadrosu hakkında zaten olumsuz bir izlenimim vardı. Filmi izledikten sonra da taşlar yerine oturmuş oldu.

    Şimdi biraz filmin kadrosundan bahsedelim.

    Yapımcı Faruk Aksoy. Kim bu Faruk Aksoy?

    Recep İvedik 1-2-3 ün yapımcısı. Recep İvedik kim? Ahlâk abidesi! bir yapımın karakteri.

    İşte o karakteri sinemaya taşıyan da Faruk Aksoy.

    Şimdi Faruk Aksoy’a sormak lazım: Recep İvedik 1-2-3, Fetih 1453. Bu ne iş, bu ne çelişki Ya Rab?

    Duyduğuma göre, filmin yapımcısı ile muhterem Prof. Dr. İlber Ortaylı arasında şöyle bir diyalog geçiyor filmin yapım aşamasından evvel.

    Yapımcı, böyle bir film yapmak istediğini söyleyip hocaya film için danışmanlık teklif ediyor.

    İlber hoca ona, “Sen bu işi yapamassın” deyip teklifi reddediyor.

    Şayet doğruysa, hay ağzına sağlık hocam.

    İyi ki kabul etmeyerek akademik itibarınızı muhafaza etmişsiniz.

    İlber Hocayı anlamak lazım. Vizyonu ancak Recep İvedik karakterini sinemaya taşımak olan birisi, Cennet Mekân Fatih Sultan Muhammed Han gibi vizyoner, donanımlı, ilim erbabı, gerçek bir kumandanı nasıl beyaz perdeye aktarabilirdi ki?

    Hocanın konuya uydun şöyle de bir sözü var:

    "Osmanlı Tarihi, ister kalemle, ister fırçayla ya da şimdiki zamanda sinemayla olsun; bilgisiz ve safdil adamların amiyane yorumlarıyla doludur."

    Bu bir kültür, medeniyet meselesidir.

    Kitapları karıştırmak yetmiyor. Zarfa değil mazrufa bakmak gerekiyor!

    Kanaatimce film yapımcısı kitapların sahifelerini hızlı çevirmiş, sindire sindire, ruhuna nüfûz ederek, sadra şifa olacak şekilde okuyamamış.

    Film baştan sona Troy, Kingdom of Heaven, Gladiator tarzı Holywood yapımlarından kopyala yapıştır izlenimi veriyor açıkcası.

    Filmin yapımına 17 milyon dolar harcandığı söyleniyor.

    Amerikalı yönetmen Quentin Tarantino’nun da öğretmeni olan bir şahıs şu tespitleri yapmıştır film sektörü açısından: “Holywood'da hiçbir film açıklandığı bütçe ile çekilmez. Acaba bunlar ne yapmışlar dedirtmek için yapılan bir oyundur.”

    Şimdi Fetih 1453’ün gerçek bütçesinin ne olduğunu ancak vergi dairesi bilir. Açıklanan 17 milyon dolar rakamı, “Bunlar acaba ne yapmış?” merakını uyandırmak, böylece daha fazla gişe amaçlamak için yapılmış bir taktik olabilir mi?

    Gelelim oyunculara:

    Fatih Sultan rolünü Devrim Evin’e vermişler. Rolünde oldukça sönük kalan Evin, Fatih’in ruhunu yansıtamamış. Belli ki yönetmen beyaz perdeye gerçek sultanı değil, görmek istediği ihtiraslı bir Sultanı taşımış.

    Ulubatlı Hasan’ı İbrahim Çelikkol canlandırmış. Hani şu “İffet” dizisindeki âlemci“Cemil” var ya, işte o!

    Gerçekte surlara sancağı diken o maneviyat dolu askeri de Era karakterinde bir kadına meftûn ederek iyice saçmalamışlar. Hani Holywood filmlerinde görmeye aşina olduğumuz savaş içindeki şehvet sahneleri. Fark ne? Burda oynayanlar Türk oğlu Türk!

    Sinemada profesyonellik esastır, kimseyi oynadığı olumsuz karakterlerden dolayı yargılamak haddimize değil. Lâkin yapımın konusuna ve ruhuna uygun bir oyuncu seçimi yapılamamışsa bunu eleştirmek de en doğal hakkımız.

