Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Muvazene

Editor
  • Content Count

    2,115
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    28

Posts posted by Muvazene


  1. Necip Fâzıl üstatla bir sohbetimizde ölüm'den, ölü'den ko­nuşuyorduk. Dedim ki:

    Üstat, ölümün zıddı şehvet, zıtların da birbirini davet et­mesi kanununa göre bazı defa ölüm insanı şehvete kaçmaya zorluyor.. Hayır der misiniz?

     

    Sanırım Sirkeciden bir vapura biniyorduk.. Üstad suâlimi "Hayır diyemem, bunda bir gerçek payı var" diyerek cevapladı.

     

    (Ergun Göze-Üç Büyük Mustarip-s.74)


  2. Seyyid Abdulhakim Arvasi hazretlerinin buyurdukları hikmetli sözlerinden biri, Üstad'ın bu hatırası ile muhteşem bir paralellik arz ediyor.

     

    "Efendi hazretleri buyurdular ki:

    Hassas, nâzik ruhlu kimse, fabrikadan yeni çıkmış ve anbalajından kendisinin ayırdığı bir çocuk oturağı içine yemek koyup yiyemez. Onun benzerlerine necâset konulduğunu hâtırlayarak tiksinir. Küfür alâmeti olan şeyleri kullanmak da böyledir. İmanı kuvvetli, dinine hassas olan, nasıl övülürse övülsün, onları kullanamaz."

     

    (Süleyman Kuku-Son Halkalar ve Seyyid Abdülhakîm Arvâsî'nin Külliyatı-1.Cilt - s.299)


  3. Okuma Salonu'nun ismiyle daha fazla müsemma olması ve kitap okumak için salona gelen kitlenin Üstad'a daha fazla ilgi duyması için, sitemiz tarafından okuma salonunun duvarlarına asılmak üzere Üstad'ın resimli şiirleri çerçeveletilerek ilgili yere gönderilmiştir. Ayrıca kitapların aralarına yerleştirilmek amacıyla da kitap ayraçları ve gelenlerin hizmetine sunulması için multimedia arşivimiz de salona gönderilmiştir. İnşallah bu küçük materyaller gençlerimizin, insanlarımızın nazarlarını, ilgilerini Üstad'ın kıymetli eserlerine çekmede bir vesile olur. Bütün bu materyallerin gönderiminde büyük emeği geçen w-racer kardeşimize çok teşekkür ediyoruz.

     

    dsc00509k.jpg

     

    dsc00510j.jpg

     

    dsc00511p.jpg

     

    dsc00512bg.jpg

     

    dsc00513gy.jpg


  4. Üstad'ın istisnasız bütün mahkumiyetleri ve hakkında açılan davaların yekûnu, adalet mefhumunun ırzına geçmeye dair verilebilecek örneklerdendir. Bir devrin üzerine atılan Allahsızlık ve imansızlık ağını kalemiyle, davasıyla, aksiyonuyla yırtmaya çalışan Üstad'a atılan iftiralar, kanunları ters yüz edip kılıfına uydurarak Üstad'ı suçlamaya, hakkında dava açıp hızını kesmek için hapislerde yatırmaya kadar giden bu diktatörlük politikasına karşı Üstad'ın akıl, fikir, kanun, vicdan ve hakikat ölçüleri ile ördüğü müdafaaları ise, karşı tarafın ne ölçüde mülevves olduğunu anlamak için bir unsur daha teşkil eder.

     

    Üstad'ın çileli hayat yolunda karşısına çıkarılan mahkemeler, soruşturmalar, davalar hayatında o kadar önemli bir yere sahiptir ki, Üstad sırf mahkûmiyetleriyle ilgili olarak Cinnet Mustatili isimli otobiyografik eserini kaleme almıştır. Bu davalar, mahkûmiyetler Üstad'ı Müslüman kesimin gözünden düşürmek, Üstad'ı davasından vazgeçirmek, bir neslin uyanmasında verdiği cehdi durdurmak için yapıldığından Üstad'ın hayat basamağındaki bu noktalar hem Üstad'ın İslam aşkını hem de karşı tarafın İslam düşmanlığını görmek açısından da önemlidir.

    Bütün bunlara binaen, Üstad'ın hayatının bu önemli noktalarını anlatan bir müze, belli bir keyfiyete ulaşabilirse, çok güzel ve faydalı bir iş olarak ortaya çıkacaktır. Lakin bu haberde görülen o ki, iş, sadece Üstad'ın bedenini, müşahhas görünüşünü sergilemekle kalacak. Üstad'ın zikrettiği gibi, onun asıl ruh hayatını, ruhunun kafa kâğıdını resimlendirmek lazım. Bu da balmumu heykel dikmekle olacak iş değil.

