Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

mukarrabin

Editor
  • Content Count

    744
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    15

Posts posted by mukarrabin


  1. Ken'an'a ve Evren'e ve Kenan Evren'e...1

     

    (Yusuf Bulunur Kenan Bulunmaz

     

    Yitürdüm Yusuf'um Ken'an elinde

    Yusuf'um bulundu, Ken'an bulunmaz

     

    Yûnus, Bizim Yûnus)

     

     

     

    Kenan Evren'in savcı tarafından sorgulanması, sorgunun neticesi ve nereye varması gerektiği hususunda biri (Eşref Bey) diyor ki:

     

    "Kenan Evren'e verilebilecek en büyük ceza herhalde onu vicdanıyla başbaşa bırakabilmektir. Ama onda o vicdanda bulunmadığı için ne ceza verseler hafif gelir. Zaten bu yaşından sonra ceza çekecek hali de yok ya neyse... Şimdiye kadar yapılmalıydı bu. Yaptığını bugün bile mazur göstermeye çalışan bu adama ne sorarsan sor yine pişkinlikle diretip hakkını savunacaktır. O kadar mazlumun günahının ağırlığı altında ölür de kimileri ders çıkarır belki"

     

    Ne çarpıcı bir ifade!... Çarptığındandır ki kayıt düşüyoruz Zamana, mekana ve insana:

    Ken'an lügatta Hz. Ya'kub'un memleketi, Filistin.

    Ve manada Ken'an şimdilerde İsrail Ve diyarı zulmün

     

    Allah Rasulü aleyhisselam'ın diliyle: Allah, Ariş ile Fırat arasını mübarek (bereketli) kılmış ve özellikle Filistin'i mukaddes kılmıştır ifadeleri ile anılan bu kutsal coğrafyadan bu zamana dek ne eksik olmadı denecek olursa ilk akla gelenler:

    Hayır

    Hayır ve şer

    Şer

    Şer ve Hayır...

     

    Ken'ân ve Hayır

     

    Mûsevîlikte de, Îsevîlikte de, Muhamedîlikte de aziz ve kutlu olan, hayırlar yurdu ve peygamberler şehri Kudüs'ü de içine alan Yûsuf Diyarı Peygamberler semti Göğsünde Allah'tan gelmiş ve Allah'a dönmüş nice ruh sahibinin ayak izlerini, gözyaşlarını, yalvarış ve yakarışlarını saklayan bu topraklarda hayır hiçbir zaman eksik olmadı ve olmayacak İnsanın, müslümanın gönlünde bu diyar hep hayır ve maneviyat kaynağı olarak kaldı ve kalacak Tıpkı Mescid-i Nebevi ve Mescid-i Haram gibi!... Yakup Peygamber aleyhisselam'ın sevincinden açılan gözlerinin şahidi olan Ken'an Ken'an; adım adım şehadet kokan Gazze Şeridi

     

    Ken'ân ve Şer

     

    Evvela canına kast edilen sonra kaderine terk edilen Yûsuf aleyhisselam'ın yalnız olmayan yalnızlığının şahidi Allah'ın Kelimi Musa aleyhisselam'ın ve Allah'ın düşmanı Firavun'un tanığı Ciğeri yanan annelerin otağı Garip kalan babaların yatağı... Çok şeyden yetim kalmış yetimlerin durağı Kan ve gözyaşının, feryat ve figanın, ah ile vahın toprağı Ken'an; nokta nokta ihanet akan bir film şeridi!...

     

    Ey Ken'an!... Ken'an'dakiler Ey Bugünün Ken'anlıları... Her film gibi bu film de bir gün biter Bakarsınız belki de bitmeden kopuverir Ve her şey öylece ortada kalakalır Ve çıkar günyüzüne mazlumun geri çevrilmeyen duası!... Altın, üstüne; üstün altına geçmeden ve her şey birbiri içine girmeden, vakit gelmeden kendine gel!... Gelecek olan yaklaşmakta!... Ne tehdit ne de palavra!...

     

    Bilin, inanın ve anlayın ki zulmün, zalimin ve zalimlerin hali dumandır duman!...


  2. İbrahim'in Gördüğü

     

    İbrahim 27 yaşlarında genç bir adam Evli ve bir çocuk babası Evladının adı da Ramazan Kendi ismi gibi yavrusunun adı da güzel vesselam Ama mesele İbrahim İbrahim'in söyledikleri İbrahim ne mi dedi?... Neler demedi ki!...

     

    Şu saatlerde muhtemelen, artık bugünden itibaren Allah'ın takdir ettiği zamana dek yaşayacağı yeni şehrinde; Çorum'da, Çorum'un Alaca ilçesinde, sabah vakitlerinde Ankara-Sincan'da oturduğu kiralık evden ayrılırken Perçem Nakliyat kamyonuna yüklediği eşyalarını indirmekle meşgul Ve ihtimal içinde binbir düşüncelerle

     

    Yozgatlı kaynakçı İbrahim'in yeni dünyası Alaca ve (eski ama) yeni işi çiftçilik Çocuk yaşlarda edindiği çiftçilik tecrübesi şimdilerde işine daha bir yarayacak Bize ve herkese yarayacak olan bir diğer işine, işe, hadiseye gelince; sabah vakitlerinde komşuluk gereği ve daha çok kader icabı, taşınmak üzre olan İbrahim ile karşılaşınca birkaç gün evvel de bugün için taşınacağına dair konuştuğumuzdan evine çıkarak yardım etmek ihtiyacı hissettik Para ile tutulan hamallarla beraber (zahiren ve niyyeten) bedavadan olmak kaydı ile eşya olarak ufak-tefek ne varsa elimize alarak 3. kattaki daireden aşağıya, hemen aparmanın dış kapısının önündeki kaldırımın yanına park eden kamyonete taşıyoruz.

     

    Eşyaları indirmek ve tekrar yeni eşyaları almak için aşağı ve yukarı inip çıkarken bir zaman sonra binanın girişindeki koridorda yerde bir kağıt parçası gözüme ilişiyor. Ve kalbime, Fahr-i Kainat sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in bir sözü: Çevrenizi temizleyin ki, Yahudilere benzemeyin!... Şimdi alayım, sonra alayım derken en nihayet ilk defa gözümüze çarpışının üzerinden yaklaşık 15 dakika kadar sonra yine 3. kattaki evden herhangi bir yahut birkaç eşya alarak aşağı indirmek için bina içinde ilerlerken bir göz temasının ardından yere eğiliyor ve bir yandan içimden yerler kirletilmemeli diye kendi kendime söylenirken öte yandan bir el kadar olan "Hakiki Adıyaman Çiğköftecisi" reklamını içeren kağıt parçasını yerden alıyorum Ve elime aldığım kağıdı cebime indirmeden evvel şöyle bir göz atış: "Kampanya Dürüm Çiğ Köfte + Ayran 2.50 TL", "Toplu Çiğ Köfte Siparişleri Alınır", "Alo Paket: 268 .. .." derken yerdeki kağıdı alırken, o kağıda göz atarken ve sessizce düşünürken hiç farkında olmadığım fakat o esnada yanımda olan İbrahim'in sesi:

     

    -Zafer abi!... Adıyaman'ı da hiç yere düşürmüyorsun!...

     

    Ve şimşekler!...

     

    Ben, yerler kirlenmesin (yahut kirletilmesin) diye bir kağıt parçasını alıp onun zahiri, üzerindeki yazı ve resimler ile meşgul olurken içime yıldırım gibi bir söz, bir ses, İbrahim'in sesi düşüyor:

     

    Adıyaman'ı da hiç yere düşürmüyorsun!.. Adıyaman'ı da hiç yere düşürmüyorsun!.. Adıyaman'ı da hiç yere düşürmüyorsun!..