    Sultan’ın en önemli askerlerinden birisi olan Ulubatlı, Holywood’daki imansız senaryolardan alınan taklitlerle canlandırılamaz. Bu, en hafif tabirle o tarihi şahsiyete hakarettir!

    Filmin başlangıcında , Hz. Peygamber’i kendi evinde misafir etme şerefine erişmiş kutlu bir sahabe olan Ebû Eyyûb El-Ensarî’nin Medine döneminde, Konstantiniyye’nin fethedilmesi ile ilgili hadisi Peygamber Efendimiz’den dinlediğini konu alan sahne var ki, “Çok yazık” dedim.

    Bu kadar amatörce bir sahne olamazdı.

    “Kolay ve sabırsız filmcilik” anlayışını burda da ayyuka çıkarmış yapımcı.

    Medine döneminde konuşulan Arapça aksan belli ki hiç tahkik edilmemiş, kulak tırmalayan bir Arapça aksan belirlenmiş. Burdan da filmin danışmanlarının iyi bir muhakkik olamadıkları kanaati oluştu bende.

    Ebû Eyyûb gibi bir sahabeyi canlandırmak için çok yanlış bir karakter seçilmiş; Tuncay Gençkalan. Eyüp Sultan Türbesi'ne gittiğinizde Allah aşkına aklınıza bu adam mı geliyor?

    Hele bir Ak Şemseddin faciası var ki sormayın gitsin. Onu da, göbeği 1 arşın öne doğru çıkmış bir halde yansıtmak hiç ama hiç hoş durmamış. Sosyal medyada "Şarapçı gibi çıkmış" diye yorumlar yapıldı.

    Oyuncu seçimindeki en iyi tercih Recep Aktuğ olmuş. Konstantin rolünü canlandıran Recep Aktuğ işinin hakkını vermiş.

    Bizans Sarayı’nın eğlence hayatını yansıtmak için film aralarına serpiştirilen müstehcen sahneler oldukça sık tekrar etmiş.

    Zira temiz olan temiz olmadan, pis olan pislik olmadan razı olmaz hiçbir şeyden!

    Kemalât da yaklaşmaz öyle insanların yanına!

    Film tam bir savaş filmi. Hiçbir ayrıntıdan kaçmamışlar. Filmin müziklerini Benjamin Wallfisch yapmış. Müzik, sahne geçişlerine göre Batı standardında yapılmış. Müzisyen Wallfisch Itrî'nin tekbirini de kullanmış.

    Film çok sık savaş sahneleri ile kesintilere uğruyor. Tam bir savaş filmi diyebilirsiniz.

    Savaş filmi olarak değerlendirildiğinde Şahi Topu’nun dökülmesi ve surlara isabet ettiği an, karadan gemilerin yürütülmesi tek etkilendiğim sahneydi diyebilirim.

    Film tarihi hatalarla dolu. Araştırmacıların yaptığı açıklamalardan da anlaşıldığına göre yapılan hatalar şöyle:

    1- Fethin kronolojik sırası alt üst edilmiş.

    2- Kaynaklara göre Eyüp Sultan'ın mezarının fetih sırasında bulunduğuna dair bilgi yok. Tarihçi İbn Kemal Eyüp Sultan'ın mezarının fetihten sonraki yıllarda bulunduğunu ifade etmiştir.

    3- Ak Şemseddin kuşatmaya fethin ortasında değil başından beri katılmış ve Sultan'a ve askerlere manevi destek vermiştir.

    4- Surların önünde Sultan Fatih ile Bizans İmparatoru'nun bir konuşması yoktur.

    5- Bizans imparatorunun cesedi Fatih İstanbul’a girerken bulunmuş gibi gösteriliyor. Bu doğru değildir. İmparatorun cesedi fetihten sonra Fatih’in araştırmaları sonrası bulunmuştur.

    6- Kuşatma sırasında Fatih, İstanbul’un kapılarına ve yerleşim yerlerine Türkçe isimleriyle askerlerini yerleştiriyor. Ayvansaray gibi. Fetih’ten önce bu Türkçe veya Türkçeleşmiş isimler kullanılmıyordu.

