Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

mumin

Editor
  • Content Count

    933
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    51

Posts posted by mumin


  1. Cevat Akşit Hocamıza ithafen hazırlanan Ustalara Saygı akşamında dün akşam harika saatler geçirdik Sakaryamızda. Meğer Cevat Akşit Hocamız Erzurum İslam Enstitüsü'nde bir vakit müdürlük de yapmış. Hakkında konuşma yapmak için gelen Erzurum İslam Enstitüsü talebelerinden Sadık Çelenk Hocamız şöyle bir anektod aktardılar.

     

    Öğrencilik zamanında hayli aktif olan Sayın Çelenk Üstad'ın piyeslerinden sahneleme derdindedir.İlk olarak Üstad Necip Fazıl'ın Para oyununu oynuyorlar.Gayet başarılı oluyor ve ikinci olarak Künye oyununa niyet ediyorlar. İçerik biraz siyasi geliyor Cevat Hoca'ya. Diyor ki "oğlum emniyet buna izin vermez." zaman siyasi olarak hayli çalkantılı. Oysa her şey hazır diyor Sayın Çelenk. Sadece tek bir nushası vardı, hocamızın kütüphanesinden bulmuş ve çoğaltmıştık. Sahne, dekor, kostüm her şey hazırdı. İsrar ettik diyor. Cevat Akşit Hocamız da eserde sadece bir mı? soru ekinin yerini değiştiriyor. Nasıl oluyorsa ilk önüne gittiğinde izin vermeyen emniyetten izin çıkıyor.

     

    Künye piyesi sergileniyor ve yine çok rağbet,beğeni topluyor. O zamanlar "Necip Fazıl hastaları" hayli fazlaydı diyor Çelenk. Ve nasıl oluyorsa eserinde değişikliğe gidildiği (her ne kadar mı? soru eki kadar bile olsa) Üstada iletiliyor. Üstadın duyduğu anda ilk tepkisi şu olmuş;

     

    "Doğu'da bir cinayet işlendi!"

     

     

    Salondan bir gülme sesi yükseldi. Tabi yakıştırıyoruz bu mağrur edayı Üstada..

    • Like 1

  2. Çok teşekkür ederim Emir, asla şevkimin kırılması ya da alınmam mevzu bahis değil yeter ki Nef'i hicvi olmasın :) Dediğim gibi eksiklerimi görmek maksadım.

     

    Ben seçici kurulun seviyesine göre de hareket ettim biraz, o yüzden Üstad'a atıflarımda serbest davranmıştım, ama siz deyince fark ettim mesela "sevgilim" kelimesi orada abes olurdu sanırım ilk Üstad'ı tanıyan için çok doğru. İnşallah dikkat edeceğim. Uslubun yer yer kopukluğunu ben de hissediyorum. Bu sanırım bildiğini dökme gayreti midir gayri ihtiyari mi oluyor bilemiyorum.Bu bende konusurken de bir hitabımda da olur mesela. Stabil bir şekilde meseleyi ele almam,konu minvalinde pek çok şeye değinip okuyucuda ya da dinleyecide geniş çerçeve oluşsun isterim ama bu demek ki bütünlüğü bölüyor. Peki onu da aklımda bulundurayım inşallah.

     

    Tekrar teşekkür ederim zaman ayırdınız, istifade edeceğim.

    • Like 1

  3. Çok mahcup oldum bak şimdi. Ama inan leyl öyle meşgulüm ki bak bu gidişim İst.'e bir buçuk ayın üstüne olacak inş. Finallerden sonra anca. Gidince de ailemle vakit geçiriyorum hani bir kaç kere zar zor izin alabiliyorum programa gitmek için. Ama Allah izin verirse bu sömestır tatilinde söz sana çay ismarlayacağım:) Affet olur mu?


  4. Teşekkür ederim sevgili gönüldaşım. Üzerinden zaman geçince beis görmemiş yayınlamıştım burada. Bana vaad edileni aldım yazımın akıbeti hakkında bir fikrim yok;)

     

    Benim burada yorumdan kastım takdir yahud sahsıma âli cümleler kılınması değildir, zaten onu cevremde okuyan arkadaşlar çokça söylüyorlar, öhöömm biraz şey ettiriyim. Mizah bir yana benim profesyonel anlamda eleştiriye, tavsiyelere ihtiyacım var. Ben öyle yazı atölyesine falan gitmedim ya da uzman kişilerden telkin almadan yazıyorum yani hep öyle yazdım.Artık kalemim üzerinden Allah nasip ederse kalemime dair ciddi planlar peyda oldu diyebilirim. Sağa sola bir şeyler yazıyorum ama ciddi saymıyorum pek.

     

    Burada belli bir kültürel ve teknik birikime sahip dostlardan ikaz, telkin, yönlerdirme rica ediyorum minvalinde bir yorumdu üstteki. İnşallah bu uğurda muhafazakar kesimin ne bileyim başı çeken isimlerinden olma gayesine bile tutuldum diyebilirim. Bizim kılıcımız da bu n'aparsın. Büyük hedefliyorum Leyl:) Bilmiyorum yeri mi ama ben de senin mütevazi ve vazifede disipline edilmiş tavrına gıpta ediyorum:) Her insan güzel hasletler ile mümeyyizdir dostum her insan.

    • Like 1

  5. İntihar bu; hepimizin intiharı! Aklınızı başınıza devşirin lütfen!

    Bu yazıyı o ürpertici bedduadan sonra gözyaşlarına boğularak yazıyorum.

    Sadece kendilerini değil, hepimizi intiharın eşiğine sürükleme potansiyeli taşıyan böylesine büyük bir felâketle ve helâketle karşılaşmadık, iki yüzyıllık çöküş tarihimiz boyunca.

    Yaşadığımız felâketin, adeta 'geliyorum!' diye 'bağırdığı' son üç aydan bu yana, taraflara, basiret, feraset ve akl-ı selim çağrısı yaptım; Cemaatin hukukunu, dershanelerin haklarını sonuna kadar savundum. Herkes şahit buna.

    Ama yüreği yangın yerine dönen bir Müslüman olarak, asıl büyük felâketi göremeyecek, üstelik de büyütmekten çekinmeyecek -sadece kendilerini değil-, hepimizi intihara sürükleyecek kadar basiretleri bağlanan kişilere, yaptıkları işin vehametini göstermek için bu yazıyı yazmak zorundayım.

    OSMANLI'NIN DURDURULMASI VE TÜRKİYE'NİN KUŞATILMASI

    Binyıllık dünya tarihini, iki büyük küresel aktör arasındaki medcezir şekillendirdi: Müslümanlar ve Batılılar.

    Geçtiğimiz yüzyıl içinde iki büyük felâketle karşı karşıya kaldık: Bir durdurma, iki kuşatma harekâtı yaşadık.

    Önce, sömürgecilerin üç asır boyunca üzerimize üzerimize gelmeleri ve içimizdeki beyinsizlerin aymazlıkları ve vurdumduymazlıkları nedeniyle Osmanlı durduruldu ve tarihten sürgün edildik.

    Ardından bu topraklardaki insanların haysiyetli ve onurlu direnişleriyle bu ülkeyi sömürgecilere teslim etmedik. Direndik. Destansı bir direniş gösterdik.

    Ama sonra 'Anadolu kıtası'na hapsedildik.

    Türkiye, çift yönlü kuşatmayla teslim alındı, içerden büyük bir darbe yedi: Medeniyet iddialarını, tarih yapan ruhunu, varlık nedenini yitirdi: Sekülerleşerek kendi kendini sömürgeleştirdi.

    BATILILARA FİİLEN TESLİM OLMADIK AMA ZİHNEN TESLİM OLDUK!

    Batılılara fiilen teslim olmadık; ama zihnen teslim olduk.

    Bizim tarih yapmamızın, tarihte esaslı yolcuklar yapmamızın, Balkanları, Kafkasları ve Ortadoğu'yu barış, adalet, kardeşlik yurdu hâline getirmemizin yegâne kaynağı İslâm, bu toplumun entelektüel, kültürel, siyasî, sosyal ve iktisadî hayatından uzaklaştırıldı.

