Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

mumin

Editor
  • Content Count

    933
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    51

Posts posted by mumin


  1. Çok farklı kafaları olan adamlar malesef asıl mecradan uzaklık neticeyi böyle yapıyor. Çok tuhaf oldum okurken. Ruhun ilahi bir güce doyumsuzluğudur buna iten, arayıştır, ince ıstıraptır bu. Ama çözüm elinle ölümü öne çekmek olamaz. Ama yine de cesaret işidir, ölümü elinle tutmak cesaret işidir.

     

    Mesela Goethe "Genç Wertherin Acıları" eserini kendini intihardan kurtarmak için yazmıştır. Yalnız toplu intiharlara sebep olmuştur, aşık gençlerin intiharını tetiklemiştir. Öte yandan Knut Hamsun'un Açlık eseri vardı, ama durunuz orada ölüm yoktu ama sefil bir yazarın hayatı, dedim öldürseydii iyiydi, intihar daha güzel son olurdu o karakter için. Ya da en hafifinden yıllardır yazdığın şiir defterini yak, ne bileyim mesela Tarancı'nın yaptığı gibi kendi kendine mektuplar gönder, kendini kandır. Arkadaşlarının yanında sesli sesli okur kendini onure edermiş. Bu da kötü canım. Çirkinmiş mübarek, öylü der kendi için yani. Hep geceleri çıkmayı tercih edermiş dışarıya, Ahmet Haşim de öyledir;

     

    Akşam, yine akşam, yine akşam,

    Göllerde bu dem bir kamış olsam!

     

    Bunlar böyle tuhaf bir ruhun adamları. Mesela Mai ve Siyah' da Ahmet Cemil'i çok beğenirdim. Edebiyatla ilgilenen, edepli bir genç. Rabia zengin subayla evlenince, şiir defterini yakmıştı. Bu bence ölümden yani intihardan daha acınaklı bir plan. Gecelerce sayfalara döşediğin göz nuru karalamaları bir anda yakıyorsun, uzun süreç bir anda yok oluyor. Tüm yaşanmışlıkları bir anda ateşin kül ettiğini görmek acı olmalı. Ama ölüm öyle mi? Yabancı şairlerden biri ölümü merak etmiş, yani ölümün vereceği ilhamı. Bileğini kesmiş, kalemi eline almış. Yavaş yavaş takatten düşmüş. Sırf şu kelimeyi yazabilmiş;

     

    _Iıhhh!

     

    Olay budur işte, tüm mesele budur. Gidip anormal anormal hislere muptela olacağına gel benim nur topu islamıma, sonra bir güzel tasavvuf kitaplarını devir, sonra bir de tarik ehli birini bul, bağla gözünü gönlünü ona. O zama ııhhh mıhh demezsin kuzum.

     

    Neymiş, nasipten öteye kasaba yokmuş.


  2. http://www.youtube.com/watch?v=t4iqTcGMwm8

     

    Bakınız siz demişsiniz İmam-ı Rabbani Hazretlerine ait olduğunu. İşte videoda da geçiyor, ki sözden sonra "bir eti kemiği var farklı olarak" lafı aslında olayın düğüm noktası. Sizin baktığınız zaviyeden olmadığı kesin. Benim evvelki yazdıklarımı da çöpe atıverin.

     

    E o zaman sizin dediğiniz hoca!lar da öyledir "seç-beğen-al" tarzı uslubunuzu kabul edemeyiz, zira biz onların sapkınlıklarına şahsi görüşlerimizle yaftalamış değiliz, onlar ehli sünnet ulemalarınca reddiye görmüş, ehl-i sünnet akidesi dairesinden çıkmışlardır. O isimler bizzat kendi memleketlerinde diret tekfir edilip sürgün edilmişlerdir. Milyonlar kendi zanni görüşleriyle davranmış değildir, dediğim gibi kümülatif bir görüş onların safları tahlil edilmiş ve de layık oldukları çukura yükseltilmişlerdir.


  3. O sohbeti ben de izledim ve evet o lafzı telaffuz da etti. Ve yine evet kötü etti. Bakınız siz de yanlış anlamışsınız işte.

     

    Biz dış pencereden baktığımızda, olayları tam manasıyla idrak edemeyecek, mahdud bir seviyeye sahibiz değil mi? Mesela Hallacı Mansur'u ele aldığımızda "Ene-l Hakk" lafını küfür görürüz, İbni Arabi'nin "sizin taptığınız benim ayaklarımın altındadır!" sözünü de küfür sayarız. Bayezid-i Bistami'nin "Sübhanım! Şanım ne yücedir!" sözü de küfürdür.

     

    Ama fakat diğer cihetten bu ani çıkışın arkasındaki hakikattan haberdar olmuş, derinine vakıf olmuşuzdur değil mi? Bu cezbe halleri aşikare yaşanınca, yahut muhabbette aşırılık olup sözde makuliyeti kontrol edemeyecek hal alındı mı böyle dik, yontulmamış karşı çıkışlar da olur. Neyse izah lazım.

     

    Cübbeli Ahmet hocamız da bu cümlesinden ötürü Merhum Bayram Hocamı ikaz etmiş, yanlış anlaşılmalara sebebiyet vereceği için dikkatli olmasını söylemişti. Sonra haberler yaydılar, İsmail Ağa Cemaati birbirine girdi diye. Yalan efendim! İlk bakışta evet cümle yanlış, resmen Allah'a beden isnat ediyor, yiyen, içen, bakan bi etten kemikten kalıp yapıyorsun. Onu yaratılmış sayıyorsun. Elbet aşikare sapkınlıktır bu. Ama işin arka yüzünün açıkladığım gibi olduğu kanısındayım.

     

    Bir de şu var, bir şeyin gayri, zıttı olmayan o şeyin kendisidir. Efendimiz de Allah-u Teala'nın emirlerinin kesinlikle nokta dışına çıkmadığı için, ve katında en kutlu makama sahip olduğu için, ahlakı tamamen O'nun kelamı olduğu için bir "benzetme" yapılmıştır ama evet haddi aşılmış bir iltifattır. Bunda mutabığız fakat kasıt aramamak lazım. O mübarek ciddi manada Allah dostu ve de bir veliydi, geceleri uyuyamaz, "Allah'ım sana geliyorum Allah'ım!" diye nara atarmış.

     

    Ya neymiş, her beyaz olan un değilmiş.


  4. Şu konuyu açarken bu arkadaşın ilk taarruza geçecek şahsiyet olacağını tahmin ettim ve hatta emindim. Biz insanın bir cümlesinden anlarız zira kafası nedir, hangi değirmende öğütülen ekmeği yer, ne yanından kalkar, saçını ne yana tarar.. Yok canım o kadar da değil, tamam mübalağa.