    Ve bazı tarihçilere göre en büyük eksik "Fetih’ten sonra Ayasofya’ya giden Fatih’in buradaki Bizanslılar’a bir konuşma yaptıktan sonra filmin bitirilmesi. Halbuki film Ayasofya’da ezan okunduktan sonra Fatih’in secdeye vardığı anda bitirilseydi çok anlamlı ve etkileyici olurdu."

    Ben fetih filmi diyemeyeceğim. Fetih, topyekûn bir medeniyet hadisesi, çağ kapayıp çağ açan bir olgudur. Medine’de ateşlenen ruhun Konstantiniyye’de karşılık bulmasıdır.

    Cihân şumul bir devleti âliyye idealiyle yanıp tutuşan, zerrelerine medeniyet nakşolmuş bir Sultan aradım durdum filmde. Ama göremedim. Medine'den başlatılan kutlu davayı okuyamadım Faruk Aksoy’un Fethinde.

    Molla Güranileri, Molla Hüsrevleri, Molla Lütfîleri, Ali Kuşçuları, hasılı kelam fethe ruh katanları aradım.

    Tam 7 dil bilen Fatih’in çocuklukta aldığı disiplini, adabı erkânı aradım.

    Edirne Sarayı’ndaki Fatih’in kütüphanesine ait el yazmalarını aradım.

    Fetih sonrasında Eyüp Sultan hazretlerinin kabrinin, Ak Şemseddin ile birlikte büyük bir edep içerisinde nasıl bulunduğunu aradım. Kısacık bir sahne ile geçiştirilmişti.

    Fetih sonunda Konstantiniyye’nin yeniden nasıl imar edildiğini, Doğu’dan ve Batı’dan ilim adamları ve sanatkarların şehre nasıl celbolunduğunu müşahade etmek istedim.

    Fetih sonrası Ayasofya’da bir Cuma namazı kılmak istedim…Bildiğimiz namaz sahnesi adeta Ortadokslar'ın hatırına feda edilmişti sanki. Acaba bir anlamı da, "Ayasofya ibadete açılmasın" demek miydi?

    İstediklerimin hiçbirini Fetih 1453’te bulamadım. Bol bol tribünlere oynanmış bir film.

    Açıkcası savaş filmi izlemek, Holywood u yad etmek istiyorsanız buyrun gidin. Ancak benim gibi beklentileriniz çok ise sükût u hayale uğrarsınız!

    Film hiçbir medeniyet tasavvuru kesbetmiyor!

    Bu işi dosdoğru, adam gibi yapacak birileri olmalıydı. Emin olun o birileri de var. Dua edin de o dostlarımız çıksın ve adam gibi bir Fetih filmine imza atsın.

    Ez-cümle, Fetih 1453 ekibine diyorum ki: 1453 Kere Edep Ya Hu!

     

    Aydın Çakırtaş

     

    http://www.habername.com/yazi-aydin-cakirtas-1453-kere-edep-ya-hu-8032.htm

    • Like 2

  16. Allah razı olsun yazar kardeşimden. kendisini tanımıyorum ama çok mühim bir meseleyi ele almış. karma eğitim sistemini kaldırın, erkek çocua erkek öğretmenler, kız çocuğa kız öğretmenler verilsin ayrıca bütün görevli personel erkek bölümünde erkek kadın bölümünde kadın olmak kaydıyla ayrılsın ben de Allah nasip eder de kız çocuğum olursa neden okula göndermeyeyim?

     

    Yanlıştan dönülecek mi?

     

    4+4+4'lü yeni model Milli Eğitim Komisyonu'ndan geçti. Hükümet üyeleri dahil her kafadan bir ses çıkıyor. Çıkıyor çıkmasına da, kimse asıl meseleyi gündeme getirmiyor. “Karma eğitim”den söz ediyorum.

    Eğitim silbaştan yenileniyor ama “karma eğitim” hiç sorgulanmıyor.

    Türkiye'de “çağdaş”lık kompleksiyle 1973'te yürürlüğe konulan Milli Eğitim Temel Kanunu'nun “Okullarda kız ve erkek karma eğitim yapılması esastır” şeklindeki 15. maddesi gereğince 39 yıldır uygulamada, karma eğitim.

    Batı ise bugün “yüzyılın pedagojik yanlışı” olarak değerlendiriyor, karma eğitimi.

