Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

kurşunkalem

Editor
  • Content Count

    467
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    4

Posts posted by kurşunkalem


  1. Giden kim, dönen kim diyorsunuz değil mi?

    Kim olacak? Aydın Doğan’ın özel yetenekli çocukları..

    Ertuğrul Özkök ve Ahmet Hakan Doğan..

    Güya Umre’ye gittiler..

    Gitmeden önce kırk gün kırk gece reklamları yapıldı holding medyasının irisinde, ufağında..

    Sanki padişahın Sultan Hanımları gidiyor kutsal topraklara..

    Umre vecibesini yerine getirmek için gitseler amenna..

    Eğer öyle bir niyetleri olsaydı patronları onları anında gazeteden şutlardı..

    Çünkü, din ile, dini semboller ile pek arası yoktur büyük patronun..

    Şayet dini değerlere az biraz meyli olsaydı Bekir Coşkun’u, Özdemir İnce’yi, Yalçın Doğan’ı, Yalçın Bayer’i, M.Yakup Yılmaz’ı, Yılmaz Özdil’i seçip seçip, bol sıfırlı ücretler vererek gazetelerinde istihdam etmezdi.

    Yani şimdi sayın Aydın Doğan şeriatçılığı seviyor mu?

    Kabe’nin avlusuna kadar varıp 2 rekat namaz kılmadan döndüklerini açıklayanların umresi makbul müdür?

    Amma gitmeleri gerekiyormuş..

    İtibar kaybeden, tiraj kaybeden gazetelere Mekke aşısı vurmak akıl edilmiş olsa gerek..

    Ya da,

    İslâm’ın eksikliklerini bulmak için bu yolculuğa çıkılmış ki, gelecek günlerde aleyhte bir saldırı kampanyası başlatalar..

    Sahi siz bu güne değin 3 günlük umre duydunuz mu?

    Rehber, “Kabe’yi ilk gördüğünüzde içinizi bir coşku kaplar” demiş..

    Özkök, “Ben öyle bir hisse kapılmadım” diyor ki, gidiş sebepleri çok iyi anlaşılsın.. Ben anladım Ertuğrul..

    Hele “Ahmet Hakan büyük nefis mücadelesi verdi.. Çünkü kırık kolu ile büyük izdihamın ortasında çok mücadele etti” diyorsunuz..

    Yahu, ben de kırık kolumla gitmiştim Hacca.. Hem de gitmeden 6 gün önce kırılmıştı kolum.. Umredeki izdiham Hac günündeki izdihamın yanında çok zayıf kalır..

    Doğrusu birbirinizi cilalamaya hiç gerek yok..

    Söyleyebilir misiniz?

    Şeriata taraftar mısınız, değil mi?

    Siz ve sahibi muazzamanız bugüne değin Hac-Umre, namaz, oruç gibi şeriatın emirlerini hiç nefsinizde tatbik ettiniz mi? Ettinizse nerede, ne zaman, biz de öğrensek seviniriz..

    Gerçekten Umre’ye gittiğinize inansa, başyazarınız Oktay Ekşi’nin yüreğine inerdi.. Demek ki uyduruk bir ziyaret olduğuna Ekşi de inanmaktadır..

    Ertuğrul Özkök ile Ahmet Hakan Doğan’ı anlıyorum..

    Gideceksiniz diye emir aldılar, gittiler..

    Gördüklerinden, yaşadıklarından aykırı hikayeler çıkaracaklarını adım gibi biliyorum..

    Bugüne değin tanımadan, uzaktan atış yapıyorlardı dindarlara..

    Artık hem yakından, hem bazı şeyleri öğrenmiş olarak saldıracaklar.

    Sen ne diyorsun bu hususta dinsizliğini deklare eden Özdemir İnce?

    Ya sen PAKO isimli itin babası Bekir Coşkun?

    M.Yakup Yılmaz sen de söyle bakalım iyi mi yaptılar, kötü mü?

    Senin de fikrini almak istiyorum Yalçın Doğan efendi..

    Sizsiz olur mu Yalçın Bayer, Yılmaz Özdil?

    Azınlıklardan sorumlu Holding Medya’nın küçük boy gazetesinde hem yazarlık yapan, hem dindar Müslümanlara karalar çalmayı marifet sayan Yıldırım Türker, Haluk Şahin, Türker Alkan beyefendi?

    Patronu kebiriniz çok konuşulacak, üzerinde yıllarca durulacak bir ilke imza attı/attırdı değil mi?

    Amma eksik bıraktı bence..

