Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

mumin

Editor
  • Content Count

    933
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    51

Posts posted by mumin


  1. Atatürk dinin nasıl öğretilmesini istiyordu? -2-

     

    Arslan Tekin kardeşim, Mustafa Kemal’in, “Dinin doğru öğretilmesini istediğini” yazıyor. Ben de, Cumhuriyetimizin yeni filizlendiği yıllarda, devletimizin İslamiyete ve Hz. Peygambere nasıl baktığını belgelere dayanarak dikkatinize sunmak istiyorum: Devletimiz ortaokullarımızda ve liselerimizde okunması için 1931 yılında, Devlet Matbaasında 4 ciltlik bir tarih kitabı bastırdı. Bu kitabın 2. cildinde İslâmiyetle ve Hz. Peygamberle ilgili dehşet verici iddialar var. Tarih kitabının 89. sayfasında kelimesi kelimesine şöyle deniliyor:

    MUHAMMED’İN DAVETİ: “Muhammed, Mekke’de, müşriklik muhitinde ve tesirinde büyümüş olmasına rağmen dini meseleler ve dini düşünceler, pek derin bir surette, zihnini işgal ediyordu. Muhammed 40 yaşına geldiği zaman vatandaşlarını, kendinin bulduğu ve doğru olduğuna inandığı yeni bir dine davete başladı. Muhammed’in dâvet ettiği bu dine.... İslam denilmiştir.”

    Resmî olarak hazırlanan o İslâm Tarihi kitabının 90. sayfasında çocuklarımıza şu görüşler telkin edilmek istenmişti.

    KUR’AN VE VAHİY: “Muhammed’in koyduğu esasların toplu olduğu kitaba Kur’an denir. O, Arapların ahlak ve âdetlerinin pek fena ve pek iptidai ve ıslâha muhtaç olduğunu anlamış, bunları ıslâh için tenha yerlere çekilerek senelerce düşünmüş ve yıllarca tefekkürden sonra, kendisinde vahiy ve ilham fikri doğmuştur.”

    Böyle inkârlarla mı İslâmiyet doğru olarak anlatılacaktı? Tarih Kitabının 91. sayfasındaki inkâra bakınız:

    İLK VAHİY: “Muhammed, uzun bir devirdeki tefekkürlerin mahsulü olan âyetleri, lüzum ve ihtiyaçlara göre takrir ediyordu. Bununla beraber, kendisini tahrik eden kuvvetin tabiat fevkinde bir mevcudiyet olduğuna samimi surette kani idi.”

    Böyle midir? Arslan Tekin kardeşim de böyle mi düşünmektedir? Şimdi diyeceksiniz ki: “Bu tarih kitabını kim, kimler yazmış?”

    Bu kitap 14 önemli kişinin çalışmasıyla hazırlanmış. İşte 9 CHP milletvekili şunlar:

    Samih Rıfat - Yusuf Akçuraoğlu - Dr. Reşit Galib - Hasan Cemil - İsmail Hakkı - Reşit Saffet - Sadri Maksudi Arsal - Şemsettin Günaltay - Yusuf Ziya - M.Tevfik Bey Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri - Afet İnan: Musiki mektebi Muallimi - Bâki Bey: Miralay - Şemsi Bey: Miralay.

    Haydi iki örnek daha vereyim: Cumhuriyetin ilânından sonra İslâmın Amentüsü, yani imanın 6 şartı değiştirildi. Türk’ün yeni Amentüsü Hâkimiyet-i Milliye Matbaasında bastırılarak dağıtıldı. Deniliyordu ki: 1-”Vatanı yoktan var eden Mustafa Kemal’e, 2-Onun ordularına, 3-Onun kanunlarına, 4-Mücahit Analarına 5-İyilik ve kötülüğün insanlardan geldiğine 6-Öldükten sonra dirilme olmayacağına ve Atatürk’ün Tanrının en sevgili kulu olduğuna iman ederim!..” Beğendiniz mi?

    Son olarak Kâzım Karabekir Paşanın 13-14-15-16 Kasım 1970 tarihli Yeni İstanbul gazetelerinde çıkan hâtıratını özetliyorum.

    Karabekir Paşa diyor ki: 18 Temmuz 1923 tarihinde, Mustafa Kemal Paşa başkanlığında toplanan bir komisyonda, yeni Anayasamızda, dinimizin Hristiyanlık olarak gösterilmesi isteniyordu.

    İktisat Vekili Tevfik Rüştü Bey, Dahiliye Vekili Fethi Okyar Bey, Adalet Bakanı Mahmut Esat Bey... bu fikri şiddetle savunuyorlardı. Söz olarak ben de kendilerine itiraz ettim.

    Hava çok gerginleşti. Başkanlık kürsüsünde oturan Atatürk’e döndüm:

    -Paşam siz ne düşünüyorsunuz? Siz ki Meclisimizi Fatihalarla tekbirlerle açtınız dedim. Atatürk:

    -Münakaşalar şiddetlendi. Toplantıyı tatil ediyorum, diyerek toplantıyı tatil etti...”

    • Like 1

  2. Atatürk dinin nasıl öğretilmesini istiyordu -1-

     

    Atatürk’ün ölümü üzerinden 74 yıl geçti. Şimdi biz, İslâmiyetle ilgili konularda bile, “Atatürk dedi ki...” diye söze başlıyoruz. Atatürk bir İslâm âlimi midir? Sanıyorum ki, yüz yıl sonramızda bile, birtakım kimseler, kendilerini bu yanlıştan kurtaramayacaklar. Bugün, bazı ilim adamlarımız da, görüşlerini Atatürk’e dayanarak açıklıyorlar. Yâni, dinin önemini belirtmek için, Atatürk’ün konuşmalarından örnekler veriyorlar. Beri yanda, pozitivist düşüncede olanlar da, yani ahiretin bütün kapılarını kapatanlar da, Kur’an’a, Allaha inanmayanlar da “Atatürk demişti ki...” diyerek yazıyor, konuşuyorlar. Her iki görüş de yanlıştır.

    Yani biz, dindarlığımızı veya din dışı yaşayışımızı Atatürk’e bakarak mı belirleyeceğiz? İslâmiyet söz konusu olduğunda, bizim için örnek insan, Hz. Muhammed’dir. Biz sevgili peygamberimizin söylediklerine bakarız ve bir Müslüman olarak da, inanmak veya inanmamak konusunda Atatürk’ün söylediklerini çok tabii karşılarız. Yani Atatürk İslamiyete inanıyorsa sevinç çığlıkları atmayız. İnanmıyorsa ona yumruk sıkmayız. Çünkü Atatürk’ün de bir insan olarak inanmak ve inanmamak hakkı-hürriyeti vardır. Unutmamak lâzımdır ki, Milli Mücadelemizin lideri, devletimizin kurucusu kayıtsız şartsız Mustafa Kemal Paşadır. Ama o, dini konularda örnek alınacak bir kişi değildir.

    Değerli dostum Arslan Tekin’in evvelki gün, Yeniçağ gazetesinde bir yazısı çıktı. “Dini Cehâletin Böylesi” başlıklı yazının ilk cümlesi dikkatimi çekti. Tekin: “Mustafa Kemal neden dinin sağlam öğretilmesini istiyordu?” diye başlıyordu.

    Hemen belirteyim ki dinin öğretilmesi doğru, fakat Mustafa Kemal’in İslamiyet konusundaki görüşleri, yanlıştır.