    Örnek aldığımız Batı'da yıllardır karma eğitim sorgulanıyor ve son on yıldır bu sistemden ayrılma trendi yaşanıyor.

    Kaynaklar New York'ta bugün çok sayıda devlet okulunun tamamen kız-erkek ayrı eğitim verdiğini; Chicago, Dallas, Seattle ve Washington DC'de kız-erkek ayrı sınıfların bulunduğu devlet okullarının bulunduğunu gösteriyor.

    ABD'de okul yönetimi, öğrencinin başarısını olumlu etkileyeceğini düşündüğünde, istediği derslerde kız-erkek ayrı eğitim verilmesine karar verebiliyor.

    Almanya'da, İngiltere'de, ABD'De yapılan araştırma sonuçlarına göre, kız ve erkek okullarının başarı oranı, karma eğitim yapan okullara göre daha yüksek.

    Zararları ise say say bitmez.

    Karma okullara giden kızlar nasıl göründükleriyle, sadece kız okuluna gidenler ise kim oldukları ile daha çok ilgileniyor.

    Öğrencileri meşgul eden eğlence, kavga, suç işleme, vakti boşa harcama, taciz ve gebelik gibi olumsuzlukların ayrı eğitim veren okullarda en aza indiği gözleniyor.

    Batı'da “karma eğitim”in geldiği noktaya dair sonuçlardan söz etmek istemiyorum…

    Mide bulandıracak cinsten her biri.

    Ama maalesef ülkemizde de liselerimiz aynı “sonuç”lara doğru sürükleniyor.

    Çünkü bu dizginlenmesi zor bir sonuç.

    Sistem, ergenlik çağındaki kız ve erkeklerde hedef sapmasına yol açıyor, öğrenci dersler yerine karşı cinsle ilgilenmeye başlıyor ve ahlakî yozlaşmaya zemin hazırlıyor.

    Ve bir önemli nokta daha:

    Özellikle Doğu ve Güneydoğu'da aileler kızlarını “karma eğitim”den ötürü okula göndermek isteyebiliyor.

    Meclis'e tavsiyemiz şudur:

    “Karma eğitim zorunlu olmaktan çıkarılsın. İsteyen veli çocuğuna ayrı eğitim aldırabilsin.”

     

    Fatih Akkaya / Habervaktim.com

    • Like 2

  17. Ne hassasiyet!

     

    Allahu Teala dinimizi 1400 yıldır nakleden alimlerimizden razı olsun.

     

    ne mutlu bizlere ki böyle büyük sayısız alimlerin kıymetli eserlerinden dinimizi öğreniyoruz.

     

    kıymetini bilelim...

     

    ve şaşarım, böyle büyük abidevi şahsiyetler varken, Rasulullah sav in sahabenin rae adını anarken bile tevazu ve hürmette zirveleşmiş alimlerimiz varken, neden müslüman kardeşlerimiz edepten ve adabdan bihaber, edepsiz ve terbiyesiz kimseleri dinlemede ısrar ederler...

     

    Allahu Teala hakkı hak bilip ittiba, batılı da batıl bilip ictinap edenlerden eylesin cümlemizi...amin


  18. İMÂM-I A’ZÂM (R.A.)’IN İLİMDEKİ ÜSTÜNLÜĞÜ

     

    İmâm-ı Â’zam (r.a.) Kelâm ilminde ve i’tikâd bilgilerinde Ehl-i sünnetin reîsidir. Fıkıh ilmindeki çok geniş bilgisini ve kıyasdaki harikulâde kuvvetini ve akıllara hayret veren üstünlüğünü bildiren kitaplar sayılamayacak kadar çoktur.

    Tefsîr ilminde, müfessirlerin başı, üstadı derecesinde idi. Âyet-i kerîmelerde bildirilen hükümleri ve derin incelikleri anlamak ve anlatmak husûsunda müctehidlerin en başta gelenidir. Bu bakımdan tefsîr ilminde yüksek derecededir. Kur’ân-ı kerîmde i’tikâda, ibâdetlere, muamelelere ve diğer husûslara ait binlerce meseleyi anlamıştır.

