Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

mumin

Editor
  • Content Count

    933
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    51

Posts posted by mumin


  1. Geçen haftadan kaldığımız yerden devam edelim. Evlilik hayatını bir gemiye benzetmiştik. Erkek bu geminin kaptanı, kadın da kıymetli bir yolcusu demiştik. Tabi bedava yolculuk olmaz. Kadına da bu yolculuk karşılığı gemi içinde düşen işler vardır. Aslında ikisi içinde işlerden daha öncelikli olan geminin sağlamlığıdır. Geminin dışı muhabbet zırhı ile kaplanırsa, gemi en azgın fırtınalara bile dayanabilir.

    "Deniz dalgasız olmaz, güzel sevdasız olmaz." Her türlü dalga ve fırtınaya karşı, ancak muhabbet zırhı direnebilir. "Güzel sevdasız olmaz." dedik. Kaptan, geminin yakıtını sevgi ile doldurursa işi kolay olur. Çünkü:

     

    Kadın=Sevgidir.

    Kadınların erkeklerden beklediği, en çok ihtiyaç duyduğu şey sevgidir. Kadınlar, beynin duygusal merkezi olan sağ tarafı daha çok kullandıkları için, sevgi ihtiyaçları daha fazladır.

     

    Minicik kız çocukları bile anne babanın yüz ifadelerini takip edip şirinlikler yaparlar ki daha fazla sevilebilmek için. Sevilen ve sevildiği hisseden kadınla yolculuk yapmak keyiflidir. Sevilmediğini düşünen kadın hırçındır, denizden daha dalgalıdır. Kaptan geminin selameti için yolcuyu sevgisiz bırakmamalıdır. Yolcuya ne kadar kızarsa kızsın, onu sevgiden mahrum ederek cezalandırmamalıdır.

     

    Kadın=Duygudur. Kadınlar için duygular, gerçeklerden daha önemlidir. Bu yüzden duygularının dikkate alınmasını isterler. Kadınlar duygusal bir koca değil, duygularına saygılı olan koca isterler. Çok duygusal erkekler kadınları bir süre sonra bunaltır. Kadın, erkeğin onun duygularını dinlemesini ve anlamasını bekler. Yoksa erkeğin kendi duygularını uzun uzun anlatmasını değil. Kadınlar, kınanmadan ve suçlanmadan rahat rahat ağlayabilmek ister. Duygularını paylaşmak ister.

    Kadın= Kelimedir. Kadınlar, hayat enerjilerini kelimelerle toplarlar. Tatlı sözler, iltifatlar, hoş hitaplar, kadınları güzelleştirir. Kırıcı sözler ve eleştiriler yaşam enerjilerini bozar. Kadınlar kelimelerle sevmek ve sevilmek isterler. Kelimeler kadınlar için önemlidir. Kadınlar sevildiklerini, güzel olduklarını, iyi olduklarını duymak isterler. Yaptıkları işin takdir edilmesini beklerler.

    Kadın=Dildir. Erkek, kulak olursa ona, güzel bir uyum yakalamış olurlar. Kadınların çoğu zaman konuşalım demeleri bile "beni dinle" demektir. Konuşmak, yaşadıklarını sevdiği ile paylaşmak kadınların en büyük ihtiyacıdır. Erkeğin karısını dinlemek için mutlaka zaman ayırması gerekir. Bu ayırdığı zaman çok uzun bir zaman olmasa bile, bütün dikkati ile kadını dinliyorsa bu kadına yeterli olur. Fakat erkek kadına kulağını vermezse, kadının dili bir yılana dönüşebilir. Bu da oldukça tehlikelidir.

     

    Kadın=Tendir. Yumuşaktır ve yumuşak dokunuşları sever. Hoyratlıktan, acelecilikten hoşlanmaz.

    Kadın yumuşak erkek istemez. Onu incitmeden sevecek, yumuşak dokunmayı bilen güçlü erkek ister.

    Kadın=Gönüldür. Çabuk kırılır, azarlanmayı, cezalandırılmayı sevmez. Önemli bir konu olmadıkça erkeğin onun her işine karışmasını, eleştirmesini istemez. Erkek de zaten kadının ıvır zıvır işlerine karışıp, çok konuşup saygınlığını yitirmemelidir.

     

    Kadın= Detaydır. Küçük şeyler kadınlar için önemlidir. Kadın için küçük bir şey yapmak "bunu senin için yaptım" demeniz onun için çok değerlidir. Bir çiçek, hoş bir mesaj, sevdiği bir şeyi almak, tatlı bir bakış, tebessüm, ona ayrılmış kısa da olsa özel bir zaman...

    Kadın=Şefkattir. Şefkat göstermeyi de görmeyi de sever. Erkek, kadına şefkatli davrandığında kadın değerli olduğunu hisseder.

     

    Kadın=Neşedir. Erkeğe saçma ya da gereksiz gelebilecek pek çok konu, kadın için eğlencedir. Bu neşeye erkek, arada bir dahil olursa, birlikte gülebildikleri kadar yolculukları keyifli olur. Kadının neşesi ile neşelenmek erkeği rahatlatır.

    Kadın=Hayattır. Kadın, erkeğin hayatının her alanında olmak ister. Dümeni ele almaya çalışabilir. Bu da yolculuğu tehlikeye düşürür. İşte o zaman kaptanın mahareti ortaya çıkar. Hayatın neşesini söndürmeden, geminin dümenini elinde tutmayı bilmesi lâzım. Bunun için de yolcunun diğer özelliklerini göz önüne alarak onu dümenden uzaklaştırması gerekir.

    Kadın=Candır. Erkeğin canına can da katabilir, canından can da çıkarabilir.

     

    Bu yüzden kaptanların işi çok önemlidir. Günümüzde erkeklerin çoğu, ben bu evin yöneticiliğini nasıl yapacağım, karıma nasıl davranmam gerekir, diye çaba sarf etmiyorlar. Kadınlar üzerinde oynanan pek çok oyunlar sebebi ile kadınların kafası zaten karışık. Sevmek sevilmek istiyorlar; fakat nasıl davranacaklarını bilmiyorlar. Kadın hata yaptığında erkek hemen sevgisini keserek, küserek, araya buz duvarı örerek onu cezalandırmaya kalkarsa batan gemi çok olur.

     

    Kadının bir yanlışı olduğunda iş yönetici olan erkeğe düşer. Şefkat ile kadına yaklaşıp, yaratılış özelliklerini ortaya çıkarmayı başarırsa, gemi selametle yoluna devam edebilir.

     

    Erkekten sevgi alamayan kadın, hırsını; paradan, alışverişten, oradan buradan çıkarmaya çalışır. Bu yüzden erkek, daha fazla kazanayım, diye muhabbetten çalmamalıdır. Çünkü kazandığını kadın bir şekilde harcamayı başarır. Muhabbet varsa daha çok çalışmaya da gerek yok zaten. Muhabbet olan evde, bereket mutlaka vardır.

     

    Bu yüzden en önemlisi; gülü susuz, kadını sevgisiz bırakmayın.

    Sema Maraşlı

    28 Kasın 2011

     

    • Like 2

  2. Allah Kimleri Sevmez?

     

    ALLAH şirkten ve küfürden razı olmaz. Şirki ve küfrü beğenen ve öven kafir olur. Allah ribacıları sevmez.

    Allah zinayı haram kılmıştır.

    Peygamberimiz (Salat ve selam olsun ona) üç kere itiraf ederek zina yaptığını söyleyen kimseyi recm ettirmiştir.

    Allah haram yenilmesinden razı olmaz ve haram yiyenleri sevmez.

    Allah münafıkları (kalplerinde nifak olanları) kötülemiştir. Nifak küfürden eşeddir.

    Allah rüşvet alınmasını ve verilmesini yasaklamıştır.

    Allah adaleti emr etmiştir, zalimleri ve haddi aşanları sevmez.

    Allah zulmün her türlüsünden razı olmaz.

    Allah her türlü fuhşiyatı yasak kılmıştır; azanlardan, azgınlardan hoşlanmaz.

    Allah israfı yasak ve haram kılmıştır, sefih (beyinsiz) müsriflerden (savurganlardan) hoşnud ve razı olmaz.

    Allah kibirli ve gururlu insanları sevmez.

    Allah Kur'anda doğruluğu emr etmiştir, eğrilik yapılmasından razı ve hoşnud olmaz.

