Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Hâcegân

Editor
  • Content Count

    989
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    42

Posts posted by Hâcegân


  1. Yani mümin... Yapacağını yaptın yine ha...

     

    Başbakanın düştüğü tezadı dile getirirken bile, tezatların en komiğine düşmeyi becerebilen tek insansın galiba kesinlikle :cap:

     

    Hem açık konuşmalıyız diyorsun, hem de oldukça kapalı bir cümle kuruyorsun.

     

    Erdoğan mükemmel bir insan değildir, tıpkı Necip Fazıl'ın mükemmel olmadığı gibi. Erdoğan'ın da hataları olmuştur, tıpkı Mehmet Akif'in yaptığı hatalar gibi. Yahu benim de pek çok hatalarım oldu, tövbe bunun için var zira... Erdoğan'ın hataları olmuştur, bundan sonra da olacak.

     

    Öze hayatıma çok girmek istemiyorum ama şu kadarını yazayım. Erdoğan Hükumetinin bana hiçbir faydası olmadı. Hatta zararı bile oldu. Etrafımda bulunan CHP mensupları, solcular kıyasıya eleştirdiler onu. Ama Erdoğan hükumetlerinin kaymağını da onlar yedi. Buna rağmen onlar eleştirdi, ben savundum.

     

    Peki niye savundum?

     

    Yaşlıları dinliyorum, eskiyle şimdiyi kıyaslıyorlar... Sosyal, kültürel, siyasi; her yönden eski yeni kıyası yapıyorlar... Sonra ellerini açıp, Erdoğan'a dualar ediyorlar... Köydeyim... Bir yaşlımızı pek memnun gördüm, sebebini sordum. Hastanede yatmış bir kaç gün. Çıktığı gün yaşlımızı sağlık aracı ile getirmişler köyüne, evinin kapısına... Yaşlımız herkese anlatıyor bunları, dualar da peşinden geliyor. Babam öyle siyaset filan bilmez, öyle ince aydın analizleri yapamaz, kavramlardan, söylemlerden filan hoşlanmaz. Böyleyken sordum babama, yahu dedim nedir sendeki bu adama yakınlık? Oğlum dedi, o hastane binalarında o eziyetleri siz çekmediniz!!! O doktor sıraları, ilaç sıraları... Ben özellikle yaşlıları çok dinlerim, çok. Şimdi benim niye Erdoğan'ı savunduğum anlaşılmıştır.

     

    Bu insanlar öyle köşe yazıları, gazete filan da okumazlar ama onlarda feraset var. Bu feraset öyle bir şey ki, bilgiden daha başka. Tezat filan işlemiyor bu ferasete...

     

    Damdan düşenin halinden damdan düşen anlıyor demek ki...

     

    Neyse... Siz tezatları bir yazın hele de çok açık konuşalım o halde :shiny:


  2. Bakın Sözcü Gazetesinin yazarı Soner Yalçın neler yazıyor, neler? Meğerse Erdoğan öyle şeyler demiş ki, bu sözler bile Erdoğan hakkında çıkacak seks kasetinden daha vahimmiş... O vahim sözleri birde Soner Yalçın'dan dinleyelim:

    “El­ham­dü­lil­lah şe­ri­at­çı­yı­z” de­di­ği­ni unut­tu­nuz mu?
    “Yıl­ba­şı­na kar­şı­yı­m” de­di­ği­ni unut­tu­nuz mu?
    “A­ta­’ya say­gı du­ru­şun­da sap gi­bi ayak­ta dur­ma­ya ge­rek yok; her 10 Ka­sı­m’­da yay­ga­ra kopar­tı­lı­yo­r” de­di­ği­ni un
    ut­tu­nuz mu?
    “Bü­tün okul­lar İmam Ha­tip ya­pı­la­ca­k” de­di­ği­ni unut­tu­nuz mu?
    “Sa­de­ce imam­lar res­mi ni­kah kıy­sı­n” de­di­ği­ni unut­tu­nuz mu?
    Uzun uzun yaz­ma­ya ge­rek var mı?..
    Bun­la­rın hep­si­ni bi­li­yor­su­nuz:
    “Hem la­ik, hem Müs­lü­man olun­maz. Ya Müs­lü­man ola­cak­sın, ya la­ik. Bir tut­tur­muş­lar la­ik­lik el­den gi­di­yor di­ye, mil­let is­ter­se ta­bi­i ki gi­de­cek be­” de­me­di mi?
    “Ben hiç­bir za­man de­ğiş­me­dim. İs­la­mi fi­kir­ler de­ğiş­me­z” de­me­di mi?
    “Tek he­de­fi­miz İs­lam dev­le­ti­di­r” de­me­di mi?
    “1.5 mil­yar­lık İs­lam ale­mi, Müs­lü­man mil­le­ti­mi­zin aya­ğa kalk­ma­sı­nı sa­bır­sız­lık­la bek­li­yor. Kal­ka­ca­ğız, bu ayak­lan­ma baş­la­ya­ca­k” de­me­di mi?
    “E­ge­men­lik ka­yıt­sız şart­sız mil­le­tin­dir la­fı kos­ko­ca bir ya­lan, ege­men­lik ka­yıt­sız şart­sız Al­la­h’­ın­dı­r” de­me­di mi?
    “De­mok­ra­si bi­zim için bir amaç de­ğil, araç­tır; ama­cı­mı­za ula­şa­na ka­dar de­mok­ra­si­ye bağ­lı­yı­z” de­me­di mi?
    “De­mok­ra­si bi­zim için bir tram­vay­dır; is­te­di­ği­miz du­ra­ğa ge­lin­ce ine­ri­z” de­me­di mi?
    AİHM ka­ra­rı­nı be­ğen­me­yin­ce, “Sa­na mı kal­dı tür­ban ko­nu­sun­da ka­rar ver­mek, bu ule­ma­nın işi­dir; ule­ma ne di­yor­sa o olu­r” de­me­di mi?
    Da­nış­ta­y’­ın tür­ban ka­ra­rı­nı be­ğen­me­yin­ce de, “E­fen­di sen kim olu­yor­sun, bu­na (Os­man­lı Hu­ku­ku) Me­cel­le ka­rar ve­ri­r” de­me­di mi?


    Evet, Soner Yalçın bunları yazıyor... Çok vahim, çok vahim :shiny:

     

    Düşmanının ağzından öğrendik ki, Başbakan doğru yolda arkadaşlar. :yes:


  3. Şimdi efem, efem şimdi…
    Eğer onu dinlersek Vay Halimize…
    Mesela Lefter kaleciymiş… Bir de tut hayır propagandası yap, seçmenini hayıra yönlendir ama sen oy kullanama… Haliç’i temizleyecekmiş ki, İzmirliler orada yüzsün, ne güzel… Vaaz veren adam için fetva verdiğini de söyledi ya, daha ne diyeyim?.. Zaten söz verip, sözünün arkasında da durmayacağını meydanlarda haykırıyor kendileri… Kağıttepe mi, Kâğıthane mi? Galiba işin bu kısmını daha çözemedi… Gültepe’yi de ilçe yapmıştı, oysa orası bir semtti… Ekmeği 40 kuruşa vereceğini söylediği yerde, ekmek zaten kırk kuruştu, iyi mi?.. Kunut dualarını da ayet zannediyor kendileri… Hem zaten 7+4=12 yapar… Mersin Güneydoğu’nun incisiymiş… Mersin’in sahilinde bir gezin bakalım, diyor ve ekliyor, ‘Güneydoğu’da böyle bir sahil bulamazsınız!’ Bir yürüyen merdiven faciası var zaten, ona hiç girmeyelim… Analarının sütünden emdiği sütün memelerinden emdiği sütü… Kovancılar ilçesine gidip, Karakoçan’a geldim bile dedi… Hapishanelerde çocuklara tecavüzü de bu adam çıkarmış… Adayı Kenan Nohut’u, Metin diye tanıttı, kalabalık ‘’Kenan’’ diye tempo tuttu ama o yine Metin demeye devam etti… Zebaniye de Zabani dedi yahu…
    Peki, bunları söyleyen pek müstesna zat kimdir? Doğrusu çok zor bir soru…

     

    Not: Eğer bilemez iseniz ipucu verebilirim.


  4. Trabzon'da konuştu... Ordu'da konuştu... Ankara'ya gitti, Keçiören'de konuştu... Yenimahalle'de konuştu...

    Bence bu Başbakandan bir kaç tane var, yoksa bir günde birbirinden bu kadar uzak şehirlerde nasıl konuşabiliyor? Bu adam hiç yorulmaz mı?

    Yok yok!!! Bence bir kaç tane Recep Tayyip var...

     

    Ha bu arada şu yazdıklarımdan Recep Tayyip Erdoğan'ın keramet gösterdiğini çıkarabilir miyiz? Çıkar mı böyle bir anlam yani?.. Yok yani, öyle bir anlam çıkmaz ya... Ya birileri çıkarırsa o anlamı? Ya arkadaşlar, Erdoğan'ın şehirlerde bulunduğu saatleri de verse miydim? Ne bileyim ya... Neyse ya, boş ver...


  5. Kara dediklerini bugün salıp aklıyorlar, diyorsun kardeşim...

     

    Böyle bir şey yok... Onlar tutuksuz yargılanmak üzere bırakıldılar, henüz aklanmadılar. Yani davaları devam edecek...

