Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Hâcegân

Editor
  • Content Count

    989
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    42

Posts posted by Hâcegân


  1. Yeni Mesaj yazarları böyle diyorlar, ama biraz kendilerine baksınlar...

     

    Mesaj grubu, Suriye'de kendi milletinin üstüne ölüm yağdıran Eset'i, Hz. Hüseyin efendimizle bir tutuyorlar. Hz. Hüseyin'in günümüzdeki modelinin Eset olduğunu çok açık bir şekilde söylediler, yazdılar, haykırdılar... Baas rejiminin başında bulunan ve kendi halkına eziyet eden bir adam, Hz. Hüseyin ile nasıl bir tutulabilir? Suriye topraklarında kurulan kamplarda PKK'yı barındıran bir Eset, nasıl oluyor da Hz Hüseyin'in günümüz temsilcisi diye gösterilir?

     

    Sabah akşam, en ufak bir fırsatta, hiç sektirmeden Said Nursi'ye hakaretamiz saldıran Mesajcılar, Eset'i Hz Hüseyin'in günümüz temsilcisi görüyorlar, Ama o Said Nursi de nesep yoluyla Hz Hüseyin'e kadar dayanıyor. Bu nasıl bir iş, burası nasıl bir dünya? Bu dünyanın üzerinde neler oluyor böyle!?! Hz Hüseyin soyundan gelen bir din alimine en fena hakaretlerle saldır, bir Nuseyri olan bir adamı da, Hz Hüseyin'in günümüz temsilcisi olarak göster!!! Hakikaten anlaşılır gibi değil!!!

     

    Bu grubun liderinin yazdığı son kitaplar içerisinde, Hz Ebubekir ve Hz. Ömer hakkında da inanılmaz iddialar var. Bunlara burada değinmeden geçiyorum...

     

    Akit meselesine gelince... Bir muhabirden bahisle bazı şeyler yazmışlar. Bunlara inanmıyorum, herhalde Akit'te bir açıklama yapar. Dilipak hakkında o kadar çok şeyler yazıldı ki, o kadar iftiralar atıldı ki adama... Bu da bunlardan biridir, diye düşünüyorum. Ben adamın yazdıklarına bakıyorum, kitaplarını okuyorum ve adamdan faydalanıyorum. Hakkında yazılananlar kanıtlanmadıkça, o şeylerle ilgilenmiyorum... Ona bakarsanız, Necip Fazıl hakkında ne iftiralar atıldı... Ne yapalım şimdi??? Bu adamlar bu iftiralarla çarpıştılar da geldiler buralara kadar... O yüzden haklarında yazılan çizilen şeyler bir kanıt üzerine bina edilmedikçe, öne sürülen o şeylerle ilgilenmem.

     

    Yine malum grubun yazarlarından biri, 40 bin misyoner evinden bahsediyor... Bir ülkede bu kadar çok misyoner evi olabilir mi? Bunu mantığınız kabul ediyor mu? Eğer 40 bin misyoner evi varsa, biz, bunlardan en az birine rastlamış olmamız lazım. 40 bin az bir sayı eğil. Ama bunlar 'ışık' evlerini de misyoner evleri gibi gördükleri için, böyle bir sayı çıkıyor ortaya.

     

    Akit'in İsrail yanlısı olduğuna dair iddiaya da gülüp, geçiyorum...

     

    Şimdilik bu kadar yazıyorum... Gerekirse daha da yazarım...


  2. Kirli odaklarda pişirilip, bazı yazarların eline verilen bir provokasyonla karşı karşıyayız...

    Aslında Örtülü Ödenek meselesi, malum medya grubundan önce face gibi sosyal ağlarda dolaşıma koyuldu. Bunun için de Uğur Mumcu'nun bir kitabını kaynak gösterdiler... Bu mesele bundan bir kaç yıl önce de kitaplaştırıldı...

     

    Örtülü Ödenek meselesini karşı iddiaların ve iftiraların oklarına karşı savunmak o kadar kolay ki... Necip Fazıl, malum kitaplarında hakikati hem de tutanaklarla birlikte anlattı... O yüzden işin bu kısmı ile ilgilenmiyorum...

     

    Beni ilgilendiren kısım başka... Şöyle hafızanızı bir yoklayın... Sosyal paylaşım sitelerinde ve bazı medya gruplarında sistemli bir provokasyonla karşı karşıyayız... İlk önce Necip Fazıl'ın uzunca bir yazısını aldılar, orasından burasından kırptılar ve küçük bir paragraf haline getirdiler. yazının ana konusunu tahrip ettiler ve hükmü bastılar: necip fazıl Amerikancı!!! Sonra Necip Fazıl kumarcı yaftasını yapıştırıp, Necip Fazıl'ın kumarhanede basıldığını yazdılar... Şimdi de malum Örtülü Ödenek hadisesi...

     

    Örtülü Ödenek hadisesi ilk önce sosyal paylaşım sayfalarında dönüyor, sonra malum medya gruplarında bu hadise ile ilgili bazı yazarları konuşturuyorlar... Bütün bunlar tesadüf olamaz...

     

    Arkadaşlar bazı karanlık odaklarda bu haberler pişirilip, gençlerimizin aklını bulandırmaya çalışıyorlar...

     

    Belki bazılarınız fark etmiş olabilir... Bir kaç gün önce, gecenin oldukça geç vaktinde, bir üye Necip Fazıl'a hakaretler edip, çekti gitti... Tam d bu mevzuu ile ilgili... Adam üye oldu, hakaret etti, gitti...

     

    Her ne olursa olsun, provokasyonlara gelmeyelim... Sistemli bir hucum karşısında sakin olalım... gereksiz tartışmalara girmeyelim... Zira Necip fazıl ile ilgili ortaya atılan iftiraların hepsine çok net cevaplar verildi...