     

    Tabi ya!... Adıyaman yere düşmemeli!... Yerde olmamalı!... Adıyaman'ın ruhundan habersiz de olsa bir çiğköfteci, yahut bir hamal yahut bir (Ben), birisi ona hiçbir şeyin tesadüf olmadığını ve her şeyin bir ruhunun, manasının ve işaretinin olduğunu hatırlatmalı Allah, o güzeller güzel Allah bir şeyi, bir kimseyi bir vesile kılarak seslenmeli: Adıyaman'ı yere düşürme!... Zira orda Zamanın ve Zamanının Efendisi var (Bugünlerde İstanbul'da olsa da) ahir zaman velilerinden bir velinin ikameti o şehrin sınırları içinde Dikkat et!... Çok dikkat et!... Hep dikkat et!... Ve o şehre, o şehrin içinde (Olanlar)dan, olup-bitenlerden ve hiç bitmeyecek olanlardan dolayı hürmette kusur etme!...

     

    Kalbime ve kulağıma sesler sesleniyorken ve ben yerler kirlenmesin diye bir kağıt parçasını yerden kaldırıyorken; ben yine ben, ne olursa olsun, zahirde ifade ettiği mana neye isabet ederse etsin ve kim ne derse desin "mukaddes olan her şeyin" asla yere bırakılarak, yerde, yerlerde kalarak kirletilmemesi sırrına eriyorum, erer gibi oluyorum Ve şaşkın şaşkın İbrahim'e cevap veriyorum:

     

    -Eyvallah İbrahim kardeşim eyvallah!... Bak ben şu işe hiç o tarafından bakmamıştım Ne güzel görmüşsün (ne güzel göstermişler)

     

    Ve düşünceler içinde iniş ve çıkışlar!... Evin boşalmasına ve İbrahim'in yola çıkmasına yakın Allah için yaptığımıza inandığımız (inanmak istediğimiz) niyyet ve hizmetimizin, İbrahim'in dilinden (dünyadaki) karşılığı:

     

    -Zafer Abi!... Şu turşular size bırakayım (3 bidon turşudan birini işaret ederek) zaten şundan da az bir şey aldık Çok acı imiş!...

     

    -Benden ziyade bu işe en çok babam sevinecek ya İbrahim, dedikten sonra hizmetin peşin getirisini seve seve kabulleniş ve sessiz sessiz söyleniş:

     

    Çok tatlı imiş İbrahim!... Çok tatlı imiş...

    Ankara, 07 Haziran 2011, Bir Salı'nın Öğle Sonrası...


  3. Nazar Ber Kâdem

     

    Gözüm ayak ucunda,

    Ayaklarım burcunda;

    Görünmez ufukların,

    Var eden yoklukların.

    Adım adım adımlar,

    Kimi adamlar kimi.

    Şahittir kaldırımlar,

    Kanuna; gökçekimi.

    Yerdekiler yerdeler,

    Yerdeler ya, perdeler;

    Takıldığım ne varsa,

    Kadın, kumar ve arsa.

    Günümüz kumarbazı,

    Şu kızlarla dövüşmez.

    Jokerken kışı, yazı,

    Papazlara laf düşmez.

    Kağıtlardan başka iş,

    Etten ve taştan geçiş;

    Adama toslamadan,

    Geçmek, geçmek anbean.

    Ya da kalmak öylece,

    Uçarken gökyüzünde.

    Koşmak koşmak günlerce,

    Hiç durmadan sözünde.

    Ey yolcular, yolcular!...

    Bu yol Sıddîk'in yolu.

    Ne varsa hep sizde var,

    Bırakın sağı-solu.

    Ben, yeterim kendime,

    Yetmezken (Efendim)e.

    Yeterim, ben yeterim,

    Ben, herkesten beterim.

    Biz duralım, duralım,

    Ezelde o gün gibi.

    Sözümüze varalım,

    Sanki bir düğün gibi.

    İçimizden geçelim,

    En Güzel'i seçelim.

    Bakalım aynalara,

    Yerdeki manalara.

    Hep Hakk ile olalım,

    Halkın içinde iken.

    Herkesi gül bulalım,

    Kendimizi bir diken.

     

    Yoksa yakınlar tuzak,

    Yoksa (En Yakın) uzak;

    Yoksa yaklaşmak yasak,

    Yoksa yaklaşan tutsak;

    Yoksa bir yoktur imsak,

    Oktur yoksa her misak.

     

    Yoklar yerle bir olsun,

    Var içiniz biz bir Var.

    Sokaklarda hep yosun,

    Dikkat etsin nazarlar.

    Bakalım bir bakışa,

    İtiş ve hem kakışa;

    Sinir, küfür ve nefret,

    Bir hal ki; hale hayret.

    Bakar bakmaz bir nasip,

    Göze takılanlardan.

    Bana da bu münasip,

    Ben de hep kalanlardan.

    Bir farkı yok, yok farkım,

    Farklı değil ki arkım.

    Kanun, hep aynı kanun,

    Benim, onun ve bunun.

    Meşgale hep meşgale,

    Olan biten ne varsa.

    Hikmetine havale,

    Şu gözler bir duyarsa.

    Doymadan duymak da ne?!...

    Boş söz, boş söz terane.

    Duyurmaya seferber,

    Doyurmaya her seher;

    Bir ölçü, ölçülerden,

    Meşale bir meşale.

    Bir an evvel en erden

    Varmak için menzile.

    Büyüklerden nasihat,

    Bir yol, bir yol ki; hat hat;

    O'ndan O'na erdiren,

    Bu yol, bu yol son tren.

    Duraksız duraklarda,

    Hep rahatta yolcular.

    Ve dilsiz dudaklarda,

    O var, O var hep O var.

    Hep olsun diye tasa,

    O'ndan gayrı ne varsa;

    Geçmek hep geçmek için,

    Gözlerden kalbe perçin:

    Esaslardan bir esas,

    Nazar, nazar ber kâdem.

    Bir ölçü ki; ihtisas,

    Bunun için var âdem.

     

    Ankara, Haziran 2011

    • Like 1

  4. Hasan Tahsin Feyizli Hoca 2008 yılında Elazığada katıldığı bir sohbette şöyle söylemişlerdi: "Hayat düstüru olacak "üç i" var. "İnsan İslamlaştıkça insanlaşır." Güzel tespit...:) Allah'ın selamı üzerlerine olsun...

     

    Hakikaten ne güzel bir tespit...

     

    Bu yorumu (iletiyi) okuduktan bir zaman sonra okuduğumuz bir kitaptaki (Siraceddin Önlüer/Bekir Sel, Rahmet Kapısı; Şadırvan Yayınları, İstanbul 2009) satırlar; (o satırlarda geçen "üç i(yi)ler") bize şu iletiyi yazma şevkini verdi ki: "Rahmet Kapısı" isimli eseri incelerken altını çizdiğimiz kısımları iktibasen aktaralım:

     

    "Her ne iş yaparsanız yapın niyetiniz Allah'ın [celle celâluhu] rızası olsun. Gavs-ı Sânî (k.s.)

     

    ...

     

    Din, imanla başlamakta, ibadetlerle olgunlaşmakta, ihsanla kemale ermektedir. Hz. Peygamber'in [sallallâhu aleyhi ve sellem] işaret buyurduğu gibi din İslâm, iman ve ihsandan oluşmaktadır.