     

    İyi davranalım arkadaşlar, kazanalım onu :) hem bakınız bizim henüz gittiğimiz yolları o dönüyor, bilgemiz bizlere aydınlatacak, bizi mıhlanmış körkütük cahallığımızdan kurtaracak inşaAllah.!

     

    Siz bakar mısnız bana bir;

     

    Dün bugün bakıyorum da, ne yazdığınız yorum varsa hem fitneyi besliyor. Yok Üstad'ın bir sözünü alıp çarşafa karşıt buluyırsunuz, "abovv ihvanlar buna ne der diyorsunuz?" öte yandan Bayram Ali hoca'nın bir sözünü alıntılayıp satıhta kalmışlığınızı fotoğraflıyorsunuz. Cübbeli hocaya alimlere dil uzatmışlıkla itham ediyor, bizlerin de zan beslemesine sebep olmuştur diye bir de framboğazlı bir çukura batıyorsunuz ve de en son Abduh'un ve türevi adamlarının düşmüş olduğu sapıklığı dolambaçlı akıl oyunlarıyla meşru kılmaya çalışıyor kötürümlüğünüzü taçlandırıyorsunuz.

     

    Yemiyoruz abi, yemiyoruz!

     

    Bizler Allah'ın izniyle ehl-i sünnet akidesinde sapasağlam duran muhkem kaleler gibiyiz, fikir örgüsünü de sivri, çilekeş adamlardan kamele erdirmiş, günahkar ama fikirde, ilimde (kısmen) istikameti tutturmuş insanlarız. Onların şeceresini okumuş ve de sindirmiş insanlarız.

     

    Ever burası, "er meydanıdır!" kuru fikir bozmaları değil bizi maneviyat doyurmuştur, maddiyat ve de sakat akıl değil bizi batın ve tefekkür doğurmuştur! Hasılı biz bu "ayaklara" tokuz arkadaşım.

     

    Hayy Allah, bir diyalogcumuz vardı, Abduhçu da geldi, sırtımız yere gelmez gari.


  5. afgani-abduh-residriza.jpg

     

    Şu üç ismi hiçbir uyanık ve şuurlu Ehl-i Sünnet Müslümanı hatırından çıkartmamalıdır: Cemaleddin Afganî, Muhammed Abduh, Reşid Rıza.

    Bunların müşterek özelliği üçünün de sarıklı Farmason olmasıdır. Bunların üçü de İslam’da reform, yenilik, değişim taraftarıdır. Afganî, asıl kimliğini gizleyerek Müslümanları aldatmıştır.

    O, aslen İran’ın Esedabad şehrine mensup olduğu halde kendisini Afgan göstermiştir. O, aslen Şiî olduğu halde kendisini Sünnî göstermiştir. Böylece “Bizi aldatan bizden değildir” hadîsinin tehdidi altına girmiştir.

    Bunların üçü de Osmanlı Hilafetinin yıkılmasında, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak rol oynamıştır. Bunların üçü de Ehl-i Sünnet ve Cemaat İslamlığına büyük zarar vermiştir.

    Masonluk nedir?.. Evrensel, gizli ve özel bir kardeşlik hareketi perdesi altında dünyayı ve insanlığı hakimiyeti altına almak isteyen bir tür dindir. Masonlar iki ana gruba ayrılır: Allah’a inanan Masonlar. Allah’a inanmayan, kimi agnostik, kimi ateist Masonlar.

    İki Mason grubu da İslam’a, Kur’ana, Şeriata, Hilafete karşıdır. Masonlar kendi aralarına Hıristiyanları ve Müslümanları alırlar ama Masonluğu diğer dinlerden üstün kabul ederler.

    Afganî, Abduh, Reşid Rıza Masonluğun İslam dünyasında üç büyük ajanı, üç şövalyesi olmuştur. Afganî ve Abduh’un Masonlukları dışında Bahailikle de alakaları olduğuna dair iddialar ve belgeler vardır.

    Hindistan arşivlerindeki şu belge hayli dikkat çekicidir:

    (C:S: B) Report of D. E. McCracken, dated 14 August 1897, in file foreign: Secret E, Sept. 1898, no. 100. pp. 13-14; national archives of the governement of India, New Delhi.

    Abduh Abdul Baha ile şahsen görüşmüş ve onun hakkında sitayişkar cümleler yazmıştır.

    (Colm Juan R. I., “Rashid Rida on the Bahai Faith: A Utilitarian Theory of the Spread of Religions”, Arab Studies Quarterly 5, 3 (Summer 1983): 278)

    Muhammede Abduh’un kendisini yetiştiren mason üstadına kendi el yazısı ile yazdığı “Beni burda bir görsen, şeyhler dervişler gibiyim, İslam dininin başını yine islam dininin kılıcı ile kesiyorum” sözü isbat edilmiş, kanıtlanmıştır.

    Bugünkü İslam dünyasındaki modernist, reformist, bazısı aşırı, bazısı ılımlı akım ve hareketlerde bu üçlünün büyük tesirleri ve tuzu biberi vardır.

     

    Ehl-i Sünnet uleması, fukahası ve mürşidleri Masonluğa karşı olmuş, onu bir küfür ve fesat hareketi olarak görmüştür.

    Hiçbir İslam aliminin, fakihinin, mürşidinin Bahailiğe en ufak bir sempatisi olmamış, görülmemiştir.

    (Türkiye’de Bahaî cemaati vardır. Hattâ son birkaç yıl içinde onlardarn birinin bir üniversiteye rektör tayin edildiğini duymuştum.)

    Devlet-i Aliyye-i Osmaniye’nin yıkılmasında Masonlar büyük rol oynamıştır. Hilafetin yıkılmasında Masonlar büyük rol oynamıştır. Şeriatın kaldırılmasında Masonların büyük rolü vardır.

    İslam medreselerinin kapatılmasında Masonların rolü büyüktür. Bugün Türkiye’de bazı reformcu ve aykırı ilahiyatçılar Afganî’nin, Abduh’un, Reşid Rıza’nın hayranıdır ve onların izinden gitmektedir.

    Alim, fakih, arif bir Müslümanın bu üç Masonun peşinden gitmesi, onları sevmesi, onların metot ve doktrinini benimsemesi dinen caiz olur mu?

    Âqil ve bilge Müslümanların bu konuyu tartışmaları gerekir.

    Kur’an tek hak, muteber, geçerli dinin İslam olduğunu, Allah’ın İslam’dan başka din kabul etmeyeceğini çok açık, çok seçik, çok vâzıh, çok sarih şekilde bildirmektedir.

    Bir insan nasıl, hem Müslüman, hem Hıristiyan olamazsa; hem Mason, hem Müslüman olabilir mi?