     

    Biliyorsunuz ki, bizim ülkemizde tutukluluk süreleri uzun. Bu durum pek çok mağduriyetleri de beraberinde getiriyordu. Yargılamalar yıllarca sürüyordu ve bu süre içinde belkide dava karara bağlansa daha az bir süre yatma ihtimali olan kişiler çok uzun süreler içeride yatmak zorunda kalıyorlardı. Hatta yargılama sonucu aklanan kişi 15 yıl gibi içeride yatıyordu. Bunlar bu ülkede oldu maalesef. Hatta bu vaziyet sinemalara da konu teşkil etti. Mesela Kemal Sunal'ın böyle bir filmi vardır.

     

    Peki Hükümet ne yaptı? Tutukluluk süresini 10 yıla indirdi. Yeterli görmedi, şimdi de 5 yıla indirdi... Yani bu kişileri 5 yılda yargıla, yargılamayı 5 yıl içinde bitiremez isen bu adamalar tutuksuz yargılanmak üzere serbest kalır, demek istiyor hükümet. Bu süre 15 yıl iken nice dindarları mağdur ettiler zamanında... Adamları herhangi bir sebepten aldılar içeri, davasını da hep sürüncemede bırakıp yıllarca yatırdılar içeride...

     

    Şimdiki tahliyelere bakarsak, hükümet bir mesaj veriyor. Diyor ki, yargılamaları hemen yap, mağduriyetlere yol açma. Düşünebilyor musunuz? Mahkeme karar veriyor ama gerekçeli kararını 7 aydır yazmıyor. Bu sefer yargılanan adamlar temyize gidemiyor. Üstelik gerekçeli kararın 15 gün içinde yazılması gerekir. Mesela zirve cinayeti... Adamlar suç üstü yakalanıyor, ama yıllar geçtiği halde davaları bitirilemiyor, bitirilmiyor.

     

    Bakın bir kişiye suçu ne ise hak ettiği kadar ceza verilir. Geç gelen adalet de adalet değildir...

    • Like 2

  6. Necip Fazıl'ın çok beğendiğim bir sözüm vardır. Bakın Üstad Ne diyor: Biz, kanuna aykırı şekilde ''İslamı getirin!'' demiyoruz; ''Demokrasyayı getirin, ötesi kolay!'' diyoruz.

     

    Evet... Bu söz çok hoşuma gider... Bu sözde hile var, stratejik derinlik var, müthiş bir hamle gücü var. Tabi hile dediysek, düşmanın kafasını karıştıran bir hile...

     

    Şimdi yukarıda Erdoğan'ın yazdığı belirtilen bir makaleyi bu pencereden bakarak okumak gerekirse, karşımıza nasıl bir tablo çıkar?

     

    Ama buna rağmen o makalenin tamamını da okumak isterdim, özellikle tırnak içine alınan ifadenin, yazının bütününde nasıl durduğunu görmek isterim. Mesela siz o makalenin hepsini okudunuz mu? Mesela o yazının tamamını Türkçe olarak buraya kopyalayabilirsiniz.

     

    İnternet ortamı çok derindir. Oradaki her şeye de itimat edilmez. Ben buradaki tartışmalarımda interneti hiçbir zaman kaynak göstermem, varsa elimdeki kitaplardan bakar, fikrimi yazarım. Niye böyle yapıyorum? Denemesi bedava... İnternete Necip Fazıl yaz bakalım, ne yalanlar çıkacak? Mesela Necip Fazıl ve faşist yaz bakalım... Amerikan ajanı Necip Fazıl da yazabilirsin... Hatta Necip Fazıl'ın uzun bir yazısının farklı kısımlarından cümleleri alıp, bunları arka arkaya sıraladılar. Paragraf haline getirdiler... Sonra da bu montaj paragrafın altına Necip Fazıl yazıp, Üstadı Amerikancı yaptılar... Halbuki yazıyı bütün halinde okuduğunuzda, Necip Fazıl'ın Amerikancı olmasını bırakın, Amerikayı yerden yere vurduğu bile söylenebilir. İşte bu yüzden Erdoğan ile ilgili o makalenin tamamını da görmek gerekir, diyorum.

     

    Farz edelim ki, Başbakan bir anlık gaflet ile böyle bir cümle etmiş... Bir hatadır oldu, diyelim... Peki bugün Başbakan nerede duruyor? Mesela İsrail yanlısı mı? Amerika yanlısı mı? Suriye ve Mısır'da doğru yerde durmuyor mu Başbakan? İsrail'e açıkça terörist devlet diyen kimdi? Bu Başbakan... BM'nin o beşli yapısını çok net bir şekilde sorgulayan kim? Başbakan... Peki o beşli içinde hangi ülkeler var? Şimdi sen filan zamanda şöyle dedin, avucunla kuş da tutsan yaranamazsın mı diyelim Erdoğan'a??? Mısır ve Suriye'deki duruşunu yok mu sayalım? Filistin, Gazze haykırışlarını duymayalım mı? Erdoğan'ın tırnak içinde verdiğiniz sözlerini, sonraki süreçte yaptıkları boşa düşürmüyor mu?


  7. Türkiye'de İslam'a her türlü baskıyı yapmış bir CHP var. O yüzden Türkiye'yi sevmiyorum gibi bir şey olmuş bu...

     

    Ne saçma bir mantık örgüsü!!!

     

    Necip Fazıl'a ait olmayan sözleri, ona aitmiş gibi gösteriyorlar. O yüzden Necip Fazıl'ı da sevmiyorum mesela... Evet evet...

     

    Yahu o saçma sözlerin Ak Parti ve Erdoğan ile ne alakası var? Sonra onları söyleyenlerin yoğunluğu gerçek bünyenin yoğunluğu karşısında ne önemi var?

     

    Bak mesela Hz. Ali için neler yazdılar, neler... Şimdi Hz. Ali'ye karşı tavır mı alalım!!!

     

    Garip...

    • Like 1

  8. Şu Çılgın Türkler kitabı... Yahu o kitap da vardı bende ama ne yazık ki onu da yaktım... Bir güzel ısındım şu kış günlerinde...

     

    Bu arada Çılgın Türkler tabiri kimler için kullanılıyor? Ne bileyim işte, Beyaz Türkler ile Çılgın Türkler arasında nasıl bir bağ vardır? Mesela biz o kitabı okuyacağımıza Sinan Meydan okuyalım, nasıl olur? Yahu sen o kitabı bir köşeye bırak, Falih Rıfkı'dan al da Aydemir'e kadar, Adıvar'dan al da İnan'nına kadar bir sürü kitap var, sen de onları oku, hem de bilgileri birinci kaynaktan alırsın.

     

    Sen ne diyorsun?''kurtuluş mücadelesini ve o zaman osmanlı yapısını ve halkın durumunu görmek isteyen ayrıca padişah(istanbul) hükümeti olmasına rağmen ankara daki mecliste bulunan hilafet ve padişah yanlısı mebusların bile kurtuluşun atatürk ve inönü ve silah arkadaşları ve bunu anlayan kahraman halkımızın yanında olması ve tam bir güvence ile ne kadarda atatürkün bugünün deyimiyle ayyaş olmasına rağmen tam yetkiyi mustafa kemale vermelerinin nedenini bu kitapta bulursunuz.. ''

     

    Ama bak Necip Fazıl'da ne demiş::''Tamamiyle milli dehanın ve milli haysiyetin ilcası olan, Maraş gibi misalleriyle de teşkilatla da sevk ve idare kaynağından hiçbir selam bile almamış bulunan Anadolu kıyamını bir şahsa veya bazı şahıslar zümresine bağlamaya çalışmak, bu millete edilebilecek hakaretlerin en büyüğüdür.''

     

    Acaba o kitapta Atatürk'ün Anadolu'ya geçişi nasıl anlatılıyor? Belge filan diyorsun ya... E anladığıma göre o kitabı okumuşsun, o zaman belgeyi istiyorum efendi... Atatürk'ün Anadolu'ya geçişini belgeleri ile istiyorum...

     

    Yani sen de olmasaydı olmazdık taifesinden bir zatsın anlaşılan...

     

    Erzurum Kongresi nasıl anlatılıyor o kitapta? Sonra Sivas Kongresi filan... İsmet İnönü nasıl anlatılıyor orada? Sivas Kongresi ve İsmet İnönü deyince, kitap nelerden söz ediyor?

     

    Ankara'da meclisin açılması o kitapta nasıl anlatılıyor? İlk meclis nasıl açıldı? Belgelerle birlikte açıklamanı isterim...

     

    Neyse...


  9. Bazen tövbeyi gerektirdiğini düşündüğüm hallerimi göz önüne alarak şu aşağıdaki hikmetleri okuyorum:

    ''Samimi bir tövbenin farzı, günahı günah olarak kabul etmek, yapılan zulmü itiraf etmek, nefsin hevai/kötü arzularına kızmak, onu kötü amellerdeki ısrarından vazgeçirmek, gücü yettiği kadar gıdasını/rızkını haramdan temizlemektir. Çünkü helal yemek salihlerin temel prensiplerindendir. Sonra da daha önceki günah ve isyanlara pişman olmaktır. Pişmanlığın hakikati ki eğer pişmanlık gerçek ise, kendisini pişman eden şeylerin benzerlerine bir daha dönmemektir.''(Ebu Talip el Mekki)

     

    Bakın Sehl Hazretleri ne diyor: ''Şu insanlara tövbeden daha gerekli bir şey ve tövbe ilmini bilmemelerinden dolayı daha şiddetli bir azap yoktur. Bugün insanlar tövbe ilmini bilmemektedirler.''