    Görevli gönderdiği ikiliye, yani Ertuğrul Özkök ve Ahmet Hakan Doğan’a Ayşe Arman’ı niye yoldaş etmedi?

    Ayşe kız, böyle gizli işler için biçilmiş kaftandır.

    Çarşaf giymesini emrettiniz, yerine getirmedi mi?

    Ayıp ettiniz, ayıp..

    Ayşe Arman’lı bir umre seyahatı daha da alengirli olurdu..

    Namaz kılmasını bilmezmiş..

    Sanki Ertuğrul Özkök biliyor mu?

    Bilse, Ahmet Hakan Doğan’ı yanına katarlar mıydı?

    ====================

    Nereye kazma vursan cephane çıkar

    Dernek zannettiğin yer kelphane çıkar

    Ciddiyet dağa kaçmış ceylandır şimdi

    Kokladığınız otlar hep nane çıkar.


  2. Asrın iftarı başlığı ne güzel yakışmış bu dolu dolu geçen toplantıya :)

    Çok güzel bir ortam ve çok dolu insanlarla beraber olmak şahsım adına çok sevindiriciydi.Gerçi biraz ilk katılımım olduğu için kendimi yabancı hissettim ama fatmab ve nevbahar kardeşlerimin yakınlıkları biraz olsun su serpti yabancılığıma :))

     

    Organizasyon için bin teşekkür.


  3. S.a yanlış anlaşılmamak, bu cevabın kesinlikle benlik şuuru ile yazılmadığını belirtmek ister ve ki fikir açısından okumuş olduklarıma, yazdıklarınıza madem cevap istediniz, buyrun .okuyunuz.

    Sayın razali,yayınlanmış olan güncel konuda ki bayanın samimiyetsizliğine inanmamış olabilirsiniz,doğaldır.Herkesin bir anlama kaabiliyeti vardır bu bir.

     

    ''hocaefendi'nin cemaati belki de hergün yüzlerce insanın türk'ü, türkiyeyi, -kısmen de olsa islamı tanımalarına vesile oluyor. bugün kadının biri kalkmış bu cemaat hakkında iki kelam etmiş, yarısını da berbat etmiş, kalkıpta aa bak ne hoş birini daha kazandık diye içten içe sevinmenin anlamı yok''diye yazmışsınız.

     

    Efendim, zamanın bu kadar insanlıkdan, müslümanlıkdan aciz kalındığı şu naçar dönemde, kalkmış gepgenç insanlar bir ömür adamış ve islamiyeti bırak ''Allah razı olsun'' sözünü dahi duymayan ,sözde müslüman,baskı altında ,sömürge altında yaşayan islamdan bir haber olan insanlara islamın özelliklerini götürmüşler,canhıraş çalışmış bir sahabe gibi evlerini terk-i diyar etmiş ve kendi kesiminden olmayan atatürke tapan bir kadından takdir almış.bu sizin açınızdan kayda değer olmayabilir sayın razali ama gerçeklerde inkar edilemezken, biz kendi vatanımızda bir ramazan orucunu dahi tutmakdan aciz insanlara, kulluk şuurunu açıklayamamışken ,onlara, o dupduru insanlara atatürke tapanı bırakın, tüm dünya kelam ediyor ,bir siz bir ben etmemişim çok da kimsenin takıldığı bir konu değildir, yazıyı yazan bayana takdirname de verilmiş hiç değildir.berbat ettiği dediğiniz diksiyonuda kimsenin umrunda değildir.

     

    sorduğunuz bir iki kelamada nacizene şu cevaplar vardır, tabi size kafi gelecekse.

     

    Bana göre sigara haramdır diyen Fethullah GÜlen açıklama olarak şunları söylemiştir.

     

    Tedricî intihar olduğu için sigara haramdır demiştir.

