Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

kurşunkalem

Editor
  • Content Count

    467
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    4

Posts posted by kurşunkalem


  1. Yazar taifesinin içinden zaman zaman bir ses yükselir

    O ses dürtüklemeye başlar yazarı: Şunu da yazsana!

    Yazmak için bazen zemin, bazen zaman müsait olmaz, ama iç ses umursamaz bile, dürtüklemelerini aralıksız sürdürür:

    Ne duruyorsun, hadi yazsana!

    Sonunda tartışmaya başlarsınız:

    Yapma, bu konu çok netameli bir konu dersiniz.

    Olsun der, yine de yazmalısın.

    Bulaşmak istemediğinizi söylersiniz

    Bu sefer Anladım korkuyorsun diye gülmeye başlar.

    Korkmadığınızı, sadece prensiplerinize sadık kalmak istediğinizi anlatmayı denersiniz

    Korkularına prensip kılıfı geçirmişsin diye alay eder.

    Sonunda dayanamaz bilgisayarınızın başına geçersiniz

    İçinizdeki ses, bu kez farklı biçimde sıkıştırmaya başlar:

    Ohooo, sade suya tirit gidiyorsun.

    Ne olacaktı ki?..

    Sert, daha sert yaz yahu! Öyle bir yazı yaz ki, muhatabınız zir u zeber olsun, okuyanların da yüreği ferahlasın, oh beee desinler.

    Ama benim üslubum bu

    Şimdi de korkuna üslup diyorsun. Bırak bu eskimiş mazeretleri, millet neler yazıyor, hadi bindir!

    Ne yani, hakaret mi edeyim?

    Et tabii, o bunu çoktan hak etti!

    Olmaz, ben kişileri muhatap almam. Benim işim fikirlerle

    Hadi oradan!.. O adam bir fikir erbabı zaten, ona vurmak fikrini vurmaktır. Yaz işte!

    İçinden gelen ses, yazarı durup dinlenmeden kışkırtır

    Sonunda öyle bir noktaya gelirsiniz ki, artık dayanamazsınız

    Tam o kertede, eski bir genel yayın yönetmeni olarak türbanlı bir kadın yazar almadığına hayıflanan Ertuğrul Beye, (15 Ocak 2010 tarihli Hürriyet) Günaydın sayın eski genel yayın yönetmeni Ertuğrul Bey deyiverirsiniz

    Sabah şerifler hayrola!

    Eminim gazetenize gelecek türbanlı kadın yazarlar vardır

    Daha önce türbansız erkekler nasıl gelmişse, bunlardan bazıları da gelebilir.

    Lakin esas konu, genel yayın yönetmenliği döneminizde türbanlı kadın yazarları ıskalamak değil, kadının giyim-kuşam özgürlüğünü ıskalamanızdır

    Hadi bunu da yiyelim ve Niyetiniz mübarek olsun diyelim, peki 28 Şubat sürecinde yaptığınız gazeteleri, attığınız manşetleri, başörtüsü aleyhine yazdığınız yazıları, başörtülüler hakkında gazetenizde çıkan aşağılayıcı haberleri ne yapacağız?

    Bunları yapmamak için türbanlı kadın yazarları keşfetmeye ihtiyaç yoktu ki

    Hafiften özgürlükçü olmak yeter de artardı bile

    Onların gazetenizin kimi yazarları tarafından hamamböceğine (karafatma diye yazmışlardı) benzetilmesine karşı sesinizi yükseltseniz yeterdi

    Bu kadar da olmaz deseniz

    Buna hakkımız yok diye yan çizseniz hafiften

    Belki o zaman ailenizdeki hacıları-hocaları ve dahi başörtülüleri saymanıza da gerek kalmazdı.

    Size karanlık odaklardan gönderilen karalamaların yalan olduğunu anlamanız için dindar olmanız gerekmezdi, gazetecilik sezgilerinizi kullansanız yeterdi

    Gazetecilik sezgilerinizi kullansaydınız, Ali Kalkancılı, Fadimeli, Müslümlü, eli sopalı Aczimendli sızdırmalarda komplo kokusu alır, bu kadar tesadüfün ancak eski Yeşilçam filmlerinde bir araya gelebileceğini düşünürdünüz

    Danıştay cinayeti ve benzeri cinayetlerin ortalığı bulandırmak isteyenler tarafından tezgâhlandığını görebilir, bu bahane ile dindarları manşetten yargısız infaza tabi tutmazdınız.

    Devr-i iktidarınızda 28 Şubat komplosunun parçası olduktan ve gazetenizi o sürecin güdümüne soktuktan sonra, şu sade yazarlık günlerinizde, Ah türbanlı yazar, vah türbanlı yazar deseniz kaç yazar?

    Hatırlayın ki, demokrasinin üzerinden geçirilen tankları yönetenler, sizin, yazarlarınızın ve yayın grubunuzun (onlarca gazete, dergi, radyo, televizyon) desteği sayesinde pervasızlaştılar

    Siz karaya ak dedikçe palazlanıp, Yeşil sermaye listeleri yayınladılar

    Fadime kız her akşam sizin grubun kanallarında arz-ı endam edip sahte gözyaşlarıyla ıslattığı maceraları sayesinde binlerce mazlum mağdur oldu

    Binlercesi işini, şirketini, ekmeğini, emeğini yitirdi

    Binlerce insan maddi-mânevi işkence altında aylarca yaşadı

    Sizi bu yola sürükleyenler ise eminim halinize kahkahalarla gülüyorlardı

    Kırk yıllık meslekdaşınız olarak, sadece şunu merak ediyorum

    Bari pişman mısınız?

    Pişmansanız, ömrünüzün kalan kısmında sadece pişmanlıklarınızı yazın

    Kırk yılınız daha kalmışsa (inşallah daha uzun yaşar ve görürsünüz), pişmanlıklarınızı dillendirmeye belki yeter.


  2. Banka hususunda cihandar kardeşimizin doğru tesbitleri haklıdır.

    Fakat burada zedelenmeye çalışılan nedir biliyor musunuz arkadaşlar?

    Kalkıp da kendini unutmuş,davası uğruna kendilerini hibe eden insanlara yöneltilen suçlayıcı ruh portresi...Bu velev ki Fethullah Gülen olsun Velev ki bir başka isim.Söyleyecek, konuşacak diller hep bir beden olacaktır maalesef.Bu üzücü...Ne acıdır ki insanlar bir türlü anlayamıyorlar kim ne için ne ile meşgul, amaçları nedir....Biraz beyin yormak gerekir görünen köyün derinliklerine...

    Fethullah Gülen cemaatinin ne yapmak istediği sualinin cevabı açıktır.Kılıçlarla yapılamayanı kalemlerle yapmışlardır,İster kabul edilsin ister edilmesin bu gün gibi ortadadır.Dünya kabul etmiştir de, bir bizler içimizde bir türlü kabul edemeyip, kaleyi içten yıkma sessiz savaşına bürünmüşüzdür.

    İnsanlar ister kabul etsinler, ister kabul etmesinler bir gerçek var ortada.İslamiyeti bir dolu yıkmak isteyen dinsizler mevcut.Bu kabul edilebilir mi? Edilemez ,mümkün bile değildir...Mücadele alanı nedir ?

    Kendi bünyende yaşarsan müslümanlığı ona göre gider bu kervan.

    Fethullah Gülen, yahut da bir başka isim olmuş olsun dillerde, göz önünde görülmesi gereken tek şey islamiyet uğruna atılan adımlardır.

    Şimdi buradan Gülen harekatının neler yaptığını anlatmış olsam, şahsen gözlerimle dahi şahit olduklarıma buradan yazıp da deşifre etsem ,inanmak istemeyen gayet tabi inanmayacak basacaktır kalayı.