     

    '' Akıllı bir kimse, kalan ömründe, sadece daha önceki taatsız geçirdiği vakitlerine ağlasa, bu , onu ölene kadar hüzün içinde ağlatmaya yeter. Artık kalan ömrünü de gecen ömründeki gibi cehalet ve gafletle karşılayan ve eskisi gibi yaşayan kimsenin hali nasıl olur!'' (Ebu Süleyman ed Darani)

     

    ''Denilmiştir ki, ölüm meleği kula gözüktüğü zaman, ona ömründen çok az bir zaman kaldığını ve artık ölümün bir göz yumup açma müddeti kadar bile gecikmeyeceğini bildirir. O zaman kulda bir esef ve hasret meydana gelir. Öyle ki eğer bir baştan öbür başa bütün dünya kendisinin olsa, bu son saatine bir saat daha katıp tövbe etmek veya o andaki hükmü değiştirmek için hepsini elinden çıkarıp verirdi. Fakat buna imkan yoktur. '' (Ebu Talip el Mekki)

     

    Tövbe şart!


  10. Biz devam edelim yazmaya...

     

    Şimdi gelelim 17 Aralıkla falan...

     

    Bakın daha 18 Aralıkta ne yazmışım... Okuyalım: ''Bu arada yapılan şu yolsuzluk operasyonu... Bekleyelim bakalım ne çıkacak... Emniyet şube müdürleri üstlerine haber vermeden operasyona kalkışabiliyor. Düşünebiliyor musunuz, İl Emniyet müdürlerinin bile haberleri yok bu işten, operasyon olduktan sonra ancak öğrenebiliyorlar, bir vatandaş gibi... Garip...

    Bu insanlar malum haltı yemişlerse, gerekenin hemen yapılması lazım ki, bu işin üzerinin örtülmesi yönüne gidilirse iyi olmaz, güven zedelenir... Böyle olaylar şer gibi görünse de aslında sonu hayır olabilir. Nasıl mı? Eğer içinde çürük elmalar varsa, onları ayıklama fırsatın olur. Çürükleri ayıklarsan, temizlenirsin, daha güçlü olursun. Bu işten daha kuvvetli çıkarsın... Ama yok, çürükleri korumaya gidersen, bunu halka anlatamazsın... Bu bir sınav aslında, bu sınavı iyi vermek lazım...

    Tabi bu hükümete kurulmuş bir komplo da olabilir ki, gözaltılarda izlenen yöntem pek alışık değil anlaşılan. Bazı makamlar atlanmış, haber verilmesi gereken bazı makamlara ise haber verilmemiş... Yani bu işe iki şekilde bakmak lazım:

    1) Bu operasyon bir komplo mu?

    2) Yolsuzluk ile suçlanan kişiler bu işi gerçekten yaptılar mı?

     

    Şimdi şu yazdıklarım geçerliliğini korumaya devam ediyor...

     

    Bu operasyonu iki şekilde ele almışım. İşte nedir bunlar... Operasyon bir komplo mu? Yolsuzlukla suçlanan kişiler bu işleri yaptılar mı? Aslında bunlara 3. madde eklenebilir... Ekleyelim...

     

    3) Bu kişiler yolsuzluk yapmış olabilir ama operasyonlar bu yolsuzluk üzerinden oklarını asıl noktaya çevirebilirler.

     

    Bunlar benim ortaya attığım ihtimaller.

     

    3 ayrı hadise var... Birbirinden bağımsız 3 hadise... Bu hadiselerin dosyaları da farklı zamanlarda bitirildi ve sonra rafa kaldırıldı... Ondan sonra bu 3 hadise birleştirip tek dosya gibi gösterildi ve operasyon yapıldı. Tabi bu arada bu hadiselerin izlenmesinden, takip edilmesinde filan bilgisi olması gerekenlerin bilgisi yok. Yani devletin içinde olması gereken hiyerarşi dışında hazırlıkları yapılan 3 ayrı dosyanın birleştirilmesinden söz ediyoruz... Hadi Başbakana, yetkili Bakana açıklama yapılmadı, Başsavcıya niye haber verilmedi? Polisler operasyonlar yapıyor ama amirlerin bundan haberi yok! Üstelik takip edilen bu hadiseler uyap mı her ne haltsa, ha işte ona bildirilmemiş... Yani bir kısmı hiç bildirilmemiş, bir kısmı ise uyduruk isimler üzerinden bildirilmiş... Yani burası bir devlet herhalde ama böyle başına buyruk bir şey olabilir mi? Şöyle düşünelim... Şimdi misal verecektim ama gerek yok, her şey çok açık aslında... Burada ben de Başbakan olsam, şüphelenirim yahu... Ne oluyor, derim!!! Dikkat kesilirim, soruştururum, incelerim...

     

    Şimdi... 27 Mayıs döneminde buna benzer belirtiler hep geldi Menderes'e ama Menderes uyanamadı, askere yakıştıramadı... Yahu Menderes'i uyaranlar arasında Necip Fazıl da vardı... ama ne oldu sonra???

     

    Bu arada süreç böyle devam ederken, Hükumet de birtakım hamleler yaptı. Emniyette yer değiştirmeler oldu, binlerce... Bu yer değiştirmeler sırasında dosyaların bir kısmı masada kalırken, bir kısmı da kaçırıldı, yok edilmeye çalışıldı... Bakın, yer değiştirmeler yapıldıktan sonra, o dosyalara bakan kişiler değişti haliyle... Sonra ne oldu? Yeni gelen görevliler biraz araştırınca, dosyayı eline alınca, neler çıktı ortaya neler... Yahu 25 Aralık operasyonunu yapan savcı kimse, o daha dosyanın mührünü açmadan operasyon başlatmaya kalktı. Peki o mührün açılmadığını nereden biliyoruz??? O masaya yeni gelen savcı böyle bir manzara ile karşılaşıyor. Sonra bak kaç kişiyi usulsuz dinlemişler yahu... Bugün bir haber daha çıktı yetkili mercilerden. Beş yüz bin kişi dinlenmiş. Bu ne ya??? Bakın bu yer değiştirmeler olmasaydı, biz bütün bu olanları öğrenebilecek miydik? Kriptolu telefon dinlemelerinden TİB'e ulaştılar, şimdi orayı temizlemeye çalışıyorlar. Oradan da bazı kişileri uzaklaştırdılar. Peki bu uzaklaştırmalara Zaman medyası niye karşı çıkıyor??? Yahu Başbakanın, Cumhurbaşkanının dinlenmesinin kritik noktasıdır TİB. Ondan sonra da bu işin arkasında biz yokuz diyor bu Zamancılar.

     

    Bu arada gezi olaylarını bir hatırlayın... Orada Başbakanla konuşacak bir heyet oluşturmuşlardı... O heyetin talepleri ne idi? Hava alanını yapma, köprü yapma, şunu yapma, bunu yapma... Yahu bu 25 aralık operasyonları kime yapıldı? İşte o gezi heyetinin istemediği işleri yapan şirketler... Yahu bütün bu olanlar tesadüf mü şimdi???

     

    Hani 3 ayrı dosyanın birleştirilmesi demiştim ya 17 aralık için... Bunun aslında 3 değil 5 farklı dosya olduğunu belirteyim... Bu dosyaların çoğundan da bir şey çıkmadı... O Fatih belediyesi davası filan... Bir şey çıkmadı oradan... Sonra ayakkabı kutusu da bir algı operasyonu oldu... Oradan da bir şey çıkmadı...

     

    Halk Bankası genel müdürü tutuklanınca, Başbakan gerekli yerlere talimatını verdi, Halk Bankasını inceletti... Oradan bir şey çıkmadı... Halk Bankası çok temiz çıktı... Yani yolsuzluk filan yok orada... O ayakkabı kutusunda çıkan paralarında geldiği yer belli, gittiği yer belli... Paranın sahibi de belli yahu... Bu arada Halk Bankasının niçin hedef yapıldığını da böyle uzun uzun yazmak istemiyorum, belli...

     

    Şimdi... Bu yolsuzluk iddiası için diyorum... Şöyle esaslı bir soru sorayım... Devletin hangi biriminde yolsuzluk yapıldı? Hangi kurumunda yapıldı bu yolsuzluk? Devletin kasasından çıkan, devletin bütçesine etki eden nasıl bir yolsuzluk olmuş? Şöyle bir düşünün bakalım... Ha bir yolsuzluk olmuştur vaya olmamıştır, o ayrı... Devletin hangi kurumunda oldu yolsuzluk??? Yani İSKİ gibi bir şey olmuş mu??? Yok...

     

    İşin bir başka boyutu da operasyonlar yapıldı, İddianameler daha hazırlanmadan, adamlar yolsuzlukla suçlandı, beddualar geldi, asrın yolsuzluğu gibi klişeler gitti... Neler, neler... Daha hiçbir şey ortadan değilken, adamlar hakkında hüküm verildi o taraftan zaten...

     

    Bu arada NT'de Bahadıroğlu'nun kitapları yok, onun kitaplarını oradan kovdular... Bahadıroğlu da bunu köşe yazısında çok güzel bir şekilde yazdı...

     

    Ses kayıtlarını TRT uydurma dedi... Amerikan şirketleri de uydurma dedi... Adam şirketin imkanlarını kullanarak, kasetleri inceledi ve sahte olduğunu rapor haline getirerek ıslak imzası ile belgeledi... Şirket kendi adına böyle bir rapor olmadığını belirtmiş ki, doğrudur... Ama o kişi o şirketin imkanlarını kullanarak kendini bağlayan bir belge ile bunu duyurdu...

     

    Türköne'nin o kadar kitabını okuduğuma göre, onun ülkücü olduğunu da çok iyi bilirim elbet... Mesela Zaman yazarlarından Şahin Alpay'ın da ateist olduğunu biliyorum... Bu atelerin yaptıkları yenmez ise yazdıkları da okunmaz herhalde:)

     

    Sıkıldım ya... Daha sonra devam ederim...