    Birtakım reformcu, yenilikçi, değişimci, yeni İslamcı ilahiyatçıların, Afganî, Abduh ve Reşid Rıza sevgilerini Ümmet’e açıklamaları ve savunabilirlerse kendilerini savunmaları onlar için bir vicdan vazifesidir.

    Sünnî Müslümanlar bu üç ismi, bu sacayağını, Masonluk dininin bu üç şövalyesini bir an bile hatırlarından çıkartmamalıdır.

    Onlar Osmanlı Hilafetini yıkarak, Müslümanlık alemini perişanlığa, esarete, zillete sürüklemiştir.

    İslam alemi onların ektikleri zehirli tohumların ekinleriyle kaplanmıştır.

    Onlar, bilerek veya bilmeyerek emperyalizme, sömürgeciliğe, global Kapitalizme ve Liberalizme hizmet etmiştir.

    Ehl-i Sünnet Müslümanları böyle şâibeli, bulaşık, karışık, bulanık adamların peşinden gitmez.

    Bizim yakın tarihteki imamlarımız Şeyhülislam Mustafa Sabri, Muhammed Zâhid el-Kevserî, Yusuf İsmail en-Nebhanî, Halid-i Bağdadî, Şeyh/İmam Şâmil, Ahmed Zeyni Dahlan, Bediüzzaman, Abdülhakim Arvasî, Muhammed Zâfir el-Medenî, Ebu’l-Hüda es-Sayyadî ve benzeri ehl-i Sünnet uleması, mürşidleri ve mücahidleridir.

    Peygamberimizin zuhurundan, risaletini ilanından, tebligatından itibaren önceki dinler ve şeriatlar nesh olunmuş, yürürlüktan kaldırılmıştır.

    İslam, tek hak din oluşunda hiçbir ortaklık kabul etmez.

    Masonluk, kendini dinlerin üzerinde gören bir doktrin olarak Kur’ana, Sünnete, Şeriata göre merduttur.

    Afganî, Abduh, Reşid Rıza merduttur. Onlan Müslümanlara önder olmaz, baş olmaz, örnek olmaz. Onların yolundan gidilmez. Onların eteklerini tutarak Mevla bulunmaz.

    Gerçek, icazetli, muhlis, muttaki Ehl-i Sünnet ulemasının, fukahasının, mürşidlerinin peşinden gidenler Resulullahın (Salat ve selam olsun ona) hidayet yolunda olur ve Mevlasını bulur.

    Afganî’nin, Abduh’un, Reşid Rıza’nın yolundan gidenler, silsilenin sonunda Masonların Hiram Ustasını bulur. Hiram Usta’nın yolu necat yolu değildir. Hiram Usta’nın eteğine tutunarak ebedî saadet bulunmaz, Cennete girilmez.

    Fa’tebirû yâ ülü’l-ebsar…

    ———————————————————-

    Cemâluddîn Esedâbâdî adında bir kitap var. Bu kitapta, mutlaka bilinmesi gereken bir hadise anlatılır. Afgânî’nin seferde-hazarda, gece-gündüz yanından ayırmadığı bir çantası vardır. Çantada çok özel belgeleri var.

    Bir defasında geceleyin Tahran’da bir arkadaşının yanında uyumaktayken Sultan Abdülhamid’den bir haber gelir. Sultan, Afgânî’yi çağırmaktadır… Afgâni apar-topar hazırlanır ve yola koyulur. Ancak çantasını arkadaşının evinde unutur. Adam çantayla ilgili olarak dostlarıyla istişarede bulunur. Sonunda tarihe bir hizmet olsun diye çantanın içindeki belgeleri çoğaltmaya ve Farsçaya çevirip incelemeye karar verirler. Cemâlüddîn Afgânî’nin 26 farklı imza kullandığı tesbit edilir. Ayrıca, evrakların arasında Afgânî’nin Mason mahfiline sunduğu masonluğa katılma dilekçesi ve masonluğa kabul edildiğine dair belge de vardır. Kabul merasiminin yeri ve zamanı da belirtilmiştir.

    Başka bir belge, Muhammed Abduh’un bir mektubudur. İngilizler, Muhammed Abduh’u Mısır halkı nezdinde popülaritesini artırması için –İngilizler Mısır ahalisinin kalbini kazanan bir Arap öncü yetiştirmek istiyordu- Lübnan’a sürdüklerinde mektubu buradan yazmış. Diyor ki Muhammed Abduh: “Biz senin sağlam yolundayız. Dinin başını yine dinin kılıcından başka bir şeyle kesemezsin. Bizi görsen âbid, zâhid, rükû ve secdeden başını kaldırmayan kimseler zannedersin.” Çantada daha birçok belge vardır.

    Riyad’da Dr. Fehd er-Rûmî, İmam Muhammed üniversitesinde yaptığı doktora tezinin konusu Menhecü’l-Medrese el-Akliyye el-Hadîse fi’t-Tefsîr (Modern Akılcı Ekolün Tefsir Yöntemi)…

    Çalışmanın başında bu akımın öncüleri olan Afgânî, Muhammed Abduh ve Reşîd Rızâ’nın biyografileri var. Benim az önce sözünü ettiğim belgeleri de oraya koymuş. Muhammed Abduh da bu çizgide olan bir kimsedir.

    İngilizler Mısır’da Abduh’u ciddî anlamda desteklemiş ve bir “din ıslahatçısı” olarak öne çıkarmışlardır.

    İslam dünyasını bütünüyle ifsad etmesi için Abduh’u Mısır müftülüğü makamına atamışlardır.

    Çünkü Mısır Ezher’e ev sahipliği yaptığı için tüm İslam dünyasının ilim kıblesiydi. İngilizlere göre Muhammed Abduh’u aktör yaptıkları bu ifsad projesi Mısır’da tutarsa İslam dünyasının diğer ülkelerinde de tutacaktı.

    Bu yüzden Muhammed Abduh aleyhine konuşanlara baskı uygulamışlardı. Ama tüm bunlara rağmen ALLAH Teâlâ hak yolunda malını ve canını feda eden kimseler gönderdi.

    Bunların en başta geleni Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi (rh. a.)’dir. O, Mevkıfü’l-Akl isimli kitabında bu akımın maskesini düşürdü. Bu akımın gerçek yüzünü bilmek için Mustafa Sabri Efendi’nin bu kitabı mutlaka okunmalıdır.

     

    __

    http://www.sapitanla...duh-resid-riza/


  6. http://www.youtube.com/watch?v=518TZFqwfGs&feature=player_embedded#!