    Kimse üzerine alınıp da kurşunkalem ne demek ister diye düşünmesin.Şahsi bir kalem oynatmam mümkün bile değildir birilerine.Hz.Ali'nin düsturu vardır gönlümde.

    Hani bir kafiri tam öldürecekken,kafir yüzüne tükürdüğünde bırakır öldürmez de,kafir sorar "Neden beni öldürecektin de öldürmedin".Der Hz.Ali."İlk, ben seni islami cihat için öldürecektim, lakin sen yüzüme tükürdün işin içine nefis girdi,öldürsem o yüzden öldürecektim buda olmazdı seni öldürmedim"

    Mesele buradaki ölçüdür,isteyen ölçüye uyar isteyen uymaz.

    Anlatmak istediğim arkadaşlarım.Bizler bu dünyada ne için varız? Birbirimizi kırıp yıpratmak için mi yoksa doğru olan hakkın yanında tek beden olmak için mi?

    Bizim gitmek istediğimiz yolun ucunda cennet mahallesinin adresini gösteren bir isim var ise ben yürekten katılır giderim,ayrıcalıkla bir yere varılmaz, hatta hiç bir yere varılmaz...

    Sürçü lisan etti isek affola...

    • Like 1

  3. Hayattan keyif alabilmek için, hayatı beyin imbiğinden geçirip yürekte damıttıktan sonra yaşamak gerekiyor.

    Biz ise tüm günleri tek gün gibi yaşamaktan fırsat bulup hayatın nüanslarına giremiyoruz

    Hayatın sırrını yakalamaya çalışmıyoruz

    Evet, her gün bir gün gibi yaşanıyor bizde hayat. Karbon kâğıdı ile çoğaltılmış bir birine benzer günler içinde kendimizi yitirmişiz

    Ne baharın gelişindeki haşmetli ve saadetli güzellemeyi gözlemleyebiliyoruz, ne yazın gelişindeki tumturaklı renkliliği yaşayabiliyoruz, ne yağmurun, ne karın tadını çıkarabiliyoruz.

    Varsa yoksa iş, para, şöhret, servet!..

    Bu kargaşa içinde sohbeti-muhabbeti de unuttuk.

    Doğru düzgün konuşmuyoruz bile.

    Mevsim kış...

    Büyük bir alışveriş merkezinin kafeterya bölümüne oturmuş, bir yandan yağmurun dolu dizgin yağışını seyrediyorum, bir yandan da etrafımda oturanları izliyorum.

    özellikle orta yaşlı çiftler ne kadar da suskun böyle

    Sanki tüm kelimeleri tüketmişler, söylenmesi gereken her şeyi bir birlerine söylemişler ve sonunda sus-pus hale gelmişler.

    Ben bunları düşünürken, yağmur sulusepken kara dönüşüyor. Ardından kar lâpa lâpa yağmaya başlıyor

    öyle bir güzellik ki, herkese göstermek ve bu yağışın tadını çıkarmalarını istemek geçiyor içimden.

    Yan masadaki orta yaşlı çifte kayıyor gözlerim: Onlar hâlâ suskun oturuyorlar.

    Birden rahmetli anneciğimle babacığımın o yaşlardaki hali geliyor gözlerimin önüne: Onlar yan masadaki orta yaşlı çift gibi suskun ve küskün değillerdi bir birlerine

    Yetmişin kertesinde bile konuşacak konu bulabiliyor, eğlenebiliyor, hep birlikte otururken bir birlerine göz kırpıp çocuklaşabiliyorlardı.

    Anladım ki, kâbus olan yaşlanmak değil, hayatın kıyısına çekilip hayatı yaşamak yerine izlemeye koyulmaktır.

    Yaşamak yerine hayatı izleyenler eğlenemez. (Ne sandınız, hayatın eğlence boyutu da var, onu ıskalamak hayatı çekilmez yapar) Eğlenemeyenler, hem birbirlerinden, hem de hayattan bıkarlar. Git gide konuşacak konu kalmaz. Bunalımları artar. Nihayet ölümü kurtuluş gibi görmeye başlarlar.

    Yan masadaki orta yaşlı çift gibi tıpkı: Gülümsemeyi unutmuşlar... Konuşmayı unutmuşlar... Eğlenmeyi unutmuşlar...

    özetle, yaşamayı unutmuşlar.

    Bir aradayken bile yalnızlar. Eminim İstanbulda yaşadıklarının dahi farkında değiller. çünkü şairlere ilham veren İstanbulda yaşayıp da konuşacak mevzu bulamamak imkânsız bir şey.

    Dışarıda kar hızlanıyor. Etraf iyice kararıyor. Bir metre ötesi meçhuller diyarı!

    Birden kafama dank ediyor: Hava da hayat gibi bir şey işte; kimi zaman yağmur, kimi zaman kar, kimi zaman sis, kimi zaman güneş

    Bazen gökyüzü öylesine kalın bulutlarla kaplanıyor ki, bir daha güneş çıkmayacakmış duygusuna kapılıyoruz.

    Oysa gökyüzünün en kara bulutlarla kaplandığı anlarda bile, bulutların üstü güneştir. O hep bir yerlerde varlığını sürdürmekte, bir yerlerden hayata gülümsemektedir.

    Bulutlanmayı ebedî zannedip kahırlanmak yerine, bir yerlerde güneşin varlığını sürdürdüğünü düşünüp mutlu olmak, yaşama sanatının en önemli ögesi olsa gerek.

    Hayattan zevk alabilmek için mutlu anları yakalayabilmek lâzım. Yan masalardaki suskun çiftler bunu fark edebilselerdi, acaba suskunluklarını sürdürürler miydi?

    Hiçbir yaşta konuşmayı unutmamak lâzım.

    Konuşmayı unutan sevmeyi de unutur


  4. Geçtiğimiz hafta "Bu ülkeye şeriat meriat gelmez" diyerek yıllar sonra büyük bir itirafta bulunan İlhan Selçuk yine kendisini tanıyanları çok şaşırtacak sözler söyledi.

     

    Cumhuriyet Gazetesi Yazarı Hikmet Çetinkaya dün köşesinde gazetenin imtiyaz sahibi İlhan Selçuk'la yaptığı görüşmeyi yazdı. Çetinkaya'nın Selçuk'un anlattıklarını okuyunca ister istemez akıllara "İlhan Selçuk değişti mi?" sorusunu getirdi. Çetinkaya, İlhan Selçuk'a Cumhuriyet'in yayın çizgisini, sivil vesayeti, iktidar-asker ve medya ilişkisini ve Cumhuriyet'in hem imtiyaz sahibi hem de başyazar: olarak, askeri darbelere ve baskıcı otoriter tek partili rejimlere nasıl baktıklarını sormuş. İşte o sohbetten akılda kalanlar.

     

    "Temel hak ve özgürlüklerin olmadığı, basının teksesli hale getirilmek istendiği bir ülkede demokrasiden ve özgürlüklerden söz edilemez. Biz Cumhuriyet gazetesi olarak ne askeri vesayeti ne de sivil vesayeti sahipleniriz. Askeri vesayeti ortadan kaldıralım derken, bir bakarsınız sivil baskıcı bir rejimin vesayeti altına girmişiz. O zaman ne yapacağız? Biz demokrasiden ve özgürlüklerden yana tarafız."

     

    "Biz tüm partilere eşit uzaklıkta duracağız. AKP'li bakanlarla da görüşeceğiz, Başbakan Erdoğan'a da, Cumhurbaşkanı Gül'e de. CHP lideri Baykal'a da ve MHP lideri Bahçeli'ye de.. BDP'lilerle de...

     

    Biz ne bir siyasi partiyiz, ne de demokratik kitle örgütüyüz. Haberde yayın çizgimiz belli. Temel hak ve özgürlükleri savunuyoruz. AKP'ye karşı muhalif çizgimizi komyacağız. Irk ayrımcılığına karşıyız. Daha demokratik ve daha özgür bir Türkiye'den yanayız.