    Allah beş vakit namazı emr etmiştir. Namazın terk edilmesinden razı ve hoşnud olmaz.

    Allah bütün mü'minlerin tek bir Ümmet olduğunu beyan etmiştir. Ümmeti parçalayan, bölen, fitne, tefrika ve fesat çıkartanları sevmez.

    Allah, Resûlünü mü'minlere en güzel model ve örnek (usvetün hasene...) olarak göndermiştir. Onu örnek almayarak kezzabların, deccalların, tâğutların, münafıkların, fasıkların, facirlerin, müraîlerin, müşriklerin, kafirlerin, zâlimlerin peşine düşenlerden razı olmaz.

    Allah iffeti emr etmiştir. Alenen ve küstahça iffetsizlik yapan, halkı baştan çıkartan namussuzları sevmez.

    Allah mü'minlere el ve dil ile zarar verilmesinden hoşlanmaz.

    Allah, birtakım ruhbanların erbab (rabler) haline getirilip putlaştırılmasından razı olmaz.

    Allah zekatın hangi sınıf insanlara verileceğini Kur'anda çok açık ve seçik şekilde beyan etmiştir. Müslümanların zekatlarını Kur'ana, Sünnete ve Şeriata aykırı olarak toplayıp harcayanlar fasıktır, facirdir, merdduttur, Allah onlardan razı olmaz.

    Allah, bir tür gizli ve mecâzî şirk olan paraya tapınılmasından, paranın put haline getirilmesinden, altın ve gümüşün (dolar ve euronun) kenz yapılmasından hoşlanmaz ve razı olmaz.

    Allah İslam'ı ve Kur'anı insanlığa bir kurtuluş ipi (can simidi) olarak göndermiştir, bunlara yapışmayanlardan razı ve hoşnud olmaz.

    Allah gıybeti haram kılmıştır, gıybetçileri sevmez.

    Allah tecessüsü (insanların gizli ayıp ve günahlarını araştırmayı) haram kılmıştır, bu günahı işleyenleri sevmez.

    Allah ihlası emr etmiştir. İhlassız ibadetleri ve amelleri kabul etmez.

    Allah, kötülükle çok emr eden nefs-i emmaresini beğenenleri ve temize çıkartıp aklayanları sevmez.

    Allah canıyla ve malıyla muhlisen cihad yapılmasını emr etmiştir, fi sebilillah cihaddan kaçanları sevmez.

    Günahlarına tevbe etmeyip, ibadet ve hasenatıyla ucba düşenleri Allah sevmez.

    Allah emanetlerin ehil olanlara verilmesini emr buyurmuştur. Emanetleri (başkanlıkları, müdürlükleri, memurlukları, makam ve mevkileri, işleri, vazifeleri, hizmetleri) ehil olanlara değil de yâranlara, hısım akrabaya, dostlara, hemşehrilere, oğullara damatlara peşkeş çekenlerden razı olmaz.

    Allah Resulüne uyulmasını, ona itaat ve biat edilmesini, o ne getirdiyse alınmasını (kabul edilip yerine getirilmesini) emr buyurmuştur. Resulüne karşı gelinmesinden hoşlanmaz.

    Allah mü'min kullarına emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmalarını farz kılmıştır. Resulullah bunun asgarîsinin kalben buğz olduğunu beyan buyurmuştur. Yüce Rabb emri mâruf ve nehy-i münker farzını eda etmeleri gerektiği halde, terk edenlerin bu terklerinden razı olmaz.

    Allah samimiyetle tevbe eden kullarının tevbelerini kabul eder, tevbe etmeyen günahkarlardan razı ve hoşnud olmaz.

    Allah, Nemrudların ve Firavunların yolundan ve izinden gidenleri sevmez.

    Rahman, evliyasına düşmanlık edenleri sevmez.

    Allah, kendilerine nimet verdiği kimselerin, bu nimetlerden başkalarını da nafakalandırmalarını sever; komşusu ve din kardeşi aç gecelerken tok sabahlayanları sevmez.

    Allah merhametsizleri, gaddarları, zalimleri, haddi aşanları sevmez.

    Kur'anda, Sünnette, Şeriatta, İslam ahlakını anlatan sahih ve muteber kitaplarda Allah'ın kimleri sevdiği ve kimleri sevmediği açıkça anlatılmaktadır.

    Bu konudaki bilgileri öğrenelim ve hayatımıza uğrayalım.

    Allah bizi afvetsin, bizi ıslah etsin, bize hüsn-i hâtime nasip etsin.

    Allah'ın rızası ve hoşnutluğu dairesine çıkmak çok büyük bir felaket ve hasarettir.

    * (İkinci yazı)

    Uyarı

    BİR Müslümana: Sizi uyarmama izin veriniz. Bozuk, fâsık, fâcir, âsi, günahkâr, sapık bir düzene iyi demek insanı küfre götürebilir.

    Bozuk bir düzen için "eskisine göre daha iyidir" demek küfürdür.

    Bozuk bir düzen için "Eskisine göre daha az kötüdür" denilebilir ama bu konu su götürür, tartışmaya açıktır. Her hal ü kârda İslam kötüye iyi denilmesine izin vermez.

    Nemrud'a iyi diyen kâfir olur.

    Firavuna ve Hâmana iyi diyen yine kafir olur.

    Şeriatın ana ölçülerinden biri şudur:

    Yüceltilmesi, tâzim edilmesi gereken bir şeyi tahkir eden kafir olur. Tahkir edilmesi gereken bir şeyi tazim edip yücelten kafir olur.

    Firavun Kur'anda kötülenmiştir.

    Ekber Şah'ı öven, beğenen, ona saygı gösteren, onun dine aykırı icraatını medh eden kimse kafir olur.

    Çünkü o Ekfer ve zâlim hükümdar İslam, Hıristiyanlık ve Hinduizm karışımı bir din çıkartmıştır.

    Kurtuluşa götüren tek hedy Hz. Muhammed Mustafa'nın rehberliğidir.

    Ben hem Peygamberi severim, hem de zamanın Nemrudunu severim diyen kişi tecdid-i iman ve nikah eylesin.

    Mustafa (Salat ve selam olsun ona) sevgisi ile Nemrud sevgisi mü'minin kalbinde bir arada olmaz.

    Bir kalbe Deccal ve Tağut sevgisi girince, iman çıkar gider.

    Allah kafirleri sevmez.

    Müşrikleri sevmez.

    Münafıkları sevmez.

    Zaruret olmadan taqiyye yapılmaz.

    Dişini sık, imanında sebat et, azmi elden bırakma.

    İmanın elden giderse ebedî bir felâket ve hasarete duçar olursun.

    Küfre, nifaka, şirke, zulme, fıska, fücura, isyana, fesada razı olma.

    Makam, mevki, memuriyet, başkanlık elde edeceğim diye kendini yakma.

    Bu deni dünya mü'minin zindanı, kâfirin cennetidir. Sakın dünyayı kendine sahte bir cennet yapmaya kalkma.

    Aklın fikrin, ömrünün ölümüne hüsn-i hâtime ile bitişmesi olsun.

    Hüsn-i hâtimenin vesileleri vardır, onları öğren ve uygula.

    27.11.2011


  3.  

    Gökler dolu sessizlik... Çok uzaklarda tek tük köpek havlamaları...

     

    Birden bire kendimi öyle hafif, derin eşya ve hadiselerin nabzını tutan öyle ince bir idrak duygusu içinde buldum ki, acaba bu dünyada benim kadar duyan ve anlayan ikinci bir mahluk var mıdır, diye düşündüm. sanki hayatın düğümleri lif lif çözülmüş, muammaların anahtarı elimde teslim olunmuştu.

     

     

    Haddim mi bilmiyorum dile getirmek. Bir zaman sonra Üstad'ı okuya okuya yaşadığı hallere, yakalandığı hissiyata ben de mazhar olmaya başladım ya da öyle hayal ediyorum. Diyebilirm ki bu bende bir tutkudur. Şu alıntıladığım kısmı çok zaman yaşarım mesela. Kitaplara gömülmüş haldeyken. Dağınık bir masada gecenin en sessiz saatlerine kadar okumak. O odadan hayata hiç dönmeyi istemem. Okumak, okumak, okumak. O ve Ben de o hissi uyandıran nadir eserlerden olmuştur.

     

    Ne denilebilir, ben o adama aşığım.