  3. Oww. Kalenderle fena girmişiz birbirimize, tamam mevzuyu hatırladım. En sonunda 'ben de aynı şeyi söylüyorum zaten, ne bağırıyosun ki' numarası çekmiş. Şimdi olsa önce daha yumuşak girerdim ama sonunda da bu kadar sakin bırakmazdım. Duba gibi şişip betona bırakılmış futbol topu gibi sönmüşüm. Kuru boya setini kazandığım için çok mutluyum. Artık kazağımın arkasına 'Hüsamettin Hurşit Mahmutoğulları - Since 1993' yazabileceğim. Hediyemi bizahmet vereceğim adreste Abdullah diye bi çocuk var, ona gönderin ben sonra ondan alırım. T.C. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği 06689 Çankaya, Ankara

     

    Adminim, sayın adminim, güzel adminim. Bakınız haşmetmeap; sizin yüce ihsankarlığınızla s.mod'luk mertebesine  layık gördüğünüz bir şahıs adminliğin teorisine çalışıyor. İşin pratiğini de anlaması için kendisine biraz ceza verebilir misiniz? Bendegânınız üyeleriniz sizlerden bunu istirham ediyorlar. Sizlerden adminliğinizi göstermenizi bekliyorlar. Bakınız şunlara, kırmızı filan diyorlar. Ayıp, sizin olduğunuz yerde ne hakla bu sözü ağızlarına alıyorlar? Hiç yakışmıyor. Kadim üyeler rahatsız. :)

     

    Ha bak şeyi unuttuk. Burada görünmez diye bir yönetici var. Siz görmemiş olabilirsiniz ama bi aralar yarene âyân idi. Majestelerine sitede ilk rastladığımızda mitajanı, mürid ve ben birbirimizi boğazlayacak noktaya gelmiştik. Her sohbetimiz 'Görünmez sensin di mi lan', 'bırak şimdi abi ya, düpedüz sensin işte', 'ayak yapma olum, hadi itiraf et bak', 'Hacı ayıp oluyor, yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmiyor, söylesen ne olacak ki?' falan diye akar olmuştu. Evet, biz aramızda böyle papatya serseri gibi konuşuruz. Adam resmen fitne tohumu gibi aramıza serpildi. aynı mevzu üstünde yarım saat konuştuğumuz oluyordu. Hayır bir de tesadüfen adamın sülalesindeki bazı şahısların soy isminin, Mitajanı'nın pek de yaygın olmayan soyadıyla aynı olduğunu öğrenmedik mi? Sanki arkadaşın yedi ceddi vaktinde bize tezgah kurmak için çalışıp didinmiş.

     

    İçimin içimi yediği bir gün mahut şahsın verdiği telefon numarasını aradım. Ankara Devlet Konservatuvarı'nda spikerlik, İsmek'te diksiyon eğitimi almış bi genç çıktı. 'Ee hani üstad, hayatın boyunca aksanı meşhur bi bölgenin dışına çıkmış değildin sen? Senin ağzın niye bu kadar büyük?' diye sordum. 'Aksanımı terbiye ettim efendim. Değil mi sevgili dinleyenler?' falan dedi. Yok yani öyle demedi tabii ama bu konuşmayı da ben onun teatral yeteneğine verdim, bir türlü ikna olamadım. 'Mitajanı akrabalardan birini ayarladı herhalde, az çakal değil şu herif ya' diye düşündüm. Görünmez de o sıralar sürekli mitajanına göndermeler yaptığından, onun farklı bir adam olduğuna inanmak epeyce vaktimizi almıştı. Üslup deseniz, bizim müridin yan sanayii gibi ahahah. Şu dağlar, şu taşlar, şu mürid dile gelse de söylese!

    Bir de işin enteresan yanı üçümüz muhabbet ederken iki kişi birden bir kişiye 'görünmez sensin' diye yüklenince, o kişi ister istemez makaraları koyveriyor ve ihale adamın üstüne tamamen yapışıyor. Bunu ilk önce mitajanı yaptı, daha sonra da ben yaptım ve az daha görünmez biz oluyorduk. Daha fazla dayanamadım ve gidip adamla tanıştım, gerçekten alayımızdan birikimli, kafası canavar gibi bi adam çıktı. İstanbul'da olsa sabah akşam kapısında yatarız yani, öyle bi şey. Mitajanına filan beş atar (bu fitne tohumu da benden gelsin ehehe). Tabii sonra yönetici oldu, pas bile vermiyor artık diye lafımı sokup kaçıyorum. Allah'tan girmiyor, umarım görmez. SMOD kısmısının sağı solu belli olmaz. Bizim haber spikeri, açık unutulmuş mikrofon edebiyatından da haberdarsa kaçacak delik arayalım biz. Gel mitajanı gel.

     

    Kendimi paranoyak sanıyordum... Yanlız değilmişim... Paranoyaklık kalmadı...

    • Like 1

  4. Avatarına Hayran

     

    Avatarına hayranım abi.. deyipte severim

    Zalim rumuzundaysa merhamet sezerim

    Yalın ayak böğür açık tek tabanca gezerim

    Buldum muydu casus masus acımadan ezerim

    (mitajanı)

     

    ''ben bile kim olduğumu şaşırmış vaziyetteyken'' mi?.. Ajan kim olduğu şaşırmaz, Hani simit satarken gerçek kimliğini unutur; işine o kadar kendini kaptırır yani... Bu unutma işi de gerçek unutma değildir, sadece işine kendisini kaptırmadır ha... Hem ajansın hem de isim mitajan'ı... Hani kimse hiç şüphelenmez...(Zalim)


  5. Necip Fazıl Kısakürek adına açılmış en kapsamlı bir forum sitesindeyiz. Öyle tahmin ediyorum ki, talebelere Necip Fazıl hakkında bir ödev araştırması verildiğinde, talebelerin aradıklarını bulabildikleri tek site burasıdır. Ödevin konusu arama motoruna yazıldığında, göstereceği ilk sayfalarda bu site mutlaka yerini alır. Bu anlamda da sitemizin önemli bir görevi yerine getirdiğini düşünüyorum.

     

    Necip Fazıl ile alakalı merak edilen bütün konuların bu site içerisinde olduğunu düşünüyorum. Necip Fazıl'a bir iftira mı atıldı? Bunu duyan bir insan hemen bilgisayarın başına geçerse ve bu siteye ulaşırsa, Üstad ile alakalı bütün konulara buradan hem de en doğru şekliyle buradan varabilir. Mesela Üstadı Amerikancı diye suçladılar, Kemalist bir face sayfasında... Bu site sayesinde sağlam bir karşı taarruza geçtim ve önlerine en doğru belgeleri fırlattım ve davamı malum face sayfasında yere düşürmedim. Malum face sayfasının liderini de kendi üyeleri karşısında zor duruma düşürdüm. Çünkü belgeler çok açıktı.

     

    Bu forum sayfası böyle bir görevi de yerine getiriyor. Bu anlamda üye sayısından daha çok bir alanı etkilediğini söyleyebiliriz. Bence üye sayısından çok daha fazla insan, bu siteden, ama şu meseleden, ama bu meseleden dolayı faydalandı.

     

    Sınıf Çalışmalarında Necip Fazıl'ı ve davasını masaya yatıran arkadaşları da unutmamak lazım. Mürid, Cihat, Reyhan, Görünmez, yer-gök, Nil-tuna, Gece güneşi, Trradomir, Abdulhamit, BDG ve Hayy bin Yakzan.