     

    "Atatürkçülük ve ulusalcılık adı altında şoven milliyetçilik yapılıyor. Bu yanlış; Atatürk'ün milliyetçiliği şovenizm değil, kültür milliyetçiliğidir. Bir de sandıkla gelen sandıkla' gider. Türkiye'nin geleceği asker-sivil baskıcı rejimlerde değil, demokrasidedir. Bugün yaşadığımız sorunlara sınıfsal temelde bakmak zorundayız."

     

    "Yılbaşında televizyonları seyredince Türkiye'ye irtica-mirtica gelmez dedim, ortalık ayağa kalktı... Bak Hikmet, kimse asker darbe yapacak diye siyaset yapmasın. Artık Türkiye'de askeri darbeler dönemi kapanmıştır. Ben Türkiye'nin zaman yitirmeden demokratikleşmesini istiyorum. Demokrasi ve özgürlükleri kim genişletirse ona gönülden destek veririm. Faili meçhul cinayetlerin aydınlatılmasından, ülkemize barış ve huzur gelmesinden, akan kanın durmasından yanayım. Türkiye kendisiyle yüzleşmeli. Başta söylediğim gibi, askerin de sivil rejimin de vesayetine giremem, giremeyiz Cumhuriyet olarak.


  5. Boşuna bunlarla kafamızı yormayalım.Bunlar hangi dinin mücahitleri ki.Ya karısı da resmen şov yapıp oraya buraya çıkıyor.Sanki kocası önemli bir misyonu yerine getirmiş gibi.Onlar bu dini kurtarıyorum derken iyice batırıyorlar.Yazık !!!

     

     

    Irak'da ki zulümlerin, bilhassa kadınlara yönelik saldırıların videolarını izleyip bir de okuduğumda yapılan zûlûmatları,sabaha kadar uyuyamamıştım.Tarih boyu Kêrbêlâ da dahi aynı işgencelere maruz kalan din kerdeşlerimizin sızılarını bile hâlâ içimizde yaşayıp, bir şey yapamamanın hazin, vicdan azaplarıyla kulluğumuzu iki dakika hatırlayamayışımız bir tarafa,zalim zulmüne yapılan, en azından ellerinden geleni yapanlara karşı olan bu tutum ,bu bakış vicdani değil, yüksek bir hareket değil...

     

    Fransız askerlerinin,müslüman bir kadının peçesine saldırmaya çalışan bir alçağın hakaretine karşı Sütçü İmam'ın cesaretini hatırlayalım.Irzı, namusu,vatanı aslen müslümanlığı savunma adına, nasıl gözünü kırpmadan Fransız askerlerinin üzerine yürümüş ve halk dahi aynısını yapmış ve Kahramanmaraş,halkın baş kaldırısıyla Kahramanmaraş adını almıştır.

     

     

    "Boşuna Kafa yormayalım" dediğiniz fikriyat eğer,müslüman bir milletin hazin neticelerle burun buruna yaşadığı duruma kabulcülük ruhu bakışı ise, ben bunu kabul etmiyor ve boşu boşuna kafamı bu duruma, yüreğimi parçalarcasına yoruyorum.Şov yapıyor diye nitelendirdiğiniz kadın, farkında iseniz eşini kaybetmiş olmasına rağmen, yaptığı işin büyüklüğünün idrakinde olduğu için ,gözünden bir damla yaş dahi dökmeden, arsız medya grubuna cevap vermiş ve de "şehit midir değil midir" iddiası bile savunmamış "Onu Allah bilir" demiştir.

    "Bunlar hangi dinin mücahidi" Yazık ki ,yapılan eziyetlere karşı duyarsız kalmadan, canını ortaya koyan bir yürek adamına, halis bir kula, sırf bir millet adına verilen cana karşı tarafgirlik aramak,saçmalık... Onlar bir dinin mücahidi olarak değil bir soykırıma karşı, sizin de malesef ki benim de yapamadığımızı yapan ve tarihe adını yazdıran Mu'tasım'lardır...

     

    Kınıyorum, ben bu duyarsızlık zihniyetleri kınıyorum....


  6. GÖLGE

     

    Mânâya yaklaştıkça maddeden kopuyorum

    Bedenimden irkilip ruhumu öpüyorum

     

     

     

    TERS DALIŞ

     

    Binalar yükselirken insanlar alçalıyor

    Şaşkın ördek misali ters taraftan dalıyor

     

     

     

    DOST

     

    Hayatımın filmini geriye sarıyorum

    Mezarlıklar içinde gerçek dost arıyorum

     

     

     

    SIRÇA SARAYLAR

     

    Mavera ikliminde sırça saraylar kurdum

    Gökyüzünden hilâli tepesine kondurdum

     

     

     

    AZRAİL

     

    Rabbin güzel adını her dem düşürme dilden

    Dosta kavuşma günü kim korkar Azrailden!...


  7. Burada Yunus kardeşimiz güzel bir mesaj vermeye çalışmış lakin, zannediyorum alıcı ayarlarına yanlış sinyal alanlar,akıl mehasinlerine hakim olamayanlar ve de arena meydanına açık gönüllüler buradan dahi anlamsız bir güreşe tutuşmuş.Tuhaf....

    Bu gece yapılan bin türlü rezilliğe inat, el açıp başımıza bir felaket gelmemesi için yapılması önerilen bir gecelik bir namaza ya da açılan ellere cevap verilmez mi zannedilir ki bu tepki zuhur etmiş, bilemem...

    İlginç açıklamalar kayda geçmiş burada fakat hoş durmamış, hele ki basmacı gönül kardeşimizin bu karalama kampanyası daha berbat...Hatta manasız............

    Çocukların kaçıp kendi hesaplarına yaptıkları rezaletle kurulan cemaat bağlantısı, şahsi bir saldırıdan başka bir şey değil...

    Cemaat yanlısı olarak değil, sessiz savaş sürümünü götürmek isteyen kim varsa yazıklar olsun...


  8. estafirullah ne haddime hocalık taslamak sizin işinizdir ben taslamadan olmayı yeglerim

     

    Sorunun cevabı bu değil

    Hocalık taslamak bize göre de değil ama görünüyor ki size göre hiç değil becerememişsiniz...

    Buyurun münakaşa meydanı sizin...


  9. Gazeteci-yazar Şamil Tayyar, ''Operasyon Ergenekon'' adlı kitabında, ''Soruşturmanın gizliliğini ihlal'' ve ''Adli yargılamayı etkilemeye teşebbüs'' ettiği gerekçeleriyle hakkında açılan davada 1 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırıldı. Mahkeme, ''Hükmün açıklanmasını geri bırakarak'', Tayyar'ın 5 yıl süreyle adli denetime tabi tutulmasını kararlaştırdı.

     

    İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesindeki duruşmaya, sanık Şamil Tayyar ile avukatları katıldı.

     

    Mahkemede söz alan Tayyar, kitabının Silivri'de devam eden davadaki yargılama konusunu anlatan bir kitap olmadığını savundu.

     

    Kitabında, son 10 yıldaki çete faaliyetlerini ve karanlık eylemleri özetlediğini ifade eden Tayyar, kitapta Malatya'daki misyonerler, Hrant Dink, Rahip Santoro cinayetleri gibi, ''Ergenekon'' davasıyla ilgisi olmayan konuların yer aldığını kaydetti.

     

    Tayyar, ''Daha önceki mütalaada soruşturmanın gizliliğinin ihlal edildiği ifade edilmiştir. Bunların doğru olmadığını gördüm, suçlamayı kabul etmiyorum. Beraatime karar verilmesini talep ediyorum'' diye konuştu.