    Trradomir!!! Yazını yeni gördüm...
    Cebrail A.S. görmedim hiç. Tanıdım tanımam gerektiği kadar... Malum Meleklere İman meselesi var... Ölçü şart tabi...
    Bak şimdi... Cübbeli Ahmet Hoca ne yazıyor bir kitabında:
    '' Melekler Allah-u Tealadan izinsiz hiç bir şeyi kendiliklerinden yapamadıkları için herhangi bir nedenle onlar hakkında kötü konuşmak ve onlara düşman olmak, gerçekte Allah'a düşmanlık sayıldığından insanı dinden çıkardır. Bu husus Yahudilerin CEBRAİL '(aleyhisselam) a düşmanlığı ile ilgili olarak Bakara Süresinin 97-98. ayet-i kerimelerinde zikredilmiştir.''
    Yahu o değil de bu da nerden geldi aklıma şimdi!!!


  11. Şimdi kaldığımız yerden devam edelim...

     

    Ama ilk önce bir şey var...

     

    Yeri ve zamanı önemli değil, askerlik yıllarımdı, acemi birliğindeyim... Askerliğini yapanlar bilir, yapmayanlar tahmin eder ki, orada her yere cümbür cemaat gidersiniz... Tabi bu cemaat başka cemaat... Neyse... İşte böyle bir vaziyette yemekhaneye gidiyoruz... Oranın giriş kapısına asılmış bir afiş vardı, büyük bir afiş... Afiş ortadan ikiye bölünmüş, bir tarafında güya modern bir aile, diğer tarafında cahil bir aile resimleri var... O cahil aileyi nasıl gösterdiklerini şurada yazmaya gerek var mı? O cahil aile ile aslında kimleri kast ediyorlar, yazmaya gerek var mı??? Yani...

     

    Yukarıda bir afişten söz ettim ya... İşte o afişe çok benzeyen bir reklam afişi sokaklarda hangi parti kullandı??? Tabiki CHP... O değil de O reklamı sayfalarında kullanan gazete hangisi? Zaman Gazetesi!!! 90'lı yıllarda oluyor bu... Evet, Zaman Gazetesi!!! Bende bunun resmi var, duyum falan değil yani... Şimdi... Bir 10 Kasım günü malum gazetelerde tam sayfa bir reklam yayınlandı... Neydi o reklam??? 'Olmasaydı olmazdık...' gibi İslami yönden çok sakat bir sözün geçtiği reklam. İşte o reklamı yayınlayan gazetelerden birisi de Zaman Gazetesi idi. Bu arada o reklamı veren de Koç grubuydu.

     

    28 Şubat döneminde Gülen hocanın birtakım sözleri bu Doğan medyasında vurucu bir şekilde ve büyük puntolarla verilmişti... Yetmedi Doğan medyasının yazarları Gülen ile söyleşiler yaptılar, kendi ekranlarında... Bu arada Zaman Gazetesinin o dönemki bazı manşetleri de bu işlerle paralellik gösteriyordu... Mesela 8 yıllık eğitim olumlu karşılandı Zaman Gazetesinde... Mesela o dönem kurdurulan darbe hükumeti için 'hayırlı olsun' manşetini attı Zaman Gazetesi... Bunlar arşivlerde var...

     

    Gülen'in Aydın Doğan ile yakınlaşması malum şu sıralar... Bunlar hakkında çıkan ses kayıtları yalanlanmadı... O ananaslar, petrol bilmem neleri filan... Bunlar ortaya çıkınca, düşündüm... Diyorum ya, pek çok 28 Şubat kitabı okudum, Gülen'in ve cemaatinin 28 Şubat tavrını biliyorum ama bunları hep tevil ediyorduk işte... Yani iyi niyet gösteriyorduk... Ama bu son ses kayıtları bir nevi aklımı başıma getirdi, en azından aklıma kurt düşürdü... Demek ki Doğan grubu ile, Koç grubu ile Gülen grubunun yakınlaşması 17 Aralıktan sonra olan bir şey değilmiş, bu yakınlaşma çok eskilere gidiyormuş...

     

    Bir de biliyorsunuz, binlerce kişiyi dinlemişler... Bunu savcı da bizzat açıkladı... Üstelik bu dinlemeler yasal olmayan yöntemlerle yapılmış... Gülen bir sohbetinde bir şey anlatmıştı, hatırlıyor musunuz? Bakın sohbet diyorum, ses kayıtı değil!!! Neydi o sohbet??? İşte birisi varmış, o birisi bir yere giderse onu orada tuzağa düşüreceklermiş, Gülen bir şekilde bundan haberdar oluyor ve o kişiyi oraya gitmemesi için uyarmış... O kişi kadınlarla filan olacakmış, orada ona tuzak kurulacakmış, bunu Gülen haber alıyor ve o kişinin oraya gitmesine engel oluyormuş... Böyle de daha çok bilgi varmış ellerinde... E şimdi bir tarafta binlerce kişinin dinlendiği ortaya çıkıyor, diğer taraftan Gülen'in bu sohbeti... Siz ne dersiniz bu işe???

     

    Bu dinlenenler arasında Mavi Marmara şehitlerinin ailesi de varmış. Mahkeme süreçleri için dinlenmişler demek ki... Yahu bu insanların dinlenmesini kim ister? İsrail, tek kelime ile İsrail!!! Mavi Marmara saldırıya uğradığında bütün Müslümanlar ayağa kalkmıştı... Peki Gülen ne demişti bu hadise için? Bunu tekrar tekrar yazmaya gerek yok herhalde, Gülen'in o zaman ne dediğini herkes biliyordur... Otorite dinlenmeliydi filan... Şimdi bütün bunlar Güleni ve grubunu sıkıntılı bir duruma düşürürken, bir de yetmezmiş gibi Zaman Gazetesi dinleme hadisesi ile alakalı inanılmaz bir savunmaya geçiyor, işte binlerce kişi değil, sadece 40 kişi filan dinledi diyor... Bunu ne şimdi???

     

    Başak bir şeyde şu... Yahu Gülen medyasının bir haber kanalı çok açık bir yalana imza atıyor... Başbakan mitingde bir kadına basmış azarı filan... Yahu haber vidyosu ile birtakım oynamalar yapılarak, hadiseyi olduğundan farklı göstermek de ne oluyor... Ayıp ya!!!

     

    Zaman Gazetesinin bir yazarı ne yazmış? 'Peygamber de kıblesini şaşırttı' gibi bir şeyler yazmıştı... Hatırlayın... Gülen de 'Cebrail'e bile oy vermem' diyor. Bir başka yazar kalkmış, güya medeniyet götürdükleri insanlara 'yamyam' diyor... Bu ne ya!?! O değil de Türköne'nin 4 veya 5 kitabı var bende... Hepsini de keyifle okudum... Ama bu Türköne'in kitapta yazdıkları ile şimdi köşe yazılarında yazdıklarına bakıyorum, hayretler çekiyorum boyuna... Ekranlarda söyledikleri filan, işte bu parti kapatılmalı gibi şeyler... Şimdi ben o kitapları atmayayım da ne yapayım... Türköne'n şu sıralar yazdıkları ile bütün kitapları boşa düşüyor zira...

     

    Yavuz Bahadıroğlu çok sevdiğim bir yazardır... NT mağazalarında bu yazarın kitaplarını kaldırmışlar. Bu ne şimdi???

     

    Bakın şimdi bizzat tanıklıklarımı yazayım... Bizim komşumuzun bir çocuğu var bunların yurtlarında... O diyor... Erdoğan hakkında beddua seansları düzenliyorlarmış yahu... Bildiğim bir kişi Zaman aboneliğini bırakmak istiyor, bırakamıyor, bıraktırmıyorlar... Ne oluyor yahu??? Bu nasıl bir iş!!! O dersanelerdeki deneme sınavları için duyduklarım filan... Bunları bir yerlerden okumuyorum, bizzat birinci şahıslardan duyduklarım... CHP adaylarını allayıp pullamalar...

     

    Şu malum dizideki Peygamber sahnesi de bana çok dokundu... Yahu böyle bir sahne Peygamber efendimize atılan bir iftiradır, bunlar bunu anlayamıyorlar mı??? Hayret!!! Mesela İskilipli Atıf hocanın da bir rüyası var, bilirsiniz... Atıf Hoca böyle bir rüyayı görmüş, böyle bir sahne usülüne uygun çevrilebilir belki, buna dahi din alimleri ne der onu bilemem. Ama ortada görülmüş bir rüya vardır, o sahneye dökülür, böyle bir şey olur da anlarım... İyi de malum dizide böyle bir rüya gören bir kişi var mı? Var olduğunu söylemiyorlar... Rüya görülmemiş herhangi biri tarafından ama bu tamamen bir senaryo halinde sahneleniyor... Yani diyelim ki, Aziz Mahmud Hüdayi'nin hayatını film haline getiriyorlar ama onla alakası olmayan sahneler koyuyorlar, sanki bunun gibi bir şey... E böyle bir şey Hüdayi Hazretlerine iftira olmaz mı? Burada da Peygamberimize iftira var bana göre... İşin bir başka boyutu daha var... Twitlerin ikiye katlanmasını Peygamberimizin istediğini belirttiler... Türkçe olimpiyatlarına da Peygamberimiz gitmiş, dediler... Bir de bu film sahnesi... Affedersiniz ama siz ne mesajı vermeye çalışıyorsunuz? Yani Peygamberimiz bile sizden yana öyle mi??? Yani bu taraftaki Müslümanlar O Sevgiliye karşı öyle mi??? Öyle değilse başka ne o zaman???