     

    Müzeyi gezdikten sonra gördüklerinden, izlediklerinden, okuduklarından, dinlediklerinden Üstadın hayatına, davasına, haksız mahkûmiyetlerine dair bir şeyler öğrenebilecekse insanlar, müze memuriyetini muvaffakiyetle gerçekleştirecektir. Bu nasıl olacak? Müzenin Üstad ile ilgili kısmının bir tarafında Üstadın mahkûmiyetlerine, o günlerdeki fotoğraflarına, video görüntülerine dair hazırlanmış olan bir video, diğer tarafta fonda çalan Üstadın kendi sesinden Zindandan Mehmede Mektup şiiri, duvarlarda asılı olan ve gezenlerin okuyabileceği Üstadın hapishanede yazdığı şiirlerden ve hapishane hatıralarından mürekkep tablolar ve Üstadla ilgili kısmı gezenlere ücretsiz hediye edilecek olan Cinnet Mustatili kitabı. Müzenin Üstad'la ilgili bölümünün böyle bir mahiyet taşımasını yetkililerden istiyoruz.


  5. Necip Fazıl Kısakürek, Nazım Hikmet ve Bülent Ecevit gibi ünlüler "hapis"te bir araya gelecek. Açık olduğu dönemde bu isimlerin bazılarını kısa, bazılarını da uzun süre ile misafir eden Ulucanlar Ceza ve Tutukevi, şimdi bu ünlülerin balmumu heykellerine ev sahipliği yapacak. Adalet Bakanlığı tarafından kültür ve sanat merkezi yapılmak üzere Altındağ Belediye'sine devredilen Ulucanlar Cezaevi, kapılarını açmaya hazırlanıyor. Adalet Bakanlığı'nın 2009 yılında kapattığı cezaevinde Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın da destek verdiği bir proje ile burada kalan ünlülerin balmumu heykellerinin yer aldığı bir müze kurulacak.

    *Yenişafak Gazetesi

     

    --------------------

    Türk siyasi ve sosyal hayatının yakın tanığı Ulucanlar Cezaevi'nde tarih yeniden canlanıyor.

    Müze olarak kapılarını açacak cezaevi için Çin'de 21 balmumu mahkum ve gardiyan heykeli yaptırıldı. Bülent Ecevit, Yılmaz Güney, Necip Fazıl, Nazım Hikmet gibi ünlü konuklarının heykelleri de cezaevindeki yerlerini alacak.

    2009 yılında kapatılıp Altındağ Belediyesi'ne devredilen tarihi Ulucanlar Cezaevi, kapılarını yeniden açmaya hazırlanıyor. Ancak bu kez Kültür ve Sanat Merkezi olarak... Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın da destek verdiği proje kapsamında, cezaevinde bir de müze kurulacak. Aslına uygun olarak restore edilen koğuş ve hücrelerden oluşan müzenin eylülde hizmete girmesi hedefleniyor. Müzede, cezaevi atmosferi oluşturabilmek için Çin'e 21 adet balmumu mahkum ve gardiyan heykeli siparişi verildi. Altındağ Belediye Başkanı Veysel Tiryaki, temmuzda teslim edilecek heykelleri incelemek üzere Çin'e gitti. Kısa süre içinde ikinci parti heykel siparişi de verilecek. Böylece bir dönem Ulucanlar'ın konuğu olan Nazım Hikmet, Necip Fazıl Kısakürek, Yılmaz Güney, Bülent Ecevit, Yaşar Kemal ve Kemal Tahir gibi ünlülerin heykelleri de cezaevinde yerini alacak.

     

    Veysel Tiryaki: Ziyaretçilerin cezaevi atmosferini yaşamalarını, istiyoruz. Koğuş, hücre, avlu ve koridorlarda balmumu mahkum ve gardiyan heykelleri de olacak. Gerçeğe en yakın balmumu heykeller Çin'de yapılıyor, dedi.

    *Akşam Gazetesi

     

    **

    Not: Hüseyin Üzmez'in Malatya Hadisesi'nden sonra Üstad, suça azmettirmek iddiasıyla tutuklanmış, Ankara Ulucanlar Hapishanesi'ne konulmuştu.


  6. Siz resmen belgeselin tamamını bulmuşsunuz münir kardeşim :) Çok teşekkür ederiz. Belgeseli izlemek, hem de kendi elinizle bularak izlemek nasibinizde varmış. Vermiş olduğunuz link, belgeselin parçalarından biri, ki videonun başlığından belli bu. Videoyu paylaşıma sunan samanyoluhaber -ki kendisine de gıyabında çok teşekkür ediyoruz- rumuzlu üyenin diğer videolarını inceleyince 1'den 5'e kadar olan ve belgeselin yekûnunu kapsayan diğer parçalar da görülebiliyor. Bu parçaları burada paylaşalım, siz ve izlemek isteyen kardeşlerimiz de de sırasıyla izleyiniz inşallah. Daha sonra parçaları indirip birleştirip duruma göre upload da edebiliriz.

    Ayrıca Trt'nin ana haber bülteninde Üstad'a dair bir haber yapılmış olması takdirlik bir durum. Trt'yi bu haberinden dolayı tebrik ediyorum.

     

     

     

    /EKLEME: LİNKLER YENİLENMİŞTİR.  

