Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

sark

Editor
  • Content Count

    770
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    32

Posts posted by sark


  1. Robert Kolej’de de edebiyat hocası idim. Onların bir takım sınıfları var. Yüksek sınıfmış… Gayet mağrur talebe… Sınıfa girince ne göreyim ? Talebeden her birini ayağı omzunda desem caiz… Birden irkildim:

     

    “ -İndirin ayaklarınızı!... Size bu terbiyeyi kim verdi ?..”

     

    İsteksiz indirdiler.

     

    “ -Türk çocuklarısınız, Türk terbiyesi istiyorum sizden!...”

     

    Kalakaldılar, ders böyle açıldı.

     

    İkinci ders.

     

    “- Niçin Amerikalılar bu mektebi bu kadar yer varken, hisarın yanında yapmıştır? Bir vazife veriyorum size… Zekânızı anlamak için…”

     

    Dedim.

     

    Gelen vazifeler entipüften şeylerdi. Talebelerden hiçbirinde, Batı kültür emperyalizmasının gizli niyetlerini ayırd etmeye kabiliyet yoktu.

     

    Sınıfa dedim ki:

     

    “ -Amerikalı bu binayı Fatih Sultan Mehmed’in büyük fethine nazire olarak kendi ruh fethini gerçekleştirmek için bir remz olarak bina etmiştir. Gaye, Türk’ü milli kökünden koparmaktır.!

     

    Bu mânaya biraz yaklaşan bir talebe dikkatimi çekti. Hatta bir gün bir baba, o talebenin babası beni yolda durdurdu. Elimi öpmeye kalktı. Çocuğuna verdiğim terbiyeden dolayı… ama ben ne yapayım ki, yaptığım iyi veya doğru, her tarafından su alan bir gemide potinlerimle denize su boşaltmaya çabalar gibiydim. Potin potin dökmekle su bitirilemez gemiden…

     

    ( Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu’ndan )

     

     

    İsmet İnönü'ydü sanırım bir teftiş sırasında tüm öğretmenleri ipe boncuk dizer gibi sıralamış alanını ve adını soruyor. Üstad, kendisini "Falan dersin hocası, filan." olarak takdim ediyor. Aslında kendisinİ ve de üstlendiği vazifeyi bu denli istihza ile ifadesinin altında ne derin işlerin beynini ve de dimağını kavurduğunu yukarıdaki yazıda da temaşa etmekteyiz.

     

    İçine düştüğü cemiyetin ayakları altında ezilirken, daha fazla dayanamayıp kahramanlığa soyunan Üstad'ın ne denli bu davanın aşkıyla yandığı zahirdir. Karşısında körpe zihinlerin nasıl kokmaya durduğunu, tüm pırıl pırıl yanlarının nasıl törpülenmeye ve de ezilmeye çalışıldığını görmüş ve kendisini agoraya atmıştır. "Ya sınıflar ya da kongre alanları" ikileminde bırakılan Üstad tabii ki daha geniş kitleleri tercih etti ve bu kavgasını başlatmış oldu. Yine derslerine girdiği sırada Robert koleji öğrencilerine mezhep adlarını soruyordu galiba. Sınıfta kimseden ses çıkmıyor. Bir vakit sonra biri çekinerek yanıtı verecek oluyor. Üstad, "Neden ilk anda yanıt vermedin?" diyor. Çocuk meğer ecnebi olduğu için sınıfta müslüman öğrencilerden yanıt çıksın diye müsamaha gösteriyor. İş budur gönüldaşlar, bu denli içler acısıdır!

     

    Gelin görün ki son cümle kafamıza tokmak gibi iniyor,"her tarafından su alan bir gemide potinlerimle denize su boşaltmaya çabalar gibiydim. Potin potin dökmekle su bitirilemez gemiden…" Hakk bu potinlerin sayısını arttırsın ve de küfür denizinin aklını kurutsun!


  2. Cinnet Mustatili okurken, hem yüzümü hem de gönlümü yıkayan eserdir. Ağlamak hasleti üzerine kitapta geçen, iktibas edilen şu yukarıdaki bölüm yine insan ciğerini yakıp, kafayı duvarlara vurdurtacak cinsten, anında ve sert his trafiğine yakalatıyor.

     

    Asıl yılanlı kuyunun dünya olduğunu anlamak! Rabbim ne derin ve de yakıcı idrak.. İlla dört duvar arasına mahpus olmak mı gerek? Belki de idrakte deruni ıstıraplar duymak için elzem. Bazı şartlardan, nimetlerden mahrumiyet ki, o zahiri yokluk içinde asıl varlık gün gibi serilecek insanın gözü önüne. Hani Malcom X'in de bir cümlesinde mealen geçen, "iyi düşünce için, sağlam fikir için bir üniversite iki hapis!" demek ki oralarda farklı alemlerin tütsüsü ulaşıyor insana, yakıcı yokluğun hasretini duymaya başladığın yerde fütühat oluyor sanki.. Tevfik İleri'nin de hayatının geçtiği eserde, o kadar nimet olarak telakki edilmiş bir hapis anlayışı var ki, imrenmedim değil. Daim Allah ile başbaşalık, onun huzurunda seccadeyi gözyaşı denizi yapmak, daim daima O'na kaçış. Ayette de geçen; "Allah'a firar ediniz!" de sanki kaçamak olarak güzide bir mekan gibi görünüyor. Zira dünyanın kamburlaşmış ruhunun elindeki ipleri kurtarmış oluyoruz, yeni bir ınkılabın babası olacak, ölü doğan düşüncelemerimizi asıl mecrasına iade ediyoruz. Bir dergah gibi belleyip, gözyaşını da ekmek niyetine öpüp koklamak.. Bir gün düşünce suçundan uğramak isterim, kısmet..


  3. Özellikle 11 Eylül saldırısıyla tüm dünyaya adını duyuran terörist lider Usame Bin Ladin'in ölümü şu sıralar tüm dünya gündemini meşgul ediyor. Adeta ölümü ile tekrar terör söylemleri hortlamış durumda. Tabi Orta Doğu'nun yaşadığı baharla ve de Obama'nın süren başarısız politikası ile aynı zamana denk gelmesi bir tesadüf olmasa gerek. Yıllardır onca gelişik ordu ve de mühimmat sisteminde ortadan kaldırılamayan Ladin'nin 3-5 helikopter ile halledilip paketlenmesi manidar. Ha bir de "okyanusa gömdük" lafının arkasında duydukları korku da cabası.

     

     

    Yıllardır "baş edilemeyen terör" ile her müslüman ülkeyi ki özellikle Usame Bin Laden'in adı altında Afganistan'a düzenlenen operasyonlar ve de sayısız insanların katli ile adeta ellerinde tüm dünya kamuoyuna gösterdikleri sağlam bir kukla idi. Şimdi kendi elleri ile binmiş oldukları dalı kesmeleri tuhaf. Ve de şimdiden liderlerinin ölümünü binaen yapılabilecek bir misilleme korkusu ile içte-dışta verilen güvenlik sinyalleri. Yani olası terör eylemlerine yakın zamanda şahitlik edebiliriz gibi görünüyor.

     

     

    Batı'lı ve de müslüman devletlerce olumlu karşılanan bu ölüm /ki benim yine de vicdanım kısmen müteessir/ umarız sandıkları gibi dünya terörizminin ve de insan katlinin sonunu getirir. Bu arada terörizme bu denli cephe alan sayın Obama'nın, ABD güçlerinin bizimkilere de el atmasını temenni ederiz. Yahut durun, ellerini çeksinler yeter!

    • Like 1

  4. ABD yönetimi bu sabah erken saatlerde, 11 Eylül saldırılarının sorumlusu El Kaide örgütünün lideri Usame bin Ladin'in öldürüldüğünü duyurdu.

     

    CNN televizyonunun ABD yönetimi kaynaklarına dayandırdığı ölüm haberinin ve AP ajansının, Amerikalı üst düzey bir terörle mücadele yetkilisinin Bin Ladin'in Pakistan'da operasyonda öldürüldüğünü bildirmesinin ardından ABD Başkanı Barack Obama, Bin Ladin'in ABD güçlerinin düzenlediği bir operasyonda öldürüldüğünü açıklayarak haberi doğruladı.

     

    Bin Ladin'in Pakistan'da düzenlenen bir operasyonda öldürüldüğünü ve cesedinin Amerikalı yetkililerin elinde olduğunu bildiren Obama, ''Adalet yerini buldu'' dedi. Obama, ağustosta Bin Ladin hakkında bir ipucu elde edildiğini ve geçen hafta Bin Ladin'in öldürülmesi için operasyon yetkisi verdiğini anlattı.

     

    Obama'nın açıklamasından kısa bir süre sonra Pakistan istihbaratından bir yetkili, Usame bin Ladin'in öldürüldüğünü doğruladı. Pakistan hükümeti de El Kaide lideri Usame bin Ladin'e yönelik operasyonun doğrudan ABD tarafından düzenlendiğini teyit etti.

     

    Haberle ilgili ayrıntılar gelmeye başlarken Amerikalı yetkililer, İslamabad'ın 50 kilometre kadar kuzeyinde düzenlenen Amerikan askerlerinin operasyonunda Bin Ladin'in yanısıra 4 kişinin daha öldüğünü bildirdiler. Operasyonun, küçük bir ekip tarafından sabahın ilk saatlerinde yapıldığı, operasyonda bin Ladin'in oğlu ile El Kaide liderinin yaverleri olduğu sanılan 2 erkek ve 1 kadının da öldürüldüğü bilgisi verildi.

     

    ABD'nin, Pakistan'da düzenlenen askeri operasyonla öldürülen Usama bin Ladin'e DNA testi uyguladığı ve kimliğinin belirlenmesine destek için yüz tanıma tekniğini kullandığı belirtildi.

