Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

sark

Editor
  • Content Count

    770
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    32

Posts posted by sark


  1. Bir farklı zaviye daha..İşte ben bunun yelpazesinin genişletilmesini istiyordum ve de çok yerinde saptamalar gelmiş. Tamamen katılıyorum. Benim de değinmnek istediğim bu siyasetinde Atatürk'ün kollektif bir devlet imajını idame ettirebilmek namına bu kürt/Türk birlikteliğini, kardeşliğini yürüttüğü doğrultusundadır. Yiğidi öldür hakkını yeme derler; bence bu işinde Atatürk niyet olarak sağlıklı /dediğiniz gibi/ yöntem itibarıyla /şimdi farkına vardım/ yanlış bir seyir izlemiş. "Ezici çoğunluk Türk ve Kürt " derken diğer milletleri hangi kefeye koyuyor değil mi?

     

    Aslında burada her etnikten millete alfabe, dil, mabed, ya da onları razı kılacak bir sistem geliştirmek Atatürk ya da herhangi bir devlet reisi açısından imkansız gibi birşey. Yıllarca içlerine sindiremedikleri andımızı okudular diyorsunuz, ama o saydığınız kökenlerden hangisinin muradını yerine getirmekle onları hoşnut kılabilirdiniz? Tek devlet rejimi, tek dil, tek din olarak anayasada bir madde geçiyor. Eğer onlara istendiği verilseydi /yahut günümüzde hala sancıları sürüyor/ verilse; devlet kendi özüyle çelişecek. Bu resmen yıkım demek, otoritede hezeyan.

     

    Yani ne bileyim; derin meseleler işte.


  2. Kusura bakmayın

    Zira soruyu olması gereken şekilde sormamış olmamız, adımıza özrü zaruri kılıyor.

     

    Söylemek istediğimiz şey “Bu gereksiz yazının burada ne işi var” değil “Bu yazı sağlam mesnetlerden yoksun yada iddaaya sahip kanıttan yoksun bir yazı.” olması idi

    Niye?

    Şöyle izaha başlayalım

    Girişşeklinde yapılmış olmasına rağmen kanıt iddiasıyla eklenenlerin hiçbiri M.Kemal’in ırkçı bir kimliğe sahip olup olmaması ile ilgili değil.

     

    Keza 1. meclisten sonra kısmen 2. meclisten sonra ise tamamen değişen ve asıl hüviyetine kavuşan M.Kemal kimliğini 1919 senesindeki hareketleriyle teşhir ve tespit yersizdir. Hatta bunlar hareket bile değil, yalnızca yazı ve mektuplardan ibaret. Eğer gerçekten böyle bir tespit için yazılar kullanılacak, icraatler göz ardı edilecekse enazından “top-secret” arşivlerin açılması beklenmeli ve onlar kullanılarak hüküm beyanında bulunulmalıdır. Hele birde kişilik tespitine uğraştığınız zat, yeni kurulmuş bir devlette ebedi şef sıfatına malik ise sahicilik ve samimiyet adına bu zaruriyyetin bile ötesidir.

    Yok eğer anlatılmak istenen "Kürt Sait hadisesinde düşman cenahın Kürtler yada Kürtçülüğün olmadığı..." ise o zaman başka. (Kaldı ki bu yazı onuda desteklemiyor.)

    Velhasıl; M.Kemal’in “Mümkün olsa bütün dinlerin kökünü kazırdım” yada Efendimiz (s.a.v.) için nübüvvetin inkarına varan laflarını bilmeyip, Erzurum ve Sivas kongrelerinde Samsunda ve daha bir çok yerde okuduğu hutbeleri din ve İslam temalı konuşmaları göstererek onu halis bir mümin olarak tanıtmak ne kadar abes ise bu yazıdan M.Kemal için Kürt düşmanı değil yada ırkçı değil sonucunu çıkarmak o mikyasta abestir.

     

    Mevzunun kapsamını hatırlatmakta fayda görüyorum; burada Atatürk'ün islamiyet yahut peygamberimiz hakkında dile getirdiği bir takım densizlikleri karartmak değildir niyetim. Bunu yapacak dünyada en son kişi bile ben değilim. Ve hatta araplara karşı(Efendimiz'in arap olması hasebiyle) ne ağır ithamları olduğu da malumdur.Benim değinmek istediğim Türk/Kürt meselesinde, yani Türkiye topraklarında Atatürk'ün sergilediği tutum.

     

    Yukarıdaki iktibaslar bence gayet sağlam veriler. Göz ardı edilen icraatler demişsiniz; hangi icraatler? Ve de tarihe ışık tutmak namına yazılı vesikalar konuşur, başka ne çeşit bir aydınlanma önerirdiniz?

     

    Ben bu hususta aksi bir kaynak sunulmadığı takdirde Atatürk'ün bu topraklarda Kürt meselesinde girişimini yukarıdaki şekilde telakki edeceğim. Sizin için lüzumsuz ve de mesnetsiz bir bahis olabilir. Saygı duyuyorum.


  3. Evvela cumanız mübarek olsun.

    Kusura bakmayın, yalnız bu yazıya anlam veremedik.

    Ne anlatılmak istenmiş? Ne için kaleme alınmış? anlayamadık.

     

    Sizin de cümanım mübarek olsun..

     

    Efendim evvela şunu dile getireyim ki; ben kafa yapısında bir takım ideolojilere yer vermeyen, radikal düşünen biriyim. Atatürk'ü ve de politik mantalitesini pek hazzetmem fakat bu yazıyla karşılaştığımda elle tutulacak sağlam bir yanının bulunduğunu fark ettim. Sizlerle de fikri olarak bir münazara ortamında sahihiyetini ve de çerçevesini münazara etmek namına buraya ekledim. Beklediğim bir çıkıştı, teşekkür ederim ilk olarak.

     

    Günümüzde hala mesele olma özelliğini koruyan kürt/Türk çatışmasına yahut bir takım İngilizler tarafından vaktiyle kışkırtılan Kürt vatandaşlara, Atatürk'ün tadbik ettiği stratejiyi haddim olmayarak takdir ile karşıladım. Kafa tasçılık yapmamış, kürt/Türk kardeştir demiş ve kürtlerler ilgilenilmediğini, birleşilmesi gerektiğini savunmuş. Bir Kürdistan devleti kurulması fikrine karşılık devletin bekasını düşünmüş, etnik ve sosyal çatışmayı engellemiş. Mesela, bir Dersim Katliamı daha gerçekleştirilebilecek kadar olmasa da kürt vatandaşların ayaklanmasına silahla yanıt vermemiş.

     

    Şöyle bir düşündüğümüzde aslında bu problemin hala daha ne kadar sıcaklığını koruduğunu görüyoruz. Bir gerçek var ki vaktiyle Atatürk olsun yahut şu anki devlet rejimi aynı şeyi istiyor; Türküyle, Çerkesiyle, Alevisiyle, Kürdüyle her etnik kökenden milletiyle tek Türkiye oluşturmak.

     

    Ben okuduğumda bu incelemeden bunları çıkardım. Aksi bir yazı yahut demeç çıkmadıkça, sağlam kaynaktan sunulmadıkça yazıdaki görüş nezdimdeki geçerliliğini sürdürecektir. Arka yüzü var mı? Belki, henüz bilmiyoruz, varsa buyursun..


  4. Naçizane Bir Sorum Olacaktı;

    Muhammed İkbal' in Osmanlı İmparatorlığu'nun Savaş Esnasında Lahor'un Meydanında Yapılan Yardım Toplantısında, Çıkıp "Ben Şu Anda Karşımda Efendimizi Görüyorum Soruyor Bana İkbal Sen Ne Veriyorsun"

    "Ya Resulallah, Ben Bir Gedayım Sana Verebilecek Ne Param Var Ne Pulum Var Kabul Buyurursan Ben de Müslüman Bir Türk Olarak Sana Bir Bardak Kanımı Takdim Edeceğim.."