     

    Bu arada her ay bir eser inceleniyor. Bu çalışmanın da büyük bir eksikliği kapatacağını düşünüyorum. Çok yerinde... İtiraf ediyorum, bu çalışmaya bir katkım olmadı... Bu güzel çalışmayı yürütenlerden: Tazir, siyahceket, penaltı..., Trradomir, Miralay, Ya-Leyl ilk anda aklıma gelen arkadaşlar...

     

    Trradomir^den bir isteğim olacak... En Kötü Patron'nu da inceler misin?


  6. gençliğe hitabe baştan aşşa sablımınıl mesıc kaynıyor. demedi demeyin.

     

    mitajanı, mitajanı... Bak bugün ne öğrendim... Akit Gazetesi yazarı yazdı... 'Atatürk Ekber, Atatürk Ekber' diye başlayan yeni ezan yazılmış... Hani böyle bir şeyin doğruluk payı nedir, onu da araştırmak lazım... Dur bakalım, daha neler duyacağız!!!


  7. Bak trradomir! Beni kızdırma, yoksa bir başlarsam yazmaya yazık olur!

    Yukarıdaki alıntıda geçen ‘Bu bir hezeyandır!..’ ifadesine lütfen dikkat. Bu ifade Atatürk’ü öven ve onun ne kadar dindar olduğunu kanıtlamaya çalışan kitapta geçiyor…

    Yine aynı kitaptan gelsin…
    Yazar, Kılıç Ali’nin ‘Atatürk’ün Hususiyetleri’ kitabını kaynak göstererek, şöyle yazıyor:

    Atatürk bir gün etrafındakilere:

    'Bana Allah’ın büyüklüğünü anlatır mısınız?..' dedi.
    Suale muhatap olan zevat düşünmüşler ve sonra birer birer, Allah’ı nasıl anlayabildiklerini izaha başlamışlar…
    Bunları büyük bir dikkatle dinleyen Atatürk, şu cevabı vermiştir:
    ‘Hepiniz Allah’ı ayrı ayrı görüyor ve büyütüyorsunuz… Anlaşılan Allah herkesin kafası kadar büyüktür!..’
    Allah herkesin kafası kadar büyüktür, derken acaba Freud’un din anlayışı mı kastedilmek isteniyor? Yoksa Allah’ın büyüklüğünü insanların kavrayamayacağından mı dem vuruyor? Ne dersin Trradomir? Bu ateşli sahada, sende olması kuvvetle muhtemel felsefi bilgilerinle at koşturabilir misin?
    Not: 'Bu kafadaki adamlara hiçbir şey anlatamazsın'nı sevdim...

     

     

     

     

     

    Atatürk muhataplarına ne demişti, hatırlayalım:
    ‘Hepiniz Allah’ı ayrı ayrı görüyor ve büyütüyorsunuz… Anlaşılan Allah herkesin kafası kadar büyüktür!...'

     

    Görünürde bu site müdavimlerine, aslında malum kitabın üzerinden tüm Kemalistlere bir sual yöneltmiştim:
    '
    Allah herkesin kafası kadar büyüktür, derken acaba Freud’un din anlayışı mı kastedilmek isteniyor? Yoksa Allah’ın büyüklüğünü insanların kavrayamayacağından mı dem vuruyor?'
    Hakikaten bu sual benim için çok mühim bir sualdi. Hem malum kitabın yazarının bu mevzular hakkındaki bilgi seviyesi, hem de Atatürk'ün zihin yapısı açısından komple bir sualdi. Yazar bir kaynaktan bir mevzu aktarıyor ve meseleye 'A' diye hüküm koyuyor. Aslında yazarın aktardığı kaynak, meseleyi 'B' noktasına getirebilir. Yani daha açık yazmak gerekirse, bir şahsiyetin 'B' olmadığını kanıtlamaya çalışırken, aslında o şahsiyetin, farkında olmadan tam da 'B' olduğunu ortaya sere bilirsin.

     

    Benim derdim kişilerin ne olup, ne olmadığı değil. Derdim, kişilerin kendi zihin yapılarını başka kişiler üzerinde baskı unsuru olarak kullanıp kullanmadığı. Bir başka nokta ise Kemalist zihniyetin, kendi fikri yapısını savunurken bile nasıl tel tel döküldükleri. En mühim nokta ise bu zihniyetin dayandığı felsefi akım hangisi? Eminim yazarın bu felsefi akımdan da haberi yoktur... İşte işin bu en mühim noktası ise ateşli sahadır. Oraya herkesi davet edemem. Niye ateşli sahadır? Bir kere felsefi bir mevzu, diğer noktalara ise hiç girmeye gerek yok zaten.

     

    'Anlaşılan Allah herkesin kafası kadar büyüktür!..’
    ifadesinin tamamen farklı bir amaç ile, aslında Allah'ın çok büyük olduğunu ve insanların O'nun büyüklüğünü algılayamayacak kadar zayıf olduğunu belirtmek için söylenmiş olabileceğini düşünen de olabilir. Olabilir tabiki... Bu çok doğal. Ben de zaten 'hayır öyle değil, böyledir!' demiyorum ki... Tartışmaya açık bir hadise, o kadar...

     

    Zamanında Reyhan Hanım bakın ne paylaşmış:

     

    ''Bu hususta tek, kafi ve riyazi hüccet, Birinci Cumhur Reisinin bizzat yazdığı, devlet işlerini bırakarak mevsimlerce meşgul olduğu ve 1931 yılında Maarif Vekâleti armasiyle devlete mal ve tabettirdiği meşhur tarihtir. Bu tarih onun bütün ruh (portre) sini ve dünya görüşünü hulâsa eder. İşte bu tarihin daha ilk sahifelerinde, Birinci Cumhur Reisinin zekâdan başka (idealist) hiçbir kıymete inanmadığı ve bütün ruh ve mavera âlemini insanlarca uydurulmuş birer masal saydığı hemen belli olur:

    «Bundan, tabiatı anlamakta zekâmı en büyük cevher ve müessir olduğu anlaşılıyor ki, tabiatın fevkinde ve haricindeki bütün mefhumların, insan dimağı için kendi tarafından uydurma şeylerden başka bir şey olmadığı meydana çıkar.»

    Cilt 1, sahife 2, satır 35 ilâ 39.'' Necip Fazıl...