     

    -KARAR-

     

    Mahkeme, sanığı, ''Soruşturmanın gizliliğini ihlal'' ve ''Adli yargılamayı etkilemeye teşebbüs'' suçlarından toplam 1 yıl 8 ay hapis cezasına çaptırdı.

     

    Sanığın sabıkasız oluşu, kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları gözönünde bulundurarak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varan Mahkeme, ''Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına'' karar vererek, Tayyar'ın 5 yıl süreyle adli denetime tabi tutulmasını kararlaştırdı.

     

    Mahkeme, sanığın 5 yıllık denetimli serbestlik süresi içinde işlediği kasıtlı bir suçtan dolayı hapis cezasına mahkum olmaması halinde davanın düşmesine, aksi halde geri bırakılan hükmün açıklanmasına da karar verdi.

     

    -''HUKUK ADINA UTANDIM''-

     

    Gazeteci-yazar Tayyar, duruşmanın ardından gazetecilere yaptığı açıklamada, ''Karardan dolayı hukuk adına utandım. Davanın eski savcısının hazırladığı mütalaayı okumadan yeni savcı mütalaaya katıldığını ifade etti. Oysa ki o mütalaa benim kitaptan değil, başka kitaptan hazırlanmış gibiydi'' dedi.

     

    ''Ergenekon'' soruşturmasıyla hiç ilgisi olmayan, çeteler ve dava konularıyla ilgili hadiselerin de soruşturmanın gizliliği kapsamı içine alındığını öne süren Tayyar, ''Kitabın 79. sayfasında çok açık yazıyor. Malatya'da işlenen cinayet sonrası olay mahallinde ele geçirilen bir belgeyi 'Ergenekon' davası kapsamında değerlendirip ceza verdiler'' diye konuştu.

     

    Davaya konu kitabın mahkemece okunmadığını iddia eden Tayyar, sözlerini şöyle sürdürdü:

     

    ''Hakim yeni bir içtihat oluşturdu. 'Bu kitabı çok düşünerek hazırladığım' şeklinde. Ben fikir adamıyım elbette ki düşüneceğim. Siyasi bir karar gibi geldi. Anlaşılıyor ki kitap da okunmamış. Hukuk adına utandım. Kararda hükmün açıklanması geriye bırakıldığı için itiraz hakkım yok. Bu ceza bir yerde kesinleşmiş gibi. Demokles'in kılıcı gibi tepenizde sallanacak, bir kenarda kalacak. Benim 1 yıl 3 ay bir cezam daha var. Belli mahkemelerden benzer kararlar çıkacak gibi gözüyor. Psikolojik harekatla karşı karşıyayız. Karar hukuki değil. Türkiye'de hukukun üstünlüğü işlemiş olsaydı, böyle bir karar çıkmazdı. Hakimin karar verirken ifade ettiği cümleler de bence tarihe geçecek çok enteresan cümlelerdi.''


  10. Bu gece Noel ya, hani çam mam dikildi... Süslendi... Sabaha karşı, ren geyiklerinin çektiği çıngıraklı arabasıyla uça uça "baba" gelecek, şömineden içeri girecek (şömineli kaç Türk evi var?), çocukların çam dalına asılı çoraplarına hediyeler dolduracak... Kömür sobalı ya da kaloriferli evlerde oturan Türk çocukları da havalarını alacaklar...

    Hani biz de hep eleştiririz ya, Batılılaşma gayretiyle Müslüman Türkler de bu çam "muhabbetine" girdiler ve gülünç oldular, üstelik Noel ile yılbaşını da fena halde birbirine karıştırıyorlar diye...

    Profesör Doktor Muazzez İlmiye Çığ, işte o çam süslemenin "bir Türk geleneği" olduğunu söyledi.

    Profesör Doktor Halil Berktay da, hanımın bu açıklamasına "tarihin televolesi" dedi.

    Muazzez Hanım (yoksa yakınları İlmiye diye mi seslenirler, bilemem), tam 95 yaşında.

    Bursa Kız Muallim Mektebi, ardından Ankara Dil-Tarih... Muazzez Hanım tipik bir "cumhuriyet kızı"... Kendisi bir Sümerolog.

    Sümerolog ama, kendini "Türk tarihi" alanında da yetkin sayıyor olmalı.

    Yoksa, lise ve üniversite çağlarını yaşadığı "otuzlu yılların" etkisiyle Sümer "kavmini" de Türk mü sayıyor? Milli Şef döneminde yaptığı akademik kariyeri bu görüşünü pekiştirmiş mi?

    Hani var ya, Sümer Türkleri, Eti (Hitit) Türkleri, Fransız Türkleri, İngiliz Türkleri... Bütün dünya Türk asıllı...

    Bu Sümer Türkleri'nin bankası bile var, Sümerbank! Eti Türkleri de İstanbul'a gelip mahalle kurmuşlar: Etiler. Akat kavmi de geri kalır mı? Onlar da koşmuşlar, Etiler'in hemen yanında Akatlar semtini oluşturmuşlar.

    Muazzez Hanım, "kuraklık yüzünden Orta Asya'dan göç eden atalarımızın çam ağacını nerede bulup da süslediklerini" kolay kolay açıklayamaz.

    Olsa olsa, "kar, buz, ren geyiği" gibi motiflerle süslü "Germen Hıristiyanlığı" folklorunun bir unsuru olan çam süslemeyi, "Nordik kavimlerin de Türk asıllı oldukları" safsatasıyla yutturabilir ki, bu da otuzlu yılların iklimine uygundur.

    Yoksa, Antalyalı olduğu ileri sürülen Noel Baba'nın (Ermiş Nikolaos), Türkler Anadolu'ya gelmeden yüzlerce yıl önce buralarda yaşamış bir Türk olduğunu da mı söyleyecektir?

    Muazzez Hanım'ın gençlik yıllarını incelerseniz, o dönemin gazetelerine, dergilerine bakarsanız, Türk Tarih Kurumu kongre tutanaklarına falan, inanılmaz incilerle karşılaşırsınız:

    Örneğin Agamemnon, "ağa memnun" demek... Sparta, eh adı üstünde canım, İsparta... Homeros da bir Türk şairi, asıl adı Ömer...

    Bunlar ciddi ciddi yazılmış çizilmiş, en yetkili ağızlardan dile getirilmiştir bu memlekette!

    Bendeniz, epeyce ilerlemiş yaşının da etkisiyle dilinin sürçtüğüne, Muazzez Hanım'ın bu meselede genel olarak "ağaca çaput bağlama geleneğini" kastetmiş olduğuna inanmak istiyorum.

    Aksi takdirde, "bunları kim profesör yaptı" tartışması gündeme gelir...

    Siz onu yanıtlayın, sonra da lafı "Afet İnan'ı kim profesör yaptı" meselesine getiririz. Afet Hanım "Türk tarih tezinin" fikir anasıdır.

    Sahi, Afet Hanım ne profesörüydü yahu? "Atatürkoloji" mi? Böyle bir bilim dalı mı var?

    Merhume, Mimar Sinan'ın Türk olduğunu kanıtlamak için mezarının açılarak kafatasının ölçülmesini önermişti, bilmem duymuş muydunuz?1935 yılında.

    Açmışlar, ölçmüşler, "brakisefal" çıkmış. İsviçreli, Alman, Ermeni, Boşnak ya da Gürcü de olabilirmiş...

    Kızlar, kızlar, bilimsel kızlar...


  11. Çarmıha gerilme kavramının Hıristiyan teolojisinde hangi mânevi ezâ duygularına tekabül ettiğini bilmiyorum fakat rivayetlerde geçen kadarıyla Romalıların tatbik ettiği bir infaz usulüdür; suçluyu çaprazlama iki kalas üzerine ellerinden ve ayaklarından çivileyip, böğrünü kılıç veya mızrakla delerek ölüme bırakıyorlar.