     

    Amerikalı bir yetkili, Pakistan'ın başkenti İslamabad'ın kuzeyindeki Abodabad kentinin Bilal bölgesinde bulunan eve düzenlenen operasyonda, Bin Ladin'in direndiğini ve başından vurulduğunu bildirdi.

     

    Yetkili, helikopterler desteğinde kara birlikleriyle yapılan baskının 40 dakikadan az sürdüğünü ve operasyonu Amerikan Merkezi Haberalma Teşkilatı (CIA) Başkanı Leon Panetta'nın, CIA'in merkezindeki konferans odasında naklen izlediğini anlattı.

     

    Pakistanlı bir istihbarat yetkilisi de Bilal bölgesindeki eve dört helikopterle baskın düzenlendiğini, helikopterlerden birinin yerden açıldığı sanılan ateşle vurulduğunu anlattı.

     

    Amerikan AP haber ajansı, öğlene doğru verdiği haberde, Amerikalı bir yetkilinin "Usama bin Ladin'i denize gömdüklerini" söylediğini duyurdu. Habere göre Amerikalı yetkili, "Dünyanın en çok aranan teröristinin cenazesini kabul etmek isteyecek bir ülkenin bulunması zor olacaktı. Bu yüzden ABD onu denize gömmeye karar verdi" dedi

     

    Bu arada Pakistan televizyon kanalları, Usame bin Ladin'in cesedini gösterdi. Görüntülerde, cesedin yüzünün kısmen parçalanmış olduğu görüldü.

     

    -SEVİNÇ VE PROTESTO GÖSTERİLERİ-

     

    Bin Ladin'in öldürüldüğünün açıklanmasından sonra Beyaz Saray'ın önünde toplanan binlerce Amerikalı sevinç gösterisi yaptı. Amerikalılar, ellerindeki Amerikan bayrakları ve pankartlarla, Amerikan Milli Marşını söylediler.

     

    ABD saatiyle gece yarısını geçmesine rağmen New York'un Times Meydanı ile 11 Eylül 2001'deki terör saldırılarında İkiz Kulelerin yerle bir olduğu "Ground Zero" adı verilen alanda da binlerce kişi toplanıp sevinç gösterileri yaptı.

     

    Pakistan'da Usame bin Ladin'in öldürüldüğü haberinin duyulmasından sonra Afganistan'a yakın Peşaver kentinde de gösteriler başladığı haberleri geldi. Pakistan televizyonları, Taliban ve El Kaide militanlarının en etkili olduğu Peşaver kentinde bazı grupların protesto gösterileri yaptığını duyurdu.

     

    Öte yandan, ABD Dışişleri Bakanlığı vatandaşlarına, Usame bin Ladin'in öldürülmesinin EL Kaide örgütünün misilleme saldırılarına yol açabileceği gerekçesiyle güvenlik riskiyle karşıya karşıya oldukları uyarısında bulundu.

     

     

    zaman


  5. İsmin kesinliği zaten iktibas edilen eserde de mevcut değilmiş. Burada tahmin üzre bir isim verilmiş, ben de yakın görmüştüm açıkçası.

     

    Ben mutantan olarak takip ederim zaman'ı, bahsini ettiğiniz demece rastlamadım, okusam Allah'ın izniyle anımsardım. Birinci ağızdan bu şahsın Nurettin Topçu olduğu izah edilmişse isim üzerindeki belirsizlik kalkmış demektir.

     

    Bu arada aktardığınız hadise de çok hoş. Merak da etmedim değil hani acep, merhum Topçu ile Üstad'ın arası neden açıktı/soğuktu? Bilen, okuyan gönüldaşlardan bir izah gelse hoş olurdu.

    • Like 1

  6. Günler dışarıdakiler için su gibi akıp gidiyor Tevfik Bey. Geçerken ruhta ya lezzet veya elem bırakıyor. Sen her anı idrak ederek geçiriyorsun. Güncene tarihi yazıyorsun ama bu, zamanı ölçtüğün anlamına gelmiyor. Aksine, zamanı yitirmiş olabilirsin. Zaman, senin için, cam kırıkları üzerinde yürümek gibi… Hatıraların biriktiği o cam kırıkları. Hangi andan geçersen geç hep başka bir anın hatırasıyla dolu olacaksın. Tıpkı benim gibi. Sana aşk dolu mektuplar yazan Cahide gibi. Haklısın, insanın olağanın dışına çıkabilmesinin bir yolu da o mağaraya kapanmak. Olağan dünyada kaybettiğimizi başka türlü nasıl bulabiliriz? Odalarınız küçük ama birlikte olabiliyorsunuz. Ya büyüse… O zaman o beraberlik kalır mıydı?

     

    ‘Bugün günlerden ne sahi?’

     

    Çarşamba, 16.8.1961

     

    ‘N’aptın bugün?’

     

    Gece 10.30’da yattım. Fakat geç ve rahatsız uyudum. Sık sık uyandım. Döndüm. Sabahleyin 4.15’te kalktım. Dün gelen mektupları defterime geçirdim. Vasfiye’me mektup yazdım.

     

    Bugün ilk defa öğleden evvel güneşte ve akşam serinlikte iki defa hava almaya çıkarıldık. Çok hoşlandık. Hayırdır inşallah.

     

    Hava almaya çıkmadan evvel mektupları dağıttılar. Arkadaşlara 4-5 tane geldi.Bana da Vasfiye’min 14 ve Cahide’nin 13 tarihlisi geldi. Dün 13-14’e kadar olanları yok… Ne yapalım. Yavrularımın mektubunu bile sadaka verir gibi veriyorlar. Allah böyle istiyor. Büyük imtihana tabiyiz. Allah sabrımızı azaltmasın. Sebep olanları Allah mektup, haber diye yollara baktırsın…Akşamüzeri mebusları tekrar dışarı çıkarttılar. Dünkü gibi biz de hazırlandık, ama bu defa nedense çıkarmadılar. Gazetelerin bazısında İrtibat Bürosu’nun bir bildirisi var. 21-25 Ağustos arasında ailelerin ziyareti varmış. Acaba bizimkiler sıraya girebilecek mi?

     

     

    Cuma 19.8.1960

     

    Bu sabah yine şükür olsun 5’te kalktım. Namazımı yetiştirdim. Hatime devam ettim. Dünkünden daha başka bir tulu seyrettim. Evime gittim. Vasfiye’mle beraber, kızlarımın ve tabii benim gibi yatan Cahitimin odalarını ziyaret ettim. Ve sonra saat 6.00’da Vasfiye’me mektup yazıyorum.

     

    Öğleden sonra 15.00 civarında Adnan Menderes’i sorguya götürmüşler. 17.00’yi geçe üç teğmen nezaretinde döndü. Zayıflamıştı, çok bitkin görünüyordu. Merdivenlerden inerken bir teğmene dayanmak lüzumunu hissetti. 6-7 Eylül tahkikatını idare eden heyet biraz evvel hareket etti. Bayar, yüzbaşı ve iki kumandanla beraber çıktı. Dönüşte Bayar’ı kumandanın odasında otururken gördük. Bu akşam odamızda çok üzücü şeyler konuştuk.

     

     

     

     

    Cumartesi, 20.8.1960

     

    Bu sabah 5’te kalkma kararıyla yattığım için birkaç defa uyandım. Saate baktım. Güneşin doğuşunu seyrettim. Vasfiyemi, çocuklarımı uzun uzun düşündüm. Niyaz ettim. Yavrularımın teker teker yanaklarından öptüm. Ve şimdi Vasfiyeme mektup yazıyorum.

     

     

     

     

    Pazar, 21.8.1960

     

    Allah’ıma şükürler olsun ki, defterime şu satırları yazmak imkanını bana lütfetti. Dün ikindi namazını kılarken cereyanda idim. Ve müthiş bir rüzgar vardı. Üşüdüğümü hissettim. 18.00’de dışarı çıkmak için siyah yün gömleğimi giydim. Allah’tan ki rüzgar vesilesiyle dışarı çıkarmadılar. Yavaş yavaş bir ateş hissetmeye başladım. Nabzım yükseldi. Akşam namazımı kılmak için kalktığım zaman ayakta duramayacak haldeydim. Sıtmaya tutulmuş gibi bir titreme geldi. İki aspirin aldım, hemen yatağa girdim. Ellerim, ayaklarım buz gibiydi. Titreme uzun süre devam etti. İzzet yatakta ayaklarıma yün çoraplarımı giydirdi. Ve nöbetçi doktora haber verdi. Allah razı olsun, geldi. Göğsümü, sırtımı dinledi. Tansiyona baktı.Üç adet Teramisin ve kinin verdi. Arkadaşlar akşam yemeğine gittiler, bana da çay getirdiler. İçtim, ilaçlarımı da aldım. Adamakıllı terledim. Arkama havlu koydum, çamaşırlarımı değiştirdim. Nabzım yüzden aşağı olmadı. Sık sık üşüme, ürperti hissederek, sıçrayarak uyandım. Ateşim çok daha fazlalaştı. Nabzım da 120’yi geçiyordu. Burada ölüm aklıma geldi. Her şeyi bir kere daha unuttum. Aklıma çocuklarım kavuşmayı düşünmekten başka hiçbir şey yoktu. Mahkemenin bir an evvel olmasını, hatta idam verecek olsa dahi biran evvel olmasını istedim. Burada pis bir hastalıkla ölürseniz yavrularınızı göremezsiniz, idam edilirseniz son bir defa onları görmek, onlara bir el sallamak mümkündür.

     

    Sabaha kadar gözümü hiç kapamadan geçirdim. 5.00 oldu, 6.00 oldu. Hava bulutlu, yağmur yağdı. İkinci terleme ateşimi biraz düşürdü. Kendime geldim biraz. Arkadaşlar çay getirdiler, peynir ekmek gönderdiler.

