Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Hâcegân

Editor
  • Content Count

    989
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    42

Posts posted by Hâcegân


  1. Hafızamı yokluyorum.

     

    Son defa bir bayram namazını ne zaman kılmıştım?

     

    Belki de şöyle sormak daha doğru olur.

     

    Cenaze namazları dışında son defa ne zaman namaz kılmıştım?

     

    Şimdi tam hatırlayamıyorum.

     

    Ya orta iki, ya da orta son olmalı.

     

    Demek ki 40 yıldan fazla olmuş…

     

    Ertuğrul Özkök/Hürriyet

    12.10.2007

    (…)

     

    Sık sık yazıyorum. Kadın beni korkutur.

     

    Tutkusu ise ürpertir.

     

    Ama bütün erkekler gibi benim de elimden bir şey gelemez…

     

    O yüzden tavsiyem şudur:

     

    Kadın çağırırsa gidilir…

     

    Ertuğrul Özkök/Hürriyet

    14.10.2007

    (…)

     

    Türbansız hayat onlar için haram mı, Türban İslam’ın tek koşulu mu? Yoksa onların İslam’ı türbana indirgendi de bizim haberimiz mi olmadı? Bu durumda türbanları bir put, kendileri de putperest olmaz mı?

     

    Özdemir İnce/Hürriyet

    14.10.2007

    DTP Muş Milletvekili Nuri Yaman:

     

    Selehaddin Eyyubi, Kürt kimliğiyle bilinen bir yazardı. Ümmetçiliği çok sonra gelir. Kürt olması önemlidir. Önemli olan etnik kimliğidir. Dini kimliği çok önemli bir özellik değildir.

     

    29.10.2007

    Not: Vakit gazetesinin “DTP’li vekilin cehaleti” adlı haberi.

     

    Türbanın dince zorunlu olup olmaması benim umurumda bile değil. Türkiye teokratik bir ülke değil, laik bir ülke. Cumhuriyet’in referansı şeriat değil, laik yasalardır. Türban şeriata göre zorunluluk bile olsa laik kamusal alanda şeriatın hükümleri geçerli değildir.

     

    Özdemir İnce/Hürriyet

    08.12.2007

    Geçen akşam Harbiye’de sosyetenin bir mekânında düzenlenen buzda votka partisini size anlatacağım.

     

    (…)Parti için dev buzdan votka şişesi hazırlandı. Gecenin ilerleyen saatlerinde buzdan şişe, showcular tarafından kırıldı ve içindeki gerçek şişe çıkartıldı. Tonlarca buzdan biri içerde diğeri dışarıda olmak üzere iki “ice bar” oluşturuldu. Misafirlere özel hazırlanan kokteyller buz bardaklarda ikram edildi. Misafirlerin gecenin havasına uygun kostümlerle geldiği görüldü.

     

    Özellikle buzlu votkaları keyifle içebilmek için eldivenle gelenler vardı. Tüm çalışanlara, kürk yakalı soğuk geçirmeyen özel pelerinler hazırlandı. Gece boyunca ice bar’dan buz bardaklarla servis yapıldı. Özellikle soğuk içilmese gereken bu kokteyller için bir menü hazırlandı. Gelen misafirler özel tasarlanmış buz havası verilmiş meniden yiyeceklerini seçtiler.

     

    Aykut Işıklar/Bugün

    02.12.2007

    Hiç düşündünüz mü örtünmeyi?

     

    Hayır, katiyen. Örtünmeyi Allah’ın emri olarak kabul etmiyorum ki!

     

    Akşam Pazar Eki

    02.12.2007

    Not: Prof. Beyza Bilgin ile yapılan bir röportaj… İlahiyat Fakültesinden bir Prof. Din İşleri Yüksek Kurulu üyeliğinde bulundu.

     

     

    Bunalar böyledir işte... Devamı var...


  2. Bir gün iki yakınımla yürüyoruz...

    Ortaya bir sual attım:

    ... Hangi partidensiniz?

    ... ŞuP

    ... BuP

    Bende partimi söyledim:

    ... HaşuP

    Ve asıl gayemi dile getirdim:

    ... Yahu biz aynı dine inanan insanlarız. Aynı camiiye gidiyoruz, aynı duaları okuyoruz... Şimdi oldu mu ya? Birken üç olduk! Birken tek dava üzerinde yürürken, şimdi gücümüzü bilmem kaç tane bire taksim ediverdik.

     

    Üstad Necip Fazıl, İdeolocya adlı eserinde bir devlet kurar, nazari planda ve bu nazari plan üzerine inşa edilen devlet yapısında partiçilik yoktur.