     

    Neyse...

     

    Şimdi bana diyeceksiniz ki, sen de ne safmışsın be kardeşim... Doğru diyorsunuz, derim...

    • Like 1

  12. Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri ne güzel yazmış:
    ''Dertli, dermanın ister
    Kullar, sultanın ister
    Aşık, cananın ister
    Bana Allah'ım gerek.''

    Yunus Emre Hazretleri bakın ne yazmış:
    ''Sufilere sohbet gerek,
    Ahilere ahret gerek,
    Mecnunlara Leyla gerek,
    Bana seni gerek seni.''

    Ah dostlar! İkisi de aynı deryaya dalmışlar...


  13. Zünnun Mısri ölçüyü koymuş: ''Allah'ın zatını düşünmek cehil, işaretlemek şirktir. Marifette tek doğru, sadece hayret...''

    Ebul Hamza Horasani ne büyük söz söylemiş:''Eğer gaflet olmasaydı, aşıklar, Allah'ı zikretmenin safasından kül olurlar, düşüp ölürlerdi.''

    Ve ilim ile vecd ilişkisini Cüneyd Bağdadi'den okuyalım:''İlmin vecd içinde erimesindense, vecdin ilim içinde erimesi daha hayırlıdır.''

    Size şöyle bir soru sorsaydılar, cevabınız ne olurdu? İşte o soru: ''Hiç amelsiz, ibadetsiz, karşılıksız, Allah'ın lütfu olur mu?''
    Bu soru Cüneyd Bağdadi'ye soruldu. Bakın O nasıl cevap verdi:'' Her iş ve her şey yalnız onun lütfu ile olur; karşılıkla değil. Onun lütfuna karşılık düşünülebilir mi?''

    • Like 1

  14. Trradomir!

     

    Yahu sen 40 gazeteye abone olacağım diyorsun da ben ne yapayım???

     

    Kitaplığımdaki Gülen kitaplarımı bir köşeye kaldırdım, onları diğer kitaplarımdan ayırdım, karantinaya aldım onları... Şimdi böyle bir hamle yaptıktan sonra o kitapları yakmayı düşünüyorum. Şu anda düşünce aşamasındayım. Bunu yaparım çünkü geçmişte buna benzer işlerim oldu... Mesela Haydar Baş'ın bir kaç kitabı vardı bende, 5 tane olması gerek. Onların hepsini yaktım. Şimdi Gülen'in kitaplarını da ayırdım bir köşeye. Her an eyleme geçebilirim.

     

    Sen abone olacaksın ben karantinayı alıp, sonra da yakacağım.

     

    Hükmüm: Ekranlarda dönüp dolaşan hadiselerde, Erdoğan ve hükumeti tamamen suçlu dahi olsa, bununla birlikte Gülen ve cemaati tamamen haklı dahi olsa Gülen gözümden çok düştü, çoooook çooooooook!!!

     

    Gülen'i ne çok savundum ben!!! Solculara, dinsizlere karşı savundum Gülen'i... F bilmem neyi dediler ama ben savundum Gülen'i... Okyanus ötesi dediler, ben yine savunmaya geçtim... Hep savundum, hep savundum...

     

    Ama ne oldu şimdi, şimdi ne oldu!?!

     

    Malum...

     

    Bazı yazılarımda da işaretlerimi vermiştim. Esasında Gülen'i bir taraftan savunurken diğer taraftan şüphelerim de vardı. Hep bir hikmet aradım, vardır bir bildiği, dedim... Fakat bazı şüphelerim beynime girdi, o şüpheleri oradan atamıyordum. Yine de susuyordum... Öyle ya Allah dostuna savaş açmak, Allah'a savaş açmak gibidir... Bunu bildiğim için, Gülen ya Allah'ın sevdiği bir kulu ise, ya bazı şeyleri biz göremiyorsak... İşte bu düşüncelerle susuyorduk. Yahu en kısası yakıştıramıyorduk be!!!

     

    Ben çok okurum... 28 Şubat darbesini anlamak için onlarca kitap okudum. Yani Gülen'in '28 Şubat'taki tutumunu biliyordum. Aydın Doğan medyasına verdiği röportajını da biliyordum, kartel medyasında çıkan 28 Şubat manşetlerini de... Başörtüsü ile ilgili sözlerini de biliyordum, Zaman gazetesinin o zamanki manşetlerini de... Bunların hepsini biliyordum, bunları yıllar önce kitaplardan okumuştum ama insan kolay kolay kabullenemiyor... Yani bütün bu okuduklarımı iyiye yordum hep...

     

    Mesela bir örnek vereyim... Bir gün yine bir 28 Şubat kitabı okuyorum... Kitabın arkasında Gülen'in kartel medyasına yaptığı bir röportajı var... Okuyorum... Şaşırıyorum... Dönüp başa bir daha okuyorum, bir daha, bir daha... Her okuyuşumda hep aynı manayı veriyorum, Gülen'in sözleri için... Yani 28 Şubat darbesini yapanlar var ya... Ha işte bunlar yaptıkları işte doğru iseler iki sevap alırlarmış, eğer bu darbecilerin yaptıkları yanlış bir iş ise bir sevap alırlarmış... Evet, aynen bu manaya gelen şeyler okudum. Bunu ilk okuduğum zaman çok üzülmüştüm. Hayal kırıklığına uğramıştım. Esasında bu durum benim uyanmam için yeterli idi ama bir taraftan Gülen'in kitaplarını okuyorum, yayınlanan vaazlarını dinliyorum diğer taraftan şahit olduğum Gülen'in yanlışları üst üste gelince, bu ite bir terslik var diyordum.

     

    Mesela Türkçe Olimpiyatları için... Bu etkinlikleri beğeniyordum, ülke için iyi işler yaptıklarını düşünüyordum ama diğer taraftan da şüphelerim vardı. Yani.. Şimdi... İslami açıdan sorunlar olduğunu düşünüyordum... Orada genç kızlar şarkılar söylüyordu, kızlı erkekli danslar oluyordu, pop şarkıcılarının şarkıları söyleniyordu... Tarkan gibi birisinin şarkılarını da söylüyorlardı yahu... İşte bunlar benim içimdeki şüphelerimdi... Yahu diyordum, yahu bu etkinlikler güzel oluyor, ülke için faydalı oluyor, tamam... İyi de Gülen bu işe İslami açıdan nasıl bakıyordu??? Bir kaç yıl önceydi... Haydar Baş'ın özel okullarından birinin yemin töreni varmış, bir şekilde biz de bulunduk orada... Aman Allah'ım!!! O öğrenciler, o sunucular filan neydi öyle... Yarı çıplak elbiselerle... Gerisini yazmaya gerek yok... Haydar Baş bir tarikat lideri, bunu da bilin... Bu Türkçe Olimpiyatlarına da buna benzer bir gözle bakıyordum.

    Ama yine de özel sohbetler dışında bunu dile getirmiyordum. Hani yakın zamanda yani 17 Aralıktan sonra birileri rüyalar görmüş... Güya Peygamber Efendimiz de Olimpiyatlara geliyormuş... O zaman Gülen ne demişti, hatırlayanınız var mı? Hem düşünüyormuş ki, acaba biz bu tür etkinliklerle İslami bozuyor muyuz... Rüyalardan sonra bu düşünceyi atmış içinden filan... Hayret!!! Ama bana da hayret doğrusu!!! Asıl bana hayret!!!

     

    Ses kayıtlarında Aydın Doğan ile ilişkilerini okuyunca, o 28 Şubat kitaplarına geri döndüm... Mesela 'beceremedim bırak'' manşetini hangi gazete atmıştı... O bahsettiğim röportajı hangi gazete vermişti... Bakıyorum da bu yakınlaşma 17 Aralıktan sonra olan bir şey değilmiş, bu yakınlaşma çok eskilere gidiyormuş...

     

    Neyse... Daha çok şeyler yazarım da... Kalsın... Başka zamana kalsın...

    • Like 1

  15. Hacegan Çorbası

    Bak güzel kardeşim! İbrahim Ethem ne diyor: ''Bu dünyayı gönüllülerine, ötekini de isteklilerine bırakıp, burada Allah'ı anmayı, orada da onun yakınlığına ermeyi iş edinmek...''

    Yunus Emre ne demiş:
    ''Sufilere sohbet gerek

    Ahilere ahret gerek

    Mecnunlara Leyla gerek
    Bana seni gerek seni ''

    Ne de olsa gönülleri bir, aynı aşk deryasına dalmışlar...

    Devam edelim o halde…

    Yunus gerçek aşık isen,
    Mülke suret bezemegil.
    Mülke suret bezeyenler,

    Kara toprak olmuş yatar


    (Yunus Emre)

    Yar o ki, hep yadında;
    Eskimez ve eskitmez.
    Muradı muradında,
    Seni bırakıp gitmez..
    (Necip Fazıl)

    Gönül O'na âşık olunca gönüller bir oluyormuş demek ki...

    Tövbe meselesine gelelim…

    Habib-i Acemi...
    Faizle borç verirdi... Öyle ki çocuklar onu gördüklerinde şöyle bağırışırlardı:"Ribahor (faizci) Habib geliyor, sakının onun şomluğundan, ayağının tozu bize değmesin. Biz de onun gibi bedbaht oluruz"
    Habib-i Acemi fena oldu ve Hasan-ı Basri elinde tövbe etti...

    Ve o Habib-i Acemi oldu... Çocuklar onu gördüklerinde şöyle bağrışmaya başladılar:"savulun taib Habib geliyor, bizim ayağımızın tozu üstüne konmasın, Allah'a asi olmayalım"

    Malik bin Dinar...
    İşret gecelerinde saz çalıp eğleniyordu...
    Ve bir ses:" Ya Malik neye bu haline nedamet edip tövbe etmiyorsun?"