    Olayı Gerçekleşmiş midir ?

     

    Bu yazdığınız hangi kaynakta geçiyor yahut kulaktan dolma bir duyum mu? İki çeşit fikir yürütülebilir; doğru da olsa yanlış da olsa bu sayfada tespit edilen sapkın fikirlerin babası İkbal'dir. Sizin ortaya koymuş olduğunuz mevzu olsun yahut ehl-i sünnet olan bir alim merhum Bayram Ali Hoca'nın vaktiyle dile getirdiği "Mevlana Hz.nin (manen) yetiştirdiği en büyük adamlardan biri Muhammed İkbal'dir..İkbal'in bütün eserlerini almışımdır..O M.İkbal dedi ki ; " Müslümanı gavur yapan adama molla derler..?! " eee nerde şimdi molla ? " sözü yukarıdaki saptamaların gölgesinde kalıyor. Bahsini ettiğiniz durum sahih olsa bile anlaşılan İkbal sonraki vaziyetini muhafaza edememiş ve de hak çizgiden kaymıştır. Açıkçası bu hadisenin gerçekleşip gerçekleşmediği konusunda bilgi sahibi değilim fakat hakikat olsa bile artık İkbal'in gözümüzdeki mevkisi bellidir. Belam İbni Baura'yı da biliriz, nasıl öldüğünü de zira aslolan akıbetin ne şekil olduğudur.


  5. ERMENİ TERÖRÜ VE TAŞNAKSUTYUN

     

    İlk Ermeni terör örgütlenmesi Hınçak (Çan Sesi) Komitesi olarak ortaya çıkmıştır. Hınçak Komitesi'nin programında, sosyalist, Marksist ve merkeziyetçi olan Kari Marks'm ilkeleri, esas olarak benimsenmiştir. Kafkasya Ermenileri'nden Rus uyruklu Avedis Nazarbekyan ile karısı Mariam Vardanyan ve Kafkasyalı bir grup öğrenci tarafından 1886 yılında İsviçre'nin Cenevre kentinde kurulmuş ve komitenin düşüncelerini yaymak için de, yine Hmçak isminde bir gazete çıkarılmıştır. Bu komitenin başında ve üyeleri arasında çoğunluğu yine Rus uyruklu olan Ermeniler bulunmaktadır. Komite, kendisine çalışma bölgesi olarak Doğu Anadolu'yu seçmişti. Ancak bir müddet sonra da örgüt merkezi, İsviçre'den Londra'ya taşınmıştır.

    Hinçaklar'ı yetersiz ve pasif gören başta Editistopher Mikaelyan olmak üzere bazı Ermeniler, Troşak (Bayrak) adı altında ve sonra da 1890 yılında Tiflis'te "Hai Heghapokhakan Dashnaktsutiun" (Taşnak Devrimci Federasyonu) adıyla bir komite kurdular. Kafkas Ermenileri tarafından kurulan örgüt, uzun bir süre gerilla taktiği uygulayan Balkan milletlerini örnek alarak tedhiş, eylem ve terör uygulayarak sesini duyurmayı ve akabinde esas amaçları olan "Büyük Ermenistan'a ulaşmayı hedefliyordu.

    Taşnaksutyun'un ilk hedefi, içeride isyanlar çıkartmak ve katliamlar yapmaktı. 1892 sonbaharında Tiflis'te yapılan ilk toplantıda, genel isyanlar çıkarılması, hükümet üyeleri ve başkanlarına, Ermeni düşmanlarına karşı suikastlar yapılması kabul edilerek karar altına alındı. Ayrıca Türkiye'ye silah sevkiyatı ile bunların Ermeni kiliselerinde depo edilmesi, Türkiye Ermenileri'nin silahlandırılması ve suikast, tahrip gibi terör konusunda eğitilmeleri de bu kapsamda kabul edilerek, derhal çalışmalara başlandı.

    Komitenin ilk emri "Türk'ü her yerde, her türlü durumda vur. Evlerini yak, ocağını söndür... Gericileri, sözünden dönenleri, Ermeni hafiyelerini, hainleri öldür. İntikam al" şeklinde örgüt mensuplarına iletildi. Bu esaslar doğrultusunda yapılanan ve aldıkları teorik kararları pratiğe döken Taşnaklar, Anadolu içlerinde tedhiş ve teröre başladılar. Erciş, Zor, Musun, Oltu, Pasin ve Velibaba yörelerinde bölge halkına ve askeri birliklere karşı saldırı başlatan Taşnak mensupları, üçbin kişiyi asker veya sivil ayırt etmeden katlettiler. Taşnak çeteciler, aralarında da kan döküyordu. Bu bağlamda, kendilerine para vermeyen Ermeni zenginlerine karşı suikast ve saldırılar düzenlediler.

    Kumkapı Kilisesi rahibi Mampre Vartabet ile kardeşi Dacat Vartabet, Avukat Haçik Efendi, Mıgırdıç Tutunciyev, Polis amiri Markar, Dikran efendi, Kandilci Onik, Apik Uncuyan ve Kirkor Karagözyan, örgüte itibar etmediği için Taşnak tetikçileri tarafından sokak ortasmda yerlere serilen tanınmış Ermeni vatandaşlarımızdı. Yirminci asrın ilk yılları geldiğinde Kafkasya'da ve doğu illerinde, 1890'da Tiflis'de kurulan Taşnak Devrimci Federasyonu, platformu en güçlü ve kapsamlı Ermeni siyasî örgütü hâline gelmişti.

    1892'de kabul edilen ilk programın devamında doğu illerimizde ölüm kol gezmeye başladı. Taşnaklarm benimsediği yol, Rusya'nın Narodnaya Volya (Halkın İradesi) ve halefi Sosyal Devrimci Partisi'nin metodlarınm benzeri idi ki; Taşnak Komitesi'nin kurucusu Editistopher Mikaelyan da bu teşkilâtın yetiştirerek ortalığa saldığı azılı bir katildi.

    Terörizm, başından itibaren Kafkas Taşnak Komitesi tarafından gerek bir siyaset gerekse amaçlarını gerçekleştirmek için bir metod olarak benimsenmiştir. 1892'de kabul edilen Taşnak programında "Vasıtalar" başlıklı bölüm; "Ermeni Devrimci Federasyonu amacına isyan ve kan yolu ile ulaşmak için devrimci gruplar örgütler" ifadesiyle başlar...Bu iki terör örgütü ve daha sonra gelenler tek bir gaye için çalıştılar: Her fırsattan istifade ederek Türkiye'yi istikrarsızlığa, kaosa ve kargaşaya sürüklemek ve büyük devletlerin de müdahalesiyle "Büyük Ermenistan ProjesV'ni hayata geçirmek.

    Türk Devleti üzerinde her zaman kirli emeller besleyen "Vahşî Batı"nm karanlık yüzü olan İngiltere ve Rusya'nın kurdurduğu Hınçak ve Taşnak örgütlerinin ülke içerisindeki tahrikleri sonucunda meydana gelen birçok isyan ve sayısız katliamların yanı sıra Ermeniler, 1905!de Padişah Sultan Abdülhamid'e yönelik gerçekleştirdikleri Yıldız Suikasti'yle de planlı nokta terörünü en üst seviyeye çıkarmışlardır.