    İslâm'ın bu toplumun hayatından uzaklaştırılması, bizim tarih yapan medeniyet kurucu bir aktör olarak tarihten uzaklaştırılmamız anlamına geliyordu.

    Sonuçta, Türkiye, dışarıdan Batılıların baskısıyla, içeridense uzantılarının operasyonlarıyla kuşatıldı. Ve bu millet, tam kalbinin ortasından vuruldu, bitkisel hayata mahkûm edildi.

    VE ARDI ARKASI KESİLMEYEN SALDIRILAR!

    Son olarak bu çift yönlü kuşatma, yerini, çok yönlü saldırıya terketti.

    Bu kuşatmayı yarmaya çalışan Menderes, idam edildi. Özal, şaibeli bir cinayete kurban gitti. Erbakan, hapsedildi, önü kesildi, hükümeti alaşağı edildi.

    Şimdi, bu kuşatmayı yarma konusunda içeride ve dışarıda büyük mesafeler kateden, Türkiye'yi dış vesayetten ve içerideki uzantılarından kurtaracak, yeniden tarih yapmamızın yollarını açacak koridorları adım adım, sabırla döşeyen Tayyip Erdoğan, 11 yıldır, art arda büyük saldırılara, darbe girişimlerine, ardı arkası kesilmeyen iç ve dış operasyonlara maruz kalıyor...

    HANÇERLEME OPERASYONU!

    Ama bunların hiç biri şu an yaşadığımız saldırı kadar büyük ve ürkütücü olmadı. Olamazdı; çünkü hiç biri, Erdoğan'ın birlikte yola çıktığı, kardeş bildiği insanlardan gelmemişti.

    Erdoğan'ın, önlerini sonuna kadar açtığı insanlar tarafından, tam da Türkiye'nin küresel sistemin büyük oyunlarını -Allah'ın yardımıyla- püskürtmeye başladığı bir zaman diliminde arkadan hançerlenmesi, bu ülkenin başına gelebilecek en büyük felâketti.

    Bundan büyük felâket olamazdı: Tayyip Erdoğan, Ebucehil'likle, Firavun'lukla, Nemrutluk'la itham edildi; türlü kaset şantajlarıyla tehdit edildi!

    Ama bu çirkin ithamların hiçbirine aslâ o çirkinlikle cevap vermeye yeltenmedi. Sabretti. Sabretti.

    Ama sonunda, iğrenç bir 'hançerleme operasyonu' yedi!

    TARİH SİZİ ASLÂ AFFETMEYECEK!

    Söylemek bile saçma: Yolsuzluk, kul hakkı yemek gibi şeyler, aslâ kabul edilebilecek şeyler değildir. Bu sütunun sürekli okuyucuları, bu yolsuzluklar konusunda, ne kadar ağır, ne kadar sert yazılar yazdığımı, 'Tanrı'yı kıyamete zorlamayın!' dediğimi iyi bilirler.

    Ne olursa olsun, yolsuzlukların üzerine en sert şekilde gidilmelidir!

    Ama milletin zekasıyla alay etmeyin, milleti aptal yerine koymayın lütfen!

    Türkiye'nin gelecek on yılının belirleneceği, İslâm dünyasının mazlum ve masum halklarının önündeki prangaların birer birer kırılacağı tarihî üç önemli seçim arefesinde, yolsuzluk numarasıyla arkadan saplanan hançer, aslâ kabul edilemez!

    Bir yandan vargücünüzle saldırıyorsunuz, kirli ittifaklar yapıyorsunuz, son derece çirkin oyunlara başvuruyorsunuz; öte yandan da utanmadan, sıkılmadan, 'bu operasyonun arkasında biz yokuz' açıklamalarını nasıl yapabiliyorsunuz?

    Bu operasyon başarıya ulaşırsa, tarih sizi aslâ affetmeyecektir, bunu bilin!

    Ve bu ümmet, yarın, sizin yakanıza yapışacaktır! Bunu da bir yere kaydedin!

    YA BEDDUANIZ GERİ DÖNERSE!

    İplerin henüz bu ülkenin çocuklarının elinde olmadığı, İslâm dünyasının, bizim başlattığımız yolculuğun başarıya ulaşması için gece gündüz dua ettiği, siz, Mavi Marmara'nın aziz şehitlerine bile dil uzatıp İsrail terör devletinden 'eman dilenirken', beddua ettiğiniz insanların ve hükümetin masum Gazzelilerin imdadına yetiştiği, Sirilankalı 12 yaşındaki çocuğun Erdoğan'ın sağlığını merak ettiği, Yemen'li yaşlının İstanbul'un yeniden dirilişi için Rabbine yakardığı, Güney Afrikalı büyük bir üniversite / medrese başkanının 'Türkiye'li Müslümanlar için nefes alıp veriyoruz, dua edip duruyoruz', dediği, Tanzanya Cumhurbaşkanı'nın 'neredesiniz?' diye sorduğu bir zaman diliminde, siz, önce tarihten sürgün edilmiş, ardından çifte kuşatma yemiş bu sahipsiz milletin çilekeş çocuklarına beddua etmeye, bu ülkenin yürüyüşünün önünü tıkayacak basiretsizce çılgınlıklara imza atmaya, sırf kendi gettonuzun çıkarları için gemileri yakmaya kalkışarak, bu sahipsiz ülkenin ve mazlum ümmetin kaderiyle oynamaya kalkışırsanız, ettiğiniz beddua sizi bulmaz mı, sanıyorsunuz?

    CEMAAT'İ CEMADAT'A, HİZMET'İ HEZİMET'E DÖNÜŞTÜRMEYE HAKKINIZ YOK!

    1998 yılında, sizi ve hizmeti topyekûn yoketmeye çalışan kasetçi haydutlara karşı bu gazetenin başındayken ölesiye savundum.

    Ama 'hançerleme operasyonu'yla birlikte, bütün saygımı yitirdiniz! Sadece benim değil, bu milletin de!

    Unutmayın: İlkesiz ülkü, ilkeleri yok eder; ülkeyi ise paçavraya çevirir, kurda kuşa yem eder.

    'Hedefe ulaşmak için her yol mübahtır' anlayışı, ihtiras, ben / biz merkezcilik, istişareyi hiçe saymak, önünüze gelen herkesi sonuna kullanıp sonra da kaldırıp atmak, diğer Müslümanlara böcek muamelesi yapmak, şer şebekeleriyle her türlü zelil ittifaklar kurmak, insanı azmanlaştırır, azgınlaştırır ve sonunda Müslümanlara beddua etmeye kalkışacak kadar yolunu da, istikametini de şaşırtır böyle!

    Bu aziz Cemaat'i cemadat'a (taş'a), o güzelim hizmet'i de hezimet'e dönüştürmeye hakkınız yok!

    Şunu aslâ unutmayın: Eğer Tayyip Erdoğan devrilirse, bunun altında siz de kalırsınız!

    Sonuçta, Sibirya'dan Brezilya'ya kadar her şeylerini Allah rızası için hizmet uğruna feda eden, o kahraman, vefakâr, fedakâr Anadolu çocukları da!

    Onların hesabını da veremezsiniz!

    BU ÜLKENİN VE ÜMMETİN KADERİYLE OYNAMA YETKİSİNİ KİM VERDİ SİZE?

    Hem yetkiniz yokken hem de yeteneğiniz olmadığı gün gibi ortadayken bu sahipsiz ülkenin ve mazlum ümmetin kaderiyle oynayamazsınız!

    Üstelik de, küresel sistemin lordlarının oyunlarının -ilk defa- sonuç alınacak şekilde püskürtülmeye başlandığı bir zaman diliminde!

    Üstelik de, Çin'le, Kuzey Irak yönetimiyle, hiç bir zaman güvenilemeyecek ve dizginlenmesi gereken İran'la, Japonya'yla ve Rusya'yla büyük stratejik, ekonomik ve teknolojik işbirliği projelerini adım adım, ilmek ilmek, inceden inceye hesaplayarak, kılı kırk yararak -Allah'ın yardımı ve lütfuyla- ilk kez hayata geçirmeye muvaffak olduğumuz kritik bir eşikte!