    Ben, Atatürk üzerine yazılan kitaplardan 90 tanesini okuyabildim. Şimdi 91. kitap elimdedir. Biliyorum ki, Mustafa Kemal, dehâ derecesinde zeki bir kimsedir. Büyük bir kahramandır. Milli Mücadele yıllarında, câmi minberlerine bile çıkarak İslâmiyeti ve sevgili peygamberimizi çok, ama çok öven beyanlarda bulunmuştu. Buna mecburdu. Çünkü halkımızı yanına almadan o büyük, o zor mücadeleden başarıyla çıkması imkânsızdı. Ama Cumhurbaşkanı olduktan; bütün kuvvetleri avucunda topladıktan sonra, tavrı değişti. Hz. Muhammed’den “Arab oğlu” Kur’an-ı kerimden de “O Arab oğlunun yaveleri” yani saçma sapan sözleri diye bahsetti. İsmet Bozdağ’ın “Paşalar’ın Kavgası”nda da, Kazım Karabekir Paşa’nın hatıratında da vardır. Atatürk, Karabekir Paşa’ya demiş ki:

    “Karabekir! Kur’anı Türkçeye çevirtiyorum. İstiyorum ki milletimiz okusun ve o Arab oğlunun ne yaveler yediğini görsün!”

    Atatürk, İslâmiyetin batacağına yerine yeni bir dinin çıkacağına inanıyordu. Bunu Hüsrev Gerede’nin Anıları’nda okuyoruz. Hüsrev Gerede, Atatürk’ün çok yakın asker arkadaşlarından biri. Mustafa Kemal, Samsun’a 19 Mayıs 1919 tarihinde 18 kurmay arkadaşıyla birlikte çıktı. O kurmaylardan biri de Hüsrev Gerede’dir. Onun literatür yayınlarının 86.’sı olarak basılan anılarının 267. sayfasında H. Gerede, Atatürk için diyor ki: “Dindar, yani dini bütün ve inançlı mıydı? Buna doğrudan doğruya cevap vermek çok güçtür. Herhâlde oruç tutan, namaz kılan cinsinden değildi.” Gerede, dini konularda yazılar yazan Selim Sırrı Tarcan’a Atatürk’ün “Bu din batacak ileride yeni bir din çıkacaktır. Sen bu konularda yazı yazmayacaksın anladın mı?” diyerek mani olduğunu açıklıyor. (Sayfa; 268)

    O yeni dinin Hristiyanlık olduğunu yarınki yazımda okuyacaksınız.

    18 Ağustos 2012 Cumartesi /Yavuz Bülent Bakiler

    • Like 1

  3. Yaktınız Kendinizi!..

     

     

    İslam'ı, İmanı, Kur'anı, Sünneti, Şeriat'ı, mukaddesatı alet ederek:

    Dünyalık elde etmeye, zengin olmaya çalışanlar...

    Dini alet ederek şahsî prestij, siyasî nüfuz devşirmek isteyenler...

    Ün, alkış, pohpoh peşinde koşanlar...

    Benliklerini, nefs-i emmârelerini tatmin edenler...

    Evet sizler sizler sizler!..

    Geçici bir müddet başarılı olmuş gibi görünebilirsiniz,

    Muazzam miktarlarda zengin olabilirsiniz,

    Dünya emellerinize nail olabilirsiniz ama...

    Ama ama ama...

    Cehennemî bir yolda olduğunuzu bilin...

    Başarılarınız, servetleriniz hep hederdir.

    Başarılarınız, zenginlikleriniz keramet değil, istidractır.

    İslam'a, İman'a, Kur'ana ihlasla hizmet edenler yücelir.

    Onları istihdam edenler (kendilerine hizmet ettirmeye yeltenenler) alçalır.

    Bütün ibadetlerde ihlas esastır.

    İhlassız ibadetlerin, yapana faydası olmaz.

    Namazlar, oruçlar, zekat, hac, umre, cihad, hayır hasenat, dine hizmet hep ihlasla, sırf Allah'ın rızasını kazanmak için yapılmalıdır.

    Kur'an tefsiri, hadis şerhi ve tasnifi, fıkıh ve diğer dinî ve imanî kitaplar İslam'a hizmet için yazılmalıdır.

    İbadet ve hizmetlerde ihlas temel şarttır.

    "Allah dilerse bu dini fâsık ve fâcir kimselerle de te'yid eder..." Bir münafık, bir kafir de İslam'a hizmet edebilir.

    Lakin Müslümanın hizmetinde ihlas ile nifak bir arada olamaz.

    Camiler Allah rızası için yapılacaktır.

    Namazlara Allah rızası için gidilecek ve O'nun rızası için ibadet edilecektir.

    İbadetin içine "halk görsün, ne dindar desin" karışınca ihlas gider.

    Ey siz, zengin olmak için Kur'an tefsiri yazanlar!

    Zengin olmak için hadis külliyatı hazırlayanlar!

    Halk sizin için "Ne yaman din alimiymiş bu!.." desin diye çalışıp çabalayanlar!..

    Kendilerine "Bu ne büyük mücahit..." dedirtmek için sözde cihad yapan sahte mücahitler!..

    Ey eskiden cihad edebiyatı yaparken bugün mücahidlik postunu atıp müteahhit olanlar!..

    Ey devşiriciler, ey gulülcüler, ey hortumcular, ey kara para zenginleri!..

    Ey şöhret-i kâzibe sahipleri!..

    Sizde hiç akıl, firaset, kiyaset, hikmet yok mu ki, kendinizi ateşin ortasına attınız?..

    İşiniz zor sizin...

    Ateşe attınız kendinizi...

     

     

    "İkinci yazı"

    Küfürdür

     

     

    KUR'ANDA kesin=muhkem ayetler, emirler, yasaklar, haramlar vardır.

    Bunları inkar ettiği fetva ve şer'î ilam ile sabit olan kişi kafirdir.

    Peygamberimizin (Salat ve selam olsun ona) mütevâtir ve sahih hadîslerini, Sünnet-i seniyyesini inkar eden veya hafife alan kişi de kafir olur.

    Zaruriyat-i diniye konusundaki icmâ-i ümmeti inkar eden de kâfir olur.

    Ezan-ı Muhammedî şeâir-i islamiyedendir, Ezanı tahkir eden kafir olur.

    Kader İslam'ın altı temel inancından biridir. İslam'da kader mader yoktur diyen dinden çıkar.

    Şer'î tesettürü inkar eden dinden çıkar.

    Ben Müslümanım ama Şeriatı kabul etmiyorum diyen kişi din sınırları dışına çıkmıştır. Çünkü Şeriat, Kur'an ve Sünnetten çıkartılmış din hükümlerinin tamamına verilen isimdir. Ha İslam'ı inkar etmiş, ha Şeriatı...

    Haram yemek caizdir diyen dinden çıkar.

    Bu devirde üç ibrahimî hak din vardır, bunların mensupları ehl-i necat ve ehl-i Cennettir diyen dinden çıkar. Çünkü Kur'an "Allah katında din İslam'dır" buyurmaktadır.

    Tahrife uğramış önceki kitapların hükümleri bugün geçerlidir diyen İslam'dan çıkar, çünkü onlar tahrife uğramış ve nesh edilmiştir.

    Küfrü ve kafirleri beğenen İslam'dan çıkar.

    Kafirleri dost ve velî edinmek haramdır. Bu haramı helal gören dinden çıkar.

    Önceki büyük alimlerin, fakihlerin, müftülerin, din imamlarının küfür olarak gösterdiği sözleri söyleyenler, yazanlar, amelleri işleyenler kafir olur.

    Resulullah Efendimizin (Salat ve selam olsun ona) hadîslerini AB norm ve standartlarına, Feminizm ideolojisine, Kemalizme, kafirlerin isteklerine göre ayıklamak küfürdür.

    Kur'anda "Bugün dininizi tamamladım" buyruluyor. İslamda eksiklik, kusur, noksanlık, kemalsizlik görerek dinde reform, değişiklik, yenilik, hafifletme istemek küfürdür.

    İcazetli, ihlaslı, taqvalı rabbanî ulemayı, fukahayı tahkir etmek ve dışlamak küfre yol açar.