     

     

    Bu ezginin bendeki yeri çok çok başkadır. Ufacıktım ablacığımın medrese yollarında elinde bavulu eve iki haftada bir geldiği günler. Burnunun ucunu dahi kimse görmemiştir. Çok imrenirdim o haline öyle olacağım derdim. Şimdi öyle farklı ki.. Off mesele bu değildi. Ha eve geldiğinde hepimizi dizinin dibine toplardı, dört kız kardeş bu ezgiyi söylerdik. Hey gidi günler, şimdi birer birer gittiler.. Hayat sevdiklerimi benden uzaklaştırmada çok mahir çıktı.

     

    Fena oldum ya acayip sarstı dinlemek şimdi. Şunu yine kuvvetle anlamış olalım ki millet;

     

    O kadar aciziz ki bir dakika hadi onu da geçelim bir saniyeyi bile geri almaya muktedir değiliz. Vakit geçiyor iş, iz bırakabilmekte; ama sürüngen hayvanın bıraktığı cinsten değil. Şöyle Uhud'u andırır, Bedr'i anımsatacak bir iz!

     

    Dua etmek lazım daim;

     

    Rabbim sadece rızanı, sadece rızanı istiyorum ve cemalullah!


  7. Bir mecliste, Üstad hakkında yine "süper ego" tarzı söylemleri tetikleyecek şu diyalogu gerçekleştirir;

     

    _Bir neslin imanını şı üç isim kurtarmıştır, İslama büyük hizmetleri olmuştur.

     

    1-Said Nursi

     

    2-Süleyman Hilmi Tunahan

     

    İkinci ismi açıkladıktan sonra duraksar.

     

    Evet Üstad üçüncü isim kim diye sorana döner ve hiddetli bir şekilde cevap verir;

     

    _Kim olabilir ki?!

     

     

    Üstad'ım kendisini işaret ediyor tabi. Hakkı da var, söylediği her sözün hakikatı var O'nun.

    • Like 1

  8. Agresifleştiğim doğrudur. Ben şu mevzu çıktı çıkalı resmen takip ettiğim sitelerde takipçiliğimi dondurdum. Hocaya recm gerek diyen mi dersiniz, sen İslamoğlu'na, Adnan Oktar'a laf ettin bak Allah nasıl müstehakını verdi diyen mi dersiniz, okudukça ifrit oluyorum. Bir burada iş seyrinde gidiyordu ki o yazı bir nev'i taşmaya sebep oldu diyelim. Evet belki herkes benim kadar derin tanımayabilir bu cihetten haklısınız. Ama mezkur yazarın da hakkında kesin deliller olmadan kalkıp "ondan da onu sevenden de" diye başlayıp veryansın etmesi kabul edilebilir değildir. Ben de adamın niyeti buradan belli deyip sorgulamadım ve de kendisini veto ettim. En azından o yazısını. Benim şahıslarla hiçbir alışverişim olmaz, ben öfkem fikredir, ortaya konan düşünceyedir. Ve bu şahıs ciddi hezeyan yaşatmıştır, kaleminin hakkını verememiştir. Ahmet Hakan'dan, Fatih Altaylı'dan ve diğer sol cenah gazetecilerden ne farkı kaldı yargısız infaz yaptıysa? Cübbeli Hoca kendi açıklamış, e ben susayım siz deyin, burada vebal altında kalan, zannın kurbanı olan ben miyim, bu tarz yazıları kaleme alan kalembazlar mı? Tümel bunun iftira olduğunda mutabık, bir kaç şaklaban çıkmış, adeta yıllardır biriktirdikleri kini kusmak için rakibinın yere kapaklanmasın da, "gebereceksin!" deyip bir tekme de beline kendi indirmesi kadar acınaklı. Dava adamı falan diyorsunuz da sergilediği tutumla benim nezdimde diğerlerinden hiçbir farkı kalmamıştır. En acınaklı olan senin safında sandığın adamdan yediğin şamardır. Emin olun fena acıtıyor. Objektif bakamamış bu adam bunu kabullenin.

     

    Uzatmanın anlamı yok. Benim şöyle bir korkum vardır, genelde ille de fikrini karşıdakine dikte ettireceğim derken, mevzuyu inada bindirir inkara kaçar insan psikolojisi. Böyle bir şeye sebebiyet vermemek adına, eğer tarafınızda bir kırdı-döktüye sebep olduysam af ola. Ama mezkur yazar adına dediklerimde hefifletmeye gitmem beklenmesin.

     

    Saygılar

    • Like 2

  9. Elbette yazıyı buraya taşımak kaleme alanla mutabık olduğu anlamına gelmez. Ben de ufak değil hiçbir noktasına katılmadım. Adam suratımıza tükürür gibi tiksiniyorum, iğreniyorum derse "gel be abi elinden öpim Allah razı olsun ne güzel dedin." demem. Ben öbür yanağını uzatanlardan değilim arkadaşım. Adam kalemini sağdan sola götürmemiş tepeden inme gelmiş, mevzuya vakıf değil güncelliği yakalayayım diye borazan, öttürmüş. Kolay kolay ben de adam silmem ama haddi aşanı da /hele ehli sünnettte ciddi gayreti olan birine dil uzatmaksa mesele/ asla affetmem. Bakınız bozkurt yöneticim meseleyi bizzat Hoca'nın ağzından aydınlattı. Neymiş, bele bir şey yohmuş. Yaa. Şimdi dil uzatanların hükmü nedir hocam? Vakit'te yazıyor olması da adamı sağlam yapmaz, orada Hasan Karakaya var bir de. O da Karakoç'tan öykünmüş olmalı zehir zemberek yazmış. Böyle yazarlık olmaz. Ayrıca vakit'te yazıyor olması diyorsunuz yani muhafazakar bir yayın, madem öyle elinde bir delili olmadan nasıl bir hocayı yerden yere vurabildi, hakkında attı tuttu? Bunun ne gazeteyle ne de başka bir şeyle alakası var. Belli o gün kimileri "aman nasıl bir yazı yazsam da ha bu hocayı yerden yere vursam" diye kalemine sarılmış. Ben de bu adamın bu yazısını tutmadım o kadar.

     

    Ayrıca, "sığır suratlı çoban" ile " "sığır çobanı suratlı" tamlamaları arasında fark vardır.

    • Like 1

  10. Câhil Yetiştirme Fabrikası

     

    Câhillik ikiye ayrılır: Basit cahil, okula gitmemiş, okuma yazma bilmeyen bir yıldızlı cahil... Mürekkep cahil: Bunlar okumuştur ama yine de cahil kalmıştır, üstelik cahillikleri katmerli olmuştur. İki yıldızlıdan beş yıldızlıya kadar...