    Kur'an'ın reddettiği anlatıma göre Hz. İsa'nın alnına dikenli bitkiden yapılmış bir taç yerleştirilmiş; bu taç, Hz. İsa'nın peygamberlik misyonuyla ve onun "Yahudilerin Kralı" olduğu iddiasıyla alay eden bir anlam taşıyor. Bazı tablolarında bu alay imasını gösteren tahta plaketin üstündeki Latince "inri" yazısını görürüz; açılımı, "Yahudilerin kralı Nasaralı İsa" demekmiş.

     

    Çarmıha gerilmenin o dönemde sadece hırsızlık, soygunculuk gibi aşağılık suçlara reva görülen bir muamele olduğunu da hatırlamalı.

     

    Patrik Bartholomeos'un, "Kendimizi bazen çarmıha gerilmiş gibi hissediyoruz" sözleri, her türlü muhalif ve aykırı görüşe karşı hoşgörüyle yaklaşma itiyadındaki bazı tutucu muhitlerde mânâsız bir tepkiyle karşılaştı; belki de yanlış anlaşıldı. Neyin, niçin yanlış anlaşıldığını izaha kalkışmak benim işim ve yetkim haricindedir fakat şu "çarmıha gerilme"nin, en azından fizikî mânâda nasıl bir ezâ ve uzun süreli bir işkence türü olduğu hakkında empati yapabilecek durumda değil miyiz?

     

    Anlayışsızlığın, cehâletten doğan körlük ve nefretin, karalamanın, ucu vatan hainliğine, Damat Ferit taraftarlığına, Mütareke Matbuatı'na kadar uzanan pis imâların her türlüsüne muhatabız. Açılım meselesi etrafında fikir beyan edenlerin arasındaki fark, ufak tefek engebe değil uçurumdur. Bazılarına göre şekerle kaplanmış zehir, bazısına göre aklın ve basiretin yolu. "Yahu şu meslek liselilere, imam-hatipleri harcamak uğruna yazık ettiniz" derseniz adınız hemen irtica eylem planlarında "harcanacaklar" listesine yazılıverir. Başında bulunduğu kurumu şaibelerden temizlemesi gereken ilk kişiye "Görevini niçin yapmıyorsun?" diye sormanın adına -gariptir- saygısızlık diyorlar bu ülkede. Ortaokul çocuklarını müzedeki denizaltıya patlayıcı koyarak öldürmeyi planlayanları kınamak cesaret, savunmak ise yurtseverlik olmuş. Haklarında lügat kalınlığında hukukî dosyalarla suç isnadında bulunarak mahkeme önüne çıkarılmış kişilerin kötü niyetlerini eleştirmek "gaflet, hatta dalâlet" sayılıyor.

     

    Ergenekoncuya şöyle ağzımızı doldura doldura "Ergenekoncu" demek bile kabahat oldu. İçerideki darbe sanıkları vatansever, biz Mütareke Matbuatı. Suikastçılar en hâlisinden memleket evladı, bizim ebeveynimiz meşkûk!..

     

    Yıllardan beri bu memlekette çalınan bütün keçilerin hesabı bizden sorulur!.. Bu da bir nevi çarmıhtır işte; kendi ülkenizde ikinci sınıf biriymiş gibi yaşamanın buruk tadını birazcık olsun tatmışlığımız vardır. Başörtülülerimiz bu hâleti iyi bilir; evlâtlarının mürüvvetini görmek için ömründe ilk defa orduevi kapısına gidip oradan yüzgeri edilenlerden de iyi bilir.

     

    Bu memleketin ordusunda, en riskli bölgelerde askerliği yine bizim evlatlarımız yapar; komutanları tehdit listesinin ilk sırasına bizleri revâ görürler. Yıllardan beri fişlenip dururuz; günün birinde "Sen niçin fişliyorsun beni arkadaş, ne ayıbımı gördün?" diye sorunca yemediğimiz azar, uğramadığımız tehdit kalmaz.

     

    Çarmıha gerilmek, galiba bu veya buna benzer bir şeydir. Bileklerinize birer paslı çivi çakıp alnınıza dikenli telden ma'mûl uyduruk bir taç geçirerek böğrünüzü kem sözle delerler. Başucunuzdaki tahtaya da şöyle yazarlar aşağılamak için: "Dinci, imancı, AKP yalakası..."

     

    Ben anlıyorum Sayın Bartholomeos, çarmıha gerilmenin az buçuk nasıl bir şey olduğunu biraz anlıyorum


  12. Böyle bir kaç tane daha Ece Nur ve ailesi gibi aileye sahip olsa Türkiye,mesele denen bir şey kalmaz.

    Aileler artık "Biz yapamadık siz yapın" zihniyeti ile çocuklarına en büyük cezayı veriyorlar,farkında bile değiller.

    Çocuklar şaşkın ve de çaresiz kalıyor kendilerini bir tilki şefkatinin (!) ellerinde buluyor, neticesi de sonra başka boyuta taşınıyor.Bir günah keçisi aranıyor.


  13. BEN OLSAM:

    Normalde böylelerini sokakta görsem, dönüp tükürme nezaketinde bile bulunmam.

    Eleştiri yaptığı kişiler hakkın da ne kadar yanıldığını göstermek, bilhassa Üstad ve de Bediüzzaman'ın ahenginde, üzerimizde buram buram onların mefkurelerini taşıdığımızı ispat etmek için, ona en büyük cezayı verir, İnsan yerine bile koymaz FARZEDELEM Kİ BİR HAYVAN ÇARPTI GEÇTİ muamelesi yapardım...


  14. Mezarlarını arayan Sarıkamış şehitlerinin

    gizli kalmış günlüğü

     

     

     

    Kars ve Ardahan, 93 Harbi diye bilinen 1876-1877 Osmanlı-Rus Savaşında Rusların eline geçmiş

    ve

    Sarıkamış kasabasına kuvvetli bir Rus garnizonu yerleştirilmişti.

     

    SARAYIN DAMATLARI

    Birinci Dünya Savaşına girmemizden hemen sonra, o günlerde devletin en güçlü adamı olan ve

     

    Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili ünvanını taşıyan Enver Paşa, Anadolunun doğusunu Rus

    işgalinden

    kurtarıp Kafkaslara uzanabilmek için Sarıkamışı hedef alan bir harekát hazırlığına girişti. Paşayı bu

    harekáta

    yönlendirenlerin başında, onun gibi sarayın damadı olan bir başka asker, Albay Hafız Hakkı Bey vardı.

     

    Ve, çoğumuzun hálá bilmediği bir husus: Türkiyenin o günlerdeki genelkurmay başkanı Türk değil,

    bir Alman generaliydi: General Bronsart von Schellendorf!

     

    Enver Paşa, diğer kumandanların ordu hazırlıksız, üstelik kış bastırmak üzere yolundaki uyarılarına dinlemedi,

    Erzuruma gitti, komutayı üstlendi, 10. Kolordunun başına Albay Hafız Hakkı Beyi getirdi ve

    harekát 22 Aralık 1914te başladı. İşin sonunun kötü olacağını kestiren bazı komutanlar, o günlerde ardarda istifa etmişlerdi.

     

     

     

     

    DAĞLARA TIRMANDILAR

    Paşanın savaş plánına göre, üç kolordudan meydana gelen 3. Ordunun bir bölümü Allahuekber Dağlarını yürüyerek aşacak ve Sarıkamış kuşatılacaktı. Ama bazı komutanların Sarıkamışa ilk giren olma hayaliyle kendi başlarına harekete kalkışmaları, Hafız Hakkı Beyin kaçan Rus birliklerini takip ederek kuşatma hattını lüzumsuz yere genişletmesi ve onbinlerce askeri kışlık elbiseleri olmadan karlarla kaplı Allahuekber Dağlarına tırmandırması büyük feláketi getirdi.