    İslam ile M. Kemal'in ölümünden sonra uydurulmuş Kemalizm ideolojisi bağdaşır ve uyuşur diyen açık bir dalalettedir.

    İlmi, ehliyeti ve icazeti olmadığı halde Kur'an-ı Kerimi re'y ve heva ile yorumlayanlar büyük bir küfran-ı nimette bulunmuş olur.

    Kur'anı re'y ve heva ile yorumlasa, bu yorumu isabetli ve doğru olsa yine günah işlemiş olur.

    Hiçbir sarıklı Farmason Müslümanlara din imamı, önder, rehber olamaz.

    Din konusunda şazz ictihadlara ve görüşlere itibar edilmez.

    Din, silsileli icazetlerle Resulullaha (Salat ve selam olsun ona) irtibatlı olan gerçek ulema, fukaha ve mürşidlerden öğrenilir.

     

    "Üçüncü yazı"

    Eğri Otursa da Doğru Konuşmak

     

    MÜSLÜMAN, insan olduğu için günah işleyebilir, hatâ edebilir, yanılabilir. Lakin kesinlikle yalan söylemez, aldatmaz, hıyanet etmez.

    İnsan eğri otursa da doğru söylemelidir denilmiştir. Müslüman zaman zaman eğri oturabilir ama asla doğru(yu) söylemekten ayrılmamalıdır.

    Yalan söylemek haramdır. Yalancılık caizdir diyen kafir olur. (İstisnaları vardır: Savaşta... Üçüncü kişilerde zarar vermemek şartıyla iki dostun arasını bulmak için...)

    Müslüman günahkar da olsa aldatmaz.

    Müslüman müstaqim (doğru ve dürüst) insandır.

    Müslüman sahtekarlık yapmaz.

    Müslüman soytarılık yapmaz.

    Müslüman dolandırmaz.

    Müslüman beytülmali (devlet ve belediye bütçelerini) hortumlamaz.

    Müslüman saçı bitmedik yetimlerin ve fakir fukara halkın haklarına el uzatmaz.

    Müslüman faiz ve riba yemez.

    Müslüman gizlice günah işleyebilir ama asla ve asla açıkça, küstahça, utanmazca, hayasızca, rezilce fısk ve fücur yapmaz.

    Peygamberimiz (Salat ve selam olsun ona) "Hayâ=utanmak imandandır" buyurmuşlardır. Hayası olmayanın imanı da yoktur.

    Müslüman öncelikle fakirlerin, miskinlerin hakkı olar zekatlara göz dikmez ve onları zimmetine geçirmez.

    Müslüman zekat ile cami bile yaptırılamayacağını çok iyi bilen kişidir. Müslüman Kur'ana, Sünnete, Şeriata, fıkha aykırı olarak zekat toplamaz.

    Müslüman birtakım ruhbanları, şeyhleri, hazretleri, muhteremleri, hocaları, hocaefendileri erbab haline getirip putlaştırmaz.

    Müslüman arivistlik yapmaz.

    Müslüman Makyavelist değildir.

    Müslüman başkanlığa talip olmaz. Matlup olsa bile ehil değilse kabul etmez.

    Müslüman, bozuk düzenlerde bozuk işler yapılır, haram yenilir demez.

     

     

    24 AĞUSTOS 2012


  4. Neden hep mevzu ölüm?.. İçim eriyor, merhamet hastası oldum çıktım..Aklıma geliyor bazıları, annemin yokluğu bilemem belki ben göçeceğim evvelden..İçim eziliyor böyle tarifi o kadar güç ki..Gözlerim dolageliyor.Ölüm güzel şey ayrılık olmasaydı demiş ya şair hakikaten öyle..Ölüm demişken Merhum Ahmed Davudoğlu'nun "Ölüm Daha Güzeldi" eseri çok güzelmiş okumak nasip olmadı. Onu da yazayım dedim.

     

    İktibasta geçen Selma Sen de Unut Yavrum adlı şiiri merak ettim ve buraya taşıyorum, gerçekten çok hoş işlenmiş o his..

     

     

    Selma...Sen de Unut Yavrum!

    Bir akşamdı, evimizde ecel kanat germişti,

    Anneni - bir cellad gibi - vurup yere sermişti.

    Ölüm ile pençeleşen bir hayatın güreşi,

    Sekiz yıldan sonra dinmiş; nihayete ermişti.

    Adalar'ın denizinde batan akşam güneşi

    Sönük, ölgün ışığını çamlıklara dökmüştü.

    Evde yoktun, sonra geldin, dağda kırda gezmiştin;

    Lâkin bilmem bu yokluğu nerden, nasıl sezmiştin?

    Güzel ela gözlerine bir öksüzlük çökmüştü,

    Gözyaşımda dehşetli bir sır arayan gözlerin,

    Issız kalan vicdanıma karanlıklar serperdi.

    '-Baba! Annem nerde? ' dedin,hep tüylerim ürperdi:

    Hançer gibi ta ruhuma battı yaman sözlerin.

    O gün bugün 'Annem nerde? ' diye ba'zı sorarsın,

    Gülümserim gözyaşlarım sakin sakin akarken;

    Uzaklarda bir şey arar, ufuklara bakarken,

    Benim dalgın gözlerimde hayalini ararsın.

    O tâli'siz bi-çareyi bak ben bile unuttum,

    Gönlümdeki iniltiyi ninnilerle uyuttum.

    Unut kızım, sen de unut, anma artık adını;

    Yabancıdır bize, sorma o zavallı kadını.

    Sorma kızım, sorma yavrum,ben de bilmem nerdedir;

    Onu örten kara toprak bir karanlık perdedir.

    'O ağaçlar neresidir? ' diye sorma güzelim!

    Gel, seninle yapayalnız çamlıklarda gezelim.

    O ağaçlar batıp giden güneşlerin gölgesi;

    O serviler hayal olan varlıkların ülkesi.

    Bak bu yanda daha dil-ber fidanlar var, kuşlar var;

    Beyaz, penbe çiçek açmış gelin gibi ağaçlar.

    Bahar olmuş bak her yere hayat nuru saçılmış,

    Gözyaşların döküldüğü yerde güller açılmış.

    Güneş senin, bahar senin, bak sen de bir çiçeksin;

    Gül ki, benim küskün gönlüm o gülüşe özensin,

    Sessiz dağlar kahkahana cevap versin, bezensin.

    Ölüm şeklindeki sırrın ma'nasını düşünme

    Gölge gibi bir varlığın ru'yasını düşünme

    Sabahı yok, nihayetsiz karanlıklar içinde

    -Bir kıvılcım gibi- bir an beliririz, söneriz.

    Varlık budur benim için, hatta senin için de;

    'Bir hakikat var mı? ' derken bir hayale döneriz.

    Nice yüzler gördüm, geçti - ben unuttum- besbelli;

    Her çehre bir hayalettir bu süreksiz ru'yada

    Unut yavrum, sen de unut! . Bu ölümlü dünyada

    Her cefayı unutmaktır bizler için teselli.

    Sonbaharın matemini gözlerimde okuma! ...

     

    (Serâb-ı Ömrüm) -1903

    Rıza Tevfik Bölükbaşı


  5. Su kadar aziz geldi bu şiir şimdi. Yalnız tamam anlıyorum, Üstad'daki derin fikir işçiliği, ızdırap, hani çile..Ben bazen okurken yani bu denli ağır ibareler, mana, öz, boğuyor bazen insanı. Hani genç adam düşün, işte çilesi çekilmeyen fikir falan yani zorluyor, zorlanıyorum. Kişi bazen mutlu şeyler okumak, bir kelimeden mutlu olmak istiyor.Üstad hep düşündürmekle mükellef ya ara sıra o vazife bana 2 beden bol geliyor. Ya da bilmiyorum şu sıralar kafam ciddi yorgun her şeye kulp buluyor da olabilirim. Ama buradaki beni alıp götürün burada çok yalnızım, Allah bittim yani ben.Tamam ölüm necat ama..