    21 Temmuz 1905 Cuma günü Ermeniler, arzu ve isteklerinin önünde önemli bir engel olarak gördükleri ve kendisine "Kızıl Sultan" lakabını taktıkları Sultan Abdülhamid Han'ı ortadan kaldırmak için harekete geçtiler. Taşnak terör örgütünden olan ve Avusturya tebaasına mensup Edouard Joris, Kristophor Mikaelyan ile kızı Robina ve bir Rus Ermenisi, özel olarak yaptırılmış bir arabanın içine 20 kiloya yakın zaman ayarlı bomba yerleştirerek Yıldız'daki Hamidiye Camisi'nin kapısına yakın bir yerde pusu kurdular.

    Arabayı Zare Haçikyan adında, 45 yaşında eski bir katil olan Ermeni komitacının idare etmesi kararlaştırılmış ve bomba, Abdülhamid Han'ın Cuma namazından çıkış saatine göre ayarlanmıştı. Sultan, namaz sonrası Şeyhülislam Cemaleddin Efendi ile ayaküstü kısa bir sohbet yapınca, zaman ayarlı 120 kilo patlayıcı ve 500 kapsülle zenginleştirilen bomba ıskaladı ve erken infilak etti.

    Ortalık savaş alanına dönmüştü. 26 kişinin can verdiği bu saldırıda 58 kişi de ağır yaralar aldı. Patlama anında Padişahın Şeyhülislamla birkaç dakika sohbet ediyor olması ise Ermenilerin kirli planını altüst etmişti. Güvenlik kuvvetlerinin yaptığı kısa bir çalışma, onları doğru adrese götürdü. Yapılan tahkikat neticesinde, işin arkasında Ermeni Taşnak Partisi'nin bulunduğu ortaya çıkarken, suikast teşebbüsünün taşeronu olan Edouard Joris adındaki anarşist yakalandı ve mahkeme edilip idam cezasına çarptırıldı.

    Abdülhamid Han derin bir hoşgörü göstererek, Joris'in cezasını müebbed hapse çevirdi. Bu ikramdan etkilendiği anlaşılan Joris, bir müddet sonra Yıldız Sarayı'na Padişah'ın huzuruna getirildi. O artık saf değiştirmişti... Eğer kendisine fırsat verilirse, Ermeni çetelerinin çirkin yüzünü ortaya çıkaracağını ve bu hususta mücadele edeceğini söyleyen Edouard Joris, 500 Lira harçlık verilerek Avrupa'ya doğru yola salındı. Tarihlere 'bomba olayı' diye geçen bu çirkin suikast girişimi bütün dünyada geniş bir yankı uyandırırken, tek çatlak ses içimizdeki bir hainden gelecekti. Tarihin en ibretli ifadelerini ortaya döken bu ihanet borazanı, Robert Kolej öğretmenler odasından üfleniyordu. Avrupa, sonradan teröristlere sahip çıkmasına rağmen bu suikast teşebbüsünü kınarken, bombacılara alkışlı bir destek İstanbul'dan, Robert Kolej Türkçe hocası Tevfik Fikret'ten gelecekti.

    'Milletim nev'i- beşerdir, vatanım ruy-i zemin' yani, milletim bütün insanlık, vatanım yeryüzüdür, diyerek çelişkiler içinde kıvranan bu müsvedde şair, 1896'dan başlayarak Robert Kolej'de öğretmenlik yapıyordu. Ruh yapısı karışık; din, devlet ve millet gibi mukaddes kavramlardan kopmuş, avare bir hâlde yazıp çiziyordu. Millî ve manevî değerleri hiçe sayan duygu ve düşüncelerle beslediği biricik evladı, adını kitaplarına dahi verdiği tek çocuğu olan Haluk daha sonra Amerika'ya yerleşecek, babasından aldığı fikir iklimine doğru dört nala koşarak din değiştirip Hıristiyan olacaktı. Hatta uzun zaman papazlık bile yapan Haluk, Florida'daki bir kilisenin başrahibi olarak ölürken, ihanet vitaminiyle beslenen bir ruh dünyasının çok acı ve ibretli bir öyküsü olarak da yıllarca anılacaktı.

    İşte böylece kafası karışık bir durumda olan Fikret, Ermeni'yi alkışlıyordu. Şiirinde teröristleri 'şanlı bir avcıya' benzeten Tevfik Fikret, bombanın erken patlamasına üzülürken, 'Bir lahza-i teehhür' (Bir gecikme anı) isimli bir manzume yazıyordu. "Ey şanlı avcı damını bihude kurmadın, Attın fakat yazık ki, yazıklar ki vurmadın!" (Ey şanlı avcı, tuzağını boş yere kurmadın, attın ama yazıklar olsun ki; vuramadın!).

    Ermenilerin yaptığı suikast teşebbüsüne destek, alkışlama gibi alçaklık yarışında Tevfik Fikret yalnız kalmamış ve tarihçi Ahmed Refik de daha sonra, 'Osmanlı milletini Abdülhamid zulmünden kurtarmak için bu kahraman hareketin Ermeni vatandaşlarımız tarafından icra olunduğu anlaşıldı' diyerek, zilletin kahredici derinliklerinden bir kirli ses de, o vermiştir. Avrupa korumalı Ermeni terörü hız alarak devam ediyordu. Talat Paşa ve Cemal Paşa'yı da yine bu yöntemle vuran Ermeniler, uzun bir aradan sonra 1965'te tekrar terör uygulamasına dönmüşler ve 1970'li yıllarda Asala sahne alarak, 1984 yılına kadar Türkiye Dışişleri görevlisi olan 42 kişiyi katletmişlerdir.

    Hınçak ve Taşnak örgütleri, oluşturdukları bu yeni anarşi döneminde; aldıkları etkin destekle terörü biçimlendirmiş ve geliştirmiş olmakla beraber daha geniş sahalara yayılmasını sağlamış, terör ekip ve grupları oluşturmuş ve yeni örgütlenme çabalarına da moral desteği vermişlerdir. Bunların yanında, gerek masum insanlara karşı uyguladıkları eylemler gerekse dışardan aldıkları yoğun destekle isminden en çok söz ettiren ve açılımı "Ermenistan'ın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli Ordusu" olan "Asala Terör Örgütü" olmuştur. Batı ülkeleri, özellikle de Kıbrıs Rumları ve Yunanistan tarafından destek alan bu kanlı örgüt, "Zulüm asla payidar olmaz" ilkesinin asil savaşçılarının müdahalesine kadar masum insanların kanını dökmeye devam etmiştir.

    Ben de o kanlı tarihlerde, kısa bir süre de olsa Rus işgali altında bulunan Erzurum'da yaşamış ve Ermeni terörüne yakından tanık olan bir babanın oğluyum. Bu olayların canlı anlatımlarını babamdan dinlediğimden dolayı Ermeniler hakkında oldukça sahih ve gerçekçi bilgilere sahip olmuştum. ''Ermenistan'ın Kurtuluşu için Ermeni Gizli Ordusu" adıyla 20 Ocak 1975 yılında Beyrut'ta Agop Agopyan takma isimli Bedros Havanassian tarafından kurulan terör örgütü Asala, aynı gün Beyrut'taki Dünya Kiliseler Birliği Bürosu'na yaptığı bombalı saldırı ile adını duyurdu. Ses bombasıyla yapılan bu saldırı, şüphesiz bir perdeleme hareketiydi.