     

    1- http://www.dailymotion.com/video/xf1el8_tr...seli-1_creation

     

    2- http://www.dailymotion.com/video/xf1eae_tr...seli-2_creation

     

    3- http://www.dailymotion.com/video/xf1dmg_tr...seli-3_creation

     

    4- http://www.dailymotion.com/video/xf1dcp_tr...seli-4_creation


  7. Cafcaf Mizah Dergisi, Cahit Zarifoğlu'nun vefat yıldönümüne denk gelen 39. sayısında Zarif bir köşe hazırladı. Zarifoğlu'nun ardından söylenenler, çocukları ile olan zarif ve ruh yoğuran ilişkisi, babasına karşı nezaketi gibi hatıra ağırlıklı muhtevalara sahip olarak çizilen kompozisyonlar bizleri şahane bir Zarifoğlu yolculuğuna çıkarıyor. Gönül isterdi ki, Zarifoğlu'nun Üstad ile olan münasebetlerinden de bir anektod çizgiye dökülmüş olsun. Dergiyi incelemediğim için böyle bir kare olup olmadığını bilemiyorum, elinde bu ayın dergisi olan arkadaşımız varsa ve bizleri bu hususta bilgilendirirse memnun oluruz.

    internette paylaşılan bu güzellikten herkes nasiplensin. Bilhassa 9. kareye dikkat.

    Zarif prensimizin Ruhu şâd, kabri pür nur, mekânı cennet olsun.

     

    Ayrıca bu zarif köşenin Üstadca versiyonunu da isteriz.

     

     

    26691_129942597034227_110089785686175_252886_4540551_n.jpg

     

    26691_129942607034226_110089785686175_252887_1274681_n.jpg

     

    26691_129942617034225_110089785686175_252888_2521291_n.jpg

     

    26691_129942620367558_110089785686175_252889_4482247_n.jpg

     

    26691_129942623700891_110089785686175_252890_7246374_n.jpg

     

    26691_129942630367557_110089785686175_252891_3542194_n.jpg

     

    26691_129942633700890_110089785686175_252892_2344063_n.jpg

     

    26691_129942640367556_110089785686175_252893_1686513_n.jpg

     

    26691_129942643700889_110089785686175_252894_6286356_n.jpg

     

    26691_129942653700888_110089785686175_252895_2272316_n.jpg

     

     

    Kaynak: http://www.facebook.com/profile.php?id=100...129942597034227


  8. Bu muhteşem ötesi güzel mekânın fotoğraflarını büyük araştırmalar ve uğraşlar neticesinde bizlere ulaştıran kardeşimize ve mekân sorumlusuna çok teşekkür ederiz. Bir okuma salonuna verilebilecek en güzel isim hiç şüphesiz okuma mefhumunun medârı olan yazarlarımızın ismidir ve o yazarlardan fikriyatı ve davasıyla en nadide isim olan Üstad Necip Fazıl'dır. Bu güzel mekânın hem ismiyle, hem muhtevasındaki Üstad kitapları ve kitapların içindeki ayraçlarla buluşanların Üstad'ı okuma, anlama ve davasını dava edinme yolunda bir vesile olmasını niyaz eder, bu tür kıymetli hizmetlerin ülkemizin her tarafına yayılmasını dileriz.


  9. Yarışmayı kazananlar belli oldu

    Yarışmaya gelen 211 doğru cevap arasından yapılan kura sonucu kazanan isimler belli oldu.

     

    İşte o isimler:

     

    Asiye Torun

    Belma Karakaya

    Ömer Alptekin

    Münir Ekinci

    Ayşe Öztürk

     

    Ödül kazanan okurlarımızın en kısa sürede açık adres ve telefonlarını dunyabizimokur[at]gmail.com adresine göndermeleri halinde kitap setleri adreslerine gönderilecektir.

     

    http://www.dunyabizim.com/news_detail.php?id=3786

    -----------

     

    Kazanan arkadaşlarımızı tebrik ediyoruz. Adres ve telefonlar elimize ulaştığında hediyeler yönetim tarafından kendilerine ulaştırılacaktır.

    dunyabizim.com sitesine ayriyeten teşekkür ediyoruz.


  10. Üstad'a dair çalışmaların daha fazla kişiye ulaşması gayesiyle; dini, ilmi, edebi, milli-manevi değerler çerçevesinde yayın yapan dergiler ile iletişim kurarak atmış olduğumuz adıma Gülistan Dergisi'nden müspet cevap geldi ve Gülistan Dergisi, kendi okur kitlelerine Üstad'ı ulaştırmak adına bulunduğumuz girişimde, sitemizin çalışmalarından olan Aralık Kapı şiir incelemesi çalışmamızı 'Üstad Necip Fazılda sonsuzluk özlemi' başlığı ile bir miktar kısaltarak haziran sayısında yayımladı.

    Gülistan Dergisi'ne teşekkür ediyor ve yayım hayatındaki başarının devamını diliyoruz.

     

    Yazıya ulaşmak için tıklayınız: http://www.gulistandergisi.com/yazi_oku.php?id=296

     

    Haziran 2010 Sayısı (No: 114)

    Basın Bülteni

     

    dkkr.jpg

     

    Ya Rabbi!

    Bütün günahlarımdan PİŞMANIM.

     

    Bir dergiden okurunun beklediği, onu bilgilendirirken, hızla akan hayat yolunda gözden kaçırmaması gerekenleri hatırlatmasıdır.

     

    İşte, Gülistan Dergisi de gündelik İslâmî hayata getirdiği farklı bakış açısıyla, insanoğlunu âdeta gölge gibi takip eden günahı ele almış. Fakat dergi, günah işlemenin kötülüğünü anlatmıyor; günahına pişman olabilmenin güzelliğine ve önemine dikkat çekiyor.