    Üstelik de, Türkiye üzerinde ekonomik, stratejik ve siyasî oyunlar tezgâhlayan, mühendislik hesapları yapan küresel şebekelerin ve bunların iç uzantılarının oyunlarının birer birer püskürtüldüğü bir silkiniş ve toparlanış sürecinde!

    Soruyorum şimdi: Bu sahipsiz ülkenin ve mazlum ümmetin kaderiyle oynama yetkisini kim verdi size?

    Ve bunun hesabını nasıl vereceksiniz 'hesap günü'nde?

    Yusuf Kaplan

    • Like 1

  6. Nuri Pakdil'e Büyük Ödül

    Kültür Bakanlığı'nca verilen '2013 Kültür-Sanat Büyük Ödülleri' düşünce ve edebiyat alanında günümüz Türk edebiyatının yaşayan büyük ustalarından Nuri Pakdil'e verildi. Kültür Bakanlığı'nı ve ödül jürisini bu isabetli kararı için tebrik etmek gerekiyor.

    Dün açıklanan ödül kararını duyunca Nuri Pakdil Bey'in yakın dostlarından şair Necip Evlice'yi aradım. Evlice, Sayın Pakdil'in Bakanlık'a bir yazı yazdığını ve ödülün maddi kısmını kabul etmesinin sözkonusu olmayacağını açıkladığını söyledi bana.

    Hiç şaşırmadım. Çünkü Pakdil böyle bir gelenekten geliyordu. Dahası bu geleneği adeta yeniden üreten, standardını yükselten bir yazardı Nuri Pakdil.

    Geçtiğimiz yıllarda aynı ödül düşünür ve şair Sezai Karakoç'a da verilmiş; ancak Sayın Karakoç da para ödülünü kabul edemeyeceğini, kendisi için herhangi bir tören yapılmasını istemediğini, ödülle ilgili bir evrak söz konusu ise bunun da postayla kendisine gönderilebileceğini açıklamıştı.

    Hatırlanacağı gibi Mehmet Âkif Ersoy da millî marşımız İstiklâl Marşı için konulan para ödülünü almayı kabul etmemiştir. Üstelik palto alacak parası dahi yokken!

    Günümüzde çıkarına dokunulunca memleketi ateşe vermeye kalkışanları gördükçe, Âkiflerden Pakdillere uzayan fikir ve sanat mimarlarımızın bu soylu duruşu daha bir belirginleşip anıtlaşıyor.

    Sırat-ı Müstakim, Büyük Doğu, Diriliş, Edebiyat, Maverâ, Dergâh, Hece, Yediiklim, Edep ve daha nice 'ocak'lar, bu soylu duruşla nesilleri kirlenmişlikten korunmanın ateşinde pişirdiler. Nice ham demirleri tam inanmışlığın; ihlâs ve samimiyetin simyasıyla saf altına dönüştürdüler.

    Pakdil, asr-ı saadet'ten günümüze altın bir zincir gibi uzayan bu kahraman aydınlar neslinin çağdaşımız olan bir altın halkasıdır.

    Nasıl bir gelenekten sözediyoruz?

    İnsana; insanlığa karşı sorumluluğunu, Tanrı'ya olan sorumluluğunun bir parçası; doğal bir uzantısı olarak görüp kimseden hiçbir karşılık beklemeden kendini tüm varlığıyla Hakikat'e adama geleneği! Kurban olma ve İsmail olma geleneği. Sıdk ile sadakatle bağlanma; 'ikinin ikincisi' Ebubekir olma geleneği! Suikaste uğrayacağını öğrenince Zülfikar'ı kuşanıp Peygamber'in yatağına uzanan Ali olma geleneği!

    Yazar Nuri Pakdil, eserlerinde 'kirli siyasaya', vahşi kapitalizme, faşizme, komünizme, çağdaş putatapıcılığın her türüne büyük ve çok etkili bir savaş açmıştır. İnsanın insana kulluğuna yol açan, ruhunu köleleştiren, giderek insanı kan dökücü; zulm edici bir canavara dönüştüren şeytana ve şeytanlığa savaş açmıştır.

    Dili ve üslubu son derece 'özel' ve bir o kadar dönüştürücüdür. Pakdil okumadan önceki halimizle Pakdil'in eserlerini okuduktan sonraki halimiz arasında, hayata yeniden doğmak kadar büyük bir fark vardır.

    Bu vesileyle genç kuşakların Nuri Pakdil'i titizlikle okumalarının, onların ruhlarında, düşünce dünyalarında gerçek bir açılım sağlayacağını hatırlatmak isterim.

    Ruhuyla, bedeniyle, yazarlığıyla, yaşantısıyla Pakdil daima teyakkuz halinde, sürekli kıyamda, kesintisiz bir hücum pozisyonundadır. Adeta bir savunma savaşındadır. Kendisinin kurup yönettiği ve 1969-1984 arası yayımlanmış ünlü Edebiyat dergisinin yazar kadrosundan kıymetli şair Arif Ay, hâlen yayımlamakta olduğu aylık edebiyat dergisi 'Edep'in baş kısmına bir 'serlevha' olarak Pakdil'in şu cümlesini almıştır: 'İnsan! Seni savunuyorum sana karşı!'

    Yakın arkadaşlarından merhum şair Erdem Bayazıt'ın Pakdil için yazdığı 'Birazdan Gün Doğacak' adlı ünlü şiirde şöyle sesleniyordu O'na:

    'Beton duvarlar arasında bir çiçek açtı

    Siz kahramanısınız çelik dişliler arasında direnen insanlığın

    Saçlarınız ızdırap denizinde bir tutam başak

    Elleriniz kök salmış ağacıdır zamana

    O inanmışlar çağının.'

    Pakdil yazı hayatına çok erken yaşlarda; lisede başlamış; Hamle adıyla bir okul dergisini de yönetmiştir. Bu yıllarda beslendiği en önemli kaynak üstad Necip Fazıl Kısakürek, sürekli iletişim içinde olduğu en yakın arkadaşı ise Sezai Karakoç'tur. Pakdil-Karakoç arkadaşlığı, Kahramanmaraş'ta Karakoç'un parasız yatılı okuduğu ortaokul sıralarına uzanmaktadır.

    Kültür Sanat Büyük Ödülü, şüphesiz özünde sanatçıya ve eserine bir dikkat çekme, devletimizin milletimiz adına bir bakıma teşekkür etme eylemidir.

    Gerçekten de ülke olarak Pakdil'e, Pakdillere şükran borçluyuz. Çünkü Büyük Ülke'mizi ve Büyük Millet'imizi ruh ve mana plânında adeta yeniden inşa eden Pakdil, eserlerini okumuş/okuyacak genç aydınlar eliyle geleceğimizi de inşa ve ihya eden öncülerdendir.

    Sözü yine Erdem Bayazıt'a bırakalım:

    'Şimdi siz taşıyorsunuz müjdenin kurşun yükünü

    Çatlayacak yalanın çelik kabuğu

    Sizin bahçenizde büyüyecek imanın güneş yüzlü çocuğu.

     

     

     

    ŞABAN ABAK


  7. Kardeş hukuki süre. devam ediyor mu evet. Savcıları görevden alma gibi bir garabet söz konusu mu hayat. Bakanlar istifalarını verdiler mi evet. Başka sorun?!

     

    Varsa yiyiciler evelAllah temizlenirler müsterih olun. Ben zamanlamayı ve operasyonun tarzını da eleştirirm, bunların kimin ekmeğine yağ sürdüğünü de. Halk Banka baskın çok hafif bir vukuat ddeğildir. Hiç biri diğerini örtmek amaçlı değil. evet bu operasyonun tuşuna basan mecralar bir vakayı diğerine kurban vermek istemişler belli. Ama ben Bakanlarının yolsuzluğu varsa bunu da Halk Bank'a yapılan "soygun gibi opersyon" kadar öneserim. Hukuk seyrinde işler siz rahat olu. Başbakan babamın oğlu da olsa ortaya çıaracağım dedi. Ben yetimi, öksüzün hakkını Başbakanın yedireceğine inanmıyorum.