     

    Okudukları hemen kendisine tesir eden biriyim, yaşarım yani okurken. O yüzden gelin dostlar biz şunu ele alalım;

     

    Demeyiniz, bu da kim?

    Öyle diyor ki, içim,

    Candan aşinanızım.

     

    Ahh canım benim, bak şu manaya, ölüm mis gibi göründü şimdi..


  6. Allah'ı Puta Benzeten İslamcı

     

    Bazı İslamcıların baş tacı ettikleri, öve öve bitiremedikleri, kendilerine bir tür imam edindikleri o İranlı yazar, İslam Şinasi adlı kitabında "Allah gerçek bir Janus'tur=Hoda Janus-i hakikî est" diyerek Yüce Allah'ı iki çehreli bir Roma putuna benzetmektedir. Bu benzetmeyi pekiştirmek için de gerçek=hakikî sıfatını kullanmaktadır.

    Hiçbir Müslüman, kemal sıfatlarla sıfatlı ve noksan sıfatlardan münezzeh olan Allahü Teâlâ ve Tekaddes hakkında böyle bir benzetme yapamaz. Yaptığı takdirde İslam'ın dışına çıkmış olur.

    Allah bildiğimiz şeylerin hiçbirine benzemez ve benzetilmez.

    Hele bir Roma putuna...

    Allah'ı bir şeye benzetmek küfürdür. Allah'ı bir Roma putuna benzetmek küfür üzerine küfürdür, katmerli küfürdür.

    Doğrusu bazı İslamcıların itikad ve din konusundaki hoşgörüleri akıllara ziyan verecek bir sınıra dayanmıştır.

    Bunlar kendilerini makas, İslam'ı kumaş mı sanıyorlar ki, re'y ve hevalarına göre kesip biçiyorlar?

    Allah'a, noksan sıfatlar yakıştırılır, ses çıkartmazlar. Bırakın ses çıkartmayı, alkışlarlar.

    Peygamber aleyhissalatü vesselama saygısızlık edilir, aldırmazlar.

    Ashaba saldırılır, ses çıkartmazlar.

    Dinî konularda saçma sapan yersiz ve aykırı ictihadlar yapılır, fetvalar verilir, bunlara cephe almazlar.

    Öyle İslamcılar görüyorum ki, gerçek din yolundan ayrılmışlar, İslam'ı bir ideoloji, beşerî bir sistem gibi algılıyorlar.

    Sahih itikadı, başta namaz olmak üzere ibadetleri, ihlası, taqvayı ikinci plana atmışlar; bitmez tükenmez bir İslamcılık edebiyatı yapıyorlar.

    İslamcılık eşittir İslam Protestanlığı...

    İlimleri, irfanları, istikametleri yok, kendi kafalarına göre, Allah'ı Roma putu Janus'a benzeten üstadlarının doğrultusunda yorumlar yapıyorlar.

    Kimisi kaderi inkar eder.

    Kimisi şefaati.

    Kabir=berzah aleminin hallerini, Münker ve Nekir meleklerini, sorgu suali...

    Ne mezhep kabul ederler, ne fıkıh...

    Bunların İslam anlayışı Osmanlının Ehl-i Sünnet İslamlığına hiç uymuyor.

    Ehl-i Sünnetin başının tacı olan, Hulefa-i Râşidîn'in üçüncüsü Osman Zinnureyn hazretlerine (Radiyallahu anh) dil uzatırlar.

    Bazıları Ehl-i Sünnet Müslümanlarını hurafeci olarak karalar. Şunları bakınız: Allah'ı bir Roma putuna benzeten adamı yüceltiyorlar ve Sünnî Müslümanlara çamur atıyorlar. Dengesizliğin böylesi...

    Müslüman kardeşlerime min gayri haddin hitap ediyorum:

    Allah bize İslam'ı göndermiştir. Kur'anda ayet vardır, İslam mükemmel bir dindir, onda noksanlık, yanlışlık yoktur.

    İslam bize yeter. İslam'ın yanında İslamcılıklara lüzum ve ihtiyaç yoktur.

    Kurtulmak için İslam'a sarılmak gerekir.

    İslam ile kurtulmak için onu aslına uygun şekilde bilmek, anlamak ve uygulamak gerekir.

    Gerçek İslam, İslamcıların ideolojik kitaplarıyla değil, icazetli İslam ulema, fukaha ve mürşidlerinin kitapları okuyup bellemek ve derslerini dinlemekle öğrenilir.

    İslamcılık tefrikasından kurtulmak için Ehl-i Sünnet Cadde-i Kübrasında olan cumhur-i ulemaya tâbi olmak gerekir.

    İhtilaflı konularda Sevad-ı Âzam (büyük karaltı, büyük topluluk) dairesi içinde bulunmak gerekir.

    Sünnî olsun, Şiî olsun, Vehhabî olsun, Selefî olsun, hangi fırkadan olursa olsun hiçbir aklı başında Müslüman, Allah'ın bir Roma putuna benzetilmesine razı olmaz.

    Böyle bir şey küfürdür.

    Küfre rıza gösteren, küfrü beğenen de kafir olur.

    Diyanet İslamcılık(lar), Allahın bir Roma putuna benzetilmesi, bu benzetme yapılırken "gerçek bir Janus" denilerek pekiştirilmesi ve diğer lüzumlu konularda Müslüman halkı ve gençliği uyarmalıdır.

    Ben neler diyorum?.. Allah gerçek bir Roma putudur diyen kişinin diğer kitapları Diyanet Kitapevlerinde satılıyor...

    Allah bize din olarak İslam'ı göndermiştir... İslam, hak ve geçerli din olmakta tektir, ortağı yoktur.

    İslamcılıkları bırakalım, İslam'da karar kılalım.

    Dinimizi doğru şekilde öğrenelim... Öğrendiklerimizi hayata uygulayalım...

    İlahî ve münzel din yücedir... Beşerî İslamcılıklarda, ideolojilerde, doktrinlerde az veya çok yanlışlar vardır.

    Pakistan'a bakalım: İslamcılık orada başarılı olamadı, aslına uygun İslamî bir sistem kuramadı.

    Biz Türkiyeli Müslümanlar zelil ve esir vaziyetteyiz ama bunun ilacı İslamcılık değildir, İslam'dır.

    İslam'ı Ashab-ı Kiram, Selef-i Sâlihîn, her devirde gelip geçmiş rabbanî ulema ve fukaha, kamil mürşidler gibi anlar ve uygularsak inşallah kurtuluruz.

    Allah'ı bir Roma putuna benzeten İslamcıların peşinden gider Protestanlaşırsak büsbütün batarız.

    "İkinci yazı"

     

    Özel Ordunun Özellikleri

     

    OTUZ bin kişilik özel ordunun özellikleri:

    1. Kumandanı askerlik ve strateji konusunda dâhi olacaktır.

    2. Şeriat ve tarikat boyutları olan dindar bir Müslüman olacaktır.

    3. Meşreb ve karakter itibarıyla Selahaddin Eyyubî'ye ve Şeyh Şâmil'e benzeyecektir.

    4. Orduda beş vakit namaz cemaatle eda edilecektir.

    5. Nakşibendî ve Kadirî tarikatı...

    6. Müridizm disiplini...

    7. Hem âbid, hem zâhid, hem mücahid fi sebilillah.

    8. Mutlak doğruluk ve dürüstlük.

    9. Alayların müftüleri, taburların imamları olacaktır.

    10. Ordunun muharip efradı birinci sınıf komando eğitimi almış olacaktır.

    11. Bütün efrad Resulullah Efendimizle (Salat ve selam olsun ona) mânen irtibatlı olacaktır.

    12. Savaş Allah'ın rızasını, Resulullah'ın şefaatini kazanmak, i'lâ-i Kelimetullah yapmak, Kur'ana ve Sünnete hizmet etmek maksat ve niyetiyle yapılacaktır.