  4. http://www.n-f-k.com...rar-cektigi-an/

     

    Bab-ı Ali'yi ben de okudum efendim. Buyrunuz size delil. Bir kereye mahsus yaptığını kendisi dile getirmiş Üstad'ımız. Herhalde adminimizi suçlamayacaksınız koyduğu başlıktan ötürü.

     

    Bakınız şunun farkına varalım arkadaşlar. Tamam Üstad'a yürekten bağlıyız, ruhumuzu, aklımızı doyuran ve yakalayan adamdır. Ama bizde kuru kuruya bağlılık, gözübağlılık yani tassup olmamalı. Üstad sıkı bir sigara kullanıcısıydı, kumar bir tutkuydu onun için, deliler gibi bir kadına aşık da olmuştur. Bu devrelerine istinaden bence şu yazı hoş bir derleme bakınız. http://www.n-f-k.com...inin-genc-sairi Bunlar gayet tabi şeyler. Dile getirebiliriz zira Bab-ı Ali eseri bizzat bu devresinin eseridir. Ama nedir O ve Ben'i daha çok severiz, Kadın Bacakları şiirindense Sakarya Türküsü yahut Zindandan Mehmet'e Mektup'u yeğleriz. Ve de kendisinin dediği gibi çöpten ibaret saydığı geçmişiyle uğraşmaz yani Necip Fazıl'ı değil Üstad Necip Fazıl'ı biliriz.

     

    Sözde yazarın bu bir kerecik durumu sanki mutantan olarak gerçekleştiriyor gibi sirayet ettirmesi yanlıştır. Benim öfkem ona. Yoksa her Üstadsever bilir O'nun hangi safhalardan geçtiğini. Bilmelidir ki kuru sevgi olmasın, derinlesine hissetmek için derinlemesine tanımak gerek.


  5.  

     

     

    Ancak yine kendisinin verdiği bilgilere göre, doğru dürüst okula gitmedi. Çünkü gece hayatının şehvetine kapıldı ve en önemlisi de kumar illetine tutuldu. Babaannesinden kalan serveti, burada tüketti.

     

    Türkiye’ye dönüş biletini bile arkadaşları aldı.

     

    Ancak kumar oynamaya Türkiye‘de de devam etti.

     

    Büyük üne kavuştu ama şöhret, para, alkışlar ruhunu doyurmaya yetmedi.

     

    Geceleri Asmalımescit’te arkadaşları ile buluştu, esrar çekti, kumar oynadı.

     

    Kendi deyişiyle; 1934 yılında Abdülhakim Arvasi ile tanıştı ve manevi dünyasını geliştirdi. Böylece de bohem hayattan ve kumardan kurtuldu...

     

    Kendisi her ne kadar 1934’ten sonrası için “arındığını” söylese de polis kayıtları bunu doğrulamıyor:

     

    Çünkü 1950’de, Taksim’de bir apartmanın bodrum katında kumar oynarken, bizzat dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Kemal Aygün tarafından yakalandı.

     

    Ve kendisi, orada bulunma gerekçesini, “röportaj yapmak” olarak açıklamaya çalıştı.

     

    Ancak...

     

    Yassıada’daki yargılama sırasında, Adnan Menderes’in örtülü ödenekten Necip Fazıl’a yıllarca ödeme yaptığı, şairin de bu parayla kumar borçlarını kapattığı ortaya çıktı.

     

    ***

     

     

     

    Şu kısımlara güldüm, hakikaten, acı acı, kuru kuru güldüm. Eminim önüne bir kaç kitabı alıp sıralamıştır şu bilgileri. Zerre kadar vakıflık olmadan, satıhta kalmışlığını ne kadar güzel izah etmiş. Ama hiç kimseye bir şey demeyin, demeye de hakkınız yok. Bu gibi soysuzlar hala Üstad'ı salt bu kaba çizgilerden /ki taban tabana yalan ve dolan/ ibaret sayıyorsa suç bizim, bizde! Anlatamamışlığımızda. Ve de adminimizin dediği gibi Büyük Doğu'nun cevabını dört gözle bekliyorum, yana yakıla bekliyorum! Heyhatt hatta bırakın kamuoyu konuşsun. Bu ne karalamadır, sandım kı o laflar benim ruhuma tükürüldü! Bana sövdüler!

     

    Babaannesinin mirasını orada yedi bitirdi ha, Menderes'ten örtülü ödenekleri kumar borcuna kapattı ha. Ya vallahi gözlerim doluyor şunları yazarken. Benim biricik Üstad'ım ve duysunlar hepsi KAHRAMANIM! o hapislerde ne çileler çekerken, hanımından, çocuklarından ayrı kalmışlığı varken, eşyalarını satacak hale gelmişken paraları kumar bprcuna yatırıyordu öyle mi? Yahu birileri bir hafta köşe yazılarından bu adama sövmezse yemin ederim hiçbir yazara ve de köşeyazısına itimadım kalmayacak! Millet, oturalım ağlayalım ya. Bu kuştan dahi ufak beyin taşıyanlar neyine güvenip bunları yazabiliyor? Bir devrin imanını, gençliğini kurtaran ve hatta kesinlikle veliyullah mertebesine erdiğine gönülden inandığım ehl-i din bir adama nasıl bu ağır hakaretler edilebilir?!

     

    Kumarı neden oynadı, çilesi neydi bu adamın, zorunun adı neydi, neden hiçbir şey onu tatmin edemedi? Kadın, kumar, şan, şöhret, alkış hastası ha! Ahh gerizekalı seni! Kendi soyunuzun sopunuzun alışkanlıklarını nasıl da başkalarına yaftalarsınız. Tamam kumar onun bir emziğiydi adeta, ama o O'nun için bir kaçıştı, esrar deseniz bir kere çekmişliği var Abidin Dino'yla sanırım. Kadına. Ona asla bulaşmadım zira bulaşsam kurtulamazdım, yıllarca çektiğim çileye bir anda yok eder mealinde kesin reddi var. Ama bu asalaklar kerih göstermek için derler, bol keseden derler. Kime karşı, İsmet İnönü'ye karşı. Hayy Rabbim ne acıklı sahne.. Bir devrin başbakanını, bakanlarını asan adama karşı! Hatta bu savunduğu şahıs bizzat ilk putu tarafından dahi sonra reddedilmiş. Bunlar nasıl bu kadar kör olabiliyorlar? Aklımı bırakın vicdanım, hiçbir hassem almıyor.

     

    Üstadım, sen ne büyük adammışsın ya. Ölümünden yıllar geçsede hala tanınamadın, hala kıymetin bilinmedi. Kumazbaz ayyaş kadın düşkünü, esrarkeş..

     

    Bekleyin millet bekleyin daha çok şey görürüz. Biz böyle hantal bedenlerimizi koltuklara mıhlarsak çok şey görürüz.

     

    Demeden edemeyeceğim;

     

    Sefil beyinli yaratık Allah senin ya hidayetini versin ya belanı!

    • Like 1

  6. Haklısınız paşam

     

    Tuğgeneral Levent Ersöz "cezaevinde ölmek istemiyorum" demiş. Evinde ölmek istermiş.

    Haklısınız paşam, bunu herkes ister. Fakat herkes başaramaz.

    "Lyon kasabı" namıyla maruf SS komutanı Klaus Barbie'ye nasip olmamıştı mesela... Hapiste öldü.

    Jean-Paul Sartre'ın deyimiyle "mezarsız ölüler"e de nasip olmamıştı savaş yıllarında.

    Hayatta insanın her istediği de olmuyor ki paşam...

    Kimisi kurşuna diziliyor Alman işbirlikçisi Vichy yönetiminin başbakanı Pierre Laval gibi, kimisi ipe çekiliyor komutanlık ettiği kampın girişinde, Hoess gibi. Kimisini kıçından vuruyorlar, kimisinin Reinhard Heydrich gibi dalağını parçalıyorlar. Kimisi intihar ediyor da üstüne benzin döküp yakıyorlar (intihar ediyor ama altı çocuğunu zehirleyip karısını da vurduktan sonra, Goebbels gibi.)

    Ben Auschwitz'e gittim, o "platforma" çıktım paşam, hiç de hoş bir duygu değil oradan sağa sola bakmak. Gaz odalarına da girdim paşam, duvarlardaki tırnak izlerini de gördüm, savaştan bu yana kimbilir kaç kere badana etmişlerdi ama duruyordu... Onlar da elbette yataklarında ölmek isterlerdi paşam. Altı aylık Yahudi bebeğine nerede ölmek istediği sorulamadığından, onu bilemiyoruz.