    Hadîs ilminde ise büyük bir muhaddis ve derin ilim sahibi idi. İmâm-ı Zehebî ve İbni Hacer-i Mekkî (r.aleyh) buyuruyorlar ki; “İmâm-ı Â’zam Ebû Hanîfe (r.a.) hadîs âlimi idi. Dört bin âlimden hadîs aldı. Bunlardan üç yüzü Tâbiînin hadîs âlimi idi.” Abdullah İbni Mübârek diyor ki, “Fıkıh ilminde Ebû Hanîfe (r.a.) gibi mütehassıs görmedim.” Ebû Yûsuf (r.aleyh) buyuruyor ki, “Hadîs ilminde Ebû Hanîfe (r.a.) gibi derin bilgi sahibi olan kimseyi görmedim. Hadîs-i şerîfleri açıklamakta onun gibi bir âlim yoktur.” Büyük âlim ve müctehid Süfyân-ı Sevrî (r.aleyh) buyuruyor ki, “Bizler, Ebû Hanîfe (r.a.)’in yanında, doğan kuşu yanındaki serçeler gibi idik. Ebû Hanîfe (r.a.), âlimlerin önderidir.”

    Âli bin Âsım (r.aleyh) diyor ki, “Ebû Hanîfe (r.a.)’in ilmi, zamanındaki âlimlerin ilimleri toplamı ile ölçülse, Ebû Hanîfe (r.a.)’in ilmi fazla gelir.” Yezîd bin Hârun diyor ki, “Bin âlimden ders aldım. Bunların arasında Ebû Hanîfe (r.a.) gibi vera’ sahibi olanını ve aklı, O’nun aklı kadar çok olanını görmedim.”

    Ebû Bekr ibn Atîk (r.aleyh) diyor ki: İmâm-ı A‘zam beş yüz bin mes’ele va‘z etti (ortaya koydu).

    Fudayl bin İyâz (r.aleyh) dedi ki: Hazret-i İmâm fıkıh ile ma‘rûf (bilinir), verâsı ile meşhûr, mal bakımından zengin ve talebelerine fazîlet ve ihsânı da çoktu. Gece ve gündüz ilim öğrenmekte sabr-u sebât ederdi. Az konuşur ve çok sükût ederdi. Hakka kılavuzlaması çok güzeldi. Sultanlardan bir şey almaktan şiddetle sakınırdı.

     

    (İslâm Âlimleri Ansiklopedisi, 2.c., 240-243.s.)

     

    15 Mart, Mevlâna Takvimi


  19. Bu günü unutan gazete

     

    Bugün Çanakkale zaferinin 97. yıldönümü. Tüm gazeteler ilk sayfasından bugünün önemini belirten haberler yayınladı. Sadece bir gazete hariç. O gazete Taraf. Taraf, ilk sayfasında Çanakkale Zaferi'ne hiç yer ayırmadı. Taraf, İrlandalıların gününü ise unutmadı.

     

    Bundan tam 97 yıl önce "Allah Allah" nidalarıyla düşmana meydan okuyan bir neslin torunları olarak, Çanakkale'de 7 düvele diz çöktüren o ruha bugün çok daha fazla ihtiyaç duyuyoruz.

    Tüm gazeteler ilk sayfasından bugünün önemini belirten haberler yayınladı. Sadece bir gazete hariç. O gazete Taraf. Taraf, ilk sayfasında Çanakkale Zaferi'ne hiç yer ayırmadı.

     

    İRLANDALILARIN GÜNÜNE İSE YER VAR

     

    Taraf, İrlandalıların özel gününü ise unutmadı.

    İlk sayfasından aktardığı “İçimizdeki İrlandalılar gününüz kutlu olsun” haberinde Taraf, şöyle yazdı: “Herkesin bir günlüğüne İrlandalı olduğu, nehirlerin ve biraların yeşil aktığı St.Patrick Günü için kraliyet ailesinin taze gelini İrlandalı muhafızları ziyaret edip yeşil yonca dağıttı.”

     

    http://www.habervaktim.com/haber/bu-gunu-unutan-gazete-232427.html


  20. Allahu Teala rahmet etsin Ahmed Davudoğlu Hocamıza. "Dini Tamir Davasında Din Tahripçileri" adlı paha biçilmez kitabıyla müslümanları zararlı şahsiyetlere karşı uyarmış ve bu din tahripçilerinin maskelerini düşürmüştür.

     

    Allahu Teala kendisinden razı olsun...