    Tövbe etti... Hem de ne tövbe ki... O Malik bin Dinar oldu...


    İbrahim bin Ethem...
    Belh şehrinin padişahı... Onun için derler ki:''Kırk altın kalkanlıkul, tantana ile önünde ve kırkı da ardından giderlerdi.''
    Ve bir ses:"Ey gafil Allah'ı atlas döşekler içinde mi isterler?"
    İçine ateş düştü ve o İbrahim bin Ethem oldu...

    Bişr Hafi...
    İşret yerlerini mekan edinmişti... Böyle bir gece evine giderken, yolda üzerinde besmele yazan bir kağıt buldu, temizledi, kokular sürdü ve evinin en güzel yerine astı.
    Ve bir rüya:"Ya Bişr! Sen benim adımı güzel kokularla ağırladın.Benim ululuğum ve izzetim hakkı için bende senin adını iki cihanda hoş kılacağım"
    Uyandı, ağladı, tövbe etti ve Bişr Hafi oldu...

    Fadl bin İyaz...
    Eşkıyaların başı idi... Kervan soyarlardı...
    Ve bir ayet işitti:“Allah zikredildiği zaman, iman edenlerin kalplerinin saygıyla yumuşayacağı zaman halâ gelmedi mi?”
    Geldi, geldi de eşkıyalıktan evliyalığa terfi etti... O Fadl bin İyaz oldu...

    Allah'ım bizler günahkarız, bizleri affet...

    İmdi bir düşünelim...

    Karşımızda bir topluluk var; içki içiyorlar, eğleniyorlar... Size dediler ki, bunlara bir beddua edin!!!

    Diyelim ki bu şahıs beddua yerine şöyle bir duada bulundu:''İlahi bu yiğitlere dünyada hoş dirlik verdiğin gibi, ahrette de dirlik ver!''


    Yoksa bu şahıs beddua etseydi, daha mı iyi olurdu???


    O halde okuyalım efendiler:

    ''Bir gün, talebeleriyle Dicle kenarındaki bir hurmalıkta oturuyorlardı. Dicle'nin yukarısından bir kayık geldiğini gördüler. Kayıkta bir kaç erkek içki içiyor, nâra atıyordu. Bu nâhoş manzara karşısında talebeleri; "Efendim bir duâ edin de, Allahü Teâlâ bunları bu nehirde boğsun ve insanlar onların zararlarından kurtulsunlar." dediler.
    Şöyle buyurdu: "Yâ Rabbî! Sen bu kullarını dünyâda neşelendirdiğin gibi âhirette de neşelendir." Talebeleri bu duânın mânâ ve sırrını anlamadıklarını söylediler. Bunun üzerine; "Benim söylediğimi (Allahü teâlâ) bilir. Bekleyin şimdi görürsünüz." buyurdu." O topluluk Ma'rûf-ı Kerhî'yi görünce sazlarını kırdılar, şaraplarını döktüler ve titremeye başladılar. Ma'rûf'un el ve ayaklarına kapanıp tövbe ettiler. Ma'rûf-ı Kerhî; "Gördüğünüz gibi herkesin istediği oldu; ne onlar boğuldu, ne de bir kimse onlardan rahatsız oldu." buyurdular.''

    Başımdan geçen bir hadise ile devam edelim…

    Köydeyim...
    Hava çok güzel... Bahar...
    Kuran-ı Azimüşşan'ı aldım elime, çıktım kapıya ve başladım okumaya... Kendimi kaptırmış okuyorum, arada bir de yeşilin bütün tonlarını temaşa ediyorum...

    İlk önce okuyorum, sonra mealine bakıyorum... Yasin Süresini okudum, mealine baktım... Mülk Süresini okudum ve mealine bakıyorum... Mülk Süresinin 19. ayetini mealden okuyorum:''Üstlerinde kanat çırparak uçan kuşlara bakmazlar mı? Onları (havada) ancak Rahmân tutuyor. Şüphesiz O her şeyi hakkıyla görendir.'' Tam burada durdum ve başladım düşünmeye:''Allah kitabında kuşları bize misal veriyor!''
    19. ayeti tekrar okuyorum:''Üstlerinde kanat çırparak uçan kuşlara bakmazlar mı?'' Ve hemen kafamı kaldırdım, gökyüzüne baktım... Hayret!!! Gökyüzünde bir tane olsun kuş yok!!! Kuşların hiç eksik olmadığı köyümüzün semalarında kuş yok!!!

    Bu sefer Kuran-ı Azimüşşan'ın yüzünden 19. ayeti tekrar okudum ve gökyüzüne baktım ama nafile... Kuş yok!!! Bir daha okudum, bir daha, bir daha... Kuş yok!!! Sanki gökyüzünün derinliklerinde kocaman bir hortum oluştu da, bütün kuşları içine çekti... Kuran-ı Azimüşşan'ı masanın üzerine bıraktım, ayağa kalktım ve başladım etrafı kolaçan etmeye... Gökyüzünden ümidi kestim, yeryüzünde kuş arıyorum... Kuş yok!!!
    Allah kuşları misal gösteriyor, 'gökyüzüne bakın' diyor ama ne gökyüzünde ne de yeryüzünde kuş yok...
    Ve tam vazgeçiyordum ki, bir kaç metre uzağımda, yere yakın bir seviyede bir kargayı süzülürken gördüm... Ve başladım okumaya:
    ''Üstlerinde kanat çırparak uçan kuşlara bakmazlar mı? Onları (havada) ancak Rahmân tutuyor. Şüphesiz O her şeyi hakkıyla görendir.''
    Nihayet!!!

    Yıllar önce burada yazdığım bir hikâyemi bir daha hatırlayalım mı?

    Hatırlayalım…

    Cüneyd Bağdadỉ’ye sordular:

    – Tasavvuf nedir?

    – Allah’ın, seni sende öldürmesi ve kendisiyle ihya etmesi…


    Bendeniz işsiz ve bu vaziyetin ıstırabını çeken bir öğretmen adayıyım. Beynimi pörsümüş gibi hissettiğim böylesi zamanlarda büyük bir karamsarlığa düşerim. Hayat benim için tam bir çıkmaz sokak olur, iş için başvurduğum mercilerden elim boş döndüğünde. Yine böyle bir günün üstüme yüklediği ağırlığın ıstırabıyla evin yolunu tuttum. Bir dolmuşa bindim ve cam kenarına oturdum. Gözümün önünde tersinden resmigeçit yapan bir şehir curcunası; Araba hareket halinde… Beynimde, daima istikbalime dair endişe odak noktası… Derken, bir zaman sonra, yol kenarında topraktan çıkmak istermişçesine dalgalanan otların o ısrarlı hareketleri beni kendime getirdi… Sanki derin bir uykudan uyandım; resmigeçit yapan o şehir curcunasını ve hatta o an sabit mekânımı oluşturan dolmuşun içini ve yolcuları bir hortum içine çekti de, etrafımda eşyadan ve canlıdan hiçbir iz kalmadı. Öyle bir hal ki, kendimi bile unuttum o an ve sadece odaklandığım endişelerimle ve ıstırabımla var oldum. Endişelerime ve ıstırabıma büründüm… Bir hal, bir hal, tarifi imkânsız bir hal… Dolmuştan indim ve bu esrarlı vaziyetin hayretiyle deniz kenarında bir oturağa oturdum. Tefekkür halindeyim… Demek böyle oluyormuş yokluk… Demek böyle oluyormuş uğrunda yokluğa karıştığın mevcutla varlık… Yok oldum; ne anne ve baba, ne kardeş, ne eş dost, ne dünya ve ne ben, ıstırabımla var oldum. Zikir ve esrar… Şimdi daha iyi anlıyorum hakkıyla Allah’ın ismini zikredenlerin mürşidinde yok olup, Allah ile var olmalarını. Kendi heveslerinden geçip O’nun boyasıyla boyanmak, dünyayı O’nun gözüyle seyretmek, demek böyle bir şey… Dünyalık olsa da, bir an için odaklandığım endişe ve ıstırabımdan uyandığımda, sırf bu esrarlı hali bir daha yaşayabilmek uğruna nelerimi vermezdim ki... Evet, bu Esrarlı halin bana düşündürdükleri bunlarken, bir şeyi daha fark ettim:

    Bu bir haldir ve gaye bu değildir. Gaye O…


    Zikir meclislerinde Allah’ı hakkıyla zikredenler, sizi daha iyi anlıyorum. Mutlak varlığı dilinizden kalbinize indiriyorsunuz ve varlık içinde yokluğa karışıyorsunuz; varlığı Mutlak Var’da buluyorsunuz. Böyle bir makamda insanın şuurunu yitirmemesi ancak, Allah dostlarına mahsus olsa gerek. İşte ilim bu!!!

    Ve bir söz…

    ‘’Ey nefsim! niye korkuyorsun? Aç kalacağım diye mi? Hiç korkma, senin Allah katında o kadar değerin yok. Allah ancak Muhammed'i (S.A.S) ve ashabını aç bırakır.’’ (Fudayl bin İyaz)

     

    Bir uyarı…

    Yunus Emre'ye ait olmayan sözleri veya şiirleri ona aitmiş gibi paylaşmayın! Çünkü Yunus Emre'nin ağzından dökülen o inciler dünyalık şeyler için değildir. O kadar ki, o şiirler, Kuran-ı Kerim'den, Hadis-i Şeriflerden, Kudsi Hadislerden süzülmedir. İşte İspat:

    Aşksızlara verme öğüt,
    Öğüdünden alır değil.