    Dönüşte Allah razı olsun Koraltan müsaade alarak odama kadar geldi, terli alnımı tuttu: “Geçmiş olsun” dedi. Kantinden aldığı bir şişe kolonyayı gönderdi. Unutmayacağım Koraltan’ın bu alakasını. Allah’ıma hamd olsun. İnşallah yarın yavrularımıza yine mektup yazabilirim. Nasıl şükürden acizim. Bin defa karar verdiğimiz halde nasıl yine küçük şeylerle kendimizi yiyip bitiriyoruz.

     

    Sabahleyin Adnan Menderes herhalde kumandanlığa gitti. Ve yarım saat sonra döndü. Çok bitkin, güçlük çeken bir hali var.

     

    Dahiliye mütehassısı doktor yüzbaşı geldi. Tekrar dinledi, gribal bir nöbet olacağını söyledi. Şimdi ateşin, terlemenin bıraktığı bir yorgunluk var. Ateşim yok, Allah’ıma binlerce şükür.

     

     

     

     

    Çarşamba, 23.8.1961

     

    Gece 11’de yattım, uzun uzun uyuyamadım. Kafamda hep sabahki buluşmadan intibalar, hayallerin saadeti. Tutmadı uyku.

     

    Sadık Yalsızuçanlar/ "Vefa Apartmanı" eserinden

    • Like 1

  7. Merhum Tevfik İleri’nin kızı Cahide Hanım babasını anlatıyor:

     

    “Hafta sonlarını, bihassa akşamları evde geçirmeye gayret ederdi. Cumartesi akşamları evde şiir gecesi olurdu. Müthiş şiir okurdu. Şair dostları da çoktu. Necip Fazıl’la dosttular. Babamın ölümünden sonra da Necip Fazıl Ankara’ya geldikçe bize uğrardı. Bakanlığı sırasında Sıhhiye’deki evimize de çok gelirdi. "Kurtuluştan Sonrakiler" adında şiir seçkisi vardı, oradan okurdu… Ayşecim şurada olacak kitap…’ /Merhum İleri’nin diğer kızı, Ayşe Hanım/

     

    Ayşe Hanım durur mu:

     

    “Hatırlıyor musun Cahide, Necip Fazıl bir delikanlıyla sana görücüye gelmişti.’

     

    ‘Evet evet, ama eski defterleri açmayalım…’

     

    Ayhan Bey ısrarcı: /Cahide Hanım’ın eşi/

     

    ‘Bindokuzyüzaltmışbeş yılıydı değil mi, biz evlendikten sonra da gelmişti. Sürekli konuşurdu rahmetli. Zaten onun bulunduğu mecliste başkası konuşamazdı. Ben de yedibuçuk sene Amerika’da kalmışım, oralarda okumuşum filan ama böyle büyüklere karşı saygılıyım, sorulmadıkça söylemem, o konuşuyor ben de dikkatle dinliyorum. Bir ara dedi ki, “Siz böyle çok bilgili olduğunuz için mi susuyorsunuz, yoksa bir şey bilmediğiniz için mi?” Hakaretamiz gibi geldi bana ama bir şey demedim. Pek güzel konuşuyorsunuz, sizi dinlemeyi tercih ediyorum efendim, dedim. Sanıyorum Cahide’yle evlenmiş olmamın ve getirdiği delikanlıya hayır denmesinin intikamını aldı.’

     

    Gülüşmeler…

     

    En çok gülen de Ayşe Hanım:

     

    ‘Merhum çok enteresan adamdı. Muazzam bir hatipti. Tiki vardı, ağzından sigarası düşmezdi. Babamı çok severdi. Müthiş bir sevgisi, saygısı vardı.’

     

    ‘Yassıada’da babam onunla ilgili, bir örtülü ödenek meselesinden sorgulanmıştı…’

     

    Sadık Yalsızuçanlar’ın “Vefa Apartmanı” eserinde geçen Üstad’la alakalı kısım.

     

    Syf. 167/168


  8. Osmanlıca, Öztürkçe Derken…

     

    Türkçe konsunda da milleti böldüler. Türkçe’ye meraklı olanların bile kafasını karıştırdılar.

    Biri “Öz Türkçe” tutturmuş öbürü “Osmanlıca”. Bu kargaşada sonra birileri (“Cemiyet” üyesi) çıkar. “Canım işte, resmi dili İngilizce yapalım da herkes rahat etsin,” deyiverir. Behey gafilan! Türkçe ile ilgileniyorum zannederken, bu millete, hem de Dünya Türklüğü’nün istikbaline ne büyük kötülük ettiğinizin farkında mısınız?

     

    “Osmanlıca” sözünü geçen asır İngilizler icat etti. Her dilde devletin idare dili, hukuk dili, ayrıca tıp dili, bilim dili ile halkın köydeki, kentteki gündelik dili arasında büyük mesafe vardır. Bu eğitimle kapatılamaz mı?

     

    Ey Türkçesevenler (yani vatanseverler, Türk kimliğini sevenler)!

     

    Şu ilkelerde kesinkes birleşmeliyiz:

     

    *Birinci İlke: Osmanlıca, Öz Türkçe diye bir ayrım kabul edilemez. İkisi de Türkçe’dir. Türkçe’nin her lehçesine, her düzeydekine, eskisine, yenisine sıkı sarılalım.

     

    *İkinci ilke: Tasfiyeciliğe “Hayır”, zenginleştirmeye “Evet”

     

    *Üçüncü ilke: Her yeni kavrama, her bilim/teknik dalına Türkçe terimler, Türkçe’nin matematik gibi keskin ve kudretli olan kurallarına göre türetilecek, türetilmiş olanlar kullanılacaktır. /Bu, aynı zamanda Atatürk milliyetçiliğinin de temel ilkesidir./

     

    Türk vatanseverleri/yurtseverleri, Türk ve Atatürk milliyetçileri/ ulusçuları:

     

    *Türkçe’ye sahip çıkmak, Türkiye’ye, Türk kimliğine, kültürüne, Türklüğe sahip çıkmak demektir!

     

    Birbirimize düşmekten vazgeçeceğiz ve birilerinin İngiliz atıyla Üsküdar’a geçmesine izin vermeyeceğiz!

     

     

    Avrupa’ya Çok Şey Öğrettik

     

    Açın bakın: Ortaçağ sonunda bu Avrupa’ya, bu kara, cahil, yobaz, temizlikten haberi olmayan, vebadan kırılan perişan Avrupa’ya bilimleri öğreten Türkler’dir! Matematiğin birçok dalını icat eden Türk matematikçileridir. Birçok, bir tane değil. Uluğ Bey’i bilirsiniz, “logaritma”, “algoritma” lâf ve kavramlarının “El Harezmi”, yani “Harezmli”den geldiğini bilir misiniz? Batı’nın kitapları yazıyor, ama bir türlü “Türk” diyemiyor; dili varmaz. “Arap matematikçisi El Harezmi” diyor da, sonra ekliyor: “Özbekistanlı’dır, yani Türkistanlı. İnsaf artık. (Biz bu Batı’dan mı medet umuyoruz?)

    Batı’ya cebiri de, kimyayı da, gökbilimini de, ruhbilimi de biz öğrettik. Kendimizi, tarihimizden, atalarımızdan aldığımız manevi güçle, ileriye bakarak toparladığımız zaman Batı’ya, dünyaya, gene çok şey öğretiriz.

     

    Öbürleri teknoloji geliştirir, sonra binbir dalavereyle insanları gittikçe daha perişan, daha fakir köleler haline sokarlar. Bizim tarihimizden gelen bir de “gönül” tarafımız var, insanlık tarafımız var. Batı’ya kaç kere öğrettik, yine unuttular, yine öğretmek bize düşüyor. Onun için biz en az onlar kadar ve daha üstün duruma geleceğiz; gelmememiz için hiçbir sebep yok. Önümüzde de büyük imkanlar var; sadece kafayı toparlamak, aşağılık duygusundan kurtulmak lazım. Bunu yaptığımız zaman bu Batı’ya, “bu teknolojiler, bu gelişmelerle insanlık için nasıl çalışılır ve bütün insanlık için faydalı hale getirilir”i de gene biz öğreteceğiz; onlar yapamaz bu işi.

     

    Bize Düşen İşler Çok

     

    Bizim için durup dinlenmek, yıkılmak yoktur! Biz önce kendimi toparlayacağız bir, ikincisi Türk dünyasının toparlanmasına yardımcı olacağız. Ondan sonra şu İslam Dünyası’na yardımcı olalım; Batı’nın köleliğinden kurtulmalılar. Onların da şu aşağılık duygusundan, Batı’nın oyunlarından kurtulmalarına destek olmalıyız. Diyelim o da oldu; ondan sonra Batı’nın insanını bir daha yetiştir, bizim işimiz çok. Türk gençliği, üniversiteli gençlik sınıfta yok, laboratuarda yok, araştırmada yok, düşünmede yok, hepsi kantinde. Kantinde ne yapıyorlar? Vatan mı kurtarıyorlar? Hayır; oturmuşlar duvara bakıyorlar ,saatlerce. Dedim bunlar nasıl vakit buluyorlar? Bu gençliğe bu kadar iş düşerken, önüne bu kadar hedef çıkmışken, gençlik nasıl oluyor da saatlerce kantinde aylak aylak oturup duvara bakıyor? Nasıl vakit buluyorlar? Hayret!

     

    Oktay Sinanoğlu/"Hedef Türkiye" eserinden

    • Like 1

  9. "Ben, özlenen İslam çiçeğinin sadece gübresiyim."