    Asala terör örgütü, Sovyet yanlısı Hınçak Partisi ile ilişki kurmuş ve Filistin örgütleri ile de işbirliği yapmıştır. Örgüt elemanları özellikle de Habbaş Fedayin Grubu tarafından eğitilmiştir. Asala mensupları, uluslararası terör örgütü olan Japon Kızıl Ordusu, İtalyan Kızıl Tugayları, EOKB-C, Kürdistan İşçi Partisi (PKK-Kadek-Kongra-Gel), İrlanda Cumhuriyet Ordusu ve o dönem Türkiye'de bulunan Marksist-Leninist örgütlerle de işbirliği içerisinde olmuşlardır. Ermeni terör örgütleri, inlerinde aldıkları ağır darbe üzerine 1980'li yıllarda taktik değiştirerek, PKK terör örgütü ile işbirliğine girmişlerdir. 1984 yılında PKK sahneye itilmiş ve Asala-Ermeni terörü geri plana çekilmiştir. Nitekim, bölücü terör örgütü PKK, 21-28 Nisan 1980 tarihini "Kızıl Hafta" olarak ilan etmiş ve 24 Nisan tarihini sözde Ermenilerin katledilme günü olarak anarak, toplantılar düzenlemeye başlamıştır.

    Lübnan'ın Sidon kentinde 8 Nisan 1980 Salı günü PKK ve Asala terör örgütleri ortak basın toplantısı düzenlemişler ve bu toplantı sonucu bir ortaklık deklarasyonu yayınlamışlardır. Ancak bu olayın tepki çekmesi üzerine, ilişkilerin örtülü olarak sürdürülmesi kararlaştırılmıştır. 2 Mayıs 1988 Pazartesi günü, Asala terör örgütünün perde önündeki kurucusu ve lideri Agop Agopyan kod adını kullanan kirli katil Bedros Havanassian'ın Atina'nın banliyölerinden Faliron semtinde maskeli iki şahıs tarafından silahla vurularak öldürüldü.

    "Zulüm asla payidar olmaz" ilkesi bu kez de Yunanistan'da bir kere daha isimsiz, kahraman Ülkücülerin sağ ellerinin işaret parmaklarının ince bir demir parçasına teması neticesinde tecelli ediyordu.

     

    Yusuf Ziya ARPACIK

     

    (Kan Fırtınası) sayfa: 191, 192, 193, 194, 195, 196, 197

    • Like 1

  6. ataturk-ve-kürt-sorunu.jpg

     

    Atatürk’ ün Kürt Politikası

    Yazıyı derleyen: H.Sanem Erkan

     

    Mustafa Kemal Atatürk kesinlikle ırkçı bir insan değildir, onun döneminde de ülkemizde farklı etnik yapıdan insanlar yaşamış ancak Atatürk’ün etkin politikaları sayesinde halklar kardeşçe yaşamıştır.. Şimdi aşağıda Atatürk’ün Kürtler ve bugün siyasi bir oyun olarak ortaya atılmaya çalışılan ”Kürt Sorunu” ile ilgili görüşleri (kaynaklarıyla)…

     

    [b]BELGE :1

    “İKİ HALKI ÇARPIŞTIRAN HAİNDİR!”[/b]

     

    Mustafa Kemal’in 17 Eylül 1919 günü İstanbul’daki Senato Üyesi Fuat Paşa’ya gönderdiği mektuptan:“…Bu Başbakan’ın (Damat Ferit) cinayetlerine ortak olan İçişleri ve Savaş İşleri Bakanları da ulusun sesini boğmak yasal bir toplantısını (Sivas Kongresi) tanımamak Kürt’ü Türk’ü birbirine düşürerek Müslümanlar arasında çarpışmalara neden olmak gibi haince girişimlerde bulunuyor…”

     

    (Atatürk’ün Özel Arşivi’nden Seçmeler Kültür Bakanlığı Yayını Sayfa: 71)

     

    BELGE:2

    “KÜRTTÜRK KARDEŞİNDEN AYRILMAYACAK”

     

    Mustafa Kemal’in 3. Ordu Müfettişi olarak Amasya’dan Erzurum’daki Kazım Karabekir Paşa’ya gönderdiği 24 Haziran 1919 tarihli mesajın ilk maddesi:

     

    “1- Mr.Novil adındaki bir İngiliz Yüzbaşısı Urfa’dan Siverek yoluyla Viranşehir’e giderek Milli aşiretlerinin ileri gelenleriyle görüşmüş ve Urfa’ya dönmüş. Osmanlı hükümeti için çok kötü propağandalar yapmış. Ancak aşiret reislerinden aldığı kesin cevaplara sevinmemiştir. Kürtler Türk kardeşlerinden kesinlikle ayrılmayacaklarını bu uğurda son kişilerine varıncaya kadar ölüme hazır olduklarını söylemişler. Ayrıca İngilizler’in kendilerine vermek istediği önemli miktardaki parayı almayarak namus ve yurtseverliklerini göstermişlerdir…”

     

    (Atatürk’ün Tamim Telgraf ve Beyannameleri Nimet Arsan Sayfa: 43)

     

    BELGE:3

    “KÜRTLER OYUNUN FARKINA VARDI”

    Mustafa Kemal’in Sivas’tan 24 Eylül 1919 günü Amerika Birleşik Devletleri İnceleme Kurulu Başkanı General Harbord’a gönderdiği ayrıntılı rapordan:

     

    “İmparatorluğu bölmek ve Türkler ile Kürtler arasında bir kardeş savaşı çıkarmak ve bağımsız bir Kürdistan kurma planlarına ortak etmek üzere Kürtler’i kışkırttılar. İleri sürdükleri tez İmparatorluğun nasıl olsa dağılacağıdır. Bu düşüncelerini gerçekleştirmek için büyük paralar harcadılar. Her türlü casusluğa başvurdular. Noil adında bir İngiliz subayı uzun süre Diyarbakır’da bu yolda çaba gösterdi ve her türlü yalan ve aldatmaya başvurdu. Ama bizim Kürt yurttaşlarımız düzenlenen oyunun farkına vararak O’nu ve yüreklerini para ile satan bir grup haini bölgeden kovdular…”

     

    (Atatürk’ün Tamim Telgraf ve Beyannameler Nimet Arsan Sayfa: 74-84)

     

    BELGE: 4

    “TÜRK KÜRT ÇERKES KARDEŞİZ”

    Mustafa Kemal’in Ankara’da Çerkes Ethem’in ağabeyi Reşit Bey’e gönderdiği 7 Ocak 1920 tarihli telgrafından: “konu dışı olarakşunu da belirteyim ki Anzavur’un alçaklığı kendisine ve kışkırtıcı olan İngilizler ile ayakçılarına yöneliktir.Bu din ve devletin sağlam bir uyruğu olan Çerkez kardeşlerimiz hepimizin övdüğümüz baştacımızdır. Asıl bugün düşmanlarla çevrili Türk Kürt Çerkez ve diğer din kardeşlerimizin elele vermesi sarsılmaz bir bütün oluşturmaları namus ve yaşamımızı kurtarmak için bir zorunluluktur…”

     

    (Harp Tarihi Vesikaları Dergisi sayı: 34 Belge no: 849 )

     

    BELGE: 5

    “KÜRTLER TÜRKLERLE BİRLEŞTİ”

    Mustafa Kemal’in “NUTUK” adlı eserinin “Samsun’a Çıktığım Gün Genel Durum ve Görünüş” başlıklı bölümünden:

     

    “Anadolu halkı baştan aşağı bölünmez bir bütün haline getirildi. Bütün kararları bütün komutanlar ve arkadaşlarımızla birlikte alınıyor. Vali ve mutasarrıfların hemen hepsi bizden yanadır. Anadolu’daki ulusal örgütler ilçe ve bucaklara kadar yayıldı. İngiliz koruması altında bir bağımsız Kürdistan kurulmasıyla ilgili propağanda ortadan kaldırıldı ve bu amacı güdenler yola getirildi. Kürtler Türkler ile birleşti…”

     

    (Nutuk Türk Dil Kurumu Ankara 1976 Sayfa: 15)

     

    BELGE: 6

    “KÜRDİSTAN’I AYAKLANDIRIYORLAR!”