     

    Dergide yer alan önemli bir yazı 'Günahkarım, suçluyum ama ümitliyim!' başlığını taşıyor. Hatice Kübra Ergin imzalı yazı, toplum ve Müslümanlar olarak, günahı normal karşılama eğilimine girdiğimiz tehlikesini dile getiriliyor. Diğer bir tehlike de günah işleyen insanın ümitsizliğe düşmesi. Bu tehlikeden uzak kalmak için bir günaha düşüldüğünde, hemen tövbeye ve ibadete sarılmak gerektiği ifade ediliyor:

     

    "Müslümanlar tövbeyi asla ertelememelidir. Velev ki tövbeye sadık kalmak mümkün olmasa bile yine de tövbe edilmelidir."

     

    Dergi yazarlarından Muhammed Z. Yıldız, "Ah! Keşke toprak olsaydım." adlı yazısında, 'son pişmanlığın' ancak ölüm anı gelmeden fayda vereceğini, bundan sonra ise pişmanlığın da fayda vermeyeceğini hatırlatıyor. 'Keşke' dememek için hiçbir zamanın geç olmadığı vurgulanan yazıda, önemli olanın günahına pişman olabilmek olduğu belirtiliyor:

     

    "Bir insan, günlük hayatında sürekli zikzaklar çizerek kâh günah işliyor kâh tövbe ediyorsa yine Allah Teâlâ o insanı affedecektir inşaallah. Çünkü pişmanlık göstermek, fıtratın tefessüh etmediğine ve kalbin katılaşmadığına delâlettir."

     

    "Küçük Günah Nasıl Büyür?" adlı yazı, derginin en ilginç başlıklarından bir tanesi. 'Bundan bir şey olmaz' diye geçiştirerek yapılmaya devam edilen günahların, sırf hafife alındığı için Allah katında 'büyük günah' sayıldığı dile getiriliyor.

     

    "Günahkar Cennetlikler" başlığını taşıyan yazısında Süleyman Karakaş, meselenin farklı bir boyutunu ortaya koyuyor. Günahın özellikle yaygınlaştırılmaya çalışıldığını ve bunun bir silâh gibi kullanılarak Müslümanların uyuşukluğa, şuursuzluğa ve ahlâkî bozulmaya sürüklenmek istendiğine dikkat çekiyor:

     

    "Bütün zahiri ve asıl batıni araçlarla saldırılan şey, bugün maneviyatımızdır. İmana, mukaddesata saldırıldı, yok edilmeye; İslâm yeryüzünden silinmeye çalışıldı. Hamd olsun başaramadılar. Fikriyatımıza, kültürümüze, medeniyetimize saldırdılar. Tam başaramadılar. Silemediler İslâm mirasını yeryüzünden. Ya şimdi! Şimdi ise ruhumuza, kalbimize saldırıyorlar. Şeytanî iksirleri maneviyatımıza zerk etmeye çalışıyorlar."

     

    Her ne kadar bu sözler, kesin ispatlanabilir bir noktaya parmak basmıyorsa da gabya iman etmiş gönüller için çok şey ifade edeceği kesin. Özellikle şu ifadeler, olayın can alıcı yönünü gösteriyor: "Ya kirin, pisliğin içerisinde cehenneme doğru akıp gideceğiz; ya nurun içine dalıp cennete akacağız."

     

    Haziran sayısı, Üç Aylar'ın başlangıcı müjdesini de beraberinde getiriyor. Bu mübarek rahmet aylarına nasıl girilmesi gerektiğine de yer veriliyor.

     

    Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in "Sonsuzluk Özlemi"nin ele alındığı şiir tahlili, dergiyi idealist gençlerin odağı yapma yönünde önemli bir adım. www.n-f-k.com'un genç editörlerinden Reyhan Maraşlı'nın kaleme aldığı yazı, Üstad'ın inanç dünyasının enginliğinde bir yolculuğa çıkarıyor okuyucusunu.

     

    www.gulistandergisi.com

     

    Çalışmanın tam metnine aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:

    http://www.n-f-k.com/nfkforum/index.php?showtopic=4745


  11. Sanatın bütün dallarında eser vermiş, fikirleriyle bir neslin yetişmesinde etkili olmuş, ömrünü mücadele ile geçirmiş rahmetli Necip Fazıl hakkında bugüne dek iki elin parmakları kadar kitap yazılmış. Bunlar da ya Arif Bülendoğlu (Hilmi Oflaz), Mustafa Miyasoğlu gibi onu sevenler tarafından kaleme alınmış yahut da vefatının ardından yazılan yazılar makaleler derlenerek vücuda getirilmiş. Yirminci yüzyıl Türk fikir ve sanat hayatından söz edildiğinde akla ilk gelen isim hiç şüphesiz Necip Fazıl'dır.

    Bunca edebiyat fakültemiz var; buralarda vazife ifa eden binlerce akademisyenimiz var, hangi konularla uğraştıklarını merak etmemek mümkün mü? Okuduğum doğruysa 1980 yılına kadar Goethe'ye dair yirmi iki binden fazla kitap yazılmış. Şimdiye kadar Necip Fazıl'ın şiiri, tiyatroları, hikâyeleri, fikrî eserleri, fıkraları, baş makaleleri, polemikleri, romanları ele alınıp kütüphanelerimize yüzlerce eser kazandırılmalıydı. Üstadın tabiriyle "üstüne sükut külü" dökülse de güneş balçıkla sıvanmaz.