  8. Bu operasyonun Hizmet'in üstünde kalması durumunda ortaya çıkacak sonucu tahmin edebiliyor musunuz?

    Diyelim iktidarda CHP var ve onun başbakanı, bir yıl süreyle ülkesinde sürdürülen bir soruşturmadan haberdar edilmiyor. Nasıl bir şey bu?

    Yargıdan birkaç kişi, emniyetten birkaç kişi ile bakanları, muhtemelen Başbakan'ı bile dinleme alanı içine alıyor, İçişleri Bakanı'nın kendi emri altındaki polislerin ne yaptığından haberi olmuyor, Emniyet Genel Müdürü'nün haberi olmuyor, MİT'in haberi olmuyor, İstanbul Emniyet Müdürü'nün haberi olmuyor... Böyle bir durumu CHP'li bir hükümet normal karşılar mı?

    Bu durum, başbakanların darbe girişiminden sabah kapıları askerler tarafından çalındığında haberinin olduğu günlerden çok farklı bir şey midir?

    Bu, "Biz öyle bir gücüz ki sizin damarlarınızda dolaşırız da haberiniz olmaz" demekten başka bir şey midir?

    Bu öncelikle Başbakan'a, sonra bütün hükümete, sonra güvenlik bürokrasisine atılmış bir çalımdan başka bir şey midir?

    Böyle bir operasyonun Cemaat'e-Hizmet'e mal edilmesi kadar Hizmet'i zora sokacak bir durum olabilir mi?

    Öyle sorular ki

    Hizmet medyasından arkadaşlarımızın belki de en çok "Savcılar hep doğru yaptı" gibi yorumlarla böyle bir operasyona sahiplik görüntüsü vermemesi gerekir.

    Soruyu şöyle koyalım ortaya:
    -Bu operasyon diyelim Hizmet'e bağlı emniyet-yargı grubunun işidir ve Hocaefendi'nin bilgisi dahilindedir. Bunun ne anlama geldiğini düşünün bir.

    -Ve diyelim bu operasyon Hizmet'e bağlı emniyet-yargı grubunun işidir ve Hocaefendi'nin bilgisi dışında gerçekleşmiştir. Ya bu ne anlama gelirdi?

    Ne yazık ki yaşanan ortamda bu tür işlerde Hizmet "olağan şüpheli" muamelesi görmektedir.

    Ne kadar problemli bir durumdur bu.

    Belki de Amerika-İsrail bloku, Türkiye'nin İran'la ambargoyu delen ilişkilerinden dolayı intikam almaktadır, gelip iş hükümet-Hizmet ilişkisinin savaşa dönüşmesiyle sonuçlanmaktadır. Akıl alır gibi değil. İster Hizmet'in aldığı yarayı düşünün, ister hükümetin aldığı yarayı ya da Tayyip Erdoğan'a operasyon çekilmesini düşünün, neresinden baksanız kazananı olmayan bir hadise ile karşı karşıyayız.

    Diyelim yolsuzluk söz konusu. Bu, bütün kademeler kirlendi ise bile, Başbakan'a bildirilmesi gereken bir durum değil mi? Haaa, Başbakan'ı da sollamak, ona da güvenmemek ve bedel ödetmek... Demek birileri o safhaya gelindiğine karar vermiş oluyor.

    Hizmet'i korumak

    Hüseyin Gülerce Hizmet'e yönelik işaretlerin önünü kesmek için "Bu işin içinde devletin parmağı olabilir" gibi bir tweet atıyor.

    İlginç bir yaklaşım bu. İlk akla gelen "Acaba hangi devlet" sorusu tabii ki.

    "Diktatör" diye nitelenebilecek kadar muktedir bir adam olan Başbakan Erdoğan'a karşı yürütülen operasyona bakar mısınız?

    Amerika'ya kızdık, birçok ülkenin liderlerini, bu arada bizim liderlerimizi de dinleme ağı içine aldığı için.

    Kendi ülkemizde emniyet birimlerimiz ruhumuzu okuyor, ne diyeceğiz? Yargıdan birileri buna imkan hazırlıyor, yargı bağımsızlığı olarak mı algılayacağız bunu?

    Yolsuzluk... Evet, yolsuzluğa karşı, nereye kadar gidilecekse gidilsin.

    Ama şu operasyonda en kolay söylenecek olan söz bu.

    Operasyonun devlet hiyerarşisine karşı nanik yapan boyutu, belki de en büyük yönetim yolsuzluğu niteliği taşıyor.

    Ben şu sıralar en çok "Hangi tavır Hizmet adına ve kim Hizmet adına hareket ediyor" sorusunu soruyorum. Sorayım: "Benim bu yazım mı Hizmet'i koruma niyeti taşıyor, yoksa yolsuzluk operasyonunda rol alan yargı-emniyet birimlerinin hükümete çalım atan hamlesi mi?"

     

    Ahmet Taşgetiren bu yazıdan sonra son yazısını kaleme almak zorunda kaldı. Nerede mi Bugün Gazetesi, sanırım gazetenin ait olduğu kurumu söylemem gerek yok. Ve veda yazısı;

     

    iste_ahmet_tasgetirenin_son_yazisi138752

    Bugün Gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren, gazete ile yollarını ayırdığını duyurdu. Taşgetiren son yazısında son operasyonun, bir savaşın uzantısı olduğunu söyledi.

     

     

    Bugün Gazetesindeki köşesinde çok ses getirecek bir yazı kaleme almıştı. Cemaat'e ve Fethullah Gülen'e oldukça yakın olan Taşgetiren yazısında, yolsuzluk ve rüşvet operasyonu ile ilgili düşüncelerini dile getirmiş ve bu süreçte Cemaat'in de kaybedeceğini söyleyerek Cemaat'e yakın yazarlara bazı uyarılarda bulunmuştu.

     

    Taşgetireni, bugün son yazısını yazarak Bugün Gazetesi ile yollarını ayırdığını açıkladı.

    İşte Ahmet Taşgetiren'in veda yazısı:

    "Bugün veda günü. Uzun yazmayacağım.

    Gelinen noktada, Bugün'de yazı hayatımın zorlaştığını ve böyle bir vedanın kaçınılmaz hale geldiğini düşünüyorum.

    Ben AK Parti'yi Türkiye'nin, son 60 küsur yıllık hayatının bir kazanımı olarak değerlendiriyorum. Aynı şekilde Hizmet Camiası dahil bütün hizmet yapılarının, Türkiye'nin iyilik yolunda ilerlemesinin önemli unsurlarından olduğuna inanıyorum.

    Son süreçte AK Parti Hükümeti ile Camia arasında yaşananların, iki yapıyı da yıpratmadan sonlanması için çaba sarf ettim. Ama son hadisenin de getirdiği kopuş önlenemedi.

    Türkiye hangi boyutta ve nereye uzanırsa uzansın yolsuzluklarla mücadele etmeli. Ama ben son operasyonu sadece bir yolsuzluk operasyonu olarak görmedim. Bu, başka bir savaşın uzantısı bana göre. Ve ben o noktada gazetemin genel yayın çizgisi ile çok farklı duruyorum. Sondan bir önceki yazım "Allah'tan hayırlısı" diyerek bitiyordu.

    Bugün de diyeceğim odur: Allah'tan hayırlısı. Rabbim niyeti hayır olanları korusun.

    Allah'a emanet olunuz."

     

    • Like 2

  9. Erdoğan'ı ve Türkiye'yi bitirme operasyonu

    Cemaat'in yöneticileri, 'Okulları kapatın, dershaneleri değil!' başlıklı yazımdan sonra teşekkür ziyaretine geldiklerinde, 'Erdoğan'sız Türkiye' projesine nasıl baktıklarını sormuştum; verdikleri cevap, 'böyle bir şeyden Allah'a sığınırız' şeklinde olmuştu.