    13. Otuz bin kişi içinde bir tek çürük ve zayıf eleman bile bulunmayacaktır.

    14. Yine otuz bin kişi içinde nefs-i emmâre derekesinde bir tek eleman olmayacaktır. En düşük nefs derecesi nefs-i levvâme olacaktır.

    15. Resulullah'ın, Selef-i Sâlihînin, Sadat-ı Kiramın, evliyaullahın ruhaniyetleri orduya sâyeban olacaktır.

    16. Ordu, hizmet bölgesindeki en ufak bir yolsuzluğa, hırsızlığa, eşkıyalığa, namussuzluğa, haram kazanca izin vermeyecektir.

    17. Ordu savaş hukukuna ve etiğine riayet edecek, en ufak bir haksızlığa sebep olmayacak, adaletten şaşmayacaktır.

    18. Teröristlerle işbirliği yapmayan, onlara yataklık etmeyen hiçbir zararsız sivile bir fiske bile vurulmayacaktır.

     

    23 AĞUSTOS 2012

    • Like 1

  7. Savaşa girerse Türkiye biter

     

    Herkeste gizli bir tedirginlik... Sokakta yolumuzu kesenler yıllar sonra yeniden türediler... Eskiden "abi bu enflasyon ne olacak" ya da "abi bizim maaş farkları ödenecek mi" diye sorarlardı, şimdi "abi, siz gazetecisiniz, bilirsiniz, savaş çıkar mı" diye soruyorlar.

    Ben de soruya soruyla yanıt veriyorum: "Türkiye-Suriye savaşı mı, İsrail-İran savaşı mı, yoksa Üçüncü Dünya Savaşı mı?"

    Hani ünlü bilim adamı Eric Hobsbawm birkaç yıl önce demişti ya, "yeni bir dünya savaşı için bütün şartlar oluştu" diye... Öyle ya, 1929 kadar sert olmasa bile yeni bir kapitalizm krizi... Dara düşen ülkelerde yükselen faşizm dalgaları... Gene karmakarışık bir Ortadoğu...

    Kimileri "kapitalizmin temeline su kaçtı" diye seviniyorlar ama, büyük çapta bir boğuşmanın "gene" sosyalizm getireceğini sanmak fazla iyimserlik. (Marduk gelince ve de güneş kova burcuna girince "yeni çağın" başlayacağını düşünmek gibi bir şey.)

    Ben bir Türkiye-Suriye savaşından korkmuyorum. Esat öyle ya da böyle devrilecek, Muammer'den ya da Hüsnü'den çok daha fazla direndi ama tarihin çöp sepeti kaçınılmaz şekilde onu bekliyor. Türk ordusu Suriye'nin tozunu atar, bu zafer bize birkaç yüz ölü ve enflasyon olarak geri döner, memleketin tadı kaçar ama yıkılmayız.

    Fakat bir İsrail-İran savaşı... Bir anda şaka kaka oluverir, kendimizi bir anda bir Amerikan-Rus savaşının içinde ve "taraf tutmakla yükümlü" bulabiliriz.

    Internet'te bir aklıevvel "İsrail'in eylül ortalarında İran'ı vuracağını" birtakım ayrıntılı planlarla da destekleyerek ileri sürdü, "bildik geyiktir" diye üzerinde durmadık. Fakat İsrail'in "yetkili ağızları" da ayrıntılı planlar anlatmaya başlayınca, iş "ciddiyet kesbetti"...

    İran yetkilileri, "keşke İsrail bize saldırsa" dediler, kapışmak için can atıyorlar. Saldırıya uğrayınca "moral üstünlük" de onlarda sayılacak.

    İsrail yetkilileri, "savaşın otuz gün süreceği" tahmininde bile bulunmuşlar. ("En fazla beş yüz Yahudi ölür, bu da makul bir rakamdır" diye sallamışlar. "Amerika'ya danışmadan ve izin almadan saldıralım" diyenler de ağırlık kazanmışlar.)

    1914 yılında da öyle sanmışlardı... "En fazla Noel'e kadar sona erer" diyorlardı ağustos ayında, yani savaş 1915 yılına bile sarkmayacaktı... Ancak 1918 yılının kasım ayında bitebildi. Üç imparatorluğu da bitirdi: Almanya, Avusturya ve Osmanlı.

    Üçüncü bir dünya savaşının çok kısa süreceği tahminleri yapılmıştır. (Einstein, dördüncüsü için de "taş ve sopalarla yapılır" demişti...) Ya öyle olmazsa?

    Ya taraflar, nükleer kapışmanın dünyanın sonunu getireceğini pek iyi bildiklerinden gene "konvansiyonel" silahlarla savaşırlar ve yıllara yayılırsa... Birincisi dört yıl, ikincisi beş buçuk yıl derken, üçüncüsü sekiz yıl, on yıl sürerse?...

    Sosyalizm gelir mi bilmem ama Türkiye gider. Bildiğimiz şekliyle Türkiye Cumhuriyeti diye bir şey ayakta kalmaz. On binlerce ölü de cabası. Biz yaşayacağımızı yaşadık, gençlere acırım.

    Tarih de bu kumar masasına pey süreni affetmez, Enver'i ve "hempalarını" affetmediğimiz gibi.

    Acaba liberal aydınlar, "bize çok acı çektirecek bir altüst oluş" deyimiyle, bir İsrail-İran kapışmasının tetikleyebileceği dünya savaşını mı kastediyorlar, yoksa Türkiye'nin yenilmesi, küçülmesi ve Kürdistan devletinin kurulması gibi "yerel" bir gelişme midir gösterdikleri sopa, ben çözemedim, açık konuşsalar da öğrensek.

     

     

    http://www.tumkoseyazilari.com/yazar/engin-ardic/22-08-2012-savasa-girerse-turkiye-biter.html


  8. Seyyid Arvasi'nin Ziya Gökalp hakkında yazdıklarını bilmem, okumadım. Bence mübarek sizin iddia ettiğiniz gibi, Türkçe ezanı yahud Türkçe Kur'an-ı Kerim gibi lafızları da tasvip etmemiştir. Zira ilk mesajlarda geçen kendi ağzından şol cümleler çıkmışsa /ki evet müslüman türkte olması gereken kıstas bundan ibaret olmalı/ bence sizin söylemlerinizi hak etmiyor.

     

    ''Ben İslâm, iman ve ahlâkına göre yaşamayı en büyük saadet bilen, Türk milletini iki cihanda aziz ve mesut görmek isteyen ve böylece İslâm'ı gaye edinen Türk milliyetçiliği şuuruna sahibim. Benim milliyetçilik anlayışımda asla ırkçılığa bölgeciliğe ve dar kavmiyet şuuruna yer yoktur. İster azınlıklardan gelsin, isterse çoğunluktan gelsin, her türlü ırkçılığa karşıyım. Bunun yanında Şanlı Peygamberimizin ''Kişi kavmini sevmekle suçlandıramaz. Kavminin efendisi, kavmine hizmet edendir. Vatan sevgisi imandandır.'' tarzında ortaya koyduğu yüce prensiplere bağlıyım. Öte yandan İslâm'ın yakından uzağa doğru bir fetih ile bütün beşeriyeti tevhid bayrağı altında bütünleştirmeye çalışan ilâhî sistem olduğunu da unutmuyorum. Yine Şanlı Peygamberimizin ''İlim müminin kaybolmuş malıdır. Nerede bulursa almalıdır.'' tarzında formülleştirdiği mukaddes ölçüye bağlı olarak, hızla muasırlaşmak gereğine inanmaktayım. Bu Türk-İslâm kültür ve medeniyetinin yeniden doğuşu (rönesansı) olacaktır.''