     

    Necip Fazıl denince akla öncelikle şiir gelir: "Sol her taraftan, dağdan, gökten, pencereden sol/ Nihayet kala kala dünyada tek kişi kal" gibi dizeler yirmi iki yaşında kaleminden çıktığına göre, harcının şiirle karıldığına şüphe yok. Gencecik yaşta "Kaldırımlar" şiiriyle edebiyat dünyamızı başka türlü sarsabilir miydi? Sanatkâr beğenmekte çok seçici olan Ahmet Haşim ona hiç "Çocuk! Bu sesi nereden buldun?" diye sormak ihtiyacını duyar mıydı?

     

    Abdülhakim Arvasi ile tanışmadan önceki yıllarını genellikle "bohem" dönemi olarak nitelendirirler. Necip Fazıl büyük bir zekâdır ve maddenin üç boyutunun böyle bir zekâyı tatmin etmesi zordur. Maddenin ardında gerçek bir dünya aramayan ona göre ahmaktır. Faniliğin ürpertisini iliklerinde duymayan bir insan şunu yazabilir mi? "Gün geldi saat çaldı/ Aranızda yer verin/ Sararmış biri kaldı."

     

    Üstün yeteneğine rağmen Necip Fazıl şiirin teorisiyle de yakından ilgilenmiştir. Şiire dair yazıları, bilhassa "Çile" kitabının girişindeki "Poetika"sı onun sanatının teorisine ne derecede vakıf olduğunu gösterir. Üstad, çok iyi bilmektedir ki tesadüf ile güzel bir eser gün ışığına çıkmaz. Yüz bin maymun yazı makinelerinin başına oturup yüzlerce yıl tuşlara vursalar, Shakespeare'in Hamlet'inin bir sayfasını yazamazlar.

     

    Şiirde kabaca iki unsur vardır: his ve fikir. Necip Fazıl şair mizaçlı olduğuna göre his, fıtratında fazlasıyla mevcuttur. Gençliğinde "metafizik sancı" veya "aydın krizi"yle boğuştuğunu biliyoruz. Bu sancılar onu fikre, felsefeye zorladı. O yıllardaki şiirlerine bakınca sadece hisle karşılaşmıyor, fikrî derinlik de buluyoruz. Hem de bayatlamış, sıradanlaşmış değil, ilk defa karşılaştığımız ufuk açıcı fikirler. Her yerde bir sükut müşahede ediyor; ama bir iz görüyor, bir çağrı duyuyordu. Akıl almaz derecede girift, izahı kolay olmayan bu evrenin bir anahtarı olmalıydı; onu nerede, nasıl ele geçirecekti? Üstad'ı Ağa Camii'ne, oradan da Eyüpsultan'a götüren bu metafizik sancıyı Arvasi hem derinleştirdi hem de dindirdi. Bu kez de fizikî âleme ruh ve vücut veren ulvi, metafizik âlemden haberi olmayanların acısını duymaya başladı. "Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak / Haykırsam kollarımı makas gibi açarak" feryadıyla ortalığa düştü. Bu tavrı onu maddenin sathıyla mutlu olanlarla karşı karşıya getirdi; çileli yıllarının başlamasına sebep oldu. Rahmet-i Rahman'a kavuştuğu zaman bile raporla hapishane dışında bulunuyordu.

     

    Şuurlu bir Müslüman kâinatta olup bitenden kendisini sorumlu sayar; gücü yettiği nispette mücadele eder. Necip Fazıl da kendisini adalarda rüzgârın savurduğu etekten, Beyoğlu'ndaki tepişmeden, Karacaahmet'in ağlamasından sorumlu tuttu, yalın kılıç en ön safa atladı. Bu bir tankla, bir güvercinin savaşıydı. Beyninden, yüreğinden, kaleminden başka hiçbir şeyi yoktu; büyük kitlelerin arasında yalnızca birkaç gençle, eli bastonlu üçbeş cami cemaati onun acısını duyardı ama o hak bildiği yolda yalnız da olsa yürümekten vazgeçmiyor, ızdırabın en kahredicisini göğsünde dindirmeyi bir zevk sayıyor, kendisini tevkif edenlerin arasında yürürken bile sevenlerine umit vermek için vakarını bozmuyor, başını dik tutuyordu.

     

    31 Mayıs 2010, Pazartesi

    MEHMET NİYAZİ ÖZDEMİR

     

    http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazarno=1045


  12. 1975 Yılı idi. Ankara'da G.M.K. (Gazi Mustafa Kemal) bulvarında nokta durağına gelirken sağ tarafta Gölbaşı sineması vardı. Burada Necip Fazıl Kısakürek tarafından verilen konferansa gittim. Salon tamamen dolmuştu. Necip Fazılı ilk defa burada görecektim. Kendisini yazıları ve fikirlerinden tanıyordum.