     

    Eğer üstad bu sistem içerisinde kalarak mücadelesini vermeye gayret ediyorsa, bu onun inceler incesi bir taktiğinin gereğidir. Bu inceliği ancak, satırların arkasına saklanmış ince sırlardan anlarız.

     

    Evet, beni derinden üzen ve çoğu zaman benide içine çeken bu hazin vaziyeti burada da görünce yazmamaktan kendimi alamadım...

     

    Hakkınızı helal edin...


  3. Bakın yakın geçmişe?..

    Ne görüyorsuuz?..

    İnsanların en temel hakkları yasaklanırken, bu işlem kanunlarla sabit hale getiriliyordu. Şimdi böylesi kanunları, sırf kanun oldukları için savunan birtakım prof.lara haykırmak gerekir: O beşeri hesaplarınızı meşru göstermek için, onları kanun zıhrına bürüdünüz! Ya Hak terazisinde ne yapacaksınız?

    Başörtüsü yasağı...

    İstiklal Mahkemeleri...

    Ve daha neler, neler...


  4. Şeksiz ve şüphesiz, gündüz ve gece,

    Bir lâhza kalb ile; (hây)dır derdimiz.

    Kimseler duymadan, bir harf, bir hece,

    Dilsiz ve sessizce; (hû)dur virdimiz.

     

     

    Şimdi vurdun mahrem yerimi!.. Müthiş!.. Uzun zamandır niye şiir yazmadığınız belli oldu böylece... Bu ruh haliniz var ya, kelimelere sığmaz, değil mi?


  5. KANUN FUHŞU:

     

    Miladi 64 den 314’e kadar geçen 250 yıl, İseviler hesabına, zalimlerden birinin gidip öbürünün geldiği ve zaman zaman sahnelerin (Neron) unkilere yaklaştığı korkunç bir imtihan çığırı oldu. Bu defa, fiili zulümde en vahşi hayvanları geçen insanlar, hareketlerini kanunlaştırmaya, kanuni alçaklığa düşmek gibi yalnız bir nevi insana mahsus bir felakete vücut vermeye başladılar. (Neron) un (İnstitutum Neronianun) isimli kanunu, İseviliğe, öbür dinlere tanınan hakları redderken, bir müddet sonraki kanunlar ve bunların tatbik şekilleri hiçbir mahluka reva görülmemiş bir cinayet belirtti. Yeni imanı, kanunla ‘meş’um ve mecnun’ ilan ettiler. İkinci asır nihayetine kadar kendi putlarını ve kahramanlarını korumak gibi bir tasaları yokken, Üçüncü asırda, putlaştırdıkları eski (Ogüst) ve Roma putlarına İsevileri zorla sadakate sürüklemeye kalktılar ve bu yolda vicdanlara hükmedici kanunlar çıkartmaktan çekinmediler. Kanunu ve hâkimi o türlü fuhşa zorladılar ki, eskiden beri mevcut, halk arasında kargaşalık çıkaranları ölüme kadar götüren ( Coercitio ) kanunun, kargaşalıkla ilgisiz İsevilere karşı kullandılar. İlk asırların bu huyu, Yirminci Asırda kendisine hala bazı tecelli mekânları bulmakta değil midir?

     

    O günlerin:

     

    ‘– İseviliğe izin yoktur!’

     

    Şeklindeki kanun formüliyle, bazı devirlerin:

     

    ‘– Allah ve ahlaktan bahsetmek yasaktır!’

     

    Fermanı arasında ne far vardır?

     

    Şu fark vardır ki, bu ruh ve fikir vahşetini, Romalı, hidayete girmemişken gösterir; öbürleri ise hidayetten çıktıktan sonra…

     

     

    Üstad Necip Fazıl’ın ‘Tarih Boyunca Büyük mazlumlar’ kitabından…


  6. Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;

    Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?

    Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!

    Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!

     

    Sahte oluşlarımızın yekun hattını çizmiş enfes bir şiir... Düşünün, ölümlü yalan ve ölümsüz gerçek... Maarif sistemimiz ölümsüz gerçeği bırakıp, ölümlü yalana teslim oldu, en kolayından... Müthiş bir tevaazu anlayışından, 'ben her şeyi yaparım!' sahte ve anlayışsızlığına kadar daha neler , neler...


  7. ŞİİRLER SIZE AITMİŞ..

    ÇOK GUZLELLER HEPSİ..