     

    İslâm, Allah'a [celle celâlüh] teslim olmak demektir... İman, Allah'a [celle celâlüh], O'nun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, bütün iyilik ve kötülüğün Allah'tan geldiğine inanmaktır... İhsan, Allah'ı [celle celâlüh] görüyor gibi O'na ibadet etmektir. Her ne kadar biz O'nu görmüyorsak da O bizi görmektedir.

     

    Görüldüğü gibi din, üç temel üzerine bina edilmiştir. Bunlar, iman, ibadet, ahlâk... İman, inanç esaslarıdır. Bunu kelâm âlimleri inceler. İbadetleri fıkıh âlimleri işler. Ahlâk ise Allah dostları olan kâmil velilerin ve mürşidlerin rehberliğinde elde edilir... (Rahmet Kapısı, 10-11-12 ve 13. sayfalarından)"

     

    Hayata, hayatımıza, bütün hayatlara umumen kaide olacak bir başka "üç i..."

     

    İman

    İbadet ve

    İhsan...

     

    Bir başka derken bir parantez açalım ve diyelim ki: Aslında bizim belirttiğimiz ve bir başka "üç i" dediğimiz yukarıdaki "üç i"; Hasan Tahsin Hoca'nın "üç i"sinden (İnsan İslamlaştıkça insanlaşır) farklı bir şey değil... Bir, üç, beş, yedi vesaire bütün iyiler esasen hep aynı... Hepsi de bir... Ve hep bir iyi... Biricik İyi... Azze ve celle...

     

    Allah, i(iyi)'nin, "İyiler"in ve iyiliklerimizin iyiliğini artırsın diyerek nokta koymadan evvel yukarıda "kösem"in bir iletisinde (eserleri) ifadesinin peşisıra kaydedilmiş olan, Hasan Tahsin Feyizli Efendi'nin şu sıralar istifade ettiğimiz (Server İletişim'in; ümmet, büsbütün ademoğlu ve Kur'an ile sorumlu olan her kul için hazırlayarak arzettiği) "Feyzü'l-Furkân Açıklamalı Kur'ân-ı Kerîm Meali" isimli çalışmasını da tavsiyeten belirtelim...

     

    Kıymetli bir eser vesselam...


  5. Çiğ Köfte Cemaati

     

    (98 yılının Mayısı'nda, İsmailağa Camii'nde Duha namazını eda eder iken zahirine "7" kurşun sıkılarak Rabbisi'ne kavuşturulan Şehid) Hızır Ali Muratoğlu (Rha.)'nu, cematten 5-6 kişi bir gece çiğ köfte yemeye davet etti. Onlar evde hazırlık yaparken yatsı ezanı okundu, ancak onlar hazırlıkları bitirelim diye cemaate gitmediler. Hızır Efendi camide namazı bitirip geldiğinde bu arkadaşlar namaza durmuşlardı. Hızır Hoca sessizce çiğköfte tepsisini alarak sokağa çıktı ve camiden çıkan cemaate dağıtmaya başladı. "Cemaatimden altı kişi çiğ köfte cemaatidir, onların ikramıdır" diyerek herkese dağıttıktan sonra eve döndüler. Çoğu dağıtıldığı halde geri kalanlara da yetecek kadar bereketli olmuştu.

    • Like 1

  6. Biz yalnız kazanmak için varız!...

     

    (Evvela; şu an için seçimlerde hangi partiye oy vereceğimiz hususunda bir karara varmamış olmakla beraber, oy verebileceğimiz muhtemel partiler arasında MHP'nin uzak, çok uzak hatta nerede ise imkansız bir noktada olduğunu ve Nureddin Çoşan Efendi'nin seyri süluk gereği elinden tutmayan ve zahiren nefs terbiyesi için onun terbiyesi altında olmayan birisi olduğumuzu ifade ettikten sonra devam edelim ve diyelim ki:)

     

    Bu bahiste "şimdilik" (Nurettin Coşan Dan Mhp Desteği bahsinde) son olarak yazacaklarımız şunlardır ki; bu konunun, son olarak yazacaklarımız konusunun daha evvelinde bir "tartışma"dan haklı yahut haksız ilk çekilen taraf kâr eder, notunu düşelim ve diyelim ki: Bizim derdimiz (ki bizi) şu yazdıklarımızı yazmamız gerek diye rahatsız eden derdimiz; n-f-k.com sitesine üye olan, bu siteyi takip eden, takip ettikleri Adam'a (Üstad Necip Fazıl'a) dair ilgi ve sevgileri sebebi ile (O'nun için) muhabbet beslediğimiz kardeşlerimize Allah'ın lütfu, Peygamber'in duası, Sadat'ın himmeti ile kar ettirmek veya karşılaşılabilecek olası bir zararın ve muhtemel daha büyük zararlarının önüne geçmek noktasında atılmış karıncavari bir adımdan, adımlardan ibarettir Yalnız o kadar!...

     

    (Bu arada ne zararı ve neyin zararı noktasında kaydedelim: Ortada kar edecek bir şey varken ondan, o şeyden hiçbir şey elde edememek de zarar etmektir)

     

    Ve bahis:

     

    Ve evvela bahsin bir tarafı, asıl ve asli tarafı olan Muharrem Nureddin Çoşan Efendi hakkında malumat:

     

    1963 yılında Ankara'da doğdu. Ankara İmam-hatip Lisesi'ni bitirdi (1981). Ankara İlâhiyat Fakültesi'nde bir süre okuduktan sonra, Suudi Arabistan'a gitti. Arapça ve dînî ilimler tahsilini orda sürdürdü. (Mısır, İslam Üniversitesi'nde Arap Dili ve Edebiyatı tahsili...)

     

    1987 yılında Amerika'ya gitti. New York'ta işletme konusunda üniversite eğitimi gördü. Daha sonra master yaptı. Yurda döndükten sonra (1993) muhtelif serbest ticarî faaliyetlerde bulundu.

     

    1 Ağustos 1996'dan itibaren Hocaefendimiz (babası ve mürşidi Mahmud Esad Çoşan kaddesallahu sirrahu Hazretleri)'in arzusuyla, Server Holding'in ve cemaat hizmetlerinin yöneticiliğini üstlendi.

     

    Hocaefendimiz'le birlikte Avustralya'ya, Avrupa'ya, Amerika'ya seyahatler yaptı. Mehmed Zâhid Kotku Hazretleri'nin merhum Hocaefendimiz'i yetiştirdiği gibi, Hocaefendimiz de Nureddin Bey'i her yönden yetiştirdi. Özel dersler verdi ve hafızlığını tamamlattı. (Nureddin Çoşan Efendi kurra hafızdır) Muhtelif vesilelerle, kendisinden sonra irşad vazifesini Nureddin Bey'in yürüteceğini, yakın çevresine ifade etti.

     

    Mütevazı, gösterişten hoşlanmayan, yüz hatları ve davranışları merhum Hocaefendimiz'in gençliğine benzeyen bir kişiliği vardır. Evli ve iki çocuk babasıdır. Arapça ve İngilizce'yi iyi derecede bilmektedir.

     

    (Parantez içleri hariç kaynak)

     

    Ve evet; küçük bir çocuk dahi yapacağı bir şeyin neticelerini o çocuk aklı ile hesap ederken, halka halka O'na; Allah'ın Rasulü aleyhisselam'a bağlı bir yolun bu zamanda postunda bulunan, aşikar ve gizli birtakım meziyetlerin sahibi olan Büyük Bir Adam; söyleyeceği sözün nerelere, nasıl ve neden varacağını hesap etmemiş olabilir mi?...