    Sigaranın sebep olduğu çok çeşitli rahatsızlıklar vardır,bunu görmemek için apayrı bir ülkede ve dünyadan bir haber yaşamış olmak gerekir. Bu rahatsızlıkların yanısıra sebep olduğu ailevî, iktisadî ve içtimaî problemler vardır.tahminim bu günün sigara fiyatları 3, 4 liradan başlar,aylık yıllık hesabınıda siz tahmin edecek kadar anlayışdasınızdır. Sigaraya verilen para tamamen israf olduğu için haramdır hem de çoluk çocuğun rızkından kesilerek verildiğinden, doğrudan kul hakkı ihlali söz konusudur. Sigara içilen kapalı mekânlarda, kahvelerde pasif içiciler dumanaltı olmaktadır, bundan çok olumsuz etkilenldiği artık şimdiki yasaklarlada kesinleşmişdir.. Bu, hem içenler hem de pasif içiciler için tedricî bir intihardır. Sigarayı içen, zehirlediği insanın da hakkına girmektedir. Sayısını tahmin edemediğimiz binlerce gencecik insan bir hiç uğruna telef olup gitmektedr,ülkemizde artık sadece yaşlılar değil gençlerde de kanser hastalığı fazlalaşmıştır. Bu gerekçeler göz önüne alındığında sigara haramdır diyen Fethullah Gülen bunları açıklar ve direk sigara haramdır zaten diyemez. Selef ulemasının bu mevzuda net bir fetva vermemiş olması ihtimal o dönemde sigaranın zararlarının bu derece bilinmeyişindendir.zamanımızda bile ilim daha kendini yeni yeni bulmuşken o dönemde zaten detaylı hastalık teşhisleri konmamaktadır. Eğer onlar da sigaranın zararlarının bu derece olduğunu bilselerdi fetvaları daha farklı olurdu diye buna ilk cevabı vermiş olalım,dilerim bu da kafi gelir.

     

    ayrıca bu konuda sadece Fathullah Gülen bu fikri savunmamış

     

     

    Prf. Hayrettin Karaman da aynen şunları yazmıştır.Direk Fethullah Gülen hedefi yersizdir.

     

    - Sigara, 3 sebepten dolayı dinen haramdır

    Üç sebepten dolayı sigara tiryakiliği ve sigara dinen haramdır. Birinci olarak sağlığa zararlıdır. İkincisi çevreye ve insanlara zarar vermektedir. Şeran boşa para vermek israftır. Sigaraya verilen ise boşa verilmenin yanında sağlığa zarar veren bir şeye verilmesinden dolayı israftır. Bunlar tek başlarına bile haramken üçü bir arada olduğunda sigaraya ve tiryakiliğine haram hükmü verilir. Geçmişte İslam alimlerinin bir kısmı sigaraya mekruh veya mubah hükmünü vermeleri tamamen bilgisizlikten kaynaklanmaktadır. Tıbbi tahliller ortada yokken zararının bu kadar tehlikeli olduğu bilinmezken mubah veya mekruh hükmü verilmiştir.

     

    Abdulaziz Ad-Derbağ, sigara hakkında yorum yapmıştır.Onada bakar iseniz, rahatlatıcı cevaplar almış olursunuz..

     

    Başörtüsü teferruattır:

     

    Fethullah Gülen "teferruattır" sözünü, öncelik meselesini vurgulamak için sarf etmiştir. Başörtü sorununu öne çıkarıp, bunun kavgasını vermenin bir üslup hatası olduğunu söylemekle beraber.

    Başörtüsü hususunda ne demişti:

    "Örtü mevzuunda bir şey demeğe hakkımız yok. Konuyla ilgili Kur'an-ı Kerim'de açık sarih nasslar var. Bu itibarla mevzu, yorumların dışında kalır. Çünkü bu bir Allah emridir."

     

    Şimdi bu cümle okununca, "başörtüsü teferruattır" anlamı çıkıyor mu? Tabiî ki çıkmıyor. Çünkü teferruat, "olsa da olur, olmasa da" manâsına gelir. Fethullah Gülen "teferruattır" sözünü, öncelik meselesini vurgulamak için sarf ediyor. Başörtü sorununu öne çıkarıp, bunun kavgasını vermenin bir üslup hatası olduğunu söylüyor. Başörtüsünün iman ölçüsünde önem taşımadığını anlatmak istiyor. bunlar biraz araştırılmış konu olarak anlaşılsa idi ne iyi olurdu.

     

     

    İmansız bir kafire şehadet getirtmeden kapanman gerek demek onun apışıp kalması demekdir ve de saçmadır.

     

     

    Gelelim Fethullah Gülen'in papa hazretleri hitabına..

     

    Osmanlı Padişahlarının papalara yazdıkları nağmelerde,Haşmetlü, asaletlü, meveddetlü, dost-ı velakarımız hazretleri` diye hitap ettiğini bilmem ki hiç duymuş muydunuz?...Tarihçi Tacettin Kayaoğlu'nun,Beyaz diplomasi adlı kitabı ,Osmanlı Vatikan konusunu ele alır ve okunmasını tavsiye ederim.Belkide buradan bulamayacağınız cevapları oradan okur ve tatmin olursunuz devam edersek hazretleri kelimesinden.