    Vatandaş Türkiyeli, ana dili Türkçe ve 1928'den önce basılmış kitapları okuyamıyor. Mesela eline 1928'den önce yayınlanmış Çalıkuşu romanını veya Ömer Seyfeddin hikayelerini veriniz, aval aval bakıyor. Ha Çince ha Türkçe.

    Adam veya kadın üniversite bitirmiş, yüksek lisans çalışması, sonra doktora yapmış ama Yakup Kadri'nin 1915'te yayınlanmış yazılarını okuyamıyor. Bunlara siz aydın, bilgili, okur-yazar kimseler mi diyorsunuz?

    Vatandaş lise diploması almış, mantık bilmiyor.

    Ülkesinin, devletinin, halkının tarihini doğru dürüst bilmiyor. Tarih diye balığın tırmandığı kavak masalları ve mavalları okutulmuş ona.

    Adam Müslüman, lakin İslam dini ile ilgili en basit inanç maddelerini bilmiyor.

    Üniversite mezunu ama yeterli ahlak ve karakter eğitimi almamış, görgü öğrenmemiş.

    Lise bitirmiş, en basitinden estetik ve sanat kültürüne sahip değil.

    İlköğretim ve lise 12 sene, üniversite en az dört sene, bizim vatandaş ilim, irfan, bilgelik, sağduyu sahibi olamamış.

    Aksine, bir yığın ön yargı, bir sürü modern hurafe sahibi olmuş.

    Beyni yıkanmış.

    Zekası dumura uğramış, vicdanı körletilmiş.

    Neymiş, diplomaları varmış... Olmaz olsun böyle diplomalar!..

    Okumuş, aydınlanmış vatandaş 300 kelimelik basit, sade suya tirit, çarşı pazar sokak Türkçesiyle değil, en az on bin kelimelik ve terimlik edebî ve yazılı Türkçe ile düşünür.

    Bir eğitim sistemi genç nesillere zengin, yazılı ve edebî lisanlarını öğretemiyorsa o eğitim değil, aptallaştırma, beyin yıkama fabrikasıdır.

    Türkiye'nin bugünkü ideolojik vesayet eğitim sistemi bilgilendiriyor, aydınlatıyor mu, yoksa beyin mi yıkıyor?

    Var mısınız bir sınav yapalım: Yüz sözde okumuş vatandaşa 1928'den önce basılmış bir roman verip oku şunu bakalım diyelim. Yüzde kaçı gürül gürül okuyabilir acaba?

    Bu eğitime harcanan paralara yazık!

    Boşa giden zamana, emeklere, harcanan kuşaklara yazık!..

     

     

    * (İkinci yazı)

     

    Kötülüklere Karşı Olmak

     

    BEN Müslümanım ama dine, vatana, millete zarar veren; İslamın yap dediklerini yapmayan, yapma dediklerini açıkça yapan, haram yiyen, rüşvet alan, gayr-i meşru şekilde zenginleşen, fitne ve fesat çıkartan kötü Müslümanlara, daha doğrusu kötü İslamcılara karşıyım.

    Onlara karşı olmam benim iyi ve olgun bir Müslüman olduğumu göstermez, zaten böyle bir iddiam da yoktur.

    Dinimiz kesin şekilde rüşveti yasak kılmıştır.

    Yine her türlü haram kazanç, gelir, zenginleşme büyük günah sayılmış kötülenmiştir.

    Lüks, israf, sefahat de büyük günah ve isyan olarak bildirilmiştir.

    Kur'an, Peygamberimiz (Salat ve selam olsun ona) İslam düşmanı kafirlerin dost ve veli edinilmesini kötülemiş ve bu konuda Müslümanları uyarmıştır.

    İslam zinayı çok büyük bir günah ve çok ağır bir suç olarak görmüş ve ispat edildiği takdirde ağır ceza vermiştir.

    İslam emanetlerin ehline verilmesini emr etmiş, verilmemesinin büyük günah ve suç olduğunu bildirmiştir.

    İslam, kadınlara vesika verilerek yaptırılan yasal fuhşu kabul etmez.

    İslam ribayı kesin olarak yasaklamıştır.

    İslam'da insanların gizli ve özel hayatları tecessüs edilmez, araştırılmaz ama yukarıda saydığım münker işler, kötülükler, suçlar açıkça ve küstahça işlenirse iş değişir, bunlara göz yumulmaz.

    İslamın yasakladığı kötülüklerden biri de din ticareti ve sömürüsü yapmaktır.

    Ümmet birliğini bozmak da günahtır.

    Bugün Türkiye Müslümanları paramparça olmuşlar ve edilmişlerdir.

    Din sömürüsü büyük bir "sektör" haline gelmiştir.

    Müslümanların içine CIA ve Mossad girmiştir.

    Müslüman kesimde casuslar, ajanlar, provokatörler, çeşit çeşit istihbaratçılar cirit atmaktadır.

    Din yoluyla efsanevî servetler elde edilmektedir.

    Mâruflar terk edilmiş, münkerler toplumu sarmıştır.

    Bina, zina, lüks, israf, sefahat, gaflet korkunç boyutlara ulaşmıştır.

    Müslüman toplum yapılması farz olan emr-i mârufu ve nehy-i münkeri yeteri kadar yapmamaktadır.

    Beş vakit namaz terk edilmiş, şehvetlere uyulmuştur.

    Dünyada her dinin bir reisi vardır ama Müslümanların tümünün bir İmam-ı Kebiri, bir Emîri yoktur.

    Kötü ve bozuk düzenin haram rantları kapışılmaktadır.

    Bunca kötülüğü, isim vermeden, savcılık taslamadan tenkit etmek, bunlara muhalif olmak hepimizin boynunun borcudur.

    Namaz kılmayanları isim vererek tenkit etmeyiz ama namazın terkini tenkit ederiz.

    Kimler haram yiyerek zenginleşiyor, isim veremem ama haram yollarla zenginleşmeyi tenkit ederim.

    İslam'da gizli günahları araştırmak yoktur ama açıkça ve küstahça işlenen günahlara göz yummak da yoktur.

    Müslümanların başsız olmalarının suçu hangi şahıslara ve sorumlulara aittir, bunu isim vererek yazamam ama başsızlığı, biatsizliği tenkit ederim.

    Hangi Müslüman 200 bin dolarlık lüks ve israflı otomobille geziyor, onu isim vererek teşhir ve terzil (rezil etmek) edemem ama böyle otomobillere binilmesini tenkit ederim.

    Bundan otuz kırk sene kimler radikal Müslümanlardı ve bozuk düzeni kıyasıya tenkit ediyorlardı da şimdi bunların bir kısmı müteahhit olmuş, bozuk dedikleri düzenin haram rantlarına saldırarak zenginleşmiş, bu konuda da isim veremem ama bu gelişmeyi tenkit ederim.