    FAKAT BEN BU ŞİİRDE DAHA ETKİLENDİM..

    YÜREĞİNİZE SAGLIK..

    SAĞLAM KALEM OLDUGUNUZU DUSUNUYORUM..

     

    HEP NEFS ÇIKAR KARŞIMA,ÖLÜP ÖLÜP DİRİLSEM;

    İNSANLARDAN KAÇMAK KOLAY KENDİMDEN KAÇABILSEM...

    NFK

    Sizin de yüreğinize sağlık, efendim...


  8. Dünya

     

     

    Nefsle pişmiş aşı,

     

    Yedim ve beş vakit;

     

    Güle gönül yaşı,

     

    Aktı, geçti vakit!

     

     

    Güle kıymet pek dar;

     

    Anlık rüya kadar…

     

    Bu sevgili murdar;

     

    Ecel… Geldi vakit!

     

     

    Bir damlada zaman;

     

    Akar onda mekân…

     

    Aman Rabim aman;

     

    Son vade ne vakit?


  9. Kafes



    Beynini içmiş ruhlarda şok,

    Hikmeti tepmiş, heyhat ruh yok…

    Ne yana baksan, tek izmihlal;

    Nefs belasından zehirli ok!



    Bir tütsü, bir buğu ve bir ses,

    Öteler bağından bir nefes…

    İnsandır bu, kalbinde hilkat;

    Dua et ki, çatlasın kafes!

    Bazı şiirlerimi düzelterek buraya alıyorum. Bu şiir de önce burada gösterildi fakat, onda bazı hatalar gördüğümden, 'Kafes' şiirini buraya düzelterek aldım. Selam ve dua ile kalın...


  10. ''Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 'Ermenilerden özür dilensin' kampanyası başlatan aydınları ağır bir dille eleştirerek, "Herhalde onlar böyle bir soykırımı işlemiş olacaklar ki özür diliyorlar. Türkiye Cumhuriyeti'nin böyle bir sorunu yok. Yani eğer ortada bir suç varsa suç işleyen özür dileyebilir. Ama ne benim, ne ülkemin, ne milletimin böyle bir sorunu yok" dedi.

    Erdoğan, kampanyayı kabul etmediğini, desteklemediğini ve içinde yer almayacağını da belirterek, "Suç işlemedim ki özür dileyeyim. Bu sadece ortalığı karıştırmak, huzurumuzu kaçırmaktan başka bir işe yaramaz ve atılan adımları da terse çevirmekten başka bir işe yaramaz, bunu özellikle duyurmak istiyorum" diyerek tepkisini ortaya koydu. ''


  11. ''Bu çabalar boşuna!

    Hani bir söz vardır ya... Elâlem “deli”ye hasret, biz “akıllı”ya... Aynen, bunun gibi... Elâlem “yabancı”ya hasret, biz “yerli”ye!.. Şu aydın(!)lar bir defacık olsun “yerli” düşünseler, bir defacık olsun “yerli” davransalar, dişimi kıracağım!..

    Duymuşsunuzdur... Kendilerine “Aydın” diyen ama aslında “Erivan” nüfusuna kayıtlı oldukları şüphesiz bir grup insan, “kampanya” başlatmış!.. “Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeni’yiz” bağırtılarının ardından, şimdi de “Ermenilerden özür diliyorum” kampanyası başlatılmış ki; bu adamlar kimin ekmeğine yağ sürmek istiyor, anlayabilmiş değilim...

    Söyleyin Allah aşkına; “İttihat-Terakki”nin dün yaptıklarından dolayı özür dileyip de, bugün Ergenekon'a sahip çıkmak, neyin nesidir?..

    Bu arkadaşlara hatırlatmak istiyorum: Orhan Pamuk denilen adam, “bu işlerin edebiyatı”nı yaparak, iyi ekmek yedi!.. Sakın ola size de “mama” vereceklerini ummayın!.. Bence, boşa kürek sallıyorsunuz!..''

     

    Bu da Hasan Karakaya'dan... Vakit 12/17/2008


  12. "Türk'üm, Sünni'yim, suçluyum!"

     

    Dünyadan birilerinin çıkıp “Osmanlı çocuklarından özür diliyoruz” demesini istiyor gönül. Yok, çıkmıyor. Aksine, hep Türkler ve Müslümanlar suçlu! Bu dış söylemin içeriye “Hep Türkler ve Sünniler suçlu” diye tercüme edilmesi de garip.

     

    Başlıktaki ifade çok dramatik, çok provokatif biliyorum.