  9. AK Parti milletvekili Ali Şahin, Suriye’nin Halep kentinde kaybolan Türk gazeteci Cüneyt Ünal’ın öldüğünü ileri sürdü.

    132029_1.jpg

     

    Ak Parti’nin Gaziantep milletvekili Ali Şahin, Twitter hesabından yayımladığı mesajında, "Halep’te görev yaparken kaçırılan TRT Muhabirimiz Cüneyt Ünal maalesef öldürülmüş. Yakınlarına ve TRT Ailesine başsağlığı diliyorum" diyerek, Suriye’de kayıp olduğu bilinen kameramanın öldüğünü açıkladı.

     

    Ölüm iddiasıyla ilgili olarak henüz resmi bir açıklama gelmedi.

     

    İngiltere merkezli ve muhalefet yanlısı Suriye İnsan Hakları İzleme Örgütü Halep’te üç gazetecinin kaçırıldığını açıklamıştı.

    ABD tarafından finanse edilen ve Arapça yayın yapan El Hurra televizyonu da, çalışanları Lübnanlı Beşar Fehmi ve Türk kameraman Cüneyt Ünal ile, Pazartesi günü Suriye’ye girdiklerinden bu yana irtibat kuramadıklarını belirtmişti.

    El Hurra’ya konuşan gazetecileri taşıyan aracın şoförü de yollarını kesenlerin Özgür Suriye Ordusu militanları gibi giyindiğini söylemiş, Örgüt ise bu iddiaları yalanlayarak, Suriye güçlerini suçlamıştı.

    JAPON GAZETECİ DE ÖLDÜ...

     

    Japonya Basın Ajansı için çalışan 45 yaşındaki deneyimli savaş muhabiri Mika Yamomoto’nun da, Halep’te Özgür Suriye Ordusu’na bağlı silahlı militanlarla hareket ederken, çıkan çatışmanın ortasında kaldığı ve boynundan vurularak öldüğü açıklandı.

    Yamomoto’nun meslektaşı Kazutaka Sato, yaptığı açıklamada çatışma esnasında arkadaşıyla bağlantıyı kaybettiğini belirtti. Sato, ateş açan grubun Suriye askerleri olmasının kuvvetle muhtemel olduğunu söyledi.

    Japonya Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Masaru Sato ise Yamomoto’nun cenazesinin Türkiye’ye nakledildiğini açıkladı. 45 yaşındaki kadın muhabirin gazeteci babası da "Çatışmaların ortasında kalan insanlardan, onların trajik yaşamlarından bahsederdi. Benden çok daha iyi bir gazeteciydi. Çok iyi bir muhabir ve evlattı" diye konuştu.

    Yamomoto Afganistan ve Irak’ta da savaşları yerinde izlemişti. 2003 yılında Bağdat’ın bombalanması sırasında vurulan ünlü Filistinotelinde bulunan Yamomoto binadan sağ çıkmış ve ülkesinde büyük bir üne kavuşmuştu.

     

    GAZETECİLER HEDEFTE!

     

    Suriye’de çatışmaların başından bu yana gazeteciler de hedef oluyor. Fransız muhabir Gilles Jacquier 11 Ocak’ta Humus’ta Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad yanlılarının eylemini izlerken militanlar tarafından atılan bir havan topu nedeniyle yaşamını yitirmişti. ABD’li Marie Colvin ve Fransız Remi Ochlik de 22 Şubat tarihinde Humus’taki muhaliflere ait askeri bir karargahta bulundukları sırada ordu tarafından düzenlenen saldırıda öldürüldüler.

     

    Haziran ayında, Suriye yanlısı özel televizyon kanalı El İhbariye’nin Şam’daki bürosu silahlı militanların saldırısına uğramıştı. Bu saldırıda üç gazeteci öldürülmüştü.

     

    3 Ağustos’ta muhalifler, Halep’te kaçırdıkları Suriye televizyonunun ünlü sunucusu El Said’i infaz ettiklerini açıkladılar.

    10 Ağustos’ta da El İhbariye kanalının ekibi silahlı muhalifler tarafından kaçırılmıştı. Ekipten bir kamereman öldürülürken, kalanlar Suriye ordusunun operasyonuyla kurtarılmıştı.

     

    Yine muhalifler tarafından son haftalarda öldürülen bir diğer muhabir olan, Suriye’nin resmi haber ajansından Ali Abbas da 11 Ağustos’ta Şam’daki evinde saldırıya uğramıştı.

     

    Hürriyet


  10.  

     

    Artık bir şeyler ciddi çığırından çıktı. Rabbim bizi bize düşürmeye çalışanlara fırsat verme :( Resmen memleket cadı kazanı gibi kaynıyor.

     

     

     

    Teröristler Diyarbakır'da yine iş başında...

     

    PKK, Diyarbakır'da AK Parti eski Sur İlçe Başkanı Hamit Çelikkanat'ı kaçırdı.

     

    Alınan bilgiye göre geçen yıla kadar AK Parti'nin Diyarbakır Sur İlçe Başkanlığı'nı yapan ve halen partinin çeşitli organlarında gönüllü olarak çalışan makine mühendisi Hamit Çelikkanat, terör örgütü mensupları tarafından kaçırıldı.

     

    Diyarbakır'ın Dicle ilçesinde ikamet eden akrabalarıyla bayramlaşmaya giden Çelikkanat'ın yolu bir terörist tarafından kesildi. Teröristler, Çelikkanat'ın eşi ve çocuklarını gönderirken kendisini alarak dağlık alana doğru ayrıldı. Ailesinin haber vermesi üzerine araştırma yapan güvenlik güçleri, Çelikkanat'ın bir grup terörist tarafından kaçırıldığını belirledi. Çelikkanat'ın 2011 yılına kadar AK Parti Sur İlçe Başkanlığı, geçtiğimiz günlerde de yapılan AK Parti Sur İlçe Kongresi'nde de divan başkanlığı yaptığı öğrenildi.

     

    ADVAN: PKK'YA GÖRE BDP DIŞINDAKİ HERKES DÜŞMAN

     

    AK Parti'li Çelikkanat'ın kaçırılmasına ilk tepkiyi AK Parti Diyarbakır Başkanı Halit Advan gösterdi. Terör örgütü PKK'ya göre BDP dışındaki herkesin düşman olduğunu anlatan Advan, bu tutumun yanlış olduğunu söyledi. Özgürlüklerden ve demokrasiden bahseden bir oluşumun insanların hak ve özgürlüklerini kısıtlamasının büyük çelişki olduğunu anlatan Advan, sivillerin derhal bırakılması gerektiğini belirtti. Hamit Çelikkanat'ın AK Parti'ye gönül veren binlerce Diyarbakırlıdan biri olduğunu anlatan Advan, kaçırma olayını kınadığını ve bu çağrıyı demokrasi mücadelesi verenlerin de yapmasını beklediğini ifade etti.

     

    vatan


  11. İmam-ı Beyheki Delail kitabında şöyle rivayet eder:

     

    "Eshab-ı kiramdan İmran bin Husayn (Radıyallahü anh), şefaatle ilgili bazı hadisler nakleder. Oradakilerden biri der ki:

     

    - Siz hadisler bildiriyorsunuz, fakat biz bunlarla ilgili Kur’anda bir şey bulamıyoruz.

     

    İmran bin Husayn hazretleri buyurur ki:

     

    - Sen Kur’anı okudun mu?

     

    - Evet.

     

    - Kur’anda sabah namazının farzının iki, akşamınkinin üç, öğle, ikindi ve yatsının farzının ise dört rekat olduğuna rastladın mı?

     

    - Hayır.

     

    - Peki bunları kimden öğrendiniz? Bizden [Eshab-ı kiramdan] öğrenmediniz mi? Biz de Resulullahtan öğrenmedik mi? Peki Kur’anda kırk koyunda bir koyun, şu kadar devede şu kadar, şu kadar paraya şu kadar dirhem zekat düştüğüne rastladın mı?