     

    Cevap: Belki ama hayır!... Arkadaşlar bilenler hatırlasın, işitmeyenler de duyar gibi olsun: ALLAH'A DOST OLMAK İÇİN, DOSTLUKTAN DA ZİYADE MÜRŞİD-İ KAMİL OLMAK İÇİN FENA'YA ERMEK İCAB EDER NEDİR FENA!... ÇOK FENA FAKAT HİÇ FENA OLMAYAN BİR ŞEY!... ZAMANLA VE BİR ZAMAN SONRA BÜSBÜTÜN O'NDA (azze ve celle) YOK OLMAK, BÜTÜN İRADESİNİ ALLAH'A VERMEK VE YALNIZ O'NUNLA OLMAK VE BİR HİÇ OLURKEN OLMAK, OLMAK, HEP OLMAK!... VAR OLMAK!... Ve hep, hep, hep O'nunla olmak!...

     

    Bu sitenin çatısı altında olması gereken bazı şeyler varsa onlar olur fakat büsbütün hayatı O'ndan; Seyyid Abdulhakim Arvasi kaddesallahu sirrahu Hazretleri'nden ibaret olan Üstad'a gönül veren arkadaşlar; daha sakin, daha aklı selim olmalı ve bir yazmadan evvel binlerce düşünmeli!...

     

    Üstad, nasıl ki alelade, herhangi bir adam, bir insan değilse (ki öyledir); O'na kalbi akan, O'nu seven ve O'nu muhabbetle ananlar da öyledir, öyle olmalıdır, olmaları icab eder!... Her şeyin sıradan olduğu bu alemde müslüman sıradan olamaz. Bizim sıradan olmayan sıradanlığımız yani bir şekilde kendimizi Allah, Rasul, İslam, Veli, Tasavvuf, İyi ve Güzel ile irtabatlandırışımız aslında büsbütün bir sıradışılıktır. Bunu bilen bilir, anlayabilen anlayabilir, anlayamayan da anlar...

     

    Silsilesi aşikar bir Nakşi büyüğü olan Nureddin Çoşan Efendi'nin açıklamaları ile ilgili hikmet noktasında kaydedilecekler hususunda binlerce hikmet olabileceğine iman ile beraber bizim gönlümüze düşen, düşürülen birkaç hikmeti sıralayalım:

     

    1- Bu açıklama, MHP'nin üst düzey yöneticileri ile ilgili son günlerde bir şekilde halka yansıtılan birtakım sevimsiz hadiselerden ötürü canı yanmış olan, azap duyan, ağır yaralanan MHP destekçisi ve muhibi olan kardeşlerimizin yaralarına bir pansuman demektir ki; hastanın, kendisine şifa veren doktoru sevmesi kadar şaşılacak bir şey olmasa gerek. Velev ki sevmedi!... Hiç değilse elinden gördüğü şifa sebebi ile hekimin muayenehanesini ikinci adresi görmesi akla pek ala uygun bir hakikattir.

     

    2- Mevcut İktidarın karşısında mecliste yer alabilecek kuvvetli bir muhalefet, en başta halk için hayırlıdır ki; meydandaki (meclisteki) boşluk ve rahatlık sebebi ile gevşeyebilecek bir fıtrata sahip insan (ki bu insan vekil de olur, bakan da olur, başbakan da olur) karşısında her an hatasını kollayan bir kısım gözcüler bulur, görür ve nerede ise uykusunda dahi onlara beraber olur ise elbet yaptığı, yapacağı işi hakkı ile yapma azmine sımsıkı sarılacak ve gayret kemerini kuşanmayı, her şey bir yana bir zaruret ve bulunduğu konumu (makamı) korumak için mecburiyet olarak görecektir. Bu sebeple kuvvetli bir muhalefetin baskısı altında olan, şu an iktidar olmak gibi ağır bir yükün altında olan insan, insanlar; her şeyi (Allah, Peygamber, Din, Veli, İman, Vicdan, Namus vesaire) bir yana bırakılacak olsa bile sırf sahip olduğu şartları muhafaza için işini doğru yapmaya, halka hizmet etmeye, dosdoğru olmaya yönelecek, hiç değilse bu gaye için açık yahut gizli bazı zahmetlere girişecektir ki bu zahmet ve neticesinde doğacak gayret ve hizmet halk için iyi ve güzeldir.

     

    3- Malum hadiselerden haberdar olan herkese apaçık bir davettir.

     

    Neyin daveti?!!!.... Akıl, vicdan ve nefs muhasabesine girişmenin daveti!...

     

    Nasıl?!!!... Şöyle; bir şekilde işlenmiş ve ortaya çıkarılmış günaha ve günahkara karşı girişilecek duruş, bu hadiseye şahit olan insanların kendi gizli olan günahlarına karşı girişmeleri gereken duruşa bir vesile olmalı. Ve onun, bunun, şunun yaptığı o, bu, şu işe karşı, malum işi yapan malum kişilere verip veriştirmekten ziyade; Allah için kendisinin ortaya çıkarılmamış, saklanmış, bir ilim gereği örtülmüş günahları ile yüzleşmeli ve tövbeye yönelmelidir. Ya internette, televizyonda, orda-burda izlediği görüntünün kahramanı ben olsa idim, diyerek ve olmadığına şükrederek istiğfar ipine sarılmalı ve Allah'a yaklaşmalı Aklı ve vicdanını avucuna alarak ne şekilde ve nasıl düşünüğünü ve düşünmesi gerektiğini düşünmeli, düşünmeli, düşünmeli!...

     

    4-

    5-

    6-

    7-

     

    vesaire vesaire vesaire...

     

    Çoşan Efendi'nin ifadeleri hiç mi tartışılmasın yahut tartışılmamalı?... Elbet hayır!... Fakat bu tartışmanın tarafı biz ve burası olmamalı!... O kadar!...

     

    Ve nihayet yolun İsim Babası (kaddesallahu sirrahu) ile nokta, nokta ve nokta

     

     

    Şah-ı Nakşibend Hazretlerinin müritlerinden biri onu Buharaya davet etmişti. Akşam ezanı okunduktan sonra Necmeddin Daderk isimli müridine sordu:

     

    - Sana emrettiğim her şeyi yerine getirir misin?

    - Evet, dedi Necmeddin.

    - Eğer hırsızlık yapmanı da emretsem yapar mısın?

    - Hayır, bunu yapamam. Çünkü Allah haklarına tevbe kefaret olarak yeterli olur; fakat bu iş kul haklarındandır.

    - Madem ki emrimizi tutmazsın, bize arkadaşlık da etme!

     

    Mevlâna Necmeddin bu cevap üzerine korku ve endişeye kapıldı, yeryüzü ona dar geldi. Derhal tevbe ve pişmanlık izhar etti. Onun hiçbir emrine muhalefet etmemeye de azmetti. Orada bulunanlar da ona acıyarak aracı oldular ve şeyhten onu affetmesini rica ettiler. Şeyh Hazretleri de adamı bağışladı. 

     

    Sonra Şah-ı Nakşibend Hazretleri, yanında Necmeddin ve birkaç müridi olduğu halde dışarı çıktı. Bab-ı Semerkand mahallesine yürüdüler. Şeyh bir evi göstererek dedi ki:

    - Şunun duvarını delin de içeri girin. Falan yerinde içi eşya dolu bir çanta bulacaksınız. Onu alıp getirin.

     

    Söylendiği gibi yaptılar. Sonra oracıkta bir köşeye birlikte çekilip oturdular. Bir süre sonra köpek ulumaları duydular. Şeyh Hazretleri, Necmeddin ve bazı arkadaşlarını o eve gönderdi. Oraya varınca, hırsızların diğer bir duvarı delerek içeri girdiklerini ve orada bir şey bulamadıklarını anladılar. Hırsızlar kendi aralarında: Bizden önce hırsızlar gelmiş de içeridekileri almışlar! diyorlardı. 