     

     

     

     

     

     

     

     


  8. ''Bu milletin başında bulunanlar, acaba Garp dünyasına ne verdiler, ne vermeyi taahhüt ettiler ki, onlar da ona madde planında, mahdut, fakat her mağlubunkinden daha ehven bir hayat hakkı vermeyi kabul ettiler?'' Vesikalar Konuşuyor'dan

     

    ''Evet efendiler, Garp dünyasına, hem de İstanbul ve Ankara'da kulis arkası pazarlıklarla bir şey verilmiştir; Garp dünyası ise asırlar boyunca orduları ve milyonları mukabilinde alamadığı bu en aziz şeyi, milli rehberler elinden alıverince, bizim hayat hakkımız tanınmıştır.

    Bu şey nedir??'' Vesikalar Konuşuyor'dan


  9. Sarıklı hahamlardan maksat nedir?

     

    Necip Fazıl, Vesikalar Konuşuyor eserinin 285. sayfasında şöyle yazıyor:

    ''Tevfik Gerçeker'in Altıok ideolocyasına bağlılığı ve ona bağlı din veya dinsizlik adamlarına müzahareti o kadar açıktır ki, bu mevzuda Trabzon Müftüsü Abbas Hacıefendioğlu misali, sarık altından çıkan istavroz kadar korkunçtur. Gerçeker'in adamı olan o sözde müftü, Trabzon'da Devrimciler Derneğine(!) bir konferans vermiş ve İnönü savaşlarının ''Bedr'' gazasından üstün olduğunu iddia etmiştir. Gazetecilere verdiği beyanatta da 'Ben Halk Partili olmakla iftihar ederim!' demiştir.''

     

    Aynı kitabın 285 ve 286. sayfalarına bakalım:

    ''Tertip Şöyledir:

    Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Rafet Ulgenap, CHP Trabzon Milletvekili Ali Rıza Uzuner ve Temelli Senatör Ahmet Yıldız, hep beraber, Devlet Bakanı Mehmet Altınsoy'un Ankara'da bulunmamasından istifade ederek Başbakan Suat Hayri Ürgüplü'yü görüyorlar ve hamle ediyorlar:

    - Ne yapıyorsunuz? Bu adamı Diyanet İşleri Personel Şefliğine nasıl getiriyorsunuz? Mutaasıbın, Şeraitçinin, Nurcu'nun biri, bu adam!!!

    Ve tayini kabul etmiş bulunan Suat Hayri'ye tesir edip, alelusul, evrakı yine aynı masada uyumaya terk ediyorlar. Erce'nin yerine tayini iltimas edilen şahıs, Tevfik Ersan adlı, Vatikan'da papazlık stajı görmüş olan biridir!!! İnanınız, böyledir!!!''

     

    Yukarıda ne mi anlatılıyor? Halil Ziya Erce adında 'azami derecede müspet' zatın Diyanet işleri Personel Şefliğine getirilmek istenmesi, Gerçeker tarafından bunun engellenmesi, Erce'nin yerine de malum zatın getirilmesi olayı...

     

    Yukarıda ismi geçen Gerçeker ise dönemin Diyanet işleri Başkanı. Necip Fazıl 283. sayfada şöyle diyor:

    Diyanet işleri Başkanlığı gibi bir makamda, dini ilim bakımından mutlak şart olan müspet vasıftan mahrumluğu bir tarafa, ruhunda herhangi bir İslami alaka, vecd, aşk, ölçülere riayet kaygısı taşımamaktadır. Kısacası, ne ibadeti ne de hükümlere riayeti vardır.''

     

     

    Daha cenaze namazını kıldıramayan Diyanet İşleri Başkanları gördü bu millet... Necip Fazıl'ın aynı kitabında bu bahis de geçer, hem de Üstadın bizzat tanıklığı ile... Bir ara onu da yazarım...

     

    İki yukarıda paylaştığım yazı, Vesikalar Konuşuyor'un 392. sayfasından...

    • Like 1

  10. By-x, penaltıyıtacaatanayarsız, SiyahCeket… Evet, bu arkadaşların Necip Fazıl hakkında yazdıklarını her zaman okurum, büyük keyif alırım. Birbirlerine takıldıkları sahneleri de kaçırmak istemem, takip ederim. Ben başka şeyler de takip ederim… Neler mi? Oralara girmek istemiyorum, NFK-FAN sonra döver beniJ

    Yukarıda isimlerini saydığım 3 arkadaş şu ismi tanırlar mı? Panturk… İçeriği bende saklı, onunla özel mesajda bir mesele yazıştım. Acaba Panturk da çevrimdışı olarak bizi takip ediyor mudur? Trradomir de çok sever kendisini. En azından bir zamanlar öyleydi… Yakinen bilirim…

    Trradomir NFK_FAN üstadı az uğraştırmadı burada… Kendisini NFK-FAN’a şikâyet etmiştim, NFK-FAN da bana çok dert yanmıştı kendisi hakkında… Trradomir’i çok sevdiğini, ama kendisini çok yorduğunu yazmıştı bana. NFK-FAN hatırlar bunları… Ne günlerdi… NFK-FAN gerçekten adaletli bir arkadaş…

    Achartave… Unutmayalım… Kendisine bir teklifim vardı… Satranç oynamak!!! Kendileri unutmuş olabilir, ama ben unutmam… Yalnız o zamanlar çok zindeydim, idmanlıydım. Şimdi birkaç yıldır oynamıyorum. Onu da söyleyeyim…

    Kalemdar kardeşimi unutmadım…

    Mürid ve Dervish… Trradomir’e sormak istiyorum, bu arkadaşlar uzun zamandır gözükmüyorlar, niyedir? Bu arkadaşları da keyifle takip ederdim…

    Hemşerim FURKAN-nfk vardı… O da kayıplara karıştı…

    Mütereddid ve adıgüzel… Yani kardeşlerim, sonu aynı noktaya çıkan polemiklere girmeyin lütfen…


  11. ''İstiklal Savaşının mübarek zaferini bütün Garp emperyalizmasının suratına indirilmiş bir şamar diye kabul ve tavsif ettikten sonra, bundan, Türk milletini yoktan var etme gibi bir mana yoğuranlar ve bunu kendi (...) zümrelerine mal etmek isteyenler, ilim ve selim aklın, cevabına o kadar müştak olduğu bu suali, ne cevaplandırmışlar, ne de sorulabilmesine müsait bir havaya imkan bırakmışlardır.'' Vesikalar Konuşuyor


  12. hacegan aga senin kulağını çınlattık rado reisle... :) bir ara üsküdar'a gelsene. çaylar bizden. :)

     

    Mitajanı, bu çok iyi olur aslında... Kısmet... Ama bir gün oralara düşersem, yanınıza uğrayacağım... Üsküdar'a mutlaka giderim zaten... Kardeşim, Mahmud Hüdayi hz.ni çok seviyor. Hüdayi Hzlerinin benim kalbimdeki yeri de başkadır.