    Mustafa Kemal’in Nutuk adlı eserinde yer alan ve 6. Kolordu Komutanı’nın Padişah’a gönderdiği mektuptan söz ettiği bölümden:

     

    “…komutanlar mektupta hükümetin savaş yoluna gidep kongreyi basarak Müslümanlar arasında kan dökmeye kalkıştığı ve Kürdistan’ı ayaklandırarak yurdu parçalatma planını da para karşılığında yüklenmiş olduğu belgelerle anlaşıldığından hükümetin bu işte kullandığı adamların bozguna uğrayarak kaçmak zorunda bırakıldıklarından söz ediyorlar…”

     

    (Nutuk İnkılap Yayınevi Ankara 1966 Sayfa: 100)

     

    BELGE: 7

    “KÜRDİSTAN’A OTONOM YÖNETİM!”

    Altında “Büyük Millet Meclisi ve Mustafa Kemal” imzası bulunan ve El-Cezire KomutanıTuğgeneral Nehat Paşa’ya gönderilen masaj:

     

    “Kişiye Özel.

     

    El-Cezire Cephesi Komutanı Tuğgeneral Nihat Paşa Hazretlerine

     

    1-Aşamalı olarak bütün ülkede ve geniş ölçekte doğrudan doğruya halk gruplarının ilgili ve etkili olduğu bir biçimde yerel yönetimlerin oluşturulması iç politikamızın gereğidir. Kürtlerle dolu bölgede ise hem iç politikamız ve hem de dış politikamız açısından ölçülü yerel bir yönetim kurulmasını savunmaktayız.

     

    2-Ulusların kendilerini yönetmeleri yetkisi bütün dünyada benimsenmiş bir ilkedir. Biz de bu ilkeyi benimsiyoruz. Kürtler’in bu döneme kadar yerel yönetime ilişkin örgütlerinikurmuş ve başkanları ile yetkilerini bu amaç için bizce kazanılmış olması ve oyladıklarında kendi kaderlerine gerçekten sahip oldukları BMM (Büyük Millet Meclisi) buyruğunda yaşam istekleri yayınlanmalıdır. Kürdistan’daki bütün çalışmaların bu amaca dayalı politikaya yöneltilmesi El-Cezire Cehpesi Komutanlığı’nın görevidir.

     

    3-Kürdistan’da Kürtler’in Fransızlar ve özellikle Irak sınırında İngilizler’e karşı düşmanlığını silahlı çarpışmayla durdurulamaz bir düzeye vardırmak ve yabancılarla Kürtler’in birleşmesini engellemek aşamalı olarak yerel yönetimler kurulmasının zeminini hazırlamak ve bu yolla yürekten bize bağlılıklarını sağlamak Kürt yöneticilerinin sivil ve askerlik görevleriyle görevlendirilerek bize bağlılıklarını pekiştirmek gibi genel yollar benimsenmiştir.

     

    4-Kürdistan’ın iç politikası El-Cezire Cephesi Komutanlığı’nca belirlenecek ve yönetilecektir. Cephe Komutanlığı bu konuda Büyük Millet Meclisi Başkanlığıyla yazışmalar yapar. İller tarafından izlenecek yolu düzenleyip uyumu sağlayacağı için sivil yöneticilerin de bu konuda bağlı oldukları yer Cephe Komutanlığı’dır.

     

    5-El-Cezire Cephe Komutanlığı yönetim adalet ve maliye (parasal) konularda değişiklik ve düzenlemeye gerek gördükçe bunun uygulanmasını hükümete önerir.

     

    BMM Başkanı

     

    Mustafa Kemal.”

     

    (TBMM.Gizli Celse Zabıtları Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları Ankara 1985 Cilt: 3 Sayfa: 550)

     

    BELGE: 8

    “KÜRDİSTAN’DA BULUNMAKTAN KIVANÇ DUYDUM!”

    Mustafa Kemal’in Adana’dan 24 Mart 1919 günü kendisi ve arkadaşlarıyla ilgili olarak ortaya atılan bir iddiaya karşılık İstanbul’a Savaş İşleri Bakanlığı’na gönderdiği mektuptan:

     

    “Arkadaşlarımın bu alçakça suçlamaya karşı ne diyeceklerini bilemem. Yalnız kendi adıma açıklıyorum ki; Benim Anafartalar’da Kürdistan’da Suriye’de başlarında bulunmaktan kıvançz duyduğum kahraman ordular haydutların değil Osmanlı ulusunun namuslu çocuklarından kurulmuştur..”

     

    (Öyküleriyle Atatürk’ün Özel Mektupları Sadi Borak Çağdaş Yayınları İstanbul 1980 Sayfa: 139)

     

    BELGE: 9

    “AYRILIKÇI KÜRTLER KAZANILDI!”

    Mustafa Kemal’in Amasya’dan 22 Haziran 1919 günü Sivas Valisi Reşit Paşa’ya çektiği telgrafın ikinci parağrafı:

     

    “Devletin bütünleşmesinin önem kazandığı bir sırada İngiliz propağandasının etkisinde ortaya çıkan ve Kürdistan’ın bağımsızlığını isteyenler görüşmeler yoluyla kazanılarak Halifelik ve Saltanat çevresindeki ortak amacımıza getirildi. Çok şükür hata anlaşılarak aramıza dönmüşler ve kongreye (Sivas) çağrılmışlardır. Bu ulusal ve yaşamsal sorun için sizin gibi yurtsever sözünü bilir düşünürlere düşen özveri özellikle çok büyüktür..”

     

    (Tarih Vesikaları Dergisi Ankara 1949 Sayı: 15 Sayfa: 162)

     

    BELGE: 10

    “BAĞIMSIZ KÜRDİSTAN İSTEYENLERLE GÖRÜŞÜLDÜ”

    Mustafa Kemal’in 3. Ordu Müfettişi ünvanıyla İstanbul’a başta Halide Edip Adıvar Senato Başkanı Ahmet Rıza Bey ve eski Başbakan Ahmet İzzet Paşa’nın da bulunduğu çok sayıda aydın ve polotikacıya gönderdiği mesajdan:

     

    “…Bu düşünceme siz de katılıyorsunuzdur herhalde. Anlattığım durum bugün genel bir kongrenin acele olarak taplanmasını gerektirmektedir. Bu çağrı her yere ulaştırılmıştır. Devletin parçalanmasının sözkonusu olduğu bir sırada İngilizler’in propağandasıyla ortaya çıkan ve Kürdistan’ın bağımsızlığını isteyenler gibi akımlar da karşılıklı görüşmelerle bu düşüncenin savunucuları halifelik ve saltanat çevresindeki ortak amacımıza çekilerek durdurulmuş ve kongreye çağrılmışlardır..”