     

    Birliklerimizden bazıları Sarıkamışa girmeyi başarmalarına rağmen Ruslar tarafından yokedildiler ama asıl facia dağlarda yaşandı: Ruslara karşı henüz tek bir kurşun bile atmamış olan onbinlerce askerimiz soğuktan donarak sonsuz bir uykuya daldı, binlercesi de tifüsten kırıldı. 25 ve 26 Aralık günlerinde vaziyetimiz çok daha kötüleşti ve 3 Ocakta artık herşeyin bittiğini anlayan Enver Paşa, Albay Hafız Hakkı Beyi Paşa yaparak 3. Ordunun başına geçirdikten sonra Erzuruma döndü. Daha birkaç gün önce onbinlerce askeri Allahuekber Dağlarına süren Hakkı Paşa 4 Ocakta geri çekilme emri verecek ve Sarıkamış harekátı böylesine büyük bir hüzünle noktalanacaktı.

     

     

     

     

     

    GÖRÜLMEMİŞ SANSÜR

    Enver Paşa, Erzurumdan İstanbula dönüşünde Türkiyede örneğine bugüne kadar bile rastlanmamış olan bir sansür uyguladı ve basında Sarıkamış harekátı ile ilgili olarak tek bir satır haber yahut resim çıkmadı. Sansür öylesine yoğundu ki, halk, Sarıkamışta nelerin yaşandığını seneler sonra öğrenebilecekti.

     

     

     

    BU OLAYI TARAFLI GÖRMEK ZANNEDİYORUM BİR VİCDAN MESELESİ...

    BEN KABUL ETMİYORUM SİZİN YAZDIKLARINIZI...

    üSTAD DEYİMİ İLE HATTA CEVAP VEREYİM:

    MANTIĞIM KABUL ETSE DE ŞU YAZDIKLARINIZI VE DE "ÖLÜ DEDİKODUCULARI" GİBİ BASİT BİR ELEŞTİRİYİ RUHUM KUSUYOR...


  15. Bahamalı martılar beni çağırdı

    bir ikinci bahar gecesi.

    Yalan söyledim

    yırtık blucinli tayfalara

    Seni sevmediğimi söyledim.

    Oysa rıhtımlar

    en şarkılı dalgalarla yıkanıyordu

    Midye kabuklarında sakladım gözyaşlarımı;

    Hastaydım

    kırık kötümser bir öksürük yapışmıştı boğazıma

    Seni unutmak gerekiyordu...

     

    Bahamalı martılar beni çağırdı

    bir ikinci bahar gecesi.

    İskele fenerlerinin altında oturup

    seni bekledim sevgilim

    Ellerim ıslaktı, gözlerim ıslaktı.

    Gelip caydırabilirdin beni gitmekten

    Oturup sigara içer, anlaşabilirdik...

    Sana tapacağım yalan değildi

    benim olursan

    Seni seviyordum, seni istiyordum...

    Bahamalı martılar beni çağırdı

    bir ikinci bahar gecesi.

    Filler gibi içtim liman meyhanelerinde;

    seni unutmak için içtim...

    Senin sokağında geceler yıldızsızdı

    senin sokağında gece yağmur yağıyordu

    Ben zayıftım, çabuk ıslanıyordum

    Bana sevmek yaramıyordu,

    ben sevilemiyordum...

    Bahamalı martılar beni çağırdı

    bir ikinci bahar gecesi.

    Sana bırakacağım bu kentin

    üç semtinde üç damla gözyaşı döktüm

    Birincisi seni ilk gördüğüm yerdi

    ikincisi seni ilk öptüğüm yerdi

    Üçüncüsü... söylemeye dilim varmıyor,

    üçüncüsü bana git dediğin yerdi

    İşte bu mısraları orda karalıyorum;

    işte demir aldı şilebimiz

    Gidiyor, gidiyor, gidiyorum...


  16. Elbette ki dinimizde ölüye saygı vardır,şeytan bile ölüden elini eteğini çekmiştir.Bunda bir ölçü vardır ben ise bu ölçüye inanarak boyun eğiyorum.

    Enver Paşa'nın lüzumsuz ihtirasına asileşiyor,yaptığı haksızlığın karşısında kişisel olarak hakkımı helal etmiyorum...

    Sarıkamış bir faciadır...

    Askerlerimizin, Allah'a, Vatana olan inancının bir suistimaliyesidir.Suistimaldir çünki; "İslam aleminin bütün ümidi sizsiniz"diyerek bir emir verilmiş ve askerler gözlerini kırpmadan Allah için düşman üzerine yürümüşlerdir ve elleri tetikte zaten düşmana teslim olmadan, gözlerini kırpmadan Allah'a teslim olmuşlardır.

     

     

    SARIKAMIS'I BILIR MISINIZ?

     

     

    Tarihimiz ihtisamli zaferler kadar facialarla da dolu. Zaferlerimizle övündügümüz kadar, yasadigimiz hezimetlerden de dersler çikarmak zorundayiz. Bunu yapmadigimiz sürece tarih bizim için ne ölçüde anlamli olabilir?

     

    Facialardan söz ederken, Sarikamisi özellikle dikkate almamiz gerekir. Orada, hiç de uzak olmayan bir zamanda 100.000e yakin yigidimizi karlara gömdük. Üstelik tek kursun atamadan... Üstelik sadece bir hayalperestin kisisel ihtirasi ugruna...

     

    Ihtiras... Bu kavrami iyi düsünmeliyiz. Kimi kendi ebediyyetini bu atesle yakip kül ederken, kimileri de koca memleketi harabeye döndürebiliyor.

     

    Almanlar, Türkiyeye giden trenlerin üzerine Enverlanda (Enverin Ülkesine) gider yazmaktadirlar. Kibir ve ihtiras demistik ya! Pasanin su ifadelerine bakin: Beni Napolyona benzetmislerdi. Kabul etmem. Çünkü ben ikinci adam olamam.

     

    Tarih, 16 Aralik 1914. Soguk bir kis günü. Talebesi ögretmenini azarlamaktadir: Hatali davrandiniz! Basarili olamadiniz! Rus ordusu burada yok edilmeliydi. Simdi hemen harekete geçip, Rus ordusunu Sarikamista yok edeceksiniz!

     

    Cephelerin ve harp okulunun emektar komutani Hasan Izzet Pasa, küstahlasan ögrencisine pervasizca cevap verir: Olmaz! Havalari görüyorsunuz. Her yerde kar var. Karakis baslamistir. Bu sartlar altinda, bu mevsimde harekât bir faciaya dönüsebilir. Kis siddetini kaybetsin, yollar açilsin, düsmana haddini bildiririz.

     

    Her verdigi emrin hemen yerine getirilmesine aliskin padisah damadi ve ordularin baskomutan vekili 34 yasindaki Enver Pasa, asabileserek su tehdidi savurur: Eger hocam olmasaydiniz, sizi idam ettirirdim!

     

    Bir facianin esiginde, Hasan Izzet Pasa istifa ederek ordudaki görevinden ayrilir.