    Rusya'ya kaçtın mı geri gelmeyeceksin paşam, Bedros geliyor mu? Hele "sahte kimlikle" enselenmeyeceksin buralarda.

    (Sahi, niçin hepiniz soluğu Rusya'da alıyorsunuz paşam, Putin'le mi muhabbetiniz var, oligarklarla mı? Amerika'ya karşı ittifak mı yapacaksınız?)

    Bak paşam, tekerlekli iskemleyle getirmişler seni duruşmaya, ağzında maske, kolunda banyo bataryası gibi kanül, ucunda serum şişesi... Aman aman, sakın GATA'dan mikrop kapmış olmayasın paşam, pek "hijyenik" değil galiba oralar...

    Yazık tabii paşam.

    Cuma namazından çıkarken kolu bacağı parçalanıp ölecek mümine de yazık olacaktı, kendi mermimizle düşürülecek uçağımızın pilot teğmenine de.

    Yazık tabii paşam.

    Hükümeti düşürmek için ekonomik kriz çıkarılsaydı hepimize yazık olmayacak mıydı?

    Darbeyi yaptın mı yapacaksın paşam.

    Çünkü, yapamayanı yapıyorlar.

    Ama bak, İlhan Selçuk yatağında öldü mesela, Allah sana da nasip eylesin paşam.

    "Bize kötülük yapanların sonunu görmek istiyorum" demiş Levent Paşa.

    Evet, kötülerin sonu gelmeli paşam. Fakat iyilerin de geliyor, ne hikmetse.

    Keynes'in dediği gibi, "uzun vadede hepimiz ölmüş olacağız" paşam.

    Doğrusu, biz de "oralarda" ölmek istemeyiz paşam.

    Ne Filistin askısında ölmek isteriz, ne torbalarımıza elektrik verilince, ne erkekliğimiz sıkıştırılıp elden gidince...

    Gencecik kızlar da "taş gibi delikanlıların" elinde can vermek istemezler tabii paşam, gazoz şişesiyle...

    Ne Selimiye'nin bodrumunda ölmek isteriz paşam, ne Diyarbakır'ın koğuşunda, ne Mamak'ın havalandırmasında...

    Ne de stadyumda paşam... "Ölmeye, ölmeye, ölmeye geldik" diyor seyirci ama şaka yapıyor paşam, onları ciddiye almayınız.

    Levent Ersöz yatağında ölmek istemiş.

     

    Umarım öyle olur paşam. Size de bize de.


  7. Abdülmecid'i "İnönü Ansiklopedisi" bile savunmuştu

    Sonunda bu da oldu. Şimdiye kadar pek fazla dikkat çekmeyen bir Osmanlı padişahı CHP'li Muharrem İnce'nin sihirli dokunuşuyla gündemimize balıklama dalmış oldu.

     

     

    TBMM'nin hazırladığını ileri sürdüğü bilimsel bir sempozyumun davetiyesinden yola çıkan İnce, bu davetiyenin ihtişamı yanında 10 Kasım için hazırlanan resmi bildirinin pek silik soluk kaldığını ileri sürdü. Dedektifliği de ihmal etmiyordu: Neden tam da 17 Kasım'da başlatılmıştı sempozyum? Bu tarihte "hain" Sultan Vahdettin İngiliz gemisiyle kaçtığına göre hükümetin maksadı neydi?

    İşin garibi, eskiden muhafazakâr aydınlar Abdülmecid'i kıyasıya eleştirirken Kemalistler modernliğine sahip çıkardı, şimdi iş tersine döndü. Başbakan Erdoğan'ın çılgın projeyi açıklarken "Dedemiz Abdülmecid" sözünden anlaşılacağı gibi onun modernliğini sahiplenme sırası muhafazakârlara, eleştirme görevi de sözde Batıcılara düştü. Ne diyelim: Sanki Abdülmecid'in de başı dönmeye başladı!

    Kendini bilmez bir köşe yazarı da aklınca Abdülmecid'e "amca" diyerek dalga geçmek istemiş. İkide bir CHP'nin geçmişini aklamak için çırpınan bu zata en güzel cevabı kim veriyor, biliyor musunuz? Bizzat İsmet İnönü. "İnönü Ansiklopedisi"nin 1946 tarihli 2. fasikülündeki "Abdülmecit" maddesinde Osmanlı Devleti'nin 31. padişahı hakkında çok önemli bilgiler verilmiş. Biz söylesek inanmayacak olanlara kendi dillerinden cevap vermek bir fayda sağlayabilir ümidiyle özetliyorum maddeyi:

    Sultan Abdülmecid Tanzimat Fermanı'nı ilan etmiş, Mısır meselesini çözmüş, bize sığınan Macar mültecilerini Ruslara teslim etmeyerek dünyada "pek iyi bir etki" yapmış ve Macarlarda Türklere karşı "ırkdaşlık sevgisi" uyandırmış, Kırım Savaşı'nı açmış, Silistre zaferi onun zamanında kazanılmış, 1856 Paris Kongresi'nde Osmanlı Devleti'nin bağımsızlığı sağlanmış, Islahat Fermanı'yla Hıristiyan uyrukluların kişi ve mal güvenliğiyle mezhep ve öğretim özgürlükleri sağlamlaştırılmış.

     

    armagan01.jpg

    Ulucamideki levhada Abdülmecid imzası silinmişti.

    Ayrıca pek çok yeniliğe imza atmış. Mesela rüşdiye denilen ortaokulları yaygınlaştırmış, annesinin yaptırdığı şimdiki İstanbul Kız Lisesi'nde Darülmaarif adıyla bir lise açmış, hemen bütün okulların açılış ve diploma törenlerine katılmış, hatta sınavlara varıncaya kadar katılmaktan çekinmemiş, öğrenci ve öğretmenleri teşvik etmiş.

    Bu da yetmezmiş gibi, 1845'te Ayasofya'da bir üniversite binasının yapımını başlatmış ve üniversiteye hoca yetiştirmek üzere Avrupa'ya öğrenci göndermiş, ders kitaplarının yazımı içinse Encümen-i Daniş adlı bilim akademisini kurmuş (1851). İlk öğretmen okulu ile Mülkiye'yi kuran da, İzmit kağıt fabrikasını açan da o olmuş.

    Adalet ve Milli Eğitim Bakanlıkları Abdülmecid zamanında kurulmuş. Zamanında Avrupa ile ticari ve mali ilişkiler artmış. Borç alınarak faydalı eserler meydana getirilmişse de, paranın birçoğu da saray ve köşklere harcanmış. Gureba ve Haseki hastaneleri açılmış. Kara ve Deniz Harp Okulları, Mecidiye adını taşıyan kışlaları ve Dolmabahçe Sarayı'nı yaptırmış.

    "İnönü Ansiklopedisi" 38 yaşında ölen bu Osmanlı padişahı hakkında şu olumlu hükmü veriyor: "Bazı kusurlu ve zayıf tarafları olduğu halde, uyanık ve hamiyetli devlet adamlarını kullanmak hususundaki yeteneği ile Abdülmecit'in saltanatı 19. yüzyılda Osmanlı Devleti'nin oldukça itibarlı bir devrini teşkil eder."

    İtibarlı, öyle mi? Abdülmecid hakkında bu olumlu hükmün CHP'nin Tek Parti iktidarında, üstelik İnönü'nün izni alınmadan devlette kuşun uçmadığı bir zamanda verildiğini unutmayın.

    Görülüyor ki, Abdülmecid olmadan Cumhuriyet'e ve bugüne giden yolu belirlemek mümkün değil. Düşünün ki, Atatürk'ün okuduğu Harbiye'yi o "amca" açmış, ilk telgraf ve demiryolu hatlarını (telgraf okulu dahil) o kurdurmuş, bugün hâlâ devam eden süreli askerlik ve "kura" uygulamalarını başlatmış, yeni ticaret ve arazi kanunlarını çıkarmış, ilk bütçe onun zamanında yapılmış ve ilk kağıt para çıkarılmış, hatta Fossati'ye Ayasofya'nın tamirini de o yaptırmıştı.