     

    Bu hitabetleri kullanmak o kişi veya kişilerin dindarlığından şüphe etmemizi gerektirecek bir unsur değildir.Sonuçta insanlar, aralarında birbirlerine, bay, bayan, sayın ,saygıdeğer vs. gibi kelimeleri hep kullanmıştır, burada rahatsızlık duyulan papa olduğu için, hitaba ters bakılmasıdır.Kalkıp ''bu adam papa bu adama aykırı kelime kullanalım'' diyerek yola düşülme ihtimali olsa, papayı bırakınız tüm insanlara bir hitabet kılavuzu biçilmesi gerekirdi..Yine burada şahsi fikir önde sanıyorum, netice anlaşılmadan bir sonuça varmak hep bizlerin, ya da benim hatalarımdandır belki......

     

    Naçizane ben bir kaç kelam eyledim sayın razali,umuyorum ki tatmin olursunuz ya da daha detaylı açıklamaları burada soru sorarak değil biraz araştırma neticesinde bulabilirsiniz.Buradan kesinlikle şahsi olarak bir kıyaslama ile yazmış bir kelâmım yoktur,umuyorum ki ters anlaşılmamışızdır...Sürçü lisan etti isek affola...


  4. Mübarek ramazan ı şerifi bu kadar basite düşüren insanları sevmiyorum!

    Gözlerimizin içine baka baka, ben tutmuyorum, Allah ın bildiğini kuldan mı gizleyeyim dercesine hareket eden ve 'Allah senin tenasül organın var olduğunuda biliyor neden gizliyorsun' diye Üstad ça cevap verememeyi hiç sevmiyorum!

    Nİşantaşı gibi bir yerin bu kadar güzel bir mekanken,bu kadar da ayrı bir ramazansız şehir gibi görünümünü hiç sevmiyorum!

    Yalnız bırakılan oruç mefhumunu gözardı eden talihsizleri sevemiyorum!

    Yaşça çok şey öğrenmemiz gerekirken, yaşlılarımızın bazılarının sebepsiz orucu tutmayyıp, üstüne üstlük de iyi halt ediyolarmış gibi gövde gösterisi yapmalarını sevmiyorum!

    Ellerinde sigara benim de benim gibilerden saklı sigara içmelerini sevmiyorum (sanki ben görmemişim Hak görmüyormuş gibi hareket edip meydan okurcasına Allah' a, ortada ramazan ayını yok sayanlara tükürmemek için kendimi zor zapdediyorum!

    Hele ki bayanların ellerin de ucuz sigaralarla bu edepsiz hali sergilemelerinin, 'edep güzeldir kadın da daha güzeldir,cümlesini söylemediğim için kendimide sevmiyorum!

     

    Daha çok yazarım da fazla mı abarttım ne :)


  5. Neden inanmadığını araştırmak gerekir ki ihtimal bilmediği içindir.Ona Allah'ı anlatmak gerekir, uzak durmak çözüm olmaz, bilakis kafasında başka sorular oluşabilir.

     

    Nasıl ki sen beynini çıkarıp bana gösteremiyorsan bende sana Allah 'ı gösteremem.Senin beynini bana gösteremeyişin beyinsiz olduğun manasına nasıl gelmez ise benimde sana Allah'ı gösterememem O'nun yokluğunu göstermez.Denilebilir.

    Ben inanıyorum kaybettiğim bişey yok diyede eklenebilir.

    Ve kitap destekli yardımlar daha verimli olabilir bu gibi insanlar için.


  6. Çok fevrice bir yorum hafakan kardeşim...Tabi ki herkesin kendi fikri..

    İhsan Dağı burda bariz olarak kimsenin birbiriyle bir problemi yok diye vurgulamaya çalışmış.Kürtlerin müslüman olmadığını hiç duymadım bugüne dek.Benim yengemde bir kürttür ve gayet iyi bir müslümandır.

    Haklı haksız ayırt edişi sadece kürtlere yönelik değil, herkes için geçerli bir tabir değil midir?

    Yazar burada yazarlığını yapmış ve fikrini söylemiş,herkesin birbirini sevmesi gerektiğini..

    Elbette ki fikirler beğenilmeyebilir.


  7. Biliyorum, birçoğunuz başlığı anlamadınız. Ben de yeni öğrendim. Aynı cümleyi İngilizce, Fransızca veya Almanca yazsaydım, en azından birini, okur yazar her Türk anlayacaktı.