    Ancak adına 'Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu' denilen ama asıl hedefi, Erdoğan'ı ve Türkiye'nin yürüyüşünü durdurmak olan, iç ve dış şebekelerin ortaklaşa gerçekleştirdikleri bütün çıplaklığıyla günışığına çıkan bu operasyonla birlikte, Cemaat medyasının, 'Erdoğan'sız Türkiye' operasyonuna bütün gücüyle destek verdiği, bu süreçte CHP, MHP hatta Ergenekon çetesinin artıklarıyla aynı kare içinde yer aldıkları ve bundan da hiç bir şekilde rahatsız olmadıkları görülüyor!

    Eyvah ki, ne eyvah!

    'İSLÂM'A KARŞI İSLÂM' SAVAŞI: MEZHEBÎ VE MEŞREBÎ ÇATIŞMA STRATEJİSİ

    Bendeniz, her şeye rağmen Cemaat'le ilgili eleştirilerimi bu süreçte hep saklı tuttum.

    Gerekçem şuydu: Küresel sistem, önümüzdeki -yüzyıllık- süreçte, 'İslâm'a karşı İslâm' stratejisini fiilen uygulamaya koymuştu. Ve bu stratejiyi, İslâm dünyasında, makro düzlemde mezhebî olarak, mikro düzlemde de meşrebî olarak Müslümanları birbirine düşürecek şekilde adım adım hayata geçirmeye başlamıştı.

    Dahası, Müslüman toplumlar, bu lanetli stratejinin sonuç vermesine imkân tanıyacak her türlü zaafla maluldü zaten.

    İşte böylesine kritik bir süreçte, 'İslâm'a karşı İslâm' stratejisinin Türkiye'de püskürtülebilmesi için gerek hükümet çevrelerine, gerekse cemaate basiret, feraset ve akl-ı selim çağrısında bulundum. Bunu hayatî bir sorumluluk olarak gördüm.

    Ve her ne suretle olursa olsun, gücü elinde bulunduran Müslüman bir iktidarın, ne kadar eleştirirsek eleştirelim, bir Müslüman cemaate zarar vermemesi çağrısı yaptım.

    Sonuçta, hükümet, bendenizin ve Sibel Eraslan gibi bir çok yazar arkadaşın bu tür çağrılarını dikkate aldı, dershanelerle ilgili kararı zamana yaydı.

    HER ŞEYİ 'KENDİ ÇIKARLARI' İÇİN KULLANMA ÇİRKİNLİĞİ!

    Bütün bunlara rağmen Cemaat medyası, yazdıklarımı çarpıtmaktan, çirkin bir şekilde 'kullanmaktan' çekinmedi.

    Mesela pek çok internet sitesi, Türkiye'nin kendi kendini sömürgeleştirme, İslâm'ın bu ülkenin hayatından uzaklaştırılma süreciyle ilgili olarak kurduğum, 'haçlıların bin yıldır yapamadıklarını biz kendi ellerimizle yaptık' şeklindeki cümlemi, 'Tayyip Erdoğan, haçlıların bin yıldır yapamadıklarını yaptı' diyecek kadar ahlâk sınırlarını hiçe sayarak çarpıtmakta, internet ortamında, sosyal medyada dolaşıma sokmakta hiç bir sakınca görmedi!

    Bu kadarını beklemiyordum. Meşrû bir şeye, gayr-ı meşrû yollarla gidilemez. Cemaat medyasının, her şeyi kendi çıkarları için bu kadar ilkesizce ve çirkin bir şekilde kullanması ürküttü beni.

    CEMAAT, KENDİ AYAĞINA KURŞUN SIKIYOR!

    Cemaatin yöneticileriyle yaptığımız görüşmede söyledikleri şeylere rağmen, Cemaat medyasının, 'Erdoğan'sız Türkiye' operasyonuna destek verme konusunda da aynı ilkesizlikle hareket ettiğini görmek beni kahrediyor açıkçası: Cemaat medyasında yayınlanan haberler, yazılan köşe yazıları, CHP, MHP ve benzeri aktörlerle birlikte 'Erdoğan'sız Türkiye' hayaline su taşıyor.

    Ayrıca Fethullah Gülen'in, cemaatin operasyonla ilgisinin olmadığına (!) dair avukatı aracılığıyla yaptığı açıklama, tüyler ürpertici bir açıklamadır.

    Zaman gazetesi, bu açıklamayı, Fethullah Gülen fotoğrafı eşliğinde aynen şöyle vermiş: 'Mesnetsiz iddialarla kamuoyunun dikkati soruşturmadan uzaklaştırılıyor.'

    Bu nasıl bir açıklamadır, Allah aşkına!

    Tek kelimeyle: Ürkütücüdür! Çünkü bu, her şeyden önce, Cemaat'in kendi ayağına kurşun sıkmasından başka bir anlam ifade etmez!

    ERDOĞAN'I 'MEZARA GÖMÜNCEYE' KADAR!..

    Öyle anlaşılıyor ki, iç ve dış şebekeler, hükümeti devirinceye ve Türkiye'nin bölgedeki yürüyüşünü durduruncaya, kısacası, 'Erdoğan'ı mezara gömünceye' kadar bu savaşı sürdürecekler.

    Bu ürpertici gerçek bütün çıplaklığıyla ortadayken, Cemaat, Cemaat'in önünü sonuna kadar açan Tayyip Erdoğan'ı 'mezara gömecek' ve Türkiye'nin yürüyüşünü durduracak 'Erdoğan'sız Türkiye' hayaline su taşımakla, sadece kendi ayağına kurşun sıkmakla kalmadığını, aynı zamanda, İslâm dünyasının toparlanma hayallerini suya düşürdüğünü göremiyorsa, vay hâline Müslümanların!

    OPERASYON BAŞARILI OLURSA, TÜRKİYE, PARÇALANIR VE LEŞ KARGALARINA YEM OLUR!

    Şunu iyi bilelim: Bu operasyon, Erdoğan'ı ve Türkiye'nin yürüyüşünü durdurma operasyonudur.

    Türkiye, iki yüzyıl boyunca, içeriden ve dışarıdan kuşatılan tek önemli ülkedir dünyada.

    Tayyip Erdoğan, son üç yıldan bu yana geliştirdiği ekonomik kalkınma hamlesiyle, bölgesel ve küresel aktörlerle kurduğu stratejik, ekonomik ve teknolojik hayatî ilişkilerle, hem dış vesayete, hem de içerideki uzantılarına büyük darbe vurmayı başardı.

    Türkiye'nin, ilk defa, tarihî yükümlülüğünü farkettiği ve küresel sistemin bölgemizi köleleştiren, kaynaklarını sonuna kadar sömüren oyunlarını püskürtmeye başladığı bir zaman diliminde, 'Tayyip Erdoğan'sız Türkiye' operasyonu eğer başarıya ulaşırsa, Türkiye parçalanmaktan ve leş kargalarına yem olmaktan kurtulamaz.

    Tam da bölgemizin ve dünyanın haritalarının yeniden çizildiği, Türkiye'nin, yeni bir dünyanın kurulmasında kilit roller oynama sürecine doğru emin adımlarla yürüdüğü tarihî bir dönemeçte, Türkiye'nin önünü açacak tek sembolleşmiş dünya lideri olan Erdoğan'ın 'mezara gömülmesi', sadece Türkiye'nin değil, bölgenin masum ve mazlum halklarının geleceğinin de, dolayısıyla İslâm dünyasının zilletten kurtulma, bağımsızlaşma ve ayağa kalkma imkânlarının da suya düşmesi anlamına gelecektir.

    Son söz: Hükümetin hem yolsuzlukların, hem de bu operasyonu tezgâhlayanların üzerine sonuna kadar gitmesi, Türkiye'nin bu belayı defedebilmesinin tek çıkar yoludur.

     

    Yusuf Kaplan

     

    Yeni Şafak


  10. Esselam

    Müslümanca bir nişane olan kelamla, Rahman ve Rahim Olan Allah'ın adıyla!

    Müslüman kime denir, müslümanlık İslamın neresindedir, "yeniden müslüman olmak" şeklinde bir sual makul müdür? İslamcılık İslam'ın kaçıncı göbekten akrabası olur? Şeriat İslamın kendisi midir, şeriatle demiyorum İslamla idare edilen "müslüman" topraklar var mıdır? Ben hepsinden öte "gerçek müslüman"ın vasfı, kimliği nedir, neye memurdur, "ideal müslüman ruh potresi"ni tekellüm etmeye gayret edeceğim.