     

    armagan02.jpg

    Kuba Mescidi

    Abdülmecid en çok döneminde israf ve sefahatin, Avrupa taklitçiliğinin arttığı için eleştirilir. Bu eleştiride Cevdet Paşa'nın yazdıklarının büyük payı var. Ancak unutmayalım ki, Cevdet Paşa da doğrudan Abdülmecid'i sorumlu tutmaz. Kâh "Mısır döküntüleri"ni, kâh devrin paşalarını, kâh saray kadınlarını suçlar ve Abdülmecid'in israfı önlemek için nasıl sert tedbirler aldığını, hatta saray kadınlarını tehdit ederek "Aklınızı başınıza toplamazsanız dövdürürüm" dediğini yazar.

    Abdülmecid'in iktidarı kuşkusuz sıkıntılı bir dönemdir; dış borç alınmak zorunda kalınması hayra alamet değil. Kuşkusuz kültür Avrupa'dan etkilenmiştir; Necip Fazıl'ın deyimiyle "piç mimari" yaygınlaşmıştı. Ve hiç kuşkusuz Tanzimat rüzgârı; kanunlardan giyim kuşama, Batı'dan medeniyet ithali için seferber olunmuştu.

    Ancak 22 yıllık uzun bir dönemi bu dar çerçeveye hapsetmemek lazım. Her evladına bir Batı müziği enstrümanı çalmayı öğretecek kadar Batı müziğinden hoşlanan padişah, aynı zamanda önemli bir hattattı. Yazdığı devasa levhaların birisi halen Bursa'da Ulucamii'nde. İlginç olan husus, Cumhuriyet devrinde tuğraların yasaklanmasını fırsat bilen bir gayretkeşin Abdülmecid'in levhadaki imzasının üzerini kapatmış olmasıdır. Son restorasyonda üzeri açılınca görüldü ki, levha Abdülmecid'e aittir.

    Abdülmecid'in bir özelliği de, Mekke'de Harem-i Şerif'i, Medine'de Ravza-i Mutahhara'yı tamir ettirmesi, Hırka-i Şerif'in bulunduğu yer ile Yahya Efendi türbesinin yanına birer cami yaptırmasıdır. Efendimiz'in (sas) hücre-i saadetinin tamirini yaptırıp çevresini düzenleten Abdülmecid'in tamir kitabesi üstüne tuğrası konulur ve bu bilgi, kulağına kadar gider. Bunu yapan kişiyi şöyle uyardığı rivayet edilir: "Benim adımın orada işi ne? Eğer ille de yazacak idiysen 'günahkâr Abdülmecid' yazmalıydın." Ve ille de tuğrasının asılması gerekiyorsa Efendimiz'in ayak ucuna asılmasını tembihler.

    Kuba Mescidi'nin kapısına koydurduğu çift tuğranın sırrına eğilerek vedalaşalım.

    Abdülmecid döneminde Kuba Mescidi tamir edilir ve kapısına klasik Osmanlı kitabelerinden birisi konulur. Ancak bir fark hemen dikkati çeker. Kitabede biri en üstte ve büyük, diğeri en altta ve küçük olmak üzere iki tuğra vardır. Normalde bir tuğra konulması gerekirken neden iki tuğra konulmuştur dersiniz? Uğur Derman hocadan dinleyelim cevabı:

    "Kuba Mescidi'nin bizzat İslam Peygamberi tarafından kurulmuş olduğu düşünülerek, Osmanlı'ya has bir incelik gösterilmiş ve zaman sanki Asr-ı Saadet imiş ve Mescid de sanki o ilk Kuba Mescidi imiş gibi üstüne mescidi yaptıran İslam Peygamberi adına bir tuğra konulmuş ve Osmanlı padişahının tuğrasına, Peygamber'e hürmeten anca kitabenin altında yer verilmiştir."

    Belki de dünyada Resulullah (sas) adına yapılan tek tuğra bugün Kuba Mescidi'nin kapısında yok. Çünkü Abdülmecid'in bu inceliğini Suudiler buldozerlerle yıktırdı.

    Peki bu Abdülmecid niye anlatılmaz?

     

     

    Mustafa Armağan

     


  8. Davullar BOP BOP BOP diye Çalsın

     

    1. Afganistan'daki Taliban Şeriat rejimi yıkıldı, yerine demokrasi getirildi. Milyonlarca Afgan öldü, yaralandı, ülke harabeye döndü, en az iki milyon insan açlıkla pençeleşiyor. Afganistan işgal altında. Siviller öldürülüyor. Yaşasın demokrasi, yaşasın çağdaşlık,yaşasın laiklik, yaşasın insan hakları, yaşasın kadın özgürlüğü!..

    2. Irak'taki Sünnî rejim yıkıldı, ülke parçalandı, kuzeyinde ikinci bir İsrail kurulması hazırlıkları yapılıyor, Sünnîler eziliyor, zulüm ve kokuşma var. Ülke işgal altında. Bütün dengeler tepetaklak. Yaşasın demokrasi ve laiklik... Nakarat...

    3. Sudan'ın parçalanması çalışmaları hızla ilerliyor. Güney Sudan ayrı bir devlet oldu. Sudan'daki İslamî rejim uluslararası abluka altında. Sudan daha da parçalanacak. Yaşasın demokrasi ve laiklik... Nakarat...

    4. Somali'de Şeriat Mahkemeleri rejimi ülkeye huzur getirmişti. Bu rejim yıkıldı. Somali berbat oldu, Somali mahv oldu. On milyon Somalili aç ve perişan. Yaşasın Batı demokrasisi, yaşasın çağdaşlık...

    5. Mısır'ın modern Firavunu devrildi. ABD, AB, Siyonizm, İsrail, global Kapitalizm ve Liberalizm Mısır'da İslamî bir rejim kurulmasını istemiyor. Mısır'ı bölmek, Mısır'a iç savaş çıkartmak için planlar var. Memlûk ordusu iktidarı sivillere teslim etmiyor.

    6. Libya diktatörü devrildi. Şimdi en büyük tehlike o İslam ülkesinde İslamî bir rejim kurulmasıdır. Demokrat ve çağdaş batı böyle bir şeyi kesinlikle istemiyor.

    7. Tunus diktatörü, akıllılık edip vaktinde kaçtı, şimdi Batı dünyası için en kötü senaryo bu ülkede İslamî bir rejim kurulmasıdır. Bunun mutlaka önlenmesi gerekir.

    8. Türkiye'nin parçalanması, bölünmesi çalışmaları hızla ve başarılı bir şekilde ilerliyor.

    9. Suriye'deki Nuseyrî diktatörlüğü çatırdıyor. Onun yerine Sünnî-İslamî bir rejim kurulması Batı ve İsrail için büyük felaket olur. Suriye'de mutlaka iç savaş çıkartılması gerekmektedir.

    Geleneksel Ehl-i Sünnet ve Cemaat Müslümanlığı ABD, AB, Siyonizm, İsrail, Haçlı dünyası için en büyük tehdit ve tehlikedir.

    Münzel Sünnî Müslümanlık yerine sulandırılmış, light/ılımlı hale getirilmiş, cihadsız, fıkıhsız, Şeriatsız yeni bir İslam türetilmelidir.

    İslam dünyası balkanlaştırılmalı ve protestanlaştırılmalıdır.

    Büyük İslam ülkeleri parçalanmalı, yerlerine daha küçük devletler kurulmalı, bu devletler birbirleriyle rekabet ve mücadele etmelidir.

    Sünnîler ile Şiîler arasındaki tartışmalar ve çatışmalar teşvik edilmelidir.

    Türkiye'deki bağımlı Diyanet Sünnî bir kurum olmaktan çıkartılıp sözde mezhepler üstü hale getirilmelidir.

    Müslüman halk ve gençlik arasındaki dinî tartışmalar körüklenmeli, din konusunda kaos ve anarşi meydana getirilmelidir.

    İslam'ın tek hak ibrahimî din olduğu akidesi yıkılmalı, onun yerine üç hak ibrahimî din vardır, bunların bağlıları Cennetliktir inancı getirilmelidir.

    Müslüman halk hızla sekülerleştirilmelidir.

    İslam Ümmeti birbirinden kopuk, aralarında hiçbir bağ bulunmayan, başkanları senede bir kere bile bir araya gelmeyen büyük, orta, küçük bağımsız sürü sepet cemaatlere ayrılmalıdır.

    Müslümanlar tek bir Ümmet olmaktan çıkartılıp çeşitli sürüler haline dönüştürülmelidir.

    Müslüman toplumlarda din sömürüsü, mukaddesat ticareti, ahlaksızlık körüklenmelidir.