     

    Çöl atesinden Köprüköy ayazina

     

    Çok geçmeden, tarihler 21 araligi gösterirken, tarihe Sarikamis Faciasi olarak geçen harekât baslatilir. 125 bine yakin iman abidesi insan, kis kiyamette paltosuz, postalsiz, gömlekle, çarikla cehennemî tipinin ortasina sürülürler. O günlere sahit olan bir askerin mektubu, facianin küçük bir boyutunu günümüze söyle tasir:

     

    Bu yaz, iki alayimizla Yemenden buraya naklonulduk. Yola koyulmamizdan dört ay sonra buraya ulastik ki, Arabistanin cehennemî sicagi Köprüköydeki ayaz yaninda nimet-i ilâhi imis. Burada çadirin perdesi buza kesmis oglak kulagi gibi kirilmakta ve kopmakta. Bölük kumandanim, beni sihhiyeye nakletmis ise de, tabip ve ilaç yoklugundan çaresiz kalip tekraren takimima döndüm. Aksam yaklasinca Köprüköye civar daglardan tipi bosanir. Kumandanimiz, gelecek cuma Baskumandan Enver Pasa Hazretlerinin teftis ve hücum için gelecegini müjdeledi. O gelinceye kadar da yün içlik, çorap ve paltolarin verilecegini ve Yemen yazliklarini atacagimizi müjdeledi. Allah, devlete ve millete zeval vermesin. Baskumamandan Pasa Hazretlerinin gelmesi ile, Moskofun kahrolacagindan ve kâfirin, karsimizdaki tepelerde geceleri seyrettigimiz ocakli ve mutfakli karargâhlarini ele geçirecegimizden subaylarimiz çok emin. Safak söktügünde 2059 rakimli Kizkulagi Tepesinden Moskof obüs yagdirir ama sükrolsun, zafer bizim olacak. Gece bastirdiginda, tepelerdeki Moskof ocaklarinin atesi gözlerimizdeki ayazi tandir közüne tebdil eyler. Baskumandan Pasa Hazretleri acele gelse ki, atese kavussak...

     

    Igdirli Ali Çavus yazlik giysiler içerisinde titreye titreye bu mektubu yazip Istanbuldan gelecek olan kislik giysileri beklerken, Karadenizde baska bir facia yasaniyordu. Ruslar Osmanli ordusuna erzak, mühimmat ve giyecek getirmekte olan gemileri sulara gömmüslerdi. Bu durumu askere bildirmeyen Enver Pasa, ihtiraslarina maglup olarak bütün birliklere su mesaji çeker:

     

    Askerler! Hepinizi ziyaret ettim. Ayaginizda çarik, sirtinizda paltonuz olmadigini gördüm. Lâkin karsinizdaki düsman sizden korkuyor. Yakin zamanda Kafkasyaya girecegiz. Orada her türlü nimete kavusacaksiniz. Islâm Aleminin bütün ümidi sizsiniz.

     

    Böylece Turan Fatihi, Sarikamis Fatihi olma ugruna, binlerce insan dehsetli bir can pazarina sürülür.

     

    Üç beyinsizin ugruna üç milyon halk

     

    Koca bir cihan devleti olan Osmanli, sahsi ihtiraslar ugruna böylesine yanlis kararlarla askeri harekâta girme asamasina nasil gelmisti?

     

    Sultan Abdülhamid Hanin bir entrika sonucunda darbe ile tahtindan uzaklastiran Ittihatçilar, 1914 yazinda Avrupada esmeye baslayan savas rüzgarlarinda Almanlarin yaninda yer alirlar. Sultan Abdülhamit Hanin Avrupada yillarca emek vererek sagladigi dengeler bir anda alt üst olur ve Ingiltere ve Fransanin sömürgecilik yarisindan pay kapmak isteyen Almanyanin aleti oluruz. Almanlar, Fransiz ve Ingilizlerin yaninda yer alan Ruslara karsi Osmanli askerini kullanarak bati cephesinde rahatlamanin plânlarini yapmaktadirlar. Bunun için Kayserin Alman ordusuna eklenen bir süngü olarak tasvir ettigi Osmanli neferleri kullanilir. Sömürgecilik yarisinda hiçbir çikari olmayan Osmanli, felaketlerle sonuçlanacak olan bir macereya sürüklenmektedir.

     

    Darbe ile iktidara gelmis, ayak oyunlariyla rütbe almis ittihatçi subaylar, milletin gelecegini, refahini, kalkinmasini degil, gazete sayfalarina kahraman olarak geçmeyi düsünüyorlardi. Hiç yoktan girilen Birinci Cihan Harbinde, 1 Kasim 1914te Kafkas Cephesi açilir ve Ruslar Dogu Anadoluya girerler.

     

    Ziya Gökalpin melekler bu milletin kurtulacagini ona fisildarlar diye yücelttigi hürriyet kahramani Enver Pasanin halkin dini duygularini galeyana getiren beyannamesi ile Seyhülislamin mukaddes cihad fetvasi yayinlanir. Ziya Gökalpin turancilik fikriyle yazdigi siirler üniversite gençliginin slogani olmustur:

     

    Düsman ülkesi viran olacak Türkiye büyüyüp Turan olacak!

     

    Ama Türkiye büyümek bir yana gün geçtikçe erimekte, küçülmekte ve parça parça koparilmaktadir.

     

    Devlet-i Ebed Müddetten Enverlanda

     

    Turan Fatihi olmanin hayallerini kuran Baskumandan vekili Enver Pasa (baskumandan pasidahtir), padisah damadi olarak birçok yetkiyi elinde tutmaktadir. Padisahin bir çok seyden haberi bile olmamaktadir. Enver Pasa, verdigi harekât emrinde hedef olarak Tahran ve Aksabati gösterir. Tahran harekat merkezine 1350 km. Askabat ise 2000 km. uzakliktadir.

     

    Almanlar, Türkiyeye giden trenlerin üzerine Enverlanda (Enverin Ülkesine) gider yazmaktadirlar. Kibir ve ihtiras demistik ya! Pasanin su ifadelerine bakin: Beni Napolyona benzetmislerrdi. Kabul etmem. Çünkü ben ikinci adam olamam.

     

    Etrafinda bulunan subaylar da ihtiras ve hayalcilikte ondan geri kalmiyorlardi. Çetecilikleriyle meshur Dr. Bahaeddin Sakir ve arkadaslari Erzuruma gelirlerken, yol kavsaklarina Turana buradan gidilir! diye isaret levhalari koyuyorlardi. Alman Von der Goltz Pasa bunlar için söyle demisti. Kafkasyada maalesef Napolyon Bonapart oldugunu iddia eden ve cahil yetisen birçok adam vardir. Bunlar, ordularina güçleriyle bagdasmayan görevler vermislerdir ve bu yüzden ordularini büyük zarara ugratmislardir.

     

    Zararin asil sorumlularindan biri, ihtirasta Enverden geri kalmayan Hafiz Hakkiydi. Bu adam hiçbir arazi arastirmasi yapmadan Enver Pasanin ihtiraslarini kamçilayacak su telgrafi çekmisti: Daglar üzerindeki yollari kesfettim. Bu mevsimde bu yollardan hareketin mümkün olduguna inandim. Buradaki kolordu ve ordu komutanlari yeterli ölçüde inançli ve kararli olmadiklarindan böyle bir saldiriya samimiyetle taraftar olmuyorlar. Bu saldiri vazifesi rütbem düzeltilerek bana verilirse ben bu isi yaparim.

     

    Enver Pasa, Hocasi Hasan Izzet Pasayi azlederek görevi sekiz gün önce yarbayliktan albayliga terfi eden Hafiz Hakki Pasaya verdi. Hafiz Hakki Pasa artik tümen komutani olmustu ama gözü ordu komutanligindaydi.

     

    Niçin olmasindi? Orduyu politikalarina alet eden bu darbecilerin basi Enver, 18 gün içinde yarbayliktan pasaliga yükselmemis miydi? Bunun yani sira harbiye naziri (savunma bakani) olmamis miydi? Ondan neyi eksikti?

     

    Politika ile rütbe alan bu komutanlar arazi ve yol incelemesini yanlis yapmis ve sonuçta tekerlekli araçlarin geçmesine uygundur raporu verilen yollardan askerler yaya zor geçmislerdi. Tekerlekli araçlar ve kisitli mühimmat karlara saplanip kalmis, tek tek birerli siralarla yürüyen askerler, güçleri tükenmis, hasta ve mecalsiz olarak Ruslarin karsisina dikilmisler çogu kursun bile atamadan donarak ölüp gitmislerdi.