     

    Ama sanki şimdilerde kendimi böyle hissetmem ve sonunda “Herkesten, kurttan kuştan özür diliyorum” demem bekleniyor.

     

    Şimdiden söyleyeyim:

     

    - Bunun karşıt tepkilerinin oluşması kaçınılmaz.

     

    Yani belki bir süre Türkiye’de denklem şöyle oluştu:

     

    Hâkim irade “Türklük vurgusu” yaptı ve bundan karşıt etnik aidiyetlerin oluşması sonucu doğdu.

     

    Ama sanki bir noktadan sonra da “Türklük aidiyeti” öylesine sıkıştırılmaya başlandı ki bu defa insanlar, “Ne yani, bize yapılanlara ne demeli?” diye isyan etmeye başladılar.

     

    Mesela, böyle bir isyana, Dünya Azerbaycanlılar Kongresi (DAK) Belçika temsilciliği tarafından Belçika Senatosu’nda düzenlenen kongrede tanık olundu. DAK Başkanı Azerbaycan’ın ünlü şair ve yazarı Sabir Rüstemhanlı bu toplantıda yaptığı konuşmada, Karabağ’daki “Azeri soykırımı”nın görmezden gelindiğini belirterek “Ezilenler, zulüm görenler hep Türklerdir; fakat en çok suçlananlar da Türk halkı oluyor. Karabağ’da soykırım yapan Ermenileri kimse suçlamıyor, Türkiye suçlanıyor.” dedi.

     

    Bu duygunun, bugün Türkiye’de birçok çevrede paylaşıldığını, ve “Türkleri hep suçlu konumda gösterme” kampanyası devam ettiği sürece, bu tepkiselliğin artmasının kaçınılmaz olduğunu belirtmek gerekiyor.

     

    Bu kampanyaların oluşturduğu ruh daralması içinde “Türklük” adına şöyle bir özür dileme serenadına ne dersiniz?

     

    - Balkanlar’da Bulgar çeteleri tarafından katledilen, ırzı namusu ayaklar altına alınan, evlerinden yurtlarından çıkarılan Türkler adına, çetecilerden özür diliyoruz.

     

    Yine;

     

    - Balkanlar’da Etniki Eterya adına işlenen cinayetlerden dolayı, hayatını kaybedenler adına çetelerden özür diliyoruz.

     

    - Balkan göçlerinde yollarda açlıktan, susuzluktan ve çete saldırılarından dolayı hayatını kaybeden kadınlar, çocuklar, yaşlılar adına, İstanbul’a ulaşmayı başaran yüz binlerce insanla birlikte sefaletle iç içe yaşamak zorunda kalanlar adına Türkleri göçe zorlayanlardan özür diliyoruz.

     

    Yine;

     

    - Doğu Anadolu’da, işgalci Rus birlikleri ile el ele verip köylerde insanları yakan, doğrayan Ermeni çetelerinden, ölen kadınlar, çocuklar, yaşlılar adına özür diliyoruz.

     

    Yine;

     

    - Maraş’ta, Adana’da, işgalci Fransız birlikleri ile el ele verip cinayetler işleyen, kadınların ırzına tasallut eden Ermeni çetecilerden, özür diliyoruz.

     

    Yine;

     

    - Ege’de, işgalci Yunan birlikleriyle işbirliği yapıp köy yakan, kadın-kız-çocuk demeden katleden Rum çetecilerden özür diliyoruz.

     

    Avrupa, Amerika bastırıyor:

     

    - Soykırımı kabul edin! Özür dileyin!

     

    İçeriden de özür furyaları devreye giriyor:

     

    Lozan’da kabul edilen “Mübadele”nin hesabı bile “Türkler”in önüne konuyor.

     

    Mübadele sebebiyle yurdunu-yuvasını terk etmek zorunda kalan Türklerin dramı göz ardı edilerek...

     

    Yarın PKK’dan özür dileme faslı başlarsa şaşırmamak gerek.

     

    İşin bir başka boyutunda “Sünnilik” meselesi var.

     

    Güya Cumhuriyet, “Türklük, Sünnilik ve Hanefilik” üzerine kurulmuş. Ötekilerin tümü, dışlanmış.

     

    Dolayısıyla Sünniliğe karşı Aleviliğin, Türklüğe karşı Kürtlüğün “mazlumiyet” mücadelesinin verilmesi hak olmuş.

     

    Bereket kimse, “Hanefiliğe karşı Şafiiliğin mücadelesi”ne kalkışmamış.