     

    Bu arada Harun Yaşar'dan bir şeyler dedin, onu NFK_FAN ile karıştırmışın hani... Harun Yaşar(Ali-nfk) buralarda gözükmüyor. Niyedir, merak ediyorum? Biraz sert bir arkadaşımızdı, ama kendisini severim...

     

    Şunu da yazayım, içimde kalmasın... Bu forum sitesi dışında hiçbir forum sitesine üye değilim. Niye üye olmadım? Ne bileyim. Hiç öyle bir şey aklıma gelmedi... Buradan önce de üye olmadım, sonra da... Bundan sonra da olmam zaten... Bunu da niye yazdıysam!!!

     

    Trradomir ile mitajanı'nın yazılarını merakla beklediğim bir sitedir burası aynı zamanda... Bir de Siyahçeket, penaltılı bir isim filan var... Bunlar da takip altında...

     

    Bir başka konu da, şu 'Azizim Hüdayim' ismine sahip arkadaşın beğenilerini bana yollarsanız sevinirim...

    • Like 1

  13. Bak o yarışmayı hatırlattığın iyi oldu, Trradomir.
    II. şiir/nesir yarışmasıydı… Esasında bu siteye üye olup çıkmıştım… Sonra belki de bir sene kadar girmedim siteye. Günlerden bir gündü… Google’ye ‘Necip Fazıl Kısakürek’ yazdım, birden karşıma ‘Nazım Hükmet Ran’ çıktı. Aşağılara doğru fareyi gezdirdim ve bir forum sitesinin linkine tıkladım. Bu Necip Fazıl ile ilgili bir forum sitesiydi. Siteyi şöyle bir dolaşmaya başladım… O vakit, ikincisi yapılan şiir/nesir yarışmasını gördüm. Kendi kendime, ‘ben bu yarışmaya mutlaka katılmalıyım’ dedim. Bunun için de siteye üye olmam gerekiyordu. Gerekli bilgileri yazıyorum, mail adresime sıra geldiğinde ise bir uyarı yazısı ile karşılaşıyorum. Ben meğer bu siteye bir sene önce, yani 2007 yılında üye olmuşum. Sonra nasıl olduysa oldu, orasını hatırlamıyorum, bir şekilde şifreyi elde ettim ve bu sitedeki serüvenim başlamış oldu… (Bu arada buraya nasıl başladığımızı da anlatmış olduk)
    Buradaki ilk ismim ‘Özkan’dı. Sonra ‘2.Şiir/Nesir’ yarışmasında derece yaptım, söz konusu kitapları aldım. İstediğim kitaplar şunlardı: Veliler Ordusundan 333, Reşahat, Başbuğ Velilerden 33. Bu kitapların da etkisi ile buradaki ismimi değiştirdim. İsmim ‘Hacegan’ oldu. Sonra, o zaman ki psikolojik durumumun getirdiği sebeplerden olacak, ismimi ‘zalim’ yaptım. Sonra bu ismi hep kapattım, siteye başka bir isimle üye oldum. Yeni ismim ‘Azizim Hüdayim’ oldu. Kısa bir süre sonra Reyhan hanımdan rica ettim de ‘Hacegan’na tekrar kavuştum. İşte o günden beri de devam ediyoruz.
    Neyse, bu ara bilgilerden sonra tekrar mevzua kaldığı yerden devam edelim.
    Nihayet yarışmaya katılıverdim. Daha önceden yazdığım ama hiçbir yerde yayınlanmamış şiiri, yarışmanın kurallarına tam vakıf olmadan, yarışmaya katmak istedim. İşte o şiir:
    Hiciv

     

     

    Çıkardık gayri baltalarımızı mahzenden;

    Dizilin dehlizde irili ufaklı, sefil düzenden!

     

    Kavramlar pazara çıkmış, irfan tozlu rafta;

    Uygarlık ininde mahpus İslam, irtica yafta!

    Beyninde tırnak izleri, kan fıçısı cemiyet;

    Hikmeti tepeledik, tam tekmil medeniyet!

    Kafatası beşeriyetin, kızgın, buharlı kazan;

    Çepeçevre hisar içinde beyin, ateşte kızan!

    Kaynıyor fokur fokur, cidarlarını çatlatarak;

    Ne varsa hepsine berhava, aklı patlatarak!

    Bir çıban ki, kızıl kıyamet fışkıran cerahat;

    Yekûn hattına dayanmış yara, beşer rahat!

    Damar damar akmış agora sahasına irin;

    Hayvana, nebata, insana bulaştı eli kirin!

     

    Suda erimiş şeker gibi ahlaka ayarlı damak;

    Suda öbek öbek yağ arası etik ipte hamak!

     

    Hayat mayat raddesinde mıhlı bilge kafa;

    Abece hututunda felsefe satar mankafa!

    Balık ummandan kaçtı, kuş kanat bıraktı;

    Nebat el ayak kuşandı; sularda ateş yaktı!

    Karada cins cins canlılar, denizde taştılar;

    Eteklerini topladı adalar ve bu işe şaştılar!

    Kamer sünger olmuş, okyanusları çekmiş;

    Şems buzdağına düşmüş, yere ateş ekmiş!

    Bulutlarda feveran, kan kırmızı yağıyorlar;

    Ovalar, dağlar, yerden yıldırım çakıyorlar!

    Pespaye kitaplık sahtekâr, anlatır maval;

    Hakikat diye bellettiler yıllar yılı martaval!

    İdrake prangalar bağlandı, hür dünyada;

    Zanlarını mutlak irade sandılar, rüyada!

    Harflerde herze, rakamlarda ters mantık;

    Safsata rahlesinde esasa yer, simli sandık!

    İrfan neydi? İrfan: Damarlardan akan kan;

    Mihrak noktasına, dörtnala koşan safkan!

    Anlamaz! Kaldırımlar lisanından anlatsan;

    Anlamaz, kirli pabuçlarını çil çil parlatsan!

     

    Yavuz hırsız şarlatan, ocak sahibini horlar;

    Savulun, hey arsızlar, bre hey köftehorlar!