    Müslüman; önce bir ruhu irkilmelidir duyduğunda bu sesi, bir gonk vurucusunun kulak zarlarını inletmesi kabilinden sarsılması ve asker disiplini içinde olması lazımdır. Müslüman; seccadesi, kuranı, tespihi, kitabı, fikirleri, derdi ve hareketi yegane vazgeçilmezi olmalıdır. Yaşatma sevdasında yaşama sevdasından geçen, ruhu dava ile iğdiş edilmiş tevazu ile yoğrulmuş izzet abideleri olmalıdır. Gerçek müslüman fikirden bir yumak gibi, her adımı daim Allah ile beraber ama kamusal olarak da eşsiz bir imalat ve icad ile meşgul daim hareket hep hareket, sürekli oluş ile var olma savaşı verendir. Eşyada hakikati, metafizikte ruhu, gökte samanyolunu, vücutta hücreyi her şeye ama her şeye değinecek bir idrak ile anlamlandırma gayreti içinde en büyük vazifeye girişmelidir. Kul olma savaşında, hayırda rekabette. Asla pazarlık etmeden, taviz vermeden, eğilmeden, bükülmeden Allah nasıl buyursuysa öyle, "emrolunduğun gibi dosdoğru ol!" emrine boyun eğerek. Gözünün yaşını, elemini, ezilmişliğini içine akıtıp Hz. Ömer duruşuyla, Hz. Hamza vakarında meydan okumalıdır tağuta ve putlara. Gelmiş geçmiş bütün çağların deli gömleği -imzlere! Her şeyden, İslam'dan hareketle İslam'a akarak. Kısır bir sarmalda hep kendine çakılarak değil tekamülü yakalayarak yükselen çizgide arşa uzanan bir ideoloji ile var olma savaşı vererek. İdeoloji diyorum ideoloji yazıyorum, İslam ilahi kaynaklı kamil bir dindir, aynı zamanda tüm ideolojileri ifsad eden ideoloji doğuran ideolojik bir canlı organizmadır. İdeolojilerin anası İslam'dır yegane devrimci de Allah'ın Resulü Muhammed Mustafa'dır. Selam ve salat o kutlu Resule olsun. O ki olmasaydı alemin yaratılmayacağı, bir boşluk denizi olarak kainatta savrulup duracaktı nefs kuvveleri.

    Müslüman diyorum size, ruhuna İlahi nüveden üflenen, Allah'tan parça taşıyan Küll'den bir cüz' olan ama Küll'den gayrı olan o kutsal mahluk. Bir alaktan yaratan Allah, ne güzel ve en güzel mucid. Ne asi gelme ne de itaatsiz olmaya kodlanmadı ruh kökü. Ama tercih, ama iradesi olan, ama sevaba, günaha meyyal olan insan insanlarımız. Hakiki insan müslüman olandır, müslüman olmayanın insanlığı nakıstır, diyerek kallavi bir iddia gönderiyorum uzay boşluğuna. Kara delikten geri gelsin bu sözüm ilan ediyorum; ancak İslam ile tamamlanacak bir insanlıktan bahsediyorum. Aksi halde Gazze'yi, Filistin'i, Bağdat'ı, Şam'ı bana nasıl izah edeceksin Sam Amca? Belde-i Şerif'e girdiler nâşerifler. Körpe kızların babalarının gözleri önünde ırzına geçilen, karnında ehli küfrün piçini taşıyan o selvi boylu bacımın, sırma saçlı bacımın bana destanını döşe. Geçiniz geçiniz, İslam'a geliniz! Eslim teslim buyurdu Efendimiz! Evet Müslüman demek merhamet demektir aynı zamanda.

     

    Şehvetini yutan demek, evlenemiyorsa oruç tutan demek, nefsine kemend vuran Muhammedî yürekli genç demek, delikanlı demek, iffet abidesi kız demek. Müslüman, ne taşıdığının farkında olmayan ama omuzları külçe külçe mesuliyet yüklü alem-i suğra demek. Duymadı, duyurmadılar öyle ki kulakları Madonna şarkılarıyla doldurdular. Hepsi mi, asla! "Ben var olduğum müddetçe gerçek islamın mümessilleri dünya yüzünün her yerinde ayak izi bırakacaktır." diye haykıran, ilan eden gençlere gebeyiz! Ben varım heyy! Diye gökyüzünü narası ile boğan, küfrü kenara sıkıştıran, şirke, bidata, seküler güçlere, modernite canavarına kurşun sıkan kelimelerimiz var bizim, ve nice romanlar yazarız biz kelime etmeden. Denizi mürekkep gibi içen, bu İslam davasını güneşe bile taşıyan müslüman Türk, mukaddesatçı Türk, hele bir kaldır başını Mursi direnciyle, Hamas'a selam yollayarak Gazzeli Dr. el-Rantisi bu adamı iyi tanıyın gençler. Ve hatta Gazze'yi kendi vatanınızdan daha iyi bilin diyorum size!.

    Müslüman olmak, hakikatı kucaklamadıkça bir hiç. Kelime-i tevhid ehli ama fakat sadece en sonunda bir takım ateşle tanışıklıktan sonra cenneti garantileme ruhsatıdır bu. Hakikatı yakalamak bu değil ehlul muslimin, dilde tadılmış yemeği mideye indirmedikçe doymuş oluyor musun? Hayır iş ki bağırsağa karışması lazım geliyor. Kelime-i tevhidi istirham ederim midenize indiriniz! Boğazlarından imanı kalplerine inmeyen müslüman, komşudan bir sayı almaya muhtaç hep yüksek olamayan rakkam kabilinden. Sayı alma sayı veren rakam ol. Müslümanlığın matematiği de vardır elbette. Mesela müslüman parçalanmaz bir bütündür, müslüman sonsuz bir sayı doğrusudur, müslümanın havuza doldurduğu su diğer musluktan boşalmaz, müslüman iyilik yapar ve falezlerden atar. Falez demişken müslüman bir balığın karnında bir insanın yaşayacağı ihtimaline inanır, Yunus peygamberini bilir nitekim. Müslüman bir insanüstü insanın kameri yaracağına da iman eder. Hem de görmeden iman eder. Ona Muhammed Mustafa (s.a.v) derler. Anılınca salavatı yürekten andığımız; Allahumme salli ala seyyidina muhammed!

    Bu kainat müslümana dar gelir dar gelmelidir, hep bir öteye, ukbaya ulvi aleme hasret içinde yanar kavrulur da kevgire döner. Sürgün hayatı yaşar da yine de günlük ticaretini yapar yine evine ekmek ile döner. Ne dünya için ahireti ne de ahiret için dünyayı satmasın, satma yani benden demesi. Biz bu dünyada en tepeleri en şerefli bir şekilde hem Muhammedî neslin timsali olacağız hem de kibre kapılmadan, makam-mansıp derdi gütmeden tevazuda ezilen kaldırımlara taş olacağız. Asla değerlerden taviz yok, ama miskinlik de bize değer olamaz. Yürü dağlara, zırh kuşan, yumruk savur, siniri alınmış öfkesiz, cevvalsiz plastik müslüman olmak da bize yakışmaz! Sesin gür çıkıyor mu, bağır! Allah birdir, Resulü haktır! Müslümanlık şimdilerde R4BİA işareti yapmaktır! Asla müslüman coğrafyalardan mustağni kalma, Arakan'da yakılan müslüman cesedini hıfzından silme, kan ağlayan coğrafyaların haritasını yastığına çiz, zulüm gören gayrı müslim dahi olsa susma, bağır! Velev ki karşısında baban bile olsa. Yani müslüman olmak adil de olmaktır.