    Davullar BOP BOP BOP diye kulakları sağır edici ve cehennemî bir şekilde çalınmalıdır.

    İslamcılar, bozuk küfür rejimlerinin haram rantlarıyla zengin edilmelidir.

    Vs... vs... vs...

    * (İkinci yazı)

    Asıl Kültür ve İslam Mektepleri

    CEBİR, geometri, fizik, kimya ve diğer fen konuları ve branşları asıl kültür değildir.

    Asıl kültür şunlardır:

    Zengin ve yazılı ana dilinin edebiyatını yeteri kadar bilmek. Türkiyeli ise Fuzulî Divanını Osmanlıca metninden okuyup, şerh edebilecek lisan ve edebiyat bilgisine sahip olmak.

    Zamanımızın lingua franca'sı olan İngilizceyi, kültür ve düşünce kitaplarını okuyabilip anlayacak kadar bilmek. (Otel resepsiyon memuru veya turistik garson seviyesindeki İngilizce yeterli olmaz.)

    Müslüman ise Arapça bilmek. (Osmanlı idadî ve sultanîlerinde (liselerinde) Arapça mecburî dersti.)

    Doğru dürüst adam gibi tarih bilmek. Resmî ideoloji masal ve martavallarını bilmek, tarih bilmek değildir.

    Felsefe grubu derslerini esaslı şekilde okumuş olmak. Psikoloji, mantık, ahlak, metafizik, estetik.

    Sanat tarihi ve sanat kültürü okumuş olmak.

    Beşerî, ticarî, iktisadî coğrafya kültürüne sahip olmak.

    Gerçekten kültürlü bir kimse binlerce referansa sahiptir. Leb denilince leblebiyi hemen anlar.

    "Bed-asla..." denilince hemen Ziya Paşa'nın:

    Bed-asla necabet mi verir hiç üniforma

    Zerduz palan ursan eşek yine eşektir

    beytini hatırlar.

    Veni denilince Sezar'ın Senato'daki üç kelimelik "Veni vidi vici" hitabesini hatırlar.

    Türkiyeli bir okumuşun hafızasında böyle beş on bin referans olmalıdır. Edebî, tarihî, felsefî...

    Şâfiî ile Şiî kelimeleri arasındaki farkı bilmeyen kişi, üniversite mezunu da olsa okumuş cahildir.

    Muhafazakâr Müslüman geçiniyor ve hâfızasında Divan edebiyatından hikemî beyitler ve mısralar yok. Vah vah.

    Sultan Abdülaziz denilince nankör ve hain Serasker Hüseyin Avni Paşa'yı derhal hatırlamak gerekir.

    Hukukçu olmasına lüzum yok, veteriner de olsa, bir Müslümanın Mecelle-i Ahkâm-ı Adlyiye'nin Kavaid-i Külliye bölümünü okumuş ve oradaki bazı maddeleri ezberlemiş olması gerekir.

    Mantık bilmeyen kimse iyi siyasetçi, iyi hukukçu, iyi mühendis olamaz.

    Yukarıda anlattığım şeyler nerede öğrenilir?

    Liselerde. Bu ülkenin liseleri genç nesillere bu sosyal, felsefî, edebî kültürü veremiyorsa onlar gerçek liseler değildir.

    Bu memlekette yaşayan vasıflı ve geniş ufuklu Müslümanların tezelden İslam mektepleri açarak kültürlü gençler yetiştirmeleri gerekir.

    Yurt içinde açamazlarsa başka bir ülkede açsınlar.

    Kolay değil...

    Elbette kolay değil ama vasıflı ve şuurlu Müslüman zorluklardan yılmaz.

    (Kültürlü Müslümandan bahs ederken sakın kendimi kültürlü sandığımı zannetmeyin. Geniş ve derin kültürü olmayan bir kimsenin, ülkesinde gerçekten kültürlü insanlar yetişmesini istemesi garip karşılanmamalıdır.)

     

    Mehmet Şevket Eygi

    21.11.2011


  9. İslam'da İtaat ve Biat Kültürü

     

    İSLAM'da itaat ve biat kültürü vardır. Müslüman ipsiz sapsız, başıboş değildir. Kur'an-ı Kerimde "Ey iman edenler Allah'a, Resulüne ve sizden olan emir sahiplerine itaat ediniz" buyrulmaktadır.

    Mü'min, ezelde Allah ile yapmış olduğu ahd ü misakın bilincinde olan ve Rabbinini emirlerine ve öğütlerine uyan kimse demektir.

    Kelime-i Tevhid'in ayrılmaz parçası olan Muhammed Resulullah diyen kimse Peygambere biat ve itaat emekle yükümlüdür. Peygambere biat ve itaat icazetli ve silsileli kâmil mürşidler ve yine icazetli ve silsileli ulema ve fukaha ile olur.

    Mü'minler zamanlarındaki Halifeye, İmam-ı Kebire, Emîrülmü'minîne de (Kur'ana, Sünnete ve Şeriata aykırı hareket etmedikleri takdirde) itaat etmelidir.

    Bu devirde Halife, İmam-ı Kebir ve Emîrülmü'minîn yoktur. Binaen aleyh mü'minler icazetli ve takvalı gerçek ulemaya. fukahaya ve kâmil mürşidlere itaat etmelidir.

    Ulema ikiye ayrılır: Gerçek ulema ve kötü ulema.

    Kötü ulemaya itaat edilmez.

    Onlar, zalim ve mürted Ekber Şah'a yağcılık yapmışlar ve sapıklıklarını savunup te'vil etmişlerdi.

    Onlar ilmi, fıkhı, İslam kültürünü dünyalık edinmeye alet ederler.

    Onlar ihlaslı değildir. Münafıklara ve mürâîlere itaat edilmez.

    Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz "Zamanındaki İmama biat etmeden ölen kimse sanki cahiliyet ölümüyle ölmüş olur" buyurarak biatsizliğin vehametini bize bildirmiştir.

    Zamanımızdaki İmamın kim olduğu bilinmiyorsa, gıyapta biat edilmelidir.

    İcazetli ulemaya, icazetli fukahaya, kâmil ve gerçek mürşidlere itaat etmek insanı sapmaktan, saptırmaktan, sapıtmaktan alıkoyar.

    Zamanımızda birtakım reformcu, yenilikçi, değişimci, BOP'çu, Kemalist, mezhepsiz, ılımlı İslamcı ilahiyatçılar bir tür İslam Protestanlığı çıkartmak için çalışıyor. Bunlara uyanlar büyük zarar uğrar.

    İslam'da üniter bir hiyerarşi vardır.

    Mü'min Allah'a itaatlidir.

    Bize Allah katından din ve Kitab getiren Peygambere biatlidir.

    Mü'min elbette alimlere itaat edecektir. Çünkü Kur'an "Bilenlerle bilmiyenler bir olur mu?" buyuruyor.

    Gerçek ulema ve fukahanın Peygamberimize kadar uzanan silsileleri, icazetleri vardır.

    Peygamber de, Cibril aleyhisselam vasıtasıyla zamandan ve mekandan münezzeh olan Rabbülaleminle irtibatlıdır.

    İslam dini rehberlik ile öğrenilir.

    Kemal rehberlik ile elde edilir.

    Kur'anı re'y ve heva ile yorumlamak haramdır.

    Ulema, fukaha ve mürşidleri reddedenler dinde anarşi ve kaos meydana getiriyor.

    İslam Protestanlığı maazallah küfre yol açar.

    Allahın Kur'anda koymuş olduğu kesin hükümlerde ve Resulullah'ın sahih ve mütevatir hadîslerinde değişiklik, yenilik, keyfî yorum ve ayıklama yapılamaz.

    Üç yüz küsur kesin hükümlü ayet tarihseldir, bugün hükümleri geçerli değildir diyenler dinden çıkar.

    Allah'ın inzal ettiği hükümlerden başkasıyla hükm edenler zalimdir, dinden çıkmıştır.

    İcazetli ulema, fukaha ve mürşidleri bırakıp da Müslüman kılıklı oryantalistlere mi tâbi olacağız?

    Evet İslam dini itaat ve biat üzerine kurulmuştur.

    Allaha itaat.

    Peygambere itaat.

    Bizden olan emir sahiplerine itaat.

    O emir sahipleri meyanında bulunan icazetli, ihlaslı, takvalı ulemaya, fukahaya, mürşidlere itaat.