    Oysa bin yıldır birlikte yaşadığımız, kardeş olduğumuzu söylediğimiz, etle tırnak gibi bütünleştiğimizi iddia ettiğimiz Kürtlerin dilinde yazınca kimse anlamıyor. Bu, övünülecek bir 'cehalet' olamaz.

     

    Bin yıldır birlikte yaşıyoruz, ama Kürtçe bilmiyoruz; az da olsa bilmiyoruz. Kürt kökenli olduğunu bildiğimiz bir komşumuza 'günaydın', iş arkadaşımıza 'nasılsın?', sevdiklerimize 'seni seviyorum' diyemiyoruz Kürtçe. Daha da kötüsü, 'onların dili'ni birazcık da olsa konuşmak aklımıza bile gelmiyor, bırakın bunun için özel bir çaba göstermeyi...

     

    Ne hakça ne de kardeşçe bir durum bu. Hepsi Türkçe bilen, bilmek zorunda olan Kürtler (kardeşlerimiz!) üzülmezler mi buna? Kırılıp darılmazlar mı?

     

    Gelin itiraf edelim: Devletin 'homojen Türk milleti' varsayımı hepimize (Türklere) kolay geldi. Herkes Türk'tü; herkesin Türk olmasını, Türkçe konuşmasını bekledik. Devlet destekli bu beklentiye karşılık verip Türkçe öğrenenlerin Türkçesiyle de dalga geçti kimimiz.

     

    Adeta Kürtçe diye bir dilin var olduğunu unuttuk, görmezden geldik. Hatta Kürtçenin sokaklarda bile konuşulması yasaklandığında kılımızı kıpırdatmadık. Kör, vurdumduymaz kaldık... İçimizdeydi onlar, birlikte yaşıyorduk, ama onlar bizim gibi oldukları, bizim dilimizi konuştukları sürece bizdendi. Kürtçe konuşmayı, yani kardeşlerimizin anadillerini, yani en doğal, en insanî farklılıklarını 'ayrılıkçılık'la eş tuttuk.

     

    Bir Kürt'le bir Türk'ü birbirinden farklılaştıran tek şey, dil. İşte o dilin bizi ayıran şey olmasını istemiyorsak, o dili paylaşmamız, ortak kullandığımız bir değere dönüştürmemiz gerek. Neden ortaklaşamıyoruz bu dili? Yüzyıllardır birlikte yaşarken, yakın akrabalar olmuşken Kürtçeyi bu denli 'yabancı', dışımızda görmek hiç de normal değil.

     

    Kürt meselesi önemli ölçüde bir Kürtçe meselesi. Kürtçeyi doğal, meşru, normal ve bizden görmeden birlikte yaşama irademiz ve isteğimiz sağlam bir temele oturamaz.

     

    Tamam, Kürt sorunu toplumun değil, devletin yarattığı bir sorun. Toplumsal düzeyde Kürtlerle Türkler arasında ciddi bir şiddet ve nefret ortaya çıkmadı. Kabul, bu sorun 'Türkler'in değil 'devlet'in sorunuydu ve çoğul bir emperyal toplumsal bakiyeden homojen bir ulus ve devlet yaratma projesinden kaynaklanmıştı. Ama toplum bunun neresindeydi? Halkın, bin yıldır birlikte yaşadığı Kürt kardeşlerine devletin yaptıkları karşısında takındığı duyarsız, vurdumduymaz tavrın hiç mi payı yoktu sorunun derinleşmesinde?

     

    SETA ve Pollmark'ın geçen hafta açıklanan Türkiye'nin Kürt Sorunu Algısı araştırmasının ilginç bulgularından biri de Kürtçeye ilişkin. Türk kökenli yurttaşların % 52'si 'Kürtçenin kullanımına yönelik yasakların kalkmasını kabul edilebilir' bulmuyor. Aynı araştırmada Türklerin % 34'ünün, Kürtlerin de % 67'sinin 'yakın akrabaları' arasında Kürt ve Türklerin olduğunu öğreniyoruz. Bu kadar kaynaşmış, akrabalaşmış bir toplumun Kürtçeye bu kadar 'yaban' kalması çok şaşırtıcı değil mi?

     

    Bence önümüzdeki süreçte sadece devletle Kürtler barışmakla kalmamalı, Kürtlerle Türkler de yeniden 'tanışmalı'. Türkler, Kürtçeyi damadının, gelininin, torununun, yeğeninin, halasının, dayısının dili, yani 'kendi' dili olarak görmeli. Kardeş dediğimiz, evlilikler yaptığımız, akraba olduğumuz insanların diline bu kadar yabancılık anlaşılır ve açıklanabilir bir durum değil. Bugün her Kürt Türkçe konuşurken Türklerin üç beş cümle bile Kürtçe konuşamamaları kabul edilebilir bir kardeşlik türü müdür?