     

    (Milli Mücadele Sebahattin Selek Cilt: 1 Sayfa: 324)

     

    BELGE: 11

    “OSMANLI ÜLKESİNİN PARÇALARI”

    11 Eylül 1919 günü yayınlanan Sivas Kongresi Bildirgesi’nin 1. Maddesi:

     

    “1- Yüce Osmanlı devletiyle anlaşık devletler arasında yapılan antlaşmanın imzalandığı 30 Ekim 1918 günündeki sınırlarımız içinde kalan ve her yerde ezici çoğunluğu Müslüman olan Osmanlı ülkesinin parçaları (ki bu parçalar bir sonraki belgede yani Amasya Protokolü’nün ilk maddesinde –Osmanlı toprağı Türkler ve Kürtler’in yaşadığı topraklardır.- diye açıklanıyor.) birbirlerinden ve Osmanlı bütünlüğünden hiçbir nedenle koparılamaz bir bütün oluşturur. Bu parçalarda yaşayan bütün Müslümanlar; birbirlerine karşı karşılıklı saygı ve özveri duygularıyla dolu etnik ve sosyal haklarıyla bulundukları yöne koşullarına bütünüyle bağlı öz kardeştirler…”

     

    Sivas Kongresi Vehbi Cem Aşkın Ankara 1963 Sayfa: 158

     

    BELGE: 12

    “TÜRK VE KÜRTLERİN OTURDUKLARI YERLER”

    Amasya Protokolü Tutanağı’nın 1. Maddesi aynen şu cümlelerle başlıyor:

     

    “Bildirgenin 1. Maddesinde Osmanlı devletinin düşünülen ve kabul edilen sınırları Türk ve Kürtler’in oturdukları yerleri kapsadığı ve Kürtler’in Osmanlı topluluğundan ayrılmasının olanaksızlığı belirtildikten sonra bu sınırın en az bir istek olmak üzere elde edilmesinin sağlanması gereği ortaklaşa kabul edildi.Bununla birlikte yabancılar tarafından görünüşte Kürtler’in bağımsızlığı amacı altında uydurulan yalanların önüne geçmek için de bu durumun Kürtlerce şimdiden bilinmesi uygun görüldü…”

     

    (1-Yurt Ansiklopedisi Cilt: 1 Amasya maddesi.

     

    2-Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı Yazışmaları Mustafa Onar Kültür Bakanlığı Yayınları 1995 Cilt: 1 Sayfa: 268 Belge no: 348)

     

    BELGE: 13

    “KÜRDİSTAN’L A İLGİLENMEK GEREKİYOR”

    9. Ordu Birlikleri Müfettişi Mustafa Kemal Havza’dan 29 Mayıs 1919 günü Genelkurmay Başkanlığı’na çektiği telgraf:

     

    “Bağımsız Kürdistan görüşünü savunan Diyarbakır’daki Kürt Kulübü ile hükümet yandaşı olan öteki kulüpler arasındaki çelişkinin arttığını araştırmalarımdan öğrendim. Kürtler’e ve Kürdistan üzerinde etkili savaş sırasında yakınlık ve sevgilerini çok iyi kazandığım Kürt ileri gelenlerinden bazılarına doğrudan bazılarına Kolordu aracılığıyla telgraflar çekerek devletin gerçek durumunu ve kendilerince alınması gereken önlemler için gereği kadar bilgi vererek etkili öğütlerde bulundum.

     

    Son günlerde edindiğim bazı bilgilere göre Kürdistan bölgesiyle de ilgilenmek gerekiyor Bunun için bağımsız Kürdistan olmak üzere İngilizlerce de desteklenen hangi bölgelerdir ve ileride çok…(bu cümlenin sonu okunamıyor.) Yine İngilizlerce kışkırtılan bölgeler hangileridir? Bu konuda yüksek Başkanlığınızdaki bilgilerin bildirilmesi için emirlerinizi dilerim…”

     

    (Har Tarihi Vesikaları Dergisi Sayı: 4)

     

    BELGE: 14

    “KÜRTLER’LE UZLAŞIN!”

    Mustafa Kemal’in 15 Haziran 1919’da Diyarbakır Valiliği’ne gönderdiği telgraftan:

     

    “Bütün milletin hayat ve bağımsızlığını kurtarmak için birleştiği şu önemli günlerde bir yabancı devletin korumasına sığınarak düşük ve esir yaşamayı tercih eden her türlü ilkenin ülkeyi parçalayarak her türlü derneğin kapatılması çok hayati ve gerekli bir görev olduğundan Kürt Kulübü konusundaki uygulamanız tarafımızdan da uygun görülmüştür..

     

    …….

     

    Bu nedenle Diyarbakır ve bağlı yörelerde Müdafaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak Derneklerinin oluşmasına ve kurulmasına yardım edilmesini önemli salık veririm. Ve özellikle Kürt Kulübünün üyeleriyle bugünkü telgrafım kapsamında görüşerek uzlaşmak uygundur…”

     

    (Söylev Hıfzı Veldet Velidedeoğlu Sayfa: 10)

     

    BELGE: 15

    “KÜRTLER’İ TEMSİL ETMİYORLAR”

    Mustafa Kemal’in Diyarbakır Valisi’ne gönderdiği yukarıdaki telgrafa karşılık Erzurum’daki Kazım Karabekir Paşa’ya gönderdiği telgraftan:

     

    “Diyarbakır’da Kürt Kulübünün İngilizler’in kışkırtmasıyla İngilizler’in koruyuculuğunda bir Kürdistan kurmak amacını izlediği anlaşıldığından kapattırılmıştır. Üyeleri hakkında soruşturma yapılıyor. Kürdistan’ın tanınmış beylerinden aldığım telgraflarda dağıtılan bu Kürt Kulübü’nün hiçbir Kürt’ü temsil etmediği birkaç kendini bilmezin girişimlerinin sonucu olduğu ülke ve ulusun bütünüyle bağımsız ve özgür yaşaması uğrunda her türlü özveriye ve bu konuda emirlerinize hazır oldukları bildirilmektedir…

     

    …Hükümetin (İstanbul) bayağı tutsak bir durumda olması başkentin baskılı bir askeri işgal altında bulunması dolayısıyla ulusun kurtuluşunu yine ulus ordusuyla gerçekleşeceği sizcede bilinmektedir. Bu nedenle ben Kürtler’i daha ötesi bir öz kardeş olarak bütün ulusu bir nokta çerçevesinde birleştirmek ve bunu dünyaya Müdafaa-i Hukuk dernekleri aracılığıyla göstermek karar ve çabasındayım…”

     

    (Söylev Hıfzı Veldet Velidedeoğlu Sayfa: 49)

     

    BELGE: 16

    “EZİCİ COĞUNLUK TÜRK VE KÜRT”

    Mustafa Kemal’in Edirne’deki 12. Kolordu Komutanı Mehmet Selahattin Bey’e gönderdiği bir mesajdan:

     

    “Ezici çoğunluğu Türk ve Kürt olan bu illerden bir karış bile verilemez…”

     

    (Söylev Hıfzı Veldet Velidedeoğlu Cilt:1 Sayfa: 72)

     

    BELGE: 17

    “BEDİRHANLAR VE MALATYA OLAYI”

    “Bay Novel adında bir İngiliz Binbaşı Bedirhanlar’dan Kamuran Celadet ve Cemil Beylerle ve yanında 15 kadar Kürt atlısıyla Malatya’ya gelmiş ve kendilerini Mutasarrıf Bedirhanlı Halil Bey karşılamıştır. Harput (Elazığ) Valisi de bir posta hırsızını izliyor görünerek otomobille Malatya’ya gelmiştir. Bu amaçla bunlara Adıyaman’daki birlik de verilmiştir.

     

    Amaçlarını Kürdistan kurmaya söz vererek Kürtler’i işlerimizi bozmaya ve bizi öldürtmeye yollamak olduğu anlaşılmış ve karşı önlemlere başvurulmuştur. Bu arada Vali ve ötekileri yakalatmak istiyoruz. Malatya Mutasarrıfı da Kürt aşiretlerini Malatya’ya çağırmıştır. Bunun üzerine 13. Kolordu işe girişti. Gereken önlemler alınmıştır. Yarın akşam Harput’tan gönderilen bir birlik ortalığı karıştıranları tepeleyecektir…”

     

    (Nutuk)

     

    BELGE: 18

    “DİN VE ULUSUNU SATMIŞ KÜRTLER!”