    İcazetli ulemaya, fukahaya, mürşidlere itaat etmeyenin şeyhi nefs-i emmaresi ve şeytan olur.

    Ayette açıkça belirtildiği üzere Allaha, Resulüne ve BİZDEN olan emir sahiplerine İtaattan ayrılmayalım.

    * (İkinci yazı)

    Hitler 1938'de Ölmüş Olsaydı

    HİTLER, 1938'de ölmüş olsaydı, bu ölüm hem kendisi, hem Almanya, hem de dünya için çok hayırlı bir ölüm olurdu.

    Onun erken ölmesi Almanya'ya, Alman kültürüne, siyasetine, ekonomisine en az bir asır boyunca büyük üstünlük sağlayacaktı.

    Hitler yaşadı... 1939'da Polonya'ya saldırdı. İngiltere ve Fransa Almanya'ya savaş ilan etti, dünya altı yıl sürecek çok kanlı, çok yıkıcı, çok dehşetli bir dünya harbine sürüklendi.

    1938'de ölmüş olsaydı, Almanya'nın başına başka bir diktatör geçmiş olsa bile onun çapında diktatör olamazdı.

    Hitler 1938'te ölmüş olsaydı, Alman Reich'ı ona muazzam ve ihtişamlı bir anıt-kabir yaptıracaktı. (Projesini her halde Albert Speer çizerdi.)

    Hitler Alman milletinin kalbinde yaşayacaktı.

    Anıt kabri bir tür tapınak haline getirilecekti.

    Orada resmî törenler yapılacaktı.

    Ey Führer sen ölmedin,

    Sen gönlümüzdesin,

    Sen bizim ulu önderimizsin,

    Sen bizim başımızın tacısın,

    Ey ulu Führer bizi sen kurtardın,

    Almanya'yı, Alman milletini sen yarattın,

    Selam sana!

    Minnet sana!

    Sonsuz teşekkür sana diye neşideler okunacaktı.

    Hitler putlaştırılacaktı.

    Hitler 1938'de diktatörlük kariyerinin limitine gelmişti.

    Bu limit aşılınca, daha fazla yükselince talih tersine döner, liderin başı döner.

    Bu konuda "Peter Prensibi" kitabını okumadınızsa vakit geçirmeden


  10. Şurada şuncağız kişi var da bu cüzler neden hala duruyor? Hayırlı bir niyet arkadaşlar el atıverin bitsin. İlerde yapılan her bir hayırda bizim de payemiz olmuş olur.

     

    Bu mesajı okuyan sayın ziyaretçi lütfen üye olur musun?

    • Like 1

  11. Bu adı geçen şahıs hakkında konuşmak dahi gereksiz. Kendince edebiyat yapmış nasip özürlü. Bir dergide Üstad'ın Destan şiirine has çalışmasını okuyunca memnun olmuş ve de kalemini bu uğurda oynattığı için minnet duymuştum. Anlaşılan aynı mertliği konuşmasına yansıtamamış. Böyle iki kelimeyi yanyana getirince hatip kesilen, bir cihetten bilince tamamına vakıf olduğunu sanan, küçük akıllı, dar gönüllü adamlara ifrit oluyorum, uyuz oluyorum, fıtık oluyorum! Biz Üstad'ın bir Türk olarak, bir müslüman olarak hangi kefeye koyacağımızı gayet iyi biliriz. Menderes'e yazdığı mektuplarmış, sen olsan aynı durumda bırak mektup yazıp siyasi otorite istemeyi, "Beni tutup kaldırın yoksam canıma "kıyacam" diye inlerdin kuru kafa seni! Sen ne biliyorsun da yok biz bele bilmezdik Üstad'ı, karizması sıfıra indi falan diye caka satıyorsun, ucuz şey seni! O seminerde olsaydım vallahi lafımı derdim!

     

    Şu yazıyı taşa tutun!


  12. TOKAD eğitim seminerleri Ahmet ÖRS’ün sunduğu “Necip Fazıl Kısakürek-Sezai Karakoç-İsmet Özel” semineriyle devam etti.

     

    Bu üç ismin Müslümanlar ve İslam düşüncesi bağlamında sürekli tartışılan ve önemli bir düşünsel-entelektüel etki uyandıran kişiler olması bakımından önemli olduğunu belirten ÖRS, bu isimler ve etkileri ile ilgili olarak aşağıdaki tespitleri yaptı:

     

    Necip Fazıl Kısakürek:

    Batılılaşan Türkiye’nin batılı aydınlarına karşı geleneksel çizgiyi, milliyetçi-mukaddesatçı söylemi temsil eden Necip Fazıl, güçlü söyleyişi olan bir şair olarak taraftar kitleleri içinde önemli ve etkin bir isim olmuştur. Sivri dili karşıtları için keskin bir muhalif olarak algılanırken henüz İslam düşüncesinin kendini tevhidi bir çizgi şeklinde gösteremediği dönemlerde dindar kitlelerin siyasallaşmasına ve muhalefet etmesine katkıda bulunmuştur ancak gelenekçi çizgiyi aşamaması sahih bir dil üretmesini engellemiştir.

     

    Necip Fazıl’ın tasavvuru “Büyük Doğu” ismiyle şekillenmektedir. Ancak bu çerçeve en nihayetinde karma bir çerçevedir ve milliyetçi, İslami ve devletçi değerlerin harmanlanmasıyla oluşur. Büyük Doğu marşı bu bağlamda utanç verici mahiyettedir:

     

    BÜYÜK DOĞU MARŞI

    Allahın seçtiği kurtulmuş millet!

    Güneşten başını göklere yükselt!

    Avlanır, kim sana atarsa kement,

    Ezel kuşatılmaz, çevrilmez ebet.

     

    Allahın seçtiği kurtulmuş millet!

    Güneşten başını göklere yükselt!

     

    Yürü altın nesli, o tunç Oğuz’un!

    Adet küçük, zaman çabuk, yol uzun.

    Nur yolu izinden git, KILAVUZ’un!

    Fethine çık, doğru, güzel, sonsuzun!

     

    Yürü altın nesli, o tunç Oğuz’un!

    Adet küçük, zaman çabuk, yol uzun.

     

    Aynası ufkumun, ateşten bayrak!

    Babamın külleri, sen, kara toprak!

    Şahit ol, ey kılıç, kalem ve orak!

    Doğsun BÜYÜK DOĞU, benden doğarak!

     

    Aynası ufkumun, ateşten bayrak!

    Babamın külleri, sen, kara toprak!

     

    Necip Fazıl, İslamcı bir şair ve hareket adamı olarak bilinirken müşrik değerlerin Oğuz’uyla nesillerimizi isimlendirir. Burada Seyyid Kutub’un ‘Kur’an Nesli’ vurgusu ile Necip Fazıl’ı mukayese edildiğinde aradaki fark gayet rahat bir şekilde anlaşılır.

     

    İslam düşüncesiyle ilgili olarak Necip Fazıl’ın birikimi ilmihal düzeyini aşabilmiş değildir. Seyyid Abdülhakim Arvasi ile tanışıklığıyla başlayan tasavvuf süreci onda düşünsel durağanlığa sebebiyet verir. “İslam ve İman Atlası” ilmihal yolculuğu anlayışı doğrultusunda bir eser olarak değerlendirilebilir.

     

    İslami şahsiyetlre dönük pervasız tutumu kabul edilebilir değildir. Düşüncelerini beğenmediği Mevdudi’ye “Merdûdî”, Hamidullah’a “Ba’îdullah” demesi gayri ahlaki bir tercihdir ve kendi niteliğini eleverir mahiyettedir.

     

    Necip Fazıl’ın milliyetçi vurgusu son derece belirgindir. “Sırtına Sakarya’nın Türk tarihi vurulur” meşhur mısrası Sakarya Türküsü şiirinde geçer ve bu bağlamdaki bütün terkiplerin özünü ihtiva eder: “Türk'ün ruh kökü/Türk Milleti'nin ruh mührü/Türk'ün hakikatı/Türk haşyeti/Türk'ün tarihi çilesi/Türk'ün mukaddesatı/Türk'e karşı Türk'ün yanında/Türk'ün saffetli hayatı/Türk anaları/Türk'ün bütün milli kokuları/Türk ruh kumaşı/Sapına kadar Müslüman dibine kadar Türk/Türk hücresi Anadolu/Türk'ün genç adam tipi/Asil Türk halkı/Aziz ve mübarek Türk Milleti... vs.vs.”