     

    Necip Fazıl salona alkışlar ile girerek kürsüde yerini aldı. Konferanstan hatırladığım birkaç anekdotu sizlerle paylaşacağım:

     

    Arkadaşlar kusura bakmayın ben bu sigaranın müptelasıyım. Bırakmak istiyorum bırakamıyorum. Bu bana hapishane hayatının mirasıdır. Konuşmama sigara ile devam edeceğim. Dedi ve konuşmasına başladı.

     

    Salona bu kadar hâkim olan hatip görmemiştim. Necip Fazıl konuşurken solandan tık sesi çıkmıyor, adeta herkes nefesini tutuyor onu dinliyordu. Ne zaman konuşmasına ara verirse salonda alkış tufanı kopuyor, arkası kesilmiyordu. Devam eden alkışı yine Necip Fazıl susturuyordu. Hapishane günlerini, bohem hayatındaki değişikliğin nedenini, Allah dediği için kendisine çektirilen çileyi anlatıyordu.

     

    Konuşması sırasında balkondan birisi yaşa, burova diye bağırdı. Bu öyle anlamsız bir bağırıştı ki salon adeta buz kesti.

     

    Necip Fazıl - Ne diye diye bağırıyorsun. Bunu söyleyecek bir şey söylemedim ki! Vazifeli olarak bağırıyorsan git dışarıda bağır, burada değil. Dedi.

     

    Konuşması sırasında Sakarya şiirini okudu. Bir üstadın kendi ağzından, muhteşem bir şiirini okuması ve bunu dinlemek anlatılmaz bir duygu idi. Her dörtlüğün bitiminde alkışlar kopuyor, sanki salon yerinden oynuyordu.

     

    Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes!

    Ey kahpe rüzgâr artık ne yandan esersen es!

     

    Diyordu konuşması sırasında.

     

    İkinci konferansı 1976 yılında Bahçelievler'de Arı Stüdyosun'da olmuştu. Bu konferans da çok muhteşemdi. Daha kalabalıktı. İnsanlar tarihe şahitlik eden birinin ağzından tarihi dinliyordu.

     

    Yıllar sonra öğreniyoruz ki bu konferansı dinlemeye Abdullah Öcalan da gelmiş. Bu konferans ile ilgili olarak Kendi açımdan çok etkilendim. Diyor.

     

    1983 Yılında Necip Fazıl çok hastadır. Davalar da peşini bırakmamaktadır. Hasta yatağında yatarken yargılanması devam edip, avukatı davayı takip ediyor. Mahkeme sonucu kendisine hapis cezası veriliyor. Cezanın iptali konsey başkanından talep ediliyor, savcı diyor ki - Gitsin hapishanede yatsın. Orada da revir var, hastaya revirde bakarlar. Avukatın ceza iptali talepi reddediliyor.

     

    Necip Fazıl 1983 yılında vefat etti. Cenazesi Fatih camiin de kılınarak, Eyüp mezarlığına defnedildi. Daha sonraki yıllarda müebbet hapse mahkûm bazı bölücüler ise hasta diye affedilerek hapishaneden çıkarılmışlardı.

     

    Necip Fazıl geriye Büyük Doğu neslini bıraktı. Büyük Doğu'dan su içenler, onun suyu ile serpilip büyüdüler. Doğruyu öğrenip, farkına varıp doğrunun yanında, milletin cumhurun yanında yer aldılar.

     

     

    Kaynak: http://www.kanal46.com/haber.php?h=23117&a.....K%FDsak%FCrek...


  13. Merhaba,

    Soruların cevapları şunlardır:

    1. sorunun cevabı: Ali

    2. sorunun cevabı: Henry Bergson

     

    Doğru cevap gönderenler arasındaki çekilişi dunyabizim.com sitesi yapacaktır, çekiliş yapıldıktan sonra kitap kazananların isimleri de açıklanacaktır. Bir kaç gün içinde dunyabizim.com sitesinin çekiliş sonuçlarını açıklayacağını tahmin ediyorum.


  14. İNSAN VE HEYKELİ

    "DİYALOG"

     

    İNSAN: Gerçek bilgiye özlemim var. Binlerce yıldan sonra, kurduğum tuzakları bugün tamamladım. Bu metod-lar, bu laboratuvarlar ve bu araçlar bende varken, bilgi kendiliğinden tuzağıma düşecek. Ben, bir avcı gibiyim, kurduğum laboratuvarlar da tuzak... Madde ile maddeyi avlıyorum. Bugün, her günden fazla maddeye hâkimim; şu heykele bak, çirkin ve akılsız maddeye... İnsanoğlu, maddeye bir anını maske gibi giydirmiş... Çirkin ve akılsız madde, yüzyıllar boyunca bu ânı yaşıyor.

     

    HEYKEL: Bana acıyor musun? Beni küçümsüyor musun? Ben, senin, içinden bir yıldırım hızı ile akıp gittiğin ânı, yüzyıllar ötesine taşımakta, senin aczini ve kusurlarını gizlemeğe çalışmaktayım.

     

    İNSAN: Ne diyorsun? Ben, senin manasızlığını ve çirkinliğini, manamla ve güzelliğimle maskelemedim mi?

     

    HEYKEL: Mana mı gölgeledin? Sana muhtaç olduğum için değil, bana muhtaç olduğun için beni yonttun.

     

    İNSAN: Heykelim aczimi haykırıyor. Halbuki, bilimi ve gücümü en iyi sen bilmeli idin.