    Mustafa Kemal’i Erzincan’ın Kemah ilçesinde yaşayan ve Kürt aşiretlere yakınlığıyla bilinen eski Milletvekili Halet Bey’e Sivas’tan 9 Eylül 1919 günü gönderdiği mesajdan:

     

    “…İngiliz korumasında bağımsız bir Kürdistan kurulması amacıyla propağanda yapmakta olan İngiliz Binbaşılarından Mr. Novel’in din ve ulusunu satmış Kürt Beylerinden Ekrem Kamran Ali Celadet’le birlikte Malatya’ya geldiği ve İstanbul hükümetini tutan açıkçası ulus ve yurt haini olan Elazığ Valisinin de bunlara katıldığı ve Bedirhanilerden Malatya Mutasarrıfı Halil Beyle birlikte sözde postayı soyan hırsızları izlemek gibi uydurma bir gerekçeyle silahlı Kürtleri toplamaya giriştikleri öğrenildi.

     

    Şöyle ki Kürtler’in kutsal halifelik makamına ve ülkeye olan bağlılık ve ayrılmazlıklarını göstermek üzere bazı ağaların birtakım Kürt kuvvetiyle birlikte Malatya’ya doğru yola çıkıp padişah ve ulusa karşı İngilizler’le işbirliği yapmak hainliğine kalkışan ve yörenin temiz yürekli Kürtler’ini toplayarak onların askerlerce boş yere öldürülmelerine ve padişahaulusa başkaldırmış duruma sokulmalarına neden olan vatan hainlerinin alçaklıklarını sözünü ettiğim Kürtler’e en çabuk yoldan bildirip çağrıya uymalarının sağlanmasına çaba göstermelerini önemle bekler. Olanak varsa bu işe hemen girişilerek sonucun hemen bildirilmesini dileriz…”

     

    Rauf ORBAY

     

    Kaynak:

    Rauf Orbay’ın Hatıraları YakınTarihimiz Dergisi Cilt: 3 Sayı: 30 Belge no: 1113


  7. Karşımda sarkık duran yumruklarda bana vurma isteği kalmadığını görüyordum. Döndüm ve uzaklaştım. Gelirken bir savaşçı gibi gelmiştim. Dönerken bir yenik değildim, küçük bir filozof olmuştum. Ne olurdu beni görünce konuşturmak için arkamdan gelmeselerdi. Bir köşede toplu olarak dursalardı ve bana mahalleye yeni gelmiş bir yabancıymışım gibi baksalardı.

     

    ACZ


  8. SEN BANA ÖLÜMÜ YENDİRDİN

     

    (Kulübede Murat… Ayakta, saymanın üzerindeki resmi parmak uçlarıyla okurcasına hareketler yapıyor. Kapı vurulur. Murat döner, içinden yeni çıkılmış haliyle duran yatağın üstündeki bastonunu alır, kapıya gider.)

     

    MURAT_(Kapının önünde) Sen misin Fatma nine?..

     

    (Kapıda iki kere sert baston darbesi… Murat kapıyı açar, kapıda elinde baston, Zehra…)

     

    MURAT_(Gir içeriye Fatma nine!.. Hoş geldin, safa geldin!.. Otur şu yatağın üzerine!..

     

    (Murat döner, bastonuyla aranarak masanın önündeki iskemleye doğru yürür. Zehra girer, usulca ilerleyip yatağa oturur. Yüzü acıklı…)

     

    MURAT_Merhaba Fatma nine!..

     

    (İki baston vuruşu…)

     

    MURAT_Sende bu dilsizlik anadan doğma değil herhalde… Sonradan bir hastalık yahut kaza neticesinde olsa gerek…

     

    (İki baston vuruşu…)

     

    MURAT_Benim gözlerim de öyle, Fatma nine!.. İki sakat, tam birbirimize göreyiz!..

     

    (İki baston vuruşu… Zehra’nın yüzü ağlamaklı…)

     

    MURAT_Nasıl, kulübenin arkasındaki o dar yerde rahat edebilecek misin?..

     

    (İki baston vuruşu…)

     

    MURAT_Benim derdime katlanmak çok zor Fatma nine!.. Sakın beni bırakıp kaçmayasın!..

     

    (Tek ve ser bir baston darbesi… Zehra’nın gözü yaşlı…)

     

    MURAT_Ha, anladım, bir kere vuruş “hayır” demek… Yani beni bırakmayacaksın!..

     

    (İki baston darbesi… Zehra’nın yanaklarında damlalar…)

     

    (Kulübede gece… Petrol lambası yanıyor, Murat yatağına oturmuş, Zehra yan iskemlede…)

     

    MURAT_Fatma nine!.. Senden “evet”le “hayır”dan başka cevap alamıyorum. Halbuki seninle konuşmak dertleşmek isterdim. Ne yapalım?..

     

    (Zehra dönmüştür. Elinde baston kımıldamaz. Cevap yok…)

     

    MURAT_Doğru!.. Sualimi “evet” ve “hayır” a göre sormalıyım… Öyle mi?..

     

    (İki baston darbesi…)

     

    MURAT_Allah’a bağlısın, değil mi Fatma nine?..

     

    (Gayet sert iki baston darbesi…)

     

    MURAT_Ötelere de inanıyorsun…

     

    (İki baston darbesi…)

     

    MURAT_Orada senin dilin açılacak, benim de gözlerim… Ne diye gam çekiyoruz?..

     

    (İki baston darbesi…)

     

    MURAT_Sabrın yardımcısı kolaylaştırıcısı var mı?..

     

    (İki baston darbesi…)

     

    MURAT_Nedir?..

     

    (Cevap yok… Zehra daima aynı dönmüş vaziyette…)

     

    MURAT_Ha, anladım, şöyle sorayım: Gözyaşı değil mi?..

     

    (İki baston darbesi…)

     

    MURAT_Ağlamak istiyorum Fatma nine, durmadan ağlamak istiyorum! Şu, tuğla örülmüş kuyulara benzeyen kör gözlerimle, denizleri taşırır, gökleri gözyaşı buharına boğarcasına ağlamak istiyorum!

     

    (Zehra, elleriyle kapatır, sessiz, kuru hıçkırıklarla sarsılmaya başlar. Bastonu küt diye yere düşmüştür.)

     

    MURAT_(Kulak kesilmiş) Ne o, Fatma nine; bastonunu mu düşürdün? Herhalde sözlerim sana dokundu. Sen de ne acıklı dünya içindesin!.. Ben dokunur, fakat göremezken, sen de işitiyor, fakat konuşamıyorsun!

     

    (Zehra yerden bastonunu alır, üç kere vurur.)

     

    MURAT_Hani ikiden fazla vurmak yoktu ya?.. Sözlerim seni sarstı da ondan mı yoksa?..

     

    (Zehra, yüzünde yırtıcı bir acı, ağzı mendiline gömülü iki kere vurur.)

     

     

    "Kâtibim Sen Bana Ölümü Yendirdin" eserinden iktibas

    • Like 3

  9. Okumaya nasıl başlayacağını Kitap'tan öğrenebilirsin ancak:

     

    Yaradan Rabbinin adıyla oku!

     

    Böyle okursan varlığının anlamı kalın harflerle yazılır yeryüzüne.

     

    Böyle okursan insan olmanın ne demek olduğunu bilirsin.

     

    Böyle okursan anlarsın;

     

    Hasan ve Hüseyin'in dedesi neden omuzlamış ağır bir yükü!

     

     

    Tarık Tufan

    • Like 1

  10. Ah deli kız!...

     

    Direnişin böylesine hangi yürek dayanır ki?

     

    Hangi acı böylesine sızlatır burun direklerini.

     

    Ağlayacağım...

     

    Ağlamayacağım...