     

    Şeyh Hazretlerinin müritleri bu işe şaştılar. Ev sahibi ise kendisine ait bir bostanda bulunuyordu. Şah-ı Nakşibend k.s. sabahleyin bir müridiyle eşyalarını ona gönderdi. Mal sahibini şöyle haberdar etmesini de tembihledi: Dervişler senin eve uğramışlar da, şu hırsızlık meselesini fark ederek eşyaları hırsızlardan kurtarmışlar. Sonra Mevlâna Necmeddine bakıp dedi ki:

    - Emre uymuş olsaydın daha çok hikmetler görürdün.

     

    Menkıbe


  7. Müslüman'a "gerici, irticacı" ve İslam'a "gericilik, irtica" yaftasını vuran maddeden yana zengin ve manadan yana fakir, fasfakir olan şu çoğunluk topluluk anlayamasa da bir bilse, bilebilse, bilir gibi olabilse; ondört asır evvel yeryüzüne indirilen ve aslında Baba Adem'den bu yana hep indirilmiş ve kıyamete ve öteler ötesine dek indirilecek olan biricik hakikatin, İslam'ın; ve bu hakikatin bayraktarın, müslümanın ruhunun; zaman ve mekan üstü bir hakikat olduğunu!...

     

    En ilericinin ve ilericiliğin dahi ilerleyemediği ve olmadığı, hiç olmayan bir noktada İslam'ın ve müslümanın olduğunu bir bilebilseler!...

     

    Bulmasalar, bilmeseler ve bulup bilemeseler de anlayacakları gün yakındır!...

    • Like 1

  8. Evet kimse, hiç kimse hakkında (iyi olmayacaksa) konuşma, konuşmayalım!... Öyle ki; sesimizin misafir olmadığı tek bir kulak sahibi dahi kalmamışken... Ve göz ve kalb ve ruh vesaire!... Tüm insanlara ki cinler de dahil bir bir, biricik davayı anlatırken bir tanecik bile olsun insan yahut cin taifesinden birisi ile malum manada konuşmamayı becerebiliyor, dilimizi ve hatta gönlümüzü tutabiliyorsak tamamdır!... Değilse zaten yollar çok uzun!... Ve fırınlar ziyade!... Kasalarla beraber ekmekler de vesselam!...


  9. Arkadaşlar!...

    Şu an için sağduyulu olun ve kendi işinize gücünüze bakın!...

    Nureddin Çoşan Efendi (ki daha çok O'nun yaptığı açıklama) hakkındaki düşüncelerinize ses ve suret vermeyin ve içinize gömün... Gömdüğünüz (gömeceğiniz) yere; içinize dönerken (kendimize göre) kabahat noktasında meşgul olmak için yeterli sayıda malzeme de muhtemelen gözünüze ilişecektir... Onlara meşgul olun... Ve işinize gücünüze bakın!...


  10. Muhabbetin Şartı

     

    Veysel Karânî, kendisine Rasulullahın (sav) hırkasını getiren Ali (ra) ve Ömer (ra)'e sordu:

    -Siz Muhammed (sav)i seviyor musunuz?

    -Evet

    -Peki eğer sevginiz sıhhatli ise Onun mübarek dişlerini kırdıkları gün ona muvafakat etmiş olmanın gereği olarak (Onunla hemhâl olmak için ) niçin dişlerinizi kırmadınız? Çünkü muvafakat, muhabbetin şartıdır. Sonra kendi dişlerini gösterdi, ağzında bir tane bile diş yoktu. Sonra ekledi:

    -Ben Onu sûret olarak görmedim, Ona muvafakat etmiş olmak için dişlerimi söktüm. Çünkü muvafakat dindendir.

     

    Bu dokunaklı söz ikisinin de içini sızlatmıştı. Anladılar ki muvafakat ve edeb makamı ayrı bir makam olup, Rasûlullah (s.a.v.)'ı görmemiş bulunan birinden edeb öğrenmek gerekmektedir. Fâruk:

    -Ey Veysel, bana dua et.

    -Umumî olarak dua ettiğimde, sana da dua etmiş bulunuyorum. İmanda meyih ve (tashih) olmaz. Her namazda teşehhüde oturunca: "Allahım, bütün mü'minleri bağışla." (İbrahim, 14/41) diyorum. Eğer sizler, imanı selâmetle kabre kadar götürürseniz dua sizleri de bulur, eğer bunu yapamazsanız ben boşuna dua etmem. Fâruk:

    -Nasihat et, dedi. Şöyle cevap verdi:

    -Yâ Ömer! Allah'ı tanıyor musun?

    -Evet.

    -Eğer O'ndan gayrısını tanımazsan senin için daha iyi olur.

    -Biraz daha öğüt vermez misin?

    -İzzet ve Celâl sahibi Allah seni biliyor mu?

    -Evet biliyor.

    -Eğer diğer biri seni bilmezse senin için daha iyi olur. Fâruk:

    -Biraz bekle, ta ki sana bir şeyler getirip takdim edeyim, deyince, Veysel elini koynuna sokarak iki gümüş para çıkardı ve:

    -Bunları deve güderek kazanmışımdır. Şayet şu paraları harcayabilecek kadar yaşayacağıma dair bana teminat verirsen, ancak o vakit diğerlerini kabul ederim, dedi ve ekledi: Zahmet ettiniz, şimdi geri dönünüz, zira kıyâmet yakındır, bir daha ancak dönüşü mümkün olmayan o günde karşılaşırız. Ben şimdi kıyâmet yolunun azığını hazırlamakla meşgulüm.

     

    Karen'liler, Kûfe'den döndükleri zaman Veysel, kavmi arasında hürmet ve itibar görmeye başladı. O ise bunu istemiyordu. Onun için oradan kaçtı, tekrar Kûfe'ye geldi. Bundan sonra Herem b. Heyyân hariç onu bir daha kimse görmedi. Herem diyor ki:

     

    -Veysel'in şefaatteki derecesinin hangi hadde ulaştığını işitince, onu görme arzusu bana galebe çaldı. Kûfe'ye giderek kendisini aramaya koyuldum. Tesadüfen Fırat sahilinde abdest alıp elbise yıkarken buldum. Selâm verdim, selâmımı aldı ve bana baktı. Musafaha etmek istedim ama elini vermedi. Yâ Veysel! Allah'ın rahmeti üzerine olsun, Allah seni bağışlasın, nasılsın, dedim. Hâlinin zayıf olması ve ona olan muhabbet ve merhametin sebebiyle beni bir ağlama tuttu. O da ağladı ve:

    -Ey Heyyân'ın oğlu Herem! Allah ömürler versin, nasılsın, seni bana kim kılavuzladı?

    -Benim ve pederimin ismini nereden bildin, beni hiç görmediğin hâlde nasıl tanıdın?

    -Hiçbir şey ilminin haricinde kalmayan ve her şeyden haberdar olan bildirdi ve de ruhum ruhunu tanıdı, zira mü'minlerin ruhları yekdiğerine âşinâdır.

    -Bana Rasûlullah (s.a.v.)'tan bir hadis rivayet et.

    -Ben O'nunla görüşmedim ama hadislerini başkalarından dinledim. Lâkin, muhaddis, müftü ve müzekkir (vaiz) olmak istemem. Zira benim işim nefsimledir, bundan vazgeçmem.