     

    Necip Fazıl’ın iki ay önce Hece dergisinde Adnan Menderes’e yazdığı mektupların bir kısmının yayımlanması karizmasına indirilen bir darbe olmuş ve onun psikolojik tarafını ele veren bir mahiyettedir. Bu mektuplarda Menderes’e yalvar yakar niyazda bulunan bir Necip Fazıl vardır. Kendisini kısacık hapis süresine dayanamayarak kurtarmasını Menderes’ten rica eder. Kurtarması durumunda partisi için çalışacağını bildirir. Ellerinden öper. Doğrusu her şeye rağmen insanı üzen ifadelerle dolu mektuplardır bunlar ve dışarıda aslan kesilen, büyük bir saldırgan olan Necip Fazıl’ın esasen ruh sağlığının yerinde olmadığına da bir işarettir.

     

    Bugün Necip Fazıl’ı büyük üstad olarak anan çevreler, onu aşmak, Kur’an’la buluşmak zorundadırlar. Haddini bilemeyen bir tutumla İslam düşüncesini şekillendirip geleneksel kalıplarda ve saldırgan, itham edici bir vaziyette dillendiren bu mezhepçi ve tasavvufçu anlayışın Müslümanlara verebileceği hiçbir şey yoktur.

     

    Sezai Karakoç

    Necip Fazıl gibi geleneği sırtlayan ama daha naif ve daha kuşatıcı bir tablo çizip bir medeniyet ve ümmet dairesine vurgu yapan şair Sezai Karakoç, Türkiye’de okuma-yazma sevdasındaki genç kuşaklar için her zaman söylemleriyle ilgi çeken bir isim olmuştur.

     

    Sezai Karakoç’un din anlayışı tasavvuf üzerine bina olunur. Şiirleri bu bağlamda düşüncenin hizmetindedir. Said Nursi’de, İbni Arabi ya da Mevlana’da görülen Batıni vurgu onda da yoğundur. Sadık Yalsızuçanların anlatımıyla; “Hızırla Kırk Saat’e ilişkin anılarından öğreniyoruz ki, Karakoç, bu magnum opus’undaki şiirlerin her birini ayrı bir Hızır buluşmasında kaleme almıştır. Bir yazısında belirttiği üzere, ‘yazı kendisini yazmış’tır. Eğer Karakoç yazmasaydı, bu yazılar, kendilerini başka bir yazara mutlaka yazdıracaklardı.” Gaybi alana ilişkin sınır tanımaz inanç iklimi Karakoç’u da kuşatmış görünmektedir.

     

    Karakoç, Necip Fazıl ve İsmet Özel gibi “Türk” vurgusu yapmaz, Fas’tan Endonezya’ya bir ümmet ve İslam dünyası haritası çizer. Bu, onun olumlu yanı olmakla birlikte İbni Teymiye’den Mehmet Akif’e, İbni Arabi’den Mevlana’ya herkesi bir potada eritir ve bunların “Diriliş” adını verdiği projesinin elemanı olduğu inancını işler.

    Şamdayız
    Mevlana ve Mesnevi
    Muhyiddin ve Yasin
    Şems ve Füsus
    Şems nasıl değiştirdi
    Bengisu sarnıçlarından geçirerek
    Mevlana Celaleddini
    Ve Yasin bir delikanlı biçiminde
    Ağır ölüm hastalığında
    Nasıl iyileştirdi İbn Arabiyi
    Mekke çatısında Füsûsun ve Fütuhatın yapraklarını ayıklayan
    Güneşin yağmurun ve rüzgârın yardımcısı kimdi?”

     

    Sezai Karakoç’un hatası diriltmeye çalıştığı geleneğin kifayetsizliğini kavrayamamasıdır:

     

    “Ey yeşil sarıklı ulu hocalar bunu bana öğretmediniz

    Bu kesik dansa karşı bana bir şey öğretmediniz
    Kadının üstün olduğu ama mutlu olmadığı
    Günlere geldim bunu bana öğretmediniz
    Hükümdarın hükümdarlığı için halka yalvardığı
    Ama yine de eşsiz zulümler işlediği vakitlere erdim
    Bunu bana söylemediniz
    İnsanlar havada uçtu ama yerde öldüler
    Bunu bana öğretmediniz
    Kardeşim İbrahim bana mermer putları
    Nasıl devireceğimi öğretmişti
    Ben de gün geçmez ki birini patlatmayayım
    Ama siz kâğıttakileri ve kelimelerdekini ve sözlerdekini

    Nasıl sileceğimi öğretmediniz”

     

    Sezai Karakoç, yeşil sarıklı ulu hocaların bu gerçekleri kavrayamayacaklarını hala anlayamamış görünmektedir. Seyyid Kutub’un “cahiliye toplumu” tanımlamasını yeterince tetkik edebilmiş olsaydı eğer yücelttiği değerlerin çoğunun ne kadar içlerinin boş ve tevhid dininden uzak olduğunu fark edecekti. Ama inanıyoruz ki Sezai Karakoç’un etrafındaki ve peşindeki çevre bunu istememektedirler. Tarih içinde üretilen ve belirsiz bir “doğu” tanımlamasına hapsedilen bir çizginin elbette vahiyle irtibatı zayıf olacaktır.

     

    Sezai Karakoç’un takipçilerinin “Diriliş Medeniyeti” söylemlerinin mirasını hoyratça tükettiğini gözlemlemek mümkündür. Edebiyat ve düşünce alanında söz söylemeye çalışanlar için bir dibace hükmündeki konumuyla Sezai Karakoç’un takipçiliği iddiası reyting yapmaya devam etmektedir. Onun siyasi, kişisel ve ekol bağlamındaki tercihlerinde uzun soluklu birliktelikleri göze alamayanların tükettiği bir kavram olmuştur Diriliş…

     

     

    :

     

     

     


  13. Nedense bana Üstad'ın "Dönemeç" şiirini anımsattı.

     

    Ve buyukdogu pasaj, bana başağrısı gibi değil bir kadın gibi geldi. Ya da zahirine mi takıldım, içinde başka manalar mı var da derin bakamadım. İhtimaller olabilir, olmayadabilir. Her şey mümkün.

     

    Neler diyorum ben?

    • Like 1

  14. 3. şahıstan aldığım bizatihi kaynağa göre ,Efendi baba M.U Osmanoğluna sorarlar, efendim ÜSTAD NECİP FAZIL HAKINDA NE DERSİNİZ,

    cevap verir mübarek : onun bir şiiri varki (TABUT), o bile ona kabirde yeter.

    yazdığı şiirlerin ehemmiyetini ifade edebilmek için!

    Heyy gidi Efendi Babam ya bize ne yetecek?Elimizde ne var?


  15. Eyvallah kardeşim, hakkında böyle farklı yazılar okudukça görüşümüz kesinlik kazanacak. Önemli olan o tabi çıktığı zirveyi muhafaza edebilmek. Çünkü zirveler piknik yeri değildir. Zirveye çık in çık in olmaz, bu Sisifos işkencesine döner. O yüzden çıkan yerini muhafaza etmesini bilecek, düşenin arkada gözü olmayacak. Anlaşılan Nihat Genç başta işin ruhunu yakalamış fakat idamesini becerememiştir. Biz de yazarımızın dediği gibi yerin yok mahallemizde deriz vesselam.


  16. Hacegan abi, sizin üslupta ben hep takılıyorum. İstifham bil-istifham. Hep soruya soruyla cevap. Anlıyorum faydalı, güzel, iyi şeyler söylüyorsunuz ama ben tam anlayamıyorum abi. Sizden çok istifade edileceği aşikar da daha fasih, daha aşikar olabilir miyiz lütfen. Hep diyorsunuz, şu şöyle olmuştur neden olmuştur, ahh nerden aklıma geldi, gerisi de siz düşünün neden acaba? falan ama ben bir türlü bize bıraktığınız yerleri dolduramıyorum abi. Çünkü az biliyorum.

     

    Neyse başlığın meramı bu değildi. Neden mi? Aslında izahı yok. Kafa ve ruh benimsedi. Neden, nerede, nasıl hiçbir şey hatırlamıyorum. Üstadla ezelden beri birbirimizi tanıyormuşuz gibi. Bana dikloron, novalgin gibi geliyor. Geliyor ve hiç gitmiyor. O benim doktirinim.

×
×
  • Create New...