     

    İnsanın gözleri dolageliyor. İşte ulvî kişi oldur ki, büyük işler başarır, ne yükler omuzlar, bir nesil ihya eder de kendisine sadece bir gübrelik rol biçer. Kendi benliğini de ne kadar küçülttüğünün, nefsini ne denli erittiğinin emaresidir bu, ve asla yaptıklarını yapacaklarının yanında kafi görmeme.

     

     

    Üstad Allah'ın izniyle gübrelikten çok daha büyük icraatler ifa etti. Bugün bizler buna numune teşkil ediyoruz. Söndürülen islam meşalesinin, rafa kaldırılan hakiki tarihin, eritilmeye çalışılan örf ve adetin, nur topu ahlak geleneğinin idamesini sağlayan isimlerin başında Üstad gelir.

     

    Bize düşen şimdilerde bu islam çiçeğini artık dal budak salacak bir söğüte çevirmektir. Kökü maziye, gerçek tarihe ve islam hukukuna bağlı, başı Batı medeniyetine hakkıyla vakıf, medeniyetler eşiği halinde, her dalda meşhur ve de senet olacak bir hüviyet. Ancak o zaman üzerimize düşeni yerine getirmiş ve de Üstad'ın haritasını çizdiği fikir hayatının fertleri olabilmişiz demektir. Aksi müslümana ve de hakiki Türk'e yakışmayacak kadar çukur bir seviyedir ki bütün çukurluklar bizim mesabemize yükselmek zorundadır!


  10. O kadar derinden, yürekten söylenmiş ifade ki.. Hayatının her karesini dolduran üstün şecaatini, Üstad arkadaşının ölümü karşılama sahnesinde dahi sürdürüyor. Ölüme rağmen kahramanlık, yine başeğmemezlik!Başka ne beklenir Üstad'tan..

     

    Bu tavrın senedini ise öyle başıboz teselliden ve de medet ummadan değil, Allah'ın unutturulduğu veya unutturulmaya çalışıldığı bir dönemde canhıraş islam münadiliği yapmasından alıyor.. Ne mukaddes gidişat ve ahirinde ele geçen saltanat!

     

    Bana da sanki titremeden yola çıkarak sanki merhum Serdengeçti gibi geldi isim olarak. Malum Serdengeçtinin ölüm sebebi parkinson, sürekli titreme illeti. Hatta şöyle bir espiri yapar kendisi;

     

    Çayını karıştırırken sürekli eli titremekte ve çayını dökmektedir. Bu esef verici halden yine derin üzüntü duyulacak cümlesini döktürüverir;

     

    _Bir zamanlar Ankara'yı birbirine katan, karıştıran ben, şimdi bardağımı dahi karıştıramıyorum.

     

    Bana bu hadiseyi de anımsattı yukarıdaki demeç. Hem de Üstad'ın yakın dava arkadaşı olarak Serdengeçti'nin yukarıdaki isim olabilmesi ihtimali yüksek gibi.

     

     

    Tabi bizim burada üzerinde durmamız gereken bahis, isimlerden ziyade verdiği, aşıladığı fikir. Evet; titreme, vur kapıyı gir içeri, değil mi ki bir dönemin İslam kahramanlarıyız!


  11. En çılgın proje

     

    -Anlık tepkiler, kişileri tanımak için önemlidir. Hayatı hep, önümüze getireceklerini öngörerek yaşamaya çalışırız.

     

     

    Öngörmek, hazırlanma fırsatı verir. Tepkilerimizi önceden tasarlar, sonuçlarını hesaplar ve böylece bir adım öne geçme fırsatı yakalarız. Hazırlıklı değilseniz yüzünüzdeki bütün maskeler düşer; korku, kıskançlık ve donanımsızlık kendini bir anda ele verir. AK Parti liderinin 'çılgın projesi'ne herkes hazırlıksız yakalandı. Proje iyi; ama tepkiler, eleştiriler tam bir fiyasko. Projenin kendisi üzerinde herkes durdu. Daha uzun zaman duracak. Ama somut ve iddialı bir projeye verilen anlık tepkiler üzerinde durarak, toplumsal-siyasal muhalefetin tabiatı hakkında fikir edinmek mümkün.

     

    Kılıçdaroğlu, 'memleketin çılgın adamlara değil, düşünen adamlara ihtiyacı var' diyor. Bu anlık tepki, son 10-15 yıl içinde karşılıklı yer değiştiren kültleri ele veriyor. 'Çılgınlık' olumlu çağrışımlarını, Turgut Özakman'ın 'Şu Çılgın Türkler' kitabı ile kazandı. 'Çılgınlık', bu kitapta tasvir edilen Cumhuriyet'in kurucu kadrolarının, imkânsız görünenlerin peşine düşmeleriydi. Yeniyetmeler bugün beğenilerini 'manyak şey' lafı ile ifade ederken, aynı vurguyu yapıyorlar. AK Parti'nin 'çılgın projesi'nin bu yerleşmiş çağrışımları üzerinde kimse durmadı. Bu ıskalama bile, artık büyük hayallerin peşine düşme görevinin muhafazakârların tekeline geçtiğini göstermiyor mu? Kılıçdaroğlu'nun 'düşünen adam'ı, hayvanlar âleminin en düşünceli yaratığı olan hindiyi aklınıza getirmiyor mu? Toplumda kabına sığamayan büyük bir enerji var. Şaha kalkan bir at, yerinde duramayan bir kaplan bu toplumu daha fazla temsil etmiyor mu? Siyaset bu coşkun enerjiyi dizginleme, büyük eserlere dönüştürme becerisi değil mi?

     

    İstanbul, hiçbir zaman sadece bir şehirden ibaret olmadı. İstanbul, Türkiye'nin 81 vilayetinin ortak paydası. Bu yüzden İstanbul için bir şey yapmak, doğrudan Türkiye'nin mekaniğini değiştirmek demek. Buket Uzuner'in 'Şiirin Kızkardeşi Öykü' isimli kitabında 'İçinden deniz geçen şehir' isimli, güzel bir İstanbul hikâyesi var. Başbakan artık İstanbul'un içinden iki deniz geçeceğini söylüyor. Tek tek her birimizin içinden artık iki deniz geçecek. Ne etkileyici bir şiirsellik, değil mi?

     

    Projenin kendisinden çok, siyasî pazarlama başarısı ve anlık tepkilerin ele verdiği muhalif kişilikler üzerinde durduğumu tekrarlamalıyım. Pazarlama çok başarılı. Aynı proje, bir başkasının elinde 'hiç' edilebilirdi. Çılgın proje takdim edildi ve tartışıldı. Televizyon kanallarında, canlı yayınlarda hiçbir şey söylemeden saatlerce konuşan uzmanlar ve yorumcular bu anlık muhalif tepkilerin timsaliydi. Halkın verdiği tepki ise her şeyin özeti. Toplumda bu çılgınlığın canlı bir karşılığı bulunuyor; çünkü artık bu toplumun çılgınca bir özgüveni var. Büyük hayallerle kanatlanacak ve bu hayallerin peşine düşecek bir özgüven. İmkânsızlar başarılmak içindir.

     

    Kendi mecrasında yaklaşık üç asırdır akan tarih artık sona eriyor. Öznesi olamadığımız, belirleyemediğimiz, rüzgârda sağa sola savrulduğumuz dönemler geride kalıyor. Dünyanın merkezi batıdan doğuya kayıyor. Alıştığımız ve normal karşıladığımız her şey değişiyor. Dünya dengeleri arasında kendine emniyetli bir yer arayan Türkiye, artık kendisi denge kuruyor. Dünden çok farklı bir gelecek önümüzde duruyor.

     

    Büyük düşünmek, büyük hayaller kurmak ve çılgınca görünen projeleri gerçekleştirmek artık bizim kaderimiz. Bu kaderden kaçamayız. Geçmişin küçük hesaplarını, dar alanda kopan fırtınalarını bir kenara bırakıp açık denizlere açılmalıyız.

     

    Uzmanı olmadığım için 'ikinci boğaz projesi' hakkında konuşamıyorum. Ama bütün çılgın hayalleri gerçeğe dönüştürecek bir çerçeve biliyorum: Yeni anayasa. Güvensizliğin, korkuların, zorbalığın, yasakların karanlık dünyasına Türkiye'yi 50 yıldır hapseden kalıpları kırıp; özgür, kişilikli ve özgüvenli bir toplumun içinde rahatça at koşturacağı, her türlü çılgın projenin üstesinden gelmesine fırsat ve imkân veren bir anayasa.

     

    Bu seçimlerin en çılgın projesi de yeni anayasa olacak.

     

     

    29 Nisan 2011


  12. Berat'e

     

    Bana soruyorsun şu resimdekiler kim, diye.

     

    Emin ol kim olduklarını çıkaramadım. Görünüşe bakılırsa mutlular. Fakat insanlara tavsiyem şudur ki, nasıl "zenginin parası, parasızın çenesini yorarsa", başkalarının mutlu görünümü, insanı kendi mutlu olma imkanını, kabiliyetini görmekten alıkoymamalı. Fimler, resimler birer hayaldir. Başka insanların dış görünümleri bizi aldatmasın. İnsan kendi mutlu olma imkanını görebilmeli. Mutluluksa filmlerin, romanların içinde değil, kendi yaşadığımız basit hayatın içindedir. Ve önemli olan yaşanılan "an"dır. Onu ibadet, sabır, anlayış, tevazu ve merhamet ile anlamlı hale getirmek mutluluğun ta kendisidir. Yoksa deniz kenarında fotoğrafçılar tarafından düzenlenmiş bir mutluluk tablosu sahtedir ve bazı saf kimselerin duygularını istismar etmekten başka bir şey ifade etmez.

     

     

    Acaba anlatabiliyor muyum?