    Bu şiiri sayfaya yazdık... NFK -FAN’dan uyarı geldi: Selamlar,

     

    ‘’Yarışma; Üstad'ın bir yönünü ve ondaki bir özelliği, daha derli toplu bir ifadeyle onun kişiliğiyle, veya bir fikir/edebiyat adamlığı kimliğiyle gerçekleştirdiği aksiyonla ilgili tüm konuları ihtiva ediyor. Yarışmanın asıl öznesi, en azından görünen öznesi Üstad olmak zorundadır ve Üstad'ın özne olduğu her yazı yarışma kapsamına dahildir. "Davası" dendiğinde hem fazla geniş bir yelpazede ürünler ortaya çıkmasına zemin hazırlanmış olur, hem de hoşnut olunması mümkün olmayan muhtevadaki eserler de işin içerisine girebilir. İşe bu kadar geniş bir perspektifle bakarsak neredeyse tüm yazılar bir şekilde konu dahilinde kabul edilebilir. Üstad'ın dava adamlığı yarışma kapsamına dahildir ve bu anlatılırken onun davası ekseninde birşeyler yazma imkanına da sahipsiniz. Yalnız "O da küfre karşı savaşmıştı, ben de küfrü yeren bir şiir yazıyorum" benzeri düşüncelerden hareketle eklediğiniz yazılar yarışma konusunun kapsamı haricinde kalır.

     

    Birden fazla yazıyla yarışmaya katılabilirsiniz, yalnız derece durumu sözkonusu olursa yalnızca en yüksek puanı alan yazınız değerlendirilir.

     

    Saygı ve selamlarımla’’

     

     

    Anladım ki bu şiir olmayacak. Başka arayışlara geçtim. Zaten yukarıdaki şiirde kafiyeleri tutturduk, ama hece ölçüsü yok. O zamana kadar yazdığım şiirlerin hiçbirisinde hece ölçüsü yoktu. İtaraf ediyorum... O güne kadar şiirlerde hece ölçüsünden haberim yoktu. Yazıyordum öyle işte, ne hece ölçüsü ne bir şey! Kafiye tutsun yeter, diyordum. Bu eksikliğimi fark edince ‘bir daha şiir filan yazmayacağım!’ dedim kendi kendime... Baktım ben böyle kurallara uygun bir şiir yazamayacağım, dahası şiirler birlikte mevzuu  tutturamayacağım, bari bir nesir yazayım dedim.

    İşte o yazı:

    ‘’Efendim

     

     

     

    Bir kitap arıyorum, bir kitap!.. Zaman ve mekân mefhumuyla perçinlenmiş beşeriyet zarını, bir lahzacık da olsa, delen bir kitap...

     

    Edirne çöl, ben bedevi, kitap arıyorum. Nihayet bir kitapçıda buldum hikmetler deryasından pırıltıları.

     

    Bu kitabın değeri?..

     

    22 YTL.

     

     

     

    Sen 20 YTL ver!

     

    Artık dayanamıyorum! Yeşilli meşilli cüzdanıma davrandım bir hamlede...

     

    Adam seslendi:

     

    Sen asker misin?

     

    Evet...

     

    15 YTL versen yeterli!

     

    Tarih: 23.10.2006. Günün misilsiz değeri ise, Ramazan Bayramına denk gelmesi...

     

    Bayram akşamı yemekten sonra koğuşuma çekildim ve elimde Üstat Necip Fazıl'ın 'Çöle İnen Nur' adlı o müthiş eseri, yatağa uzandım. Okudukça açıldım, açıldıkça okudum.

     

    'Başlangıç' başlığı altında Üstat Necip Fazıl, şöyle yazmaktadır:

     

    O akıl budalaları ki, gözün nasıl gördüğünü anlamadan gördüğü şeylere inanırlar, fakat görmediklerine inanmazlar, gözlük üstüne gözlük takarlar ve üstelik görüneni bile göremezler; işte onlar, ellerinde birer istiklal pertavsızı taşırlar, eşya ve hadiselerin posalarını hep onunla incelerler ve hiçbir şey bulamazlar...

     

    Müthiş...

     

    Şu dünya pazarında beni evirip çeviren sahte oluşlardan boğulur gibi oluyorum. Dünya ne, sanat ne, dava ne, mukaddesat ne? İlim, edebiyat, şair, şiir, yazar, roman, hikaye... Devlet, millet, fert, cemiyet... Felsefe, ideoloji, nizam...

     

    İnsan neye hamal?

     

    Tipi bulunamayan kuyular misali, kılçık kılçık beynime batan cımbızlar hüviyetinde sualler? Kanıyor, kanıyor da tırnaklarımın beynimde çizdiği oluklarda, ama neye?..

     

    Yıllardır ezberlediğim posalar, şimdi ruhumu diş diş kemiren kubur fareleri.

     

    Aman efendim! Penceremde helezon gibi dönen bu sahte hayattan, hakikatin eteklerine çağırdın beni. Zaman ve mekan taassubunu delip, vakıalara temizden de temiz bir zaviyeden bakmama sebep oldun.

     

    Benim güzel sebebim.’’

    Evet, bu yazıyla yarışmaya girmiş olduk. Bu yazının yarışmada dereceye gireceğini de pek sanmıyorum...

    Bir akşam... Başımı yatağa koydum,tavanı bakıyorum... Bende bir duygu patlamasıki, sormayın!!! Bunu hemen yazıya dökmeliyim... Kalktım gece vakti, bilgisayarı açtım  ve yazmaya başladım... Kelimeler birbiri ardına dizilip geliyor... İş bunları heceye ve ölçüye sokmak... Önüme dökülen taslağı, elimizden geldiği kadarıyla bir düzene sokmaya çalıştım... İşte o şiir:

     

     

    Üstat Fazıl

     

     

     

     

     

     

     

    Aman üstat! Bu ne dünya, ne dünya?

     

    Hayat dediği zanla
    insan güya,

     

    Gülüp oynar, sanki mesut bir rüya;

     

    Ruhlar dipsiz kuyuya, beşer aya…

     

     

     

    Kandillere katran
    dır gece çile;

     

    Beyin zarında çatlak, büyük hile…

     

    Ense köküne
    balyoz darbesiyle,

     

    Beyninin yırtıkları
    ve nafile…

     

     

     

    Zamanın pençesinde üstat asi,

     

    Çivi çaktı, bakışıyla Arvasi;

     

    Öksüz kalmış davaya eşsiz vasi,

     

    Çatlasın
    Babıâli
    ve hamasi!

     

     

     

    Mukaddes yüke hamal
    üstat Fazıl;

     

    Kahpe düşman: Artık çizil ve yazıl!

     

    Yekûnu tırmaladı onda akıl;

     

    Kaba softa
    çekemez asla tek kıl!

     

     

     

    Aman efendim aman,
    sana bendim;

     

    Sana bağlı, sana mıhlı
    kemendim!

     

    Ejderha gecelerde,
    mühürlendim;

     

    Fikriyat cümbüşünde nur
    yüklendim!