    Nefsime ve şahsıma bir pay çıkartmaksızın açıkça işlenen kötülükleri, münkerleri tenkit etmek mütevazı bir yazar olarak benim vazifemdir.

    Peygamberim (Salat ve selam olsun ona) "Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır" buyuruyor.

     

    12 ARALIK 2011


  11. Bütünüyle Hesap Sormak

     

    SON bir asırlık tarihimizde çok büyük zulümler olmuştur.

    Halka, vatana, devlete büyük hıyanetler edilmiştir.

    Zulüm... Hıyanet... Bunları, birtakım yalancılardan başka kim inkar edebilir?

    Türkiye halkının temel insan hakları ihlâl edilmiştir.

    Uyduruk mahkemelerin zalimâne kararlarıyla çok insan asılmış, zindanlarda çürütülmüştür.

    Nice vatandaşımız yargısız öldürülmüştür.

    Yakın tarihimizde millî kimlik ve kültürümüz ayaklar altına alınmıştır.

    Soykırımlar yapılmıştır.

    Bunlar inkâr edilemez.

    Devletimizin bütün bu zulümlerle, bu hıyanetlerle yüzleşmesi lazımdır.

    Bu zulümler, bu hıyanetler teker teker ele alınmamalı, hiçbiri saklanmamalı, bütünüyle ele alınmalıdır.

    Son günlerde Alevîlere yapılan zulümler gündemde.

    Sünnî çoğunluğa onlardan çok daha fazla zulm ve hıyanet edilmiştir.

    Son bir asırlık tarihimizde Türkiye yağma edilmiştir.

    Ermenilerden, Rumlardan kalan mallar dosyası ne zaman açılacak?

    Yakın tarihimizde tarihî İslam kabristanlarının büyük kısmı yerle bir edilmiştir. Bu Vandallığın hesabı sorulmayacak mıdır?

    Yıkılan, satılan, kiraya verilen binlerce cami, sayısız medrese, taş mektep, vakıf eseri...

    Bulgarlara balyalar halinde okkası iki buçuk kuruştan satılan millî arşiv.

    Canına okunan zengin, edebî, yazılı Türkçe.

    Kapatılan ecdat türbeleri.

    Müslüman halka hacca gitme yasağı.

    Kapatılan, yasaklanan tasavvuf tarikatları.

    Şapka yüzünden idam edilenler.

    Birtakım adamların, ömürleri boyunca ticaret yapmamalarına rağmen elde ettikleri efsanevî servetler.

    Yıllar boyunca Ezan-ı Muhammedî okunmanın yasaklanması.

    Fatih Sultan Mehmed'in "Benim bu camimle ilgili vakfı bozanların üzerine Allah'ın laneti olsun dediği" Ayasofya'nın kapatılması.

    Büyük vatansever Trabzon milletvekili Ali Şükrü beyin alçakça ve kahpece şehit edilmesi dosyası ne zaman açılacaktır?

    Türkiye halkının büyük kısmının fakirlik, sefalet, hastalık, bit, sıtma, açlık, kıtlık, dipçik, yolsuzluk, susuzluk ile terbiye edilmesi.

    Türkiye'de bir korku imparatorluğu kurulması.

    Evet bütün bu zulümler, bu hıyanetler; bu kötülükler bütün olarak ele alınmalı ve bunların hepsiyle yüzleşilmelidir.

    Çok uzaklara gitmeye lüzum yok, Erzican'ın Başbağlar köyünde camiden çıkarken hiçbir suçu olmayan 33 Müslüman vatandaş gaddarca, vahşice, merhametsizce şehit edildi ve kanları yerde kaldı. Bunun hesabını kim soracaktır?

    Ben sadece Müslüman çoğunluğun haklarını savunmuyorum. Karadeniz'in karanlık ve soğuk sularına atılarak öldürülen Mustafa Subhi'lerin de hesabı sorulsun.

    Ortadoğu'nun Japonya'sı olabilecek Türkiye'yi geri bırakanlardan hesap sorulmayacak mı?

    Ölmüşlermiş... Olsun... Ölülerden hesap sorulmaz mı?

    * (İkinci yazı)

    Korku ve Ümid

     

    KABRİSTANLARIN önünden geçerken ölülere rahmet dilerim. Hastahanelerin önünden geçerken bütün hastalara âcil şifalar dilerim.

    Hapishanelerin önünden geçerken içeridekiler için Allah kurtarsın derim.

    Kendim, annem babam, hısım akrabam, dedelerim ninelerim, kendilerinden feyz aldığım hocalarım, ulema fukaha ve meşayih, tanıdıklarım, dostlarım arkadaşlarım, komşularım, tanıdıklarım, Hazret-i âdem aleyhisselamdan bu güne kadar gelip geçmiş ve halen yaşayan bütün mü'minler için bağışlanma dilerim.

    Kendim ve yaşayan bütün mü'minler için hüsn-i hâtime dilerim.

    İman etmemiş kimseler için hidayet dilerim.

    Bana iyilik etmiş olan herkes için kat kat iyilikler dilerim.

    Kendilerine bilerek veya bilmeyerek kötülük ettiğim kimselerden beni bağışlamalarını, haklarını helal etmelerini dilerim.

    Nefsimin, insî ve cinnî şeyâtînin, zalimlerin, münafıkların, mürailerin, düşmanlarımın şerlerinden Allah'a sığınırım.

    Gıybetimi yapanlara, sevaplarını bana verdikleri, benim günahlarımı yüklendikleri için teşekkür ederim.

    Ayasofya'nın önünden geçerken, inşallah yeniden cami olur diye dua ederim.

    Sesi bed, üstelik usûl erkan bilmez biri hoparlörü sonuna kadar açarak 130 desibel avaz avaz ezan okurken ne olurdu bu kadar bağırmasaydı derim.

    Cenaze namazına gelmiş, neşeli bir şekilde gülüyor, yanındakilerle şakalaşıyor, böyleleri için keşke biraz hüzünlü ve ciddî olsalar derim.

    Sokakta, açıkta, herkesin arasında yiyen içenlere keşke yemeseler, içmeseler derim.

    Benim için Müslümandır diyenlere bir şey demem ama iyi Müslümandır diyenlere evet demem.

    Herkes beni kötülemekte birleşse, benim kendimi kötülediğim kadar kötüleyemesinler isterim.

    (Not: Başbakanımız bir ameliyat geçirmişler, Allahtan kendilerine sıhhat, afiyat, şifa ve bütün hayırlı işlerinde muvaffakiyet dilerim.

    Devlet, hükümet adamlarımızın hayırlı olmayan işlerde başarılı olmamalarını dilerim.)