    Üretmelidir, icad etmelidir, bilimde-teknikte Batı'yla yarışmalıdır. Müslüman kalarak medeni olmalıdır. Modern olmak demiyorum hayır o deli saçması kitapları okumakla, rock müzik dinlemekle, tünaydın demekle olmuyor bayım; hayır o gökdelen cumhuriyeti adetlerini demiyorum. İslamın getirdikleriyle dolup, hakiki prensiplere tutunup Allah'a kul olmakla Allah şehrinin efradı olmaktan dem vuruyorum. Koşunuz Allah'a kaçınız. Kaçın kurtulun bu lüks pırangalardan, kaybedecek neyin kaldı Tom zincirlerin var ya? İşte bu Tom'u yazma güdüsü de Batı baskını. Zihinleri de sömürülen bir devrin sigortasız elemanlarıyız. Bu fabrika insan yiyor, din öğütüyor. Gel burası medeniyet, burası modernite, buraya Batı diyorlar canım. Çiftçinin bütün çocuklarını yutan doymaz makina, kanla çalışan elektiriğe ihtiyaç duymayan makina. Bana demeyin ki bu ne diyor, domuzca bir sisteme nasıl mâl ediliyoruz onu anlatıyorum!

    Müslüman olmak çokça defa kitap okumaktır. İlk ve daim Kur'an-ı Mecid'i okumaktır. Bitirip yine başlayan hep başlayan Allah'la konuşan demektir..Alnı secdede huzur bulan, namaz kılarken kaburgalarından sesler gelen Muhammed Mustafa (s.a.v) gibi namazda miraç yapan kul olmak demektir. İddiasız olma demiyorum bence gözlerini kapatınca Kabe-i Muazzama'yı karşında görmelisin. Kutsal topraklar ahh, yani ben derim ki para biriktirip "ORALAR"ı da görmelisin. O siyah, sarışın, esmer, kızıl bütün ırkların İslam vasfı altında yek vücud olup Lebbeyk Allahumme Leybbeyk! naralarını duymalısın. Müslüman olmak ırklılık, kafatasçılık gütmemek demektir aynı zamanda. Kimsin, Allah'a kulum, müslümanım. Ademdir babam, Meryem Anama bir elin değmediği fikrine iman ederim. Sen kimsin, Beyaz Türk. Diyalog tıkandı.

    Müslüman olmak vasıflara, satırlara sığmaz aslında. Müslümanlık zemzem suyu gibi rafta da saklanmaz, Müslüman olmak sadece mezarda Kur'an okumak da değildir.Müslüman olmak kutsal gün ve ayların tekeline girmemelidir. O ki hayat şiarın haline getirmişsin, o ki öl dediğinde canı teslimi vazife bilmişsin, o ki pazarlıksız sahabi duruşun sahibi olmuşsun, o ki tüm menfaatlerin üstünde biricik Allah'ın menfaatine evveliyet biçmişsin. Allah'a kul olmak, Allah'a köle olmak hakiki hürriyete kanat çırpmaktır.. Ne diyor Aliya, "Teslimiyet, senin adın İslamdır!" Yani müslüman olmak teslim olmaktır sadece Allah'a, hep Allah'a, yalnız Allah'a!

    Kalemi yaratan ve kelimeyi öğretene hamd olsun.

     

     

    Bir yarışmaya gönderdiğim denemem. Sizlerle de paylaşmak istedim gönüldaşlar. Tenkid gelirse başım üstüne. Değerlendirebiliriz.


  11. Cemaat yanlış yapıyor!
    19 Aralık 2013 Perşembe 00:13
    ,

    Bu macera cemaatin sonu olur.. Göreceksiniz iktidar bu işten güçlenerek çıkar.

    Kendi içindeki bir takım yiyici, ahlaksızlara karşı da parti bir arınma hamlesi yapar.. Bana kalırsa bir musibet, bin nasihatten daha iyidir.. Belirledikleri adayları bile, bu olaydan sonra bir daha gözden geçirip, uçkuruna, kesesine düşkün, makam hırsı ile çevresini kırım geçiren bir takım adamları aday listesinden ayıklasa ne iyi eder.. Koca bir dava, üç beş geri zekalının para makam ve kadın ihtirasına kurban edilemez! Unutmamak gerekir ki, çınar ağacının işini bitiren yumuşakça bir kurtçuktur..

    Cemaatin elinde yolsuzluk dosyaları var. Cemaatin elinde kasetler var. Cemaatin elinde üzerinde ‘çalışılmış’ başka dosyalar da var.. Cemaatin hedefinde İHH, Özgürder var.. Cemaat AK Parti’yi, daha doğrusu Erdoğan’ı Fidan’ı, İHH’yı terörle ilişkilendirmek isteyecek.. Bu iş için çalışan 100’den fazla kişiden oluşan bir ekip var. MOSSAD, CIA, MI5 hepsi işin içinde.. Tabi klonlanan emniyet istihbarat arşivleri de.. İşin içinde bizim malum sermaye grubu da var, localar da.. Kemalist ulusalcılar da..

    Haberal çıktı, düşman kardeşlerin arasını buldu.. Bu işin Kızılı, Yeşili yok.. Kemalizm her an kılık değiştirebilir ve bulunduğu ortama uyum sağlayarak kendini yeniden varedebilir..
    Bu köşenin okurları, bu senaryoları 6 ay önce, 2 ay önce de okumuşlardı.. Planda 50 kadar milletvekilini istifa ettirip, arkasından 40 kadar hakkında kaset bulunan milletvekilini şantajla kendi yanlarına alarak, AK Parti’yi iktidardan düşürüp, kendi aralarında bir CHP, MHP, yeni oluşum hükümeti kurup, yerel seçimleri erteleyip, Cumhurbaşkanı seçimi ile birlikte belediye ve milletvekili seçimlerini birlikte yaparak AK Parti’yi bitirme planı da masaya konmuştu.

    Bu iş burada bitmeyecek. Bu “topyekûn bir saldırı”. Allah korusun, nokta hedeflere yönelik terör olayları da gündeme gelebilir.. Azınlıklar konusuna dikkat etmek gerek..
    Dersane olayı, geniş kitleleri arkalarına almak için onlara göre iyi bir fırsattı. Bütün dersane öğrencilerini cemaatin adamı gibi göstermeye çalıştılar ama olmadı.. Bu atakları, dersane konusundaki gerçek niyetlerini ortaya koydu..

    Türkiye uluslararası bir komplo ile karşı karşıya.. Bu işin içinde herkes var..

    Tek bir cemaat yok onu da belirteyim..

    Para ve kadın, makam açlığı, bastırılmış ihtiraslar, sadece iktidar için geçerli değil.. Bu ihtiraslar nice davaları içinden çürütmüştür. Cemaat da kendi içine baksın.. Bu kadar, iktidar ve para hırsının yanıbaşında başka zehirli mantarlarda boy vermiş olabilir.. Cemaat topluluklarının para-menfaat ilişkileri de sütten çıkmış ak kaşık değil..

    İşin aslı ne biliyor musunuz, batının İslam’ı ve müslümanları dönüştürme çabası.. Bizi Tom amcalaştırmak istiyorlar. Batı değerleri, çıkarları ve güvenliği için risk ve tehdit oluşturmayan bir İslam anlayışının misyonerliğini yapmak.. Bunun adı “Euro İslam”..

    Demokratik bir çeşni.. İslam içinde bir protestanlık örgütlenebilir mi? Mesela homoseksüel ve lezbiyenler kendi camilerini, dergahlarını açabilirler mi? Bu tartışmalara kapı aralayacak bir süreç başlatmak istiyorlar. Alameti farikaları yokedilmiş bir İslam anlayışı.. Bunu daha önce okulla yapmaya çalıştılar. “Bu din benim denim değildir” diye bir kitabım var, bunu anlatan. İmam Hatiplere Menderes döneminde Kırby raporu ile hangi maksatla desteklendiğini biliyor mu idiniz..

    Bu iddialarından hiç vazgeçmediler.. Refahyol hükümeti de aslında Tansu Çiller’in hidayeti ile ilgili bir proje değildi.. Cemaat de, bu projenin bir parçası bugün.. Cemaat sanki New Age İslamic Society gibi bir hareket.. İşin içinde bir de Mehdilik var, referansını Sikke-i Gaybiye dayandıran.. Mehdi demokrasisi.. “Hoşgörü” dedikleri şey bu son olaylar gösterdi ki, makyaj malzemesi imiş. Otorite de Erdoğan değil sadece İsrail mi.. Hani Sisi’ye itaat eden, Mursi’ye karşı çıkan Ezher şeyhi gibi..