     

     

    Tamam dedim, ben bu şiirle yarışmaya katılmalıyım...

    Nihayet sonuçlar açıklandı ve bu şiir dereceye girdi, 3. Oldu. Büyük bir sevinç yaşamıştım. Hani şöyle düşünmedim de değil: Zavallı üye... Çok uğraştı derece için... Bunun yazdıklarından bir şey olmaz, uğraşlarına puan verelim de derece yapsın!!!

     

    Bu arada şiirlerime de bir nizam getirmiş oldum... Daha çok eksiklerim var tabi. Kabul...

     

    Reyhan hanım benimle irtibata geçti, istediğim kitapları gönderdi... Kendisne ne kadar teşekkür edersem edeyim, azdır.

     

    O aldığım kitapları arkadaşlara verdim, okusunlar diye... Tabiki ilk önce ben okudum... Hacegan ismimin bircik sebepleri kitaplar...

     

    O yarışmamın benim için, şiirlerim için, bu sitedeki devamlılığım için büyük anlamı vardı... Yani o yarışma olmasaydı, bu sitede olmayacaktım belki de...

     

    İşte Trradomir, böyle... Bir ara seninle yaptığım polimikleri de anlatırım... Seni her defasında nasıl yendiğimden bahisle, bir şeyler yazarım... Sen 5 gün ceza aldın, ben 2 gün... NFK-FAN çok adaletli davranmıştı. O zaman ben yeni olduğum halde, sana daha çok ceza vermişti, benim daha haklı olduğumu ima etmişti...
    • Like 2

  14. ''Aa ne tuhaf be hacegan, ben de kendi üslubumu geneliyle severken senin üslubun hakkında menfi düşünüyorum biliyor musun? Hatta ilk aktif olduğun dönemdeki mesajlarını hatırlıyorum da baygınlık geçirmemek için PC'nin fişini çekmek gelirdi içimden.''
    Trradomir

    ''İnsanoğlu acaip bir mahluk, heleki sanal alemde daha başka bir mahluka dönüşüyor. Bu kişi birde embesilse, iş dahada vahimleşiyor ''
    Ahıskalı
    (Kendileri benden bahisle...)

    ''Oy oy oy oy tamam ben senin çapını anladım ve artık ağzınla kuş tutsan sana bundan gari cevap yazmayacam. (...) Allah Allah ya, ben cehaletin böylesini az gördüm, vallahi billahi az gördüm .''
    Selmanbey
    (Kendileri benden bahisle...)

    Ne günlerdi :shiny:
    • Like 2

  15. Seni Anlasaydık Bu Hale Gelmezdik derken kendi gibi olanları kastetmiş hacegan, heyecana gerek yok otur sakin ol. O dönemleri yaşamış olan bizim köylü amcalar, 'Atatürk kapısının eşiğine din kitaplarını koymuş ve hocaları çağırmış, o kitaplara basarak içeri girenleri idam ettirmiş aslında' gibi şeyler anlatıp, daha da beteri buna inanıyorlardı. Öz amcam lan, ne yapayım boğayım mı adamı? Seçim mekanizmasına bak, hipnotize ol anasını satayım. Adamın kafası Atatürk'ün dindar olduğu fikriyle yoğrulduktan sonra gökten indiği sanılan kitapları tutar İncil'le Tevrat'a bağlar, gelir inkar vesikasını sana dindarlık hücceti diye yutturmaya çalışır. Gerisi boğaz deliğinin çapına kalmış. Sonra da 'Ah seni anlamadık, Allah belamızı verdi' diye kendi kendine matem tutar.

    Bak trradomir! Beni kızdırma, yoksa bir başlarsam yazmaya yazık olur!

    Yukarıdaki alıntıda geçen ‘Bu bir hezeyandır!..’ ifadesine lütfen dikkat. Bu ifade Atatürk’ü öven ve onun ne kadar dindar olduğunu kanıtlamaya çalışan kitapta geçiyor…

    Yine aynı kitaptan gelsin…
    Yazar, Kılıç Ali’nin ‘Atatürk’ün Hususiyetleri’ kitabını kaynak göstererek, şöyle yazıyor:

    Atatürk bir gün etrafındakilere:

    'Bana Allah’ın büyüklüğünü anlatır mısınız?..' dedi.
    Suale muhatap olan zevat düşünmüşler ve sonra birer birer, Allah’ı nasıl anlayabildiklerini izaha başlamışlar…
    Bunları büyük bir dikkatle dinleyen Atatürk, şu cevabı vermiştir:
    ‘Hepiniz Allah’ı ayrı ayrı görüyor ve büyütüyorsunuz… Anlaşılan Allah herkesin kafası kadar büyüktür!..’
    Allah herkesin kafası kadar büyüktür, derken acaba Freud’un din anlayışı mı kastedilmek isteniyor? Yoksa Allah’ın büyüklüğünü insanların kavrayamayacağından mı dem vuruyor? Ne dersin Trradomir? Bu ateşli sahada, sende olması kuvvetle muhtemel felsefi bilgilerinle at koşturabilir misin?
    Not: 'Bu kafadaki adamlara hiçbir şey anlatamazsın'nı sevdim...

     

     