    Sokakta, caddede çok lüks bir otomobil görünce yüzümü buruşturur, israfı kötüler ve bunun sahibi keşke mütevazı bir arabaya binseydi derim.

    Camide başları açık namaz kılanları görünce üzülür, inşallah başlarına takkeye benzer bir imame geçirirler de sünnete ve edebe uyarlar derim.

    Halkın ucuza karnını doyurduğu esnaf lokantalarını görünce hafiflerim, lüks ve pahalı lokantalar bana kasavet verir.

    İyi bir insan olmak isterim, olamam.

    Salonumda Hattat Davud beyin yazdığı bir levha var: 'Abdün muznib... Rabbun Gafur...

    Korku ve ümid...

     

    04 Aralık 2011


  12. Başka Dersim'ler var mı?

    Bu defaki Dersim tartışması, CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün'ün 10 Kasım 2011 tarihli Zaman'da çıkan demeciyle başladı ve bu konuda en son konuşması gereken Deniz Baykal'ın açıklamasıyla doruğuna ulaştı.

     

     

    Baykal'a göre Dersim tartışması bir "tuzak"tı ve CHP bu tuzağa düşmeyecekti. Oysa bu bir "tuzak" ise, buna düşmemenin yolu, onu görmezden gelmek değil, tanıyıp bu kabuk bağlamış yaranın sahiplerinden özür dilemekten geçmez miydi?

    Bu defaki Dersim 'açılımı', uzun bir süredir bu köşeden benim de kendi imkânlarımla katkıda bulunduğum yakın tarihin aydınlanması girişimleri için çok önemli bir adım oldu. Bunun arkası gelecek ve başka Dersim'ler de birer ikişer gün yüzüne çıkacak. Bakın, şimdiden sıraya girdiler bile.

    Cumhuriyet devrinde yaşanan bu 'öteki Dersim'lerden birisi de, 1930 yazında gerçekleştirilen Zilan katliamıdır. Öyle ki, bu katliam, yapıldığı tarihte -Zilan'ı duymazlıktan gelen solcularımızın kulakları çınlasın- Zürih'te toplanan Sosyalist Enternasyonal tarafından kınanmış, dünya kamuoyunun dikkatlerini "Türk oligarşisi"nin Kürt halkını kurban ettiğine çekmiş, bölgede işlenen "kanlı suçlar"ın kapitalist ülkeler tarafından görmezlikten gelindiğini ifade ederek bunu protesto etmiştir. (W. Jwaideh, Kürt Milliyetçiliğinin Tarihi, İletişim: 2004, s. 413-4)

    armagan01.jpg

    Peki Zilan'da ne oldu?

    1925 yılında patlak veren Şeyh Said ayaklanmasının şiddetle bastırılması ve ardından gelen kitlesel zorunlu iskân uygulaması adeta Kürt milliyetçiliğinin gelişmesi için uygun bir zemin hazırlamış oldu. 1927 baharında bir Kürt Milli kongresi toplandığını ve kongrede bütün milliyetçi örgütlerin dağıtılarak hepsinin Hoybun (Bağımsızlık) adlı bir örgüt çatısı altında birleştirilmesine karar verdi. Ve bir bayrağı da olan minyatür bir devletin Ağrı Dağı eteklerinde kurulduğunu görüyoruz.

    Önceleri şaşırtıcı bir şekilde uzlaşmacı davranan Türk yetkilileri müsait davrandılar ama Kürt milliyetçileri bunun bir tuzak olduğu inancıyla anlaşmaya yanaşmadılar. Bunun üzerine Türk devleti Mayıs 1930'da 4. ve 6. Kolordulara Salih (Omurtak) Paşa komutasında hareket emri verdi. Yine de ilk ateş, Kürtlerden geldi. 11 Haziran'da başlayan hücum ilk aşamada başarılı oldu, Türk ordusu Ağrı Dağı'ndan atıldı.

    Ancak savaş uzayıp yayıldıkça kimin daha dayanıklı olduğu anlaşılıyordu. En son 2 Eylül'de meydana gelen büyük bir çarpışmada Kürt kuvvetleri Türk askerini Diyarbakır'a doğru geriletmeyi başardılar ama bu başarı, aynı zamanda kuvvetlerinin son damlasını kullandıkları anlamına geliyordu. Üstün asker sayısı ve ikmal imkânlarıyla Türk askeri kontrolü ele geçirdi ve isyancılar dağıldı; Kürtlerin komutanı İhsan Nuri İran'a kaçmayı başardı. Bir isyan daha bastırılmış oluyordu.

    Ancak iş orada kalmadı. İsyanın bastırılmasını ağır ve kesin cezai tedbirler, yani tehcir (zorunlu göç), toplu tutuklamalar ve alelacele infazlar takip etti. Bölgedeki Kürt köyleri uçaklarla bombalanıp ateşe verildi. Bugün hâlâ son tanıkları hayatta olan sivillerin katledildiğini biliyoruz.

    armagan02.jpg

    'Nereden biliyoruz?' diye soracaksınız haklı olarak. Tabii günün birinde bir Başbakan çıkıp da Dersim'de öldürülenlerin resmi sayısını açıkladığı gibi Zilan deresinde öldürülenlerin sayısını açıklayıncaya kadar da kesin ölü sayısını bilemeyeceğiz. Ancak devrin gazetelerinde, özellikle Cumhuriyet gazetesinde önemli bilgiler var. Aşağıda bu bilgilerin bir kısmını o gazetelerden aktaracağım.

    Mesela 16 Temmuz 1930 tarihli Cumhuriyet'te bir yandan Ağrı Dağı harekâtının yeni başladığı ifade edilirken öbür taraftan uçaklarımızın bombardımanın devam ettiğini okuyoruz. Robert Olson'un tezi böylece doğrulanıyor. Biz daha çok Sabiha Gökçen'in Dersim'i bombalamasına takmış durumdayız ama açık gerçek şudur: Kürt isyancıların ve köylerin bombalanması sayesinde stajını tamamlamıştır Türk Hava Kuvvetleri!

    16 Temmuz tarihli Cumhuriyet'i okumaya devam ediyoruz:

    "Ağrı Dağı tepelerinde kovuklara iltica eden 1.500 kadar şaki kalmıştır. Tayyarelerimiz bilafasıla (aralıksız) uçuşlara devam ederek, şakiler üzerinde çok yakından bombardıman ediyorlar. Hava ateşi süreksiz devam etmekte, Ağrı daimi infilak ve ateş içinde inlemektedir. (...) Süvarilerin yetişemediği yerlerde Türk'ün demir kartalları asilerin hesabını temizlemektedir."