    -Okuyacağın bir âyeti dinlemeyi arzu ediyorum. Veysel, bunun üzerine eûzüyü çekti, hıçkırarak ağladı ve: "İnsi ve cinni ancak bana ibadet etsinler diye yarattım" (Zariyât, 51/56). "Biz yeri, göğü ve ikisi arasındaki şeyleri oyuncak olsun diye yaratmadık, bunları ancak hak ile yarattık. Lâkin insanların çoğu bunu bilmezler." (Duhan, 44/38-48) meâlindeki âyetleri okudu. Ve öyle bir nâra attı ki az kalsın aklı başından gidiyordu. Sonra bana dönüp sordu:

    -Ey Heyyân'ın oğlu, seni buraya getiren sebep nedir?

    -Seninle huzur ve sükûn bulmak.

    -Ulu ve Yüce Allah'ı tanıyıp da O'ndan başkasıyla huzur ve sükûn bulan birini hiç görmedim, tanımadım!

    -Bana öğüt ver.

    -Yattığında, ölümü yastığın altına koy, kalktığında göz önüne getir. Günahın küçüklüğüne bakma, kendisine karşı günah işlediğin zatın büyüklüğüne bak. Eğer günahı küçük görürsen Allah'ı küçük görmüş olursun.

    -Nerede ikâmet etmemi emir buyursun?

    -Şam'da.

    -Orada maîşetimi nasıl temin edeceğim.

    -Üzerinde şirk gâlib olan ve öğüt kabul etmeyen gönüllerden elaman!

    -Diğer bir nasihat daha lütfeder misin?

    -Ey Heyyân'ın oğlu! Banan öldü. Adem, Havva, Nuh, İbrahim, Musâ, Dâvud, Muhammed (s.a.v.) de vefat etti. Rasûlullah'ın hâlifesi Ebu Bekir irtihâl etti, biraderim Ömer de öldü. Vah, vah Ömer'im...

    -Allah'ın rahmeti senin üzerine olsun, henüz Ömer ölmedi.

    -Hakk Teâlâ bana Ömer'in acı haberini vermiştir. Sonra ben ve sen de öleceğiz, dedi ve salavât getirdi, dua etti. Benim sana nasihatim şu olsun, dedi:

    -Ulu ve Yüce Allah'ın Kitab'ında gösterilen ve sâlihlerce tutulan yola sıkı şekilde sarıl, ölümü hatırlamaktan bir an dahi gâfil olma, kavmine varınca onlara nasihat et, Allah'ın mahlûkatına öğüt vermekten geri durma, ümmetin cemaatına (ve ehl-i sünnete) muvafakat etme hâlinden bir adım bile geri atma, aksi takdirde farkına varmadan derhâl dinden çıkar, cehenneme yuvarlanır gidersin.

    Sonra bir miktar dua etti. Ve: "Ey Heyyân'ın oğlu, hadi şimdi buradan git, ne sen beni göreceksin, ne de ben seni! Seni hayır dua ile yâdedeceğim. Sen de beni duada unutma. Sen şu taraftan git, ben de bu taraftan gideyim." dedi. Bir süre kendisiyle gitmek istedim ama bana izin vermedi ve ağladı, beni de bir ağlama tuttu. Bana anlattıkları sözlerin ekserisi Ömer ve Ali (ra)'ye dairdi. Sonra ardı sıra ağladım ağladım. Nihâyet gözden kayboldu, bundan sonra bir daha kendisinden haber almadım.

    • Like 2

  11. Altın Silsile'nin beşinci halkası, Nur Peygamber aleyhisselam'ın nur torunu ve sadık evladı Ca'fer b. Sâdık b. Muhammed radıyallahu anh buyuruyorlar ki:

     

    Aşk, ilâhî bir cinnettir; övülen veya yerilen bir şey değildir

    • Like 1

  12. Âşıkları Kınayanın Cezâsı

     

    (Cüneyd-i Bağdâdî'nin dayısı ve mürşidi olan büyük veli) Seriyyü's-Sakatî (kuddise sirruh) Ya'kub (aleyhisselam)'u rüyasında görüp:

    -Ey Allah'ın Peygamberi! Yûsuf için cihâna saldığın bu vâveyla nedir? Senin Hazret (cc) hakkında muhabbetin kâmil idiyse, şu Yûsuf meselesini ve tutkusunu defedip gitseydin ya! dedi. Bunun üzerine ruhuna:

    -Ey Serî! Kalbini koru! diye bir nida erişti. Sonra ona Yûsuf'u gösterdiklerinde bir nâra atıp aklı başından gitti. 13 gün aklı başında olmadığı halde düşüp kalmıştı. Kendine gelince dediler ki:

    -Dergâhımızda âşıkları kınayan bir kimsenin cezâsı işte budur!

    • Like 1

  13. Allah'ın talibi olan bir talebeye düşen ne günah işleyen bir kula sövmek ne de ilahi bir hal yaşayan kardeşini övmektir... Allah'a talip olan kendi ile meşgul olacak... Hakk'ın talibi kendi ile meşgul olurken aynı anda kendisi gibi bir imtihanın tam ortasında ve nefsin tuzağındaki isyankar ve itaatkar kardeşlerine de dua edecek...

    • Like 1

  14. Halimden dolayı kırdığım ve incittiğim kim varsa özür diler ve doğan hakkın helalini talep ederim...

    Bağışlasınlar ve dua etsinler...

    Ne zaman şu an ki halimiz, malımız olur...

    İşte, o zaman her şey yerli yerine oturur...

    O zaman dökülenler olsa da incinen ve kırılan bir kimse dahi kalmaz...

    Dua edelim ve işimize gücümüze bakalım...

    Halimizi korumak için; helal ve haram, iyi ve kötü ve adab bahsinde sabırlı olmak ve haddi aşmamak için birbirimize dua edelim ve yalnız kendimizle meşgul olalım inşaallah...

    • Like 1

  15. Perdeler

     

    Perdeler şu perdeler,

    Dükkanlar ve fantalar.

    Perdeler hep perdeler,

    Gözlerde avantalar.

     

    Perdeler o perdeler,

    Ruhsatsız acentalar.

    Perdeler hep perdeler,

    Taşlar, kuşlar, suntalar.

     

    Perdeler bu perdeler,

    Topluluksuz cuntalar.

    Perdeler hep perdeler,

    Tasdiksiz cirantalar.

     

    Perdeler de perdeler,

    Yemeksiz lokantalar.

    Perdelerde perdeler,

    Ayarsız pırlantalar.

     

    Ankara, Mayıs 2011


  16. Niyet!...

     

    Nedir niyet?...

     

    Niyet, ne olursa olsun herhangi bir şeyi yapmak, herhangi bir şey olmak, herhangi bir şeye varmak arzusu, herhangi bir şeyin talebinde bulunma, herhangi bir şeyi gizli yahut açık olarak bilerek veya bilmeyerek istemek olarak tarif edelim kısaca...

     

    Kısaca diyoruz, zira niyet edilebilecek milyonlarca şeyi de katarsak niyetin tarifinin ne ucu görünür ne de bucağı...

     

    Ve neden niyet noktasında yine kısa (uzun ama) kısacık tarifine dönelim. İnsan için niyet tam anlamı ile ölene dek her an devam edecek, bir ihtiyar dahilinde veya gayri ihtiyari ortaya çıkacak ya da saklı kalacak ve küçük-büyük, hak-batıl, iyi-kötü zahiren cereyan eden her hadisede şeklen; haset-gıpta, kin-muhabbet, kötü düşünce-iyi düşünce olarak batınen görünmese de aşikare belirecektir. Neden niyet noktasındaki bu aleniyet, zuhurat ve açıklık; (neden)in, (ne)ye havale edilmesinin izahıdır.