     

    bahsi geçen kitabı okumayan arkadaşlara tavsiye ederim, mutlaka kitaplığımızda bulunması gereken bir kitap. Hayrettin Karaman'ın ki Ahmed Davudoğlu Hocanın öğrencisidir, bundan 30-35 sene önce de nasıl fikirlere sahip olduğu, alıntı yaparak fikrini desteklemek için referans gösterdiği kitapların halbuki hayrettin karamanın fikirlerine zıt beyanları barındırdığını kitabında belirtmiştir.

     

    hayrettin karaman, mustafa islamoğlu ve bu soydan gelenlerin tamamı, İslam alimlerine ve onların kıymetli kitaplarına atfta bulunarak kendi hastalıklı fikirlerini kitaplarındaki bu referanslarla desteklerler. Araştırıldığında ise alıntı yaptıkları kitaplar aslında kendi fikirlerine cevap mahiyetinde bilgileri barındırırlar. Nasıl olsa kimse araştırmaz mantığıyla yazı yazan bu adamların şerlerinden Allahu Teala müslümanları emin eylesin...

     

    hem kendileri bile bile yanlış yazıyorlar, hem müslümanların vebalini alıyorlar hem de bu büyük alimlere iftira atıyorlar...

     

    bunlar bu biçim adamlardır, ahir zamanın fitneleridir...

     

    Allah rızası için İslam büyüklerinin yolundan gidelim. Koskoca İmamı azam ve hanefi fıkhı ve bu konuda kitaplar varken bu adamlara tenezzül etmeyelim...(4 mezhebin hepsi başımızın tacıdır, İmamı Şafii, İmamı Malik, İmam Ahmed bin Hanbel, Allah hepsinden razı olsun)


  21. hergün onlarca müslüman kardeşimiz zulüm altında can vermekte. bir müslüman ki, dünyanın diğer ucundaki bir din kardeşinin ayağına diken batsa onun ızdırabını hissetmelidir içinde. oysa ki bu adamlar kendi saltanatlarını uğruna kendi halkını gözlerini kırpmadan öldüren adamlar. yazıklar olsun beşşar esad denilen aşağılık pislik sana. namussuz herif. müslümanların kanını vicdansızda akıttığın gibi kendi kanında boğulursun inşallah. Cenabı Hakk ki kudret sahibi, malikul mülk sana da kalmaz bu dünya, Allahu Tealanın kahhar isminin tecellisini senin ve senin gibilerin üzerlerinde tez zamanda görürüz inşallah...


  22. insan bilmediği bir mevzuyu niye konuşur ki? egemen bağıs dış siyasette gayretli biri lakin neden durup durup anlamsız çıkışlar yapıyor bilemiyorum, herhalde bilmediğinden. insanın herşeyi bilmesi mümkün olmadığına göre bildiği yerde konuşmalı bilmediği yerde susmasını bilmelidir.

     

    böyle saçma ve değerlendirmeden uzak bir açıklama niye yapılır? bu kadar önemli ve hassas bir mevzu nasıl da böyle bir el çabukluğuna getirilip sonuca bağlanır? yıllardır müslüman kadın zaten ağır yaralı hale gelmişken, iç cepheden gırtlağına sarılıp son canını alma arzusu neden? bırakın kadını evinde kalsın , evinde oturan kadınla ne alıp veremediğiniz var? toplum olarak durumumuz ortada, yakında ev hanımı tabiri tarihe geçecek (Allah muhafaza)

     

    Batı kompleksinden kurtulmalı

     

    AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, AB'nin Türkiye'nin üyeliğine karşı koyduğu engellerin bir gün kalkacağını söyleyerek, "Chirac ve SEditöder döneminde Fransa ve Almanya, Türkiye'nin üyeliğini destekliyorlardı. Şimdi de AB tablosu değişebilir" dedi.

    Bakan Bağış, TRT Arapça kanalında yayınlanan ve Gaziantep Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Samir Salha'nın moderatörlüğünü yaptığı "Nadi Es Sahafa" programına katılarak, gündemdeki konulara ilişkin soruları yanıtladı.