     

     

    Cahit

     

     

     

     

     

    Berat'e

     

     

    Ey Berat hanım

    Otur şöyle nefes al dinlen

    Ve anlat ne var ne yok halin nasıl

    Eğer dersen "vaktim yok dilim yorgun

    Çamaşır dağ gibi

    Bulaşık bir ziyafet sonrası kadar çok

    Ve çocuklar

    Aç uykulu ve huysuz"

    O vakit koştur didin işin bitince otur

    Sonra anlat halin nice keyfin nasıl

    Ey Berat hanım dersen ki

    "Bu ne zalim adam

    Halimi bilmez halden anlamaz

    Küçük bir şeyi mesele yapar"

    -Ne büyük yalan-

    Doğrusu var hakkın

    N'etsem n'apsam

    Kollarını bilezik

    Boynunu kordon

    Ayağını halhal donatsam

    Yine hakkın kalır

    Bizi hoş görünüz

    Sabırlı olunuz

    Çocukları dövmeyiniz

    Zinhar beddua etmeyiniz

    Sui zan değil hüsnü zan ediniz

    Ve acaba ikaz ettik hata mı ettik

     

    Şairi garipcan

     

     

     

    Cahit Zarifoğlu'nun hanımına yazdığı bu manzum mektup

    türündeki şiiri, ilk kez Düşçınarı'nda yayınlandı.

    Düşçınarı sayı 9 /1988

     

     

     

     

    ACZ/ MEKTUPLAR

     

    syf. 85.86

    • Like 2

  13. Hadis Ayıklama Fırkası

     

    Gelecekte ilm-i kelam alimleri yazacak, birkaç yıldan beri Türkiye'de "Hadis Ayıklama Fırkası" adını verebileceğimiz bozuk bir bid'at fırkası zuhur etmiştir.

     

    Bu fırkanın ABD ve AB tarafından desteklendiğini sanıyorum.

     

    Gayeleri şudur:

     

    Resulullah'ın (salat ve selam olsun ona) on binlerce hadisini, yeni ölçülere ve kıstaslara (kriterlere) göre incelemek ve bunlardan istenilmeyenleri ayıklamak.

     

    Bilindiği gibi Haçlı ve Siyonist dünya İslam'ın bazı inanç, hüküm ve değerlerinden son derece rahatsızdır ve bunların yürürlükten/tedavülden kaldırılmasını istemektedir.

     

    Onlar neler istiyor:

     

    1. Zinanın suç sayılmamasını istiyor.

     

    2. Ailede mutlak şekilde kadın erkek eşitliği istiyor.

     

    3. Din ile dünyanın, ruhani ile dünyevinin ayrılmasını, dinin sadece bir vicdan işi olmasını istiyor.

     

    4. Cihad fi sebilillah (Allah yolunda cihad) istemiyor.

     

    5. Geleneksel gerçek ve otantik İslam'ın "Allah katında tek geçerli ve hak din İslam'dır" inancının kaldırılmasını, onun yerine "Üç ibrahimi din vardır. Yahudilik ve Hıristiyanlık da haktır ve onların bağlıları da ehl-i necat ve ehl-i Cennet'tir" bozuk inancının koyulmasını istiyor.

     

    6. İslam dünyasında dinde reform, dinde yenilik, dinde değişim yapılmasını istiyor.

     

    7. Kur'an, Sünnet ve Şeriat'taki binlerce hükmün tarihsel olduğunun ve bugün geçerli olmadıklarının kabulünü istiyor.

     

    8. Kur'an'ın yeniden AB kriterlerine göre yorumlanmasını istiyor.

     

    9. Hadislerin gözden geçirilip ayıklanmasını istiyor.

     

    10. Ilımlı bir İslam istiyor.

     

    11. Sulandırılmış evcil bir İslam istiyor.

     

    12. Müslümanların din konusunda onlarca büyük, yüzlerce küçük fırkaya ayrılıp birbirleriyle amansızca tartışmalarını, çekişip tepişmelerini istiyor.

     

    13. BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) ile İslam ülkelerinin parçalanmalarını ve Müslüman dünyasındaki balkanlaşmanın daha da ileriye götürülmesini istiyor.

     

    İşte hadis ayıklamaları faaliyeti bu cümledendir.

     

    Bu işi bedavaya, "Allah rızası" için mi yapılmaktadır?.. Duyduğuma göre bu konuda büyük paralar harcanmakta, birtakım ayıklayıcılara yüklü telif ücretleri ödenmekteymiş.

     

    Peki, Allaha, Resulüne, Kur'ana, Sünnete, Şeriata bağlı ihlaslı, şuurlu, uyanık Müslümanlar bu ayıklama fırkası karşısında ne yapacaklardır?

     

    Birinci olarak buna karşı çıkacaklardır.

     

    Dinde reform, dinde değişim, dinde yenilik akımlarına muhalif olacaklardır.

     

    ABD'nin, AB'nin, İsrail'in, Siyonizmin, Papalığın, Evangelistlerin ve diğer İslam karşıtı güçlerin, Müslümanların din işlerine burunlarını sokmamasını isteyecektir.

     

    Bir soru: Hadis çalışmaları ve araştırmaları yapılmasın mı?

     

    Böyle bir şey diyen yok... Yapılsın ama bu iş, İslam'ı bozmak, dinimizi tahrif etmek isteyenlerin şeytani destek ve teşvikleri ile yapılmasın.

     

    Bendeniz bir Ehl-i Sünnet ve Cemaat müslümanı olarak üniversite seviyesinde "Darü'l-Hadisler" bile açılmasını isterim. Lakin bunların başında ve kadrolarında gerçek icazetli ulema, fukaha ve muhaddisler olmasını da temel şart olarak ileri sürerim.

     

    Nasıl ulema ve fukaha?

     

    Merhum Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi...

     

    Merhum Düzceli Muhammed Zahid el-Kevseri...

     

    Merhum Yusuf İsmail en-Nebhani...

     

    Merhum Mekke Şafii Reisüluleması Ahmed Zeyni Dahlan...

     

    Ve bunlar gibi saf İslam'ı bilen ve savunan icazetli gerçek ulema.

     

    Hadislerin incelenmesi ve araştırılması mezhepsiz, reformcu, telfik-i mezahib isteyen ilahiyatçılara verilemez. Onlar hadis incelemesi ve araştırması yapmazlar, "ayıklaması" yaparlar.

     

    Müslüman kardeşlerimi uyarıyorum... İslamdaki bütün yenilik, değişim ve reform hareketlerine karşı çıkınız. Amerikalılar, Avrupalılar, oryantalistler din işlerimize burunlarını sokmasınlar. Sinsi planlar yapmasınlar.

     

    Müslümanları şu konuda da uyarıyorum: Reformcuların, ayıklamacıların, mezhepsizlerin, Fazlurrahmancıların bazısı açık çalışıyor. Bir kısmı ise taqiyye yapıyor. Bu ikincilerden çok korkunuz ve sakınınız.

     

    Dinimiz içten yıkılmak isteniyor.

     

    Emperyalistlere, sömürgecilere, Siyonistlere, Haçlılara zarar vermeyecek evcil bir İslam türetilmek isteniyor.

     

    1924'te Hilafet-i Muazzama-i İslamiyeyi yıktılar ve o günden beri İslam dünyası başsız, otoritesiz, hiyerarşisiz kaldı.

     

    (İngilizce bilen muhterem okuyucularımdan /khilafah.com/ sitesini fikir edinmek için tedkik buyurmalarını rica ederim.)

     

     

    26 NİSAN 2011


  14. Zerdüşt cevap verdi: "İnsanları sevmiyorum." İhtiyar dedi ki:" Benim ormana ve yalnızlığa çekilmemin nedeni, insanları pek çok sevdiğimden değil mi? Şimdi tanrıyı seviyorum. İnsanları sevmiyorum. İnsan bence oldukça eksik bir varlıktır. İnsan sevmek beni yok edebilirdi.

     

     

    Beni anlamıyorlar ki!.. Ben zorlasam da bu insanlara uyamam. Dağda çok kaldım galiba. Irmakların ve ağaçların o tarifi imkansız sesini çok fazla dinlemişim ve şimdi onlara, keçi çobanlarına seslenir gibi sesleniyorum. Beni anlamıyorlar, ben bu kulaklara uygun ağız değilim. Sanırım, dağda fazla kalmışım. Irmakların ve ağaçların sesini fazla dinlemişim. Şimdi onlara, keçi çobanlarına söyler gibi sesleniyorum.

     

     

    Ey dostum, seni büyük adamların gürültüsünden sersemlemiş ve küçüklerin tehdidiyle rahatsızlanmış görüyorum. Dostum, yalnızlığa kaç! Orman ve kaya sana eşlik eder; çünkü onlar ağır başlıdır, susmayı bilirler. Çok sevdiğin geniş dallı ağaca benze sen yine de; çünkü o deniz kenarında susan ve dinleyen bir tavırla durmaktadır.

     

     

    Bütün derin kaynakların algılanışı yavaştır.

     

     

    Bazıları kendi zincirlerini çözemezler, fakat dostlarının kurtarıcıları olabilirler.

     

     

    Ben kalp burkan saatleri bilirim.

     

     

    Benim fakirliğim odur ki; elim armağan vermekten uslanmaz.

     

     

    Niçin, niye, ne sayede, nereye, nerede, nasıl? Hala yaşamak, delilik değil mi? Ah dostlarım, içimde böyle konuşan, akşamdır. Kederime bağışlayın. Akşam oldu. Akşam oluşunu bana bağışlayın.

     

     

    Bana her gün kutsal gelmeli.

     

    Erdemlerimin imanını yaraladınız.

     

     

    Ben kendi düşüncelerimden yanmışım.

     

     

    Bizzat irade hapistir.

     

    Sonunda insan ancak kendi hayatını ve kendi içini yaşar.