    Fakat operasyon sadece Ağrı Dağı'nda değil, daha güneyde, Van Gölü'nün kuzeyindeki Erciş'te, Zilan deresinde de bütün hızıyla devam etmektedir. Aynı gazeteye göre Ağrı eteklerinde eşkıyaya iltica eden köyler ahalisi Erciş'e sevk olunmuştur. Gazetede yazıldığına göre,

    "Zilan harekâtında imha edilen eşkıya miktarı 15 binden fazladır. Yalnız bir müfreze önünde düşüp ölenler 1.000 kişi tahmin edilmektedir. Buradaki harp pek müthiş bir tarzda cereyan etmiş, Zilan deresi lebalep ecsad ile dolmuştur."

    Bu nasıl bir bilgidir? Zilan deresinin ağzına kadar cesetle dolduğunu bildiren gazetedeki haberin bir kısmı devletin okuru gaza getirmek için verdiği yanlı bilgiler olsa dahi, Ağrı Dağı harekâtının henüz başlamadığı hesaba katılırsa Zilan deresinde öldürülen 15 bin kişinin hepsinin eşkıya ya da bugünkü deyimle terörist olması mümkün müdür? Akla mantığa sığmayan bu veriyi sunanlar, sadece Zilan'da 15 bin teröristin bulunmasının ne anlama geleceğini anlaşılan kimsenin fark etmeyeceğini zannetmektedir. Bu açıkça bir katliamdır ve katliamın Dersim'de veya Zilan'da olmasının bir önemi olmamak gerekir. Dersim için ayağa kalkan Türkiye'nin Sünni Van'a bağlı Erçiş'teki Zilan halkı için de sesini yükseltmesi gerekmez mi?

    Velhasıl diğer Dersim'leri de tartışmaya hazır mıyız?

    Mustafa Armağan

    04 Aralık 2011

     

     


  13. Hiçbir şey değişmedi, ama her şey başka bir biçimde var olup gidiyor. Anlatamıyorum. Bulantıya benziyor bu, ama aynı zamanda onun tam tersi. Sonunda başımdan bir serüven geçiyor, kendimi sorguya çekince kendimin kendim olmaklığımın ve burada bulunmaklığımın başımdan geçtiğini görüyorum. Geceyi yarıp geçen ben'im. Bir roman kahramanı gibi mutluyum.

     

    Yapayalnızım, ama bir kente yürüyen ordu gibiyim...

     

    Bulantı/ Sartre


  14.  

     

    Ulviye : Evladım gitme, gitme!

    Hüsrev : Ne yapayım anne? Kestiniz incir ağacını!

     

     

     

    Ruhumda derin çizgiler bırakmıştır bu nokta. İlk okuduğumda günlerce tesirinden kurtulamamıştım. Sonraları bir gözden geçireyim diye elime aldım, bir baktım yine okumuşum. Muazzam ibareler ve de çekilen çilenin adeta fotoğrafı söz konusu. Üstad'ım, biricik Üstad'ım mekanın cennet olsun. Sen'den öğrendiğimi kimseden öğrenmedim ben.


  15.  

    "Tevekkeli değil, Havva'nın Âdem'in kaburga kemiklerinden yaratılmış olması... O kendisidir, kendinden kendisini isteyen bir şeydir; istediği nasıl verilebilir? Kadın ancak muazzam bir ruh rejimi içinde vasıta rolü oynayabilir; gaye olunca da gökleri erkeğin üzerine yıkar. Onu, gayelerin gayesi yolunda bir işaretçi olmanın ve büyük visalden gizli bir tad getirmenin sınırında nasıl tutabilmeli?.."

     

    Bilmezdim açıkçası, kadında var olan sırrın mahiyetini. Üstad'ın eserlerini okudukça kendimi tanıdım, keyfiyetini çözdüm kadının. Ama diyemem herhalde tamam o makamdayım. Tuhaf bir denklem bu. Beyhude demedi, Beyazid-i Bistami, Allah'ım benden kadının gerektirdiği şeyleri al diye. Sonra bunu Efendimiz dahi dememiştir diye düşüncesinden pişman olmuş. Allah muradını hasıl etmiş. Ve diyor sonra, "ha kadını gördüm ha duvarı". Rabbim her bir vesileden, vasıtadan kendini buldursun inşallah. Bilakis sapıtmada, gayeden uzaklaşmada insanı insana mani kılmasın yüce Mevlam. Nefsi terbiye önemli. Araç olduğu müddetçe, evet kaçınılmazdır birliktelik. Kesrette vahdet. Üstad'ımın dediği gibi aslında, "kendinden kendisini istemek"tir bu.

     

    Ve Kur'anda geçti, "vezzekeri vel ünsa" "kadını ve erkeği yaradana and olsun."


  16. Üstün ruhtur çünkü O. Bilir ki verdiği onun evde kalan değildir. Mmerhum Mehmet Akif'in de Arnavutluk'tan bir memleketlisi gelir. Kaldırır evinin ortasındaki halıyı verir. Düşünmeden etmeden. Sonra evine davet ettiği arkadaşlarını ertelemek zorunda kalır. Serecek kilimi olmadığı için. Bir defasında da çıkarır cebinden evinin anahtarını verir. Gelirler kendisini görmeye, yabancı biri açar. Der;

     

    Anahtarı verdi gitti.

     

    Bunlar böyle insanlar. Ne para dolu çantanın ne evin barkın hatrı vardır. Hepsi Allah'ın hatrına fedadır dostlarım, gönüldaşlarım. Olaylar incedir ince. Yalnız idrake kafa yetmez.

    • Like 1

  17. Tevatürle sabir mevzuu, hükmü reddetmenin karşılığı bizzat din-islam dairesinden çıkmaktır. İkinci şık yoktur. Hadisin Kur'andan bir hükmü nasih edebilme özelliğinin olabilirliğini dahi tartışmıştır alimler. Düşününüz ayetin hükmünü kaldırmaktan bahsediyoruz. Kimi asalak ve türevlerinin sadece Kur'an müslümanlığı dedikleri, kulağa hoş gelen derinde sünneti yok sayan güruh yarın cehennemin kütür kütür yiyeceği etten kalıptır. Müteşeddidim evet.


  18. http://www.youtube.com/watch?v=UQVQU5RgQ4A

     

    Musiki dersimizde geçmişti, sizler de istifade ediniz. Gerçekten insanın içine işliyor. Efendimiz'in biricik torunu nasıl bir imtihana tabi tutulmuşken, susuzluktan dudakları çatlamışken biz bardak bardak götürür, bir sıcak günlere dayanamayz. Öyle sanıyorum ki, içtiğimiz o yudumlar dahi ahirette bizden davacı olur.

     

    Çok hassas olmalı müslüman, derin yaşamalı müslüman, ferdiyetçi değil ümmetçi olmalı müslüman.

    • Like 2
×
×
  • Create New...