     

    - Hayır.

     

    - Öyleyse bunları kimden öğrendiniz? Bizden öğrenmediniz mi? Biz de Resulullahtan öğrenmedik mi? Hac suresinde (Eski evi [Kabe’yi] tavaf etsinler) âyetini okumadınız mı? Peki orada Kabe’yi yedi defa tavaf edin diye bir ifadeye rastladınız mı?

     

    - Hayır.

     

    - Allahü teâlânın Kur’anda şöyle buyurduğunu duymadınız mı? (Peygamber size neyi verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa da ondan kaçının.) [Haşr 7]

     

    Hz. İmran daha sonra buyurur ki: Sizin bilmediğiniz bizim Resulullahtan öğrendiğimiz daha çok şey vardır."

     

    Bir âyet-i kerime meali: (Size, âyetlerimizi okuyacak, sizi her kötülükten arıtacak, size kitabı ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek aranızdan, bir resul gönderdik.) [bekara 151]

     

    İmam-ı Şafii hazretleri, (Bu âyetteki hikmetten maksat, Resulullahın sünnetidir. Önce Kur’an zikredilmiş, peşinden hikmet bildirilmiştir) buyuruyor.

     

    Kur’an-ı kerim açıklamasız öğrenilseydi, Peygamber efendimize, (tebliğ et yeter) denilirdi, ayrıca (açıkla) denmezdi. Halbuki, açıklanması da emredilmiştir. İki ayet meali şöyledir:

     

    (Kur’anı insanlara açıklayasın diye sana indirdik.) [Nahl 44]

     

    (Biz bu Kitabı, hakkında ihtilafa düştükleri şeyi insanlara açıklayasın ve iman eden bir kavme de hidayet ve rahmet olsun diye sana indirdik.) [Nahl 64]

     

    Bu âyet-i kerimeler, açıklamayı gerektiren âyetlerin bulunduğunu gösterdiği gibi, bunu açıklamaya Resulullah efendimizin yetkisi olduğunu da göstermektedir. Kur’an-ı kerimde her bilgi açık değildir. Peygamber efendimiz bunları vahiy ile öğrenmiş ve ümmetine bildirmiştir. İki hadis-i şerif meali de şöyledir:

     

    (Bana Kur’anın misli kadar daha hüküm verildi.) [İ. Ahmed]

     

    (Cebrail aleyhisselam, Kur’an ile beraber açıklaması olan sünneti de getirdi.) [Darimi]

     

    İmam-ı Şarani diyor ki:

     

    Ma'lûmdur ki, Sünnet Kitâb üzere kaziyedir. Aksi değildir. Zira sünnet, Kur'ân-ı kerîmdeki icmallerin açıklanmasıdır. Müctehid imamlar, sünnetteki icmalleri bize açıklıyan âlimler olduğu gibi, onlara uyan âlimler de, onların sözlerindeki icmalleri bize açıklarlar ve bu kıyamete kadar böyle devam eder.Üstadım Aliyyülhavas'dan (rahimehullah) duydum. Buyurdu: Sünnet bize Kur'ândaki icmalleri bildirmeseydi, âlimlerden hiçbiri, fıkıhdaki sular ve abdest bahislerindeki hükümleri çıkaramaz, sabah namazının farzının iki, öğle, ikindi ve yatsının farzlarının dört, akşam namazının farzının üç olduğunu, bilemezdi. Aynı şekilde hiçbir kimse kıbleye dönüldükte yapılan düâda, iftitahda ne söyleneceğini bilemezdi. Tekbîrin nasıl olduğunu, rükû' ve sücûd tesbihlerini, ta'dili erkânı, teşehhüde oturdukta ne okunacağını bilemezdi. Aynı şekilde bayram namazlarının nasıl kılınacağını, ay ve güneş tutulması namazlarını, cenaze, yağmur duası namazları gibi daha çok şeyleri kimse bilemezdi. Bunun gibi, zekâtın nisabını, orucun ve haccın şartlarını, alış veriş, nikâh, yaralama, kadılık ve fıkhın diğer bâblarının hüküm ve esaslarını bilen olmazdı. İmrân bin Husayn'e bir kimse, bizimle yalnız Kur'ânla konuş dedikte, İmrân ona: (Sen tam ahmaksın. Kur'ân-ı kerîmde farzların rek'atlarının sayısı açık olarak var mı? Yahud bunda sesli okuyun, diğerinde sessiz deniyor mu?) buyurdu. O kimse hayır dedi. İmrân bu sözü ile onu susturdu.Yine Beyhakî Sünen'inde Müsâfir namazı bölümünde, hazreti Ömerden (radıyallahü anh) bildirir: Hazret-i Ömere yolculukta namazın kasr edilmesi, ya'nî dört rek'atlı farzları iki rek'ât olarak kılmaktan soruldu ve: «Biz, azîz kitabda korku namazını buluyoruz, fakat seferî namazı bulamıyoruz» denildi. Sorana: «Ey kardeşimin oğlu [yeğenim], Allahü teâlâ bize Muhammed aleyhisselâmı gönderdi. Biz bir şey bilmeyiz. Ancak biz, Resûlullahın (sallallahü aleyhi ve sellem) yaptığını gördüğümüz şeyi yaparız. O, seferde, 4 rekatlı farzları iki kılardı. Onu teşrî' eden Resûlullahdır (sallallahü aleyhi ve sellem)» buyurdu. Bu sözü iyi düşün. Çünkü çok güzeldir.

     

    İmam-ı Süyuti diyor ki:

     

    "Şunu bilesiniz ki, usül ilminde maruf olan şartları taşıyan -kavlî olsun fiilî olsun- hadisler hüccetdir. Resulullahın (sallallahü aleyhi ve sellem) bu hadislerini inkar eden kimse küfre girer ve İslam dairesinden çıkar, yahudilerle, hıristiyanlarla veya Allahü teâlânın murad ettiği diğer kâfir fırkalarla beraber haşrolunur." (Miftahu'l-cenne, s.18)

     

    Mehazlar:

     

    1. İmam-ı Süyuti, Miftahu'l-cenne fi'l-ihticac bi's-sunne (Sünnetin İslamdaki Yeri), Rağbet Yayınları, İst. (Tercüme: Doç Dr. Enbiya Yıldırım)

    2. İmam-ı Şarani, Mizan-ül Kübra (Dört Hak Mezhebin Büyük Fıkıh Kitabı), Berekat Yayınevi, İst. (Tercüme: A. Faruk Meyan).

    • Like 2

  12. [Trabzon'daki Ayasofya Müzesi'nin ibadete açılmasıyla ilgili bir soruyu yanıtlayan Bartholomeos şunları söyledi:

     

    "Biz bütün camilere, bütün ibadet yerlerine saygılıyız. Ancak Ayasofya konusunda bir ihtiyaç görmüyoruz. Yani cami var, oradaki muhtar beyin de söylediğine göre camiler çok ama boş. İlk önce onlar doldurulsun, ondan sonra Ayasofya'ya lüzum hasıl olursa Ayasofya da olabilir. Ama şu an ihtiyaç yoktur, siyaset vardır bu konuda. Ayasofya ibadete açılırsa yalnız Müslüman kardeşlerimize hizmet verecek. Ama müze olmaya devam ederse bütün vatandaşlara ve bütün yabancılara, Trabzon'u ve Karadeniz'i, Türkiye'yi ziyaret eden bütün yabancılara, bütün turistlere hizmet verecek. Yerli halkın bir de geliri olacak. Buradaki turizmin gelişmesine yardımcı olacak. Bu açıdan tekrar açık söylüyorum; müze olarak devam etmesinden yanayız."