    Aşksız kişi hayvan olur,

    Hayvan öğüt bilir değil.
    (Yunus Emre)

    Kudsi Hadis:
    Ahmak birine yapılan öğüt, hayvanlara sunulan inci ve mücevhere benzer.

    Lütfen biraz daha dikkat edelim.

    Ve birkaç söz…

    Dünyanın senden sonra ne halde olduğunu görmek istersen; senden evvel ölenlerden sonra ne halde olduğuna bak!.. (Hasan-ı Basri)

    Farz ve sünnetlerden herhangi birini terk eden kimse ateş üzerinde yatsa, denizde yürüse, havada uçsa iyi biliniz ki o davasında yalancıdır. (Necmeddin-i Kübrâ)

    Zavallı insan! Helali hesap ve haramı azap gerektiren bir aleme razı olmuştur. (Hasan-ı Basri)

    Tarifine gitmemektir evla
    Tarife gelir mi hiç Mevla
    (Muallim Cudi efendi)

    Masivadan el çekip mahlukattan ümmidini kes
    Virdin olsun her nefes Allah bes baki heves
    (Laedri)

    Hak tecelli eyleyince her işi asan eder
    Halk eder esbabını bir lahzada ihsan eder
    (İzzet Molla)

    • Like 4

  16. Hırsızın bir suçu yok mu?..

     

    Hırsız varsa, o hırsız kim olursa olsun suçludur.

     

    'Hırsızın suçu' derken, bu durumun kesinleşmesi gerek. Yanı operasyonlar yapıldı, şüpheliler yakalandı, emniyet sorgularından sonra mahkemenin önününe çıktılar, kimi tutuklandı kimi de serbest kaldı. Daha iddianame yazılacak, onu bir görmek gerek. Sonra davalar başlayacak... Bu anlamda 'hırsızın suçu' derken, sanki ortada kesinleşmiş yargı kararları var gibi oluyor. İşin hukuki tarafı böyleyken insanların vicdani karalarına dönecek olursak, oraya karışamayız. İnsanlar o suçlanan kişileri vicdanlarında hırsız yapabilirler ki, işin orası meselenin başka boyutu. İster öyle, ister böyle olsun vicdanların vereceği kararlara da saygı duymak lazım...

     

    Aslında bu davaya iki koldan bakmak lazım:

     

    1) Suçlanan kişilerin durumu.

    2) Operasyonun suistimal edilip, hükumete yönelik bir darbeye dönüştürülmesi ihtimali.

     

    Burada çok dikkat edilmesi gereken nokta, işte şu sayfada tartışıp durduğumuz meseleye gelip düğümleniyor. Şöyle ki; bu operasyonun kullanılarak hükumete darbe ihtimalini düşünürken, diğer taraftan da suçlanan kişilerin unutulmaması ve onların da yargılanmasının temin edilip, suçlu veya suçsuz, işin sonlandırılması gerek. Eğer ortada gerçekten bir yolsuzluk varsa bunun üzerinin örtülmemesi son derece önemli ki; bir anlamda hükumetin kaderini bu belirleyecek.

     

    Yani bu davanın iki koldan analizinin yapılması lazım ve bu iki kolunda birbirinden bağımsız düşünülmesi gerek. Birini diğerine boğdurmamak birinci şart olmalı. Eğer ortaya atılan bu iddiaların üzerini örtmeye kalkarsa bu hükumet, işte o zaman insanların vicdanında bir yara açılır.

     

    Bu tip yolsuzluk dosyaları hazırlanır, bekledilir. Zamanı gelince de böyle servis edilir. Dosyaları hazırlanan kişiler gerçekten o suçları işlemiş olabilir ama diğer taraftan bu dosyaları hazırlayanların asıl niyetini de görmek gerekir. Evet, iki koldan bakmamız gerek, bu şart.


  17. ''Cehennem azabının bir gün son bulacağı'' fikri çok hoşuna gitmiş arkadaşın... Kayyum'un büyük bir alim olduğunu dile getirirken, böyle de bir görüşünün olduğunu söylüyor arkadaş ve bu görüş arkadaşın pek bir hoşuna gitmiş...

     

    Yahu Kayyum'un böyle bir fikri varsa... Daha neyi tartışacağız??? Böyle bir fikri olan bir adamın tek hatası bu olsa dahi, onun bu hatası Kayyum'un nasıl bir alim olduğunu gösterir, değil mi? İslam bir bütündür, en ufak bir kısmından dahi taviz vermez!!!

     

    Şu işe bak şimdi... Kayyum büyük bir alim çünkü 'cehennem azabının son bulacağı' fikri ona ait... Yahu bu şimdi neye benzedi? 'Adam çok iyi bir insan çünkü filan kişinin ırzına geçti' gibi bir şey oldu bu şimdi...

     

    Yahu son zamanlarda öyle şeyler duyuyorum ki... Ne oldu bu insanlara, dünyanın sonuna mı yaklaştık?!


  18. Hedefi iman olan böyle konular üzerinden böylesini garip, saçma şeyler bulup milletin önüne servis ederler...

     

    Ehli Sünnet inancına 'geleneksel İslam' da derler böyleleri, bilirim... Yunus Emre 'kara cahil' bunlar için, yakından bilirim... İmam Gazali de 'yobaz'... Mevlana ise 'ahlaksız'... Mezheplere de gerek yok zaten... İçtihat kapısı da açık hem... Mucize yok, Miraç yok ve hatta şefaat bile yok... Kabir azaba desen, hak getire... Hem zaten bunlar için ruh bile yok, evet evet ruh bile yok... Şaşırmayın, yakından bilirim, inanın bana... Ha bak unutuyordum az daha, bunlar için salavat da yok, inanın bana... Ellerinden gelse hasta gözünü yumduğu an, hastayı toprağa yetiştirirler... Bunlar, alemlere rahmet Peygamber Efendimiz'den bahsederken, sanki askerlik anılarını anlatıyor sanırsın...

     

    Nedir ki aklına geldi, zihnine yerleşti; o Allah değildir...

     

    Allah'ın bilmediği bir şey olabilir mi? O Allah! O' nun bilgisi dışında hiçbir şey yoktur! O ki yaratıyor, o zaman O'nun bilmediği bir şey varsa, o bilmediği şeyi kim yaratıyor? Allah ki okyanusun o karanlık zeminindeki bir taşın içindeki böceğin bile rızkını temin ediyor ve gaybi bilmeyecek, öyle mi? Allah'ın gaybi bilip bilmediğinden geçelim, O'nun nurlu dostları bile gayb bilgileri vermiştir, Allah'ın izin verdiği kadarı ile... O Allah ki, bütün noksanlıklardan beridir. Eğer Allah gaybi bilmiyorsa, bu durum Allah için haşa noksanlık demek değil mi? Tartışmaya bile değmez!!!

     

    Bu işin sonu kader meselesine kadar gider, efendiler... Bir kesim öyle inanıyor ya, Allah kulunun ne yapacağını bilmez, diye fikre sahipler ya... Bu akım kimlerden oluşuyordu yahu???

    • Like 2

  19. ''İki cümle daha: Kurumlarla kişileri, cemaatin yaptığı işle müntesiplerin samimiyetini birbirinden ayırarak değerlendirebilecek olgunluğa ihtiyacımız var.''

     

    Trradomir, burada sana katılmıyorum... F.Bahçe'nin ceza alması, şampiyonluğun da Trabzonspor'a verilmesi gerekir... Cemaatin zirvesinin yaptığı ile müntesiplerini bir görmemeliyiz, eyvallah... Ben de aynen böyle düşünüyorum ama müntesipleri de hadiseye insaflı yaklaşacaktır, buna inanıyorum. Hele cemaate ait bir medya grubunun seçim tehditleri havada uçarken, bu olgunluğa ihtiyacımız hat safhada...

     

    Miralay kardeşim, Hükumetin bu işin üzerinde niçin bu kadar hararetle durduğunu soruyorsun... Yıllardır beklenen bir hamleydi, bunun daha niçini mi var? Şimdi burada niçinleri say da dur, bitmez!!! Bak ben size bir şey anlatayım, hadise taze, bu senenin başı... Bir arkadaşım ile birlikte dershaneleri dolaşıyoruz... Arkadaşımın yeğeni için... Hangi dershaneye gittiysek hep aynı cevabı işittik, ücreti iki milyardan başlattılar... Cemaatin dershanesi de dahil buna... En son girdiğimiz dershaneye bunun sebebini sorduk. Meğerse bunlar rekabetten zarar görmüşler de, sene başında bir birlik kurmuşlar, dershaneler birliği... Bütün dershaneler anlaşmışlar ve 2 milyarı taban fiyat belirlemişler, üstünde de rekabet etme alanı bırakmışlar... Yani taban puan 2 milyar... Tekel!!! Hani bankalar bir araya gelip, alacakları aidat, uygulayacakları faiz için tek rakam belirlemişlerdi de, birbirleri ile rekabetten kaçıp, zavallı milletin paralarını hortumlamışlardı ya, ha işte o hesap bu dershane işleri... Hükumet bankaların tekeline çomak sokunca da ortalık ayağa kalkmıştı, şimdi de dershaneler hakkında ortalık kalktı gidiyor...