    Niye bu kadar ülkede örgütlenmeye çalıştıkları da şimdi daha iyi anlaşılıyor. Bu yeni İslam anlayışının eğitim merkezlerini açmak için örgütlenmişler.. Bu iş bu Saint Benoit, ya da Saint Joseph, ya da Amerikan Kolejleri gibi bir proje.. Daha çok da Oppus Dei’yi hatırlatıyor, bu açıdan bakınca..

    Bu projenin sahipleri, Suudi Arabistan üzerinden Vehhabilik, İran üzerinden Şiilik planları ile, Sufi, Selefi, Şii kavgası çıkartmaya çalışıyorlar.. Yapmak istedikleri şu: Müslümanları küçük küçük topluluklara bölerek atomize etmek, Burada destekledikleri güçlü bir akımı Türkiye üzerinden İslam dünyasına pazarlamak, bu grupları birbirine karşı kışkırtarak, aralarında fıkhi tartışmalar çıkartarak bunları notralize etmek ve dışarıdan bakan insanlar için, İslam’ın hızla yayılmasını önlemek için kitleleri İslam konusunda agnostic hale, yani neye inanacağını bilmez hale getirmek..

    Mehdilik tartışmalarına hazır olun.. Özellikle Sünni ve Şii dünyasını “Hz. İsa’nın Hz. Muhammed’in oğlu olup olmadığı” gibi fasit tartışmalarla Müslümanların akılları çelinmeye çalışılabilir..

    Olay, sadece AK Parti meselesi değil.. Bütün İslam dünyasına yönelik bir komplo ile karşı karşıyayız.. Emniyet İstihbaratındaki cemaatçı abiler, keşke bir de işin bu yönünü takibe alsalar..

    Bu komplo Türkiye üzerinden yönetileceği için Cemaat iktidarda etkin rol istiyor. Zaten Erdoğan’a iktidar yolu açılırken, Baykal’ın Cumhurbaşkanlığı düşünülüyordu. Cemaat da bürokrasiye hakim olacaktı..

    Bu işin içinde Baykal da var, Koç da anlayacağınız.. Tekrar söylüyorum, bu ilişkiler içinde tek bir cemaat yok.. Ve bunların kadrosunda Şeyh de var Fahişede.. Proje, madem Kur’an’ı ellerinden alamıyorsunuz, Müslümanların din algısını değiştirin ve değişimi kabul edenleri destekleyin, ötekileri atomize edin, dışlayın, birbirine karşı kışkırtın ve nötralize edin. Suriye’deki muhalefetin dağınıklığı da aslında bunun bir yansımasından başka bir şey değil.. Notralizasyon kadrosunda yer alacak farklı dini grupların eğitim kampına döndü Suriye..

    Yani bu olay Türkiye’de başlayıp biten bir olay değil.. Bunu bilelim. Dikkatli olalım. Dikkat: “Ağuyu altın tas içre sunarlar, bal da onun suç ortağı..” “Şeytan sizi Kur’an’la aldatmasın!”

    Selam ve dua ile..

     

    • Like 1

  12. Gönüldaşlar bu ayki Derin Tarih dergisi Merhum Serdengeçti'nin Ayasofya davasını ufak bir kitapçık şeklinde vermiş, bence kesin alın ihmal etmeyin. Müdaafası muazzam daha girişteki iki cümle bile hemen insanı sarsıyor.

     

    "Savcılık bu davayı yanlış yere getirmiş. DosyayıYunanistan'a gönderseydi daha iyi etmiş olurdu. Sanki karşımda, iddia makamında Müslüman Türkü değil de, Athenagoras'ın mümessilini görüyorum! Ürperiyorum! Ürperiyorum!"

     

    "Biz yapılan her değişikliği alkışlamak, her olanı, her söyleneni kabul etmek mecburiyetinde değiliz! Acı duymak hakkımız da mı yok?"

     

     

    (Bu adamlar beni divâneye çeviriyor..)

    • Like 2

  13. Arkadaşım; cevabımı komik bulmayın. Muhatabın cevabını komik bulma onu aşağılamadır. Allah için yaptığınız bir işi Allah ın dediği gibi yapabilirsiniz. Müslümanların kullandıkları uslup özelliklere müslümanlara karşı daha şefkatli olmalıdır..Ayırıcı değil birleştirici...

    kusura bakmayın uslubumuz da pek beter de değildi ama. Neyse siz mesele üzerinde düşünun inşallah

    • Like 1

  14. Efendimiz sav e direkt ismi ile hitap etmiyor ..diyorsunuz... Muhammed ismi Kuran da 4 yerde geçer.

     

    1-- 3.Ali 0mran-144

    2-- 33.Ahzab-40

    3-- 47.Muhammed-2

    4-- 48-Fetih-29

     

    Bu ayetlere baktigimizda Muhammed ismi önüne ve arkasina hiçbir ek olmadan direk söyleniyor. Allah sadece Muhammed derken bize ne oluyor...

     

    Kusura bakmayınız misafirimiz yalnız cevabınızı son derece komik buldum. Biz demiyoruz ki Efendimizin ismi mücerred olarak Kur'anda geçmez elbette mevcud. Yalnız dikkat edin ismi ile bizzat Allah'u Teala bile hitap etmemiş, emir buyurmamış diyoruz. Mesela Ey Örtüsüne bürünen demiş, Ya Muhammed kalk ve uyar şeklinde dememiş. Maide 67'de Ey Resul sana indirileni tebliğ et, ulaştır. Demiş ama Ey Muhammed tebliğ et dememiş. Her bir makamına işaret var, yüceleştirme var. Yoksa elbette İshak, İsa, Musa gibi salt ismi var, kendisine kitap indirilecek ve adı geçmeyecek resulün bu makul mü? Bizim maksadımız Allah'ın hitabında ismini direkt ismini vermemesi Efendimiz'in. Ki yine ayeti kerime ile sabittir ki resulü çağırmanız sizin birbirinizi çağırmanız gibi olmasın. daha nice Efendimiz'e tazim gerektiği şeklinde misal getirilebilir.

     

    Size son olarak mezhepler tarihi hocamın da beyanını iletip ayrılayım. Okuduğu sıralar çok tefsir derslerinde bulunmuş. Asla şüphem yoktur ki İslamoğlu şii teyamüllü bir adamdır. Hiç devam etmediği Ezher'i de üçüncü sınıftan terk etmiştir dedi. İyi araştırıp dinlemenizi tavsiye ederim.

     

    Sırf bu tavrı da değil İslamoğlu'nda pek çok hezeyan bulabılırsınız, zamanınızı almaz arayın.

    • Like 1

  15. Perihan Tok:“Samiha Hanım, Nesil Vakfı Edebiyat Yıllığı için yuvarlak yaşlarına gelmiş yazarlarımızla röportaj yapıyoruz. Siz de yetmişinci yaşınıza varmışsınız bu yıl.”

     

    Ayverdi: “Kim çıkarıyor?”

     

    Tok: “Aziz Nesin.”

     

    Ayverdi: “Ben solcu dergilere yazı yazmam.”

     

    Tok: “Biz solcu-sağcı ayırımı yapmadık. Bütün yazarlarımızı bu ülkenin yazarı olarak düşünüyoruz.”

     

    Ayverdi: “Ben solcuları bu ülkenin yazarı saymıyorum.”

     

    http://www.dunyabizim.com/yeniseyler/15089/aziz-nesini-duyunca-ne-cevap-vermis.html

    • Like 1

  16. Ölü kalbimiz dirileydi hakka dönüp sadakayla yıkanaydık dünyaya hiç meyletmeyeydik.

     

     

     

    Yalnızlığıma zalimce bir hayranlık duyuyorum.

     

     

     

    "Neden?" diye sormayın hemen. Onu ben kendi kendime de açıklayabilmiş değilim henüz.

     

     

    Burası benim için bir gün, içimdeki bütün ölüleri gömüp gideceğim bir mezarlık.

     

     

    Cahit Zarifoğlu

×
×
  • Create New...