     

    ensonhaber

     

     

    Ne ironi ama, elin gavurunun ağzına verdiğimiz koza bakın hele.


  13. Şimdi okurken böyle bir intibaya kapıldım nedense "resmen yalvarmış ya adama bak" düşüncesi geçti. Elbette Üstad'ın çektiği acıları anlayamam "Cinnet Mustatili" eserinde bizler sadece yangını kartpostalda seyrettik ama ben bu denli medet ummayı Üstad'a yakıştıramadım şimdi. Evet koskoca devletin başında tanıdığın bir şahsiyet var, sen hapistesin bir rican olabilir ama Menderes (ne mantıktır ki) asla sana rücu etmiyor sen şiddetle Horaçiyo'dan giriyorsun. Merhum Menderes ayıp etmiş, zaten siyasi taktiğini asla çözemedim bir lider idi. Ahmet Emin Yalman'dan vurulması akabinde bir fincan kan gelmesiyle sabaha kadar başında bekle ama diğer tarafta seni mihrak güç olarak gören hatta partine alsan oyların arrtacağı kesin olan bir fikir adamına tavrın bu denli umursamaz olsun.

     

    Bilmiyorum ne Menderes'e ne de Üstada ben bu yazışmaları yakıştırmadım. Biri dik durmanın diğeri de "duymak"ın hakkını verememiş gibi duruyor. Üstad'a bu tenkidim belki haksız neler yaşadığını gerçekten tam amlamıyla idrak edememiş olabilirim ama benim kafamdaki Üstadı bu kısmen zedeledi.


  14. "Hoca" kitabı Davutoğlu'nu ele alıyor. Geçen kitapçıda gördüm ama almak içimden gelmedi. Bizdeki belki de naz makamı. Çünkü beklentimiz fazlaydı. Yapılan yanlışı yakıştıramadığımızdan. Neyse Rabbim zalimin kökünü kazısın, müslümanı muzaffer kılsın. Bu bazen bir fasığın eliyle de mümkün. İnşallah bu vatana daha güzel hizmetler edecek, laikliğin kadar şeriatın da gönlünü hoş edecek kimlikler başa gelir. Şu bir gerçek AKP kazık çakacak değil, bu halka daha iyisini getir dün alkışladığını bugün yuff çeker. Malesef tarihi gerçektir ve akıbet kaçınılmaz değil.


  15. Ben sizin baktığınız gibi hüsnü zan ile bakamayacağım kimse kusura bakmasın. Evet zımmi gayri müslime zekat verilebilir ama dediğim gibi ramazan ayında müslümanı katleden birine ben ancak zıkkım gönderirdim. Ben şahsen bu budistlere de verildiği haberini alınca annemi o para gönderme talebinden caydırdım ve İHH ile bir şeyler yapmaya çalıştık.

     

    Ben (kim beni taliban ilan eder bilemem ama) ehli gavura asla tahammül ve musamaham olamaz, olanı da hoşgörmem. Sevmiyorum kaburgasız tutumları, ben artık elini masaya vursun istiyorum.

     

    Evet Davutoğlu muteber, muhterem bir şahsiyettir. Diğerlerine nazaran kısmi muhabbetimi hala diri tutmaya çalışıyorum. Ama ben bu yaptığını tasvip etmiyorum, politik olmasını da meşru gerekçe kabul etmiyorum.

     

    Devlet tasarrufu halkın zekat, fitre diye verdiğini elin zalimine verecek kadar esnek olmamalı. Güreş yapmasa da en azından biraz dik dursun, adamın sporvari akide anlayışını göklere çıkarmak da ne oluyor? Mesele çok un alır (bu hamur çok su kaldırır da olabilir) ama bu mevzuda radikal düşünüyorum ve hiç de hoşgörülü biri olmadığım bilmem biliniyor mu?

     

    Bakın bir de müslüman olarak Hazreti Muaviye'nin sözüne bakın;

     

    Ey…Bizans Kayseri!…

    Eğer vatanımız üzerine seferin gerçekleşecek olursa,

    Efendimle anlaşırım ve onun ordusunun öncüsü olarak üzerine varırım!…

    Ve Allah üzerine yemin ederim ki, tahtının merkezi o sisli, dumanlı

    Konstantiniye şehrini yakıp yıkar, kapkara kömüre çeviririm!..

    Topraktan havuç koparırcasına, seni mülkünden söküp çıkarır

    ve domuz çobanı yaparım!…”

     

    Şu tehdite bakın. Muazzam. İşte ben böyle bir devlet adamı istiyorum. Mavi Marmara sineye çekildi Furkan'a yazılan ağıtlarla kaldık, Suriye'nin şehit ettiği pilotlarımızın yırtık postallarını gazete manşeti olmasıyla kaldı.. Ben böyle ezik bir siyaseti yürüten kabineye methiyeler dizmiyorum artık.


  16. Ben Mimar Sinan'ın dehasına laf etmedim.Ortaya koyduğu muazzam icraata böyle edebi gerekçeler üretmeye çalışmak saçma. Mihrimah'adır lafım Kuşkonmaz alınmasın.

     

    Mustafa Armağan da yazmıştı hiç Mimar Sinan ve Mihrimah aşkı diye bir şey olmamış.


  17. Ben artık, siyasi taktiktir gerekçesinden sıkıldım. Egemen'i gider papazdan dua ister siyasi taktik, Madonna'nın konserine gider siyasi taktik, bir bakanın denizde mankenle resimleri olur siyasi taktik, gider dışişleri bakanı katliamdan sorumlu adamın elini sıkar siyasi taktik..

     

    Ben AKP'ci zihniyetten rücu ettim. Ehven-i şer'i gitti.Şerri kaldı bunların.

     

    Şimdi şu manzara da mevzuyu anlamamak için hazineden girip kayıp senetlere dalmanın anlamı yok. Halkın verdiği destek, yardım o budistlere de verilmiş mi evet. E buna daha kılıf bulmamak lazım. Eğer bir siyasi girişimi olacaktıysa bunu müslümanları katlettikten sonra yapmamalıydı.Yok konsolosluk varmış, bugüne değin Myamnar adını hangimiz duydu? Bunlar sahneye ne zaman çıkacaklarını biliyor ama yaptırımları yetmiyor.

     

    Barış dini kavramına ciddi güldüm ama müslümanların kutsal ayında ortaya koydukları icraatlar ile bunu ispat ettiler doğrusu. Aynı tasvir Hocaefendinin ağzından da çıkmıştı. Davutoğlu da diyalogcu olmuş meğer. Kendi aralarında ne yogo ederle ne omm çekerler bilemem, bunun barış dini olup olmadığı diğer insanlara da muamelesi ile anlaşılır ki ben budist zalimlerin müslüman çocuk, kadınlara ne yaptığını yazmayacağım. Burada islamı ve budizmi yan yana kullanması, aynı kefeye koyması dahi büyük hata.

     

    Sen önce gidecek müslüman elini sıkacak, omzunda ağlatacaksın sonra gidip o zalimlerin de elini sıkıp paket vereceksin. Bunu ben anlamıyorum, anlamak istemiyorum.

     

    Sadakayı geçiyorum zekat dahi gayri müsim birine verilir tevbe suresinde geçer bu ama müslümana sığınmış, onun himayesi altında olan birine verilir. Burada müslüman kesimin büyük bir yokluk ve açlık içinde olduğunu bile bile karşı düşman cenaha bu destek heybeden olmuştur. Ve ben artık bu taktik savaşını doğru bulmuyorum, beni bile soğuttular.Suya sabuna dokunmayan bir islam devleti değil radikal siyaset istiyorum.

     

    Daha ne söyliyim, ha hastayım bir de. Yoksa bir kaç sivri kelime yollardım enerjim düşük :)

     

     

     

    http://www.iktibasdergisi.com/news_detail.php?id=11783

    • Like 1
×
×
  • Create New...