     

    Kullanılmamış bir gençlik bıraktın geride. Kullanılmamış hevesler kaldı ardından. Kirpiklerinden düşen kelebekler kaldı ıssız sokaklarda. Şimdi ihanet fiyakalı dolaşıyor. Şimdi alçak rüzgarlar doluyor apartman kapılarına.

     

    Bir nefes eksildi direnişin soluklarından. Bir kalp eksik atıyoruz. Çabuk yorulacağız artık. Sık sık çöküp bir yerlere içleneceğiz. Şimdi kim açacak mektupları? Hangi yorgun gözler dolaşacak sayfaların arasında? Son satırlar ölüm kokuyor. Gözlerin kızarmış. Yoksa ağlıyor musun?

     

    Ah deli kız!...

     

    İlle de umut ille de yarınlar ille de inat...

     

    Şimdi nereden çıktı bu veda?

     

    Daha uzun kalacağını bekliyorduk. Hangi kavgaya geç kaldın? Kime söz verdin önceden?

     

    Duanın tam ortasındaydık. Şimdi göğsümüzün genişlemesini isteyeceğiz.

     

    Şimdi dilimizin çözülmesini isteyeceğiz.

     

    Şimdi belimizi büken yükün kalkmasını isteyeceğiz.

     

    Şimdi şerefimizin ve onurumuzun yükseltilmesini isteyeceğiz.

     

    Şimdi...

     

    Ağlayacağım...

     

    Ağlamayacağım...

     

    Tanrım lütfen bizi koru.

     

    Azalıyoruz.

     

    Kirli bir işleyişin kıyısından yuvarlanıyoruz bir bir...

     

    Hayatın kenarından düşüyoruz.

     

    Beceriksiz yürüyoruz yalpalıyoruz.

     

    Hiçbir .... kurguya sığmıyor bedenimiz.

     

    Ah deli kız!..

     

    Sen ne dersen de.

     

    Ben yine de ağlayacağım

     

     

     

    Tarık Tufan


  11. Mahallede aşağılanıp horlanan çelimsiz çocuklar gibiyim.Oyunlara ancak adam eksik olduğunda kabul edilen beceriksiz çocuklar gibi.

    Hayata katılmakta güçlük çekiyorum.

    Benim mevsimim sonbahar.

    Sokakların tenhalaşmaya başladığı vakitler.

    Tek kişilik oyunlar ustasıyım ben.

    Tek kişilik özlemler tek kişilik acılar ustasıyım.

    Ben yağmuru arıyorum.

    Ben yağmuru arıyorum.

    Ben yağmuru arıyorum.

    Ben seni arıyorum.

     

    Tarık Tufan - Hayal Meyal'den

    __________________


  12. Yarın kelimesi bende büyülü çağrışımlar uyandırdı hayatım boyunca.

     

     

    Yaşadığım her günün acısını ve umudunu yarına erteledim. Ertesi gün olduğunda her şeyin yerli yerine oturacağına ilişkin bitimsiz beklentiler büyüttüm içimde.

     

     

    Nefes aldığım ölçüde yarınlar bitmiyordu. Bu kadar geniş bir yarının hiçbir zaman gelmeyeceğini elbette biliyordum.

     

     

    Buna rağmen bu duygu hiç eksilmedi dünyamdan.

    Yaralarım yarın iyileşecek!

    Oyuncağım yarın alınacak.

    Yarın iş bulacağım

    Sevgilim yarın dönecek

    Dostlarım yarın ziyaretime gelecek

    beklediğim mektup yarın elime ulaşacak

    Annem yarın daha iyi olacak

    Yarın buralardan kaçacağım

    Yarın daha rahat ve derinden uyuyabileceğim

    Yarın bugünden çok daha iyi olacak

    Yarın bugünden iyi olacak

    Yarın bugünden iyi olabilir

    Yarın yada bugün...

     

    .......

    Bitimsiz yarınlar sayesinde gün boyu sırtımda taşıdığım yükleri bir kenara bırakıp uyuyabiliyordum.

    (ve sen kuş olur gidersin)

     

    Tarık Tufan


  13. SENİ SEVİYORUM

     

    Okulun koridorlarında yürürken başını yerden kaldırmamanı seviyorum. Ürkek adımlarla dolaşmanı her an başına bir kötülük gelecekmişçesine tedirginlikle yürüyüşlerini. Öğrenci eylemleri başladığında gözlerine biriken korkuyu. İki kızın dışında arkadaş edinememeni seviyorum.

     

    Ablalarına olan saflık derecesindeki bağlılığını seviyorum. Kendi ayaklarının üzerinde kaldığında düşme korkunu. Erkeğinin sana sahip çıkması gerekliliğine ilişkin düşüncelerini. Derslerin bittiğinde kantine takılmayışını. Annenle babana hayatın boyunca yalan söylemeye cesaret edemeyişini ya da aklına bile gelmemesini seviyorum.

     

    Seni seviyorum!

     

    Çantanda gezdirdiğin İslamî kitapların üzerini gazete kağıdıyla kaplamanı. Makyaj değmemiş yüzünün çocuksuluğunu. Notlarını koyduğun dosyayı göğsüne bastırıp taşımanı. Hızlı hızlı konuşmanı. Politikadan anlamayışını. Malayani sayıp müzik dinlemeyişini seviyorum.

     

    Yemekhanede erkeklerle yan yana yemek yememek için uzun uzun oturacak müsait masa arayışını seviyorum. Bir nakışın başında saatlerce oturabilecek olmanı misafirliğe gitmeden saatlerce önce tatlı bir heyecana kapılabilecek olmanı babanın iş dönüşünde yemeğini getirebilecek olmanı seviyorum.

     

    Çocuğunla saatlerce bıkmadan oturup konuşabilecek olmanı seviyorum ben.

     

    Politik ve edebi toplantıların hiçbirinden haberdar olmayışını evinin ve okulunun ve birkaç yakın tanıdığının oturduğu semtler dışında etrafı bilmemeni arkadaşınla bazen alışverişe çıktığında yanından ayrılmamaya özen göstermeni ani bir gürültüde kuş gibi irkilmeni seviyorum.

     

    Memleketteki anneanneni telefonla aradığında yüzünde beliren sahici gülümsemeyi sevinci heyecanı seviyorum ve akrabalarına olan düşkünlüğünü.

     

    Defterlerini özenle tutmanı ve dikkatli yazmanı kırtasiye eşyalarını süslü ve renkli almanı seviyorum. Kalemini defterini kitaplarını asla getirmeyi unutmamanı derslerine devamsızlık etmemeni her söyleneni önemsemeni seviyorum.

     

    Teknoloji ile bir türlü uyuşamayışını ağaçlara böceklere daha fazla ilgi duyuşunu seviyorum.

     

    Erkek arkadaşlarından söz etmeye başlayan arkadaşlarının yanında utanıp konuyu değiştirmeni tavsiyelerde bulunmanı ve sonra içten içe ilgi duymanı seviyorum. Sonra da hemen yüzünün kızarmasını. Evet yüzünün çok çabuk kızarmasını seviyorum.

     

    Sık sık başörtünü düzeltmeni.

     

    Kimseye sözünü etmediğin hayallerini her gece yatmadan tekrar tekrar aklımdan geçirmeni seviyorum. Senden umulmadık ölçüde hayallerini genişletebilmeni annene ne düşündüğünü hissettirecek acemice sorular sormanı yaşlı kadınları usanmadan dinleyebilmeni seviyorum.

     

    Açıkçası seni sadece okulda gördüm ve hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Tüm bunların olabileceği hissini uyandırdığın için seni seviyorum. Böyle birini sevmeye ihtiyacım olduğu için seni seviyorum. Böyle birini sevmeye ihtiyacım olduğu için seni seviyorum.

     

    Tarık Tufan

×
×
  • Create New...