  16. İbrahim Candan adlı bir yazar, ‘Seni anlasaydık bu hale gelmezdik’ adlı kitabının ‘Atatürk ve Din’ bölümüne, Atatürk’ün ‘Balıkesir Hutbesi’ ile giriş yapıyor. Devam eden sayfalarda Atatürk’ün nasıl dindar olduğundan bahisle, Onun, Peygamber efendimiz hakkında söylediği güzel sözlerden bir kaçına yer veriyor. Yazar bu durumu kanıtlamak için de, Atatürk’ün hayatından kesitler veriyor. İşte malum kitaptan Hafız Sadettin kaynak’a da dayanılarak anlatılan bir kesit:
    (Tekrar bana dönerek, "Sana bir yer gösterdim, orasını oku!" dediler. Gösterdiği yer, Nisa Suresi'nde hürmet-i musâhara âyetinin [23. ayetin] tercümesi idi. Bu âyette, "ve en tecmau beyne'l-uhteyni, illâ mâ kad selef. Innallahe kâne gafuren rahimen" [ibaresi] şöyle tercüme edilmişti:
    İki hemşireyi nikah etmeyiniz. Lakin bir emr-i vaki olmuş ise, Allah Gafur ve Rahim'dir.
    Burada Atatürk yüksek sesle:
    ‘’Konya'ya git, orada karının hemşiresini bilmeden al, sonra da "Bir emr-i vaki oldu. Allah Gafur ve Rahim'dir" de ha! Bu bir hezayandır! ‘’ dedi. Bu sözler ve bu anlayış üzerine herkes derin bir sukuta ve acı bir korkuya düşmüştü. Ben ayağa kalkarak,
    "Atatürk'üm! Burası yanlış tercüme edilmiştir. Ayetin asıl tercümesi şöyledir" diyerek anlatmaya çalıştım. Şunları da sözlerime ilave ettim:
    İki hemşireyi bir zamanda nikahınızda bulundurmayınız. Ancak birini bıraktıktan yahut öldükten sonra ötekini alınız; "bir emr-i vaki olmuş ise" değil, "illa mâ kad selef", Kur'an'ın nüzulünden, yani İslamiyet’ten önce vaki olan evlenmeler müstesnadır. Bunlardan dolayı Cenab-ı Hak sizleri muhatab tutmaz. Gafur ve Rahim olan Allah, bu müsaadesiyle bu evsafta bulunan birçok kadınların kocasız kalmasını müeddi olacak hareketi lutfen affediyor, diye de izah ettim.[...]
    Atatürk bu izahatımı sonuna kadar alaka ile dinledi ve hiçbir şey söylemediler ve "Bu gece bu kadarla iktifa edelim, musiki faslına geçelim!" buyurdular.
    Ertesi gece yine huzurlarına çağırıldım. İsmet Paşa da orada idi. Beni yanına oturttu ve :
    ‘’Dün geceki bahsi bir daha anlat.’’ Dedi. Anlattım.
    ‘’Senin dediğin doğru imiş. Ben bugün tetkik ettim, elimizde bulunan tercümenin yanlışlığı ortaya çıktı. Sahih bir tercüme elde edinceye kadar bu işi bırakalım.’’ buyurdular.)
    Evet, alıntı böyle… Burada yazar neyi anlatmaya çalışıyor, Atatürk’ün dindar olduğunu mu?
    • Like 1

  17. Bir kitap okuyorum… Adı, ‘Seni Anlasaydık Bu Hale Gelmezdik’. Kitabın yazarı İbrahim Candan isminde bir yazar.
    Kitap birkaç bölümden oluşuyor; Osmanlı’dan Cumhuriyete, Atatürk ve Din, İslam Dini ve Laiklik gibi…
    Kitabın 171. Sayfasında, ‘Alfabe Devrimizi Zorunlu Kılan Nedenler’ başlığı altında, Abdülhamit’in ağzından, şöyle bir ifade geçer:
    ‘’Yazımızı öğrenmek çok kolay değildir! Bu işi halkımıza kolaylaştırmak için, belki de Latin alfabesini kabul etmek yerinde olur! Her ne kadar bu harflerle, lisanımızdaki bazı sesleri vermek güçlüğü mevcut ise de bunu ayarlamak şüphesiz kabil olabilir. Aklı başında olan hiçbir kimse öğrenmeye düşman olamaz. Ben de bütün dindaşlarıma iyi ve faydalı olan her yeniliği tanıtmak istiyorum.’’
    Yukarıya alıntıladığım bu yazıya düşülen dipnot ise şöyle: Abdülhamit. Siyasi Hatıratım, s 189-192.
    Güya Sultan Abdülhamit, yukarıdaki sözleri sarf ederek, harf inkılâbının lazım geldiğini ifade etmiş oldu.
    Bu sefer Yavuz Bahadıroğlu’nun en son çıkan kitabı elimde. ‘Tarihimizin Gizli Odaları’ adlı muhteşem bir kitap… Okuyorum… Okurken bakın neye rastlıyorum…
    176. sayfada, ‘Uydur Uydur Söyle’ başlığı altında şu ifadeler geçiyor:
    ‘’Uyduruk belgeler (Hanzade Sultanefendi imzasıyla yayınlanan Osmanlı Hanedanı Saray Notları gibi) gördüm, uydurma hatıralar (Sultan Abdülhamit’in Hatıra Defteri gibi) okudum… İki sayfalık orijinal bir notun iki bin sayfalık bir kitaba dönüştürüldüğüne hayretle şahit oldum…’’
    İbrahim Candan’ın kaynak gösterdiği bir kitaba, Yavuz Bahadıroğlu uydurma hatırat diyor… Belki de bu iki yazar ayrı kitaplardan bahsediyor, ama ortalıkta dolaşan hatırat kitaplarının hiçbirisinin Sultan Abdülhamit'e ait olmadığını biliyoruz.
    Not:

  18. ''Peygamber efendimiz miraca çıktıklarında Allah huzuruna kabul edildikleri zaman Allah ile selâmlaşmıştır. Peygamberimiz bir hâdisinde: “Namaz müminin miracıdır” buyurmaktadır.''

     

    Bu ifadeyi yukarıdaki yazıdan aldım... Doğrusu Hamidullah'ın bu mevzuu hakında yani mirac hakkındaki görüşlerini öğrenmek isterim... Bir de Hamidullah'ın Vahdeti Vücut hakkındaki görüşlerini de merak ediyorum doğrusu...

     

    Hamidullah pek Tasavvufu savundu gibi gelmedi bana... Biraz Tasavvufun toplumsal faydasından söz etmiş. Yani namazla alakasız bir adamın namazın sağlık yönünden, faydalarından bahs ederken, işin ibadet yönünü es geçmesi gibi bir şey...


  19. Mevzuu tekrar gündeme gelince yazayım dedim...

     

    Biraz garip ama...

     

    Necip Fazıl'ın şiirlerini besteleyerek güzel bir çalışma yapan Uğur Işılak, acaba diyorum, böyle bir ''subliminal'' yöntemi mi kullandı? Yoksa farkında olmadan bu ''subliminal'' yöntem kendi kendine devreye mi girdi? Başka ''subliminal'' yöntemlerin biz de bıraktığı izleri, farkında olmadan hayatımıza kabul mü ediyoruz?

     

    Işılak şiirleri seslendirirken, arkadan kadın sesleri gelmeseydi, kadınlar bazı mısralarda eşlik etmeseydi daha iyi olurdu gibime geliyor... ''Subliminal''la bunun ne alkası var? Bilmiyorum ama kendi kendimize de 'subliminal' yapıyor muyuz acep? Belki de başka 'sublimal'lerin bir sonucudur bu hal... Halka halka 'subliminal' kuşatmasında tutsak olmuşuz da haberimiz mi yok? Burada şeytan bize nereden yaklaşıyor acaba?

     

    O değil de ben şeyi merak ediyorum? Bu kemalistlerin ''subliminalleri'' nelerdir? Öyle bir şey olsun ki; aaa! Bak fark edememişim, diyeyim...

×
×
  • Create New...