     

    Şairin dediği gibi 'anadilin, elin ayağın kadar senin, ana sütü gibi tatlı', ana sütü kadar helal... Gelin öğrenerek, Kürtçeyi 'ayıran' değil 'birleştiren' bir ortak değere dönüştürelim. Öğrenmeye de bu cümleyle başlayalım: Ez jı te hez dıkım. Yani, seni seviyorum.


  8. Bölümde soru gaayet iyi durmuş..

    İnsanlar bu sitede fikir alışverişi yapıyor,gayet doğal.

    İnsanları çözmek oldukça zordur,bazen yanılabiliyor insanlar birbirleri hakkında.

    Rahmetli Sakıp Sabancı,işe alacağı bir elemana ilk evvel yemek yedirir ve yemeğin tadına bakmadan tuz atarsa o adamı işe almaz..Gayet basittir bu aslında,ön yargılı olduğu hemen çıkar ortaya.

    Ben ise yemek yedirecek kadar zaman ayırmıyorum sanırım insanlara :)

    İlk evvel bakışı, konuşma üslübu ve de tercih ettiği konular konuşmak için, önemlidir sanıyorum,

    Herkesin bir anlayış kaabiliyeti var.Kimisi bakıştan, kimisi arkadaşından, kimisi duruşundan, bazen de aileden az buçuk anlıyor karşısında ki insanı.Birde, deneyim de önemli birini tanımak için.

    Ve asıl önemli olan nedir biliyor musunuz?

    Bİrazda rağmenli sevgilerimiz olsa,aslında çok da insan muhasebesine gerek kalmaz.

    Rağmenli derken,sen şu şu karakterdesin, sende şu eksiklik var ,senin fikirlerin bana uymuyor ama ,bunlara rağmen ben insan olarak seni seviyorum .Diyebilmek, biraz daha dostvari bir gelişmeye ön ayak olur kanaatindeyim.

    Konu hoş teşekkürler arkadaşım.


  9. Ağaç kesilirken o kadar ağlar ki

    Derler:Zaten eninde sonunda kesilecektin bu kadar harap neden ediyorsun kendini?

    Ağaç cevap verir:

    Gücüme giden kesilmem değil,sapı benden ona ağlıyorum...

    Al işte !

    Reisi Cumhuruna bir dua, bir destek yerine yanlışı ilk evvel kendi insanı yaparsa ,

    açılımları bırak bu ülkede hiç bir halt hallolmaz.

    Akıllıyız diye geçinenler de devlete reis oldular, hangisi başörtüsü veya da herhangi bir sıkıntısını,problemini çözdü de ülkenin,akp çözüm varken gözardı etti!?..Hatta ülkeyi az kalsın (Ergenakon) satacaklardı!! O zaman şu ses yükseltmeye çalışanlar neredeydi!!!

    Kimsenin elinde sihirli değnek yok! Bir anda değiştirebilimek mümkün bile değil, geçmişin yanlışlarını,(yanlışlarını diyorum)çünkü geçmiş reisi cumhurlar az hata içinde değillerdi ve ülkeyi ne durumdayken ne hale getirdiler, şimdi ahkâm kesmek kolay! İsterseniz siz olun da devletin başında, bakalım görelim, neler yapabilecek, becerebileceksiniz!!

    Aha hendek aha da deve!!

     

    Ülkemin huzurunu,yönetimini beğenmeyen zavallı gruplar var ya

    Sadece acıyorum!!!!!!!!!!!!!!!

     

    Akp ci değilim,lakin haksızlığın karşısında dilsiz şeytan hiç değilim!!!!


  10. Çocukluğumun Ramazan'ı da yaz aylarına denk gelmişti. Üstelik Doğu'nun en sıcak bir yerinde geçen bir kutsal ay. Çöl sıcaklarını bilmeyene meseleyi tarif etmek de pek mümkün olmuyor. Asfalt üzerinde yüründüğünde ayağınızın zemine yapıştığını düşünün. Taş zeminli avlularda çıplak ayakla yürümenin mümkün olmadığı bir ortam.

     

    Üstelik yılın en uzun günleri; artık temmuz mu ağustos mu tam hatırlamıyorum. Hatırladığım; minik bedenin çocuksu bir coşkuyla her sahur uyanışı ve iftarı beklerkenki o inanılmaz heyecan ve haz. Sıcak ile, susuzluk ile girişilen bir çatışma belki...