     

    HEYKEL: Şunu unutma ki, bütün bildiklerini ve gücünü bizlerden aldın.

     

    İNSAN: Sizler kimlersiniz? Heykeller mi? Şu taşlar, topraklar ve madenler mi?

     

    HEYKEL: Evet, üzerinde bir parazit gibi dolaştığın "dünyam ve kâinatım" adını verdiğin taşlar, topraklar, madenler ve küreler...

     

    İNSAN: Gücümü ve bilgimi sizlere mi borçluyum?

     

    HEYKEL: Etinle, kemiğinle gıda ve konforunla bir toprak ve çamur yığını olduğunu ne çabuk unuttun. Öte yandan sen, laboratuvarda gerçeği bize soruyorsun da, bizim sana söylediklerimizi kendine mi mal ediyorsun? Biricik gerçek diye, insanlığın en büyük eseri diye laf pazarlarında yutturduğun "müsbet ilimleri" bizden öğrenmedin mi? "îlim, eşyanın dili ile konuşmaktır" demiyor musunuz?

     

    İNSAN: Ne söylüyorsun? Söylediklerin aklıma yatıyor, sanki!

     

    HEYKEL: Akıl mı?... Sen "aklı" da bizden öğrendin. .

     

    ÎNSAN: Akıl benim malım! Ona sen sahip olamazsın.

     

    HEYKEL: Biraz düşünürsen, görürsün ki, akıl, eşya düzenindeki ilişkilerin, yâni bizim mahşerimizin ifadesidir. Sence akli ve mantıki olan eşya düzeninde var olan; akli ve mantıkî olmayan da eşya düzeninde var olmayan veya var olamayacak olandır.

     

    İNSAN: Akıl, eşyanın beynimde kabuklaşmasından mı doğdu. Peki ben neredeyim? Benim cevherim nerede?

     

    HEYKEL: Bakıyorum, pek endişelendin. Gerçekten de akıl, insan idrak ve zekâsının etki tepki mecburiyetleri içinde katılaşmasından ibarettir. Anlaşılıyor ki, aklın hudutları içinde kaldıkça benden başkası değilsin.

     

    İNSAN: Akıl, eşyanın ilişkilerinden ibaretse, o halde aklı aşmalıyım. Akıl, senin dediğin gibi, insan zekâsının eşyaya köle olması demekse, mutlaka aklı aşmalıyım.

     

    HEYKEL: Aklın ötesinde bulacakların, senin "zaafların" olacaktır.

     

    İNSAN: Eşyanın eşya ile ilişkilerinden akıl, insanın kendi ile ilişkilerinden zaaf mı doğar? Sakın, akıl da eşyanın, maddenin zaafı, kusuru olmasın? Mevlana Celaleddin, bir rubaisinde:

    "O akıl ki, onun aklı (bağı) vardır, o parça akıldır. Akıl, eğer aklından (bağından) kurtulursa tam akıl olur." derken, acaba eşyanın insanın zekâsını hapseden zincirlerinden mi bahsediyor? Eşyanın aklına (bağlarına) sarılmış insan zekâsı, acaba eşyanın ve maddenin zaaflarına bulaşmış olmuyor mu?

     

    HEYKEL: Maddenin zaafı olamaz.

     

    İNSAN: İşte, sır burada... Eşyayı gerçek, insanı aldanış olarak görmekte.. İnsanın gerçeğini inkâr etmek, ne büyük haksızlık...

     

    HEYKEL: Gülünç olacaksın, hemcinslerin bana hak verecek. Onlara, yen bir şey getireceğine de inanmıyorum. Kaldı ki, maddenin ve hayvanın ötesinde mevhum bir insanlık var idi; onu bir daha ele geçiremeyeceksin.

     

    İNSAN: İnsanın yeni bir şeyden çok, kendine muhtaç olduğuna inanıyorum. İnsan kendini yeniden var etmelidir. Kendini inkâr edici etkilerden ve maddenin boyunduruğundan kurtarmalıdır. Kendinden ne kadar uzaklaşırsa uzaklaşsın o, yine insan olmaya tek istidatlı bir "hayvan" olarak gözükmektedir.

     

    HEYKEL: Unutma ki, insan bir maddeler kompozisyonudur; onda ne varsa, maddeden kazanmıştır.

     

    İNSAN: İşte, burada yanılıyorsun. İnsanda öyle bir iç aydınlık var ki, hiçbir maddede gözükmemekte... Pırıl pırıl yanan güneş bile kendi varlığından habersiz ve tam bir iç karanlığına boğulmuş; güneşin dışı aydınlık, halbuki içi kapkaranlıktır. İç aydınlık yalnız insanda.. Bilmenin çilesi yalnız insanda... Bitki, maddeye bağlı kaldığı için bitki; hayvan, maddeyi aşamadığı için hayvan; insan ise, maddeden mânâya sıçrayabildiği için insan... İnsandan maada, bütün varlıklar, maddeye boyun bükmekte... Yaratıklann içinde tek idealist varlık insandır. İnsan materyalist olmakla kendini alçaltır.

     

    HEYKEL: Korkarım ki, hastasın ve sayıklıyorsun.

     

    İNSAN: Mücadelem, insanın ölmemesi içindir. Hasta olmak ölmek demek değildir.