     

     

     

    İnsanı sertleştiren şeyi övelim! Yağ ve bal akan ülkeyi sevmem!

     

     

    İnsanlar arasında da en çok sinsilerdem, yarımlardan, kararsız geçici bulut tiplerinden nefret ederim!

     

     

    Yalnızlık, bu dünyanın en eski asaletidir.

     

     

    Saf, temiz olan hep az olur.

     

     

    Derinliğimi ve son irademii kimse göremesin diye, uzun ve aydınlık susmayı keşfettim.

     

     

     

    Bir yer ki, artık orada sevemiyoruz. Oradan geçip gitmeli.

     

     

    Ve içime çöktüm..

     

     

     

    Friedrich Nietzsche/Böyle Buyurdu Zerdüşt


  15. Uzun uzun düşünüyorum. Topraktan yeniden ağacın tepesine kadar düştüm yeniden düşüyorum. Bitmiyor bir türlü değiştim mi? Kendimle bir dönemeçte koşan iki çocuğun çarpıştığı gibi karşılaşmışım da hangisinin ben olduğuna karar veremediğim o çok kısa zamanın habire tekrarlanmasından perişan çarçaput gibi ağzım, yorgunum. biraz da.

     

    ACZ

    • Like 1

  16. Eğer bir baba iseniz bu akşam özel olarak evinize çocuklarınızla ilgilenmek üzere gitmenizi rica ediyorum. Onların yüzlerine dikkatle bakın: Neler biliyorlar, sorular sorarak bir deneyin. Sizden neler bekliyorlar, öğrenmeye çalışın. Onlarla biraz konuşursanız, isteklerinin sakız, çikolata gibi şeylerden ibaret olmadığını, sizden kişiliklerinin tekâmülü için sevgi, dikkat ve istikrarlı bir otorite istediklerini göreceksiniz.

     

    Cahit Zarifoğlu

    • Like 2

  17. Aa kuzum sayın Çamlı; size Erzurum'un suyu, ekmeği, havası hiç mi birşey katmadı da, bu burum buram kasıt kokan sualin yanıtını bilemeyecek kadar düşünmekten mahrum kaldınız?!

     

    Meram gayet ortada; Üstad'dan Atatürk aleyhine bir kaç cümle çarpmak adına kendince ali cengiz oyunu düzenlemiş. Yalnız Üstad her zamanki gibi ince zeka ve de polemik karakterini konuşturmasını pek iyi bilmiştir. Zira ulu önder bir aksiyonerse ki icraatleri ve de devrimleriyle, aksiyon kelimesinden aynı manayı kavramadığımız ortadadır, onu anlaması gerekirdi. Eğer değil gibi bir mana sezse kendi CHP kimliğiyle çelişecekti. Ki zaten Çamlı'nın da kafası bir hayli karışmış olacak ve de yanıttan mahrum kalmış ki, hadisenin sadece bu kadarı nakledilmiş. Ve de bu soruyu hem de Erzurum'lu olduğu halde soran bu şahsiyeti kınıyoruz. :)


  18. İki kadim, ezeli dosttan hem tebessüm hem de teessür edici bir mizah daha.. Üstad'ın maddi olarak sıkıştığında sanırım kapısını çaldığı ilk dostlarından merhum Serdengeçti. Bir para isteme hadisesi daha oluyor ve aynı yanıt, bizim Serdengeçti de para tabi bulunmaz. Çünkü böyle halisane dava adamlarının genelde cebi boş ama dağ gibi arslan gibi dava ahlakı, dava ateşi vardır. Üstad kızıp gidiyor ve bir vakit sonra elinde bir deste parayla gelip, çocuk gibi neşeli edasıyla; masaya parayı serip; "Buna para derler sevgilim!" diyor. Neşesini, hüznünü, yılanlı kuyunun karartılı aylarını birlikte yaşadığı büyük adam Serdengeçti.

     

    Bilindiği üzre espri ve de mizah ustası bir adam. Ama mizahı ince zekanın emaresi olarak hakkını veren güzide uslupla yapıyor. Öyle galiz kelimelerle, muhatabının sırtını yere getirmek için her yolu meşru gören fakir fikirle değil de, hem düşündüren hem muhatabını incitmeyen hem de pırıl pırıl zeka tüten bir yol ile bunu başarıyor. Laf hokkabazı değil hulasa. Böylelikle pek çok espiriyi bize miras bırakmış, cılız cüssesinin aksine dağ gibi yürek taşıyan, samimi Serdengeçti yüreklerimize taht kurmuş nadir isimlerden.. Mekanın cennet olsun, yüreği güzel adam..


  19. İstersen acılık hisset, devam!

    Devam, devam kalmazsın avam!

     

    İbrahim Hakkı Erzurûmî Hazretleri (kuddise sirruhu) şöyle buyurur:

     

    Kimin kalbinde Allah olursa,

    Onun iki cihanda da yardımcısı Allah'dır.

     

    Kimin kalbinde Allah'tan başkası olursa

    Onun iki cihanda da hasmı Allah'dır.

     

    Demek ki insan, Mevlâ Teâlâ'yı unutmakla O'na hasım oluyor. Ehl-i zikir var ya ne bahtiyar adamdır.

     

    Gizli zikirde ihlasa yakınlık vardır. Aşikâ^re zikirde riyaya yakınlık, şöhrete yakınlık vardır.

     

    Dünyada zikrullah menfaat verir. En büyük vasıtadır, en büyük silahtır zikir. Şeytanın üzerine atom bombası atılarak zarar verilemez, tankla üzerine yürünerek ezilemez. Ancak zikirle yenilir o.

     

    Kalp hiçbir şeyle rahata ermez, ancak zikir ile rahat ve huzura erer. Zikri kaybettik mi, ne oluruz? Kalbimizin ızdıraptan , kederden, hüzünden kurtulmasını ancak zikir sağlar. Bu başka şeyle olmaz.

     

    Nitekim Ra'd suresinde şöyle buyruluyor:

     

    "Agâh olunuz (iyi biliniz) ki; kalpleriniz ancak Allah'ın zikri ile mutmain olur!"

     

    Bir insan kainatı elek ile elese, kitapları araştırsa, nefsi mutmain olamaz. Ancak zikrullah ile olur.

     

    Bakara suresinin 152. ayet-i celilesinde buyruluyor ki:

     

    "Beni anın ki, ben de sizi anayım!"

     

     

    İrşâd-ül Müridîn

     

    Mahmud Ustaosmanoğlu

    • Like 2

  20. Tahran'da Bir Tek Sünni Camii Yok!..

     

    Siyonistler, İsrail, ABD ve Haçlı dünyası, Ortadoğu'daki şeytani projelerini (BOP) gerçekleştirmek için Türkiye ile İran'ı savaştırmak istiyor. Böyle bir şey hem Türkiye, hem İran, hem de İslam için büyük bir facia ve felaket olur.

     

    Bundan önce defalarca yazdım, Türkiye ve İran emperyalist ve sömürgeci zalim güçlerin oyunlarına gelmemelidir.

     

    İki devlet, savaşmayacaklarına dair bir saldırmazlık anlaşması imzalamalıdır. Türkiye laik bir rejime sahiptir. İran'da ise bir Şii Cumhuriyeti vardır. Türkiye ile İran arasında mezhep çatışması, mezhep propagandası, Türkiye'yi Şiileştirmek, İranı Sünnileştirmek gibi ihtilaflar olmamalıdır.

     

    İran, Türkiye Alevilerini Şiileştirmek projesinden vaz geçmelidir. İran anayasasında devletin dini Şii mezhebidir, devlet başkanı bu mezhebe bağlı olacaktır denilmekte, kağıt üzerinde Sünnilere de din hürriyeti sağlanmaktadır ama gerçekte Sünniler büyük sıkıntı ve baskı altındadır.

     

    İran'da 20 milyon Sünni vardır, Tahran'daki Sünni nüfus bir milyondur. Buna rağmen başkentte Sünnilerin Cuma namazı kılacak bir tek camileri yoktur, yapılmasına izin verilmemektedir. İran'daki durum hakkında bilgi edinmek isteyenler /irananaliz.wordpress.com/ sitesini kayd-ı ihtiyat ile okuyabilirler. Cenab-ı Hak, bu iki İslam ülkesinin savaşması felaketinden bizleri korusun.

     

    Vaktiyle Siyonistlerin ve ABD'nin desiseleriyle İran ve Irak sekiz sene boyunca savaştılar da ne oldu? Milyonlarca ölü, milyonlarca yaralı, seller gibi akan gözyaşı ve kan, harabeler, lisan ile tarifi imkansız acılar... İki Müslüman ülkenin yaptığı aptalca savaşın parsasını da emperyalistler topladı, yüz milyarlarca dolar kar etti. Allah Müslümanları beyinsizliklerden, fanatizmden, mezhep taassubundan, birbirlerini boğazlamaktan muhafaza buyursun.

     

    *(İkinci yazı)

     

    Doğu ve Güneydoğu Niçin Boşal(tıl)ıyor?

     

    Şu gerçeği kimse inkar edemez: 1980'lerden bu yana doğu ve güneydoğu Anadolu boşalmaktadır. Milyonlarca vatandaşımız evlerini, köylerini, bağ ve bahçelerini terk edip Batı'ya göç etmektedir. Diyarbakır, Adana, Tarsus gibi şehirlerde milyonlarca güneydoğulu vatandaşımız zor ve kötü şartlar altında yaşamaktadır.

     

    Şimdi keskin bir soru yönelteceğim: Doğu ve güneydoğu Anadolu boşalıyor mu, boşaltılıyor mu?