     

    Ancak şu hissi herkesin yaşamasını isterim: Sıcağın ve susuzluğun artık kendini iyiden iyiye hissettirdiği ikindi vaktinde abdesti, akan, serin bir suda almak. Sonra ayakları o suya sokarak, suyu yaratıp yeryüzüne yollayana hamd ü sena etmek!

     

    Biliyorum "pimi çekilen el bombaları", "tıkanan Kürt açılımı", "Ergenekoncuların gündelik tantanaları" arasında biraz tuhaf kaçıyor bu betimlemeler. Ancak Ramazan biraz da rutin meşguliyetleri, her türlü malayaniliği elin tersiyle bir kenara itmek değil midir?

     

    10 yaşında bir çocuğun 40 derecenin üzerindeki bir sıcaklık içinde kavrulan beldede yaklaşık 17 saat aç-susuz dayanabilmesinin rasyonel açıklamasını yapmak çok mümkün değil. Hatta uzaktan bakınca biraz 'acımasızlık' gibi de gelebilir bazılarına. Lakin bizzat olayın aktörlerinden biri olarak söylemek isterim ki; yine olsa yine yaparım ve yaptırırım.

     

    Kelebeğin koza içinde güçlenmesi gibi bir şey bu. Evet; ileride uzaklara uçabilmek için sapasağlam kanatlara sahip olması gerekir kelebeğin. Bu nedenle içinde bulunduğu kozanın çeperleri serttir. Ve bilir misiniz, o koza dışarıdan bir etki ile kırıldığında belki kelebek erken ve kolayca çıkar dışarı ama kanatlarını taşıyamaz, hele hele hiç uçamaz!

     

    Bilenler bilir; oruç kendini hissettirmeye başlarsa, şartlar ağırlaşır önce. Susuzluk daha hissedilir ve en önemlisi zaman gittikçe yavaşlar. Saatin kadranları, ayaklarına safralar bağlanmış zaman köleleri gibi gittikçe ağırlaştırırlar adımlarını. Ve bir çocuk bu tür zaman yavaşlaması-susuzluk sarmalına girerse yardıma ihtiyacı olur genelde. İşte o an anne yetişir ve incecik tülbendiyle zamanı hızlandırır çocukları için. Bembeyaz ve incecik tülbendi serin suya batırır önce sonra sırtüstü yatan çocuğunun yüzüne örter. Sütbeyaz ve buz gibi bir hayal perdesi gerilir çocuğun ufkuna, artık ondan sonrası kolaydır. Düşlerin buzul nefesi üfler kadranı arkasından, hızlanır saniye, dakika ve saat. Şimdi ben bunları böyle yazıyorken, meşhur 'eski-yeni Ramazan' paradoksu geldi aklıma. Şöyle düşünüyorum şahsen; eskinin güzel olmayan, kerih neyi varsa unutkanlık cilası ile siliniyor hafızadan. Bu nedenle hep güzellik kalıyor geçmişten. Hele ki mevzu bahis kutsal şeyler ise... Dolayısıyla evet, 'nerede o eski Ramazanlar?' ama aynı zamanda yine evet, 'bugünkü Ramazanlar da ayrı bir şahane!'

     

    Yusuf Ziya Bey'i izlemek, dinlemek, Kâbe'den namaza takılmak, dünyanın bambaşka yerlerinde yaşanan Ramazan coşkusuna ortak olmak, bir dolu kişisel menkıbeye takılıp 'vay be!' filan demek. Hepsi, hepsi muhteşem. İftar vakti elinde mikrofon halkın arasına dalan sunucular da hoş, spikerin yanına konuşlanıp kulağımıza aklı başında üç cümle çalan hocalarımız da... İmsak sonrası mukabele de harika, çadırlar da, kumanyalar da...

     

    Zaten yeni ile eskinin de böyle bir derdi yoktur sanırım, hani 'ben senden daha iyiyim, daha şahaneyim' diye. Bizim eli kalem tutan ricalin icadı biraz bu iş.

     

    Bakın; çaktırmadan nasıl itiyor gündelik ıvır zıvırı mübarek ay ve annelerimizin tülbendi gibi ne şahane bir buzul hayal âlemine sürüklüyor bizi değil mi?


  11. Neyzen Tevfik, yaşam biçimi ile son derece benden uzak kesimdedir lakin, geliniz görünüz ki yaşam biçimine değil şiirleri ve muntazam ney üfleyişine sadece gözatmışımdır.