     

    Ve evet...

    Nasıl bir niyet?...

    Ve en nihayet nedir niyet?...

     

    Niyet ikidir... Dilin dediği (zahiri) ve kalbin söylediği (batıni)... Halk nazarında makbul olan niyet; insanın ağzından işittiği, yapıp ettiklerinden görerek şahit olduğu, kulağı ile kimilerinin aktarması ile haberdar olduğu niyettir... Ve böylesi bir niyet olması gerekir. Hak nazarında makbul olan niyet ise; talib olan insanın kalbinde yaptığı niyettir ki aslolan da budur... Kalbi bir niyet, dilin yaptığı bir niyet ile birleşir ise "nasıl bir niyet" noktasında kemale ulaşılır... Ve bu kemal niyet, talibin ameli ile; yapıp ettikleri ve yapmayıp terkettikleriyle ortaya çıkar... Yalnız dil ile yapılan fakat kalpde olmayan bir niyette insan; hem niyetiyle hem de niyetle beraber niyet ettiği şeyi yapmak yahut yapmamak noktasında zarar eder... Ve yalnız kalb ile yapılan fakat bir şekilde amele yansımayan niyette ise talip her halükarda kar eder...

     

    Misal; Allah ve Rasulü için ve Dostlar hatrına İslam için (ki siz İslam deyince insan, hayvan, nebat vesaire her şeyi anlayın...) cebinde ne var ne yok hepsini harcayan hatta bankadaki hesabında bulunan 100 trilyon lirayı bağışlayan ve daha da ileri giderek canını bu yolda kaybeden bir insanın niyeti yalnız dilinde ise o adam zarar etmiştir... Ve cebindeki para da, bankadaki varlığı da ve canı da o adamdan davacı olacaktır. Zira o adam kalbi kabul etmediği halde dili ile "Niyet ettim Allah için vermeye" derken aslında eşi, komşusu, diğer zenginler, mahalle muhtarı, belediye başkanı, başbakan ve cumhurbaşkanı: Vay be!... Helal olsun!... desinler diye harcamış ve Allah'a ortak koşarak şirk batağına saplanmıştır... Dilindeki niyeti ile derdi Hakk'tan gelecek olan rıza ve hoşnutluk değil Halk'ın göstereceği takdir, teveccüh, iltifat, hayranlık, övgü, ihtiram ve saygıdır... Üstelik ölmüş olsa bile... Şirk batağı öyle bir beladır ki; insanlar beni övsün de varsın ben öleyim, ne de olsa arkamdan konuşacaklardır düşüncelerine kadar bir insanı içine çeker ve işi düşüncede bırakmayıp amele de döker... Ama kalbin katılmadığı böyle bir amelde insanı büsbütün zarara sokar...

     

    Oysa kalp ile yapılan bir amelde bir talip, Allah ve Rasulü için ve Dostlar hatrına İslam için kalbinden: Ah keşke şu delik olan ceplerimde bir kuruşum olsaydı da bu Dava'ya harcayabilse idim" diye niyetlense, Allah olmayan ve harcanmayan o bir kuruşu yarın (belkide bugün) "Rızayı Bari" yani Kendi Rızası olarak o talibin karşısına çıkarır... Zira Allah Teala kulunun, talibin kalbine, kalbindeki niyete nazar eder... Ve Habibi aleyhisselam'ın dili ile: Niyet, amelden efdaldir (faziletlidir...) ilanını duyurur.

     

    Ve "en nihayet niyyet nedir" bahsinde de kaydedelim ki: En nihayet niyyet; evvela bir talibin kalbinde doğan sonra diline ve en sonunda bir ömür ameline yansıyan talep, arzu ve istektir vesselam...

    • Like 1

  17. Öcü!!!.......

     

    (İyi ve güzel ancak ve ancak Allahın Dostlarından, Onun Peygamberinden ve yalnız Ondandır...)

     

     

    Ey müslüman!...

    Ah insan!...

    Ah!...

     

    Kalbine gelene bir bak ve vur!... Gelen ve giden ne varsa "şeriat"a vur. Ya da yok, yok!... Şeriata vurma!... Şeriat nedir, bilmeyenler; şeriatı yanlış işitenler, öğrenenler, okuyanlar, yaşayanlar, görenler; şeriattan haberi olduğu halde bihaber olanlar, "şeriat" kelimesinin ruhundan habersiz oldukları için, bu kelimeyi; "şeriat"ı duyunca korkarlar, ürkerler ve rahatsız olurlar... Biz, ey müslüman, ey insan!... Kalbine gelene bir bak ve vur!... Gelen ve giden ne varsa (...) dedikten hemen sonra şöyle devam edelim: Evet gelen ve giden ne varsa, o bütün gelen ve gidenleri hiç düşünmeden seni yoktan var eden, sana yarattıkları içinde yapılacak bir güzellik yarışmasında daha sahneye çıkmadan birinciliği ta ezelden ilan edilecek kadar; hane değil, sokak değil, cadde değil, mahalle değil, köy değil, kasaba değil, şehir değil, bölge değil, ülke değil, kıta değil, yedi kıta değil, dünya değil, alem değil, alemler değil, tam olarak tamı tamına, ne bir eksik ne üç fazla tastamam onsekizbin alemin güzeli kılan; seni evet seni, İsra suresinin 85., Tin suresinin 95., Hicr suresinin 29. ve elbet en genel manada zaten bizzat kensini için, insan için indirdiği, Habibi Olan Son Peygamber (aleyhisselatu vesselam)ın göğsüne Cibril (aleyhisselam) kanalı ile akıttığı ve koruyuculuğunu Zaten, Zat olarak bizzat kendi üstlendiği son ve en ekmel; mükemmel ihsanı olan Kuran-ı Kerime ve sonsuz hayra varman ve ermen için O aziz kitabın ruhuna talip olarak yaratan; ve evet, elbet seni, seni, seni; kendisine çekmek için Zariyat suresinin 56. ayetinde işaret buyurduğu manaya erdirmek için, uğrunda her şeyi yarattığı sevgilisi, yine sevgilisi ve hep sevgilisi olan Hazreti M....... sallallahu teala aleyhi vesellemi, nazarında bir sivrisinek kanadı değeri kadar olmayan ve çirkinler çirkini olan dünyaya sevketmek için aşikar ve saklı, sayısını ancak kendisinin bileceği bir çok sebebi yoktan var ederek ve o nedenleri bahane ederek O(aleyhisselam)nu bu fani alemde yaşatan ve seni hakkıyla, hakikaten, hak olarak ve hakkını vereren seven; sana gözün gördüğü, kulağın duyduğu, elin değdiği onca şeyin dışında akıl almaz güzellikler, hayırlar ve nimetler hazırlayan, sana gaye olarak ne bir leşten ibaret dünyayı ne de ne ölümün ne de tasanın olduğu cenneti, cennetleri değil nurdan işaretlerle yalnızca kendi rızasını belirleyen ve sana çok acıyıp, çok acıyan ve çok acıyacak olan Allahın ve şimdi manasından akıtılacak olur ise sonsuza kadar yazılabilecek mananın sahibi, mana sultanı, Allahın Sevgilisi (allahümme salli ala seyyidina muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain)nin ki O evvela Rabbinin sonra Onun kullarının ashabının, kendine sonra gelecek olan ümmetinin, büsbütün insan ve cinnin ve Biricik Aşkının yarattığı her şeyden sonra senin; ey müslüman, ah insan senin aşığın olan o; Son Peygamber (aleyhisselam)ın ölçüsüne yani Kurana ve Sünnete velhasıl "şeriat"a vur, diyelim kısaca!!!...