     

    HEYKEL: Ölmekten çok korkuyorsun. Bana dönmek bu kadar korkunç mu? Halbuki, bana yenilmeğe mecbursun.

     

    İNSAN: Bak burada da bir sır var! Sırf madde olsa idim, sana dönmekten korkmazdım. Bende maddeye yenilmek istemeyen bir iç aydınlık var. Benden önceki insan nesillerini seninle savaşmağa sevk eden güce inanmaya devam edeceğim.

     

    HEYKEL: Ben, kendimi madde ile, akılla, müsbet ilimle, determinizmle, mekanizm ile, objektiflikle savunacağım. Ya sen, zavallı insan senin silâhın ne olacak?

     

    İNSAN: Anladım, sen kendini kendinle savunacaksın. Ben de öyle yapacağım. Kendimi kendimle savunacağım. Silâhımın nelerden ibaret olduğunu soruyorsun. Onu bir sır gibi saklayacağım. Bu sırrı şimdiden açıklarsam, hemcinslerim yenilgimi peşinen kabul edeceklerdir. Çünkü, onlar senin saydığın silâhlara ve senin gücüne inanmışlar bir kere. Yalnız kendini iyi kolla, bu sefer hıncım ve öcüm çetin olabilir.

     

    HEYKEL: Bunlar hep hezeyan... İnsanlığı besleyen bütün damarları, insan eliyle kurutacağım. Senin sübjektif varlığının üstünden bir kezzap gibi akıp durmaktayım. Hayalini daraltacağım, şiir gücünü öldüreceğim, sanatkâr ve hasta ruhlu insanı, kendi hizmetime alacağım ve böylece sen, bana tamamen râm olacaksın.

     

    İNSAN: Maddenin tehdidini işitiyorum. Bu tehdit, benim gafletimden doğmaktadır. Çünkü, maddeyi bu kadar şımartan ve konuşturan benim muhayyilemdir. Ne yazık ki, beni maddenin esaretine sokan yine benim. Benim iç aydınlığım var. Madde ise iç karanlığına mahkûm... Madde, bana mekân olduğu için sevinmelidir.

     

    HEYKEL: Eğer, madde gülebilse, kahkaha ile gülerdim. Gerçekten de, beni konuşturan ve kendi esaretini hazırlayan bizzat insandır. Madde, ancak insan sayesindedir ki, en yüce değere doğru, en büyük sıçrayışları yapabildi. Madde, Hazret-i Muhammed'in eteğine tutanarak, Mi'raç mucizesi ile Mutlak Varlığın sır noktasına sokulabildi.

     

    (Seyyid Ahmed Arvasi - Kendini Arayan İnsan - Babıali Kültür Yayıncılığı - s.11,14)


  15. Gençler Ankara'da Çile'yi okuyor!

     

    Gençler Üstadın vefatının yıldönümünde saat 10'da Güvenpark'ta!

     

     

    25 Mayıs Salı saat 10.00'da Güvenpark'ta Cafcaf temsilcileri ve Necip Fazıl Üstadı seven herkes ile vefatının 27. yılında Üstad Necip Fazıl'ın Çile Kitabını okuyacak. 'Çile'si olan olmayan herkes bekleniyor!

     

    Kaynak: http://www.dunyabizim.com/news_detail.php?id=3668

     

    thumb_218707491.JPG


  16. ****

     

    Zindandan beste çıkardı!

    Yusuf Goncagül Zindandan Mehmed'e Mektup'u besteledi!

    Genç Müzik Platformu'ndan Yusuf Goncagül Üstad Necip Fazıl'ın "Zindandan Mehmed'e Mektup" şiirini besteledi.

     

    Kurban Bayramında Hakan Albayrak'tan bestelediği şiiri gitarıyla söyleyen Yusuf Goncagül büyük beğeni toplamıştı.

     

    Bu ilk; devamı da gelecek

     

    Genç Müzik Platformu çalışmalarının merkezine baba şairlerimizin şiirlerinden besteler yapmayı almıştı. Bestecileri, gençleri buna teşvik için GYY'miz tarafından kurulmuş olan Genç Müzik Platformunun ilk meyvesi ise öğrendiğimiz kadarıyla Üstad Necip Fazıl'ın Zindandan Mehmed'e Mektup şiiri olmuştu.

     

    8 aylık bir süreç içinde bestesinin altyapısını düzenleyen Yusuf Goncagül eserini geçtiğimiz cuma akşamı Hilal TV'de katıldığı Namazla Diriliş programında icra edip söyledi.

     

    Sıkı ekip

     

    Yusuf Goncagül ve ekipteki diğer müzisyenler baba şairlerin baba şiirlerinden besteler yapma konusunda kararlılar. Ekibin tanınmış üyelerinden biri sevilen sanatçılarımızdan Kağan Tayanç. Hakan Aykut, Ahmet Mercan, Ömer Karaoğlu da platformun destekçileri.

     

    İlk toplantılarını Genç dergisinde yapan platform son zamanlarda Yazarlar Birliğini mekan olarak kullanmayı tercih ediyor.

     

    Platform üyeleri 23 Şubat günü Üsküdar İmam Hatip Liseli müziksever gençlerle birlikte olacak.

×
×
  • Create New...