    ''

    Ne şeriat , ne tariykat , ne hakiykat , ne türe ,

    Süremez hükmünü bunlar yaşadıkça bu küre''

    Sözleri ile de, at gözlükleri ile baktığı malum hayata,ve de bol bol içki tüketiminde son derece samimidir.

     

    Burada hakkınız var Hafakan kardeşim,biraz ileri bir cümle kullanmış,

    Ben ise aldırmamışım bu cümleye eklemişim .

    Biz yinede Neyzen'in fikrine aldırmayıp şiirlerine ve de ney üfleyişine kulak asalım...


  12. Hicran destanını kendinden oku,

    Mecnun'dan duyup da rivayet etme.

    Aşkın Leyla'sını gördünse söyle.

    Söz temsili bulup hikayet etme.

     

    Yüz bin Leyla doğar alemde her gün,

    Senin aradığın zevk, sefa düğün.

    Tutacağın işi önceden düşün;

    Daha ilk adımda nedamet etme.

     

    Sevdanın oduna pek güvenilmez,

    Tutuşurşan eğer kolay sönülmez.

    Bu yolun hükmüdür geri dönülmez,

    Canına kıymazsan seyahat etme.

     

    İyi bak kabına, olmasın delik,

    Boşuna taşırsın ,gider gündelik.

    Anında olmalı, ettiğin iyilik,

    Alem duysun diye, inayet etme.

     

    Kabe'den maksadın varmaktır yara,

    Kör gibi tapınma, kara duvara,

    Hızır'ı ararsan kendinde ara,

    Bulamadım gibi rezalet etme.

     

    Muhabbet herkesin aklını çelmez,

    Gönül viranesi kolay düzelmez.

    Alemden çekinme bir zarar gelmez,

    Sen kendi kendine hıyanet etme.

     

    Şen şatır gönlüne hicran dolmasın,

    Gençliğin gülşeni gamla solmasın.

    Neyzen gibi aklın yarda olmasın,

    Özründen çok büyük kabahat etme.

     

     

    Geçer

     

    Izdırabın sonu yok sanma , bu alemde geçer ,

    Ömr-i fani gibidir , gün de geçer , dem de geçer ,

    Gam karar eyliyemez hande-i hurrem de geçer ,

    Devr-i şadi de geçer , gussa-i matem de geçer ,

    Gece gündüz yok olur , an-ı dem adem de geçer ,

     

    Bu tecelli-i hayat aşk ile büktü belimi ,

    Çağlıyan göz yaşı mı , yoksa ki hicran seli mi ?

    İnleyen saz-ı kazanın acaba bam teli mi ?

    Çevrilir dest-i kaderle bu şu'unun filimi ,

    Ney susar , mey dökülür , gulgule-i Cem de geçer ,

     

    İbret aldın , okudunsa şu yaman dünyadan ,

    Nefsini kurtara gör masyad-ı mafihadan .

    Niyyet-i hilkatı bul aşk-ı cihan aradan ,

    Önü yokdan , sonu boktan , bu kuru da'vadan

    Utanır gayret-i gufranla cehennem de geçer .

     

    Ne şeriat , ne tariykat , ne hakiykat , ne türe ,

    Süremez hükmünü bunlar yaşadıkça bu küre

    Cahilin korku kokan defterini Tanrı düre !

    Ma'rifet mahkemesinde verilen hükme göre ,

    Cennet iflas eder , efsane-i Adem de geçer .

     

    Serseri Neyzen'in aşkınla kulak ver sözüne ,

    Girmemiştir bu avalim , bu bedyi' gözüne.

    Cehlinin kudreti baktırmadı kendi özüne.

    Pir olur sakiy-i gül çehre bakılmaz yüzüne ,

    Hak olur pir-i mugan , sohbet-i hemdem de geçer.

    • Like 1

  13. Üstad eşini bile ne kadar muntazam bir lisanla anlatmış.

    Bir takım yazar çizerler ki şahit bile olmuşumdur,eşleri hakkında gıklarını çıkarmazken,Üstad tam manası ile anlatmış eşini..Ve sabır kahramanı bir eş...

    Zamanımız da kaç eş kalmışdır böylesi, bilinmesi zor, cevabı hiç olmayan bir soru.Hatta sorun..Sorun diyorum çünki ,tanınmış insanların hayat arkadaşları eminim ki Eyüp sabrı ile dünyaya gelmişlerdir..

    Şimdiki eşler iki saat eve geç gelse netice bir kaos :)

×
×
  • Create New...