     

    İkinci dehşetli bir gerçek: Doğu bölgemizde üç ile beş bin arasında köy boşaltılmış, milyonlarca vatandaşımız mağdur edilmiştir. Bu kütlevi (yığınsal) boşatma işi sadece güvenlik sebebiyle midir, yoksa bu meselenin ardında gizli ve derin sebepler mi vardır? Varsa bunlar nelerdir?

     

    Bir diğer keskin ve yakıcı sorum şudur: Birtakım dış mihraklı güçler ve onların içimizdeki işbirlikçileri, doğu ve güneydoğuda boşalan yerlere ileride başka nüfuslar ithal edilmesini mi planlıyor ve düşünüyor?

     

    Üçüncü bir gerçek: Bir kısım Ermenilerin Türkiye'den toprak ve arazi istekleri vardır. Geçenlerde bir Ermeni politikacı "Ermenistan'ın başkenti Kars olmalıdır" mealinde bir beyanda bulundu. İnternetten ararsanız Ermenilerin ülkemizin bir kısmını istediklerine dair binlerce site, makale, beyanat, bilgi ve belge bulursunuz.

     

    Evet sorularımdan birini tekrarlıyorum: Doğu ve güneydoğu bölgemiz kasıtlı ve planlı bir şekilde boşaltılıyor mu?

     

    Sakın kimse, yukarıdaki sorularıma uçuk ve paranoyak sorular demeye kalkmasın... PKK terörü yangınının kasıtlı ve planlı bir şekilde sürdürüldüğü artık inkar edilemez bir gerçektir... Bu terörün gölgesinde şimdiye kadar yüz milyarlarca dolarlık uyuşturucu ticareti, kaçakçılığı yapılmıştır. Bir ara uyuşturucu helikopterlerle taşınmıştır. Birileri bu işten efsanevi servetler vurmuştur... Bazı devletler, şahıslar, mafyalar silah, mühimmat ve savaş malzemesi kaçakçılığından yine yüz milyarlarca dolar vurmuştur...

     

    Büyük Ermenistan hayalleri besleyen emperyalist Ermenilerin ümidi PKK teröründedir.

     

    Megali İdea'nın gerçekleşmesini isteyen Elen milliyetçilerinin ümidi PKK teröründedir.

     

    Anadolu'yu tekrar bir Hıristiyan yurdu yapmak isteyen emperyalist, agresif, fanatik ve sömürgeci misyonerlerin ümidi PKK savaşındadır.

     

    Şu meşhur BOP'un gizli protokollerinde Türkiye'nin parçalanmasına dair maddeler bulunduğu iddia edilmektedir.

     

    Kürt nüfusunu yoğun olduğu bölgelerden, bütün Anadolu yüzeyine yaymak isteyen "iyi niyetliler" de bulunmaktadır. Nüfus yayılacak; Türk, Kürt, diğer unsurlar içiçe yaşayacak ve Türkiye'nin parçalanması böylece önlenecek...

     

    Eskiden Kürt kardeşlerimizin ve vatandaşlarımızın en yoğun olduğu şehir Diyarbakır'dı.

     

    Şu anda İstanbul'daki Kürt nüfusu oradakini geçmiştir. Mersin'de, İzmir'de, Bursa'da ve diğer büyük Batı ve orta Anadolu şehirlerinde büyük Kürt nüfusu yaşamaktadır.

     

    Bendeniz bir Müslüman olarak bundan rahatsız olmam ama bu göçün, bu sürgünün, bu göç ettirilmenin planlı ve kasıtlı olup olmadığını da bilmek isterim.

     

    Evet soruyorum: Beş bin Kürt köyü niçin boşaltılmıştır?

     

    Milyonlarca Kürt kökenli vatandaşımız niçin perişan edilmiştir?

     

    Türkiye'nin Müslüman nüfusu niçin batıya sürülmektedir?

     

    Doğu ve güneydoğudaki boşluğu doldurmak isteyen güçler var mıdır?

     

    Bu boşatmanın, bu sürgünlerin ardında gizli Kripto Yahudi, Kripto Ermeni, Siyonist, Haçlı, emperyalist, sömürgeci güçler var mıdır?

     

    Türkiye'nin boşalan, boşaltılan yerlerine ileride dışarıdan nüfus mu ithal edilecektir?

     

    23 NİSAN 2011

    Mehmet Şevket Eygi


  21. -Biz hangi milleti ve siyasi zümresiyle olursa olsun,Avrupalının hoşuna gittikçe ve alkışını topladıkça, böbürlenmek yerine başımızı taştan taşa vursak daha iyi ederiz

     

    İşte bu cümle, ezici; kafadaki bir tutam fikri kezzap etkisiyle buharlaştırıp yalnız acı acı gülümsetici hâl! Bize Batılı olmamak şerefi yeterdi, yüzyıllar dünyaya hükümdarlık yapan ecdadımıza yetti de; Tanzimat sonrası tamamen çürütülmüş, eritilmiş bir nesle bu şeref yetmedi!

     

    Tanzimat hikayesi, tek gayesi topyekûn islam kanununun soyunu kısırlaştırmak ve de hakiki tarihi toprağa gömmek ve de Batı'nın mukallit, veled-i zina efkarını intişar etmek olan bu Jön Türkler'in amentüsü. Ve muvaffak da oldular! Tüm ilim kitapları bir anda kül oldu, elinde bulunduranlar da toprağa gömdüler ki, "aman siz hala bu kitapları mı okuyorsunuz?" diyecek yalancı devletin sahtekar memurunun korkusundan.. Bir tarih böyle buharlaşırken, bizim münevver, muasır geçinen şahıslarımız bir günde alafrangacılık oyununun kuklaları oldular. Ağza tıkılan puro, ele geçirilen eldiven, kafaya takılmış şapka, ruha giydirilmiş iman örtüsünü soydu. Yaşadığı gibi inanmaya başlayan fikir yoksunu, taklit mahkumu bu insancıklar yüzyıllar islamın halifeliğini yapmış söğüdü devirdiler. Bizi Batı değil, kendimiz yıktık. Biz bu denli içimizde kendimize, dinimize, tarihimize düşman olmasaydık, Allah bizi elbet muvaffak kılacaktı. Madem ki dâvamız hakk idi, elbette bu kılıç kınında kalmazdı. Fakat hüviyet müslümanı, hokkabaz vatandaşı ilk olarak mücerret tarihine tecavüzü ve de nankörlüğü vazife belledi, ve acıdır ki dost bellediğinden ilk kurşunu tam alnından yedi! Biz kurşunun geldiği yeri daim dost eli bildik, ve de içten içe güve gibi daim özümüzü öğüten bu kafir kuvvetini nur topu yavrumuz gibi koynumuzda sakladık.

     

     

    Okumakta olduğum eserde geçiyor, CHP partililerinin hükümet olduğu zamanlar. Yabancı devletlerden birinde Türk mezarlığını yağmalıyorlar, talan ediliyor mezarlık. Ve bizim Tevfik İleri'nin liderliğindeki grup yaptıklarına misilleme olarak, bizdeki mezarlıklarına çelenk koymayı planlıyorlar. Bunu haber alan CHP gençleri topluyor. Ne yapalım sorusuna verilen cevap aynen şu şekilde; "Bunları nezarete atalım, ve de yabancı dostlarımıza arayalım diyelim ki, biz sizin için kendi gençlerimizi kodese tıktık!" Bir numaralı haysiyet yoksunu ve de fikir namusundan nasipsiz.

     

    Böyle adamların elinden geçti bu vatan, böyle sancılı dönemlerin kıskacında yoğrulmuş, ıstırabın emzirdiği nesiliz! Bize düşen bunun farkında olmak ve kimin düşman kimin dost olduğunu derinine idrak etmek ve de yerde kalmış kavgamızı devam ettirmektir. Bizler Üstad'ın kavgasının devamıyız, Allah bu bayrak yarışının muzafferi olarak elbet bizleri yazmıştır! Bizleri alınlarımızdan pırıl pırıl nur topundan tanıyacaklar! Allah bu dâvanın ve de bizlerin malikidir, bize düşen boynumuzdaki kemendi ölü teslimiyetiyle, İsmail teslimiyetiyle o kütüğün üstüne koyabilmektir! Rab olan Allah bizleri bu mukaddes dava uğruna harcananlardan eylesin..


  22. Göz Yasağı

     

    Çakır, elâ ve siyah gözünü , Cumhuriyet lirası gibi yusyuvarlak açar ve karşısındakine diker. Zavallı karşısındaki, öfkelenir, sinirlenir, ezilir büzülür, terler sıkılır, fakat ağzını açıp da bir şey söyleyemez. Ne desin yani?

     

    _Efendi, ne bakıyorsun mu?

     

    desin.

     

    Cevabı hazırdır:

     

    _Göze yasak mı var?

     

    Yoldan bir kadın geçerken, teftiş gören asker gibi, başıyla 180 derecelik bir daire çizer ve kadının topuğundan saçlarına kadar,gözlerini sokmadığı yer bırakmaz. Zavallı kadın ne yapsın yani? Dönüp de bu kûstaha iki tokat mı aşketsin? Göze yasak olur mu hiç?

     

    Evinize misafir gelir, tahtakurusu yuvalarına kadar gözüyle her deliğe girer.

     

    Hulâsa bakar, her şeye bakar, bakar oğlu bakar. Başvekil olursanız, yüzünüze menfaati için, mûbaşir tarafından takip edilirseniz zevki için bakar. Hele mümkün olsa da birini ameliyat masasında, teneşirde, idam sehpasında seyredebilse.

     

    Hep aynı mazeret: Göze yasak olmaz.

     

    Halbuki en büyük, en ince ve en güzel yasak budur: göz yasağı. Göz yasağını anlayabilmek , derin bir terbiye ve kültür işidir.