     

    Miralay kardeşim, alt yapı meselesi önemli tabi ama bu sorunun kaynaklarından biri de bu dershaneler zaten... Yani bu mevzu hakkında bir ilerleme olacaksa, dershanelerin de bir düzene sokulması lazım, baksana tekelleştiler bile bunlar!!! Yavaş yavaş, kademeli olarak filan diyorsun ama buradan da anlıyorum ki güzel kardeşim, Milli Eğitim Bakanlığının paylaştığı taslağı okumamışsın... Hükumet bu işe uzun bir zaman yayıyor zaten, teşvikler veriyor ve üstelik dershanelerin kapatılması da söz konusu değil, bir dönüştürmeden bahsedilebilir... Yani... Bu mevzuda Zaman gazetesinin manşetten verdiği 'Eğitime Darbe' gibi fazla uçuk bir başlıkla verilen haber bizzat bakanlık tarafından yalanlandı, hem de 'alenen yalan' kapsamında... Yalan bir haber olduğunu da, bakanlığın daha sonradan yayınladığı taslaktan öğrendik...


  20. İnsanın inanası gelmiyor... Mesele dershane... Bu mu yani?

     

    Esasında bu bir süreçtir, işte devam ediyor... Gülen hocanın 28 Şubat ile ilgili tavrını bir misal ile burada bir yerlerde yazmıştım, hem de kaynağı ile birlikte...

     

    Gülen hocanın kitaplarını okuyan birisi olarak, o satırların sahibi bir kişi, en büyük İslam düşmanlarına karşı bile anlayış sahibi bir kişi, nasıl olur da iyiliklere imza atmış bir hükumet hakkında bu kadar ağır ifadeler kullanır, akıl alır gibi değil!!!

     

    28 Şubat döneminin en zalim komutanlarından Çevik Bir'e bir mektup yollayarak, kendisi adına açılan pek çok okulu kendilerine verebileceğini dile getiren bir kişi, nasıl olur da şimdi bu kadar katı bir tavır ortaya koyabilir, hayret!!!

     

    Bütün mesaisini dershane meselesine ayıran bu grubun medyası, Diyarbakır buluşmasını birinci sayfasında görmüyor, şu işe bak!?!

     

    Kılıçdaroğlu'nun dershaneler hakkındaki bir sözünü kılıç gibi kullanabilecek duruma getiren şey ne???

     

    Türköne'nin yazısını okuyorum, Mustafa Ünal'ın yazısını okuyorum ve diğerlerinin... Nelerden neler yazıyorlar, garip!!!

     

    Yahu yıllardır dershanelerin kapatılması için tabandan gelen talepler var. En yakınlarımdan başlayarak, uzak çevreme kadar bulunduğum ortamların hepsinde mevzusu açıldığında, herkesin ağız birliği ettiği tek hadise bu dershaneler meselesi idi... Tek anlaştığımız saha burası idi yahu!!! Okullarda alması gereken eğitimi karşılayabilmek için, aileler, çocuklarını dershanelere göndermek zorundaydı... Paralar hep buralara aktı... Hal böyle olunca, mevzusu açıldığı her ortamda o kadar etkileyici mantıkla eleştiriler getiriliyordu ki bu dershaneler hakkında, hayran kalmamak elde değil!!! Okul varken dershanelere ne gerek var, aileleri dershanelere mecbur bırakarak ekonomik darboğaza sıkmanın ne gereği var gibi ne eleştiriler, ne eleştiriler!!! Şimdi etrafıma bakıyorum da, dershanelerin kapatılmasını doğru bulmayanlar öyle saçma şeylerden söze giriyorlar ki... Yahu kuzularım siz nerelerdeydiniz daha önceleri, sesiniz hiç çıkmıyordu da!!!

     

    Geçen Samanyolu Haber kanalını izliyorum da, 'yuha artık' dedim!!! 10 yaşında bir kız çocuğunu çıkarmışlar ekrana, konuşturuyorlar. Çocuk iki gözü iki çeşme ağlıyor... Dershaneler kapatılacakmış ya, çocuk kendinden geçmiş... Koskocaman cemaatin düştüğü zavallı duruma bak!!! Hakikaten anlaşılır gibi değil!!!

     

    Bu sitede her konuya bir şeyler yazdım ama burada aklım durdu...

    • Like 1

  21. Gönlüm

    Allah dostları der ki;
    Sabır acıdır gönlüm.
    Nefsin tatlıdır amma;
    Sonu ateştir gönlüm.

    Gün gibi ömür, biter;
    Misal dünlerdir gönlüm.
    Nefsin elinde sevgim;
    Hepsi bir puttur gönlüm.

    Yeter artık gezdiğin;
    Felah tövbedir gönlüm.
    Ölüm gelmeden başa;
    Nefsini öldür gönlüm.


  22. Sebepler Dünyası

    Bir dünyadır ki, her şey görünüşte;

    Sahne ve dekor, sebepler dünyası

    Perdeler iner, kıvrım kıvrım düşte;

    Gece ve gündüz, sebepler dünyası



    Söz vermiştik biz, perdeler inmeden,

    Günah günah is, kalplere sinmeden

    Hatırla ey kalp, gözyaşı dinmeden;

    Kundak ve tabut, sebepler dünyası


  23. Yine aynı kitaptan bir alıntı daha gelsin...

     

    Yazının başlığı şöyle: 30 Ağustos Zaferi'nin Millet-Toplum Hayatımızdaki Yeri. Yazarı ise Prof. Dr. Mustafa AKDAĞ.

     

    ''Konya'da oturan, kimi kez Kayseri ve Sivas'ta da boy gösteren sultanlar, İranlı tapıcılarının etkisiyle kendi Türk köklerini küçük görüp, eski iran hükümdarlarının adlarını alarak, birer 'Keykubat, Keyhüsrev, Keykavus' bozuntusu oluverdiler.''

     

    Daha neler var, neler...

     

    Aslında bu kitabı okudukça bazı şeyleri daha iyi anlıyorum.

     

     


  24. Şu anda elimde bir kitap var. Kitabın ismi 'Büyük Zaferin 50. Yıldönümüne Armağan'

     

    'Başbakanlık Kültür Müşteşarlığı Yayınları' ifadesi geçiyor kitabın ilk sayfasında...

    'Milli Eğitim Basım Evi - İstanbul 1972' notu düşülmüş kitaba...

     

    Kitap 6856 sayılı emirle birinci defa olarak 7.000 adet basılmış... Kitapta Devler Bakanı İsmail Arar'ın önsözü var...

     

    İşte bu kitapta geçen bir şiir şöyle:

     

    Bugünü adın gibi iyi bil, daima an,

    Türk adında bir millet yok denildiği zaman.

    Tarihler dize geldi ve şaştı bütün cihan,

    Doğdu eşsiz bir güneş, o kurtadı vatanı.

     

    Parlayınca kılıçlar, ufuklar kızıllaştı,

    Ordu bir sel olarak bütün setleri aştı,

    Türk istiklal uğrunda kahramanca savaştı;

    bu 30 ağustostur iyi bil iyi tani.

     

    Yüzyıllar geçse bile bu zafer anılacak

    ''Türk yoktan var yapar.'' Buna inanılacak

    Bu varlığı yaratan bir Tanrı sayılacak;

    Tanrı diye tabacak sayacaklar Ata'nı.

     

    Şiir böyle...


  25. Nereden aklıma geldiyse artık, internete 'sürmeli/ şiir' yazdım ve bakın neler çıktı...

     

    ''Seher vakti çaldım yarin kapısını

    Baktım yarin kapıları sürmeli

    Boş bulmadım otağının yapısını

    Çıka geldi bir gözleri sürmeli

     

    Açtırdım kapıyı girdim içeri

    Aklımı başımdan aldı o peri

    Dedim sende buldum halis cevheri

    Dedi yok yok bir mehenge sürmeli

     

    Hep gönüller muradıdır aşığın

    Nöbeti bekliyen alır keşiğin

    Beklemeli o sultanın eşiği

    Günde yüzbin kere yüzler sürmeli

     

    Agahi karıştırır kanı yaş ile

    Dost bulunmaz hayal ile düş ile

    Yetilmez menzile bu gidiş ile

    Hemen aşk atına binip sürmeli''

     

    Bir şiir daha var...

     

    ''Bir güzel şuha dedim: iki gözün sürmelidir

    Dedi: billahi seni Hind'e kadar sürmelidir

     

    Dedim: Ey mehlika bir gece al bezme beni

    Dedi: beyhude yorulma kapılar sürmelidir

     

    Dedim: O hal-i siyehler ne beladır cana

    Dedi: bir tanesine yüz sene çift sürmelidir

     

    Dedim: ebrularının yayına kurban olayım

    Dedi: bak lütfi kıyarım canına sürmelidir''

     

    Bir de hemen yukarıdakinin açıklaması gibi şöyle bir şiir var...

     

    ''Bir güzel şuha dedim iki gözün sürmelidir,

    Dedi billahi seni Hind'e kadar sürmelidir...

     

    Dedim ateşler yaktı ciğerim oldu kebab,

    Dedi söndürmek için payime yüz sürmelidir...

     

    Dedim Ey Mehlika, al bu gece bezme men'

    Dedi beyhude yorulma kapılar sürmelidir...

     

    Dedim aşıklara cevrin ne cefadır güzelim,

    Dedi aşık olanın üstüne at sürmelidir...''

     

    Şiirler böyle... Ama bir şey dikkatimi çekti, o da şu:

     

    ''Yetilmez menzile bu gidiş ile

    Hemen aşk atına binip sürmeli''

     

    ''Dedim aşıklara cevrin ne cefadır güzelim,

    Dedi aşık olanın üstüne at sürmelidir...'' ''Dedim: O hal-i siyehler ne beladır cana

    Dedi: bir tanesine yüz sene çift sürmelidir''

    Yahu bir 'sürmeli' beni nerelere sürükledi böyle...

     

    • Like 1
×
×
  • Create New...