    Programın başında Dünya Kadınlar Günü münasebetiyle Avrupa Parlamentosu'nda kadınlara çiçek dağıttığını hatırlatan Bağış, İslam'ın kadınlara önem verdiğini, Batı'nın kadın hakları ve kadın-erkek eşitliği konusunda İslam alemi ve özellikle Türkiye'ye kıyasla geri kaldığını çünkü Türkiye'de kadınlar 1930'lu yıllarda oy kullanırken 1950'li yıllarda Meclis'e aday olurken, Avrupa'nın birçok ülkesinde kadınların bu haklardan mahrum olduğunu söyledi.

    Bağış, kadının İslam'daki konumu ile ilgili olarak da şunları kaydetti:

    "Biz hanımı iş kadını olan bir peygamberin ümmetiyiz. Kadın haklarını sağlayan gelenek ve örflerimiz belli. Ancak maalesef bir dönem İslam temellerinden uzak kaldık. Bunun için Müslüman toplumlarda kadın hakları konusunda bazen sorunlar yaşandı. O zaman bizim İslam'ın özüne dönmemiz gerekmektedir."

    Mısırlı yazar Saad Abdülmecid'in Kıbrıs meselesi ile ilgili bir sorusu üzerine Bağış, "Dünya KKTC'yi kabul etmese de Ada'da iki ayrı devlet var, hükümetleri ayrı, meclisleri ayrı, kurumları da ayrıdır. Son yıllarda bu iki devleti birleştirmek için çabalar harcanmaktadır. BM Eski Genel Sekreteri Kofi Annan'ın girişimini KKTC kabul etmesine rağmen Rumlar referandum ile çoğunlukla reddetmişti. Buna istinaden Kıbrıs Rum kesimi vatandaşlarına KKTC'ye giriş hakkı tanındı. AB vatandaşlarının KKTC ile ticaret yapmaları hatta seyahatleri engellendi ve AB'nin KKTC'ye uyguladığı izolasyon kalkmadı" diye konuştu.

    Egemen Bağış, AB'nin Türkiye'nin üyeliğine karşı koyduğu engellerin bir gün kalkacağını söyleyerek, "Chirac ve SEditöder döneminde Fransa ve Almanya, Türkiye'nin üyeliğini destekliyorlardı. Şimdi de AB tablosu değişebilir" dedi.

    Sarkozy'nin 1915 olayları ile ilgili tasarıyı desteklemesinin sebebinin Fransa'daki İslam karşıtı seçmenlerin oylarını toplamak olduğunu belirten Bağış, "Çünkü Mağrip asıllı vatandaşların oylarını alamayacağını biliyor. Onun için aşırı sağcıların oyunu toplamak için Ermeni kanun tasarısını destekledi" dedi.

    Bakan Bağış, AB'nin Türkiye'yi oyalamasının arkasında din faktörü olup olmadığı sorusu üzerine, şu yanıtı verdi:

    "AB, Türkiye'nin büyük nüfusundan, fakir ve Müslüman olmasından korkuyor. Ancak bu üç nokta şimdi değişti. Türkiye ekonomisi gittikçe büyürken AB ülkeleri geriledi. Türkiye'nin büyük bir nüfusa sahip olması AB'nin aleyhine değil lehine bir avantajdır. Çünkü Avrupada nüfus sayısı geriliyor ve Türkiye Avrupa şirketleri için önemli bir pazardır. Üçüncü nokta ise, din faktörüdür. Evet Türk halkı Müslümandır. Ancak bu AB için bir kültür zenginliğidir. Ayrıca Avrupa Birliği'nin bir Hristiyan kulübü olmadığını ispatlaması için Türkiye'yi Birliğe dahil etmesi gerekiyor. Türkiye'de İslam, İngiliz okullarda okumuş sonra da terörist olmuş bazı Pakistanlı geçlerin İslamı'ndan farklıdır. 11 Eylül olaylarında İkiz Kulelerine uçak çarptıran teröristler Almanya ve ABD'de eğitim görmüş Suud ve Faslılardır. Ancak Türkiye İslamı'ndan terör çıkmaz. Avrupa'da yaklaşık 30 milyon Müslüman yaşıyor. Neden 75 milyon Müslüman Türkten korkuyorlar? Avrupalıların İslam'a karşı komplekslerinden kurtulmaları gerekiyor."

     

    http://www.habervakt...ali-231195.html

    • Like 2
×
×
  • Create New...