     

    Çerçeve, s. 135-136


  23. Merhum Zarifoğlu’nun Yaşamak eserinde de yer yer adına rastladığım Fethi Gemuhluoğlu, tuhaf adam..

     

    Hani; “ Vakit daralıyor çocuklar!”ın ağabeyi, Fethi Ağabey..

     

    Okumakta olduğum Sayın Sadık Yalsızuçanlar’ın “VEFA APARTMANI” eserinde Gemuhluoğlu’nun oğluna yazdığı mektubu gözüme ilişti. Kendisini aşağıya iktibas ediyorum. Buyurun iyi okurlar ve de derinine idrak temennisiyle..

     

    On eylül bindoküzyüzyetmişyedi.

     

    Belde-i Tayyibe.

     

    Aziz oğlum,

     

    Sen benim umudum, mutluluğum, şifa ve dermanım, yaşama gücüm, yaşama sevincim ve kavgamın devamısın. Bir bayrak koşusu içindeyiz. İmânımı, inancımı, fikirlerimi sen ve o can kardeşin Selman ebediyete dek devam ettireceksiniz . Mektupların içimi donattı. Işıdım , aydınlık kesildim.Sen benim fikir arkadaşım ve asıl daha mühimi yoldaşım, tarikat kardeşimsin. Hem torunlarım ve yine yolda yoldaşlarım olmalarını niyaz ettiğim Alişan ve Alican’ın babasısın. Sen özlemini çektiğim Türkiye’ye , Anadolu’nun masum, zulme ve kahra uğramış insanına hizmet edeceksin. Bu hizmetten bir ibadet ahlakı çıkaracaksın.

     

    Bugünkü Leyle-l Kadr; âlem-i İslâm’a mübarek olsun.

     

    Yalnız insanların değil, kurdun-kuşun, dikenin , otun da hakkını görüp gözetin.

     

    Oradaki ağabeylerine şükran duygularımı benim adıma da ifâde et. Hepsinin Ramazan Bayramlarının kutlu ve mutlu olmasını dilerim. Onların bayramları doktoralarını verdikleri gün tecellî edecektir. Şimdi arefeyi yaşıyorlar. Bu nâçiz kanaatimi onlara onlara söylemeni rica edyorum. Ayrıca belirtiyim ki ‘Mü’minin her nefesi bayram’dır. ‘Bayram’ım imdi, bayramım imdi. Bayram ederler, yâr ile şimdi’ buyuruyor Hacı Bayram Sultan, Bayram tevhid’î kutlamaktır. Tevhid’e şükürdür. Tevhid’i hamd ve senadır. Bu konuyu çok uzatmak istemiyorum.

     

    Sana senelerce sonra bir itirafta bulunayım Ali kardeş. Ben içimdekilerini muhafaza etmek, onları gizlemek için başka konuşarak gevezeliği seçmişimdir. Bu konuyu da edeple kesiyorum. Bu seyahatin para ile dünya malı ile ölçülemeyecek kadar iyi ve yararlı oldu. Bana, bize bu gerekli idi. Bu başarıldı. Sana teşekkür ederim oğlum. Dönüş gününe dikkat edin. Grevler veya herhangi bir mani senin dönmeni geciktirmemelidir. Sen bu işleri iyi düşünürsün. Orada Erguner rahmetlinin oğlu ile Cinuçen Tanrıkorur kardeşim ‘ney ve ud’la bir veya birkaç plak yapmışlar. Onları bulabilirsen kardeşine iyi olur. Birkaç paket de enfiye al. Fransız enfiyesi buradaki birkaç dost için güzel armağan sayılır. Ben şahsen sadece dünya gözüyle sana kavuşmayı dilerim. Hiçbir şeyi istemiyorum. Benimle mukayyet olma.

     

    Orada dev bir insan olan merhum ve mağfur Haydar Bammat’ın (Karaçay Türklerinden büyük ilim, irfan ve gazâ ehli) oğlu Necmeddin Bammat olacak. Topçubaşı da göçmüş. Allah Hamidullah Beyefendi’ye uzun ömürler versin. Amin. Çok okuyunuz. İkrâ’ emri umumîdir. Yazmak nefisten olursa ene, ego, nefis onunla ulviyetini gölgeler. Yazmak da emirle, manen alınan emirle olmalıdır. Senin tek eksiğin günde, yirmidört saatlik günde, otuz saat okumamandır. Bu gerçeği de kendi özünle, o saf, o güzel Muhammedî özünle bulacaksın. Sen onyedi yaşında çocukla genç arası bir Türk, bir Türkmen çocuğunun iyi bir örneğini verdin. Düşüncenin, ifade samimiyetinin, ataklıklarının büyük kavgaların ifadesini yaşadın ve yaşattın. Seninle iftihar ediyorum. Seninle bahtiyarım. Manevi müjdeler, manevi muştular senin ve kardeşinin İslâma , insana hizmet edeceğiniz şeklindedir. Benim güvencim bu müjdededir. Alnım secdeden hiç kaldırmasam şükrümü edâ ve ifâde etmiş sayılmam.

     

    Senden tek ricam ve arzum bu yıl onuncu sınıfta ilk beş kişi içinde olmak gayretini esirgememendir. Başkaca bir arzum yoktur. Ahlâklı, imanlı, hakka hukuka riayetkâr olan siz çocuklarımdan, arkadaşlarımdan, kardeşlerimden başka talebim olamaz. Sizin bu ahlâkınız benim kabir âleminde de sükûnumdur. Bunu bilesin. Beni gerçek yüzümle tanımanı da istemedim. Onun için aramızdaki kontak’a ses çıkarmadım. Gerçekleri senin kendi aklınla ve kendi gönlünle bulmanı istiyorum. Elimden geldiğince son nefesime kadar sizin hizmetinizde olacağım. Beğenseniz de, beğenmeseniz de böylece yüksünmeden kırılarak fakat kırılmamaya çalışarak böylece devam edeceğim. Bunu da kanınla, canınla bilesin. Ben hayatı ciddî yaşarım Ali. Dikkatimin içinden hiçbir şey kurtulamaz. Ben seven adamım. Ananı da, seni de, o Selmân denilen güzel ahlâklı ve güzel yüzlü adamı da severim. Burada da sonra açıklamak üzere şunu ifâde edeyim. ‘Allah kıskançtır’ evlâdım.

    Bayramın mübarek olsun. Esir Türklere, esir Müslümanlara dua ediniz. Eritre’den , Somali’den, Filipinler’e kadar, Kırım’dan Kerkük’e kadar Müslümanlara ve Türklere dua ediniz. Yeni bir dünya kurulacaktır. O’na hazırlanınız ve çok iyi okuyunuz. Kendinizi çok iyi yetiştiriniz. Oradaki ağabeylerin de Kur’an’daki ‘yetefekkerûn-tefekkür ediniz’ sırrının peşine düşsünler. Onun için çaba sarf etsinler ve çileye soyunsunlar. Vakit de mahlûktur. Bu gerçeği unutmayınız. Vaktin de bir eceli vardır. Uyku gaflettir. Uykuyu azaltırsanız zamanınız çoğalır. Afrika için, Afrika’nın kuruluşu için kitaplar bul. Ayrıca Guenon, Rene Guenon çok önemli bir müslümandır. Derviş olmuş ve velî olmuştur. Fransa’da bildiğim kadar Korsika ve Bask özgürlük hareketleri, Normandiya’nın problemleri gibi Guenon’cu Fransız aydınları da Fransa’yı çok rahatsız etmektedir. Guenon tercemesi herhalde çok güç olmalıdır. Tasavvufu iyi bilmek gerek, İslâm’ı iyi bilmek gerek, tarikatları bilhassa Şazeliye’yi iyi bilmek gerekir. Ben Batı’yı Almanya’da bir müddet kaldığım halde biliyor sayılmam. Batı dillerini de bilmediğim için utanıyorum. Sen bana bir şey almak istiyorsan kendine kitap, lûgat, ansiklopedi, plak al. Bu aldıkların bana alınmış sayılır. Son devirde bir Hristiyan mistiği Blondel ve büyük Müslüman Guenon iki büyük Fransızdır bildiğimce. Tarih, coğrafya, siyasal durum ve etnik grupmanları ihtiva eden ansiklopedi ara. Bir ömür ihtiyacın olacaktır.

    Ayrıca sizin okulun mezunlarını doğrudan doğruya kabul eden üniversite ve yüksek okulları incele ve öğren. Bize gelecekte lâzım olabilir. Hazırlıklı olmalıyız.

     

    Abdestsiz gezme. Temiz, Tahir ol. Zikirli ol. Besmeleli ol. O zaman topun, tüfeğin, atom bomban olur. Güçlü olursun. Mistik insanlar özgürdür Ali. Yalnız onlar özgürdür. Bu konuyu düşünmeye çalış. Artık arkadaş olacağımız günler geldi. Ben yaşlandım. İyi okumuş bir insan da değilim. Sana, size yetişemem. Ama sizinle iftihar etmeme, sizin için şükretmeme, hamd etmeme kimse mâni olamaz ya.

     

    Ben yaşlandım ve zamanından önce cesedim göçtü. Bu da normaldir. Çok kahırlı yaşadığım için, çok yokuş yukarı tırmandığım için oldu. Şikayet etmiyorum. Hikâyet ediyorum.

     

    Seni hasret ve muhabbetle öperim oğlum. Kavuşacağım günler yakınlaştı. Kararlı, iradeli, sabırlı olmanı niyaz ederim. Geleceğin cümle aydınlık günleri üzerine, üzerinize doğsun. Hayra karşı gelmen dileği ile Alim benim.

     

    Ne demeli?

     

    ‘Şaşkın bakıyorum etrafa

    Ruhunu bu gece

    Denizde geldim tavafa’

     

    Diyor Özdemir Asaf.

    • Like 2
×
×
  • Create New...