     

    Ve en nihayet ey müslüman, ah insan!... Evet, kalbine, gönlüne, ruhuna gelen giden her ne varsa yalnız bir damlacığını aktarmaya çalıştığımız, sana yalan ve yanlış izletilen, öğretilen, duyrulan değil işte, işte bize akıtılan ve duyrulması istenen ve büsbütün senin iyilik ve güzelliğin için olan Allahın ezel ve ebed huzur sistemi olan bu "şeriat"a vur ve vurduktan sonra bir adım geri çekilerek bak!...

     

    Sayet gelenler ve gidenler bu ölçülere uyuyur diye kalbinde doğan bir şey var ise onu al ve gerisinde ne varsa at gitsin!...

     

    Sonra da yaşa!... Yaşa da alem, büsbütün alem, bütün varlık müslüman görsün, insan görsün. Şeriatı, Kuran ve Sünneti, İslamı yaşa ki; Allahın Dostu sevinsin, Allahın Habibi tebessüm etsin ve Allah hoşnut olsun. Olsun olsun da iblise bir manada, güzeller güzeli ve her hükmünde hikmet sahibi olan Allahımız:

     

    Şimdi anladın mı ey cahil!... Neden Ademe secde et diye emir eylediğimi!... diye ta ezelden yaptığı ilanını bir de bugün, zamanın ahirinde, sevdiklerinin vesilesi ile ve bir şekilde herkeslere duyursun...

     

    Ve korkulan o şeyin yani şeriatın aslında en güzel korkuya, bütün korkuları korkutan o korkuya; Allah korkusuna biricik vesile olduğunu ve ondan, şeriattan, Kuran ve Sünnet üzre bir hayat yaşamaktan korkmak yerine aslında bütün davanın bu hayatı yaşamak olduğunu bir kez daha ilan etsin...

     

    Hele, sen bilmesen de ve anlamasan da bir yaşa!... Yaşa, anla ve anla ki ağla!... Ağlamak ne güzel bir sünnettir ya hu!...

     

    Haydi yalnız Allah için, Kuran ve Sünnet üzre hiç ölmemek için bir hayat yaşamaya: Bismillah, niyyet ettim Allah rızası için yaşamaya, vesselam...

    • Like 1

  18. -Allah güzeldir ve güzeli diler. Ve ne güzel ki ancak güzel olan Allah'ın dilediği olur...

     

    -Allah, kim neye niyet ederse, o niyetini er-geç tahakkuk ettirir ve haldeki niyeti herhangi bir kazaya uğratmadan kaza mahalline, kaza anına vardırır, oldurur ve gösterir...

     

    -Canım sıkıldı. İnce uçlu kalemim kayıplarda. Oysa, inceleri ben pek çok, pek çok severim...

     

    -Kardeşim; bacım!... Her gördüğünü, her duyduğunu, her bildiğini öyle herkese anlatma ki Allah da seni, senin gizli-saklı onca işini açık edip herkese ve her şeye gösterip de seni ağlatmasın... Allah'ın sırrını tutan, sırlara erer... Sır Olan'a erer ki elbette yine Allah Teala Hazretlerinin izinleri, Peygamber sallallahu teala aleyhi vesellem Efendimiz'in duaları ve Sadat-ı Kiram kaddesallahu esrarahüm büyüklerimizin himmetleri ile vesselam...

     

    -Sen, sana düşeni yaparsan; O da kendine düşeni yapar...

     

    -Kimsenin derdi ile uğraşmadan herkese derman olmanın derdine düşün...


  19. Bir yerlerde geçen yaşanmış bir hadisedir...

     

    Z: HİÇ DÜŞÜNDÜNÜZ MÜ: SANATIN SONU VAR MIDIR?

     

    X: Şu an düşündük!... Bir saniyede ve tek kelimede cevap geldi: Yoktur... Zira sanatçıların sonu olsa da Sanatkar'ın sonu yoktur... Hal böyle olunca sonu olmayan Sanatçı'nın sanatının da elbet sonu yoktur...

     

    Y: iki şeyin sonu yoktur; sanatın ve onu ucube diye yıkan örümcek beyinlerin...ama ilkinden emin değilim...:)

     

    X: Emin olmak için emanete sahip çıkmak gerekir... Sanatın sonundan şüphe etmek ve bu şüpheye gülmek!... Ağlanası hale gülmek diye tarif edilen tablo... Bu satırlara şehadet getirin, şahit olun...

     

    Beyindeki örümceğin zararı olmaz!... Üstelik faydalıdır bile... Nasıl, diyenlere cevap: O, örüm örüm kafalı(lar) ve örümcek beyinli(ler) öldüğünde ve toprağın altına sokulduklarında mezardakiler bayram edecek... Onca haşerat için örümcek gibi ziyafet mi olur!... Şimdiden onlar adına "cümle örümceklilere" teşekkür edelim.

     

    "Y" mütebbessim çehren solmasın. Hep gülesin ve etmeyesin, etmeyesin... İlk olandan şüphe etmeyesin... Ve sahibi olduğun emanete sahip olasın, emin olasın...

     

    Y: bizim memleketin haşeratları çok şanslı o zaman he? :)

     

    X: Herkes ve her şey kendi meşrebinden olanlar ile ilgilidir, derler... Ve ilgi; alakayı ve alakadarı işaret eder...

     

    Şans meselesinde evet haklısın!!!... Hem de çok...

     

    Bu arada az evvel beraberdik toprak altı haşerat taifesi ile (ki çok yakınızdır), toprak üstündekilerini hasret ve iştiyakla bekliyoruz, diyorlar... Ve yemin ediyorlar: Onlar gelene dek niyetliyiz... Hem de gece gündüz... Ha unutmadan, selamları da var...

     

    Y: Haşerat:

    (Haşere. C.) Küçük zararlı böcek, akrep ve yılan gibi hayvanlar.

    Mc: Zararlı ve kıymetsiz kimseler.

    -anlı/yorum- :)

     

    X: Anlayam/azsın... Zira bizim lügatçemiz başkadır... TDK'da, me-de-ka'da bizim kastımızın ve muradımızın noktası bulunmaz...

     

    Amma... Evet amma anlamak ister isen o başka... Gönül kapısının kapatıldığı ne görülmüş ne de duyulmuş bir şey... Buyur...

     

    Y: ok ok anladım ben seni...:) eyvallah hoca...:)

     

    X: Evet sayın seyirciler sıradaki eser sizin için geliyor... Bütün anlayışlılar için...

    Üstad Necip Fazıl seslendiriyor:

     

    Anlamak yok çocuğum anlar gibi olmak var,

    Akıl için son tavır saçlarını yolmak var...

     

    Anlayışlılar eseri dinleye dursun da... "Y" benim henüz hiç bir diplomam yok ha... Vaziyet ve manzara bu iken ne hocası ya hu!... Hem hoca camide, hoca camide... Amma talebe olduğumuzu bil yeter... Anlaman için de... Bir ihtimal...

     

    Yani şu (ç)alan eserin muhatabı sen değilsin!... Zaten spiker de anons ederken hedef kitleyi belirtmişti... Cami dedik bak Ankara'da sabah ezanı okunuyor... Dua edelim... Makbul bir andır vesselam...

     

    Y: ben seni seninle konuşmayacak kadar anladım...:)

     

    X: İyi ama çoook geç kaldın (konuşamayacak kadar anladım, derken)... Gerçi anlamam, bilmem ben... Belki de oldukça erkendir... Hem de çoooktan da çoooooook...

     

    ...

×
×
  • Create New...