     

    İşin garibi, “Sünni camia” da, sistem tarafından en çok denetlenen, biçimlendirilmek istenen, hayatına müdahale edilen ve dolayısıyla en çok mağduriyete, inanç özgürlüğü problemine maruz kalan bir dünya olduğunu düşünüyor.

     

    Ortaya öylesine bir karmaşa çıkıyor ki kimin kimden hesap soracağı, kimin kimden özür dilemesi gerektiği, kimin mağdur kimin gaddar olduğu belirsizleşmiş.

     

    Böyle bir ortamda sesi güçlü çıkan, ötekinden hesap sormaya kalkışmış.

     

    Fransız Senatosu, bir yığın “Soykırım” söyleminden sonra “Bu işi biz çözemeyiz, tarihçilere bırakalım” noktasına gelmişken; biz, içeriden konuyu çoktan çözmüş ve “Türkler adına özür dileme gereği”ne inanmış durumdayız.

     

    - Tarihçiye falan gerek yok. Olur ya, tarihçiler de kalkıp “Bu işi bu noktaya getirenler Ermeni çeteleridir. İttihatçıların büyük günahı var; ama cinayetleri başlatanlar işgalci Rus birlikleriyle işbirliği yapan Taşnak ve Hınçak komiteleridir.” gibi bir sonuca varırlarsa bizim insancıl çıkışlarımız anlamsız hâle gelebilir.

     

    İnsan doğrusu, Balkan Savaşlarından beri, Osmanlı’nın çözülüş döneminde, bu toprakları yağmalamak isteyen güçler ve onlarla işbirliği yapanların eliyle, Türk-Kürt-Boşnak, Pomak-Çerkez-Gürcü-Sünni-Alevi bütün Müslüman kavimlerin karşı karşıya kaldığı cinayetlere ve yaşadığı acılara ağlayan bir yürek de bulmak istiyor.

     

    Dünyadan birilerinin çıkıp tıpkı bizim aydınlarımız gibi, “Osmanlı’nın çözülüş döneminde işlenen cinayetlerden dolayı Osmanlı çocuklarından özür diliyoruz” demesini istiyor gönül.

     

    Çıkmıyor herhangi bir yürek sahibi.

     

    Aksine suçlamalar suçlamalar, suçlamalar…

     

    Hep Türkler ve Müslümanlar suçlu!

     

    Bu dış söylemin bizim aydınlarımız tarafından içeriye “Hep Türkler ve Sünniler suçlu” diye tercüme edilmesi de garip.

     

    Ben ki asla bir kavmî duyarlılık adına hareket etmedim.

     

    Ben ki asla bir kavmî duyarlılık adına, bir başka kavme zulmedilmesine olumlu bakmam.

     

    Ben ki Osmanlı barışının; din, kültür, dil farklılığına rağmen üç kıtada asırlarca hükümran olmasının tarihî değerini vurgulayan bir insanım.

     

    Ama Osmanlı’nın son döneminin hesabı dikkate alındığında cinayetlerin hesabının tek taraflı görülmesini de içime sindiremiyorum.

     

    Acı çeken Ermeni’nin hikâyesi yazılsın.

     

    Ama acı çeken Türk’ün de hikâyesi yazılsın.

     

    Böyle olmaz da Avrupa-Amerika gibi tüm dünya platformlarında Türkler (bir başka boyutta Müslümanlar) çarmıha gerilir, içeriden birileri bile, bu Avrupa-Amerika oyununa katkıda bulunarak Ermeni iddialarını tartışılmaz gerçekler hâline getirmeye çalışırlarsa, bunun tepki doğurması kaçınılmaz olacaktır.

     

    Sabir Rüstemhanlı İttihatçı mı?

     

    Sabir Rüstemhanlı’nın Karabağ’ın hesabını sorması ve “Ermeni cinayetleri”nden söz etmesi haksız mı?

     

    Sabir Rüstemhanlı’nın sesine sahip çıkan ve Karabağ’ı gündeme getirerek özür dileyen bir Ermeni aydın var mı?

     

    Sabir Rüstemhanlı’nın sesine sahip çıkan bir “Türk imzacı” grup mevcut mu?

     

    Bu soruları sorunca ben, Türkçü ve milliyetçi mi oluyorum?

     

    Beni bırakın, şu anda bu duyguların Türkiye’de çok geniş toplum kesimlerini etkilediğini ve bunun da çok hayati bir toplumsal sancı niteliği taşıdığını dikkate alın.

     

    AHMET TAŞGETİREN-AKSİYON

     

    Başka söze ne gerek...

×
×
  • Create New...