     

    Kardan heykeller

     

    22 aralikta Enver Pasanin emriyle 120-125 bin civarinda Osmanli askeri dondurucu soguga ragmen yollara sürülmüstü. Bölge çogu senenin dört ayi boyunca karlarla örtülüydü. Kar yükseklikleri kimi yerlerde bir metreyi geçiyordu. Zemheriler diye bilinen en soguk günlerdi. Sifirin altinda kirk dereceye düsen soguk, düsmandan daha düsmandir. Yapilan harekât plânina göre 9. Kolordu Sarikamis Daglarini, 10. Kolordu ise Allahuekber Daglarini asarak Ruslari Sarikamista kusatip imha edecekti.

     

    Gündüz baslayan yürüyüste çariklari yumusayan askerlerin çariklari gece donmaya, bir mengene gibi ayaklarini sikmaya baslar. Adim atmak neredeyse imkansizdir. Askerler oldugu yerde ziplar, atlar, kendini karlarin içine vurur ve ayaktan baslayan donma yavas yavas tüm vücuda yayilir. Düseni kaldirmamak için emir vardir. Zaten kimsede de kimseyi kaldiracak güç kalmamistir. Neferler ordunun isaret taslari gibi yollara dizilirler. Kimi çömelmis, kimi oturmus, kimi yuvarlanmis, kimi bir agacin gövdesine dayanmis kardan heykellere dönüsürler.

     

    90.000 sehit. Tek kursun atmadan...

     

    O yil kurtlar insan etine doyar. Birçok cesedin gözlerini kuslar oymustur. Arkadan gelenler, gördükleri korkunç manzara karsisinda moralmen yikilmaktadir. Ayrica açlik da son haddine ulasmistir.

     

    Onbes saatlik yürüyüsün sonunda, 16.300 kisilik 30. tümenden geriye 1.400 asker kalir. Ölenler, düsmana karsi tek bir mermi atamamislardir. Diger birliklerin de bunlardan farki yoktur. Kayiplarin sayisi, en iyimser rakamla 70 bin kisidir. Bazi kaynaklarda bu sayi 90 bin kisiye kadar ulasir. Sonuçta, sadece bir gecede binlerce asker beyaz karlarin üzerine cansiz serpilmisti. Kalanlar ise açlikla, bitlerle, tifüsle, sogukalginligi ve kangrenle ugrasiyorlardi.

     

    Tarih ne böyle bir faciayi yazmis, ne de görmüstü. Oysa Istanbula çekilen telgraflarda inanilmaz ifadeler vardir: Kafkasya daglari ve tepeleri beyaz bir örtüyle örtülüdür. Kar hemen hemen bir metreyi geçmistir. Harekâttaki sessizlik bundandir. Kahraman askerlerimizde ilerleme istegi o kadar çoktur ki, ellerinden gelse soluklariyla karlari eritip yol açacaklardir. Kari daha az olan kesimlerde kahramanlarimiz basarilar elde ediyorlar. Dün süngü saldirisiyla düsmandan iki mevzi ele geçirilmistir.

     

    Enver Pasa inadindan dönmedi. Son bir gayretle Sarikamisa yüklenmek istiyordu. Acimasiz emrini verdi: Saldiri sirasinda her üst, bir adim geri atani derhal tabancasi ile öldürecektir. Askerler, bu durum karsisinda dillerinde kelime-i sehadet ile bir kere daha bile bile ölüme yürümeye basladi. Sonuçta Sarikamisa ancak bir avuç kahraman ulasabildi. O da geçici bir süre için.

     

    Onlari teslim alamadim. Çünkü...

     

    Rus Kurmay Baskani Pietroroviç, anilarinda Sarikamisa kavusan o bir avuç kahramani söyle anlatacaktir:

     

    Ilk sirada diz çökmüs bes kahraman. Omuz çukurlarina yasladiklari mavzerleri ile nisan almislar. Tetige asilmak üzereler. Ama asilamamislar. Kaput yakalari, Allahin rahmetini o civan delikanlilarin yüreklerine akitabilmek istercesine semaya dikilmis, kaskati... Hele biyiklari, hele hele biyiklari ve sakallari! Her biri birer fütuhat oku gibi çelik misal. Ya gözler?.. Dinmis olmasina ragmen su kahredici tipinin bile örtüp kapatamadigi gözleri!.. Apaçik!.. Tabiata da, baskumandana da, karsisindaki düsmana da isyan eden ama Allahina teslimiyetle bakan gözler... Açik, vallahi apaçik!..

     

    Ikinci sirada öyle bir manzara ki, hiçbir heykeltras benzerini yapmayi basaramamistir. O ürkütücü ayaza ragmen, saglarinda fisekleri debelenerek üzerlerinden atmaya tenezzül etmemis iki katirin yaninda baslari semaya dönük, alti masal güzeli Mehmed... Sandiklari bir avuçlamislar ki, hayati biz ancak böyle bir hirsla avuçlayivermisizdir. Öylesine kaskati kesilmisler.

     

    Ve sag basta binbasi Mustafa Nihat. Ayakta... Yarabbi, bu bir ayakta durustur ki, karsisinda düsmani da, kâfiri de, lanetlisi de Allahin huzurunda diz çöküs halinde gibi. Endami, düsmani dize getiren bir tekbir velvelesi gibi. Belinde, fiseklerinin yuvalarini tipi ile kapatmaya bütün gece düsen kar bile razi olmamis. Sol eli boynundaki dürbünü kavramis. Havada donmus, Kale sancagi gibi... Diger eli belli ki, semaya uzanip rahmet dilerken öylesine taslasmis. Hayrettir, basi açik. Gür erkek kömür karasi saçlari beyaza bulanmis...

     

    Ve Moskovadaki askeri müzede sergilenen bu satirlarin sonu söyle biter: Allahuekber Daglarindaki Türk müfrezesini esir alamadim. Bizden çok evvel Allahlarina teslim olmuslardi. 24.12.1914 Persembe.

     

    Ve bitisimizin itirafini olayin bas sorumlularindan Hafiz Hakki Pasa, baskumandan vekiline su sözlerle özetler: Bitti pasam, ordumuzun kism-i küllisi mahvoldu.

     

    Enver Pasa hiçbir sey olmamis gibi Istanbula döner. Arkasinda binlerce kefensiz kar çiçegi birakarak... Basini ele geçirmis bu darbeci güruh siki bir sansür uygulayarak halkin Sarikamis cephesinde olup biteni ögrenmesine engel olurlar. Faciayla ilgili bilgiler Ruslar vasitasiyla Avrupa ve Dünyaya yayilir ama hersey için artik çok geçtir. Bir sohbet sirasinda Harbiye Nezareti Ordu Daire Baskani Behiç Beye bu facia için Enver Pasa söyle der: Bunlar nasil olsa birgün ölecek degiller miydi!

     

    Birinci Cihan Harbinin alevleri, Sarikamistan Çanakkaleye, Galiçyadan Trablusgarpa kadar binlerce kilometre karede müslüman kaninin ihtiraslar ugruna akmasina sebep olur. Ve Akif gözyaslari içinde söyle inler:

     

    Gitme ey yolcu beraber oturup aglasalim,

     

    Elemim bir yüregin payi degil, paylasalim.

     

    Karsimda vatan namina bir kabristan yatiyor!

     

    Ihtiras demistik ya! Bazilarinin ihtirasi sadece kendilerini degil, milyonlarca vatan evladini ve tarihin gördügü en ihtisamli cihan devletlerinin birini yakabiliyor.

     

     

    Muzaffer Tasyürek

×
×
  • Create New...